top of page

Hz.MUHAMMED'DEN ÖNCEKİ PEYGAMBERLER

 

KONU BAŞLIKLARI

Allah'ın Elçileri Peygamberler ve Peygamberlerin gönderilme nedeni

Kur'anda İsmi Geçen Hz.Muhammed'den önceki Peygamberler

     1   Adem

     2   İdris

     3   Nuh

     4   Hûd

     5   Salih

     6   İbrahim

     7   Lut

     8   İsmail

     9   İshak

     10 Yakup

     11 Yusuf

     12 Eyyub

     13 Şuayb

     14 Musa

     15 Harun

     16 Davut

     17 Süleyman 

     18 İlyas

     19 Elyesa

     20 Yunus

     21 Zülkif

     22 Zekeriyya

     23 Yahya

     24 İsa ve Meryem

KONU BAŞLIKLARI

Allah'ın Elçileri Peygamberler ve Peygamberlerin gönderilme nedeni

                                                                                                                                                                     KONU BAŞLIKLARI

Yüce Yaratıcı Allah, Gerçek Ortamda yaratılmış olan Adem ve Havva'nın bedensel yapıları bu dünya ortamına uygun hale getirilerek yeryüzüne "indirilmesini” takdir etmiş ve böylece onlardan çoğalan neslin "bireyleri de kendi aralarında ve o sırada çevrelerinde bulunan "insansı" yapılar ile birleşmeleri ile "Akıllı İnsanların" bu ortamdaki yaşamları başlatılmış olmaktadır. Halen devam etmekte olan bu süreç tamamı ancak Allah tarafından bilinen toplam "Akıllı İnsan Sayısına" ulaşıncaya kadar devam edecektir.

 

Buna göre, Allah'ın "Gerçek Ortamda" yaratmış olduğu ve Allah'ın yegâne "Yaratıcı Güç" olduğuna şahitlik etmiş olan bütün "Akıllı İnsanlara" ait "Ruhlarının", bu ortamda çoğalmakta olan insanlar anne rahminde dört ay on günlük iken bünyelerine "üfürülerek" gönderildiği ve bu Dünya ortamında son insanın yaşamasına kadar da gönderilmelerine devam edileceği Ayetlerde bildirilmektedir.

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  Onlar da “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

 

Yüce Allah, Hz.Muhammed dönemine kadar olan süreç içerisinde insanların ruhlarına 'Şahitlik' ettikleri zaman yerleştirilmiş olan Allah kavramını anlayabilmeleri ve ölümleri sonrasında Gerçek Ortama geri geldiklerinde Allah'ın sevgisine, merhametine ve affetmesine kavuşabilmeleri için, zamanla çeşitli etkenlerle Allah'ı inkar edecek kadar değişimlere uğrayıp  bozulan anlayışlarını ve davranışlarını düzenlemek üzere (yani onları Doğru Yola ulaştırmak üzere) bazı insanları "Uyarıcı" olarak görevlendirdiğini Ayetlerinde bildirmektedir.

 

Genellikle "Peygamber" olarak adlandırılan bu uyarıcılardan bir kısmına da "Allah Sözü" olarak bazı "uyarı iletileri" hissettirilerek (vahiy edilerek) zihinlerine yerleştirilmiştir. Peygamberler aldıkları bu "vahiyleri" insanlara sözlü olarak bildirmişler ve daha sonra da onlara inanmış olan ve bu "vahiyleri" hafızalarında saklayan "takipçilerine", sonradan bozulup kaybolmamaları için yazdırmışlardır. Ayetlerde "Peygamber" olarak seçilen ve görevlendirilen bu insanların, diğer insanlara göre daha "üstün" oldukları, hatta Hz.Muhammed'de olduğu gibi, yaratılmış tüm ortamlara (alemlere) Allah'ın "Merhametini" taşıyan bir üstünlük verildiği ifade edilerek "ayrıcalıklı" oldukları belirtilmektedir.

Nitekim Allah bütün "Görülmeyenleri" bildiğini ve sırlarından kimseyi bilgilendirmediğini, ancak Allah "dilediği" Peygamberlerine bazı sırlarını bildirdiğini ve "Gönderdiklerini" hakkıyla "Tebliğ" ettiklerinin bilinmesi için bu Peygamberlerin önünden ve ardından "Gözcüler" saldığını ve onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmış olduğunu ve her şeyi bir bir saydığını bildirmektedir.

 

O bütün görülmeyenleri bilir, sırlarına kimseyi muttali kılmaz. (40/26), (72/26)

Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır, çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar. (40/27), (72/27)

Ki böylece onların Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. Onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır. (40/28), (72/28)

 

Yüce Yaratan ayrıca Ayetlerde isimleri ile belirttiği peygamberlerin, "Akıllarını" kullanıp "İlim" sahibi olarak kendilerine "Nimetler" verdiği Peygamberlerden olduklarına işaret etmekte ve omların Adem'in soyundan geldikleri, Nuh ile birlikte taşınanlardan oldukları, İbrahim ve Yakub'un soyundan geldikleri ve "Doğruya" ulaştırılan ve "Seçkin" kılınan kimseler oldukları ve onlara çok merhametli olan Allah'ın Ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapandıkları özellikle bildirmektedir.

 

İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. (44/58), (19/58)

 

Bu Peygamberler gibi, "Akıllarını" kullanıp "İlim" sahibi olanların da Allah'ın "Ayetleri" okunduğunda Allah'a saygı ve bağlılıkları nedeniyle "Secdeye" kapandıkları belirtilmektedir

 

De ki: “Siz ona ister inanın ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.”  (50/107), (17/107)

Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. (75/15), (32/15)

 

Bu nedenle Allah hiçbir toplumun kendilerine öğüt vermek üzere "Uyarıcı" veya "Peygamber" gönderilmeden "Yok Edilerek" cezalandırılmadığını veya "azap" edilmediğini bildirmektedir. Ayrıca Ayetlerin okunması sırasında yanlış anlaşılmalara meydan verilmemesi için bu durumun dikkate alınmasını ve Allah'ın hiçbir zaman "Zalim" bir güç olarak düşünülmemesini ayrıca hatırlatmaktadır.

 

Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. (47/208), (26/208)

Biz zalim değiliz. (47/209), (26/209)

Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir, zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir. (49/59), (28/59)

Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz. (50/15), (17/15)

Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler, böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. (50/16), (17/16)

Nuh'tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir. (50/17), (17/17)

İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız. (55/129), (6/129)

 

Görüldüğü gibi Ayetlerde doğru yoldan ayrılmış olan toplumlara durumlarını düzeltmeleri ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı hatırlamaları için peygamberlerin görevlendirildiği belirtilmektedir. Bu nedenle bir ülkenin "Helak" edilmesinin, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına ve bu arada kendilerine "Yönetim" emanet edilenlerin, Peygamberlerin Allah'ın "vahiyleri" ile yaptığı "uyarılara" rağmen sahip oldukları "Kibir" nedeniyle kendileri ve toplum üyeleri için "Kötü" olan şeyleri ve uygulamaları yapmaya devam etmeleri halinde gerçekleştiği, böylece o Ülkenin "Helake Müstahak" olacağı ve Yüce Yaratanın da orayı "Darmadağın" edeceği belirtilmektedir.

 

Bu durumda özellikle ülke halklarının sahip oldukları zenginlikten dolayı şımarmış insanlarını "Yola Getirecek" düzenlemeleri yapmalarının gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu tür düzenlemeler kendilerine "Yönetim" emanet edilenler tarafından yürütüleceğine göre, Ülke halklarının yönetim emanet edilecek insanları seçerken bu durumu dikkate almaları gerekecektir. Buradaki helak olma sadece maddi olarak bina ve eşyaların bir şekilde zarar görmesi veya yok olması değil fakat tüm ülke halkının sefalete düşmesi, huzurunun kalmaması veya başka ülke veya toplumların boyunduruklarının altına girmeleri ve parasal veya siyasi bağımsızlıklarını kaybetmeleri olarak düşünülmelidir. O nedenle halkların "Yönetici" seçimlerinde son derecede dikkatli olmaları ve Yüce Allah tarafından kendilerine yapılmış olan "Uyarı, Öğüt ve Önerileri" her zaman "Hatırlamaları" gerekmektedir. Yüce Allah tüm insanlara hitaben onların ne yaptıklarını "Bilen ve Gören" olduğunu ve "Helak Etmiş" olduğu Nuh Peygamber ve sonraki çok sayıdaki nesillerden "Ders" alınması gerektiğini bir defa daha hatırlatmaktadır.

 

Allah, İnsan toplumlarına gönderdiği "Uyarıcılar" tarafından "İletilenlere" aldırmayanları "Zalimler" olarak tanımlamakta ve bunlardan bir kısmını işledikleri "Günahlardan" ötürü bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya girenler ve her inatçı "Şeytana Uyanlar" olarak tanımlamakta, bunların bir kısmını diğer bir kısım zalimlerin peşine takacağını açıklamaktadır. Bu uyarı ile Yüce Allah, işledikleri kötülüklerden (günahlardan) ötürü zalim olan toplumların yönetimlerine de diğer bir kısım zalimleri getirmelerine neden olacaklarına işaret etmektedir. İnsanlardan böylece daima doğru yolda olmalarının önemini görmeleri ve toplumun yönetiminin de daima doğru yolda olanlara emanet etmeleri gerektiğini anlamaları istenmektedir.

 

Hz.Muhammed döneminden önceki toplumların Allah'ı ve peygamberlerini inkar edip doğru yoldan ayrılmalarına bağlı olarak genellikle "olağanüstü" doğa olayları ile “helak edildiklerine” dair uyarıların, o dönemlerde yaşayan insanların sahip oldukları bilgi birikimleri ile ancak böyle olağanüstü doğa olayları karşısında hatalarını anlayabilecek düzeyde olmaları nedeniyle yapıldığı söylenebilir. Ayetlerde yer alan ve inkârcı toplumların ortadan kaldırılmasına neden olan "olağanüstü" doğa olaylarının Evren ve Dünya ortamının ve bilgi ve hayalimiz ötesinde bulunan "Alemlerin" tek yaratıcısı olan Allah tarafından "Nasıl" meydana getirildikleri hakkında "Kur'an’da Yer Alan Olağan Dışı Olaylar ve Mucizeler" bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.

 

Buna karşılık günümüzde toplumların, zamanla büyük bir hızla gelişen bilgi birikimleri, "inkarları" yüzünden "olağanüstü" doğa olaylarının ihtişamı ve dehşeti ile uyarılmalarını gerektirmemektedir. Zira günümüzde "Akıllı İnsanlar" artık nasıl gerçekleştiklerini anlamalarına rağmen, "Akıllarını" ve sahip oldukları bilgi birikimini kullanmayıp önlem almamalarının helaklerine neden olacağını anlayacak düzeye ulaşmış bulunmaktadır.

 

Öte yandan "Akıllı İnsanların" toplumsal olarak yüzleştikleri terör olayları, savaşlar, sosyal bunalımlar, ekonomik krizler gibi çeşitli şekillerde gerçekleşen "helak olmaları" da kendilerine "peygamberler" tarafından yapılmış bulunan Yüce Yaratıcının "uyarılarını" hiçe saymalarına, bencilliklerine ve kibirlerine bağlı olduğu kesin bir gerçek olarak her gün deneyimlenmektedir. Bu nedenle özellikle yeryüzünde insanları kontrol edip yönlendirme gücüne ve etkinliğine sahip olan kişi ve toplumların "Allah'ı" ve bildirdiklerini inkarları nedeniyle içinden çıkamadıkları doyumsuzluk ve açgözlülük duygularından arınmamaları, her gün toplumların bir şekilde "helak olmalarına" neden olmaktadır. Bu yüzden şu anda Dünya'da ne kadar toplum varsa tümünde toplumun yönetiminin daima "ehil" olanlara verilmesi vaz geçilemez kesin bir kural olarak Allah tarafından Ayetinde bütün insanlara bildirilmiş bulunmaktadır. Zira emanet "Ehli" olanlara verilmez ise, insanlar arasında "Adalet" ile hükmedilmesi mümkün olmamaktadır. 

 

Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. (92/58), (4/58)

Kur'an Ayetlerinde açıklanan bilgilere göre Yüce Allah, bu Dünya ortamında Allah'ın "Halifesi" olarak bir süre yaşam sürmelerini, bu yaşamlarında sürekli olarak "Akıllarını Kullanıp" bulundukları ortamın ve kendilerinin "Yaratılışları" ve bu yaratılışları gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" hakkında fikir edinerek Allah'ı tanımalarını ve O'na bu yaratılışların "sahibi" olarak "teslim" olmaları  için gönderildiklerini idrak etmelerini ve böylece  "İnsan Olmak" düzeyine erişmelerini bütün insanlardan beklemektedir.

 

Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden başka tanrı olmadığına dair uyarın ve benden korkun" diye gönderir. (70/2), (16/2)

 

Bu nedenle "Tek Yaratan" olan Yüce Allah, bu şekilde "Allah'ın Halifesi" olduğunu fark edemeyen insanları Allah'tan başka "tanrı" olmadığına dair uyarmaları ve Allah'tan korkmalarını "vahiy" ile bildirmesi için, meleklerini (Allah'ın bütün ortamlarda iradesini yürütmek üzere yarattığı enerji esaslı unsurları) insanlardan (kullarından) dilediği (seçtiği) kimseye gönderdiğini açıkça bildirmektedir.

 

Buna göre "İnsan Olmak" seviyesinden uzaklaşmış olan bütün insanların "uyarmaları", onlara öğüt ve önerilerde bulunarak Allah'ı anlayabilmeleri, tanıyabilmeleri ve ona teslim olmaları için, Allah’ın insanların arasından seçtiği ve "melekleri" tarafından "vahiy" edilerek "görevlendirdiği" insanlar "Peygamber" olarak tanımlanmaktadır.

 

Biz, senden önce de kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik, eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz. (73/7), (21/7)

Biz onları yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık, onlar ebedi de değillerdir. (73/8), (21/8)

Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: "Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım. (73/25), (21/25)

 

Açıklandığına göre bunlar insanlar arasından uygun görülenlere "Vahiy" yolu ile Allah'ın gönderdiği bilgilere sahip olmuşlar ve yine Allah'ın verdiği nitelikler ile diğer insanlar üzerinde etkili olarak onlara ip uçları olarak tanımlayabileceğimiz esas bilgileri ulaştırmışlardır.

 

Bu "üstün" niteliklerine bakarak onların "kutsal" birer varlık olduklarının düşünülmemesi istenmekte ve onların diğer insanlardan ayrı "yemek yemez" birer ceset olarak yaratılmadığına, ölümsüz (ebedi) olmadıklarına özellikle de "ilahlaştırılmamaları" gerektiğine işaret edilmektedir.

Nitekim, Peygamberlerin aldıkları en önemli ve öncelikli vahyin, Allah'tan başka ilah olmadığının ve sadece Allah'a kulluk edileceğinin (İbadet Edileceğinin) bildirilmesi olduğu açıklanmaktadır. Peygamberlerden bir kısmının vahiy yolu ile aldıkları gerçekleri "Kitap" olarak yazılı

belgeler haline getirdikleri Ayetlerden anlaşılmaktadır.

 

Öte yandan, Ayetlerde "Elçi" olarak belirtilen “meleklerin” mutlaka Peygamber olarak algılanmamalarının gerektiği anlaşılmaktadır. Zira Allah Dünyadaki bir kısım işlemlere doğrudan müdahale etmeyi istediğinde onun olması için bu ortama özgü ve "enerji" esaslı "Madde" yapısı olmayan "Melekler" gibi bazı unsurları (Elçileri) görevlendirdiğini bildirmektedir.

 

Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.  (103/75), (22/75)

Onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.  (103/76), (22/76)

 

Bunların taşıdıkları nitelikleri bizim Dünya ortamında tam olarak algılayabilmemiz mümkün değildir. Melekler Dünya ortamında "Takdir Edilen" iş ve işlemleri yürütmek üzere herhangi bir şekilde ve yapıda olabilirler ve verilen görevi yaparlar. Örneğin, insanların ve canlıların ölümleri bu şekilde gerçekleşir, görevli melek bu işi hiçbir aksama olmadan yerine getirirler.

 

Buna göre Meleklerin aldıkları görevleri yerine getirmeleri ile ilgili olarak önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bildikleri ve bütün işlerin sonunda Allah'a döndürüleceği ve kendilerine görev verilen, "Elçilerin" yaptıkları ve yapacaklarının, her şeyin sahibi olan Allah katında bilindiği açıklanmaktadır. Bu konuda "Melekler, Cinler ve Şeytanlar" bölümünde geniş bilgi bulunmaktadır.

PEYGAMBERLERİN GÖNDERİLME
HZ.MUHAMMED ÖNCE PEYGAMBER

Kur'an'da İsmi Geçen Hz.Muhammed'den önceki Peygamberler

​                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

Yüce Yaratan, Hz.Muhammed'den önce bir çok topluma çok sayıda peygamberler gönderdiğini, onların da toplumlarına açık "deliller" getirdiklerini ve bu delillere ve uyarılara rağmen onları dinlemeyenlerin (günaha dalanların) hak ettikleri "cezalarını" verdiğini, buna karşılık onlara ve getirdiklerine inanan ve iman edenlere (müminlere) doğru yola ve kurtuluşa ulaşmalarında yardım etmesinin de "Kendisine" düşen bir "görev" olduğunu bütün insanlara bildirmektedir.

 

Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. (84/47), (30/47)

 

Buna göre Allah'ın bütün insanlara Peygamberleri ile iletmiş olduğu uyarı, öğüt ve önerilerine inanmaları ve iman etmeleri (müminlere) halinde "doğru yola ve kurtuluşa" ulaşmalarında onlara yardım edileceği hatırlatılarak yaşamlarını buna göre düzenlemeleri önerilmektedir.

 

Yüce Allah Kur’an Ayetlerinde Hz.Muhammed’e hitaben önceki peygamberler hakkında, bütün insanların da “örnek” almalarını beklediğini belirterek, bazı açıklamalarda bulunmaktadır.

 

Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya'kub'u da an. (38/45), (38/45)

Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kıldık. (38/46), (38/46)

Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir. (38/47), (38/47)

İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. (38/48), (38/48)

İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de, hepsi de sabreden kimselerdendi. (73/85), (21/85)

Onları rahmetimize kabul ettik, onlar hakikaten iyi kimselerdendi.  (73/86), (21/86)

 

Ayetlerde Hz.Muhammed'e "anması" önerilen bu Peygamberleri hatırlamaları ve onları örnek alarak onlar gibi kuvvetli, basiretli, Ahiret Yurdunu düşünen, Samimiyetle İnanan (İhlaslı-Takva Sahibi) ve sabreden olmaları bütün insanlardan beklenmektedir. Böylece Aklını kullanan ve "doğru yola" ulaşmaya çalışan tüm insanlar, onlar gibi Allah katında "Rahmetine Kabul Edilen", "Seçkin" ve "İyi Kimseler" olarak değerlendirileceklerdir.

 

İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. (44/58), (19/58)

 

Allah insanlara öğüt ve önerilerini "İletmek" üzere görevlendirdiği ve isimlerini bildirdiği bu Peygamberlerden olan Musa'nın "Saf, Samimi, Sevgi Dolu" olduğunu, tüm insanlara "Uyarıcı" olarak gönderildiğini ve önceki Uyarıcıların getirdikleri uygulamaları da devam ettirdiğini açıklamaktadır. Allah Hz.Muhammed'e Tur Dağında Musa'ya "Kendisine" çok yaklaştırarak sağ tarafından "Seslendiğini" ve kardeşi Harun'u da Peygamber olarak görevlendirdiğini tüm insanlara iletmesini vahiy etmektedir.

 

Kitap'ta Musa'yı da an, gerçekten o ihlas sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi. (44/51), (19/51)

Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık. (44/52), (19/52)

 

Allah Hz.Muhammed'e önceki Peygamberler ile ilgili olarak ilettiği Ayetlerin devamında bazı toplumların bu Peygamberlere ve onların getirdikleri uygulama ve ibadetlere uymayı "Bıraktıklarını" ve nefslerinin arzularına uyduklarını ve bunun sonuçları olarak bu sapıklıklarının cezasını ileride yani Kıyamet zamanında çekeceklerini ve bu durumdan sadece tövbe edenlerin ve "İman" edip iyi davranışlarda bulunanların hariç olacaklarını açıklamaktadır.

 

Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefslerinin arzularına uydular, bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler. (44/59), (19/59)

Ancak tevbe eden, iman eden ve iyi davranışta bulunan kimseler hariçtir, bunlar, hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete, çok merhametli olan Allah'ın, kullarına gıyaben vadettiği Adn cennetlerine girecekler. (44/60), (19/60)

Şüphesiz Allah'ın vaadi yerini bulacaktır. (44/61), (19/61)

Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar ve orada, sabah-akşam kendilerine ait rızıkları vardır. (44/62), (19/62)

Kullarımızdan, takvâ sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur. (44/63), (19/63)

 

Yüce Allah, peygamberleri ile insanlara bildirdiklerine inanan ve bu imanlarına herhangi bir kötülük veya haksızlık bulaştırmayanların bu Dünya ortamında ve ölümleri sonrasında "güven ve mutluluk" duyacaklarını, çünkü onların "Doğru Yolu" bulduklarını ve bu "gerçeklerin" kendi yaptıkları "putlara" tapınmakta olan toplumuna karşı İbrahim Peygambere verdiği bir "Delil" olduğunu Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.

 

İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. (55/82), (6/82)

İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz.  Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. (55/83), (6/83)

Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. (55/84), (6/84)

Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da. Hepsi de iyilerden idi. (55/85), (6/85)

İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da. Hepsini âlemlere üstün kıldık. (55/86), (6/86)

Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da. Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik. (55/87), (6/87)

İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi. (55/88), (6/88)

İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar bunları inkar ederse şüphesiz yerlerine bunları inkar etmeyecek bir toplum getiririz. (55/89), (6/89)

İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak bir öğüttür.” (55/90), (6/90)

Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: “Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler size öğretilmiştir.” Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar! (55/91), (6/91)

 

Nitekim Yüce Yaratan hikmet sahibi ve hakkıyla her şeyi bilen olarak "Dilediği" kimselerin derecelerini yükselttiğini, Allah’a samimiyetle inanan ve iman etmiş olan İbrahim'in de inancının samimiyeti ve içtenliği nedeniyle ona Peygamberlik" görevini vermeyi "Dilediğini", bu üstün nitelikleri nedeniyle İbrahim'e İshak ve Yakub'u "Armağan" ettiğini ve doğru yola ileterek onlara da "Peygamberlik" görevini verdiğini bir örnek ve "Delil" olarak Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Ayrıca Adem ve Eşinden sonra yaşayanlar arasından onların öğretileri doğrultusunda kendilerine iletilen "Tek Yaratan" inanışına samimiyetle inanan ve imanlarına haksızlık bulaştırmayan "İyi" insanlardan Allah'ın "Dilediklerine" kitap, hikmet ve peygamberlik verilerek "Derecelerinin Yükseltilip Âlemlere Üstün" kılındıklarına ve "Mükafatlandırıldıklarına" işaret edilmekte ve örnek olarak Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf', Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût peygamberlerin isimleri açıklanmaktadır.

 

Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarının da seçkin kılındıklarına ve Allah'ın "Dilemesi" ile doğru yola (Hidayete) iletildiklerine Hz.Muhammed'in dikkati çekilmektedir. Ancak onlar da Allah'a ortak koşsalardı yapmakta oldukları amellerinin elbette boşa gitmiş olacağı da hatırlatılmaktadır. Ayrıca eğer insanlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verilenler tarafından iletilen öğüt ve önerileri inkar ederse, şüphesiz yerlerine bunları inkar etmeyecek bir toplum getirileceğini dikkate almaları gerektiği açıkça belirtilmektedir.

Allah Hz.Muhammed'in de "Hidayete" erişmesini "Dilediğini", onlar gibi  "Üstün" meziyetlere sahip ve "Seçilmiş" olduğunu kendisine telkin etmekte, örnek olarak adları verilen o peygamberlerin Allah'ın hidayet ettiği kimseler oldukları, kendisinin de onların yoluna uymasının gerektiği bildirilmekte ve böylece görevini yerine gerirmesine ona önemli şekilde "Destek" olmaktadır. Yüce Allah ayrıca, kendisine vahyedilen ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğu ve her türlü "Övgü ve Yüceltilmenin" sadece Allah'a "Ait" olduğu "Gerçeklerini" açıklayan ve "Âlemler için bir öğüt" olan Kur'an’ı iletmesine karşılık olarak kimseden bir "Ücret" istemediğini toplumuna ve bütün insanlara bildirmesini Hz.Muhammed'e "Söylediğini" açıklamaktadır.

 

De ki: “Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O, her şeye şahittir.”  (58/47), (34/47)

 

Görüldüğü gibi, Kur'an’ın ancak "Bilgi Sahibi" olan ve sahip oldukları bilgi birikimlerini "Akılları" ile kullanan (Alimler) tarafından gerektiği gibi "Anlaşılabileceği" ifade edilmektedir.

 

Yüce Allah, "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" diyerek Allah'ı gereği gibi tanımayanlara, Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitabı kimin indirdiğini düşünmeleri gerektiğini Hz.Muhammed'e ilettiğini açıklanmaktadır. Ayrıca kendilerine iletilen "Gerçekleri" kağıtlara "İstedikleri Gibi" yazarak açıklamalar yapanların ve bu "Gerçeklerden" çoğunu da "Gizleyenlerin" ve onların geçmiş nesillerinin de (Atalarının) bilmedikleri şeylerin Kur'an ile "Açıklandığı" onlara ve bütün insanlara "Öğretildiği" bildirilerek Hz.Muhammed'e sadece Allah'a yönelmesi, onları daldıkları "Bataklıkta" oyalanmalarında "Bırakması" öğütlenmektedir. Yüce Allah böylece bütün dikkatini aldığı Vahiylerin bütün insanlara iletilmesi görevini yerine getirmesinde Hz.Muhammed'e destek olmaktadır.

 

Ayetlerde Allah "Tek Yaratıcı" olduğunu "Kabul ve İman" edenlerin hiçbir haksızlığa uğratılmadan "Vadettiği" Adn Cennetine gireceklerini, "Allah'ın" bu vaadinin mutlaka yerini bulacağını, orada boş sözler yerine "Hoş" sözler duyacaklarını, onlara kendilerine ait sürekli "Rızıkların" bulunduğunu ve samimiyetle inanan (Takva Sahibi) kullarına (İnsanların) verdiği "Cennetin" böyle olduğunu tüm İnsanlara bildirilmesi için Hz.Muhammed'e ilettiği belirtilmektedir.

 

Buradaki Ayetlerde geçen "namaz" sözcüğü ile "Dua" ve "İbadet" edilmesi ifade edildiği anlaşılmaktadır. Zira esasen namaz sözcüğü "Dua" anlamındadır ve bugün Müslüman toplumlarında yapılan namaz ibadetinin nasıl uygulanacağı “Salad-Namaz” bölümünde açıklandığı gibi insanlara Hz.Muhammed tarafından açıklanmıştır ve yaklaşık olarak 621 yılından beri Hz.Muhammed tarafından gösterildiği şekilde uygulanmaktadır.

 

Allah Hz.Muhammed'e önceki Peygamberler ile ilgili olarak "Kalbini Teskin Edecek" her haberi ilettiğini belirtmektedir.

 

Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz, bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.  (52/120), (11/120)

 

Yüce Allah insanları doğru yola ulaşabilmelerinde onlara yol gösterici ve yardımcı olmak üzere görevlendirdiği Peygamberlerinin (Elçilerinin) hayır işlerinde koşuşturduklarını, kendilerine verilen görevlerini eksiksiz olarak yapabilmelerini umarak ve "korkarak" daima "Kendisine" yalvardıklarını ve "kendisine" karşı daima büyük bir "saygı" içinde olduklarını bildirmektedir.

 

Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler. (73/90), (21/90)

Irzını iffetle korumuş olanı. Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için bir ibret kıldık. (73/91), (21/91)

Hakikaten bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim, öyle ise bana kulluk edin. (73/92), (21/92)

Kendi aralarında işlerinin birliğini bozdular, halbuki hepsi bize döneceklerdir.  (73/93), (21/93)

Bu durumda her kim mümin olarak iyi davranışlar yaparsa onun çabasını görmezlikten gelmek olmaz, zira biz onu yazmaktayız.  (73/94), (21/94)

 

Bütün Peygamberlerin ve onlara "uyan" inanmış (Mümin) kişilerin "bir tek" topluluk (Ümmet) olduklarına ve Allah'ın bu ümmetin "Tek İlahı" olduğuna işaret edilmekte ve bu "gerçeğin" bir "gereği" olarak ta O'na teslim olmaları ve O'na "kulluk" etmeleri müminlerle birlikte bütün insanlara hatırlatılmaktadır. Bu anlamda İsa Peygamberin annesi olan Meryem’in de çok özel durumu nedeniyle “peygamber gibi” olduğuna ayrıca işaret edilmektedir.

 

Allah bu hatırlatma ile insanlara uyarı, öğüt ve önerilerini iletmekle görevlendirdiği Peygamberlere inanıp Allah'a iman edenlerin "Bir Tek Ümmet" olduklarını açıklamakta ve "Tek Yaratıcı" ilah (Rab) olarak sadece "Kendisine" kulluk edilmesini bildirmektedir. Görüldüğü gibi Adem ve sonrasında Allah gerçek ortam ile ilgili ilk bilgileri, eşsiz "Yaratıcılığı" ve "Tek" ve "En Yüce" varlık olduğunu, bu konularda "vahiy" yoluyla bilgilendirdiği insanlar (Peygamberler) aracılığı ile insanlara iletildiğine işaret etmekte ve tüm insanların da bu iletilere inanıp iman ederek "bir tek ümmet" olduklarını bildirilmektedir.

 

İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi.  (87/213), (2/213)

 

Böylece bütün "Akıllı" insanlar için "Bir Tek" inanış olduğuna (Dine) işaret edilmekte ve bu Din "İslam" olarak tanımlanmaktadır.

 

Öte yandan, kendilerine iletilen "gerçeklere" ve yapılan uyarılara rağmen, nefslerine uyarak, diğer bir ifade ile Şeytan'ın nefslerine yerleştirdiği benliklerindeki "üstünlük" dürtülerine kapılarak "kibirlenen" insanların, çıkarlarının da etkisi ile, bu "birliği" yani İslam’ı bozduklarına işaret edilmektedir. Yüce Allah birliklerini (Dini) bozarak parçalayanları "Kendisinden" yüz çevirmiş saydığını bildirmekte ve bu bozguncuların sonunda Allah'a "döneceklerini" bilmiş olmaları gerektiğine dikkat çekerek "Kendisinin de" onlardan yüz çevirdiğini bildirmektedir. Buna göre Peygamberler ve onlara uyan "mümin" kişilerin oluşturduğu "birliği" yani "tek ümmet" olan İslam’ı bozan insanlar "bozguncu" olarak nitelendirilmekte ve Kur'an’daki diğer Ayetlerde çok sayıda yapılan "uyarılara" göre bunların sonunda Allah'a döndürüldüklerinde mutlaka bu inkarları yüzünden cezalandırılacakları açıklanmaktadır.

 

Adem sonrasında bu ortamda çoğalan ve çok çeşitli ırklara ve soylara ayrılan "Akıllı" insanların, çağlar boyunca zaman zaman nefslerinde bulunan "Şeytani Dürtülere" yenik düştükleri ve Gerçek Ortamda yaratılmış olan "Ruhlarına" Allah'ın yerleştirmesi ile sahip oldukları "İmanı" zayıflattıkları hatta tamamen kaybettikleri, geçmiş toplumlarla ilgili olay ve açıklayan Ayetlerden anlaşılmaktadır. Ancak günümüzde yaşayan insan toplumlarına bu açıdan bakıldığında halen insanların "çoğunun", geçmiş toplumlarda olduğu gibi, çağlar boyunca kendilerine iletilmiş olan "Allah'ın Yolundan" ayrılmış oldukları görülmektedir.

 

Bu durum, Ayetlerde yer aldığı gibi, kendilerine "Akıl" verilen insanların "Ruhsal" yapılarındaki "Şeytani" dürtüler nedeniyle nefslerine yenik düşerek Allah yolundan (Doğru yol) ayrılmayı seçtiklerini göstermektedir. Şeytan'ın insanın yaratılmasına olan itirazı sırasında onları doğru yoldan ayıracağını ve "çoğunun" iman etmemiş olacaklarını Allah'a bildirdiğini açıklayan Ayetlerde bu durum belirtilmektedir.

 

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.  (39/17), (7/17)

 

Buna karşılık Yüce Allah, "Kendisine" iman edenler üzerinde Şeytani Dürtülerin etkili olmayacağını ve onları "koruyacağını" bildirmekte ve böylece insanlara bu "gerçeği" dikkate alarak nefslerine hakim olmalarını öğütlemektedir. Ancak Şeytan'ın "Akıllarını" kullanmayıp "bilerek ve isteyerek" nefslerine (onun dürtülerine) uyanlar üzerinde etkili olabileceğini de hatırlatarak insanlardan "Akıllarını" kullanmalarını ve "uyanık" olmalarını beklediğini bildirmektedir.

 

'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)

"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna". (54/42), (15/42)

 

Yapılan bu "uyarılar" ile insanlardan bütün bunları dikkate almaları, "Akıllarını" kullanarak onlar üzerinde önemle düşünmeleri ve "Tek Yaratıcıya" sığınarak ölümleri sonrasında kendilerini bekleyenleri anlamaya çalışarak yaşarken "Allah Yoluna" dönmeleri beklenmektedir. Zira Yüce Yaratan "bozgunculuk" yapanlardan bile sonradan "Akıllarını" kullanarak dürüst ve iyi (erdemli) davranışlarda bulunanların bu çabasını "görmezlikten gelmeyeceğini" çünkü insanların ve onların da her türlü niyet, düşünce ve davranışların bildiğini (yazmaktayız) özel olarak açıklamaktadır.

 

Burada "Tek Ümmet" olarak değinilen İslam’ı bozan insanlar (bozguncular) üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Yüce Allah bu Ayetlerinde görevlendirdiği Peygamberlerine "Kendisinin" bütün ortamlardaki "Tüm Yaratılışları" gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu "vahiy" yoluyla "bildirdiğini" ve insanların "Akıllarını" işleterek bu iletilenleri anlayıp "Kendisine" inanmakla "Bir Tek Topluluk" olduklarını (Ümmet) açıklamaktadır. Bu "birliktelik" Kur'an’da yer alan diğer Ayetlerde "İslam" olarak tanımlanmakta ve Kendi Katında en "doğru" ve geçerli "inanç" olduğu (Din) özel olarak bildirmektedir.

 

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. (89/19), (3/19)

 

Ayetlerde açıklandığı gibi bütün insanlara "iletilmek" üzere Hz.Muhammed'e vahiy edilen Kur'an, önceki bütün Peygamberleri ve onların "ilettiklerini" kapsamakta ve aslında onların da Allah'ın insanlara bildirdiği gerçekler olduklarını teyit etmektedir. Kur'an aynı zamanda, önceki Peygamberler tarafından iletilen "Allah'ın birliğini" ve O'na teslim olunmasını bildiren gerçek Dinin (İslâm) ilkeleri hakkında bilgi sahibi olduktan sonra aralarında çıkan "kıskançlıklar" veya "çıkar ilişkileri" yüzünden ayrılığa düşen insanlar tarafından "bilerek" yapılan değişiklikleri ve bozulmaları da "düzelterek" bu ortamın sona ereceği (Kıyamet Zamanına) zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara "Allah Yolunu" göstermektedir.

 

Bu konudaki diğer Ayetlerde de Kur'an’ın "En Üstün" olan (İzzet Sahibi) ve "Bilinmeyenleri" bilen (Hikmet Sahibi) olarak Allah'ın ancak "Kendisinin" sahip olduğu bilgilere (kendi ilmi ile) göre Hz.Muhammed'e "vahiy ederek" indirdiği, buna "Kendisinin" şahitlik ettiği, "şahit" olarak Allah'ın yeterli olduğu ve içeriğinin bazıları isim olarak belirtilen ve ismi bildirilmeyen önceki bütün Peygamberlerin ilettiklerini kapsadığı bu nedenle insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir "bahanelerinin" kalmadığı açıklanmaktadır.

 

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık ve Allah Musa ile gerçekten konuştu. (92/164), (4/164)

Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.  (92/165), (4/165)

Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de şahitlik ederler ve şahit olarak Allah kâfidir.  (92/166), (4/166)

 

Buna rağmen, toplumun yönetimi ve varlıklarının paylaşılması gibi konuların insanların hırs ve arzularını öne çıkarmalarına neden olması ve bu "saplantıları" nedenleriyle aralarında ortaya çıkan ihtilafların (mezhep, fırka, tarikat, cemaat) ve birbirini dışlamalarının sonucunda Kur'an’ın bu niteliklerinden "uzaklaştırıldığı "Hz.Muhammed'den hemen sonra başlayan ve günümüze uzanan dönemlerde meydana gelen tarihi olaylardan anlaşılmaktadır. Ayetlerde "kendi aralarında işlerinin birliğini (İslam’ı) bozanlar" olarak işaret edilen bu durum maalesef halen bütün şiddeti ile devam etmektedir. Yani bütün insanların bir tek ve en doğru olan "Allah'ın Yolu" üzerinde "birleşmelerini" sağlayan Kur'an Ayetleri, insanların şahsi veya oluşturdukları birliklerinin "çıkarlarına" göre "yorumlanarak", diğer bir deyişle "münafıklık" yapılarak, insanlar arasındaki "birliğin" yani İslam’ın bozulmasına hizmet edilmektedir. Bu nedenle bütün insanlardan ama önce kendilerini "Müslüman" olarak tanımlayan insanlardan bu durumu fark etmeleri ve Kur'an Ayetlerini sadece ve mutlaka "Akıllarını" kullanarak okuyup en "samimi" duygularla "anlamaları" ve davranışları ile aralarındaki ilişkilerini ona göre düzenlemelerinin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu düşünmeleri beklenmektedir. Böylece toplumun yönetimi kendilerine "emanet" edilen her düzeydeki "yöneticilerin" bu görevlerini belirtilen esaslara göre ve "Adaletle" yürüterek insanların "birlikteliğini" ifade eden "Dini" inanışlarını "çıkarları için" bozmamaları (siyasete alet etmemeleri), buna karşılık onlara bu "emaneti" veren toplum bireylerinin de samimiyetle ve içtenlikle kendilerine iletilen "gerçekleri" okuyup anlamaları ve bu seçimlerini en "doğru" bir şekilde yaparak birbirlerine olan bağlılıklarını (İslam’ı) korumaları sağlanmış olacaktır.

 

Kur'an Ayetlerinde ismen belirtilen 25 Peygamber bulunmakta ve onlar ile ilgili bazı olaylar ve açıklamalar yapılmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kur'an-ı Kerîm'de ayrıca Zülkarneyn, Lokman ve Uzeyr isimleri de yer al­makla beraber bunların peygamber olup olmadıkları hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır.

 

Ayetlerde peygamberler ile ilgili olarak yer alan olayların ve açıklamaların dikkatle incelenmesi ve taşıdığı önem ve anlamları üzerinde durularak bu günkü yaşantımız ile ilgili olarak önerilen öğüt ve uyarıların "Anlaşılmaya Çalışılması" gerekmektedir.

 

Kur'an Ayetlerinde kesin hükümler ve örnek olarak alınması gereken olay ve hikayeler bulunmaktadır. Özellikle hikâye olarak açıklanan olayların genellikle Hz.Muhammed öncesinde Peygamberler tarafından bulundukları toplumlara iletilen öğüt ve önerilerin anlaşılması ve bunlardan "Ders" alınarak akıllarının ona göre yönlendirilmesini sağlamak üzere "Anlatıldıkları" hatırlatılmaktadır. Zamanla insanların kendilerine iletilen bu önemli öğüt ve önerileri unutmaları veya "Çıkarlarına" göre değiştirmeleri nedeniyle asıl amaç ve konularının Hz.Muhammed toplumu ve dolayısı ile Hz.Muhammed'ten insanların kendilerine iletilen bu önemli öğüt ve önerileri unutmaları veya "Çıkarlarına" göre sonra gelecek olan toplumlarda yanlış anlama ve uygulamalara meydan verilmemesi ve "Asıl Anlamlarının" doğru olarak anlaşılabilmesi için Kur'an Ayetleri arasında bu tür olaylara ve hikayelere "Yeniden" yer verildiği düşünülebilir. Bu Ayetler incelenirken hikâye olarak anlatılan olaylar ve insanların davranış biçimlerinin Kur'an ile tüm insanlara iletilen Allah'ın varlığı, yaratıcılığı ve insanların taşıdıkları "Unsurları" ve bu unsurların insan ilişkilerinde ne kadar "Etkili" olduğunun fark edilmesi ve anlaşılması insanlardan beklenmektedir.

 

Ayetler dikkatle incelendiğinde insanın düşündüğü ve düşüneceği her konuda örneklerin Kur'an’da bulunduğu görülecektir. Bu nedenle Ayetlerde özellikle hikâye olarak anlatılan olayların bu anlayış çerçevesinde incelenmesi ve diğer Ayetler ile olan ilişkileri de dikkate alınarak anlatılan öğüt ve önerilerin asıl anlamlarının anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir.

 

Bazı Ayetlerde Peygamberlere ortak özellikleri ile temas edilmekte bazı Ayetlerde Peygamberler özel olarak ayrıca belli olaylar ve nitelikleri ile anlatılmaktadır. Peygamberler ile ilgili olayları anlatan bu tür Ayetlerin sadece o zamana ait bir "Hikâye" olarak değerlendirilmemeleri gerekmektedir. Bu hikayelerde "İnsan nefsinin" özellikleri ve nelere neden olabilecekleri ve bunlara bağlı olarak insan davranışlarının incelenerek tüm insanlara buradan bir anlam ve ders çıkarmalarının amaçlandığı söylenebilir.

 

Böylece insanların Peygamberlere gönderilen Allah kitaplarını ve mesajlarının asıllarını elde edip inceleyerek ve zaman içinde öğrendikleri ve nesilden nesle aktardıkları bilgi birikimlerinden de yararlanarak daha etkin biçimde "Akıl Kullanmayı" geliştirmeleri ve "Tek Yaratıcı ve Her şeyin Sahibi Allah" fikrine sahip olmaları mümkün olabilecektir. Diğer bir deyişle İnsanlara Peygamberler aracılığı ile iletilen "Vahiy" belgelerinin bu şekilde değerlendirilmeleri, "Peygamberler Sonrası" olan bu günkü ve gelecek dönemlerde “Tek Yaratıcı ve Her Şeyin Sahibi Allah" hakkında "En Doğru" ve "Gerçek Anlamda" fikir sahibi olmalarına olanak sağlayacaktır.

 

Görüleceği gibi, Hz.Muhammed'ten önceki peygamberler ile ilgili Ayetlerin İslam kaynaklarında yer alan "Hikayelerin" de dikkate alınarak değerlendirilmeleri gerekmektedir. Zira bu Ayetlerde belirtilen hususlar tüm insanlar için "Dikkat Edilmesi ve Hatırda Tutulması" gereken uyarıları içermektedir.

 

Bu tür anlatımlarla ayrıca günümüzde yaşayan ve gelecekte de yaşayacak olan bütün insanlara bazı "Uyarılar" yapılmaktadır. Bu konuda Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar İle İlgili Olaylar bölümünde değinildiği gibi, öncelikle Ayetlerde anlatılan bu ve benzer "Hikayelerin" hiç bir zaman sadece bir hikaye olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir. Bu Ayetlerde yer alanların da ancak insanlık için bir "İbret" olduğu (ders alınması gerektiği) açıkça belirtilmektedir. Zira Allah geçmişte meydana gelen olayları sade bir şekilde ve hikâye şeklinde anlatarak Kur'an'ı "Tüm İnsanlar" tarafından anlaşılıp öğüt alınsın diye kolaylaştırdığını açıklamaktadır. Özellikle Hz.Muhammed'in bu vahiyleri ilettiği dönemlerde etrafındaki insanların bilgi düzeyleri ile anlatılanların nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmaları yerine belirtilen olayları "Yapan Güce" karşı hayranlık ve korku duyarak anlatılan yanlışlık yapmamalarının ve böylece Allah'ın varlığını "Anlamalarının" sağlandığı dikkate alınmalıdır.

KUR'AN'DA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER-1.jpg
ADEM

1 ADEM

                                                                                                                                                               KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah Ademin, "Gerçek Ortam" olarak adlandırabileceğimiz ve Ayetlerinde "Arş'" olarak ifade edilen "Kendine Ait" olan "özel" ortamında yarattığı "İlk İnsan" olduğunu bildirmektedir.

 

İnsanların bu Dünya ortamına "İndirilmeleri" ile bu ortamda "Akıllı" insanların yaşam süreci de başlamış oldu. Bu ortamda ilk olarak yaşamaya başlayan Adem aynı zamanda "İlk Peygamber" olarak tanımlanmaktadır. Zira kendisinden sonra bu ortamda yaşatacak olan nesline "Nereden" geldiğini, "Nereye" gideceklerini ve "Allah’ı" doğrudan açıklama görevini de üstlenmiş bulunmaktadır.

 

Adem'den sonraki zamanlarda "Akıllı İnsanlar" hızla çoğalmaya başlamışlardır. Ortadoğu bölgesinden başlayarak çok sayıda insan topluluğu Dünya'nın her tarafına dağılmış ve hemen her yerde yerleşik toplumlar oluşturmuşlardır. İnsanların zamanla "Yaratılış" ile ilgili düşünce ve algılamalarında o zamana kadar elde ettikleri bilgi birikimleri ve deneyimleri ile bağlantılı olarak meydana gelen bazı değişim ve gelişmeler nedeniyle  "Nereden" geldikleri, "Nereye" gidecekleri, "Yaratılış" ve "Allah" konularında değişen fikirlere sahip olmuşlardır.

 

Bu nedenle Allah, Dünya'nın her bölgesindeki tüm insan topluluklarına, son Peygamber olan Hz.Muhammed dönemine kadar olan sürede çok sayıda Peygamberler ve "İnsan" yapısında olmayan ancak rehber ve yol gösterici niteliğinde "Elçiler" göndermiş (Görevlendirmiş) ve o toplumların bir düzen içerisinde olmalarına imkan vermiştir. Bu toplum bireylerinin de bu uyarıcıların kendilerine öğrettikleri ile sorumlu olacakları belirtilmektedir.

 

Adem ile ilgili tüm bilgiler, Ayetlerde belirtilen ifade ve açıklamalara dayanılarak ayrıntılı bir şekilde "İlk Yaratılanlar, Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı, Evrenin ve Dünyanın İnsan İçin Hazırlanması, İnsanın Dünyaya Gelişi" ana bölümlerinde yer almaktadır.

Buna göre Gerçek Ortamdaki yaratılışları sırasında "Ruhlarına" yüklenen tüm bilgileri (Tüm İsimler) ve Allah'a olan bağlılık, teslimiyet ve aidiyet duygularını “yeryüzüne indirilmesinden" sonra kendisi ve eşinden çoğalan tüm "Akıllı İnsan" nesline iletmesinin de bir "görev" olarak Adem'e "vahiy" edildiği anlaşılmaktadır.

 

Bu anlamda Adem tüm "Akıllı İnsanlar" için "ilk peygamber" olmaktadır.

2 İDRİS

​                                                                                                                                                               KONU BAŞLIKLARI

Kur’an’da İdris Peygamber sadece üç Ayette doğrudan belirtilmektedir. 

 

Kitapta İdris'i de an, hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. (44/56), (19/56)

Onu üstün bir makama yücelttik. (44/57), (19/57)

İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl’i de, hepsi de sabreden kimselerdendi. (73/85), (21/85)

 

Bu Ayetlerde İdris'in “sabreden” kimselerden "Doğru" bir insan ve "Peygamber" olduğu ve üstün bir "Makama" yüceltildiği belirtilmektedir.

İslam Ansiklopedisinde yer alan açıklamalara göre İdris Peygamberin hangi topluma veya "Kabiller" toplumuna gönderildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır.

 

Bu konuda ünlü hekim ve dinler üzerinde mukayeseli çalışma yapan ilk âlimlerden olan Taberî’nin naklettiğine göre, Allah ona peygamberlik verdiğinde Adem’in 622 yaşında olduğu ve oğlu Şit’ten sonra olmasına rağmen İdris’in Adem’den sonra ilk peygamber olduğu, Allah’ın ona otuz sahife verdiği, Kābiloğulları’na peygamber olarak gönderildiği, kavmine tebliğde bulunup hak yola davet ettiği, onlardan Allah’a itaat etmelerini, şeytana karşı çıkmalarını istediği fakat kavminin onu dinlemediği açıklanmaktadır. (Taberî, Târîḫ, I, 169-173).

İDRÎS - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Bazı kaynaklarda İdris peygamberin Adem'den ve oğlu Şît'ten sonra içinde yaşamış olduğu, isminden Ademin diğer oğlunun olan Kabil'in kavmi olduğu anlaşılan "Kabiller" topluluğuna peygamber olarak gönderildiği belirtilmektedir.

İdris Aleyhisselam - Dinimiz İslam (dinimizislam.com)

Orta çağın en güvenilir tarihçilerinden biri olan İzzeddin İbnü’l-Esîr’in (ö. 630/1233) El-Kâmil adlı eserinde Yıldızlar ve matematik konularında ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlıların ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) dediklerine işaret edilmektedir. Ayrıca İdris’e ilâhî bilgileri ihtiva eden otuz sayfa indirildiği, Âdem’in ve Şît’in sayfalarını da kalbinin üzerinde taşıdığı, sayfalarında semavî sırlar, rûhânîlere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler bulunduğu açıklanmaktadır. Bu eserde ayrıca İdris’in Remil ilmi, hey’et, nücûm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları icat ettiği ve yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise diktiği belirtilmektedir. (İbnü’l-Esîr, I 54-55, 59-60)

İDRÎS - TDV İslâm Ansiklopedisi

3 NUH

                                                                                                                                                              KONU BAŞLIKLARI

Nuh Peygamberin günümüzden yaklaşık 5.500 yıl önce (MÖ 3.500) Mezopotamya bölgesinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Kur'an'da 950 yıl yaşadığı belirtilen Nuh Peygamberin Yüce Allah'tan kendisine inanmayanların cezalandırılmasını istediği ve Allah’ın vahiyleri ile onları suda boğulmak suretiyle cezalandırılacağını, kendisine inananların kurtulabilmeleri için bir gemi inşa etmesini istediği açıklanmaktadır.

 

Böylece "Nuh Tufanı" olarak adlandırılan olayın meydana geldiği ve Nuh Peygamberin Allah'a inananlar ile birlikte bu tufandan kurtarıldıkları böylece Allah'ın Dini olan "İslam" inancının devamının gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sümer ve Akad yazıtlarındaki tufan ile ilgili bilgileri toplayan bilim insanlarının bu yazıt ve çamur katmanlarından edindikleri bilgilerle söz konusu tufanın MÖ 3.500-3.300 yılları arasında gerçekleştiğine dair kesin ortak kanıya vardıklarını açıklamaktadır.

Nuh peygamber kimdir? Hangi çağda, hangi uygarlıkta yaşamıştır. :: Kökler ve Kanatlar (webnode.fr)

 

Allah, daha önce kendilerine ilettiği uyarı, öğüt ve önerilerden ayrılmış olan toplumunu "Doğru Yola" ulaştırması için Nuh'a Peygamberlik görevi verdiğini, ancak Nuh Kavmi ile ilgili Ayetlerinde açıkladığı gibi, kavminin onu yalanlaması üzerine onu ve ailesini ve diğer müminleri bu felâketten kurtardığını ve böylece Nuh’un soyunu yaşattığını (Kalıcı Kıldığını) bildirmektedir.

 

Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık.   (56/77), (37/77)

Sonradan gelenler içinde ona iyi bir nam bıraktık.   (56/78), (37/78)

Bütün âlemlerde Nuh'a selam olsun!   (56/79), (37/79)

İşte biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.   (56/80), (37/80)

Zira o, bizim inanmış kullarımızdan idi.   (56/81), (37/81)

 

Ayette "Yalnız Nuh'un" soyunun "Kalıcı" kılındığı belirtilmektedir. Buna göre o sırada Dünya üzerinde bulunan "Diğer" insan toplumlarının "Soyunun" bir şekilde "Sonlandırıldığı" ve sadece insan soyunun sadece Nuh ile birlikte "Kurtulanlar" ile devam ettiği şeklinde bir anlam çıkarılması mümkün olmaktadır. Bazı tefsirlerde, İncil ve Tevrat'ta da yer alan bu anlamdaki yorumlar yapıldığı görülmektedir. Bu konuda bazı Ayetlerdeki benzer ifadelerin bu duruma işaret ettiği de ileri sürülmüştür.

 

Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli! şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi. (50/3), (17/3)

Denildi ki: “Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle in! Kendilerini faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (52/48), (11/48)

 

Kur'an’da Nuh’un kavmini putperestlikten uzaklaştırıp tevhid inancına (Doğru Yola) döndürmek için gönderildiği bildirlmekte, ne zaman yaşadığına dair bilgi verilmemekte ve sadece toplumunda (Onların Arasında) 950 yıl kaldığı ifade edilmektedir. Buna göre, Nuh'un sadece "Kendi Kavmine" bir "Uyarıcı" olarak gönderildiği ve o sırada başka "Kavimlerin de diğer bölgelerde bulundukları anlaşılabilir.

 

Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı, sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. (85/14), (29/14)

 

Ayetlerdeki bilgilere göre Nuh'un esasen Allah'ın "İnanmış" kullarından olduğuna işaret edilmekte ve "Doğru Yoldan" ayrılmış olan toplumunu 950 yıl gibi uzun bir süre "Doğru Yola" döndürmeye çalışarak uyardığı ve onun "Soyunun" ve ona uyarak "Tufan" olayından kurtulanların "Soylarının", Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu ve bunun yegâne "Doğru Yol" olduğunu sonradan gelen bütün insanlara ilettikleri açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah, toplumunu bu kadar uzun bir süre "Doğru Yola" döndürmeye çalışarak gösterdiği bu gayreti nedeniyle, esasen "İnanmış" kullarından olduğuna işaret ettiği Nuh'a sonradan gelen insanların "Nesilleri" içinde ve "Bütün Varlıkların" bulunduğu diğer "Bütün Alemlerde" daima iyi bir şekilde hatırlanmak üzere "Nam" bıraktığını bildirmekte ve "Özel Olarak" ona "Selamını" ileterek onu ödüllendirdiğini açıklamaktadır.

 

Ayette Peygamber Nuh'un yaklaşık 950 yıl yaşadığına işaret edilmektedir. Bu durum, gerekli koşulların bulunması durumunda bu dünyada bu kadar süre yaşanabileceğinin bir delili olarak düşünülebilir.

 

Buna göre, insanların bu ortamda "Akılları" ile Yüce Yaratan adına (Halifesi Olarak) faaliyette bulunurken, "İlk Olarak" yaratıldığı sırada Allah'ın "Öğrettiği" ve "Ruhlarına" yerleştirdiği "Bütün İsimleri", elde ettiği her yeni "Bilgi" ile "Hatırlayacağı" ve bu sayede yaşam süresini ve yaşam koşullarını çok daha "İleri" düzeylere çıkarabileceği somut bir "Gerçek" olarak varsayılabilir.

 

4 HUD

​                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI

Hûd Peygamber ile ilgili bilgiler “Âd Kavmi” bölümünde yer almaktadır.

 

 

5 SALİH

 

Salih Peygamber ile ilgili bilgiler “Semud (Hicr) Kavmi (ThamudTribe)” bölümünde yer almaktadır.

İDRİS
NUH
HUD - SALİH

6 İBRAHİM

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

İbrahim Kur'an’da ismen belirtilen ve diğer önemli Peygamberlerin de onun soyundan geldiği açıklanan en önemli Peygamberlerden birisidir. Çeşitli kaynaklarda yer alan bilgilere göte günümüzden yaklaşık 4140 yıl önce (MÖ 2114-1950 yılları arasında) yaşadığı belirtilen İbrahim peygamberin Ayetlerde yaşamı boyunca Ur, Harran, Kenan ve Mekke bölgelerinde bulunduğuna işaret edilmektedir.

 

Yüce Allah Hz.Muhammed'e İbrahim'in Allah'a samimi olarak inanarak Allah'ın ileti, vahiy ve öğretilerine de üstün bir bağlılıkla, samimiyetle ve iyi niyetle (sıdkı bütün) uyan ve sözünden dönmeden onları uygulayan bir peygamber olduğunu hatırlatmakta ve  tebliğ görevini yaparken insanlara ondan bahsetmesini (anmasını) ve örnek göstermesini öğütlemektedir.

 

Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. (44/41), (19/41)

Bir zaman o babasına dedi ki: “Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?” (44/42), (19/42)

“Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım.” (44/43), (19/43)

“Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.” (44/44), (19/44)

“Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.” (44/45), (19/45)

“Ey İbrahim!” dedi, “Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!” (44/46), (19/46)

İbrahim: “Selam sana” dedi, “Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır.” (44/47), (19/47)

“Sizden de Allah'ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki Rabbime dua etmemle bedbaht olmam. “(44/48), (19/48)

Nihayet İbrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ'kub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık. (44/49), (19/49)

Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk; kendilerine haklı ve yüksek bir şöhret nasip ettik. (44/50), (19/50)

 

Allah, bu Ayetleri ile İbrahim’i “Peygamberi” olarak gönderdiğini açıklamakta ve Hz.Muhammed'den bunları tüm insanlara iletmesini istemektedir. Bu konuda Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde şu özet bilgiye yer verilmektedir:

 

"İbrahim Arab kavminin ecdadından kabul edilir. Arapların babası sayılırdı. Herkes onun şanının yüceliğini itiraf ederdi. Fakat Arablar o zaman İlim tahsiliyle, kitapları mütalâa ile uğraşmadıkları için İbrahim'in dinini, vasıflarını, tarihî hayatını ilmî bir şekilde bilmiyorlardı. Sonra Kur'an-ı Kerim'in İbrahim'e ait kıssayı böyle ziyade ve noksandan arınmış bir şekilde tasvir buyurması hem Kur'an'ın gaipten haber veren mucize ilâhî bir kitap olduğuna, hem de Peygamberimizin ilâhî vahye mazhar bir Yüce Peygamber bulunduğuna bir delil teşkil etmiştir. "

http://www.tahavi.com/tefsir/019a.html

 

Bu "üstün" nitelikleri ile ilgili olarak kendisine insanları uyarma görevi verilen İbrahim'in yetişmiş olduğu toplumda insanlar tarafından yapılmış nesnelere ibadet edildiğini gördüğünde bu durumun doğru olmadığı kanısına ulaştığı ve öncelikle babasına "Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?"  diye sorular yönelttiği, daha sonra kendisine "Bilgi" geldiğini belirterek babasına "Uyarılarda" bulunduğu belirtilmektedir.

 

Bu uyarılara babasının uymaması ve reddetmesi üzerine İbrahim'in Allah'tan babasının bağışlanmasını dileyerek babası ile ilişkisine son verdiği ve toplumundan ve babasından uzaklaştığı açıklanmaktadır. Allah böylece toplumundan ve babasından uzaklaşıp çekildiğinde İbrahim'e İshak ve Yakub'u bağışladığına ve onlara "Rahmetinden" lütfedip "Peygamberlik" vererek haklı ve yüksek şöhret nasip ettiğine işaret etmektedir.

 

Bu Ayetler çerçevesinde İbrahim'in babasına "Şeytana kulluk etme" şeklinde uyarıda bulunması, İbrahim zamanında Adem'in yaratılışı ve Şeytanın Allah'a olan karşı gelmesi ile ilgili bilgilerin İbrahim'e "bildirildiğini" ve ondan önceki toplumlara gönderilmiş olan Peygamberler tarafından da kendi toplumlarına aktarıldığını göstermektedir. Bu suretle Adem'in yaratılışı ve Dünya ortamına "İndirilişi" ile ilgili durum halen yaşamakta olan ve gelecekte yaşayacak olan tüm insanlara bir defa daha hatırlatılmaktadır

 

Yine bu Ayetler çerçevesinde tüm insanların da Allah'a asi olan "Şeytan'a" kulluk etmemeleri ve bu nedenle Allah'ın azabına muhatap olmamaları için İbrahim'in babasına yaptığı uyarılar üzerinde düşünmeleri ve özellikle bunları dikkate almaları beklenmektedir.

 

Yüce Allah Ayetlerinde İbrahim'in Nuh'un soyundan geldiğini ve onun inkâr ve şirkten, kibir, gurur, kıskançlık, kin, öfke, riya, cimrilik gibi ahlâkî hastalıklardan ve insan nefsinde bulunan tutkulardan kurtulmuş; ruha yetkinlik kazandıran ve erdemli davranışların kaynağı, güzel hasletlerle bezenmiş olan kişiliği ile (Kalb-i Selîm ile) Allah'ı "Hatırlayıp İman Ettiğini" ve onun Müslümanlar için ve bütün "İnananlar" için “Güzel bir örnek” olduğunu bildirmektedir.

 

İbrahim, babası Azer'e: “Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti. (55/74), (6/74)

Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.  (55/75), (6/75)

Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca, “Batanları sevmem” dedi.  (55/76), (6/76)

Ay'ı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göِstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum” dedi.  (55/77), (6/77)

Güneşi doğarken görünce de “Rabbim budur, zira bu daha büyük” dedi. O da batınca, dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”  (55/78), (6/78)

“Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”  (55/79), (6/79)

Kavmi onunla tartışmaya girişti, onlara dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbimin bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?”  (55/80), (6/80)

“Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" (55/81), (6/81)

Şüphesiz İbrahim de onun milletinden idi.   (56/83), (37/83)

Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi.   (56/84), (37/84)

Hani o, babasına ve kavmine: “Siz kime kulluk ediyorsunuz?” demişti. (56/85), (37/85)

"Allah'tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?" (56/86), (37/86)

"O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?"  (56/87), (37/87)

Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı.  (56/88), (37/88)

“Ben hastayım” dedi.  (56/89), (37/89)

Ona arkalarını dönüp gittiler.  (56/90), (37/90)

Yavaşça putlarının yanına vardı.   (56/91), (37/91)

“Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz?” dedi.   (56/92), (37/92)

Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu. (56/93), (37/93)

Koşarak İbrahim'e geldiler.   (56/94), (37/94)

İbrahim: “Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz!" dedi.  (56/95), (37/95)

"Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı” (56/96), (37/96)

"Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın" dediler.   (56/97), (37/97)

Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler fakat biz onları alçaklardan kıldık.   (56/98), (37/98)

“Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek" dedi.   (56/99), (37/99)

 

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tefsirinde İbrahim'in böylece "İyi bir mümin olarak, ilmi her şeyi kuşatan ve bu suretle bütün olup bitenler gibi kendisinin hal ve hareketlerini de eksiksiz bilen Allah’tan korktuğunu ifade ederek fayda ve zararın da Allah’tan geldiğine, O’nun ilim ve iradesine bağlı bulunduğuna olan inancını ortaya koyduğu ve bu şekilde kavmini putperestlikle kendisinin kesin delillerle kanıtladığı Allah’ın birliği (tevhid) inancı arasında doğru öncüllere dayalı aklî değerlendirme ve mukayese yapmaya, bu suretle onlara hangi durumun daha "Güvende" olduğunu düşünmeye, aklî değerlendirme ve mukayese yapmaya, ve bu suretle hakikati bulup tanımaya çağırdığı bildirilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/En'âm-suresi/869/80-ayet-tefsiri   

 

İbrahim'in, daha önce insan toplumlarında görevlendirilmiş olan "Peygamberler tarafından iletilen "Tek Yaratan" esasına dayalı "Yaratıcı" fikrinin zamanla insanların benliklerindeki "Çıkar" duygularının (Şeytanın) etkisi nedeniyle değişikliğe uğradığını ve insanların kendilerine "İletilenlerin" asıl amacının dışına çıkarak "Korktukları ve Anlamadıkları" güçler ve olayları tapınılacak "İlah" olarak benimsediklerini "Gördüğü" ve bu durumun "Doğru" olmadığını düşündüğü anlaşılmaktadır. Babasının da toplumdaki insanlar gibi Peygamberlerin iletmiş olduğu "Gerçeklerden" uzaklaşıp "Tek Yaratıcı" yerine bazı insan yapımı şeyleri (Putları) tapınılacak "Tanrı" olarak kabul ettiğini görmesi üzerine ona "Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” diyerek ondan uzaklaştığı ve tekrar "Doğru Yolu" bulabilmek için gayret gösterdiği belirtilmektedir. Yüce Allah, böylece İbrahim'e kesin iman edenlerden olması için göklerin ve yerin melekûtunu (Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen Gayb âlemi) gösterdiğini ve ona bu "İmanını" ve vereceği görevi "Hissettirdiğini" açıklamaktadır.

 

Bu anlamda İbrahim'in gecenin karanlığı onu kaplayınca gördüğü bir Yıldıza, doğarken gördüğü Ay'a ve nihayet onlardan daha büyük olarak Güneş'e “Rabbim budur” dediği ancak yıldızın, ayın ve güneşin bir süre sonra görülmediklerini (Batmalarını) fark ettiği açıklanmaktadır. İbrahim'in bu şekilde "Rabbini" araştırırken geçici olarak görülebilen gök olayları için “Batanları sevmem” diyerek bunların "Rabbi" olamayacağını anladığına işaret edilmektedir. Bu anlayışa ulaşan İbrahim'in babasına ve kavmi ile tartışarak onlara kime "Kulluk" ettiklerini ve Allah'tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istediklerini ve âlemlerin Rabbi "Allah" hakkındaki ne düşündüklerini sorduğu açıklanmaktadır. Onların bir cevap vermeden arkalarını dönüp gitmeleri üzerine "Hasta" olduğunu bahane ederek tapmakta oldukları "putların" yanına gittiği ve babasına ve kavmine "Duyuracak" şekilde putlara neden önlerine konmuş yemekleri yemediklerini ve neden konuşmadıklarını sorduğu, cevap gelmeyince de sağ eliyle vurarak putları kırdığı anlatılmaktadır.

 

Bunu gören "Putperestler" koşarak İbrahim'in yanına geldiklerinde onlara bu defa yonttukları şeylere mi ibadet ettiklerini sorduğu ve cevaben onları da yaptıklarını da Allah'ın yaratmış olduğunu onlara ilettiği, bunun üzerine kavminin İbrahim'i hapsederek yaktıkları "Ateşe" attıkları bildirilmektedir.

 

Yüce Allah kavminin böylece İbrahim'e bir tuzak kurmayı istediğini fakat "Alçaklar" düzeyine indirdiği (Kıldığı) kavminin bunu gerçekleştirmesine izin vermediğini ve İbrahim'in “Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek" diyerek oradan kurtulduğunu açıklamaktadır. İbrahim'in babası ve kavmi ile olan bu tartışması ve sonra gelişenler "Gerçekleşmiş" olay olarak anlatılmakta ve üzerinde düşünülerek İbrahim'in ulaştığı anlayışın idrak edilmesi bütün insanlardan beklenmektedir.

Bu şekilde "Aklı" ile gayret gösterirken önceki Peygamberlerce iletilmiş öğretilerden kalan bilgilerine dayanarak Rabbini (Allah'ı) "Hissettiği" ve bu defa O'na yönelerek kendisine doğru yolu göstermesini istediği, aksi halde elbette yoldan sapan topluluklardan olacağı sonucuna vardığı belirtilmektedir. Bu sonuca varıp "Yaratan" ile ilgili olarak "Doğru" bir "Yargıya" ulaştığına kanaat getiren İbrahim'in bu defa toplumuna hitaben onların "Yaratana" ortak koştukları şeylerden uzak olduğunu, hanîf olarak (Allah'ın Gerçek Ortamdaki "Yaratılışında" insanın "Ruhuna" yerleştirdiği ve bu ortamda yaşamaya başlamasından itibaren Peygamberleri ve diğer yollarla insanlara bildirdiği "Tek Yaratıcı" esasına dayanan ve bu nedenle insanın tabiatına en uygun olan "Tevhid" inanışına inanan) yüzünü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdiğini ve "Yaratanı" inkar eden "Müşriklerden" olmadığını bildirdiği ve böylece Peygamberlik görevine başladığı bildirilmektedir.

 

İbrahim'in "Uyarıcılık" görevine başladıktan sonra toplumunun (Kavmi) onunla tartışmaya giriştiği, bunun üzerine İbrahim’in onlara; kendisini doğru yola iletmişken Allah hakkında tartışmalarının bir anlamı olmadığını ve onların "Yaratana" ortak koştukları şeylerden korkmadığını, ancak Allah'ın (Rabbimin) kendisini korkutacak bir şey dilemesi halinde ondan korkacağını, Allah'ın ilminin her şeyi kuşatmış olduğunu anlattığı ve bütün bunlara rağmen "hâlâ ibret almıyor musunuz?” diye sorduğu açıklanmaktadır. İbrahim halkına ayrıca haklarında hiçbir bilginin bulunmadığı ve Allah'ın haklarında hiçbir "Hüküm" indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan (Onları Tanrı kabul edip onlara tapınmaktan) korkmazlarken, kendisinin bu "Şeylerden" korkmasının hiçbir anlamı ve değerinin olmayacağını anlattığı bildirilmektedir.

 

Yüce Allah Ayetlerinde ayrıca İbrahim Peygamber ile ilgili olarak önceki Peygamberler tarafından (Özellikle Musa ve İsa Peygamberler) toplumlarına iletilen öğretilerde (Kitaplarda) da yer alan ve İbrahim'in “imanının gücünü" anlatan “oğlunu kurban etme” olayının aslı ve nasıl gerçekleştiği açıklanmaktadır.

 

"Rabbim! Bana salihlerden olacak bir evlat ver” (56/100), (37/100)

İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.   (56/101), (37/101)

Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: “Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi, o da cevaben: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun” dedi.  (56/102), (37/102)

Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca (56/103), (37/103)

“Ey İbrahim!" diye seslendik (56/104), (37/104)

"Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız" (56/105), (37/105)

"Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır" (56/106), (37/106)

Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.   (56/107), (37/107)

Geriden gelecekler arasında ona bıraktık. (56/108), (37/108)

"İbrahim'e selam!" dedik.  (56/109), (37/109)

Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız.   (56/110), (37/110)

Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.  (56/111), (37/111)

Salihlerden bir peygamber olarak ona İshak'ı müjdeledik. (56/112), (37/112)

Kendisini ve İshak'ı mübarek eyledik, lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak. (56/113), (37/113)

 

Buna göre, İbrahim'in Allah'tan bir "Oğlan" çocuğu vermesini istediği, kendisine "Uslu" bir oğul verildiği ve kendisi ile beraber gezecek çağa eriştiğinde İbrahim'e rüyasında bu oğlanı "Allah İçin Boğazladığının" gösterildiği; bunun üzerine İbrahim'in oğluna bu rüyasını yerine getireceğini ilettiğinde onun cevaben "İsteneni" yerine getirmesini söylediği bildirilmektedir. İslam Ansiklopedisinde İbrahim'e verilen bu "uslu" oğlanın İsmail olduğuna işaret edilmektedir.

 

"İsmâil onun (İbrahim) ilk çocuğudur (Tekvîn, 16/1, 15). Bu hususta yahudi, hristiyan ve müslümanlar arasında ihtilâf yoktur (İbn Kesîr, Ḳıṣaṣü’l-enbiyâʾ, s. 229). Kur’an’a göre kurban edilmek istenen de bu ilk çocuktur. Kur’an’da İshak’ın, ardından da Ya‘kūb’un doğacağı Sâre’ye müjdelenmektedir (Hûd 11/71)."

İSMÂİL - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Oğlunu bu şekilde "Kurban" etmek üzere yere yatırdığında Allah'ın İbrahim'e bunun bir sınama olduğunu bildirdiği ve rüyasını gerçekleştirdiği için "Oğluna Bedel" olarak ona büyük bir "Kurban" vererek ve kendisine "Selam" edip geriden gelecek insanlar arasında "İyi "bir "Nam" bırakarak İbrahim'i "Ödüllendirildiği" gerçekleşmiş olay olarak anlatılmaktadır. Yüce Allah böylece İbrahim'in sınandığı bu olayı bütün insanlara "Örnek" olarak göstermekte ve Peygamberleri tarafından kendilerine ilettiği öğüt ve önerilere inanıp onlara uyarak "Kendisine" inanan (Mümin Olan) insanları (İyileri) İbrahim gibi "Mükafatlandıracağını" bütün "Akıllı" insanlara açıklamaktadır.

 

Yaklaşık olarak günümüzden 4000 yıl öncesinde meydana geldiği anlaşılan bu olayın, “samimiyetle” iman ederlerin karşılığında ölüm sonrasında bu imanlarının “ödülünü” alacağına dair bir “örnek” olduğunun ancak “Akıllı” insanlar tarafından anlaşılabileceğine işaret edilmektedir.  Nitekim “Akıllarını” kullanamayan ve insanların her an gelişmekte olan bilgi birikimleri ile bu olayın asıl amacını anlayamayan bazı “cahil” insanlar tarafından, şayet aynı şeyi kendisi de kendi oğlunu kurban ederse “imanının” ne kadar güçlü olacağını sanılmasına yol açtığı, toplumumuzda yaşanan bazı “talihsiz” olaylarda görülmüştür. Bu durum Yüce Allah’ın insanlara lütfettiği “Akıl” unsurunun ne derece önemli olduğunu açıklamaktadır.

 

Yüce Allah İbrahim'e ayrıca İshak'ı müjdelediğini onu da kendisi gibi Peygamberlik görevi verilerek "Mübarek" eylediğini bildirmekte ve her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, insanlara ilettiği uyarı, öğüt ve önerilere inanamayıp kendine açıktan açığa kötülük edenlerin de olacağını açıklamaktadır. İshak Peygamberin soyunun devamında açıklandığı gibi Allah'a ve ilettiklerine inanmayıp ya da kendilerine göre değiştirip insanları doğru yoldan uzaklaştıran ve saptıranların bulunduğu, bu durumun onların soyundan gelen Musa ve İsa Peygamberler sonrasında "Günümüzde" bile halen sürdüğü görülmektedir.

 

Benzer bir durum Hz.Muhammed tarafından  iletilenler için de geçerlidir. Ellerinde Allah'ın bütün insanlara "Son" olarak iletmiş olduğu "Öğretiler" olmasına rağmen, hemen Hz.Muhammed'in vefatını takiben ortaya çıkan "Siyaset" odaklı anlaşmazlıkların giderek çok daha derinleştiği ve Müslümanlık inancında "Mezhepler" ve "Tarikatlar" olarak tanımlanan "Bölünmelere" neden olduğu ve bu bölünmüşlüğün halen sürdüğü bir "Gerçek" olarak yaşanmaktadır.

 

Bu nedenle, bütün insanlara şayet "Yüce Yaratana" inanmaları, Allah'ın Peygamberleri aracılığı ile iletmiş olduğu uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate alarak onlara uymaları ve O'na "Teslim" olmaları halinde bekledikleri huzur ve istekleri şeyler ile ilgili olarak Allah'a daha "Yakın" olabilecekleri ve bunun sonucunda Allah'ın "Mükafatlandırmasına" ulaşabilecekleri hatırlatılmakta ve yaşamlarını buna göre değerlendirmeleri onlardan beklenmektedir.  Buna göre de bütün insanların “inanmayanların” peşinden giderek kendilerine "Kötülük" yapmak yerine, Allah'ın Peygamberleri ile ilettiklerini öğrenip anlamaları ve "İyi" kimseler olmaya gayret etmeleri gerekmektedir.

 

Yüce Allah, İbrahim'in "üstün" nitelikleri arasında onun gerçekten Allah'a (Hakk'a) ve Allah'ın bildirdiği "gerçeklere" yönelen ve Allah'a itaat eden bir "önder" olduğunu, Allah'a ortak koşanlardan olmadığını, Allah'ın nimetlerine şükredici olması nedeniyle Allah'ın onu seçtiğini ve doğru yola ilettiğini böylece ona  dünyada güzellik verdiğini ve muhakkak ki onun ahirette de samimiyetle inanan (takva sahibi) ve iyilik ve üstün derecede bilgi sahibi "salihlerden" olduğunu  ayrıca açıklayarak Hz.Muhammed'e insanlara yapılacak uyarı, öğüt ve önerilerin iletilmesi (tebliği) görevini yaparken "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden değildi" diye vahiy ettiğini bildirmektedir.

 

İbrahim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi. (70/120), (16/120)

Allah'ın nimetlerine şükrediciydi, çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.  (70/121), (16/121)

Ona dünyada güzellik verdik, muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.  (70/122), (16/122)

Sonra da sana: "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden değildi" diye vahyettik.  (70/123), (16/123)

Cumartesi tatili, ancak onda ihtilaf edenlere kılınmıştı, kıyamet günü Rabbin, muhakkak onların ihtilafa düştükleri şey hakkında aralarında hüküm verecektir. (70/124),(16/124)

 

Bu arada cumartesi gününde bir iş yapılmaması ve bugüne saygı gösterilmesinin sadece İsrailoğulları toplumu için "özel bir ceza" olarak Allah tarafından konulduğu, bu durumun İbrahim Peygamberin öğretileri ile bir ilgisinin bulunmadığına işaret edilmektedir. İsrailoğullarının diğer birçok konuda olduğu gibi İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düştükleri belirtilerek Allah'ın, muhakkak onların "ihtilafa düştükleri" şey hakkında aralarında hüküm vereceği hatırlatılmaktadır. Sebt (Şabat) hakkında Öğüt ve Öneri Ayetleri- İsrailoğullarına ve Ehli Kitaba Hitap Edenler bölümünde açıklama bulunmaktadır.

 

Yüce Allah, Ayetlerini insanlara iletmek üzere Peygamberlik görevini verdiği Hz.Muhammed'e, Kâbe (Allah'ın Evi) ile ilgili gerçekleri İbrahim'in sözleri olarak bildirilmektedir.

 

Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!"  (72/35), (14/35)

"Çünkü, onlar, insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin."  (72/36), (14/36)

"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler."  (72/37), (14/37)

"Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz" (72/38), (14/38)

"İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir."   (72/39), (14/39)

 

Buna göre İbrahim'in eşi ve oğlu İsmail'i, burada Allah'a anmaları ve O'na "Dua" etmeleri (namazı dosdoğru kılmaları) için, o sırada tarım yapılmayan ve kimsenin bulunmadığı günümüzde Mekke şehrinin bulunduğu bölge olan bir vadide, önceki dönemlerde yapıldığı anlaşılan ve "Allah'ın Evi" olarak adlandırılan bir "kalıntının" yanında yerleştirdiği belirtilmektedir. İbrahim, Allah'a "dua" etmelerine "vesile" olmak üzere, insanlardan bir kısmının gönüllerini ailesine ve ailesini bıraktığı o yere "meyledici" kılmasını ve ailesine ve oraya "dua ve ibadet için" geleceklere meyvelerden geçimlikler (rızık) vermesini Yüce Allah'tan dilemektedir. Böylece ailesinin ve oraya "dua etmeye" geleceklerin, hatalarından "arınmalarını" ve "doğru yola ulaşmalarını" sağlamak üzere, verdiği bu "rızık" ve nimetler için Allah'a "şükredebileceklerini" ümit ettiği bildirilmektedir.

 

İbrahim, bu ümidinde ve dileğinde samimi olduğunu Allah'ın bildiğini dile getirmekte çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmadığını, Allah'ın insanların gizlediklerini de açıkladıklarını da bildiğini ihtar etmekte ve bütün insanlara bildirmektedir.

Böylece İbrahim'in oğlu İsmail ile beraber önceki dönemlerde yapılan ve bir "kalıntı" halinde olan Allah'ın Evi'ni yeniden inşa etmeye başladıkları ve "Beytullah'ın" temellerini yükseltirken Allah'a "Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin" diyerek dua ettikleri, ayrıca İbrahim'in, Beytullah'ı (Kâbe) yeniden inşa ettikten sonra ailesine ve ailesini bıraktığı o yere gönüllerini "meyledici" kıldığı insanların burada kuracakları "şehri" her türlü kötülüklerden "uzak" ve "emniyetli" kılması ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle beslemesi için Allah'a dua ettiği bildirilmektedir.

 

İbrahim de demişti ki: "Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle." (87/126), (2/126)

Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor "Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin." (87/127), (2/127)

 

Bu konuda Mustafa İslamoğlu tefsirinde daha ayrıntılı bazı bilgiler bulunmaktadır.

 

“Buradan şöyle bir çıkarsama da yapabiliriz. Senin mukaddes beytinin yanına yerleştirdim sözünü, eğer Kabe’yi yeniden inşa etmeden söylenmiş bir söz olarak görürsek, ki bu konuda böyle düşünmemizi engelleyen bir delil de yok. O zaman Kabe’yi İbrahim peygamber oğlu ile birlikte yeniden inşa etmeden önce orada geçmişten kalan bir kalıntının, insanlığın ilk mabet kalıntısının bulunduğuna inanmamız gerekiyor. Ki Kur’an da geçen Beyt-ül Atiyk hem özgürlük evi hem de ilk kadim, eski ev, yani beytullah anlamına kullanılan bu ifade varken böyle düşünmemiz sanırım daha doğru olur. O zaman yer yüzünün bu ilk mescidi, ilk ibadethanesi, ilk mabedi İbrahim tarafından sıfırdan değil yeniden inşa edilmiş olsa gerektir ve İbrahim oraya giderken nereye gittiğini bilerek gitmişti. Allah’ın yeryüzündeki ilk mabedine emanet etmeye gitmişti. Allah’a emanet etmeye. O mabed Cenab-ı Hakkın yer yüzüne olan rahmetinin bir simgesi idi. Onun için beytullah deniliyordu, Allah’ın evi. Allah’a ev izafe etmek ancak mecazen olabilir. Yoksa Allah mekandan münezzehtir. Beytullah denilmesi, Allah’ın yer yüzünde ki tecelli merkezi oluşunun bir ifadesi. Aynı zamanda insanların yeryüzünde Allah’a ibadet etmesi için bir merkez telakki etmeleri sonucunu doğurmuştu.”

İslamoğlu Tef. Ders. İBRAHİM SURESİ (24-52)(82) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)

 

Buna göre, İbrahim'in oğlu İsmail'in kendisine yardım edebilecek yaşa ulaşıncaya kadar burada bir süre eşi ve oğlu ile kaldığı, bu sürede oğlu İsmail ile birlikte oradaki kalıntıların üzerine "Allah'ın Evinin" temellerini atarak yeniden inşasına başladığı anlaşılmaktadır. İbrahim'in oğlu ile birlikte Allah'ın Evinin (Beytullah) inşasını tamamlayıp eşini ve oğlunu orada bıraktığı ve oradan ayrıldığı anlatılmaktadır.

 

İbrahim, Beytullah'ı (Kâbe) yeniden inşa ettikten sonra "ihtiyar halinde" ona İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'ı "şüphesiz duayı işiten" olduğunu söyleyip yücelterek (hamdolsun) kendisini ve "oğullarını" putlara tapmaktan uzak tutması için Allah'a dua ettiği bildirilmektedir. İbrahim kendisini oğullarını putlara tapmaktan uzak tutmasını dilerken "putların" insanlardan birçoğunun sapmasına sebep olduklarını dile getirmektedir. İbrahim'in insanlara babası dahil yakınlarının önceki toplumlara bildirilen doğru yoldan nefslerine uyarak ayrılan ve putlara tapınmakta olan toplumuna bunları kutsayıp onlardan yardım umulmasının bir yararı olmadığını çünkü "kendi yaptıkları" bu şeylerin hiçbir şeyi yapmaya "güçlerinin" bulunmadığını, bu şeylere inanmaları halinde hiçbir şey elde edemeyeceklerini ilettiği bildirilmektedir.

 

Putların insanların nefslerine boyun eğmelerine ve daima kendi çıkarlarına göre davranmalarına yol açtığını hatırlatarak onlara "doğru yolu" gösterdiğini, artık kim kendisine uyarsa onun kendisinin "yanında" olduğunu ve kim de karşı gelirse onu da Allah'ın "takdirine" bıraktığını Allah'a beyan ettiği ve Allah'ın gerçekten "çok bağışlayan, pek esirgeyen" olduğunu bir defa daha söyleyip Allah'ı "yücelterek" bu duasının kabul edilmesi için O'na teslim olduğu açıklanmaktadır.

 

Buna göre İbrahim’in bu duayı, eşini (Hacer) ve oğlunu (İsmail) orada bıraktıktan sonra yanına döndüğü diğer eşi Sâre’den olan oğlunun (İshak) dünyaya gelmesinden sonra yaptığı anlaşılmaktadır.

 

"Rivayete göre İbrâhim, oğlu İsmâil doğduğu zaman doksan dokuz yaşında, İshak doğduğunda ise 112 yaşında bulunuyordu (İbn Kesîr, I, 252). Tevrat’ta bu bilgi 86 ve 100 yaş şeklinde geçer (Tekvîn, 16/6; 21/5).  İbrâhim’in daha önce yapmış olduğu duasının kabul olunup (Sâffât 37/100) yaşlılığına rağmen kendisine bu iki çocuğun lutfedilmesini Allah’a hamd ve şükürle karşıladığı görülmektedir."

İbrâhîm Suresi 35-41. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

 

Bu açıklamalara göre İbrahim'in bu bölgeye eşi Hacer ve Oğlu İsmail ile birlikte geldiğinde diğer oğlu olan İshak'ın henüz doğmadığı ve İshak doğduğunda İsmail 13 yaşında olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda İbrahim Kâbe'nin yapılması için ailesini yerleştirdiği "ziraat yapılmayan" bir vadide (şimdiki Mekke şehrinin bulunduğu bölge) yaklaşık olarak 10 yıl kalmış olmakta, oraya geldiğinde henüz bebek olan İsmail'in de 9-10 yaşlarına ulaştığında kendisine yardımcı olduğu ve Kâbe'nin bu 10 yıllık süre sonunda tamamlandığı, İbrahim'in Kâbe'nin tamamlanmasını takiben oradan ayrılarak diğer eşi olan Sâre'nin yanına döndüğü ve böylece İshak'ın İsmail'den 13 yıl sonra doğduğu görülmektedir. İbrahim İsmail ile beraber "Beytullah'ın" temellerini yükseltirken oğlu ile birlikte yaptıkları bu işi "kabul buyurması" için şüphesiz işiten ve bilen" olduğunu kabul ederek Allah'a dua ettiği açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah, Beytullah (Allah'ın Evi) olarak anılan Kabe'yi "insanlar" için toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldığına işaret etmekte ve inşasını gerçekleştirmiş olması nedeniyle İbrahim'in "makamı" olarak tanımladığı bu yerde dua etmelerini (yer edinmelerini) ve o yere bir saygı ifadesi olarak etrafında dolanmalarını (tavaf etmelerini) bildirmektedir.

 

Biz, Beyt'i insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evimi temiz tutun" diye emretmiştik. (87/125), (2/125)

 

Buna göre Yüce Yaratan insanlara, İbrahim'in oğlu ile birlikte inşa ettiği ve İbrahim'in "Makamı" olarak tanımladığı "Evinde" Allah'ı anmalarını ve yüceltmelerini, bunun için bir "yer edinmelerini" öğüt vermektedir. Burada geçen "insanlara" ifadesi ile aslında "bütün insanların" kast edildiği düşünülebilir. Çünkü bu ortamdan önce "Gerçek Ortamda" yaratılmış olan bütün insanların "Ruhlarının" Allah'ın bütün insanların "Rabbi" olduğunu kabul ettikleri, her birinin diğer bütün insanların da bunu kabul ettiklerine şahit oldukları ve bütün insanların da her bir insanın bunu kabul ettiğine şahit oldukları Kur'an Ayetinde yine "bütün insanlara" bildirilmektedir.

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  Onlar da “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

 

Bu durumda bu ortama gönderilen (indirilen) ve gönderilecek olan bütün insanların ve bu ortamdaki yaşamlarında Allah'a inanmadıklarını söyleyerek Allah'ın ilettiklerini inkâr eden insanların da "Ruhlarında" esasen Allah'ın her şeyin "Tek Yaratanı" olduğu bilgisi bulunmaktadır. Bu Ayetle yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan ve Allah'a inanan ya da inkâr eden her insanın, edindikleri bilgilere ve onlara iletilen Allah'ın Ayetlerine (Gerçeklere) ilgi göstermesi ve "Aklını" kullanarak dikkatle inceleyip araştırması halinde onu Allah'ın Yoluna (doğru yola) ulaştıracak bir anlayışa ulaşması ihtimalinin bulunduğuna işaret edilmektedir. Bu nedenle bütün insanların Allah'ın Evini ziyaret etmelerinin ve orada Allah'ı anlamaya çalışmalarının onları "doğru yola" yöneltebileceği söylenebilir.

 

Bu Ayette ayrıca İbrahim ve oğlu İsmail'e, oraya gelip ziyaret edecekler (Tavaf), Allah'ın huzurunda olduklarının idrakinde olup saygıyla eğilerek (Rüku) ve yerlere kapanarak (Secde) dua ve ibadete dalacaklar için orayı (Evini) temiz tutmalarının bildirildiği açıklanmaktadır. Buna göre Kabe'nin ve etrafının daima "temiz" tutulması, İbrahim ve İsmail Peygamberlerin yaptığı güzel ve ulvi bir uygulama olarak, Kıyamet zamanına kadar orada bulunacak bütün insanlardan beklenmektedir.

 

Yüce Allah'ın Beytullah'ın bulunduğu bu şehri (Mekke) "emniyetli kılması" için İbrahim'in yaptığı duayı kabul ettiği, Mekke şehrinin önemli bir "ticaret merkezi" ve güvenli bir "yerleşim merkezi" olmasını sağladığı ve en son olarak da "hac" ibadetinin Kabe'nin ziyareti ile (Tavaf) yerine getirilmesini bildiren Ayetlerle "inanç merkezi" haline getirdiği anlaşılmaktadır.  Mekke şehrinin bu özellikleri günümüzde de devam etmektedir ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar da gerekirse onarılarak, yenilenerek ve daima "temiz" tutularak devam edecektir.

 

Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu. (87/124), (2/124)

 

Yüce Allah Kur'an da Adem ve Nuh'tan sonra İbrahim'i peygamber olarak tanımlamaktadır. İbrahim ile ilgili Ayetlerden içinde bulunduğu toplumun, Nuh peygambere ve onun bildirdiklerine inanarak "mümin" olarak "tufandan" kurtulan insanların yaklaşık 150 yıl sonra kendilerine bildirilen ve Allah'ın varlığı ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğu gerçeğinden ayrılmış oldukları anlaşılmaktadır. (Tevrat bilgilerine göre Adem ve Nuh arası 2006  ve Nuh ve İbrahim peygamber arası 145 yıl olmaktadır. Bu konuda Adem ve Soyu bölümünde bilgi bulunmaktadır.) Yüce Yaratan, Nuh peygamber sonrasındaki kısa dönemde insanların yeniden "doğru yoldan" ayrılıp kendi yaptıkları şeyleri "İlah" kabul ederek onları (Putları) kutsallaştırmaları nedeniyle, İbrahim'e "gerçekleri" bildirdiğini (vahiy etmiş" olduğunu), İbrahim'i bunlarla (kelimelerle) sınadığını ve İbrahim'in onları "tam olarak" hatırlayıp yaşamında da yerine getirmesi üzerine onu insanlara "önder" yapacağını (Peygamber yapacağını) kendisine bildirdiğini açıklamaktadır. İbrahim'in soyundan da önderler yapmasını Allah'tan istemesi üzerine, Yüce Yaratan verdiği sözün "zalimler" için geçerli olmadığını kendisine bildirmektedir.

 

Görüldüğü gibi, Peygamber de olsa, insan tarafı ile Allah'tan istenen ancak çok doğru olmayan bir konuda Allah doğru yolu işaret etmekte ve örneğin bir insana verilen makamın, onun soyuna da verilmesinin doğru olmadığını belirtmektedir.

 

Bu Ayet ile yapılan "uyarı" ile, nitelikleri o işe ya da makama uygun olup olmadığı araştırılmadan sadece önceki soyunun o işte ya da o makamda bulunmuş olmasına bakılarak verilecek ayrıcalıkların, o soydan gelecek "zalimlere" altındakilere veya toplumuna "hükmetme" imkânı vereceğine dikkat çekilmektedir. Şayet buradaki öğüt ve uyarı dikkate alınmaz ve hiçbir özelliği olmamasına rağmen soya ayrıcalık verilirse, bunun sonucuna "tüm toplum" katlanacaktır. Ta ki yapılan yanlışlık anlaşılıncaya ve düzeltilinceye kadar.

 

Söz konusu uyarı bu ortam sona erinceye kadar yaşayacak olan bütün insanlar ve toplumlar açısından her zaman "güncelliğini" koruyacak nitelikte olduğundan, daima dikkate alınması gerekmektedir. Ayette "Allah'ın Lütfettiği" bir makamın (önderlik) sadece lütfedilenin "soyundan" geldiği için sonrakilere verilmesinin doğru olmadığı özellikle açıklanmaktadır. Böylece o soydan gelen fakat Allah'ı inkâr ederek (doğru yolda bulunmadıkları için) insanlara "zulmedenlerin" o makamlarda bulunmaları ihtimalinin önlenmesi öğütlenmektedir. Zira "zalim" önce kendisine kötülük eden olarak herkese kötülük edebilir, bu nedenle de zalimlere önder, lider, başkan, örnek, imam gibi topluma yön verebilecek bir yetkinin (emanetin) verilmemesi ve zalimlere boyun eğilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

 

Bu konuda İslam Tarihinden örnek verilmesi gerekirse, Hz.Muhammed'in torunu olan Hüseyin'in de Emevi yönetiminin zalim otoritesine karşı ayaklanmasında bu ayetin "zalimler sözüme ulaşamazlar" anlamındaki ifadesini delil gösterdiği, aynı şekilde dönemin en bilgili Din Bilginlerinden olan İmam-ı Azam'ın (Büyük İmam) Emevi valisinin zalimce uygulamalarına fetva (Dini Onay) almak ve dayanak göstermek amacı ile kendisini "Baş Kadı" yani yargı erkinin başı olması için zorladığı ancak İmam-ı Azam'ın zalimlerin yönetimini meşrulaştırmak endişesi ile bu görevi kabul etmediği ve bu nedenle de hapsedildiği ve işkence altında iken öldüğü tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yüce Allah diğer bir Ayetinde bu duruma bir başka açıdan dikkat çekerek, insanlara "hükmetme" yetkisinin (emanetin) ancak bilgili olan ve iyi işler yapan dürüst kimselere (ehil" olanlara) verilmesi gerektiğini, kendilerine yetki verilenlerin de (emanet verilenlerin) insanlar arasında hükmettikleri zaman "adaletle" hükmetmelerini "emrettiğini" bildirmektedir.

 

Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. (92/58), (4/58)

 

Söz konusu uyarılar bu ortam sona erinceye kadar yaşayacak olan bütün insanlar ve toplumlar açısından her zaman "güncelliğini" koruyacak nitelikte olduğundan, daima dikkate alınması gerekmektedir. Zira kendi soyundan gelenlere veya tanıdık, akraba ya da kendisinden daha sonra bir "çıkar" beklenenlere öncelik ve ayrıcalık tanınarak hak etmedikleri halde onlara makam veya maddi imkân ve çıkarlar sağlanması (Emanetlerin verilmesi) gibi benzer uygulamalar günümüzde de çok sayıda görülmektedir. Bu durum özellikle "Kamu Yönetiminin" verilmesinde (emanet verilmesinde) çok daha önem taşımaktadır. Çünkü "zalim" olan her düzeydeki kamu yöneticilerinin uygulamaları ile yönetimi altında olanlara ve en sonunda da bütün topluma zarar verebileceği unutulmamalıdır. Yüce Allah bu "uyarıları" ile "zalimlerin" lütfuna ve vaadine (sözüne) ulaşamayacaklarını, bu nedenle onların hiçbir zaman bir toplumun önünde önderliğe liderliğe layık olmadıklarını bildirmektedir. Buna rağmen nitelikleri ile önderliğe liyakatleri olmadığı halde hile ile veya zorbalık yaparak bir şekilde liderlik makamına geçenlerin orayı "gasp etmiş" ve böylece "kul hakkına" tecavüz etmiş sayılacakları unutulmamalı, bu nedenle toplumu yönetme yetkisinin (emanetin) verilmesinde daima bu gerçeklerin dikkate alınmasının gerektiği hatırlanmalıdır.

 

Bu konuda İslamoğlu tefsirinde daha ayrıntılı bilgi verilmektedir.

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (123–139) (9) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)

 

Yüce Allah İbrahim'e daha önce Allah yolunda dosdoğru gitme, doğru yolda olma yeterliliğini (rüşdünü) verdiğini açıklamaktadır. Bu durum Allah'ın bu ortamda yaşamasını "Takdir Ettiği" bütün insanların Ruhlarını "Soylarından Çıkararak" Gerçek Ortamdaki toplaması sırasında onlara sorduğu "Ben Rabbiniz Değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Şahit Olduk" cevabı ile ilgilidir. İnsanlar bu ortamda kibirlenerek kendine lütfedilen "Akıl" unsurunu kendi küçük anlayışları doğrultusunda kullanıp "Yaratıcısını" inkâr etse bile, böyle durumlarda elinde olmadan Yaratıcısına "Sığınmaktan" kaçınamamaktadırlar. Buna göre, verecekleri cevaplarda "Yaratıcı Güç" olarak "Allah" demeseler dahi, "Bir Yaratan" olduğunu kabul etmek zorunda kalacakları ve "Yaratıcı" olarak tanımladıkları ne olursa olsun onun aslında Allah olduğu bildirilmektedir.

 

Andolsun biz İbrahim'e daha önce rüşdünü vermiştik, Biz onu iyi tanırdık. (73/51), (21/51)

O, babasına ve kavmine: “Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” demişti.  (73/52), (21/52)

Dediler ki: “Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.” (73/53), (21/53)

“Doğrusu, siz de babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz” dedi.  (73/54), (21/54)

Dediler ki: “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbazlardan biri misin?” (73/55), (21/55)

“Hayır” dedi, “Sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.” (73/56), (21/56)

“Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!” (73/57), (21/57)

Sonunda İbrahim onları paramparça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı belki ona müracaat ederler diye.  (73/58), (21/58)

“Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir” dediler.  (73/59), (21/59)

“Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş” dediler.  (73/60), (21/60)

“O halde” dediler, “Onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.”  (73/61), (21/61)

“Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?” dediler.  (73/62), (21/62)

“Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!” dedi.   (73/63), (21/63)

Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp "Zalimler sizlersiniz, sizler!" dediler.   (73/64), (21/64)

Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: “Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun”, dediler.   (73/65), (21/65)

İbrahim: “Öyleyse, dedi, Allah'ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız?”  (73/66), (21/66)

“Size de Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?”  (73/67), (21/67)

“Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin!” dediler.   (73/68), (21/68)

"Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik.   (73/69), (21/69)

Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.   (73/70), (21/70)

 

Ayetlerde İbrahim'in babasına ve toplumuna, karşısına geçip "tapmakta" oldukları heykelleri sorduğunda onların atalarının bunlara taptıklarını bu yüzden bu geleneklerini sürdürdüklerini söyledikleri belirtilmekte ve İbrahim’in bu davranışlarının sapıklık olduğunu onlara ilettiği anlatılmaktadır. İbrahim'in, toplumunun kendisinin bu tapınma konusunda "gerçekleri" mi anlatmaya çalıştığını veya bir "düzenbaz" olup olmadığını anlamaya çalışması üzerine onlara tapınmakta oldukları asıl ve "gerçek" ilahlarının (Rabbiniz) yarattığı göklerin ve yerin de Rabbi olduğunu ve kendisinin buna şahitlik ettiğini açıkladığı, bu "gerçekleri" anlayabilmeleri için onlara tapındıkları putlara bir "oyun oynayacağını" bildirdiği ve daha sonra toplumuna bir "ders" vermek için putlarını paramparça ettiği yalnız onların "büyük" olanını belki ona müracaat ederler diye bıraktığı anlatılmaktadır.

 

Putlarının parçalandığını görenlerin aralarında konuşarak bunu İbrahim'in yaptığına karar verdikleri ve İbrahim'i sorguya aldıkları; İbrahim’in de onlara parçalamadan bırakmış olduğu büyük putu göstererek "Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!” dediği ve onların da aralarında konuşarak bir kısmının hemen İbrahim'i suçlamakla ona haksızlık (zulüm) yaptıklarını ileri sürdükleri, ancak çok geçmeden İbrahim'i temize çıkarma temayülünden aniden vazgeçip eski suçlayıcı tavırlarına döndükleri ve İbrahim'e esasen bunların konuşmadıklarını bildiğini söyledikleri anlatılmaktadır.

 

Bunun üzerine İbrahim'in öyleyse Allah'ı bırakıp da onlara hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye" neden hala tapmaya devam edeceklerini sorarak onlara "Size de Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?” diyerek çıkışıp sitem ettiği açıklanmaktadır. Bu durum karşısında toplumun ileri gelenleri ona "tuzak" kurarak İbrahim'in "yakılmasına" karar verdikleri ancak Yüce Yaratan'ın ateşe hükmederek İbrahim'e dokunmasını engellediği ve ona "serinlik" ve "esenlik" verdirdiği, böylece onları "hüsrana" uğrattığı açıklanmaktadır.

 

İbrahim peygamberin ateşe atılarak yakılmasına, onun zamanında geniş topraklara sahip olan, halkına zulmeden ve bildirdiklerine inanmayıp Allah'ı inkâr eden ve Tevrat ve diğer kaynaklarda güçlü bir "kral" olduğu belirtilen "Nemrut" tarafından karar verildiği çeşitli kaynaklarda genel bir kanı olarak belirtilmektedir. Nemrut ile ilgili olarak Ayetlerde Allah'ın kendisine mülk verdiği için şımardığı ve "Rabbi" hakkında İbrahim ile tartışmaya girdiği açıklanmaktadır.

 

Allah kendisine mülk verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: "Rabbim hayat veren ve öldürendir" demişti. O da: "Hayat veren ve öldüren benim" demişti. İbrahim: "Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine kafir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez. (87/258), (2/258)

 

Gücünün etkisi ile son derece gururlanan Nemrut, bu gururunu hayat veren ve öldürenin kendisi olduğunu iddia edecek kadar ileri götürdüğünde İbrahim’in ona "Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir" dediğine işaret edilmekte ve Nemrut’un ancak bu noktada Allah'ın büyüklüğünü ve kendi gücünün elde ettiği zenginlik ile ve etkisi altındaki insanlar ile sınırlı olduğunu anlayabildiği belirtilmektedir.

Bu Ayet ile insanlara dünyada sahip olduğu güç ve zenginlik ile her şeyi yapmaya gücü olduğuna inanan kişiler ile ilgili olarak geçmişte İbrahim ile güçlü hükümdar Nemrut arasındaki görüşmeler insanlara hatırlatılmaktadır. Buna göre insanların elde ettikleri dünya zenginlikleri veya itibar ve güçleri ile kendilerini her şeye “muktedir” görmeye başlamaları ve bu düşüncelerin giderek sabitleşmesi ile Yüce Yaratan Allah ile ilgili düşüncelerinin zayıfladığı, bu fikir ile bağımlı hale geldikleri ve böylece diğer insanlar üzerinde tam bir hakimiyet kurmaları sonucunda düşünce yapılarını değiştirip adeta “Yüce Yaratıcının” yerine geçmeye kendilerini zorladıkları hatırlatılmaktadır.

 

Böylece İnsanlara, zalimlik yaptıklarında Allah'ın kudreti ve hakimiyetini hatırlamaları, ihtar edilmektedir. Buna rağmen, “zalimliklerinde” ısrarlı olmaları halinde artık bu istenmeyen durumdan kurtuluşa çıkamayacakları zira Allah'ın bu durumda olan kimseleri kurtarmayacağı örnek bir olay olarak bildirilmekte ve bütün insanlardan bu olayları dikkatle inceleyerek değerlendirilmeleri ve faaliyetlerinde dikkate almaları beklenmektedir.

 

Yüce Allah İbrahim'i ve Lut'u bu şekilde toplumunun "tuzağından" kurtardıktan sonra onları bütün insanlara yetecek kadar "bereketli" olan beldeye ulaştırdığını, İbrahim'e İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere İshak'ın oğlu Yakub'u lütfettiğini, her birini "salih" insanlar yaptığını, onlara hayırlı işler yapmayı, salat etmeyi (namaz), zekât vermeyi vahiy ettiğini ve "emri uyarınca" doğru yolu gösteren "önderler" yaptığını, onların daima "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a ibadet eden kimseler olduklarını bütün insanlara bildirmektedir.

 

İbrahim ile toplumu arasında yaşandığı açıklanan bu olay, günümüzde de bazı şeyleri ve olayları "ilah" olarak kabul eden insan toplumlarına düşünmeleri için "basit" bir "uyarı" olarak geçerliliğini korumaktadır.

 

Herhangi bir "Akıllı" insanın, bulunduğu ve yaşadığı "çevre" hakkında sahip olduğu "bilgi birikiminden" ve kendisine iletilen "gerçeklerden" yararlanarak ve "Aklını" kullanarak, esasen bu ortamda bulunan veya insanlar tarafından yapılmış olan bir "şeyin" veya bir olgunun (Şimşek, Elektrik vb) kendisine ait bir "İrade" ya da "bilinç" sahibi olamayacağını, hiçbir şeyi "yaratamayacakları" ancak onların çok daha "özel" ve üstün bir "Güç" tarafından (Allah) oluşturulduklarını (yaratıldıkları) ve "yönetildiklerini" idrak etmesi mümkün bulunmaktadır.  Bu durumun "idrak" edilmesi "Yaratılış" ve "Yaratıcı" ile ilgili konularda çok daha tutarlı ve mantıklı sonuçlara ulaşmasına da olanak sağlayacaktır. Bu nedenle, bu ortamdaki bir "şeyi" kutsal olarak kabul edip onu "yaratıcı" gibi düşünen inanışlara sahip olan insanlardan, bulunduğu ve yaşadığı çevre hakkında daha fazla "bilgi" edinmeleri, Peygamberler tarafından kendilerine iletilen "gerçeklerden" yararlanarak ve "Akıllarını" kullanarak "doğru yola" yönelmeleri beklenmektedir.

 

Yüce Allah diğer Ayetlerinde de İnsanların Allah'a inanarak O'na tabi olmalarını (kulluk etmelerini) ve O'na şükretmelerini, zira ölümleri sonrasında ancak Allah'a döndürüleceklerini bildirerek bütün insanları uyarması için peygamberlik verdiğini bildirmektedir. 

 

İbrahim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: “Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.” (85/16), (29/16)

“Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.” (85/17), (29/17)

“Eğer yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.” (85/18), (29/18)

"Allah'ın, yaratılanı ilk baştan nasıl yarattığını, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." (85/19), (29/19)

De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir."  (85/20), (29/20)

"O, dilediğine azabeder, dilediğini esirger. Ancak O'na döndürüleceksiniz."   (85/21), (29/21)

“Siz ne yeryüzünde ne de gökte Allah'ı âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.”   (85/22), (29/22)

“Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır.”   (85/23), (29/23)

Kavminin cevabı ise: "Onu öldürün yahut yakın!" demelerinden ibaret oldu, ama Allah onu ateşten kurtardı; doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.  (85/24), (29/24)

Dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.”  (85/25), (29/25)

Bunun üzerine Lut ona iman etti ve İbrahim de “Doğrusu ben Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir” dedi.   (85/26), (29/26)

Ona İshak ve Yakub'u bağışladık, peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik, ona dünyada mükâfatını verdik, şüphesiz o, ahirette de

salihlerdendir.  (85/27), (29/27)

 

Buna göre Yüce Allah'ın İbrahim'e, Allah'a kulluk etmelerini, O'na karşı gelmekten sakınmalarını, bunun onlar için daha hayırlıdır olduğunu, Allah'ı bırakıp ta asılsız sözler uydurarak "tapındıkları" birtakım putların onlara herhangi bir fayda veya geçimlik (rızık) veremeyeceklerini, O halde "rızkı" Allah katında aramalarını ve O'na şükretmelerini, ölümleri sonrasında ancak Allah'a döndürüleceklerini insanlara iletmesini bildirdiğini açıklamaktadır.

 

İbrahim'in toplumuna eğer kendilerine iletilenleri "yalan" sayarlarsa, daha önce birçok toplumun da peygamberlerinin iletilenlerini "yalan" saydıklarını ancak Peygamberlere düşenin yalnız açık bir tebliğ olduğunu, bunun için çevrelerine bakmalarını, Allah'ın bütün etrafındakileri nasıl yarattığını ve her şeyin nasıl "tekrarlandığını" görmelerini, bunun Allah'a "kolay" olduğunu, Allah'ın bundan sonra "ölüm sonrasındaki hayatı da" yaratacağını, Allah'ın "gerçekten" her şeye gücünün yettiğini (kadir olduğunu), üzerinde düşünmeye yönlendirmek üzere toplumuna açık bir şekilde "ihtar" ettiği bildirilmektedir. İbrahim'in ayrıca Allah'ın dilediğine "azap" ettiğine ve dilediğini de "esirgediğine" işaret ederek insanların ölüm sonrasında Allah'a döndürüleceklerini, hiç bir şeyin ne yeryüzünde ne de gökte O'nu aciz bırakamayacağını, O'ndan başka bir dost veya yardımcı da bulamayacaklarını toplumuna ilettiği ve Allah'ın Ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerin artık Allah'ın merhametinden (rahmetinden) ümitlerini kesmiş olduklarını ve onlar için acıklı bir azap bulunduğunu hatırlattığı açıklanmaktadır.

 

İbrahim toplumunun yapılan bu uyarı ve ihtarlar karşısında onu "yakarak" öldürmeye karar verdiği, ancak Allah'ın onu "ateşten" kurtardığı ve bu olağanüstü olayda (mucizede) bütün insanlar ve özellikle de inananlar için Allah'ın "yaratıcılığı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunun bir "delili" olarak "dersler" bulunduğuna (ibretler) dikkat çekilmektedir.

 

Burada İbrahim'in "ateşten kurtarılması" ile ilgili olarak, diğer Ayetlerde belirtilen olağanüstü (mucizevi) olaylar çerçevesinde yapılan açıklamalarda belirtildiği gibi, Evren ortamındaki bütün madde yapılarının temel taşı olan "Atom Altı Parçacıkları" ve madde yapılarından ortaya çıkmaları nedeniyle elektromanyetik dalga, ses titreşimi vb. gibi madde yapısında olmayan fakat enerji ve güç taşıyan oluşumları "yaratan" Yüce Allah'ın bütün somut ve soyut yapılar ve oluşumlar üzerinde "Tek İrade ve Hüküm" sahibi olduğu dikkate alınmalıdır.

 

"bir elektromanyetik dalgayı oluşturmak istiyorsak elektrik dalgası yani elektrik alan ve manyetik dalgayı yani manyetik alanı beraber oluşması gerekiyor." 

Elektromanyetik Dalga nedir ve nasıl oluşur? (engineeringtr.com)

"Tüm maddeler atomlardan meydana gelmiştir. Atomlarının çekirdeklerinin etrafında bulunan elektronlar kopartılarak iletken üzerinde hareket etmesi sağlanır. İşte bu elektron hareketinin ters yönünde elektrik akımı oluşur."

Elektrik nasıl üretilir (elektrikport.com)

"Ses dalgası ve su dalgası gibi dalgaların kaynağı mekanik hareket olduğu için (bu tür dalgalar mekanik dalgalar olarak isimlendirilir) oluşabilmeleri ve ilerleyebilmeleri için ortamda katı, sıvı ya da gaz hâlde madde tanecikleri olması gerekir. Elektromanyetik ve kütleçekimsel dalgalar ise boş uzayda da oluşup ilerleyebilirler. Mekanik olmayan dalga türlerinden biri olan elektromanyetik dalgada enerji titreşen elektrik alan ve manyetik alan sayesinde taşınır."

Dalgaların Fiziği | TÜBİTAK Bilim Genç (tubitak.gov.tr)

 

Bu nedenle Allah'ın bütün "Atom Altı Parçacıklara" dilediği zaman ve şekilde "müdahale" edebileceği düşünüldüğünde, Ayetlerde belirtilen "mucizevi" olayların gerçekleşmesi ve her türlü "oluşumun" meydana gelmesinin mümkün olacağı sonucuna varılmaktadır. Böylece söz konusu ateşin İbrahim'i "nasıl" yakmadığı yapılacak bilimsel araştırma ve çalışmalar sonucunda açıklandığında, Yüce Yaratan'ın bu "hakimiyeti" ile ilgili olarak daha "somut" değerlendirmeler yapılabilecek ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu daha kesin olarak anlaşılabilecektir.

 

Bu Ayetlerde yer alan bu uyarı ve ihtarların, bütün insanlar için ve bütün zamanlarda dikkate alınması gereken uyarı ve ihtarlar olarak düşünülmesi gerekmektedir. Zira verilen örnekler ve dikkat çekilen deliller çerçevesinde bütün "Akıllı" insanların "Yaratılış" ve "Yaratıcı" hakkında Kur'an’da açıklanan "gerçekleri" anlamaları ile bir sonuca ulaşmaları mümkün bulunmaktadır.

 

Yüce Allah'ın İbrahim'i "ateşten" kurtarması üzerine İbrahim'in toplumuna nefslerine uyarak (dünya hayatına has muhabbet uğruna) Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiklerine işaret ettiği ve ölümlerinden sonraki ortamlarda (kıyamet zamanında) birbirlerini tanımazlıktan geleceklerini ve birbirlerine lânet okuyacaklarını, varacakları yerin "cehennem" olacağını ve hiç yardımcılarının da bulunmayacağını haber verdiği açıklanmaktadır. Bunun üzerine yeğeni olan Lut'un İbrahim'e inanarak Allah'a "iman" ettiği belirtilmektedir. İbrahim’in de atıldığı ateşten en küçük bir zarar görmeden kurtulmasıyla sonuçlanan mucizeye rağmen yine de toplumunun puta tapınmakta devam emesi nedeniyle, artık orada kalmanın manasız hale geldiğini anladığı ve "Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir" diyerek Kenan diyarına hicret etmeye karar verdiği bildirilmektedir.

 

Bu kararının sonrasında Yüce Yaratan İbrahim'e İshak ve Yakub'u "bağışladığını", onun soyundan gelenlere "peygamberliği ve kitapları" verdiğini böylece onu dünyada iken "soyuna peygamberlik vererek" ödüllendirdiğini (mükâfatını verdiğini) ve şüphesiz onun ahirette de doğru yolda olan iman eden dindar insanlardan (salihlerden) olduğunu açıklamaktadır.

 

İshak, İbrâhim’in İsmail’den sonra dünyaya gelen oğlu, Yakub da onun İshak’tan torunu olmaktadır. Yakub’un diğer bir adı da İsrail’dir ve "İsrailoğulları" ismi buradan gelmektedir. Kur'an’da belirtilen peygamberlerin İshak ve onun oğlu olan Yakup peygamberler soyundan geldiği, Hz.Muhammed'in de İbrahim'in diğer oğlu olan İsmail peygamber soyundan olduğu belirtilmektedir. Buna göre Hz.Muhammed ve Kur'an’da adı geçen diğer bütün peygamberler İbrahim soyundan gelmektedir.

İBRAHİM

7 LUT

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

Yüce Yaratan Lut'un toplumuna Peygamber olarak gönderildiğini, onu "rahmetine" kabul ettiğini çünkü onun dürüst ve erdemli (salihlerden) olduğunu ve ona hüküm (hakimlik, peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdiğini bildirmektedir.

 

Lût da elbette peygamberlerdendi. (56/133), (37/133)

Geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadın dışında. (56/134), (37/134)

Lût'u ve ailesinin hepsini kurtardık.  (56/135), (37/135)

Sonra diğerlerini yok ettik.  (56/136), (37/136)

Elbette siz de sabah ve akşam onlara uğruyorsunuz.  (56/137), (37/137)

Hâla akıllanmayacak mısınız?  (56/138), (37/138)

 

Ayetlerde Lut'un toplumuna ilettiklerine uymayanların üzerlerine "Taş yağmuru" yağdırılarak ortadan kaldırıldığı ve kendileri ile birlikte gelmeyen yaşlı bir kadın dışında Lut'u ve ailesinin hepsini çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtarıldığı hatırlatılmaktadır.

 

Lut'a gelince, ona da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık, zira onlar gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi. (73/74), (21/74)

Onu rahmetimize kabul ettik; çünkü o, salihlerden idi. (73/75), (21/75)

 

Lut kavminin yaptığı "fena işler" nedeniyle kötü bir toplum olarak tanımlandığı ve ortadan kaldırıldıkları tarihi kaynaklarda da teyit edilmektedir. Bu toplumun yok oluşu sonrasında yaşadıkları yerde bulunan kalıntıların halen orada (Lut Gölü) oldukları Ayetlerde de belirtilmektedir. Yüce Allah bütün insanlardan "Lut Kavmi" bölümündeki Ayetlerinde daha ayrıntılı olarak anlatılan olayları incelemelerini, onlardan ders almalarını beklemekte ve "Aynı Hataları" yapmamaları gerektiğini "Hala Akıllanmayacak mısınız" diye sorarak hatırlatmaktadır.

 

8 İSMAİL 

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah İsmail peygamber ile ilgili olarak, onun sözüne sadık olduğunu, tüm insanlara "Uyarıcı" olarak gönderildiğini ve önceki uyarıcıların getirdikleri uygulamaları da devam ettirdiğini, halkına bedenî ve malî ibadet ve itaati emrettiğini ve Allah'ın kendisinden "Hoşnut" olduğunu tüm insanlara iletmesini Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.

 

Kitap'ta İsmail'i de an, gerçekten o, sözüne sadıktı, resûl ve nebî idi. (44/54), (19/54)

Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi. (44/55), (19/55)

 

Yüce Allah Ayetinde Hz. İbrâhim ve onun soyundan gelen İsmail ve diğer bütün peygamberlere bildirilen "gerçeklerin" bir kısmının doğrudan doğruya vahiy edilmiş olduğunu, bir kısmına da önceki peygamberden intikal etmiş olan kutsal kitaplarda yer aldığını açıklamaktadır.

 

"Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin.  (87/136), (2/136)

 

Bu durumda son olarak Hz.Muhammed ile Müslümanlara indirilen Kur’an-ı Kerîm ile önceki peygamberlere "vahiy edilen" Allah'ın bildirdiği "gerçekler" olduğu ve önceki peygamberlere indirilen gerçekleri kapsadığı teyit edilmektedir. Bu özel durumları, sabırlı ve iyilerden olmaları nedeniyle diğer peygamberler gibi İsmail'in de insanlar arasında "üstün" oldukları (kılındıkları) açıklanmaktadır.

 

İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. (38/48), (38/48)

İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da, hepsini alemlere üstün kıldık. (55/86), (6/86)

İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de, hepsi de sabreden kimselerdendi. (73/85), (21/85)

 

Böylece bütün insanlara Kur'an Ayetlerinde yer alan uyarı, öğüt ve önerilerin önceki peygamberlere de "vahiy edilen" Allah'ın Gerçekleri olduğu hatırlatılarak Kur'an Ayetlerini anlamaları halinde daha önce peygamberlerin bildirdikleri Allah'ın Gerçeklerini de anlamış olacakları belirtilmektedir. Ayetlerde bu durum genel anlamda "İslam" olarak tanımlanmaktadır. Nitekim özel bir Ayette Yüce Yaratan İslam dışında bir inancın (Dinin) kabul edilmeyeceğini ve onların ölüm sonrasında zarara uğrayacaklarını açıkça bildirmektedir.

 

Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)

 

İsmail'in peygamberliği ile ilgili diğer bilgiler İbrahim Peygamber, İbrahim Kavmi, İslam, Namaz bölümlerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır.

 

 

9 İSHAK 

                                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah İbrahim'e ayrıca İshak'ı müjdelediğini onu da kendisi gibi Peygamberlik görevi verilerek "Mübarek" eylediğini bildirmekte ve her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, insanlara ilettiği uyarı, öğüt ve önerilere inanamayıp kendine açıktan açığa kötülük edenlerin de olacağını açıklamaktadır.

 

Salihlerden bir peygamber olarak ona İshak'ı müjdeledik. (56/112), (37/112)

Kendisini ve İshak'ı mübarek eyledik, lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak. (56/113), (37/113)

 

İshak Peygamberin soyunun devamında açıklandığı gibi Allah'a ve ilettiklerine inanmayıp ya da kendilerine göre değiştirip insanları doğru yoldan uzaklaştıran ve saptıranların bulunduğu, bu durumun İbrahim ve İshak Peygamberlerin soyundan gelen Musa ve İsa Peygamberler ile İbrahim'in oğlu İsmail Peygamber soyundan gelen Hz.Muhammed sonrasında olduğu gibi "Günümüzde" bile halen sürdüğü görülmektedir. Bu nedenle insanların bunların peşinden giderek kendilerine "Kötülük" yapmak yerine Allah'ın Peygamberleri ile ilettiklerini öğrenip anlamaları ve "İyi" kimseler olmaya gayret etmeleri gerektiği bütün insanlara hatırlatılmakta ve "ihtar" edilmektedir.

 

Öte yandan Ayetlerde İbrahim Peygamberin dini olarak ta değinilen İslam ile ilgili bölümde, Yahudilerin ve Hıristiyanların Müslümanlara ancak Yahudi ya da Hıristiyan olmaları halinde doğru yolu bulacaklarını söyledikleri belirtilmektedir.

 

Yahudi ya da hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi. (87/135), (27135)

 

Yahudilerin bu inanışları nedeniyle "Ataları" olan İbrâhim, İshak, Yakup gibi peygamberlerin soyundan gelmiş olmalarını ileri sürerek kendi milletlerinin "seçilmiş" ve "imtiyazlı" bir toplum olduğunu iddia ettikleri Yahudi kaynaklarda yer almaktadır. Ancak Kur'an'da İsrailoğullarına özellikle İbrahim'in "Dini" üzerinde olmalarından dolayı peygamberlik verildiği, güzel rızıklarla beslendikleri ve dünyalara (inanmamış olan diğer toplumlara) "üstün" kılındığı, belirtilmektedir.

Musa dedi ki: “Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?” (39/140), (7/140)

Andolsun ki biz, İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları dünyalara üstün kıldık. (65/16), (45/16)

Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın. (82/47), (2/47)

 

Yüce Yaratanın Ayetlerinde Yüce Allah'ın İbrahim'e “Müslüman ol” dediği onun da Alemlerin Rabbine boyun eğdiği, sonra da Allah'ın kendisine olan bu vahyini kendi oğullarına vasiyet ettiği, oğullarından Yakup’un da kendi oğullarına Allah'ın onlar için bu dini (İslâm'ı) seçtiğini, o halde sadece Müslümanlar olarak ölmelerini söyleyerek bu vasiyeti ilettiğini bildirilmektedir.

 

Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. (87/131), (2/131)

Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti, O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz. (87/132), (2/132)

 

Görüldüğü gibi, Hz.Muhammed'e "indirilen" ve tamamı öğütler ve yol göstermeler ile dolu olan Kur'an, aynı zamanda "din" konusundaki gelişmeleri de açıklamakta ve İbrahim Peygamberin yolu ve yöntemleri olan ve "Ana Fikir" olarak Tek Allah (Tek Yaratıcı Güç) fikrine dayanan ilk düzenli inanç biçimi, Ayetlerde "İslam" inancı (İslam Dini) olarak tanımlanmaktadır.

Ayetlerdeki bu ifadelere göre Yahudilerin kendi milletlerinin "Ataları" olarak ifade ettikleri İbrâhim, İshak, Yakup gibi peygamberlerin "Müslüman" oldukları bütün insanlara bildirilmektedir.

 

Buna göre Kur'an'da açıklananı bu "ana fikre" dayanan ve onun üzerinde geliştirilen diğer tüm inanç disiplinlerinin "İslam-Müslüman" olarak tanımlanması gerekmektedir.

 

Ayetlere göre Yahudilerin kendi milletlerinin "Ataları" olan İbrâhim, İshak, Yakup gibi peygamberlerin soyundan gelmiş olmalarını ileri sürerek kendilerinin "seçilmiş" ve "imtiyazlı" bir toplum oldukları şeklindeki düşüncelerinin doğru olmadığına işaret edilmekte ve insanların yaptıklarından ötürü "bireysel" olarak sorumluklarının bulunduğuna bunun aynı zamanda İslam’ın "temel" prensibi olduğuna işaret edilmektedir.

 

Ancak Yakup peygamberin (İsrail) torunları olan Yahudiler, İbrahim, İsmail, İshak’ın "Rab" olarak tek Allah'a teslim olduklarını söylemelerine rağmen, İbrahim’in yolundan giden Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara iletilmek üzere ona vahiy ettiği ve İbrahim'in "Dini" üzerinde olan Allah'ın "son" uyarı, öğüt ve önerilerine inanmamaktadırlar. Ancak Ayetlerde İsrailoğullarının özellikle İbrahim'in "Dini" olan "İslam" üzerinde olmalarından dolayı "üstün" kılındığı belirtilmektedir

 

Yüce Allah bu düşüncede olan Yahudi ve Hristiyanlara uyarıda bulunarak İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbâtın (Yakup'un torunları olan peygamberlerin) Yahudi yahut Hristiyan olduklarını mı söylediklerini sormakta ve bu yaptıklarının Allah katında "bilindiği" ve sonuçlarının olacağı ihtar edilerek doğru yola yönelmeleri önerilmektedir.

 

Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?

Allah tarafından kendisine bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. (87/140), (2/140)

 

Burada her insanın bu ortama gelmeden önce yaratılmış olan "ruhlarının" Allah katında Allah'ı "Tek Yaratıcı Güç" olarak tanıdığını ifade ettiğinin, bu ifadelerine bu ortama gelmiş ve gelecek tüm insanların "ruhlarının" şahit olduğunun, böylece Allah'a ait olan "ruhlarının" bu ortama geldiklerinde bünyelerine Allah tarafından indirildiğinin (üflendiğinin) hatırlanması gerekmektedir.

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

 

Bu durumda Allah'ın bu "İlahi" düzenine göre insanların bu ortamdaki yaşamlarında niyetlerinin ve yaptıklarının Allah katında "nasıl" bilinmekte olduğu (Allah'ın insanların yaptıklarından gafil olmadığı) üzerinde önemle düşünmeleri ve bunu asla unutmamaları insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

İshak’ın peygamberliği ile ilgili diğer bilgiler İslam bölümlerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır.

 

 

10 YAKUP 

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI 

Yakup'un, İbrahim Peygamberin oğlu olan İshak'ın oğlu olduğu Tevrat'ta bildirilmektedir. Tevrat'ın Tekvin bölümünde bu peygamber ile ilgili çok ayrıntılı hikayeler ve efsanelere yer verilmektedir.

 

Kur’an-ı Kerîm’de de Yakup'un İbrahim Peygamberin torunu olduğu teyit edilmektedir.

 

O esnada hanımı ayakta idi ve güldü, ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik. (52/71), (11/71)

Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. (55/84), (6/84)

Ona İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lütfettik; her birini salih insanlar yaptık. (73/72), (21/72)

Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık, peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik, ona dünyada mükâfatını verdik, şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir. (85/27), (29/27)

 

Ayrıca diğer peygamberler gibi Yakup’a da vahiy geldiği ve onun peygamber (nebî) olduğu özellikle bildirilmektedir

 

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

 

Yakup Peygamber Ayetlerde hem Yakup olarak hem de “İsrail” diye belirtilmektedir.

 

İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. (44/58), (19/58)

Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helal idi. (89/93), (3/93)

 

Nitekim çok sayıdaki Kur'an Ayetlerinde Yakup Peygamberin soyundan (esbat) gelen peygamberlerin toplumları "İsrailoğulları" olarak belirtilmektedir.

 

İshak ile ilgili açıklamalarda değinildiği gibi, İshak'ın oğlu olan Yakup’un kendi oğullarına ve torunlarına, Allah'ın İbrahim Peygambere bildirdiği "Müslüman olmasını, Alemlerin Rabbine boyun eğmesini, Allah'ın onlar için İslâm Dinini seçtiğini, o halde sadece Müslümanlar olarak ölmelerini" vahyini vasiyet ettiği belirtilmekte, buna göre de Yakup peygamberin ve soyundan gelen bütün peygamberlerin aslında "İslam" üzerine vahiyler alarak toplumlarına ilettiklerine işaret edilmektedir.

 

“Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.”  (53/38), (12/38)

 

Yüce Allah İbrahim Peygamber ve onun oğlu İshak ve torunu olan Yakup'un İbrahim Peygambere iletilen "İslam Dini" açısından ne derecede önemli olduğunu Hz.Muhammed'e Ayetinde bildirmektedir.

 

Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya'kub'u da an. (38/45), (38/45)

 

Nitekim Yüce Yaratan Ayetlerinde Yüce Allah'ın İbrahim'e: Müslüman ol dediği onun da Alemlerin Rabbine boyun eğdiği, sonra da Allah'ın kendisine olan bu vahyini kendi oğullarına vasiyet ettiği, İshak'ın oğlu olan Yakup’un da kendi oğullarına Allah'ın onlar için bu dini (İslâm'ı) seçtiğini, o halde sadece Müslümanlar olarak ölmelerini ifade eden İbrahim Peygamberin yolu  (vasiyeti), Tek Allah (Tek Yaratıcı Güç) ana fikrine dayanan  ilk düzenli inanç biçimi Ayetlerde "İslam" inancı (İslam Dini) olarak tanımlanmaktadır.

 

Yakup'un peygamberliği konusunda İbrahim Kavmi, Yusuf ve Kardeşleri bölümlerinde ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır 

11 YUSUF

                                                                                                                                                         KONU BAŞLIKLARI  

Yusuf'un peygamberliği konusunda İbrahim Kavmi, Yusuf ve Kardeşleri bölümlerinde ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

 

12 EYYUB

 

Kur'an Ayetlerinde Eyyub'un kendisine vahiy edilen peygamberlerden olduğu belirtilmektedir.

 

Biz ona İshak ve Ya'kubu da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı,

 

Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. (55/84), (6/84)

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

 

Eyyub Peygamberin şeytanın ona bir yorgunluk ve eziyet verdiğini söyleyerek Yüce Allah'tan yardım istediğine işaret edilmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah'ın çektiği sıkıntısından kurtulması için ona yıkanacak ve içilecek su verdiği, çektiği sıkıntılara dayanan, çok sabırlı olan ve daima Allah'a yönelen iyi bir insan olan Eyyubun kendisine yaptığı "niyazı" merhameti ile kabul ederek dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdiği ve akıl sahiplerinin de bir ders olmak üzere onu ailesine kavuşturduğu ve kaybettiklerini misli ile karşıladığı açıklanmaktadır.

 

Kulumuz Eyyub'u da an. O, Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi” diye seslenmişti. (38/41), (38/41)

"Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su". (38/42), (38/42)

Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık. (38/43), (38/43)

“Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir.” Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi. (38/44), (38/44)

Eyyub'u da hani Rabbine: "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. (73/83), (21/83)

Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.  (73/84), (21/84)

 

Ayetlerde yer alan konuların "Kitabı Mukaddes" olarak anılan ve "Eski Ahit ve Yeni Ahit'i" kapsayan İncil'de yer alan anlatımlar ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu Kitabı Mukaddeste kendi adıyla geçen (Eyub kitabında) bölümde, Eyyub'un önceleri büyük varlık ve iktidar sahibi biri olup daha sonra başına büyük felaketler geldiği, varlığını, düzenini, servetini, evladını ve eşini en sonunda sağlığını tamamen kaybedip ölümcül bir hastalığa yakalandığı ve acılar içinde kıvrandığı anlatılmaktadır. Hz.Muhammed döneminde insanların Kitabı Mukaddes'te anlatılanlara göre bildiği bu "hikayede" Eyyub bir peygamberden daha çok bir sitemkar olarak tasvir edilmekte ve  başına gelenlerden dolayı Allah’a sürekli sitem ettiği görülmektedir.

 

Kur'anı Kerim'de yer alan Ayetlerde ise başına gelenler ile ilgili olarak ayrıntılı açıklama yapılmamakta, sadece Şeytan'ın kendisine yorgunluk ve eziyet verdiğini ve bundan kurtulması için merhametine (rahmetine) sığınarak Allah'a "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diyerek "Dua" ettiği belirtilmektedir. Yüce Allah, Eyyub'un bu duasına karşılık olarak (kabul ettiğinin bir işareti olarak) ayağını yere vurmasını ve oradan çıkacak olan "su" ile temizlenebileceğini ve bu suyu içtiğinde içinde bulunduğu hastalıklardan kurtulacağını bildirdiğini, böylece, başına gelen bütün olumsuzluklara "sabreden" ve sadece Allah'tan "yardım" isteyen Eyyub'u hastalıklardan kurtardığını ve ona hem ailesini hem de onlarla beraber hastalığı nedeniyle kaybettiklerinin bir mislini bağışladığını açıklamaktadır.

 

Bu açıklamalardan Allah'ın ona bir rahmet ve aklını kullanan bütün insanlar (olgun akıl sahipleri) için üzerinde "düşünülecek" bir ders (ibret) olmak üzere, kendisini "terk eden" yakın çevresini ve onlarla beraber bu nedenle kaybettiklerinin bir kat daha fazlasını bahşettiği anlaşılmaktadır. Bu açıklamalardan Yüce Allah'ın lütfu (bağışlaması) olarak, Eyyub'dan "uzaklaşmış" olan ailesine ve insanlara (Toplumuna) Eyyub'un başına gelenlere karşı büyük bir "sabır" gösterip Allah'tan yardım istemesi üzerine "iyileşmiş" olduğunun gösterildiği, onların da bu durumdan ders alarak ve bu arada Dünyaya getirdikleri çocukları ve torunları ile bir misli çoğalarak ona geri döndükleri bildirilmektedir.

 

Bu arada Kitabı Mukaddes'te anlatılanlara göre acılar içinde eziyet çekerken hala Allah'a inanmakta devam etmesi yüzünden kendisine kızan karısına "Allahtan iyilik kabul edelim de kötülük kabul etmeyelim mi?" diyerek azarladığı anlaşılmaktadır. Bu ayrıntı bulunmamakla birlikte Kur'an Ayetindeki ifadeler Eyyub'un onu (karısını) cezalandırmaya yemin ettiğini çağrıştırmaktadır. Yüce Allah bu yeminini yerine getirebilmesi için Eyyub'a “Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir.” diyerek vahiy ettiği Ayette bildirilmektedir. Böylece Allah gerçekten sabırlı ve iyi bir insan (kul) olduğunu ve daima Allah’a yöneldiğini bildiği Eyyub'a, "kasten" yapmadığı ve aslında sorumlu olmayacağı yeminini yerine getirmesi için, "Peygamber" olması nedeniyle hafifletici bir yol göstermektedir.

 

Burada Eyyub'a yeminini yerine getirmesi için önerilen bu uygulama ile bütün insanlara bir iş veya durum nedeniyle üzerinde düşünmeden "yemin" etmemeleri öğütlenmekte, bu şekilde düşünmeden, kızgınlıkla ve bilinçsizce yapılan yeminlerden dolayı insanların sorumlu tutulmayacakları fakat "bilerek" yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu olacakları hatırlatılmaktadır.

 

Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar.  (112/89), (5/89)

 

Ayetteki bu ifade ile ilgili olarak Muhammed Esed Tefsirinde aşağıdaki açıklama yer almaktadır.

 

“Kitâb-ı Mukaddes'in anlatımına göre (Eyyub'un Kitabı ii, 9),  Eyyub'un çaresiz sıkıntılar içinde çırpındığı dönemde karısı, inancında direnmesinden dolayı kocasına kızdı: "Bu sadakatte direnecek misin hâlâ? Allah belanı versin, öl!" Klasik Kur'an müfessirlerine göre Eyyub, Allah kendisine sağlık verirse karısını sapkınlığından dolayı yüz sopa ile cezalandıracağına yemin etti. Fakat iyileşince acele ile yaptığı yeminden dolayı pişmanlık duydu, çünkü karısının sapkınlığının kendisine karşı sevgi ve şefkatinin bir ürünü olduğunu anladı; bunun üzerine kendisine inen vahiyde, karısına, "yüz veya daha fazla saptan oluşan bir deste ot" ile bir kere vurarak yeminini sembolik bir şekilde yerine getirmesi bildirildi.”

Enbiya suresi | Enbiya oku Enbiya arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Ayetlerdeki açıklama ve ifadelerden Eyyub'un bir "Peygamber" olarak başına gelenlere karşı ne kadar sabır gösterdiğine işaret edilerek bütün insanlardan bu açıklamalardan ders almaları beklenmektedir. Buna göre Eyyub ile ilgili bu Ayetler ile tüm insanlara, başlarına gelen herhangi bir olumsuz durum karşısında "Sabır" göstermeleri, bu durumun Allah'ın takdiri ile oluştuğunu "Kabul Etmeleri" ve bu durumdan çıkışın da yine Allah'ın "İzni ve Takdiri" ile olacağını kabul ederek Allah'a yönelmeleri ve "Dua" etmeleri gerektiği iletilmektedir.

13 ŞUAYB

                                                                                                                                                                KONU BAŞLIKLARI  

Yüce Allah insanlar arasında "Bozgunculuk" yaparak "Karışıklık" çıkartan Medyen ve Eyke halkının "Zalim" olduğuna işaret etmekte ve bu topluma Şuayb’ı "Uyarıcı" peygamber olarak gönderdiğini açıklamaktadır.

 

Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (39/85), (7/85)

 

Şuayb’ın Yüce Yaratan’dan aldığı “vahiy” ile peygamber olarak gönderildiği Medyen (Eyke) halkına Allah’tan başka bir “tanrı” bulunmadığını, O’na inanmalarını, O’na itaat etmelerini, özellikle ölçü ve tartıda hile yapmamalarını, böylece toplumda bozgunculuğa neden olmamalarını öğütlediği belirtilmektedir.

 

Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” (52/84), (11/84)

“Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.” (52/85), (11/85)

“Eğer mümin iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.” (52/86), (11/86)

 

Ancak toplumunun ona inanmayarak onu küçümsemeleri ve ölümle tehdit etmeleri üzerine toplumunu bu inkarları ile baş başa bıraktığı açıklanmaktadır.

 

Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz! Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin.” (52/91), (11/91)

“Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim." (52/93), (11/93)

 

Şuayb’ın peygamberliği konusunda Medyen (Eyke) Kavmi bölümünde daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

​​​

LUT
İSMAİL
İSHAK
YAKUP
YUSUF-EYYUB
ŞUAYB

14 MUSA

​                                                                                                                                                                   KONU BAŞLIKLARI 

Yüce Allah Ayetlerinde Hz.Muhammed'e hitap ederek Musa'ya "Peygamberlik" görevini verişinin “nasıl” gerçekleştiğini, bu konuda önceki kitaplarda bulunan bilgilerin gerçekliğinin anlaşılabilmesi için, açıklamaktadır.

 

Musa'nın Allah'a ve onun "Tek Yaratan" olduğuna samimiyetle ve gerçekten inanmış (İhlas Sahibi) olduğunu, ona hem peygamberlik verildiğini (Nebi) ve hem de kendisine insanlara iletilmek üzere uyarı, öğüt ve önerilerinin "Vahiy" edildiğini (Resul) bildirmektedir. Ayrıca, Peygamberlik görevinin "Tûr" dağının sağ tarafından ona "Seslenilerek" iletildiğini ve ona olan "Merhametinin" bir sonucu olarak görevini yürütmesinde yardımcı olmak üzere kardeşi Harun'u da kendisine "Peygamber" olarak armağan ettiğini bildirmektedir.

 

Kitap'ta Musa'yı da an, gerçekten o ihlas sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi. (44/51), (19/51)

Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık. (44/52), (19/52)

Rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun'u bir peygamber olarak armağan ettik. (44/53), (19/53)

Musa haberi sana ulaştı mı? (45/9), (20/9)

Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: “Bekleyin! Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir meş'ale getiririm veya ateşin yanında bir rehber bulurum” demişti. (45/10), (20/10)

Oraya vardığında kendisine “Ey Musa!” diye seslenildi. (45/11), (20/11)

“Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuvâ'dasın!” (45/12), (20/12)

“Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver.” (45/13), (20/13)

“Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” (45/14), (20/14)

“Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu gizleyeceğim.” (45/15), (20/15)

“Ona inanmayan ve nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan alıkoymasın; sonra mahvolursun!” (45/16), (20/16)

Hani Musa, ailesine şöyle demişti: “Gerçekten ben bir ateş gördüm size oradan bir haber getireceğim yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız!” (48/7), (27/7)

Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: “Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!” (48/8), (27/8)

“Ey Musa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah'ım!” (48/9), (27/9)

“Asânı at!”  Musa onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.” (48/10), (27/10)

“Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.” (48/11), (27/11)

“Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git. Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.” (48/12), (27/12)

Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: "Bu, apaçık bir büyüdür" dediler. (48/13), (27/13)

Kendileri de bunlara yakinen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkar ettiler, bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak! (48/14), (27/14)

 

Buna göre önce ona "Bir Ateş" göstererek "Vahiy" alacağı yere doğru "Yönlendirmiş" sonra doğrudan "İşitme" duyusunu etkileyip "Pabuçlarını çıkarmasını" çünkü Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılındığı "Özel" bir yerde bulunduğunu hatırlatmıştır.

 

Bu vahiyden kaynaklanan bir uygulama olan Allah için ibadet yapılan yerlerde "Pabuçların" çıkarılması bir "Hürmet" ifadesi olarak ve özellikle "Müslümanlık" inancında halen sürdürülmektedir. Yine Müslüman toplumlarda en önemli "Kurum" olan "Aile" ortamı, bir anlamda

Allah'a ibadet alanı ile eşdeğer görüldüğü için ailenin yaşam alanında pabuçlar çıkarılmaktadır.

 

Yapılan bu hatırlatmayı takiben Allah, Musa'ya "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım" şeklinde vahiy ederek ve kendisini Peygamber olarak "Seçtiğini" ve "Vahyedilene" kulak vermesini ihtar ederek duyacaklarının önemine işaret etmektedir. Bu ilk vahiy ile Allah'tan başka bir ilah veya tanrı olmadığını ve yalnızca O'na kulluk etmesini ve O'nu en iyi şekilde anmasını ve namaz kılmasını (O’na dua etmesini), ayrıca herkesin peşinde koştuğu şeyin karşılığını bulması için "Gizlemiş Olduğu" Kıyamet gününün mutlaka geleceğini, Allah'a inanmayan ve nefsinin arzularına uyanların yaşamlarının ve durumlarının kendisini inanmaktan alıkoymamasını, aksi takdirde "Mahvolacaklarını" diğer önemli hususlar olarak Musa'ya iletmiş olduğu belirtilmektedir.

 

Öte yandan Musa'nın Peygamberlik ile ilgili vahiyleri alırken kapıldığı korku ile kaçmaya başlaması üzerine Allah ona korkmaması gerektiğini ve bu arada bir örnek vererek "Haksızlık" edenlere bile sonra kötülük yerine iyilik yapması halinde "Çok Bağışlayıcı" ve "Merhamet Sahibi" olacağını hatırlatmaktadır.

 

Allah Musa'ya bir "Mucize" olarak elinin nasıl "Kusursuz Bembeyaz" olacağını gösterdiğini, bu mucizeyi Firavun ile “olacak” karşılaşmasında ona da göstermesini ve Kavminin başına gelecek olan "Dokuz" mucizeyi artık "Yoldan Çıkmış" olan Firavun'a hatırlatmasını bir görev olarak Musa'ya bildirdiğini açıklamaktadır. 

 

Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz ayet verdik, haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!" (50/101), (17/101)

"Pek âlâ biliyorsun ki, dedi, bunları, birer ibret olmak üzere, ancak, göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten mahvolduğunu sanıyorum!" (50/102), (17/102)

Derken, Firavun onları ülkeden çıkarmak istedi, bu yüzden biz onu ve maiyetindekilerin hepsini boğduk. (50/103), (17/103)

Arkasından da İsrailoğullarına: "O topraklarda oturun! Ahiret vaadi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedik. (50/104), (17/104)

 

Nitekim Firavun Toplumu ile ilgili Ayetlerde Firavun ve ona inanan yakınlarının Musa'nın insanları ikna ettiğini görüp kendileri bile bundan etkilenince şaşırıp kaldıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü bu mucizeleri "Büyü" olarak görüp inkâr ettiklerine, hükümranlıklarının ders alınacak bir şekilde sonlandırıldıklarına ve İsrailoğulları'na gönderildikleri topraklarda oturmalarına izin verildiğine işaret edilmektedir.

 

Ayette İsrailoğullarına ayrıca "Ahiret vaadi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" denilmektedir. Burada geçen "Hepinizi" ibaresi ile sadece İsrailoğullarına değil fakat tüm insanlara bir uyarı ve hatırlatma yapıldığı anlaşılmaktadır. Diğer Ayetlerde de birçok defa belirtildiği gibi, "Kıyamet" olayının Yüce Yaratan'ın bir "Vaadi" olduğu ve bu vaat gerçekleştiğinde bütün insanların toplu olarak "Mahşere" yani "Ahiret Ortamına" getirilerek aralarında hükmedileceği bildirilmektedir. İsrailoğullarına ve "Tüm İnsanlara" bu akıbeti düşünerek ona göre daha dünyada iken hareketlerini güzelce tanzim etmeye çalışmalarının gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Burada belirtilen "Dokuz" mucize ile, Firavun ve Kavmi ile ilgili olarak meydana gelecek olay ve felaketlere işaret edildiği; Firavun'a ve kavmine karşı gerçekleşecek olan mucize niteliğindeki bu olay ve felaketlerin Âsa, Beyaz el, Sina dağı, Tûfan, Çekirge, Haşarat, Kurbağa, Kan, denizin yarılması olduğu tefsir eserlerinde belirtilmektedir.

http://www.kuranikerim.com/telmalili/neml.htm

 

Bu Ayetler ile verilen örneklerin tüm insanların yaşamlarında daima hatırlamaları gerekmektedir. Yapılan "Haksızlık" olarak tanımlanan durum, insanların her türlü "Eylemleri" ile kendi çıkarlarını gözeterek diğer insanların "Haklarına" engel olarak onlara "Kötülük" yapması veya zarar vermesi olarak yorumlanabilir. Allah, bu şekilde "Haksızlık" yapanlara bile sonra kötülük yerine iyilik yapması halinde "Çok Bağışlayıcı" ve "Merhamet Sahibi" olacağını açıklamaktadır. Bu şekilde "Haksızlık" yapan tüm insanların ve de özellikle toplum yönetiminde olan her kademedeki insanların bu fırsatı idrak etmeleri ve davranışlarını ona göre gözden geçirerek Allah'ın merhametine ulaşmaya çalışmaları gerekmektedir. Aksi halde "Kibirlerine" yenilerek insanlara haksızlık eden ve onlara "Zulüm" eden insanlar ve toplumların sonlarının diğer insanlara ders olacak şekilde "Hüsrana" uğramalarının "Kaçınılmaz" olduğunu dikkate almaları gerekmektedir.

 

Musa'dan istenen bu hususlar aynı zamanda ve onun aracılığı ile Musa'nın toplumuna ve bu Kur'an Ayetleri ile de tüm İnsanlara iletilmiş olmaktadır.

 

Buradaki Ayette ve Allah’a Dua Edilmesine (Namaz) işaret eden Miraç olayının açıklandığı Ayetlerden önce Hz.Muhammed'e vahiy edilen diğer Ayetlerde yer alan "namaz kıl" ifadesinin aslında bu gün Müslüman inancına göre yapılmakta olan namaz ibadetini "Şeklen" ifade etmediğini dikkate almak gerekmektedir. Çünkü bu gün Müslüman inancına göre yapılmakta olan namaz ibadetinin bizzat Hz.Muhammed tarafından "Uygulandığı" ve insanlara "Gösterildiği" bilinmektedir. Bu nedenle Hz.Muhammed tarafından insanlara bir "İbadet" şekli olarak gösterilmesinden önceki zamanlara işaret eden Ayetlerde bulunan "namaz" kelimesi, bilinen şekliyle "Namaz" ibadetini ifade etmemekte, Arapçada aynı zamanda taşıdığı "Dua, Anma, Yüceltme, Övme" gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Namaz İbadeti konusunda Namaz bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

 

Allah'ın Musa'ya "Peygamberlik" görevini verdikten sonra ona lütfettiği bazı özellikleri kendisine gösterdiği, böylece yapacağı zorlu işlerde ona güç ve güven verdiği Ayetlerde açıklanmaktadır.

 

“Şu sağ elindeki nedir, ey Musa?” (45/17), (20/17)

 “O, benim asâmdır” dedi, “Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.” (45/18), (20/18)

Allah: “Yere at onu, ey Musa!” dedi. (45/19), (20/19)

Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi! (45/20), (20/20)

Allah buyurdu: “Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız.” (45/21), (20/21)

 “Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın.” (45/22), (20/22)

 “Ta ki, sana, en büyük ayetlerimizden bazılarını gösterelim.” (45/23), (20/23)

 

Ayetlerde bu zorlu görevini yaparken Musa'nın kendisinden emin olmasını ve görevi eksiksiz yerine getirmesini sağlamak üzere normal insanlar açısından mümkün olamayacak bazı durumların Firavun karşısında "üstünlük" sağlayacağı kendisine bildirilmektedir.

 

Her şeyin "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olarak Allah Evrenin madde yapısı üzerinde tam bir tasarruf sahibi olduğunu birçok Ayetlerde defalarca insanlara hatırlatmaktadır. Bu durumu Ayetlerin bazılarında bir şeyin olmasını "Dilediğinde" ona sadece "Ol!" diyeceği ve o şeyin hemen oluvereceği ifadeleri ile bildirilmektedir.

 

Bir şey yaratmak istediği zaman Allah'ın yaptığı "Ol!" demekten ibarettir, hemen oluverir. (41/82), (36/82)

Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece "Ol!" dememizdir, hemen oluverir. (70/40), (16/40)

 

Buna göre "Yaratılış" bölümünde daha ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, Allah bir şeyin olmasını dilediğinde ona ait madde yapısının en küçük "Atom Altı Parçacığı" bünyesine "Yerleştirmiş" olduğu "Allah’a" ait güç veya enerji olarak adlandırılabilecek ve bilimsel çalışmalarda da "Sır" olarak tanımlanan "İradesinin Yansıması" ile bu dileğine ait "Etkileşim" zincirinin başlatıldığı ve böylece olacak şeyin meydana getirildiği anlaşılabilir.

 

Bu durum, başka Ayetlerde yer alan ve bu ortamda mümkün olamayacağı düşünülen diğer olağanüstü oluşumların nasıl meydana geldiğini de açıklamaktadır. Gerçekleşen bu olağanüstü oluşumların "Madde" yapılarının değişimi şeklinde olacağı gibi, aslında madde yapılarında bir değişim olmamakla birlikte, görsel veya hisler olarak "O Şekilde" algılanmasını sağlayacak etkileşimler şeklinde de olabileceği dikkate alınmalıdır.

 

Günümüzde bazı insanların bu ortamın "Özelliklerinden" yararlanarak insanları hayrete düşürecek ve inanılması imkânsız olarak tanımlanabilecek "Görselliğe" dayanan yanılgılar meydana getirerek "Gösteriler" yapabildiğini düşünürsek tüm "Yaratılışı" yürütmekte olan muhteşem "Yaratıcı" gücün bu tür Ayetlerde insanlara öğüt vermek üzere açıkladığı olağanüstü durumları "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerine "Yansıtılmış İradesi" ile madde veya “algı” olarak nasıl oluşturduğu daha açık olarak anlaşılabilir.

 

“Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı.” (45/24), (20/24)

Musa: “Rabbim!” dedi, “Yüreğime genişlik ver.” (45/25), (20/25)

“İşimi bana kolaylaştır.” (45/26), (20/26)

“Dilimden bağı çöz.” (45/27), (20/27)

“Ki sözümü anlasınlar.” (45/28), (20/28)

“Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver,” (45/29), (20/29)

“Kardeşim Harun'u.” (45/30), (20/30)

“Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir. “ (45/31), (20/31)

“Ve onu işime ortak kıl.” (45/32), (20/32)

“Böylece seni bol bol tesbih edelim.” (45/33), (20/33)

“Ve çok çok analım seni.” (45/34), (20/34)

“Şüphesiz sen bizi görmektesin.” (45/35), (20/35)

Allah: “Ey Musa!” dedi, “İstediğin sana verildi.” (45/36), (20/36)

 

Allah tarafından Musa'ya o dönemde "Azgın" bir şekilde saltanat süren ve kendisinin "Tapınılacak" bir "Tanrı" olduğunu ileri sürerek toplumunun kendisini "Tanrı" olarak görmesini ve kendisine "Tapınılmasını" emreden "Firavuna" giderek ona "Doğru yolu göstermesi" görevinin verildiği belirtilmektedir. Bu son derece zor görevi alan Musa "Yüreğine Genişlik" vermesini, kendisine yardım etmesini, işini kolaylaştırmasını ve Firavunu ikna edecek ve sözünün anlaşılmasını sağlayacak şekilde konuşma yeteneğini geliştirmesini Allah'tan istediği açıklanmaktadır. Musa'nın ayrıca Allah'tan bu görevi yaparken kendisini daha kuvvetli olacağı için ailesinden kardeşi Harun'u bu işte birlikte olmak üzere yardımcı vermesini istediği anlatılmaktadır. Böylece Musa'nın kardeşi ile birlikte bu görevi yaparken Allah'ı çok "Tesbih" edeceklerini yani tüm eksik sıfatlarda uzak tutarak "Yücelteceklerini" ve Allah'ı çok "Anacaklarını" Allah'a ilettiğini bizlere iletmektedir. Allah Musa'ya tüm bu dileklerini verdiğini açıklamaktadır.

 

Allah, kendisini "Peygamberlik" için seçtiğini ve onu Şuayb Peygamber ile karşılaştırarak nasıl hazırladığını ve "Peygamberliğini" Musa'ya nasıl "İlettiğini" ve önceki çağlarda yaşayan "isyankâr" nesilleri (ilk nesilleri) yok ettikten sonra Musa'ya, düşünüp öğüt alsınlar diye insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitabı (Tevrat'ı) verdiğini ve Firavun'a gönderdiğini bu Ayetler ile ve bazı konulara birkaç defa işaret ederek Hz.Muhammed'e ve bu yolla tüm insanlara bildirmektedir.

 

“Andolsun biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.” (45/37), (20/37)

“Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik:” (45/38), (20/38)

“Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize bırak, deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.” (45/39), (20/39)

“Hani, kız kardeşin gidip "Ona bakacak birini size bulayım mı?" diyordu. Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün de seni endişeden kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre geldin ey Musa!” (45/40), (20/40)

“Seni, kendim için elçi seçtim.” (45/41), (20/41)

“Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.” (45/42), (20/42)

“Firavun'a gidin. Çünkü o iyiden iyiye azdı.” (45/43), (20/43)

“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (45/44), (20/44)

Dediler ki: “Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.” (45/45), (20/45)

Buyurdu ki: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” (45/46), (20/46)

“Haydi, ona gidin de deyin ki: “Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını hemen bizimle birlikte gönder; onlara eziyet etme! Biz, senin Rabbinden bir ayet getirdik. Kurtuluş, hidayete uyanlarındır.”” (45/47), (20/47)

“Hakikaten bize vahyolundu ki: yalanlayan ve yüz çevirenlere azap edilecektir.” (45/48), (20/48)

Firavun: “Rabbiniz de kimmiş, ey Musa?” dedi. (45/49), (20/49)

O da: “Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini veren, sonra da doğru yolu gösterendir” dedi. (45/50), (20/50)

Firavun: “Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak?” dedi. (45/51), (20/51)

Musa: “Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır ne de unutur” dedi. (45/52), (20/52)

O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. (45/53), (20/53)

Yeyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için işaretler vardır. (45/54), (20/54)

Sizi ondan yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız. (45/55), (20/55)

Andolsun biz ona bütün delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.  (45/56), (20/56)

Dedi ki: “Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?” (45/57), (20/57)

“Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda ne senin ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla.” (45/58), (20/58)

Musa: “Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun” dedi.  (45/59), (20/59)

Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini topladı sonra geri geldi. (45/60), (20/60)

Musa onlara: “Yazık size!” dedi, “Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden muhakkak perişan olur.” (45/61), (20/61)

Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar. (45/62), (20/62)

Şöyle dediler: "Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece." (45/63), (20/63)

"Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır."  (45/64), (20/64)

Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. (45/65), (20/65)

“Hayır, siz atın” dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. (45/66), (20/66)

Musa, birden içinde bir korku duydu. (45/67), (20/67)

"Korkma! dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin." (45/68), (20/68)

"Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa iflah olmaz." (45/69), (20/69)

Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler. (45/70), (20/70)

Şöyle dedi: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” (45/71), (20/71)

Dediler ki: "Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin." (45/72), (20/72)

"Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah en hayırlı ve en sürekli olandır." (45/73), (20/73)

Hani Rabbin Musa'ya: "O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git." (47/10), (26/10)

"Hâla sakınmayacaklar mı onlar?" diye seslenmişti. (47/11), (26/11)

Musa şöyle dedi: “Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.” (47/12), (26/12)

“İçim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.” (47/13), (26/13)

“Onların bana isnat ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.” (47/14), (26/14)

Allah buyurdu: “Hayır İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, işitmekteyiz.” (47/15), (26/15)

“Haydi Firavun'a gidip deyin ki: “Gerçekten biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz;” (47/16), (26/16)

“İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.” (47/17), (26/17)

Dedi ki: “Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?” (47/18), (26/18)

“Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörün birisin!” (47/19), (26/19)

Musa: “Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım.” (47/20), (26/20)

“Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.” (47/21), (26/21)

“O nimet diye başıma kaktığın ise İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.” (47/22), (26/22)

Firavun şöyle dedi: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?” (47/23), (26/23)

Musa cevap verdi: “Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir “(47/24), (26/24)

Etrafında bulunanlara “İşitiyor musunuz?” dedi. (47/25), (26/25)

Musa dedi ki: “O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.” (47/26), (26/26)

Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir” dedi. (47/27), (26/27)

Musa devamla şunu söyledi: “Şayet aklınızı kullansanız  O doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.” (47/28), (26/28)

Firavun: “Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim!” dedi. (47/29), (26/29)

Musa: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi. (47/30), (26/30)

Firavun: “Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu!” diye karşılık verdi. (47/31), (26/31)

Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık koca bir yılan (47/32), (26/32)

Elini de çıkardı o da seyredenlere bembeyaz görünen (47/33), (26/33)

Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: “Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!” (47/34), (26/34)

“Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” (47/35), (26/35)

Dediler ki: “Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder “ (47/36), (26/36)

“Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.” (47/37), (26/37)

Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi. (47/38), (26/38)

Halka: “Siz de toplanıyor musunuz” denildi. (47/39), (26/39)

“Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız” dediler. (47/40), (26/40)

Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: “Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi?” dediler. (47/41), (26/41)

Firavun cevap verdi: “Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız. (47/42), (26/42)

Musa onlara: “Ne atacaksanız atın!” dedi. (47/43), (26/43)

Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: “Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz” dediler. (47/44), (26/44)

Sona Musa asâsını attı bir de ne gِrsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor! (47/45), (26/45)

Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. (47/46), (26/46)

"Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler. (47/47), (26/47)

"Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik" dediler. (47/48), (26/48)

Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!” (47/49), (26/49)

"Zararı yok” dediler. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz." (47/50), (26/50)

"Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız." (47/51), (26/51)

İman eden bir kavim için Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz. (49/3), (28/3)

Firavun, toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü, onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu, çünkü o bozgunculardandı. (49/4), (28/4)

Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları vâris kılmak istiyorduk. (49/5), (28/5)

Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan korktukları şeyi göstermek. (49/6), (28/6)

Musa'nın anasına: “Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye bildirdik. (49/7), (28/7)

Nihayet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak aldı, o, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı; şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler. (49/8), (28/8)

Firavun'un karısı “Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz” dedi, halbuki onlar sezemiyorlardı. (49/9), (28/9)

Musa'nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı, eğer biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. (49/10), (28/10)

Annesi Musa'nın ablasına: “Onun izini takip et” dedi, o da onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. (49/11), (28/11)

Biz daha önceden onun süt analarını kabulüne müsaade etmedik, bunun üzerine ablası: “Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi. (49/12), (28/12)

Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın vadinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik, fakat yine de pek çoğu bilmezler. (49/13), (28/13)

Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik, işte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız. (49/14), (28/14)

Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi, orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu, kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi, Musa da ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu. “Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman” dedi. (49/15), (28/15)

Musa: “Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla” dedi, Allah da onu bağışladı, çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur. (49/16), (28/16)

Musa: “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka çıkmayacağım” dedi. (49/17), (28/17)

Şehirde korku içinde gözetleyerek sabahladı, bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek yine ondan imdat istiyor; Musa ona dedi ki: “Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!” (49/18), (28/18)

Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: “Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!” (49/19), (28/19)

Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim” dedi. (49/20), (28/20)

Musa korka korka, gözetleyerek oradan çıktı, "Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar" dedi. (49/21), (28/21)

Medyen'e doğru yöneldiğinde: “Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir” dedi. (49/22), (28/22)

Musa, Medyen suyuna varınca, orada sulayan bir çok insan buldu, onların gerisinde de, engelleyen iki kadın gördü, onlara: “Derdiniz nedir?” dedi; şöyle cevap verdiler: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.” (49/23), (28/23)

Bunun üzerine Musa, onların yerine sulayıverdi, sonra gölgeye çekildi ve: “Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım” dedi. (49/24), (28/24)

Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi: “Babam” dedi, “Bizim yerimize sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor” Musa, ona (Şuayb’a) gelip başından geçeni anlatınca o: “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi. (49/25), (28/25)

Şuayb'ın iki kızından biri: “Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır” dedi. (49/26, (28/26)

Dedi ki: “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın.” (49/27), (28/27)

Musa şöyle cevap verdi: “Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.” (49/28), (28/28)

Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: “Siz bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm” dedi. (49/29), (28/29)

Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: “Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.” (49/30), (28/30)

Ve "Asânı at!", Musa asâyı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın". (49/31), (28/31)

"Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır". (49/32), (28/32)

Musa dedi ki: “Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.” (49/33), (28/33)

“Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder.

Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.” (49/34), (28/34)

Allah buyurdu: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.” (49/35), (28/35)

Musa onlara apaçık ayetlerimizi getirince: “Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik” dediler. (49/36), (28/36)

Musa şöyle dedi: “Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve hayırlı âkıbetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki, zalimler iflah olmazlar.” (49/37), (28/37)

Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak bana bir kule yap ki Musa'nın tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir” dedi (49/38), (28/38)

O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. (49/39), (28/39)

Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik, bak işte, zalimlerin sonu nice oldu! (49/40), (28/40)

Onları, ateşe çağıran öncüler kıldık, Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. (49/41), (28/41)

Bu dünyada arkalarına lânet taktık, onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır. (49/42), (28/42)

Andolsun biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya, -düşünüp öğüt alsınlar diye- insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitabı (Tevrat'ı) vermişizdir. (49/43), (28/43)

Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun'u mucizelerimizle gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkâr bir toplum oldular. (51/75), (10/75)

Katımızdan onlara hak gelince: "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler. (51/76), (10/76)

Musa: "Size hak geldiğinde onun için mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar" dedi. (51/77), (10/77)

Onlar dediler ki: “Babalarımızı üzerinde bulduğumuzdan bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz.” (51/78), (10/78)

Firavun dedi ki: “Bilgili bütün sihirbazları bana getirin!” (51/79), (10/79)

Sihirbazlar gelince Musa onlara: “Atacağınızı atın” dedi.  (51/80), (10/80)

Onlar atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez." (51/81), (10/81)

"Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır." (51/82), (10/82)

Musa'da da (ibretler vardır), onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik. (67/38), (51/38)

Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti. (67/39), (51/39)

Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.  (67/40), (51/40)

 

Allah, kendisini "Peygamberlik" için seçtiğini ve onu Şuayb Peygamber ile karşılaştırarak nasıl hazırladığını ve "Peygamberliğini" Musa'ya nasıl "İlettiğini" ve ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya düşünüp öğüt alsınlar diye insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitabı (Tevrat'ı) verdiğini ve Firavun'a gönderdiğini bu Ayetler ile ve bazı konulara birkaç defa işaret ederek Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Bu Ayetlerde Musa ve Firavun arasında yaşanmış olan olaylar Musa ve İsa toplumlarına iletilmiş olan "Kitaplarda" da bulunmaktadır. Ancak bu Kitaplar üzerinde yapılan değişiklik ve tahrifat nedeniyle bu konularda tüm insanlar tarafından yapılacak incelemelere esas olmak ve üzerinde düşünülerek "Ders" alınmak üzere Musa ile ilgili olaylar bu Ayetler ile "Teyit" edilmekte ve "Doğru" şekliyle anlatılmaktadır.

 

Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi. (87/75), (2/75)

 

Allah, Musa'ya verdiği görev ile ilgili olarak annesine de "Vahiy ettiğini" ve neler yapması gerektiğini ona bildirdiğini açıklamakta ve Peygamberlik görevine nasıl hazırladığını Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara Ayetleri ile açıklamaktadır. Ayetlerdeki ifadelerde, Firavun'un toprağında (Ülkesinde) gerçekten azmış olduğu, halkını çeşitli zümrelere bölerek onlardan "güçsüz" bulduğu İsrail asıllı (Yakup Soyundan) olan bir bölümünün, erkek çocuklarına kendisine isyan edecekleri endişesi ile öldürerek "kıyım" uyguladığı (boğazladığı) ve bir zarar gelmeyeceğini düşündüğü kızlarını ise sağ bıraktığı ve böylece yönettiği toplumun düzeni üzerinde "bozgunculuk" yaptığına işaret edilerek, onun "doğru yola getirilmesini" sağlamak üzere, Musa ve kardeşi Harun'un görevlendirildiği anlaşılmaktadır.

 

Yüce Allah, bozgunculuk yapan Firavun ile Haman'a ve ordularına korktukları şeyi göstermek üzere, eziyet görmekte olan ve güçsüz düşürülen İsrail asıllı toplumuna orada hakim olmalarını, önderlik yapmalarını ve oralara varis olmalarını lütfettiğini bildirmektedir. İslam Ansiklopedisinde Ayetlerde belirtilen Haman’ın Firavun toplumunda firavuna yakın önemli bir şahsiyet olduğu açıklanmaktadır.

 

Bu nedenle Yüce Yaratan İsrailoğulları "zümresinden" erkek çocuk dünyaya getiren bir kadına (Musa'nın annesi), onu denize (Nil Nehrine) bırakmasını, korkup kaygılanmamasını, ona bir zarar gelmeyeceğini çünkü onun kendisine geri verileceğini ve onun Peygamberlerden yapılacağını "bildirdiğini" açıklamaktadır. Bu bildirimin Musa'nın annesine "doğrudan hissettirilerek" yapıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre Musa'nın annesi bir "Peygamber Annesi" olarak Allah tarafından doğrudan iletişim kurulan "seçkin" bir kişi olmaktadır. Bu olaydan sonra Firavun ailesi tarafından kayıp çocuk olarak "bulunan" Musa'nın Firavun'un karısı tarafından evlat edinildiği, annesine de endişelerini bastıracak dayanma gücü verildiği, ablasının Musa'yı uzaktan izlediği ve bir süt annesi arayan Firavun'un karısına "annesini" önerdiği, böylece sevinmesi ve üzülmemesi için Musa'nın annesine geri verildiği ve daha önemlisi Allah'ın Musa'nın annesine olan vaadinin gerçekleştiği açıklanmaktadır. Görüldüğü gibi Allah Musa'nın "Kendisine" karşı gelen ve "Düşman" olan Firavun'un ortamında ama "Annesi" tarafından yetiştirilmesini takdir etmiş ve sağlamıştır.

 

Ayrıca Allah, delikanlılık (yiğitlik) çağına erip olgunlaşınca "güzel davranışlarda" bulunan Musa'ya hikmet ve ilim vererek onu mükâfatlandırmıştır. Allah'ın delikanlılık dönemine erip olgunlaştığında "güzel davranışlarda" bulunan Musa'yı hikmet ve ilim vererek mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. Böylece olgunluğa ve ilime kavuşmuş olan Musa'nın, himayesinde olduğu Firavun'un toplumuna olan davranışının ve tavrının "doğru olmadığını" düşünerek şehir dışında yaşadığı anlaşılmaktadır.

 

Ayette Musa'nın kendi ahalisinin (İsrailoğulları) haberi olmadığı bir sırada şehre girdiği, orada biri kendi tarafından (İsrailoğullarından) diğeri Firavun halkından olan iki adamı birbiriyle dövüşürken gördüğü belirtilmektedir. Musa'nın kabilesinden olan birisinin Firavun tarafından eziyet görmesi nedeniyle Ayette "düşman" olarak tanımlanan Firavun halkından (Mısır) olan bir adam ile dövüşen kendi tarafından olanın "düşmana" karşı ondan yardım dilediği ve Musa'nın ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep olduğu açıklanmaktadır. Bunun üzerine Musa'nın bu olayın gerçekten saptırıcı ve insanların apaçık bir" düşmanı” olan "şeytanın işi" olduğunu anladığı, bu hareketinden dolayı pişmanlık duyarak Allah'tan bağışlanmasını istediği ve Allah'ın onu bağışladığını kendisine bildirmesi (vahiy etmesi) üzerine Allah'a şükrederek suçlulara asla arka çıkmamaya karar verdiği bildirilmektedir.

 

Öte yandan, ertesi gün kurtardığı adamın feryat ederek ondan yine yardım istediğini gördüğü, bunun üzerine Musa'nın bu adama azgınlık yaptığını söylediği ve ona zulmeden adamı yakaladığında Firavun halkından olan o adamın (düşmanın) Musa'ya "Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek düzelticilerden olmak istemiyor da bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun" dediği ve bu sırada Musa'nın yanına gelen kendi tarafındaki bir adamım şehrin ileri gelenlerinin onu öldürmeyi konuştuklarını ileterek ona derhal oradan çıkmasını söylediği ve Musa'nın Allah'tan onu "zalimler güruhundan kurtarmasını" dileyerek oradan ayrıldığı anlatılmaktadır.

 

Musa'nın başına gelen bu olay nedeniyle Mısır'dan ayrıldıktan sonra Allah'tan onu "doğru yola" iletmesini dileyerek "Medyen" bölgesine ulaştığı, orada rastladığı birçok insanın iki kadını hayvanlarını sulamasını engellediğini gördüğü ve onların yerine hayvanlarını suladığı Allah'tan "hayır" dilediği anlatılmaktadır. Aslında Medyen halkına gönderilmiş olan Şuayb Peygamberin kızları olan bu iki kadın Musa'yı babalarına götürdüklerinde Şuayb'ın kızlarının da isteği üzerine Musa'ya orada kendisi için sekiz yıl çalışması karşılığında kızlarından birisi ile evlendireceğini ve isterse çalışma süresini on yıla tamamlayabileceğini ilettiği açıklanmaktadır.

 

Musa, oradaki çalışma süresini doldurunca eşi ile birlikte Tûr tarafında bir "ateş" gördüğü, orada bulunan bir ağaç tarafından kendisine "Ey Musa! Bil ki ben bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım. Asanı at" diye seslenildiğine attığı asasının yerde hareket etmesi karşısında korkuya kapılarak oradan kaçtığı, ancak bu defa kendisine geri gelmesi, korkmaması çünkü emniyette olduğunun iletildiği bildirilmektedir. Ayrıca, elini koynuna sokmasını, elinin kusursuz, bembeyaz çıkacağını bu ani değişim nedeniyle korkudan açılmış olan kollarını kendine çekmesini, bu iki olayın "yoldan çıkmış" bir kavim olan Firavun ve onun adamlarına karşı Allah'ın (Rabbin) tarafından Allah'ın "varlığı ve tek yaratıcı" olduğuna "iki kesin delil" olduğu Musa'ya vahiy edilerek daha sonra kendisine verilecek olan görevini korkusuzca yerine getirebilmesi için güven verildiği anlaşılmaktadır.

 

Ayrıca ona hikmet ve ilim verip lütufta bulunduğunu, annesine onu sandığa koyup denize bırakmasını bildirdiğini, suyun onu kıyıya attığını, ona Allah'ın ve onun düşmanı olan birinin (Firavun) onu Allah'ın nezaretinde yetiştirilmesi için "Allah'ın Kendi Sevgisinden" verdiğini, kız kardeşinin Firavun ailesini ikna ederek annesinin mutlu olması ve üzülmemesi için ona bakmasını ve böylece annesinin onu geri almasını sağladığını Musa'ya hatırlatarak ona vereceği peygamberlik görevini yerine getirmesinde onu cesaretlendirdiği ve kararlılığını güçlendirdiği ve böylece Yüce Allah'ın ona yardımcı olduğu görülmektedir.

 

Daha önce Medyen halkından birisinin ölümüne sebep olması nedeniyle Firavun halkının ona isnat ettikleri bir suç bulunduğunu, bu nedenle onu öldürmelerinden korktuğunu ileterek Yüce Allah'ı ve "Tek Yaratıcı" olduğunu Firavun'a bildirme görevini yerine getirmesinden endişe duyan Musa'nın Allah'tan kardeşi Harun'un kendisine yardımcı olmasını talep ettiği ve Yüce Yaratan'ın Musa'nın bu isteğini kabul ederek onu kardeşi ile destekleyeceğini, sağladığı "ilahi" destek ve yardım (ayetleri) sayesinde onlara kimsenin erişemeyeceği bir kudret verileceğini ve hem onların hem de onlara tabi olanların daima "üstün" geleceklerini Musa ve Harun'a "vahiy ettiği" ve onlara “Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.” diyerek Peygamberlik görevlerini tebliğ ettiği bildirilmektedir.

 

Allah Musa ve Kardeşine, hala yaptıklarını fark etmeyerek sonuçlarından sakınmayan böylece iyiden iyiye azmış olan ve "zalimler güruhu" olarak nitelendirdiği Firavun'un kavmine (Firavun'a) gitmelerini, ona aklını başına alması veya korkmasını sağlamak üzere ona yumuşak söz sözlerle ve "Allah'ı" anmayı ihmal etmeden "Ayetlerini" götürmelerini, bir "Elçilik" yani "Peygamberlik" görevi olarak verdiğini ifade etmektedir

 

"Vahiy" sırasında Musa ve Harun aldıkları bu zorlu görevin istendiği gibi yerine getirilmesinde taşıdıkları bu endişeleri dile getirdiklerinde Allah'ın onlara korkmamalarını, "Kendisinin" her şeyi işitip gördüğünü ve onların "Yanlarında "olacağını açıkladığını ve Firavun'a onun da "Rabbinin" elçisi olduklarını ve onun "Rabbinden" bir Ayet yani "Gerçek" getirdiklerini buna göre İsrailoğullarını hemen kendileri ile birlikte göndermesini ve onlara eziyet etmemesini söylemelerini bildirdiğine işaret edilmektedir. Ayrıca Firavun'a "Kendilerine Vahyedilene" uyduğunda kurtuluşa ereceğinin ve bu "Vahyi" yalanlayanlara ve yüz çevirenlere azap edileceğinin söylenmesinin de iletildiği belirtilmektedir.

 

Böylece Allah, Musa'yı gençliğinde aralarında yaşadığı Medyen halkından bir insanı öldürmüş olmasından dolayı taşıdığı endişeden "Kurtardığını", onu birçok "Denemeden" geçirdiğini ve sonunda "Takdiri" ile onu ve kardeşi Harun'u "Kendisi" için "Elçi" olarak seçtiğini Musa'ya bildirdiğini bizlere iletmektedir. Söz konusu "Denemeler" diğer çeşitli Ayetlerde açıklanmaktadır.

 

Musa aldığı "tebliğ" görevini ilettiğinde Firavun'un Musa'ya onu çocukken himayesine alıp büyüttüğünü, hayatının birçok yıllarını onların arasında geçirdiğini hatırlattığı, "himayesinde" bulunduğu gençlik zamanında tartıştığı bir kişiye eliyle vurarak ölümüne sebep olduğu bir olaya işaret ettiği, o olay nedeniyle kendisini terk edip şimdi karşısında inanışlarını bırakıp onun ilettiklerine inanmasını isteyerek nankörlük yaptığını Musa'ya bildirdiği anlatılmaktadır. Ayetlerde bu durum ile ilgili olarak Musa'nın Firavuna o kişinin ölümüne sebep olduğunu ancak o zaman öyle bir vuruşun ölüme yol açacağını bilemediğini ve onun bir "hata" olduğunu ve kasten yapılmış bir katil cinayeti olmadığını, ayrıca o ölen kişinin haksız yere bir şahsın hayatına kastetmiş gibi bulunduğunu ve o kişiyi savunmak amacı ile böyle bir olayın meydana geldiğini, bu hata nedeniyle Firavun'un kendisini öldüreceğini düşünerek kaçtığını ve Allah'ın korumasına sığındığını, Allah'ın kendisine "hikmet ve ilim" verdiğini ve "bilgeliğe ve erdeme" kavuşturduğunu anlatarak yaptıklarının "nankörlük" olmadığını Firavuna açıkladığı ifade edilmektedir. Musa ayrıca Firavuna "himaye" olarak tanımladığı "nimet diye başına kaktığı" davranışın aslında kendisini ve İsrailoğullarını "kul köle" yapmak olduğunu bildirmektedir.

 

Musa aldığı bu görevi ilettiğinde Firavunun kendisine küçümseyerek ve alaycı bir eda ile “Rabbiniz de kimmiş, ey Musa?” ya da "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?" şeklinde sorduğu sorusuna Musa'nın "Her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösteren, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir; O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir." dediği ve Firavunun önceki toplumların durumunun ne olacağını sorması üzerine de "Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır ne de unutur” dediği açıklanmaktadır.

 

Musa'nın, o zaman yaşamış olan insanların kendilerine iletilenleri kavrayabilmeleri için gereken somut bir bilgi kaynağını hayal edebilmelerine yardımcı olmak üzere, Firavunun sorusuna cevaben bütün bilgilerin "Allah'ın yanında bulunan kitapta" bulunduğunu ifade ettiği anlaşılmaktadır.

 

Günümüzde bu durumun elektrik, elektronik, elektromanyetik, atom altı parçacıklar, kablosuz iletişim gibi konularda insanların ulaştığı bilgi düzeyini ve her şeyin "ortak" bir "kaynaktan" meydana geldiği ile ilgili bulguları dikkate aldığımızda, bütün "bilgilerin kaynağının" Yüce Yaratıcının "Mutlak İradesi" olarak düşünülebileceğini varsayabiliriz.

 

Musa'nın yerin (bu Dünya ortamının) insanların yerleşme ve yaşamları için (beşik) yaratıldığına, yeryüzüne insanların göç ve hareketlerine uygun şekil verdiğine (yollar açtığına), insanların yaşam sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları "gıdalardan" olan çeşitli bitkilerin ortaya çıkması için "yağmurun" indirildiğine ve "su düzeni" oluşturduğuna, yine gıda olarak yenmek üzere yaratılmış olan hayvanların da bu bitkilerden beslendiklerine işaret ederek bunları Allah'a dair "deliller" olarak Firavuna gösterdiği açıklanmaktadır.

Görüldüğü gibi Musa'nın işaret ettiği konular günümüzde inanmayan insanlar açısından da Allah'a ait birer "delil" olma niteliğinde bulunmaktadır. Bu nedenle Yüce Allah halen inanmayanlara da bu delillerde akıl sahipleri için işaretler bulunduğunu hatırlatarak onları ve bütün insanları "Akıllarını" ve sahip oldukları "bilgileri" kullanmaya teşvik etmektedir.

 

Musa'nın ayrıca Allah'ın insanları Gerçek Ortamda (Arş) topraktan (ondan) yarattığını, ölüm sonrasında yine Gerçek Ortama döndüreceğini ve Kıyamet ortamında topraktan (ondan) bir kez daha yeniden çıkaracağını Firavun'a açıkladığı fakat Firavun'un yine de gösterilen bütün delilleri yalanladığı ve inanmamakta direttiği belirtilmektedir. Bu nedenle ve bu vesile ile bütün insanlara peşin fikirli olmadan elde ettikleri bütün bilgilerini "Akılları" ile gözden geçirmeleri önerilmektedir.

 

Musa'nın bunları kendisine iletmesi üzerine Firavun'un endişeye kapılarak Musa'ya "Bizi yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?" dediğine işaret edilerek ne kadar güçlü olduğunu göstermek ve "Büyücü" olarak gördüğü Musa'yı kendi "Hileleri" ile alt etmek üzere karşısına davet ettiği anlatılmaktadır. Musa'nın yaptığı son uyarılara karşı Firavun'un etrafında bulunanların telkiniyle karşılıklı sihir gösterisi yapıldığı ve Allah'ın Musa'ya "Korkma üstün gelecek olan kesinlikle sensin" diyerek cesaret verdiği ve Musa'nın Firavun'a "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır." söyleyerek onu uyardığı bildirmektedir. Yüce Allah Musa'ya "Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa iflah olmaz" şeklindeki vahyi ile cesaret bulan Musa'nın bu gösteriden galip geldiği; bunun üzerine Firavunun tehditlerine rağmen etrafındaki "Sihirbazların" secdeye kapanarak "Harun'un ve Musa'nın Rabbi olan Allah'a" iman ettikleri açıklanmaktadır. Bu durumdan endişeye kapılan Firavun'un halkına kendisi izin vermeden Musa'ya inandıkları için çok kızarak onları cezalandıracağını bildirdiğine işaret edilmektedir. Firavun'un devam ederek etrafındaki toplumun ileri gelenlerine kendisinden başka bir "ilah" tanımadığını hatırlattığı ve yardımcısı ve bir nevi kutsal yaveri olan Hâmân'a (Firavun döneminde ilahi bir unvana sahip önemli şahıs) bir kule yapmasını belki oradan Musa'nın tanrısına "çıkacağını" fakat onun mutlaka yalan söylediğini sandığını söyleyerek Musa'yı bir anlamda alaya aldığı anlatılmaktadır.

 

Ancak Musa'nın Allah ve Ahiret ile ilgili olarak ilettiği "gerçeklere" ve gösterdiği "mucizelere" inananların Firavunu bu açık açık mucizelere ve "insanları yaratana" tercih edemeyeceklerini, kendilerine olduğunu, hatalarını ve Firavun'un zorla yaptırdığı büyüyü bağışlaması için en hayırlı ve en sürekli olan Allah'a (Rabbimize) iman ettiklerini Firavun'a söyledikleri bildirilmektedir.

 

Sonuçta Firavun'un apaçık "delille" ve "uyarıcı" olarak kendilerine gönderilen Musa'nın bir büyücü veya bir deli olduğunu ileri sürerek ordusuyla birlikte bu açıklamalardan yüz çevirdikleri, "Allah'ı" yalanlayıp inkarda direttikleri, bu yüzden gerçekleri görmeyip ölüm sonrasında Allah'a döndürülmeyeceklerini sanarak "haksız yere" büyüklük tasladıkları belirtilmektedir. Yüce Allah "zalimlikleri" nedeniyle onu ve askerlerini yakalayıp denize attığını, o sırada yaptıkları yüzünden kendini "kınayan" Firavun'u ve yanındakileri sonradan gelen ve onlar gibi Allah'ı inkâr ederek zalimce saltanat süren "yöneticileri" ve inanmayan insanları "ateşe çağıran öncüler" yaptığını, herkesin bundan ders almalarının gerektiğini, zira Kıyamet günü onların ve onlar gibi olanların yardım görmeyeceklerini ihtar etmektedir. Bu nedenle Firavunun dünyada her zaman iyilik ve doğru yoldan, ahirette de Yaratan'ın merhametinden mahrum bırakılmış ve kovulmuş olarak anılacağı (arkalarına lânet taktık)  ve kötülenmişler arasında bulunacakları bildirilmektedir.

 

Yüce Allah, daha önce gönderdiği uyarıcıları (peygamberleri) yalancılıkla itham eden ve onlara ve onların insanlara ilettikleri Allah'ın öğüt ve önerilerine inanmayan nesilleri yok ettiğini hatırlatmakta ve sonra düşünüp öğüt alarak "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili gerçekleri öğrenmek üzere "insanlar için" apaçık deliller, doğru yol (hidayet) rehberi ve rahmet olarak Musa'ya o kitabı (Tevrat) "vahi yettiğini" bildirmektedir.

 

Ayrıca, Allah, esasen "İnanmış" kullarından olduğuna işaret ettiği Musa ve Harun'a sonradan gelecek "Nesilleri" içinde daima iyi bir şekilde hatırlanmak üzere "İyi" bir "Nam" bıraktığını bildirmekte ve "Selamını" ileterek onları ödüllendirdiğini açıklamaktadır.

 

Kendilerine yardım ettik de galip gelen onlar oldu.  (56/116), (37/116)

Her ikisine de apaçık anlaşılan bir kitabı verdik.  (56/117), (37/117)

Her ikisini de doğru yola ilettik.  (56/118), (37/118)

Sonra gelenler içinde bıraktık.  (56/119), (37/119)

Musa ve Harun'a selam olsun. (56/120), (37/120)

Doğrusu biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız.  (56/121), (37/121)

Şüphesiz, ikisi de mümin kullarımızdandı. (56/122), (37/122)

 

Buna göre Tevrat aslında Yüce Allah’ı “Tek Yaratıcı” olarak kabul edenler için doğru yolu gösteren, dünya ve "ahiret" ile ilgili olarak onlara yol gösteren bir "İlahi Kitap" olmaktadır.

 

Öte yandan Musa'nın peygamberliği ile ilgili diğer bazı Ayetlerde Musa'nın halkını Firavun'dan kurtardıktan sonra "bilge" bir insan ile karşılaştığı ve onunla geçirdiği zamanda karşılaştıkları olaylar açıklanmaktadır.

 

Buna göre söz konusu bilge" insanın kaynaklarda "Hızır" olarak adlandırıldığı ve Musa'nın "bilgeliğine" katkıda bulunduğuna işaret edilmekte, aynı zamanda bütün insanların da bu olayların üzerinde düşünerek sonuçlarından "ders almaları" beklenmektedir.

 

Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim."  (69/60), (18/60)

Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular, balık, denizde bir yol tutup gitmişti.  (69/61), (18/61)

Geçip gittiklerinde Musa genç adamına: “Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza sıkıntı geldi” dedi.   (69/62), (18/62)

“Gördün mü!”  dedi “Kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.”  (69/63), (18/63)

Musa: “İşte aradığımız o idi” dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.   (69/64), (18/64)

Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.  (69/65), (18/65)

Musa ona: “Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı?” dedi.   (69/66), (18/66)

Dedi ki: “Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin.”  (69/67), (18/67)

"Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?”  (69/68), (18/68)

Musa: “İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem.”  (69/69), (18/69)

“Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” dedi.   (69/70), (18/70)

Bunun üzerine yürüdüler, nihayet gemiye bindikleri zaman o gemiyi deldi. Musa: “Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen büyük bir iş yaptın!” dedi.   (69/71), (18/71)

“Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?” dedi.    (69/72), (18/72)

Musa: “Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma” dedi.    (69/73), (18/73)

Yine yürüdüler, nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında hemen onu öldürdü.

Musa dedi ki: “Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!”   (69/74), (18/74)

“Ben sana, benimle beraber sabredemezsin, demedim mi?” dedi.    (69/75), (18/75)

Musa: “Eğer” dedi, “Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan mazeretin sonuna ulaştın.”   (69/76), (18/76)

Yine yürüdüler, nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler, ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, hemen onu doğrulttu, Musa: “Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi.    (69/77), (18/77)

Şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır, şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."    (69/78), (18/78)

"Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. Onların arkasında, her gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı."   (69/79), (18/79)

"Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk."    (69/80), (18/80)

"Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin."     (69/81), (18/81)

"Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."  (69/82), (18/82)

MUSA

Ayetlerde Musa Peygamber ile ilgili olarak İsrailoğulları toplumunda öteden beri bilinen ve Hz.Muhammed döneminde de anlatılmakta olan "İlyâs ile Yeşua ben Levi efsanesi" hakkında açıklamalar yapılmaktadır.  Kur’an’da anlatılan bu kıssanın Hz.Muhammed döneminde de anlatılmakta olduğu anlaşılmaktadır.

 

Ancak Musa ile ilgili olmasına rağmen bu ders çıkarılması gereken eğitici hikâyenin (Kıssa) Tevrat’ta yer almadığı ve Kur’an’daki bu Ayetler ile İsrailoğulları toplumunda öteden beri bilinen ve Hz.Muhammed döneminde de anlatılmakta olan "kıssanın bozulmuş şekline" açıklık getirildiği, böylece Hz.Muhammed döneminde etrafında bulunanlara ve bütün insanlara bazı öğütlerde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

 

Bu olayların nerede ve ne zaman meydana geldiğine dair Kur’an’da ve hadislerde açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır. Ayette sözü edilen iki denizin de hangileri olduğuna dair bir açıklama yapılmamıştır. Tefsirlerde Musa'nın halkını Firavun'dan kurtardıktan sonra "denizden" geçirerek ulaştığına dair daha açık ifadeler dikkate alındığında buranın Mısır ve Sina Yarımadası olduğu düşünülmektedir.

 

Ayetler ile anlatılan "hikâyede" Musa'nın "iki denizin birleştiği" yerde bulunan ve kendisinden daha "bilgili" olduğu "vahyedilen" bir "Allah'ın Kuluna" ulaşmaya karar verdiği ve kendisine yardımcı olan "genç adam" ile birlikte bu "bilge" kişiyi bulmak üzere yola koyulduğu anlatılmaktadır. Allah, Musa'yı "Kendi Katından" bilgi ve bazı sırlarını bağışladığı (Rahmet Verdiği) yine ona "ilim" öğrettiğini bildirdiği bir insan (kul) ile buluşturduğunu açıklamaktadır. Buna göre bu yolculuğun Musa'ya Peygamberlik verilmesinin ilk zamanlarında yapıldığı, zira bu yolculuk sırasında karşılaştığı olaylardan Peygamberliği sırasında toplumuna ileteceği "öğretiler" için gereken bazı önemli şeyleri yaşayıp öğrendiği anlaşılmaktadır.

 

Ayetlerde açıklanan olaylar ile ilgili olarak Musa'nın yanındaki "genç adamın" Kur'an’da ismi geçmemekle birlikte, daha sonra İsrailoğullarına gönderilen Yuşa Peygamber olduğu Tevrat'ta belirtilmektedir.

 

Öte yandan, tefsirlerde yer alan bilgilerden Musa'nın sahip olduğu ilimden kendisine de öğretmesi için buluşup onunla arkadaş olmak istediğini söylediği kişinin de "Hızır" olarak adlandırılan "bilge" bir kişi olduğu bildirilmektedir. Kur’an’da adı belirtilmeyen bu kişi, iç yüzüne vâkıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe sabredemeyeceğini belirtirse de Musa’nın ısrarı üzerine, meydana gelen olaylar hakkında açıklama yapmadıkça kendisine soru sormaması şartıyla teklifi kabul eder ve Musa’nın bu şarta uyacağına dair söz vermesi üzerine yolculuğa başlarlar.

 

"Yûşa‘ (Yeşu) kelimesinin İbrânîce aslı, “Tanrı kurtuluştur” veya “Tanrı kurtarır” anlamına gelen Yehoşua’dır (Yeoşua). Tevrat’a göre aslı Hoşea olan bu isim (Sayılar, 13/8; Tesniye, 32/44) Mûsâ tarafından Yehoşua olarak değiştirilmiş (Sayılar, 13/16), zamanla Yeşua biçiminde kısaltılmış (Catholicisme, VI, 1034), Arapça’ya da Yûşa‘ diye geçmiştir (Cevâlîkī, s. 644). Yeşu, İsrâiloğulları’nın on iki kabilesinden biri olan ve Yûsuf’un oğlu Efraim’in adını taşıyan kabilenin lideri (Sayılar, 13/8) Elişama’nın oğlu Nûn’un oğludur (I. Tarihler, 7/26-27). Önceleri Mûsâ’nın yardımcılığını yapmış, ondan sonra da İsrailoğulları’nın başına geçmiştir. Tevrat ondan “Mûsâ’nın hizmetçisi, genç adam” diye bahseder (Çıkış, 33/11)." "Allah’ın, kendisine Mûsâ’nın bilemediği bir ilim (ilm-i ledün) verdiği kul (Hızır)  Mûsâ’ya kılavuzluk (irşad) etmektedir."

YÛŞA‘ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

HIZIR - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı tefsirinde de aşağıdaki açıklamalar yer almaktadır.

 

"Farklı görüşler bulunmakla beraber müfessirlerin çoğuna göre, kıssada geçen Mûsâ’dan maksat, İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiş ve kendisine Tevrat verilmiş olan Mûsâ’dır (bilgi için bk. Bakara 2/51 vd.). Delikanlının da  Yûsuf’un torunlarından Yûşâ b. Nûn olup  Mûsâ’nın kız kardeşinin oğlu olduğu rivayet edilir. Uzun süre  Mûsâ’nın hizmetinde bulunmuş, ondan ilim almış ve onun vefatından sonra yine bir peygamber olarak İsrâiloğulları’nın yönetimini üslenmiştir. Bazı kaynaklarda yüz on (veya yüz yirmi) sene yaşadığı ve  Mûsâ’dan sonra yirmi yedi (veya yirmi dokuz) sene İsrâiloğulları’nı yönettiği belirtilmektedir (İbn Âşûr, XIII, 360; Ahmet Suphi Fuat, “Yûşa’”, İA, XIII, 443).

Kıssada geçen ve  Mûsâ’ya ledünnî ilim (gayb ilmi) hakkında bilgi veren üçüncü şahsın kimliğine dair Kur’an’da bilgi verilmemiş olup, sadece 65. âyette “kullarımızdan biri” şeklinde geçmektedir. Ancak müfessirlerin çoğunluğu bu şahsın Hızır aleyhisselâm olduğu görüşündedir (bk. Râzî, XXI, 149; Şevkânî, III, 336). Hızır’ın ledünnî ilme sahip olduğu şüphesiz olmakla birlikte, peygamber olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.Resûlullah’ın olayla ilgili tamamlayıcı bilgiler verdiği bir açıklamasında bildirdiğine göre, bir gün  Mûsâ İsrâiloğulları’na hitap ederken kendisine, “İnsanların en bilgini kimdir?” diye sorulur, o da “Allah bilir” demesi gerekirken “benim” diye cevap verir. Bunun üzerine yüce Allah ona, “İki denizin birleştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgindir” diye vahyeder.  Mûsâ, “Rabbim, onu nasıl bulabilirim?” deyince de Allah, “Bir balık al, sepete koy; balığı nerede yitirirsen işte kulum oradadır” diye cevap verir. Mûsâ aleyhisselâm, emredileni yapıp yardımcısı Yûşâ b. Nûn ile birlikte yola koyulurlar. İki denizin birleştiği yerdeki bir kayanın yanına geldiklerinde başlarını koyup uyurlar. Balık sepetten atlayıp denizde yüzmeye başlar. Uyandıktan sonra Yûşâ balığın kaybolduğunu farkeder, fakat Mûsâ’ya haber vermeyi unutur. O gün ve bütün gece giderler. Sabah olunca Mûsâ yardımcısına, “Yiyeceğimizi getir. Gerçekten yolculuğumuz yüzünden yorgun düştük” der. Yûşâ bir gün önce kayanın dibinde uyuyup uyandıklarında balığın kaybolduğunu farkettiğini, ancak durumu Mûsâ’ya haber vermeyi unuttuğunu söyler. Mûsâ, “İşte bizim aradığımız yer orasıydı” der ve hemen geri dönerler, uyudukları yere gelerek Hızır ile buluşup tanışırlar.  Mûsâ Hızır’a ondan ilim öğrenmek için geldiğini söyleyince, Hızır “Sen benimle beraberliğe sabredemezsin” der. Mûsâ da, “İnşallah, beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem” diye cevap verir. Hızır, “Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” diye uyarıda bulunur." 

Kehf Suresi 60-61. Ayet Tefsiri - Diyanet İ şleri BaşKanlığı

 

Ayetlerde yer alan bilgilere göre insanlara özetle her olayın bir "içyüzünün" bulunduğu, bu nedenle "içyüzü" anlaşılmadan ve araştırılmadan olaylara sadece "göründüğü" gibi bakılmasının "yanıltıcı" olabileceği, her olayın bir "nedene" bağlı olduğu, hiçbir şeyin "nedensiz" olarak veya "tesadüfen" meydana gelmeyeceği, o nedenleri oluşturan ve meydana getiren bir "İrade" bulunduğu ve her olayda "Zülkarneyn" ile ilgili hikayenin dikkat alınmasınınım yani "Akıl Yetisinin" kullanılmasının öğütlendiği söylenebilir. Bu öğütler ile insanlar "Akıllarını" kullanarak her konuda işin "aslını" araştırmaya yönlendirilmekte ve ancak böyle davrandıkları takdirde hata ve yanlış yapmaktan ve sakınabilecekleri hatırlatılmaktadır.

 

Kur’an Ayetlerinde anlatılan olaylar bütün insanlar için dikkate alınması gereken bir "uyarı" niteliğindedir. Buna göre özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilen her düzeydeki "yöneticiler" toplumu kendi "inanışlarına" ya da "çıkarlarına" göre yönlendirmemeleri için uyarılmaktadır. Her şeye rağmen bu davranışlarını sürdürmeleri halinde yaptırma, yasak etme, emretme, itaat ettirme hakkı olarak yürüttükleri siyasi veya idari güçlerini devam ettiremeyecekleri bütün insanlara ve aldıkları emanetle onları yönetenlere hatırlatılmaktadır.

 

Burada diğer bazı önemli noktalara da işaret edildiği görülmektedir. Örneğin herhangi bir konuda yardım isteyenlerin asıl amaçlarını gizliyor olabileceklerine dikkat çekilmekte ve her yardım isteyene bilgi sahibi olmadan ve amaçları araştırılmadan" yardım edilmesi" halinde hiç beklenmedik sonuçlarla karşılaşılabilineceğinin dikkate alınması insanlara öğütlenmektedir. Bu saptama üzerinde düşünüldüğünde, bireylerin toplumun yönetimine talip olanlara "yönetim emanetini" verirken asıl belirleyici unsur olarak toplumun tüm "kesimlerinin" ve "ülkenin" yararını "gözetilmesi olduğunun dikkate alınması, adayların bu konuda bilgi ve "liyakate" sahip olup olmadıklarının araştırılması ve sadece bu göreve "layık" olduklarına kanaat getirilen kişi ve grupların seçilmesine özen gösterilmesi gerektiğine işaret edilmekte ve bunu gerçekleştirmek için toplum bireylerine bir "uyarı" yapıldığı görülmektedir.

 

Ayrıca insanlara bazı uyarılar yapılarak önemsemeleri gereken bazı durumlar da gösterilmektedir. Örneğin Firavun için Musa kendi saltanatına son verecek bir insan olarak kendi ortamında ve bir anlamda kendisi tarafından yetiştirilmiştir. Ancak bu durum aynı zamanda kendisini "Uyararak" azgınlığı nedeniyle karşılaşacağı "Kötü Sondan" kurtaracak bir vesile de olmaktadır. Buna göre insanlar yetiştirdikleri evlatları ile olan ilişkilerini kendileri için bir "Hüsran" veya "Övünç" vesilesi olabileceğini düşünerek yönlendirmeleri gerekmektedir. Bunun gibi, karşılaştıkları sorunların çözümünü sağlamak üzere aynı görüşte olmayan kişiler ile aralarında olan sorunları "Allah'ı" anarak ve yumuşak sözlerle çözmelerinin önerildiğini dikkate almak ve üzerinde düşünmek gerekmektedir.

 

İnsanlara yapılan bir diğer uyarı olarak Allah'a inanmış ve iman etmiş insanların ilişkide oldukları diğer insanların aşırı derecede kötü davranmasından yahut azmış olmalarından endişe duymaları halinde, "Allah'ın" onlarla beraber olduğunu, onları işittiğini ve gördüğünü hatırlatmaları ve O'na güvenerek işlerini doğru yapmaları veya yürütmeleri için Allah’ın lütfu olan “Vicdanlarına” yönelerek O’ndan yardım istemelerinin gerektiği anlatılmaktadır.

 

Ayetlerde "Büyü" yapıldığı ve böylece iplerin ve sopaların gerçekten "Koşuyor" gibi göründüğü belirtilmektedir. Bu Ayetlerdeki anlamı ile Büyünün, günümüzde "İllüzyon" olarak tanımlanan "Gerçeğin değişik bir şekilde algılaması" olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi bu yöntem geçmiş zamanlarda olduğu gibi halen bazı "Yetenekli" birçok kişi tarafından bir eğlence aracı olarak yapılmaktadır.

 

Musa ile ilgili olarak açıklanan olayda özellikle toplum yöneticilerinin etrafındaki yardımcı ve "Danışmanlarının" ne kadar "Önemli" olabileceğine dair uyarılar bulunmaktadır. Toplum Yönetimi "Bir Şekilde" kendisine "Emanet" edilen insanların bir olay üzerinde danışmanları ile görüşürken onların her önerilerini her zaman "Doğru" olarak değerlendirmemeleri gerektiği bu olayda gösterilmektedir. Buna göre verilecek kararın getireceği "Sorumlulukların" dikkate alınmasının ve sadece "Yalakalık" yaparak kendisini "Onaylayanlar" yerine olay üzerinde gereğince araştırma ve değerlendirmeler yapabilecek nitelikte olan "Danışmanlar" seçilerek onlarla birlikte verilecek kararın tüm toplum "Yararına" olmasına itina edilmesinin gerekli olduğuna işaret edilmekte, aksi halde hiç "Beklenmeyen" sonuçlar ile karşılaşılabileceği hatırlatılmaktadır.

 

Öte yandan tüm insanlara yaşamları sırasında sonunun ne olacağını "Düşünmeden" karar vermemeleri ve özellikle önemli bir iş yaparken bu işin nereye gidebileceğini "Düşünmeleri" öğütlenmektedir.

 

Bu öğütlerin özellikle elde ettikleri "Güç" ile her istediklerini "Yapabileceklerini" düşünen toplumu yöneten insanlar tarafından dikkate alınması beklenmektedir. Zira Allah, bu tür uygulamalar ile “güçsüz düşürülenlere” lütufta bulunarak onları bu durumdan kurtarabileceğine, onları toplumun öncüleri ve topluma mirasçı yaparak önderleri kılabileceğine yani alttakileri üste, üstekileri alta indirebileceğine dikkat çekmektedir. Bu şekilde insanları güçsüz duruma sokanların "Korktukları" şeyin başlarına geleceği açıklanmaktadır.

 

Tüm insanlara bu kadar "Uyarı" yapılmış iken hala Akıllarını işletmeyip Allah'ı ve "Tek Yaratan" olduğunu kabul etmemelerinin ve daha da ileri gidip "Kendisinin" Tanrı olduğunu ileri sürmeleri veya insanlara gönderilen "Uyarıcı" Peygamberleri "Tanrı" olarak kabul etmelerinin onları hüsrana uğratacağı ve bu durumdan ancak kendilerine ölüm gelmeden önce Allah'a iman etmeleri halinde "bağışlanacakları" bildirilmektedir.

 

Etrafındaki "Sihirbazların" Musa tarafından anlatılanlar ve gösterilen mucizeler karşısında "Harun'un ve Musa'nın Rabbi olan Allah'a" iman ettiklerini açıklayıp Firavun'u itaat etmemeleri üzerine Firavun'un öfkelenerek tüm olanaklarını seferber ettiği, şehirlere toplayıcılar göndererek bir güç oluşturduğu ve sayıları az, bölük pörçük bir cemaat olarak gördüğü Musa ve ona inanan topluluğu ortadan kaldırmayı kararlaştırdığı anlaşılmaktadır.

 

Andolsun ki biz Musa'ya: “Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da yetişilmesinden korkmaksızın ve endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç” diye vahyetmiştik. (45/77), (20/77)

Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi. (45/78), (20/78)

Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi. (45/79), (20/79)

Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr'un sağ tarafına size vade tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik. (45/80), (20/80)

Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir. (45/81), (20/81)

Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım. (45/82), (20/82)

Musa'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz” diye vahyettik. (47/52), (26/52)

Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi: (47/53), (26/53)

"Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır." (47/54), (26/54)

"Kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir." (47/55), (26/55)

"Biz ise, elbette uyanık bir cemaatız." (47/56), (26/56)

Ama sonunda biz onları bahçelerden çıkardık. (47/57), (26/57)

Pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir yerden çıkardık. (47/58), (26/58)

Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık. (47/59), (26/59)

Derken gün doğumunda onların ardına düştüler. (47/60), (26/60)

İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: “İşte yakalandık!” dediler. (47/61), (26/61)

Musa: “Asla!” dedi, “Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.” (47/62), (26/62)

Bunun üzerine Musa'ya: “Asân ile denize vur!” diye vahyettik, derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu. (47/63), (26/63)

Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. (47/64), (26/64)

Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. (47/65), (26/65)

Sonra ötekilerini suda boğduk. (47/66), (26/66)

Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. (47/67), (26/67)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (47/68), (26/68)

 

Yüce Allah Musa'yı bu durum karşısında "Uyararak" bulundukları yerden yetişilmesinden korkmaksızın ve endişe etmeksizin geceleyin yola çıkmalarını ve onlara denizde "Kuru bir yol açmasını" vahiy ettiğini belirtmektedir.

 

Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da siz bakıp dururken denizde boğduk. (87/50), (2/50)

 

Böylece Musa'nın toplumunu Firavun harekete geçmeden bulundukları yerden denize doğru götürdüğü ve Allah'ın "İzni" ve "İradesi" ile denizde açılan kuru bir yolu izleyerek diğer tarafa ulaştırdığı, onların peşine düşen Firavun'un da askerleri ile birlikte denize gömülüp boğuldukları anlaşılmaktadır.

 

Ayetlerde, Firavun toplumunun sonuçta ve sahip oldukları değerli şeyleri ve hazineleri bırakarak bulundukları yerlerden evlerinden, bahçelerinden, pınarlardan çıkarıldıkları ve İsrail oğullarını onlardan geriye kalanlara mirasçı kılındığı, yani onların iktidarının yıkılarak çağının kudretli medeniyetini kurma görevinin İsrail oğullarına verildiği belirtilmekte ve "Uyanık" olmakla kendisine çok güvenen Firavunun kendisi ile birlikte kavminin de sonunu getirdiğine işaret edilmektedir.

 

Allah Firavunun kavmini saptırdığını ve onları doğru yola sevk etmediğini bir "Uyarı" olarak yönetimi altında bulunan topluma karşı olan sorumlulukları açısından dikkate alınmak üzere tüm "Yöneticilere" ve tüm insanlara hatırlatmaktadır. Ayette belirtilen "Saptırma" tanımlaması sadece "Yaratanı İnkâr" anlamında değil, fakat en az onun kadar "Vebali" olan Yaratan'a inanmış görünerek toplumu çıkarları doğrultusunda yönlendirme ile ilgili her türlü eylemi kapsamaktadır.

Bu tür Ayetler incelenirken anlatılan "Olağanüstü" olayların yukarıda belirtildiği gibi, tüm "Yaratılışı" yürütmekte olan muhteşem "Yaratıcı" gücün insanlara öğüt vermek üzere "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerine "Yansıtılmış İradesi" ile madde yapılarını değiştirdiğinin veya bu durumları algı olarak gerçekleştirdiğinin üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.

15 HARUN

                                                                                                                                                         KONU BAŞLIKLARI                                    

Yüce Allah, Musa'nın Allah'a ve onun "Tek Yaratan" olduğuna samimiyetle ve gerçekten inanmış (İhlas Sahibi) olduğunu, ona hem peygamberlik verildiğini (Nebi) ve hem de kendisine insanlara iletilmek üzere uyarı, öğüt ve önerilerinin "Vahiy" edildiğini (Resul) bildirmektedir. Ayrıca, Peygamberlik görevinin "Tûr" dağının sağ tarafından ona "Seslenilerek" iletildiğini ve ona olan "Merhametinin" bir sonucu olarak görevini yürütmesinde yardımcı olmak üzere kardeşi Harun'u da kendisine "Peygamber" olarak armağan ettiğini bildirmektedir.

 

Kitap'ta Musa'yı da an, gerçekten o ihlas sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi. (44/51), (19/51)

Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık. (44/52), (19/52)

Rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun'u bir peygamber olarak armağan ettik. (44/53), (19/53)

 

Buna göre Musa'nın kardeşi olan Harun'un da Yüce Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Peygamberlik görevinin yürütülmesini kolaylaştırmak üzere, bir "Nimet" olarak, Musa'ya ve Harun'a "Liderlik" niteliklerinin ve "Apaçık Anlaşılan" bir "Kitabın" verildiği ve her ikisinin "Doğru Yola" iletildikleri, böylece kendilerine "Yardım" edilmesi sayesinde onların ve toplumunun büyük "Sıkıntılardan" kurtuldukları açıklanmaktadır.

 

Andolsun biz Musa'ya da Harun'a da nimetler verdik. (56/114), (37/114)

Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.  (56/115), (37/115)

 

Allah, esasen "İnanmış" kullarından olduğuna işaret ettiği Musa ve Harun'a sonradan gelecek "Nesilleri" içinde daima iyi bir şekilde hatırlanmak üzere "İyi" bir "Nam" bıraktığını bildirmekte ve "Selamını" ileterek onları ödüllendirdiğini açıklamaktadır.

 

Kendilerine yardım ettik de galip gelen onlar oldu.  (56/116), (37/116)

Her ikisine de apaçık anlaşılan bir kitabı verdik.  (56/117), (37/117)

Her ikisini de doğru yola ilettik.  (56/118), (37/118)

Sonra gelenler içinde bıraktık.  (56/119), (37/119)

Musa ve Harun'a selam olsun. (56/120), (37/120)

Doğrusu biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız.  (56/121), (37/121)

Şüphesiz, ikisi de mümin kullarımızdandı. (56/122), (37/122)

Harun’un peygamberliği konusunda Firavun Toplumu, Musa Kavmi, Musa ve Tevrat, Zebur ve İncil bölümlerinde daha açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır.

16 DAVUT

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah, toplumuna ilettiklerini inkar edip kendisine inanmayanların söylediklerine "sabretmesini", İsrailoğullarına gönderdiği her zaman Allah'a yönelen ve "o kuvvet sahibi" olarak tanımladığı Davut peygamberi hatırlamasını Hz.Muhammed'e tavsiye etmektedir.  

 

Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zâtı hatırla, o, hep Allah'a yönelirdi. (38/17), (38/17)

Doğrusu biz akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, toplu halde kuşları onun emri altına vermiştik. (38/18), (38/18)

Hepsi Allah'a yönelmiştir. (38/19), (38/19)

Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik. (38/20), (38/20)

Sana davacıların haberi ulaştı mı? mâbedin duvarına tırmanıp, Davud'un yanına girmişlerdi de Davud onlardan korkmuştu; (38/21), (38/21)

Onlardan korkmuştu; (38/21), (38/21)

"Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster" dediler. (38/22), (38/22)

“Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken "Onu da bana ver" dedi ve tartışmada beni yendi.” (38/23), (38/23)

Davud: “Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az!” dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi. (38/24), (38/24)

Sonra bu tutumundan dolayı onu bağışladık, kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır. (38/25), (38/25)

“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (38/26), (38/26)

Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. "Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin" dedik, ona demiri yumuşattık. (58/10), (34/10)

Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap, iyi işler yapın, "Kuşkusuz Ben, yaptıklarınızı görmekteyim" diye (58/11), (34/11)

Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik, biz yapmaktayız.  (73/79), (21/79)

Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik, artık şükredecek misiniz? (73/80), (21/80)

 

Hz.Muhammed'e yapılan bu hatırlatma dolayısı ile inanmış mümin Müslümanlara da inkarcıların söylediklerine sabretmeleri, doğru yoldan ayrılmamaları ve her an Allah'ı anmaları öğüt verilmektedir.

 

Yüce Allah Davut peygamber ile ilgili olarak mecazen dağların akşam sabah onunla beraber tesbih ettiklerine, toplu halde kuşları onun emri altına verdiğine ve hepsinin Allah'a yöneldiklerine işaret etmektedir. Bu nitelikleri ile Davud'un hükümranlığını kuvvetlendirdiğini, ona ilim, bilgi (Hikmet) ve güzel konuşma yeteneği verdiğini bildirmektedir. Böylece "tüm yaratılmışların" Allah'a yönelmiş oldukları bütün insanlara da hatırlatılmaktadır.

 

Burada Ayetlerde belirtilen dağların Allah'ı "tesbih" etmelerinin ve kuşların Davut'un emrinde olmalarının nasıl gerçekleşmiş olabileceği üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.

 

Daha önce Evrenin Yaratılması bölümünde belirtildiği gibi, bu ortamda bulunan her şeyin Yüce Allah tarafından "yaratılışı", yapılarındaki en küçük parçasını oluşturan ve zamanımızda "Atom Altı Parçacıklar" olarak tanımlanan "unsurların" etkileşimleri ile gerçekleşmektedir.  Atom Altı Parçacıklar Allah'ın "Yaratılış" sırrı olarak "Kendisi" ile "Bağ" oluşturmuş ve bu bağ ile tüm Atom Altı Parçacıklar bünyesine her değişime karşı nasıl bir şekil alacağını veya nasıl tepki vereceğini bir "Bilinç" olarak yerleştirmiştir. Yaratılmış olan ve bu bağ ile her biri başka bir oluşuma kaynak olan Atom Altı Parçacıkların her an verdikleri bu tepkiler ve aldıkları yeni şekiller, Yüce Yaratan'ı anma ve Allah'ın zatında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlıklardan uzak olduğunu ifade etme ve teyit etme niteliğindedir ve Ayetlerde (Tesbih) olarak değinilmektedir.

 

Yüce Allah Davud ve Süleyman'a doğru ve sağlam "Muhakeme Gücü" ve "İlim" verdiğini ve "Doğadaki Her Şey" gibi her an Allah'ı Tesbih Eden kuşları ve dağları ona boyun eğdirdiğini açıklamaktadır.

 

Buna göre Allah, Davud'a "Dağları" ve "Kuşları" oluşturan Atom Altı Parçacıklar üzerinde etkili olabilmesini sağlamış ve onların "Tesbih" etmelerini anlama ve hissetmesini mümkün kılmış ve onlarla beraber "Tesbih" etmesine izin vermiş ve böylece hepsini ona yöneltmiştir. Bu durumun Davud'un beyin hücrelerindeki Atom Altı Parçacıklarının bazı diğer oluşumlar ve yapılar ile bazı hayvanların beyin hücrelerindeki Atom Altı Parçacıkları üzerinde etkileşim yapabilmesi ile mümkün olabileceği düşünülebilir. Bu ancak insanların ileri bilgilere sahip olmaları durumunda daha anlaşılır olabilecektir.

 

Bu nitelikleri ile peygamberlik yapan ve toplumuna liderlik eden Davud ile ilgili olarak "özel" bir olaya işaret edilmektedir. Bu öyküde iki kişinin onun yaşadığı mabede duvarları tırmanıp girdiği ve Davud'un bundan korktuğu belirtilmekte, "Kardeş" olan bu kişilerin ondan aralarındaki bir anlaşmazlığı çözmesini istedikleri ve Davud'un bu sorunu insanların temel niteliklerinden olan "Açgözlülük" üzerine dikkatlerini çekerek ve "Sadece iman edip iyi işler yapanların" bu durumdan kurtulabildiklerini onlara anlatarak sorunu çözdüğü anlatılmaktadır. 

 

Bu durumun Allah'ın kendisini sınamak için başına geldiğini düşünen Davud'un Allah'a yönelip secdeye kapandığı ve O’ndan bağışlanmasını dilediği belirtilmektedir.

 

Günümüzde burada belirtilene uyan ve benzeyen birçok olay meydana gelmektedir. İnsanlar Allah'ın kendilerine bir "Lütuf" olarak Hz.Muhammed'e "vahiy" yolu ile "İndirdiği" eşsiz bilgiler, örnek ve öneriler ile onların "Doğru Yolu" bulmalarına kılavuzluk edecek olan Kur’an’ı Kerim'i okuyup anlamaları durumunda bu tür olayları fark edecekler ve çıkış yolunu akılları ile bulabileceklerdir. Ancak bunu yapabilecek insanların "çok az" sayıda olduklarına da işaret edilmektedir. İnsanların akıl edip bu "Az" sayıdaki gruba dahil olmaya gayret göstermeleri gerektiğine böylece işaret edilmektedir. Burada Davud'a yapılan "İnsanlar arasında Adalet ile hüküm verilmesi, heva ve heveslere uyulmaması" önerilerinin özellikle insan toplumlarını yöneten ve karar verip uygulama konumunda olan "Yöneticiler" tarafından dikkatle incelenmesi ve anlaşılması önem taşımaktadır. Aksi halde doğru yoldan kolaylıkla ayrılmış olunacağı ve doğru yoldan ayrılanlara "Hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap" olduğu açıkça anlatılmaktadır.

 

Davud'a dağların ve kuşların onunla beraber tesbih etmelerinin yanında "Demiri yumuşatarak" dağlar ve kuşlar gibi onun emri altına girmesinin bir üstünlük olarak sağlandığı, böylece geniş zırhlar imal etmesinin ve demiri ölçülü olarak dokumasının öğretildiği belirtilmektedir. Allah Davud'a ve Kavmine "Kuşkusuz tüm insanların yaptıklarını görmekte olduğunu" hatırlatarak iyi işler yapmalarını öğütlemektedir. Doğal olarak bu öğütler Hz.Muhammed'e de yapılmış olmakta ve tüm insanlar tarafından ve de özellikle toplumu yönetenler tarafından dikkate alınması gerekmektedir.

 

Davut’un peygamberliği konusunda Tevrat, Zebur ve İncil, İsrailoğulları, Yahudilik, Hristiyanlık (Ehli Kitap) ile İlgili Açıklamalar ve Süleyman bölümlerinde daha fazla bilgiler bulunmaktadır.

17 SÜLEYMAN

                                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

Kur'an Ayetlerinde Süleyman'ın Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlerde olduğu gibi Süleyman'a da "vahiy edildiği" ve "iyi davranmalarının" mükafatı olarak doğru yola ulaştırıldığı bildirilmektedir.

 

Biz ona İshak ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik;

Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. (55/84), (6/84)

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,

Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

 

Ayrıca Süleyman'ın Davud Peygamberin oğlu olduğuna işaret edilmekte ve daima Allah'a yönelen peygamberlerden olduğu belirtilmektedir.

 

Biz Davud'a Süleyman'ı verdik, Süleyman ne güzel bir kuldu! doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi. (38/30), (38/30)

Akşama doğru kendisine, üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. (38/31), (38/31)

Süleyman: “Gerçekten ben mal sevgisini, Rabbimi anmak için istedim” dedi, (38/32), (38/32)

Nihayet güneş battı. “Onları tekrar bana getirin" dedi, bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı. (38/33), (38/33)

Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü. (38/34), (38/34)

Süleyman: “Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın” dedi. (38/35), (38/35)

Bunun üzerine biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, (38/36), (38/36)

Bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, (38/37), (38/37)

Demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. (38/38), (38/38)

"İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver ister tut; hesapsızdır" dedik. (38/39), (38/39)

Doğrusu onun, bizim katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır. (38/40), (38/40)

 

Allah, Davud'a kendisinden sonraki Hükümdar ve Peygamber olarak oğlu Süleyman'ı verdiğini ve onun çok güzel bir insan olduğunu, daima Allah'ı andığını ve O'na yöneldiğini, Süleyman'a çok gösterişli ve safkan koşu atlarının sunulduğunu bildirmektedir.

 

Bu çok tutkulu sayılabilecek sevgiyi yine kendisi hemen yorumlamış ve etrafındakilere ve kavmine bu "Mal Sevgisini" bu güzellikleri yaratan ve her şeyin sahibi olan Yüce Yaratan'ı tanıma ve hatırlama vesilesi olması için Allah'tan kendisinin istediğini söylemiştir. Kendisine sunulan atlara o kadar güçlü bir sevgi göstermiştir ki, gün batımında onları tekrar istemiş ve bir nevi tutku ile bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamıştır.

 

Allah Süleyman'a verdiği bu "Aşırı" mal sevgisi ile onu sınadığını ve tahtının üzerine bırakılan bir ceset ile kendisine gösterdiğine işaret etmekte ve bu sınama sonucunda Süleyman'ın durumu anlayıp (Sonunun ne olacağını gözünün önüne getirerek) yine eski "Allah'a Teslim Olmuş Güzel İnsan" haline döndüğünü belirtmektedir.

 

Bu anlatılan durum ile, kıyamete kadar diğer insanları bir şekilde yöneten ve önderlik yapan tüm hükümdar, yönetici, lider vb. gibi insanların da Süleyman'ın içinde bulunduğu durumu fark ederek yaptığı yorumu dikkatle ve belki defalarca okuyup anlamaya ve düşünmeye çalışmaları ve bu şekilde Süleyman'ın sınanması gibi kendilerinin de devamlı olarak sınanmakta olduklarını idrak ederek kibir ve vehimlerden kurtulup Allah'ı hatırlayıp O'na teslim olup O'na dönebilmeyi becerebilmelerinin gerektiği bir öğüt olarak bildirilmektedir.

 

Burada vurgulanan en önemli hususlardan birisi de Süleyman'ın Allah'tan "Bağışlanmasını" istemesidir. Yapılan bir hatanın fark edilmesi halinde yapılacak ilk şeyin Allah'tan af dilemek olacağı bu şekilde tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Ayrıca, ulaşılması veya sahip olunması istenen her şeyin yine ve sadece Allah'tan talep edilmesinin gerektiği de hatırlatılmaktadır. Bu noktada insanların Allah'tan istenen herhangi bir şeyin hemen olmasını beklemeleri hemen tüm insanların düştükleri bir yanılgıdır. Zira Allah'tan istenen bir şeyin olması ve o şeye kavuşulması sihir gibi olmamaktadır. Allah kendisini tanıyıp, teslim olarak iletişime geçen ve bunda samimi olan insanların bu isteklerinin oluşabilmesi için, esasen insanın Ruhunun "kendisi" olduğundan, o andan sonraki davranışları üzerinde, bu Ruhunun yine Allah'ın Evren'in yaratılması sırasında "düzenlediği" veya hazırladığı" bütün değişmez "kurallar ve koşullar" çerçevesinde (Allah'ın Kanunları) olmak üzere, "Yönlendirici" etkiler yaparak insanların belli bir zaman süreci içerisinde onlara ulaşmalarını sağlamaktadır. Bu durum daima hatırda tutulmalı ve isteklerine bir şekilde ulaştıktan sonra insanların bunları kendi kararlarının bir sonucu olarak görerek önceki yalvarışlarını unutmaması gerekmektedir.

 

Ayrıca, insanların tüm isteklerinin karşılanacağı gibi bir düşünceye de kapılmamaları gerekir. İşte bunların takdiri ve yönlendirilmesi sadece ce sadece Allah'a aittir. İnsanlardan bu ince hususu idrak etmeleri beklenmektedir.

 

Allah Süleyman'ın bağışlanması ve ona "hükümranlık" vermesi şeklindeki taleplerini kabul ettiğini ve "Rüzgarı", "Bina kuran ve dalgıçlık yapan Şeytanları" ve "Demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları" onun emrine verdiğini ayette belirtmektedir. Böylece Allah, Süleyman'ın kavmi üzerindeki hükümranlığını son derece etkili ve güçlü olmasına sağlamıştır. Lütfedilen yetenekleri ile rüzgârın yönü ve şiddeti üzerinde etkili olabilmekte ve bu niteliğinin kullanılması sonucunda insanlar üzerinde korku ve buna bağlı hayranlık oluşturabilmektedir.

 

Süleyman'ın bu özel yetenekleri, bu ortamdaki her şey için geçerli olduğu gibi, rüzgârın oluşmasında ve yönlenmesinde de atom altı en küçük parçacıklar etkili olmaktadır. Allah Süleyman'ın bilincini kullanarak rüzgâr oluşumu ve yönlenmesini etkilemek üzere havakürede yer alan bu en küçük parçacıklar üzerinde istediği etkiyi yapmasına izin vermiştir. Diğer bir anlatımla, Süleyman'ın bu isteği ve duası havaküredeki en küçük atom altı parçacıklara bir "Etki" oluşturmakta ve bu parçacıklarda Allah tarafından yerleştirilmiş bulunan "Bilinçli Enerji" bu etkiye karşılık duada belirtilen tepkileri ortaya çıkarmaktadır.

 

Bu şekilde atom altı en küçük parçacıkların oluşturduğu düzende bir etkinin ortaya çıkması, öncelikle Allah tarafından takdir edildiğinde ve yine O’nun izni ve bilgisi doğrultusunda Allah'ın ruhundan bir "esinti" taşıyan akıllı insanların Allah'a yönelik duaları ile ve diğer canlıların içgüdüleri ile yaptıkları hareket ve davranışları ve nihayet bu şekilde oluşan tüm etkilere verilen tepkilerin yeni bir etki oluşturmaları olarak özetlenebilir. İşte Yüce Yaratan'ın iradesi ile bu Dünya ortamında yer alan ve bir çok örneği Kur'an’da (Hz.Muhammed'in Miracı vb. gibi) ve diğer Kutsal Kitaplarda belirtilen (İsa'nın ölüleri diriltmesi vb. gibi) ve bizim "İmkansız" olarak gördüğümüz ve belki de "Asla Anlayamayacağımız" oluşumlar mümkün olmaktadır.

 

Aynı şekilde bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanlara emir ve talimat verme yetkisini vermiştir. Allah'ın "İzni" ile tüm takdir ettiklerini "Gerçekleştiren" bu melekler Süleyman'ın bilincinde oluşan istek ve emirlerini "Elektromanyetik Dalgalara" benzer bir şekilde "Havaküreyi" oluşturan en küçük parçacıkların etkilenmeleri sonucunda aldıktan sonra gerek bina yapımı gerekse dalgıçlık işlevlerini yine ilgili ortamlardaki en küçük parçacıkları etkilemek suretiyle yerine getirmekte ve bu oluşumlar insanlar üzerinde korku ve hayranlık oluşturarak Süleyman'a tartışmasız bir "Hükümranlık" sağlamaktadır. Burada belirtilen demir halkalara bağlı diğer yaratıklar ile ilgili olarak yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, insanlar üzerindeki her türlü direncin yok edilmesi için onlara bu şekilde oluşumların "gösterildiği" söylenebilir.

 

Allah, izni ve takdiri ile kendisinden dilekte bulunan Süleyman'a belirtilen yetenekleri "bağışladığını" ve onu bu yeteneklerini kullanmakta "serbest" bıraktığını belirtmektedir. Zira Süleyman'ın Allah nezdinde büyük bir değerinin ve güzel bir yerinin bulunduğu insanlara anlatılmaktadır.

 

Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: “Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun” dediler. (48/15), (27/15)

Süleyman Davud'a vâris oldu ve dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.” (48/16), (27/16)

Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu. (48/17), (27/17)

Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” dedi. (48/18), (27/18)

Onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: “Ey Rabbim! Beni gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” (48/19), (27/19)

 

Allah'ın Davud ve Süleyman Peygamberlere özel anlamlarda "İlim" ve "Ayrıcalık" verdiğine ve Davud ve Süleyman sahip oldukları bu durumları için "Allah'ı "Yücelterek" teşekkürlerini ifade ettiklerine işaret edilmektedir. Davud'un oğlu olan Süleyman'ın Allah'ın bir lütfu olarak kendilerinin kuşlar ile iletişim kurabildiklerini, her şeyden bilgilerinin bulunduğunu, Cin ve Şeytan Meleklerine hükmedebildiklerini halkına açıkladığı belirtilmekte ve Süleyman tarafından cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduların toplanıp hepsinin bir arada düzenli olarak sevk edildikleri açıklanmaktadır. Süleyman'ın sahip olduğu bu "Güce" rağmen insanlara ve hayvanlara karşı daima merhamet gösterdiği ve daima kendisine lütfedilenleri düşünerek Allah'a dua ettiği belirtilmektedir.

 

Ayetlerde belirtilen hususların bir "Hikâye" gibi düşünülmemesi gerekmekte ve insanların sahip oldukları "Her ne ise" onlar için Allah'ı anmalarının ve yüceltmelerinin gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

u anlamda tüm insanlara, Süleyman'ın yaptığı gibi Allah'a içtenlikle dua etmelerinin onlara bu Dünya ortamındaki yaşamlarında "Doğru Yolu" bulmalarında ve her konuda yardımcı olacağı bildirilmektedir.

 

Ayette Süleyman'a "sabah gidişi bir aylık mesafe akşam dönüşü yine bir aylık mesafe" olan "rüzgârın" verildiği ifade edilmektedir.

 

Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık; Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı, onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. (58/12), (34/12)

Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin, kullarımdan şükreden azdır! (58/13), (34/13)

Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi, yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı. (58/14), (34/14)

Davud ve Süleyman'ı da bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı, bir gurup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik. (73/78), (21/78)

Böylece bunu Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm ve ilim verdik.  (73/79), (21/79)

Süleyman'ın emrine de kasırga rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.  (73/81), (21/81)

Şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden ve bundan başka işler görenler vardı, Biz onları gözetim altında tutuyorduk.  (73/82), (21/82)

 

Süleyman'a verildiği belirtilen "rüzgâr" ile ilgili olarak Süleyman’ın bütün rüzgârlara egemen kılındığı gibi bir anlamı taşımadığı ve Süleyman’ın emrine verilen özel bir rüzgârın söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Bu rüzgârın Allah'ın Süleyman’ın savaş veya ticaret gemilerinin seyrine uygun olarak bir ay Filistin sahillerindeki limanlarından yola çıkan gemileri için doğu istikametinde, bir ay da bunların aynı yere dönmelerini sağlayan batı istikametinde dönemlik rüzgârlar estirdiği şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Buna göre rüzgârın Süleyman'ın "Emri" ile ordularını, ticaret kervanı ve filolarını istediği yere götürmesinin ve yine rüzgâr vasıtasıyla bereketli yurduna yani Kudüs’e dönmesinin sağlandığı, böylece "Peygamberliğinin" yanında bölgenin en güçlü kralı ve devletinin de en zengin devlet haline geldiği anlatılmaktadır.

 

Rüzgâra "hükmetme" olarak anlaşılan bu durumun, Süleyman'a rüzgârın bu uzaklıktaki bölgelerde vereceği kararlara göre "esmesini" sağlamak üzere "yetki verildiği" ve bu yetki ile havaküredeki (Atmosfer) tüm elementlerin atom altı parçacıkları üzerinde düşünceleri (Beyin Dalgaları) ile "uzaktan" etki ederek "gereken" zincirleme etkileşimleri başlatması sonucunda meydana geldiği söylenebilir. Bu durumda Cinler ile ilgili Ayetlerde verilen bilgilerden yararlanılarak, Süleyman'ın "Düşüncelerinin" havaküre elementlerinin atom altı parçacıklarına iletilmesinin "Cinler" tarafından gerçekleştirildiği varsayılabilir.

 

Ayrıca Süleyman için bakır madenini sel gibi akıcı hale getirildiği, "Cinlerden" bir bölümünün onun emrinde çalıştırıldığı, onların Süleyman'ın isteğine göre mabetler, heykeller, geniş havuzlar ve sabit büyük kazanlar yaptıkları ve onlardan (Cinler) Allah'ın emrinden sapanların da alevli azaba uğratıldıkları bildirilmektedir. Bunun dışında Süleyman'ın emrinde bulunan Şeytanların (Cinlerin) onun için dalgıçlık ederek inciler çıkardıkları ve bundan başka işler gördükleri ve Allah'ın bu işleri yaparken onları gözetim altında tuttuğu açıklanmaktadır.

 

Bilimsel çalışmalar ve buluşlardan edinilen bilgilere göre Evren ve Dünya ortamının "canlı veya cansız" olarak tanımlanan bütün "maddelerin" bünyelerini oluşturan "temel" yapıları, "hücre" ve "molekül" olarak adlandırılmaktadır. Bu ortamdaki bütün hücre ve moleküllerin de tamamen "aynı" niteliklere olan "Atom Altı Parçacıkların" birbirleri ile "etkileşimleri" sonucunda sayısız çeşitlilikte "varlıkları" meydana getirdikleri bilinmektedir. Buna göre herhangi bir madde yapısının veya canlı varlığın bu ortamda ortaya çıkması, diğer madde veya varlıklarda bulunan çok sayıdaki "atom altı parçacıkların" bir "ilk etki" ile başlayan "zincirleme etkileşimleri" ile gerçekleşmektedir. "Yaratılışın" gerçekleşmesi ve sonrasında bu yaratılanların gelişmesi (evrim) ve bu çerçevede değişime uğraması (mutasyon) bu "zincirleme etkileşimler sonucunda mümkün olmaktadır. Yüce Allah algılayabildiğimiz "her şeyin" ve bilemeyeceğimiz diğer "takdir ettiği" başka her türlü oluşumların gerçekleşmesini yürütmek üzere "kendi yapısına benzer" olarak ve kısıtlı bir "karar verme yetkisi" vererek "enerji esaslı" bazı unsurları (Melek ve Şeytan) "yaratmış" olduğunu Ayetlerinde bildirmektedir. Bu unsurlar, bu atom altı parçacıkların "özü" olan ve ancak bir "Sır" olarak açıklanabilen ve askında Allah'ın bir "esintisi" olan bu "Gücü" yöneterek Allah'ın "İradesi" çerçevesinde maddelerin ve varlıkların oluşmasına yol açan asıl ve ilk tepkileri vermelerini sağlamaktadır.

 

Melekler ve Şeytanlar bölümünde açıklandığı gibi, Yüce Yaratan'ın tüm ortamlarda "Takdir" ettiği her şeyi "gerçekleştirmek üzere "kendi yapısına benzer" olarak yaratmış olduğu "enerji" esaslı "unsurlar olan Meleklerin "Şeytan, Cin, İfrit" olarak tanımlanan bir bölümü, bu Evren ve Dünya ortamındaki "madde" yapılandırılmasını yürütmektedir. Her ne kadar özellikle Dünya ortamında "bazı işlemler" bu ortamda "bir süre" yaşamaları Allah tarafından uygun görülen "Akıllı İnsanlar" tarafından "başlatılan" etkileşimler sonucunda gerçekleşiyorsa da, bu gerçekleşmeyi sağlayan "Atom Altı Parçacıkların" zincirleme etkileşimleri "Şeytan-Cin" olarak tanımlanan unsurlar tarafından "yürütülmektedir". Bu nedenle Ayette Süleyman'ın "emrinde" olduğu belirtilen "Şeytanların-Cinlerin" onun isteğine göre mabetler, heykeller gibi şeyleri veya dalgıçlık yapmaları için bu işleri yapacak olan "insanların düşüncelerini ve kararlarını" yönlendirdikleri ve ilgili "madde" yapılarının atom altı parçacıklarını etkileyerek Ayette belirtilenleri" gerçekleştirdikleri" söylenebilir.

 

Ayetlerdeki bu ifadelere göre Allah, bugün kalıntıları bulunan "Süleyman Mabedinin" yapımında "Cinlerin" de çalıştırıldığını açıklamaktadır. Tevrat’ta ayrıntılı bir şekilde tasvir edilen "Mabedin" günümüzde sağlam kalan bir duvarının (Ağlama Duvarı) Yahudi toplumu tarafından bu nedenle "kutsallaştırıldığı" anlaşılmaktadır.

 

Yüce Allah, "Kulları" arasında bile şükredenlerin az olduğunu hatırlatarak Davud'un "Ailesine" hitaben sahip oldukları için "Şükretmelerini" öğütlemektedir. Aslında bu öğüt manevî anlamda Davud'un kavmi olan bütün "İnsanlara" bir "Uyarı" olarak verilmekte ve onlardan kendileri ile ilgili "Her Şey" için Allah'a "Şükretmeleri" beklenmektedir.

 

Öte yandan Süleyman'ın ölümüne "Hükmedildiğinde" ölümünün onun değneğinin bir ağaç kurdu tarafından yenilmesi sonucunda kırılması ile yere yıkılması sonucunda gerçekleştiği ve bu durumun Süleyman'ın hükmü altında bulunan cinler tarafından bilinemediği zira cinlerin gaybı bilselerdi bunu önleyebilecekleri ve o küçük düşürücü azap içinde kalmayacakları anlatılmaktadır.

 

Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi, yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı. (58/14), (34/14)

 

Buna göre insanların ve yaratmış olduğu diğer "soyut" varlıkların da "Gayb" hakkında açık bir bilgilerinin bulunmadığı bildirilmektedir.

Allah, "Hükümdarlık" ve "İlim" verdiği Davud ve Süleyman'ın bir koyun sürüsünün geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermesi ile ilgili olarak hüküm verirken onların hükümlerini bildiğini ve sonuçta Süleyman'a verdiği hükmü "Kendisinin" anlattığını açıklamaktadır. Muhammed Esed tefsirinde Arap sözlü geleneğinde yer alan bu olayın nasıl olduğu özetle şöyle açıklanmaktadır.

 

"...eski Arap sözlü geleneğinde çok bilinen Kıssaya göre, bir koyun sürüsü geceleyin yolunu şaşırarak komşu tarlaya girer ve orada ekini tahrip eder. Dâvâ, bir hükme bağlaması için Davud'un önüne getirilir.  Davud, olayın koyun sahibinin ihmalinden doğduğunu görerek, değeri, aşağı yukarı tahrip edilen ekinin değerine denk olan sürünün olduğu gibi tarla sahibine tazminat olarak verilmesine hükmeder. Ama Davud'un genç oğlu Süleyman bu cezayı fazla sert bulur; çünkü dâvâlının varı yoğu bu koyun sürüsüdür; oysa, yapılan tahribat geçici mahiyette olup, yalnızca bir yıllık ürünün, bir yıllık gelirin ziyanıyla alakalıdır. Bu sebeple Hz Süleyman, babasına hükmün değiştirilmesi gerektiğini ve koyun sürüsünün sadece bir yıllık geçici intifâ hakkının (süt, yün, o yıl doğan kuzular vb.) ekin sahibine verilmesinin, koyun sahibininse, eski haline getirinceye kadar tarlayı ıslah ve onarımla yükümlendirilmesinin ve sonunda tarlanın da, koyunların da eski sahiplerine iade edilmesinin uygun olacağını söyler. Ancak bu yolla hem dâvâcının uğradığı kayıp bütünüyle giderilmiş, hem de dâvâlı mağdur edilmemiş olacaktır.  Davud oğlunun ortaya koyduğu çözümün kendisininkinden daha adil olduğunu görerek davayı bu yönde karara bağlar. Fakat,Davud'un kendisi de, en az  Süleyman kadar derin bir adalet duygusuyla hareket ettiği içindir ki, Allah -Kur'an'ın deyişiyle- "onların bu hükümlerine tanıktı".

http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=31&sid=21

 

Burada önceki dönemlerde Yahudi-Hristiyan kültürünün ve İslam öncesi Arap halk kültürünün ayrılmaz parçası olan sözlü geleneklere atıfta bulunulmaktadır. Böylece bu geleneklerin Ayette açıklandığı şekliyle "Yaşanmış" olduğu sonucuna varılabilmektedir. Buna göre Ayetlerde verilen bu örnek ile, insanın sahip olabileceği her türlü gücün ve ihtişamın Allah'tan olduğu, ancak bu güç ve ihtişamın her zaman bir insana verilen "Ödül" olmayabileceği, diğer insanların hakları üzerinde elde edildiğinde bu durumun ölüm sonrasında hesabı verilemeyecek büyüklükte bir "Vebale" neden olabileceği unutulmamalıdır.

 

Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kafir olmadı. Lâkin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir olmayasınız, demeden hiç kimseye sihir öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı! (87/102), (2/102)

Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı! (87/103), (2/103)

 

Süleyman ile ilgili olarak Allah Sözü Kitaplarda (Tevrat) yer alan olaylar ile ilgili olarak açıklamalar yapılarak bu konularda yapılan değişikliklere dikkat çekilmekte ve Süleyman Peygamber zamanında geçen olaylardan örnekler verilerek, o topluma sınama amacı ile gönderilen meleklerden yararlanılması konusunda insanların düştükleri yanlışlıklar anlatılmakta ve bunlardan örnek alınarak aynı hataların yapılmamasının anlaşılması istenmektedir. Bu arada, büyü yapanların "Allah'ın İzni Olmadan" hiç kimseye zarar veremeyecekleri de hatırlatılmaktadır. Buna göre Allah, büyücülere bilinçli olarak inananlara büyücülerin zarar verebileceğini insanların dikkatine getirmektedir. Büyü ile uğraşanlara da yaptıklarının kendilerine fayda değil zarar verdiği ve onlara inanıp para vererek büyü yaptıran insanların Ahiretten nasibi olmadığını da çok iyi bildiklerini, ancak bu şekilde "Çok Kötü" bir karşılık ile kendilerini sattıklarını anlamadıklarını açıklamakta ve bu insanların iman ederek kendilerini kötülükten korumaları karşılığında Allah tarafından kendilerine verilecek sevabın daha hayırlı olacağı hatırlatılmakta ve onlardan bu durumu bilmiş ve anlamış olmaları beklenmektedir.

 

Bugün de çeşitli şekilde büyü yapılması ve büyü yapılmasının istenmesi insanlar arasında vardır. Bu insanların verilen örnekleri değerlendirip yanlıştan dönmeleri gereklidir.

 

Süleyman’ın peygamberliği konusunda Sebe Kavmi bölümlerinde ayrıca bilgiler bulunmaktadır

HARUN
DAVUT
SÜLEYMAN

18 İLYAS

                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI 

Kur'an Ayetlerinde İlyas Peygamber ve toplumu ile ilgili olarak ayrıntılı açıklama bulunmamaktadır. Ayetlerde İlyas'ın Zekeriya, Yahya ve İsa gibi "iyilerden" ve "peygamber" olduğunda şüphe bulunmadığı belirtilmektedir.

 

Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da. Hepsi de iyilerden idi. (55/85), (6/85)

İlyas da şüphe yok ki, peygamberlerdendi. (56/123), (37/123)

Milletine: “Sakınmaz mısınız?" demişti.  (56/124), (37/124)

"Yaratanların en iyisi olan, sizin de Rabbiniz" (56/125), (37/125)

"Sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Ba'l'e mi taparsınız?”   (56/126), (37/126)

Bunun üzerine İlyas'ı yalanladılar.  (56/127), (37/127)

Onun için Allah'ın ihlaslı kulları müstesna; onların hepsi götürüleceklerdir.  (56/128), (37/128)

Sonra gelenler içinde, kendisine bir ün bıraktık.  (56/129), (37/129)

"İlyas'a selâm!" dedik.  (56/130), (37/130)

Şüphesiz biz, iyileri işte böyle mükâfatlandırırız.  (56/131), (37/131)

Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı.    (56/132), (37/132)

 

İslam Ansiklopedisinde çoğunlukla Yahudi dinî literatüründen kaynaklanan "Rivayetlere" yer verilmekte ve İlyas peygamberin Kitabı Mukaddes'te (Hristiyanların dinî alanda otorite kabul ettikleri, Yahudilerin kutsal kitabını da kapsayan yazılar koleksiyonu-İncil) "İlyâ" olarak anıldığı (İbranice Eliyahu ve Latince Elias) İlyas Peygamberin Harun Peygamberin soyundan geldiği ve günümüzden yaklaşık 2900 yıl öncesinde İsrail Krallığında "Baş Kâhinlik" yaptığı, Kralın Samiriye'de bir tapınak yaparak Ba'l mezhebini kurması üzerine İsrail toplumunu "Doğru Yola" ulaştırmak için Peygamber olarak görevlendirildiği açıklanmaktadır.

https://islamansiklopedisi.org.tr/ilyas

 

Ayetlerde içinde bulunduğu topluma onlardan önce yaşamış olan geçmişlerinin "Rabbi" ve "Yaratanların En İyisi" olan Allah'a karşı gelmekten "Sakınmadan" Allah'ı bırakıp kendilerinden birinin yaptığı Ba'l isimli puta tapındıklarını, bunun üzerine Allah'ın İlyas’ı peygamber olarak görevlendirerek onlara "Doğru Yola" dönmelerini ihtar ettiği ve Allah'a inanan ve Allah'ın "Razı Olacağı" şekilde davrananların (İhlaslı) dışında olan ve yapılan ihtarlara uymayan ve uyarıları yalanlayanların hepsinin "Cehenneme" götürüleceği bildirilmektedir.

 

Yüce Allah İlyas peygamberin İlyas'ın iman etmiş (mümin) insanlardan olduğuna işaret ederek toplumunu uyarmak üzere gösterdiği çabaları nedeniyle ona "ün" bıraktığını ve onu "selamladığını" böylece diğer "iyiler" gibi onu ödüllendirdiğini açıklamaktadır.

 

İlyas'ın yaptığı bu ihtar ve uyarıları, geçmişteki diğer Peygamberler tarafından bütün insanlara iletilen "Allah" ve Allah'ın "Yaratıcılığının" anlatıldığı Vahiyleri "Kapsayan" ve onları "Düzeltip Doğrulayan" Kur'an Ayetlerini dikkate almaları ve davranış ve inançlarını ona göre "Düzenlemeleri" bütün insanlardan beklenmektedir.

 

Yüce Allah, esasen "İnanmış" kullarından olduğuna işaret ettiği İlyas'a sonradan gelecek "Nesilleri" içinde daima iyi bir şekilde hatırlanmak üzere "İyi" bir "Nam" bıraktığını bildirmekte ve "Selamını" ileterek onları ödüllendirdiğini açıklamaktadır.

19 ELYESA

                                                                                                                                                        KONU BAŞLIKLARI 

Kur’an’da Elyesa’nın peygamberliği ile ilgili olarak, isminin peygamber olarak yer aldığı Ayetler dışında ayrıca bir açıklama bulunmamaktadır.

 

İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. (38/48), (38/48

İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da, hepsini âlemlere üstün kıldık. (55/86), (6/86)

 

Ayetlerdeki ifadelere göre Elyesa’nın, Adem ve Eşinden sonra yaşayanlar arasından onların öğretileri doğrultusunda kendilerine iletilen "Tek Yaratan" inanışına samimiyetle inanan ve imanlarına haksızlık bulaştırmayan "İyi" insanlardan olarak Allah'ın "Dilediklerine" kitap, hikmet ve peygamberlik verip "Dereceleri” yükseltilip Âlemlere Üstün" kılınarak "Mükafatlandırılan" peygamberlerden olduğu ve İsrailoğulları’na gönderildiği anlaşılmaktadır.  

20 YUNUS

                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI 

Kur'an Ayetlerinde Yunus'un İsmail, Elyesa ve Lût gibi puta tapınmakta olan halkına Peygamber olarak gönderildiği ve onların hepsi gibi çağlarının insanlarına "Üstün" kılındığı ve kendisine “vahiy edilen” peygamberlerden olduğu bildirilmektedir.

 

Fakat ardından, Rabbi onu seçti ve onu salihlerden kıldı. (2/50), (68/50)

İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da, hepsini âlemlere üstün kıldık. (55/86), (6/86)

Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi.

Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi. (56/139), (37/139)

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

 

Yunus'un halkının kendisine inanmaması üzerine onlara "Azap" göreceklerini söyleyip uyardığı, bu duruma üzülerek görevine devam etmeden bir gemiye binerek halkından kaçtığı belirtilmekte ve bunun üzerine başına gelen olağanüstü olaylar "hikaye" şeklinde Hz.Mhammed'e ve dolayısı ile bütün insanlara bir “uyarı olarak” anlatılmaktadır.

 

Hani o, dolu bir gemiye binip kaçmıştı. (56/140), (37/140)

Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden oldu. (56/141), (37/141)

Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu.  (56/142), (37/142)

Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, (56/143), (37/143)

Tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.  (56/144), (37/144)

Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık.  (56/145), (37/145)

Ve üstüne kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.  (56/146), (37/146)

Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.  (56/147), (37/147)

Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.  (56/148), (37/148)

 

Ayetlerdeki ifadelere göre Yunus'un halkından kaçtığı gemide çekilen kur'ayı kaybettiği ve kendini "Kınayarak" bedenini suya bıraktığı ve bir "Balık" tarafından yutulduğu anlatılmaktadır. Bu sırada balığın içinde "dertlenerek" Allah'ı anıp Allah'tan başka hiçbir tanrı olmadığını, Allah'ı her türlü noksanlıklardan uzak olduğunu (tenzih ettiğini) söyleyerek dua ettiği belirtilmektedir.

 

Zünnûn'u da o öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti, nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti. (73/87), (21/87)

 

Diyanet tefsirinde Ayette geçen "Zünnun" ifadesinin Yunus peygamberin lakabı olduğu, balık tarafından yutulduğu için kendisine bu lakabın verildiği belirtilmektedir.

Enbiyâ Suresi 87-88. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

 

Ayrıca Yunus şayet dua etmese idi orada insanların yeniden diriltilecekleri zamana kadar kalacağı açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah Yunus'u daha sonra halsiz bir vaziyette dışarı çıkarttığını ve dinlendirerek güç verip hayata döndürdüğünü ve yeniden halkına Peygamber olarak gönderdiğini bildirmektedir.

 

Yunus ile ilgili bu olay Hz.Muhammed'e hatırlatılarak, insanların ona inanmamaları nedeniyle görevini yerine getirmesinde ümitsizliğe düşmemesi ve her koşulda Ayetlerini bildirmeye devam etmesi gerektiğinin bildirildiği ve böylece ona yardımcı ve destek olunduğu anlaşılmaktadır.

 

Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle, balık sahibi (Yunus) gibi olma hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti. (2/48), (68/48)

 

Aynı şekilde bütün insanlara da görevlerini liyakatle ve azimle yerine getirmeleri, Allah'tan yardım istemeleri ve asla ümitlerini kaybetmemeleri hatırlatılmaktadır.

 

Yüce Allah Hz.Muhammed'e bu telkinleri yaptıktan sonra "Rabbinin hükmünü sabırla bekle" şeklinde öğüt vermektedir. Daha önce gönderilmiş olan Yunus Peygamber gibi üzüntüye ve ümitsizliğe kapılmamasını öğütlemekte ve ona kurtuluşu “Kendisinin” verdiğini, şayet bu Peygambere bu nimeti yetişmemiş olsaydı ıssız bir diyarda kınanmış birisi olarak kalacağı ancak Allah'ın onu seçerek "salihlerden” yani iyilikle olan, dindar kişi kıldığını belirtilerek Hz.Muhammed'e göstereceği sabrın ne kadar önemli olduğu hatırlatılmaktadır.

Yunus’un peygamberliği konusunda Asur (Ninova) Kavmi bölümlerinde ayrıca bilgiler bulunmaktadır

21 ZÜLKİF

                                                                                                                                                          KONU BAŞLIKLARI 

Ayetlerde Hz.Muhammed'e “iiyilerden” ve “sabredenlerden” olduğu belirtilen Zülkif’i   hatırlaması (anması) önerilmektedir.

 

İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir. (38/48), (38/48)

İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de, hepsi de sabreden kimselerdendi. (73/85), (21/85) Onları rahmetimize kabul ettik, onlar hakikaten iyi kimselerdendi.  (73/86), (21/86)

 

Kur’an’da Zülkif’in peygamberliği ile ilgili olarak, isminin peygamber olarak yer aldığı Ayetler dışında ayrıca bir açıklama bulunmamaktadır. Ancak Hz.Muhammed'e  önerilmiş oldukları dikkate alınarak onların hatırlanmaları ve onlar gibi iyilerden ve sabredenlerden olmaları bütün insanlardan beklenmektedir. Böylece Aklını kullanan ve "doğru yola" ulaşmaya çalışan tüm insanların, onlar gibi Allah katında "Rahmetine Kabul Edilen", "Seçkin" ve "İyi Kimseler" olarak değerlendirileceklerine işaret edilmektedir.

22 ZEKERİYYA

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI 

Yüce Allah'ın İsa'dan yaklaşık 80-100 sene önce yaşadığı tahmin edilen ve o sıralarda Tevrat yazmayı sürdüren Zekeriyya'yı insanları doğru yola çağırmak üzere Peygamber olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Meryem Surenin ilk Ayetinde "Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd" olarak bildirdiği "şifre harfleri" ile Zekeriyya'ya olan rahmetinin (Merhameti ve Lütfunun) ifadesi olduğu bildirilmektedir.

 

Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. (44/1), (19/1)

Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır. (44/2), (19/2)

 

Ayette belirtilen ve "şifre harfler" olarak tanımlayabildiğimiz söz konusu "harflerin" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemektedir. Ancak Yüce Allah burada bu "şifre harflerinin" Zekeriyya'ya olan "merhametine" işaret ettiğini açıklamaktadır. Bu nedenle Zekeriyya'nın "Peygamber" olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır.

 

Bu konuda "Kur'anın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.

 

Yüce Allah ayrıca Zekeriyya’nın İlyas, Yahya ve İsa gibi "iyilerden" olduğuna işaret ederek Zekeriyya'ya da onlar gibi "peygamberlik" verildiğini belirtmektedir.

 

Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da. Hepsi de iyilerden idi. (55/85), (6/85)

 

Ayetlerde Zekeriyya ve Yahya Peygamberler ile ilgili bilgiler verilmekte ve Zekeriyya'nın her şeyi lütfedenlerin en hayırlısı ve her şeyin sahibi olarak onu yalnız bırakmaması için yaptığı duayı Allah'ın kabul ettiği açıklanmaktadır.

 

Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti: (44/3), (19/3)

“Rabbim!” dedi “Benden kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.” (44/4), (19/4)

“Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir oğul ver.” (44/5), (19/5)

“Ki o bana vâris olsun; Ya'kub hanedanına da vâris olsun. Rabbim, onu rızana lâyık kıl!” (44/6), (19/6)

“Ey Zekeriyya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahya'dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık.” (44/7), (19/7)

Zekeriyya: “Rabbim!” dedi, “Karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?” (44/8), (19/8)

Allah: “Öyledir” dedi; Rabbin: “O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım” buyurdu. (44/9), (19/9)

O: “Rabbim!” dedi, “Bana bir işaret ver.”  Allah: “Sana işaret, sapasağlam olduğun halde üç gün insanlarla konuşamamandır” buyurdu.  (44/10), (19/10)

Bunun üzerine Zekeriyya mabetten kavminin karşısına çıkarak onlara: "Sabah akşam tesbihte bulunun" diye işaret verdi. (44/11), (19/11)

Zekeriyya'yı da. Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: “Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın, (73/89), (21/89)

Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik; eşini de kendisi için elverişli kıldık.  Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler. (73/90), (21/90)

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin" dedi. (89/38), (3/38)

Zekeriyya mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: "Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler." (89/39), (3/39)

Zekeriyya: "Rabbim!" dedi," bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?" Allah şöyle buyurdu: "İşte böyledir; Allah dilediğini yapar." (89/40), (3/40)

Zekeriyya: "Rabbim! bana bir alâmet göster" dedi.  Allah buyurdu ki: "Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et. " (89/41), (3/41)

 

Ayette Zekeriyya’nın mabette “namaz kılarken” ifadesi ile onun Allah’a “dua” etmesi ve Allah’tan yardım istemesinin kast edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim diğer çok sayıdaki Ayetlerde de Hz.Muhammed'den önceki zamanlarda da gelmiş olan peygamberler tarafından da insanlara  "namaz" olarak adlandırılan ibadet önerildiği belirtilmektedir. Buna göre her peygamber kendi kavmine asıl anlamı "Dua" olan "namazın" ibadet olarak nasıl uygulanacağını ve ne şekilde dua edileceğini göstermiş ve örnek olmuşlardır.

 

Ancak bugün tüm Müslüman toplumlarda uygulanan "namaz" ise, Hz.Muhammed tarafından Medine'ye "hicret" etmesinden sonra  (622) ölümüne kadar (632) yaklaşık olarak  11 yıl boyunca "Kendisinin" uygulayıp gösterdiği şekli ve içeriği ile "En Önemli Dua" niteliğini taşıyan "ibadeti" ifade etmektedir. Bu konuda “Namaz Vakitleri ve namaz (Salat)” bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.

 

Zekeriyya'nın Allah'a yaptığı "dualar" sayesinde hiç mutsuzluk çekmediğini (bedbaht olmadığını), ancak artık yaşlandığını ve kendisinden sonra iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ettiğini, karısının da kısır olduğunu ifade ederek "Peygamberlik Görevlerinin" yürütülebilmesi için hayırlı bir nesil bağışlamasını ve kendisine ve Yakup Peygamber "soyuna" bir "varis" olarak bir oğul vermesini Allah'tan istediği bildirilmektedir.

 

Zekeriyya bu şekilde dua ederken Allah'ın "melekleri" ile kendisine "Allah'ın Kendi Kelimelerini" tasdik eden, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelediğini "vahiy ettiği" anlatılmaktadır.

 

Zekeriyya'nın bu duruma karısının kısır ve kendisinin de çok yaşlı olması nedeniyle inanmakta zorlandığına işaret edilmekte ancak Allah'ın "dilediğini" yaptığı ve Allah'ın için bunun "Kolay" olduğu belirtilmekte ve Zekeriyya'ya kendisinin de bir "Hiç" iken yaratılmış olduğu hatırlatılmaktadır. Zekeriyya'nın Allah'tan kendisine bir "işaret" vermesini istediği ve bunun üzerine kendisine bir işaret olarak insanlarla üç gün konuşmaması ve onlara işaretten başka söz söylememesi bildirildiği anlatılmaktadır. Böylece Yüce Allah'ın Zekeriyya'ya oğlu Yahya'yı müjdelediği, daha önce kimseye onunla aynı adı vermediğini onun da hayır işlerinde koşuşan, umarak ve korkarak Allah'a yalvararak Allah'a karşı derin saygı içinde olan diğer tüm peygamberler gibi İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderildiği belirtilmektedir.

 

Allah'ın Zekeriyya'ya ayrıca Kendisini (Rabbini) çok anmasını, sabah akşam tesbih etmesini (hatırlamasını) ve toplumuna da Allah'ı anmaları konusunda uyarıda bulunmasını bildirdiği açıklanmaktadır.

 

Zekeriyya'nın peygamberliği ile ilgili olarak İsa (Meryem) bölümünde de bilgi bulunmaktadır.

23 YAHYA

                                                                                                                                                          KONU BAŞLIKLARI 

Zekeriyya peygamber ile ilgili Ayetlerinde Yüce Allah'ın Zekeriyya'ya oğlu Yahya'yı müjdelediği, daha önce kimseye onunla aynı adı vermediğini onun da hayır işlerinde koşuşan, umarak ve korkarak Allah'a yalvararak Allah'a karşı derin saygı içinde olan diğer tüm peygamberler gibi İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderildiği belirtilmektedir.

 

Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik; eşini de kendisi için elverişli kıldık.  Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler. (73/90), (21/90)

 

Zekeriya'nın Allah’a yaptığı "dua" ile kendisinden sonraki nesillerin "hayırlı" olmasını talep ettiği belirtilmektedir.

 

Orada Zekeriyya Rabbine dua etti: "Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin" dedi. (89/38), (3/38)

 

Yüce Allah'ın Zekeriya'nın bu duasını kabul ettiği ve ona oğlu Yahya'yı bir peygamber olarak müjdelediği bildirilmektedir.

 

Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: "Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler." (89/39), (3/39)

 

Allah, Dünya'ya gelen Yahya Peygambere çocukluğunda ilim, bilgi, kalp yumuşaklığı ve temizlik verdiğini belirtmektedir. Ayrıca Yahya'nın Allah'tan çok sakınan, anne ve babasına çok iyi davranan, isyankâr ve zorba olmayan örnek bir insan ve "Uyarıcı" olduğu da ayrıca hatırlatılmaktadır.

 

"Ey Yahya! Kitab'a vargücünle sarıl!" ve henüz sabi iken ona ilim ve hikmet verdik. (44/12), (19/12)

Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de o, çok sakınan bir kimse idi. (44/13), (19/13)

Ana-babasına çok iyi davranırdı o, isyankâr bir zorba değildi. (44/14), (19/14) Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selam olsun! (44/15), (19/15)

 

Yüce Allah ayrıca Yahya Peygamberine doğumundan ölümüne ve Kıyamet günü diri olarak "Kabirden Kaldırılacağı" zamana kadar "Selam" ettiğini açıklamaktadır.

İLYAS
ELYESA-YUNUS
ZÜLKİF-ZEKERİYYA
YAHYA

24 İSA VE MERYEM

                                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah'ın İsa Peygamber'e "vahiy ettikleri", Kur'an Ayetlerinde "İncil" adını verdiği "Kitap" olarak belirtilmektedir. Ancak İsa Peygambere "indirilen" bu kitabın “asıl sayfalarının” İsa'dan hemen sonra tamamen yok olduğu ve halen "bulunamadığı", böylece İsa'nın aldığı vahiylere dayanan ve bütün insanlara olan "öğretilerinin" sadece İsa'nın yakınında bulunarak ona iman etmiş olan ve "Havariler" olarak tanımlanan "takipçilerinin" hafızalarında yer ettiği ve onların da İsa'dan sonra bu "öğretileri" çeşitli yörelerdeki insanlara ilettikleri bilinmektedir. Buna göre İsa'nın "bütün insanlara" ilettiği öğretileri, sadece sınırlı sayıdaki Havarilerin takipçileri olan ve "Azizler" olarak nitelendirilen "kutsal" kişiler tarafından insanlara iletilmiş olmaktadır. İsa'dan yaklaşık olarak 200 sene sonra bir araya gelen "Azizlerin" hatırladıkları "öğretileri" her biri de "İncil" olarak anılan dört adet kitapta derledikleri tarihi bir gerçek olarak bilinmektedir. Söz konusu dört "İncil" bugün Hristiyan inancının temeli olarak kabul edilmektedir. İncillerde İsa'nın Dünya'ya gelişi ile ilgili "özel durum" üzerinde çok abartılı açıklamalara ve buna bağlı olarak birtakım "yorumlara" yer verilmiş olması nedeniyle, Kur'an'daki Ayetlerde İsa Peygamber'in gerçek durum hakkında açıklayıcı bilgiler verilmektedir. Örneğin İsa’nın bu ortama gelmesi, bu ortam kurallarına uymayan bir şekilde “babasız” olarak bu ortamda yaşamaya başlayan Adem’in durumuna benzetilmiş ve böylece tüm “Akıllı” insanlardan bu durum üzerinde düşünmeleri istenmiştir. Bu konularda "İsa Kavmi" bölümünde ve “İnsanın Dünyaya Gelişi” bölümlerinde ayrıca bilgi bulunmaktadır.

 

Yüce Allah İsa'nın durumunun Adem'in durumu gibi olduğunu bildirmektedir. Allah Adem'i (İnsanları) topraktan yarattığına ve sonra ona "Ol!" dediğine ve böylece "İnsanın" oluverdiğine işaret etmekte ve ancak "Kendisinin" bildirdiğinin “gerçek" olduğunu hatırlatmakta bu nedenle de bütün insanlara İsa'nın da Adem gibi "topraktan yaratılmış" yani "ölümlü bir insan" olduğundan "şüphe edilmemesi" gerektiğini öğüt verilmektedir.

 

Allah nezdinde İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir, Allah onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi. (89/59), (3/59)

Yüce Yaratan Ayetlerinde bu Dünya ortamına "İndirmeyi” takdir ettiği tüm “insanların” bu “yeryüzünde” normal olarak çoğalmalarının cinsel birleşme yolu ile gerçekleştiğine ve anne rahminde oluşan "Ceninlerine" dört aylık olduklarında kendi "Ruhundan" gönderdiğine işaret etmektedir. Bu durumda ancak ve sadece “Allah’ın Ruhunu” taşıyan canlılar "İnsan" olarak tanımlanmaktadır.

 

"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" (54/29), (15/29)

Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır, ne kadar az şükrediyorsunuz! (75/9), (32/9)

 

Ancak Yüce Allah İsa Peygamberin bir “insan” olarak “Dünyaya Gelişinin” insanların bu Dünya ortamındaki çoğalmalarından çok daha “farklı” ve çok “özel” olduğuna işaret etmekte ve oldukça ayrıntılı olarak tüm insanlara açıklamaktadır.

 

Buna göre, "Gerçek Ortamda" bildiğimiz anlamda bir cinsel birleşme olmadan "Topraktan" yaratılmış olan Adem daha sonra "İndirildiği" Dünya ortamında da nasıl bir cinsel birleşme olmaksızın sadece Allah'ın "Ol!" emri ile "Yaratılmış" ise, İsa'nın da aynı şekilde "Ol!" emri ile Meryem'in rahminde öyle "Yaratıldığı" anlaşılmaktadır.

 

Bu durumun İsa Peygamber açısından da aynı şekilde gerçekleştiği, yani İsa Peygamberin herhangi bir "birleşme" ile değil fakat Meryem'in rahmine "indirilen" ve ancak bir "kök hücre" olarak düşünebileceğimiz "özel" hücre yapısını "Kendi Katından" Meryem'in rahmine "indirilmesi" ile Dünya'ya geldiği anlaşılmaktadır. Çünkü Ayette bu durum, Allah nezdinde İsa'nın durumunun Adem'in durumu gibi olduğu, Allah'ın onu topraktan yarattığı, sonra ona "Ol!" dediği ve onun da hemen oluverdiği belirtilmektedir.

 

Yapılan bu benzetmede İsa Peygambere ait “kök hücrelerinin”, Adem ve Havva’ya ait “kök hücrelerin” Meryem’in rahmine “indirilmiş” olduğuna işaret edildiği anlaşılmaktadır.

 

İnsanın Dünya ortamında ortaya çıkması bölümünde değinildiği gibi, Adem ve Havva'nın bu Dünya ortamında ortaya çıkmalarını ve onların "nesli" olarak "Akıllı İnsanların" bu ortamda çoğalmalarını sağlamak üzere "gerçek ortamdaki beden yapılarının" veya "kök hücrelerinin", laser ışınımı veya elektronik dalgalar şeklinde olduğunu varsayabileceğimiz "bağlantılar" üzerinden, Dünya ortamına "indirildikleri" varsayımı, Adem ve Havva'nın bu ortamda gerçek ortamdaki yapıları ile yaşamaya devam ettiklerini düşündürmektedir.

 

Zira Adem ve Havva "Arş" ortamında topraktan yaratılmışlardır ve Arş ortamında anladığımız anlamda "ölüm" bulunmamaktadır. Bu durumda Adem ve Havva’nın "Ruhsal Yapıları" ve bu yapıya eklenen "Akılları" ile Dünya ortamına “Gelmelerinin” veya Adem ve Havva’ya ait "kök hücrelerinin" "Ruhsal Yapıları" ve bu yapıya eklenen "Akılları" ile yeryüzünün “seçilen” bir bölgesinde yağan yağmur nedeniyle oluşan “çamur, balçık” haline dönüşen bir toprak alana “indirilerek” bu ortamda "Yetişkin Beden" yapıları ile "Yeniden Yaratılmalarının”, bugün “elektromanyetik” olarak tanımladığımız ve Kur’an Ayetlerinde de Allah’ın “Ol!” emri olarak belirtilen “olgu” sayesinde gerçekleştiği ve Adem ve eşinin böylece "yeryüzüne" indirilmesi ile onların Arş ortamındaki varlıklarının sona ermediği varsayılabilir. Çünkü bu ortamda yaşayan bütün insanların ölümleri sonrasında "Berzah" ortamında beklemekte olan Ruhlarının Kıyamet zamanında "yeniden diriltilme" olarak açıklanan ve artık "ölüm" olmayan gerçek ortam koşullarına göre yeni beden yapılarına "girecekleri" belirtilmektedir. Bu durumda Adem ve Havva'nın Ruhlarının da bu ortamda Dünyaya gelip birbirlerini bulduktan, çocuk sahibi olduktan sonra yaşlanıp "öldüklerinde" Berzah ortamında bekleyecekleri ve Kıyamet sürecinde ise esasen gerçek ortamda (Arş) var olmaya devam eden beden yapılarına geri dönecekleri anlaşılabilmektedir.

 

Bütün bu değerlendirmelere göre, "Gerçek Ortamda" bildiğimiz anlamda bir cinsel birleşme olmadan "Topraktan" yaratılmış olan Adem ve Havva'nın daha sonra "İndirildikleri" Dünya ortamında da bir cinsel birleşme olmaksızın sadece Allah'ın "Ol!" emri ile "Yaratılmış" oldukları ve İsa'nın da "Ol!" emri ile Meryem'in rahminde aynı şekilde "Yaratıldığı" belirtilmektedir.

 

Bu duruma örnek olarak bir madde yapısının bütün niteliklerini laser ışınımları ile üç boyutlu bir yazıcıya göndererek o maddeye ait bütün nitelikleri taşıyan bir "benzerinin" elde edildiğini gösterebiliriz. Bu yaklaşım, henüz tam olarak gerçek ortamda Ruhlarına yerleştirilen "bütün isimlerin" bilincinde olmayan "Akıllı İnsanların" bu günkü bilgi birikimi düzeyinde örnek olarak değinilen üç boyutlu yazıcıları ve klonlamada ulaşılan gelişmeleri somut olarak yapabildiği gerçeği karşısında, Evren'i oluşturan bütün "atom yapılarını" ve bilemediğimiz Evren ötesi ve öncesi her şeyi yaratmış olan "Tek Yaratıcı Gücün" Adem ve Havva'yı gerçek ortamdan bu Dünya ortamına "göndermesinin" veya "indirmesinin" tartışılamayacak kadar "gerçek" olduğunu göstermektedir.

 

Öte yandan, "memeliler" olarak sınıflandırılan canlı varlıkların tüm doku ve organlarının yapısını oluşturan "kök hücreler" ve hücrelerin genetik kopyalanması (klonlama) konularında yapılan ve halen sürdürülen çalışmalardan, bu türlerin cinsel birleşmeye gerek kalmadan tek bir bireyden ve genetik yapısı birbirinin tıpatıp aynı olarak "çoğalabilecekleri" kuramsal olarak anlaşılmış bulunmaktadır.

041-50 Emin Kansu (21yyte.org)

 

Bu konularda, 'Adem ve Soyu' ve 'İnsanın Dünyada Yaratılışı" bölümlerinde ayrıca bilgi bulunmaktadır.

 

Yüce Allah bu nedenle İsa Peygamberin durumunun Adem'in (İlk Akıllı İnsanların) durumu gibi olduğunu belirterek bu durumun ancak "Allah'ın" takdiri olarak değerlendirilmesinin ve herhangi bir kuşku duyulmadan bu şekilde anlaşılmasının gerektiğini bildirmektedir. Zira "Yaratıcılık" sadece Allah tarafından yürütülen bir durumdur ve bu şekilde meydana gelen bir "Yaratılış" sadece "Allah'a" ait bir durumdur. Yaratılış bölümlerinde açıklandığı gibi, Evren ve Dünya ortamının oluşması ve bu ortamlardaki yaratılış sürecinin "Her An" devam etmesi, madde yapısını oluşturan ve henüz niteliğini tam olarak "Çözemediğimiz" atom altı parçacıkların birbirlerini "Etkilemelerine" ve "Yaratıcı İrade" ile belirlendiği gibi bir araya gelerek bu ortamlardaki inanılmaz "Çeşitliliği" oluşturduklarına bağlı bulunmaktadır. İşte bu "Çözemediğimiz" şey ancak ve sadece "Allah" olmaktadır. O nedenle Allah İsa Peygamberin durumu ile ilgili olarak Meryem'in rahmini "Ol!" emri ile "İradesini" ileterek "Etkilemiş" ve doğrudan bir "İnsanı" oluşturmasına yönelik olarak onu şekillendirmiştir.

 

Yüce Allah Hz.Muhammed'e "vahiy" yoluyla bildirilenlerin "gayb haberlerinden" olduğunu açıklamakta ve bütün insanlara da Hristiyanlarca güvenilir sayılan metinlerde Meryem ve İsa Peygamber ile ilgili olarak yapılan açıklamaların "özünde" doğru olduğu vurgulanmaktadır. Bu nedenle İsa Peygamber ile ilgili olarak Kur'an Ayetlerinde yer alan açıklama ve bilgiler, yazılı İncil metinlerinde belirtilen açıklama ve bilgilerin "doğruluğunun" belirlenmesi açısından dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

 

Hz.Muhammed'e  Meryem ve İsa Peygamber ile ilgili olarak Ayetlerde açıklanan durum ile ilgili bu bilgiler vahiy edildikten sonra, bu konularda onunla çekişenlere, gerçekleri    nlayabilmeleri için, karşılıklı olarak sevdikleri "çocukları ve eşleri" üzerine "dua edip" Allah'tan yalancılar üzerine lanet dilenmesini önermektedir. Hz.Muhammed'in ilettiği Ayetlere inanmayanların onunla bu şekilde sevdikleri üzerine lanet okumaya cesaret edemeyeceklerine işaret edilerek Ayetlerde İsa hakkında söylenenlerin şüphe götürmeyecek şekilde "doğru" olduğunu hatırlatılmakta ve eğer yine de inanmayı yüz çevirirlerse artık onları ikna etmesine gerek olmadığı bildirilmektedir. Böylece Yüce Allah, bozguncuları hakkıyla bilen olduğunu, onlarla ilgili olarak gerekenin de "Kendi" takdirinde bulunduğunu, Allah'tan başka "ilâh" bulunmadığını ve muhakkak ki Allah'ın mutlak güç ve hikmet sahibi olduğunu bir defa daha bütün insanlara ihtar etmektedir.

 

Kitap'ta Meryem'i de an, hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. (44/16), (19/16)

Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. (44/17), (19/17)

Meryem dedi ki: “Senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen.” (44/18), (19/18)

Melek: “Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim” dedi. (44/19), (19/19)

Meryem: “Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. (44/20), (19/20)

Melek: “Öyledir” dedi; Rabbin buyurdu ki: “Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız.”. Bu, hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi. (44/21), (19/21)

Meryem ona hamile kaldı, bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi. (44/22), (19/22)

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına sevketti. "Keşke" dedi, "Bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!" (44/23), (19/23)

Aşağısından ona şöyle seslendi: "Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir." (44/24),(19/24)

"Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün."  (44/25), (19/25)

"Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: “Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım." (44/26), (19/26)

Nihayet onu taşıyarak kavmine getirdi.

Dediler ki: “Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!” (44/27), (19/27)

“Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (44/28), (19/28)

Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi.

"Biz" dediler, "Beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?" (44/29), (19/29)

Çocuk şöyle dedi: "Ben Allah'ın kuluyum. O, bana Kitabı verdi ve beni peygamber yaptı." (44/30), (19/30)

"Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." (44/31), (19/31)

"Beni anneme saygılı kıldı beni bedbaht bir zorba yapmadı." (44/32), (19/32)

"Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır." (44/33), (19/33)

İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur. (44/34), (19/34)

Allah'ın bir evlat edinmesi, olur şey değildir, O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur. (44/35), (19/35)

 

Buna göre Allah'ın İsa'nın annesi Meryem'in bünyesinde insanların bu Dünya ortamında normal olarak çoğalmalarını sağlayan cinsel birleşme olmadan "Ruhunu" gönderdiği ve İsa'nın "Cenin" halinin "Ruhu Yüklenmiş" olarak yaratıldığı anlaşılmaktadır. Ayetteki "tastamam bir insan şeklinde göründü" tanımlamasının Meryem'in bu "Görüntü" ile "Maddi" anlamda bir "Birleşme" yaşadığı anlamında olmadığı, ancak kendisine bir insan şeklinde görünen Allah'ın "Ruhunun", Meryem'in rahimindeki üreme hücrelerinin "Atom Altı Parçacıklarını" bir "Cenin" oluşmasını sağlayacak şekilde "Etkilemesi" sonucunda (Üflemesi) hamileliğinin gerçekleştiği düşünülebilir. Yüce Allah, Meryem'in hiçbir kimse ile cinsel bir teması olmadığını (Irzını iffetle korumuş olduğunu) ve ona "Ruhundan Üflediğini", böylece Allah'ın (Rabbinin) sözlerini ve kitaplarını tasdik ettiğini, onun gönülden itaat edenlerden olduğunu ve onu ve oğlunu cümle âlem için örnek ve ders alınacak üstün bir kişilik (ibret) kıldığını bildirmektedir.

 

Irzını iffetle korumuş olanı. Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için bir ibret kıldık. (73/91), (21/91)

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti; o gönülden itaat edenlerdendi. (107/12), (66/12)

 

Bu anlamda Yüce Allah Hz.Muhammed'e özellikle "ırzını" korumuş olan Meryem'i hatırlamasını ve insanlara Allah'ın ona "Ruhundan Üflediğini" ve onu ve oğlunu bütün insanlar için bir örnek ve ders almaları gereken özel bir "kişilik" kıldığını bildirmesini vahiy etmektedir. Buna göre Yüce Allah'ın İsa'yı haber vermek üzere Meryem'e rüyaya benzer bir halde "vahiy ettiği" anlaşılmaktadır.

 

Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i de an), Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için bir ibret kıldık.  (73/91), (21/91)

 

Ayrıca "melekler" aracılığı ile Meryem'e hitaben Allah'ın kendisinden bir "Kelime'yi" müjdelediğinin ve Adının Meryem oğlu İsa olduğunun vahiy edildiği belirtilmektedir. Buna göre Yüce Allah, insanlara "Kendisinden bir Kelime" olarak tanımladığı bir "Uyarıcı Peygamber" göndereceğini, adının Meryem oğlu İsa olduğunu, elini sürerek mesheden (Mesih) olduğunu, onun dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine "yakın" kıldıkları arasında bulunduğunu, "salihlerden" olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara "Peygamber olarak" konuşacağını Meryem'e "bildirdiğini" açıklamaktadır.

 

Ayette "Kendisinden bir Kelime" olarak yer alan ve İsa Peygambere işaret eden bu tanımlama ile, İsa Peygamberin Allah'ın bazı "niteliklerine" sahip olarak ve "Kendisi" tarafından indirilen (nazil olan) Kur’an gibi bir "Kelime" olduğu belirtilmektedir.

 

Melekler demişlerdi ki: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesih’tir; dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır." (89/45), (3/45)

"O, salihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak.“ (89/46), (3/46)

 

Diğer bir Ayette Meryem'in "İnsan elinin değmediğini bildirdiğine işaret edilerek onun iffetsiz olmadığı açıklanmaktadır. Bu açıklamalar Meryem'in hamile kalmasında bildiğimiz anlamda bir "Birleşme" olmadığını göstermektedir.

 

Meryem:" Rabbim!" dedi," bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?" Allah şöyle buyurdu:" İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir." (89/47), (3/47)

 

Meryem meleklerin ilettiği vahyi aldığında bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğu olabileceğini anlamaya çalışırken, Allah'ın ona vahiy ederek bunun "Kendisine" kolay olduğunu çünkü İsa'nın bu şekilde Dünyaya gelmesini takdir ettiğini, böylece insanlara bir "delil" ve "Kendisinden" bir "rahmet kılmasına "hükmettiğini" ve "karara bağladığını" açıkladığı, ayrıca Allah'ın "dilediğini yarattığını" ve bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" dediğini ve onun da oluverdiğini bildirdiği belirtilmektedir.

 

Melek: “Öyledir” dedi; Rabbin buyurdu ki: “Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız.”. Bu, hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi. (44/21), (19/21)

 

Yüce Allah'ın ne önde gelen niteliği olarak "yaratıcılığı" konusunda çok sayıdaki Ayetinde "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur." ifadeleri ile bildirdiği "Ol!" emri ve bu emrin hemen oluvermesi ile ilgili olarak 'Allah'ın Yaratılış Emri" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.

 

Yüce Allah İsa Peygamber ile ilgili olarak ayrıca ona yazmayı, yaratılışın sırlarını ve gerçeklerini (hikmeti), Tevrat'ı, İncil'i öğreteceğini ve Meryem'e bildirdiğini bütün insanlara açıklamaktadır.

 

"Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek. " (89/48), (3/48)

"O, İsrailoğullarına bir elçi olacak, "Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır."  (89/49), (3/49)

"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin."   (89/50), (3/50)

"Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur. " (89/51), (3/51)

 

Buna göre İsa Peygamberin de içinde yaşadığı topluma (İsrailoğulları) kendisinin Allah'ın onlara gönderdiği "Elçisi" olduğunu, Allah'tan bir mucize getirdiğini, Allah'ın izni ile çamurdan yapacağı kuş şekline üflediğinde onun kuş oluvereceğini, körleri ve az görenleri iyileştireceğini, ayrıca onların evlerinde ne yediklerini ve biriktirdiklerini haber vereceğini, şayet kendisine inanılması halinde bundan alınacak "doğru yola ulaştıran" dersler bulunduğunu, kendisinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve onlara haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak için gönderildiğini, Allah'tan korkmalarını ve kendisine "itaat" etmelerini, Allah'ın kendisinin ve onların da "Rabbi" olduğunu, öyle ise Allah'a kulluk etmelerini ve İşte bunun "doğru yol" olduğunu söyleyeceğini annesi Meryem'e açıkladığı ve Meryem'in de bunları halkına duyurduğu anlaşılmaktadır.

 

Bu şekilde hamile kalması, sahip olduğu erdem ve ahlak anlayışı nedeniyle diğer insanlar arasındaki durumunu düşünen Meryem'i rahatsız etmiş ve uzak bir yere çekilmiştir. Doğum sonrasında kendi kendisine "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim" şeklinde düşünerek "Utancını" dile getirmiştir. Ancak Allah henüz doğmuş olan İsa'nın ona hitap ederek alt yanında bir su arkının bulunduğunu, kendisine uzatılmış olan hurma dalından beslenebileceği, doğumunun "Kutlandığını" ve insanlardan birini gördüğünde "Çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım" demesini Meryem'e "Vahiy" olarak hissettirdiği ve böylece Meryem'i "Teselli Ettiği" açıklanmaktadır. Meryem "Allah'ın Ruhu" olarak anılan İsa ile birlikte toplumuna döndüğünde insanlar onu aşağılamış ve hakaretlerde bulunmuşlardır. Meryem onlara "Onunla konuşun" anlamında beşikteki "Çocuğu" göstermiş, topluluk şaşkınlık içinde iken "Bebeğin" yani İsa'nın "kendisinin Allah'ın kulu olduğunu, Allah'ın onu Peygamber yaptığını ve mübarek kıldığını, yaşamı boyunca Allah'a dua etmesinin ve zekât vermesinin emredildiğini, annesine saygılı kılındığını, zorba olarak yaratılmadığını ve doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün esenliğin kendisinde olduğunu" söylediğini algılamışlardır.

 

Topluluk üzerinde bir "Vahiy" dalgası olarak yayılan bu konuşma "Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur." şeklinde devam etmiştir.

 

İsa ile ilgili "Gerçek" böyle açıklanmasına rağmen insanların onu "Allah'ın Oğlu" olarak nitelendirmelerinin doğru olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu insanların Allah'ın tek "Yaratıcı" olduğuna dair olan inançlarının yeterince güçlü olmadığı anlaşılmaktadır. Zira Ayetlerde İsa'nın oldukça ayrıntılı olarak açıklan Dünyaya gelişinde "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur" olarak belirtilen Yaratıcılığının düşünülmesinin ve Allah'ın bir "Oğul" edinmesinin "Olacak bir şey" olmadığının ve böyle bir şeyden "Münezzeh" olduğunun yani böyle bir şeye ihtiyacının bulunmadığının daima hatırlanmasının gerektiği çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bu şekilde düşünen ve "Zalim" olarak tanımlanan insanlara ayrıca uyarılar yapılarak açık bir sapıklık içinde oldukları ve Allah'ın huzuruna çıkacakları gün ne iyi bir şey duyacakları ve ne iyi bir şey görecekleri hatırlatılmaktadır. Bu konuda Hz.Muhammed'e onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyarması çünkü "bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken haklarındaki hükmün verilmiş olacağını" onlara açıklaması öğütlenmektedir.

 

Allah, yer yüzüne ve onun üzerindekilerin tamamı kalmadığında ancak ve sadece "Kendisinin" bulunacağını ve "Tüm İnsanların" ve "Onların" yani yapılan uyarılara rağmen Allah'ın oğul edindiği fikrine sahip olan ve bu görüşlerinde ısrar edenlerin ancak "Kendisine" döndürüleceklerini (Kendi Huzuruna Çıkarılacaklarını) bir defa daha önemle hatırlatmaktadır.

 

Burada olan durum yine "Yaratıcılık" ile doğrudan ilgili bulunmaktadır. Yaratıcılık, yukarıda da Adem ve İsa'nın yaratılışı ile ilgili olarak değinildiği gibi, Allah'ın Evren ve Dünya ortamındaki "Her Şeyi" şu anda tanımlayamadığımız, çözemediğimiz (Ve belki de hiçbir zaman çözemeyeceğimiz) ve bilimsel olarak ta "Sır veya Öz" gibi kelimeler ile ifade edilen "Asıl Unsur" olarak  Evrendeki tüm varlıkların en küçük parçasını oluşturan Atom Altı Parçacıkları "Yönetmesi" ve  birbirlerini etkilemek, birleştirmek veya ayırmak suretiyle her an "Takdir Ettiği" yeni bir şekle girmelerini sağlaması olarak tanımlanabilir. Buna göre Evrendeki canlı cansız her şey, en küçük Atom Altı Parçacıkların Allah'ın takdir ettiği şekilde bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Bu durum tüm Evrenin ve kapsadığı her şeyin "Yaratılmasını" açıklamaktadır. İşte Atom Altı Parçacıkları "Yöneten" ve birbirlerini etkilemek, birleştirmek veya ayırmak suretiyle her an yeni bir şekle sokan "Asıl Unsur" bizatihi “Allah” olmaktadır.

 

Yaratıcılık ile ilgili olarak düşünülen bu duruma göre, İsa'nın bir "Bebek" halinde iken yukarıdaki gibi "Konuşması"; havadaki molekülleri oluşturan Atom Altı Parçacıkların "Bünyelerinde" bulunan "Asıl Unsur" tarafından bu konuşmayı meydana getirecek "Titreşimleri" oluşturmak üzere etkileşime girmeleri olarak açıklanabilir. Böylece bu sözler insanlar tarafından "İşitilir" hale gelmiş olmaktadır.

Böylece Yüce Allah, İsa'nın insanlar üzerinde "İlahi" bir etki bırakması için, onun Allah'ın kulu (İnsan) olduğunu, ona "Allah'ın Yaratıcılığı" ile ilgili vahiylerde (Kitap) bulunduğunu ve onu peygamber yaptığını, onu "Zorba" yapmadığını, annesine "Saygılı" ve "Kutsal" kıldığını (Mübarek), ona "Allah'a" dua etmesini ve ihtiyacından fazlasını muhtaçlara vermesini (Zekât) emrettiğini ve onun doğduğu, öldüğü ve yenden diriltileceği gün huzur ve esenlik içinde olacağını, "Bebek İsa" üzerinden geliyormuş hissini vererek, insanlara "İşittirdiğini" açıklamaktadır. Allah, bir diğer Ayetinde de İsa'nın kendisine vahyedilenleri insanlara iletmek ile "Nimet" verdiği ve İsrailoğullarına "Örnek" kıldığı bir "İnsan" olduğunu açıkça belirtmektedir.

 

O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.  (63/59), (43/59)

 

Allah'ın bu Ayeti ile günümüz insanlarının bu "Mucizevi" olay nedeni ile şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa hakkındaki gerçeğin (hak söz olarak) bu şekilde açıklandığına işaret edilmektedir.

 

Yapılan bu ayrıntılı açıklamalara rağmen, insanların bu ortamdaki deneyimlerinin ve "Yaratılış" konularındaki bilgilerinin "Yeterli Olmamasının" etkisi ile, Hristiyanların İsa Peygamber'in "Allah'ın Oğlu" olduğunu, yani Allah'ın bu ortamda bir "Evlat Edindiğini" ileri sürmelerinin "Olmayacak" bir durum olduğu ve Allah'ın bu tür iddia ve anlayışlardan "Tamamen Uzak" bulunduğu (Münezzeh) kesin bir dille bildirilmektedir.

 

Bütün "Yaratılışlar" ile ilgili olarak yapılan açıklamalarda değinildiği gibi, Allah'ın "Yaratıcılığı" tüm yaratılışları meydana getiren "Asıl Unsurlar" üzerindeki "İradesi" ve "Hakimiyeti" ile gerçekleşmektedir.

 

Allah bu durumu mecazen "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur" şeklinde bütün insanlara bildirmekte ve bu vesile ile Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu hatırlatmaktadır.

 

Yüce Allah Kur'an’ın diğer öğüt ve önerilerin yanında "Allah'ın evlat edindiğine" dair bir anlayışın doğru olmadığını bütün insanlara bildirmek ve buna inananları uyarmak üzere "yeni" bir kitap olarak Hz.Muhammed'e vahiy edildiğini ve ne Allah'ın evlat edindiğine inananların ne de onların atalarının bu konuda hiç bir bilgilerinin bulunmadığını bildirerek ve ağızlarından çıkan böyle bir "uydurmanın" altından kalkılamayacak kadar büyük bir "itham" olduğunu bütün insanlara ihtar etmektedir.

 

Ve "Allah evlat edindi" diyenleri de uyarmak için (69/4), (18/4)

Ne onların ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur, ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! yalandan başka bir şey söylemiyorlar (69/5), (18/5)

Bu yeni Kitaba inanmazlarsa arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin. (69/6), (18/6)

 

Yüce Allah evlat edinmediğini ve ayrıca Allah'ınla beraber hiçbir tanrı da bulunmadığını zira aksi takdirde her tanrının kendi yarattığını yönetmeleri nedeniyle birbirleri ile mücadele edeceklerini ve mutlaka onlardan birinin diğerine galip geleceğini hatırlatmaktadır. Her şeyin "Tek Yaratıcısı" olarak insanlarca bilinmeyenleri (Gayb) ve insanların şahit olarak görüp bildikleri her şeyi de esasen onların "yaratanı" olarak bilen Allah, insanların bu konulardaki yakıştırtmalardan ve ortak koştukları şeylerden çok "Yüce" ve onlardan tamamen uzakta (Münezzeh) olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama ile Yüce Allah, insanların Allah'ın "Oğlu" olduğunu söyleyerek İsa Peygamberin "Tanrı" olduğunu iddia etmelerinin ve böylece İsa Peygamberi O'na "ortak koşmalarının" doğru olmadığına işaret etmektedir.

 

Allah evlat edinmemiştir; Allah'ınla beraber hiçbir tanrı da yoktur, aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. (74/91), (23/91)

Allah, gaybı da şehadeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.     (74/92), (23/92)

 

Bu açıklamalarla ilgili olarak Hz.Muhammed'e de, "Allah'ın evlat edindiğine" inananların bu anlayışlarının doğru olmadığını onlara "ihtar" eden bu "yeni" Kitaba (Kur'an) inanmayacaklarından endişe ederek kendisini harap etmemesini öğütlemekte, onu teselli etmekte ve bu kadar üzülmesine gerek olmadığını bildirmektedir.

 

Evren'in sona ermesini izleyen "Ahiret" ortamında Yüce Yaratan'ın insanların "yeniden yaratılmaları" esnasında öncelikle onlara uyarı, öğüt ve önerilerini bildirmekle görevlendirdiği Peygamberlerini toplayacağı anlaşılmaktadır.

 

Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyeceklerdir. (112/109), (5/109)

Allah o zaman şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh ile desteklemiştim; sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını engellemiştim; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman içlerinden inkâr edenler, "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi. (112/110), (5/110)

Hani havarilere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar, "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.  (112/111), (5/111)

Hani havariler "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O, "İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" cevabını vermişti.  (112/112), (5/112)

Onlar "Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz" demişlerdi (112/113), (5/113)

Meryem oğlu İsa şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir ayet olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.”  (112/114), (5/114)

Allah da şöyle buyurdu: “Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim!”  (112/115), (5/115)

Allah: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin", buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (112/116), (5/116)

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin”, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (112/117), (5/117)

“Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin" dedi.  (112/118), (5/118)

Allah şöyle buyuracaktır: “Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.” (112/119), (5/119)

Göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O, her şeye hakkıyla kadirdir. (112/120), (5/120)

 

Peygamberlerle ilgili bu "toplantı" hakkında ayrıntılı bilgi verilmemekte ancak "Peygamberlere" kendilerine "vahyedilenleri" insanlara bildirdiklerinde insanların ne cevap verdiklerini soracağı, Peygamberlerin de "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyecekleri açıklanmaktadır. Buna göre, peygamberlerin Allah'tan aldıkları "vahiyleri" insanlara bildirdikleri hakkında kendilerinden sonra insanlar tarafından nasıl bir tepki gösterildiği hususunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ve bütün gerçekleri bilenin sadece Allah olduğunu belirtecekleri bildirilmektedir.

 

Bu bağlamında Yüce Allah İsa Peygamber ile "konuşmasını" örnek olarak açıklamaktadır. Yüce Allah bize göre ancak Evren'in sona ermesini izleyen "Ahiret" ortamında "gerçekleşecek" olan bu konuşmayı, esasen "Yaratıcısı" olduğu "zaman" boyutu üzerindeki hakimiyetini de "göstererek", bize "gerçekleşmiş" olarak bildirmektedir. Buna göre Yüce Allah İsa Peygambere özel olarak bilinmeyeni (hikmeti) Tevrat ve İncil'i (Kitabı) öğrettiğini hatırlatmaktadır. Ayrıca kendisine o dönemdeki insanların sahip oldukları bilgi birikimlerine ve anlayış sınırları ve kabiliyetlerine göre "olağan üstü" nitelikte olan bazı olayları gerçekleştirmesini sağlayarak, insanların "gerçekleri" anlayabilmeleri ve doğru yola yönelebilmeleri için kendisine nasıl yardımcı olduğunu, ancak içlerinden bazılarının "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" diyerek kendisini ve gösterdiği "delilleri" inkar ettiklerini ve inkar eden İsrailoğulları'nın kendisine "zarar vermelerini" nasıl engellediğini bildirmektedir.

 

Bu konuda Muhammed Esed tefsirinde, Tevrat daha önceki bir vahiy olmasına rağmen onun "İsa'ya öğretildiğinin" belirtildiği, çünkü İsa'nın peygamberlik (risalet) vazifesinin İncil tarafından iptal edilmeyen (lağvedilmeyen) ancak tasdik edilen Musa Peygamber Şeriatına dayandığı ifade edilmektedir.

Maide suresi | Maide oku Maide arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Yüce Allah İsa Peygamber ile konuşmasında ayrıca ona inanıp iman edenlere (Havarilere) Allah'a ve kendisine (peygamberime) iman etmelerini bildirdiğinde, onların "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler olduğumuza sen de şahit ol" dediklerini, ancak bununla yetinmeyip İsa'ya, Allah'tan imanlarını "kabul ettiğini” gösterecek bir mucize istediklerine işaret olarak "Allah bize gökten donatılmış bir sofra indirebilir miydi" diye sorduklarını ve İsa'nın da "Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olmalarını, eğer gerçekten inanmış iseler Allah'tan korkmalarını bildirdiğini, ancak onların devamla kalplerinin sükûnete ulaşması ve kendilerine "hakikatin" söylendiğini bilmeleri için "gözleriyle görmüş" şahitler olmak istediklerini açıklamaktadır. İsa Peygamberin bunun üzerine Yüce Allaha “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir ayet olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.” diyerek Allah'tan yardım istediği belirtilmekte ve Allah'ın da bu sofrayı indireceğini, ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiçbir kimseye etmedi azabı ona edeceğini açıkladığı belirtilmektedir.

 

Bu durumda Hristiyanlara önemli bir uyarı yapılmakta ve ölümleri sonrasında açıklanan "azaba" uğramamaları için bu ortamdaki yaşamlarında bu uyarıdan ayrılmamaları önemle bildirilmektedir. Nitekim bu konuşmanın devamında Yüce Allah İsa Peygambere kendisini ve annesini (Meryem) Allah'tan başka "iki tanrı" olarak bilmelerini İnsanlara kendisinin mi söylediğini sorduğu zaman onun "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” diyerek cevap verdiği açıklanmaktadır. İsa peygamberin ayrıca onlara, ancak kendisine Allah'ın emrettiğini bildirdiğini, kendisinin de onların da "Rabbi" olan Allah'a kulluk etmelerini söylediğini ve içlerinde bulunduğu müddetçe onlar üzerine kontrolcü olduğunu, kendisini vefat ettirince artık yalnız her şeyi hakkıyla gören Allah'ın onlar üzerine "gözetleyici" olduğunu Yüce Allah'a açıkladığı belirtilmektedir.

 

İsa Peygamber kendisine inandıklarını söyleyen Hristiyanların "yaptıkları" yüzünden Allah'ın eğer dilerse onlara azap edeceğini, şüphesiz onların Allah'ın kulları olduğunu, eğer onları bağışlarsa da şüphesiz izzet ve hikmet sahibi olarak onları bağışlayacağını da bildirdiği açıklanmaktadır.

 

Yüce Yaratan İsa Peygamber ile yaptığı bu konuşmadan sonra Hristiyanlara, kendilerine bildirilen bu "doğrulara uyduklarında bu doğruluklarının ölümleri sonrasındaki ortamlarda fayda vereceği gün olduğunu hatırlatmakta ve onlar için içinde ebedi kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetler bulunduğunu bildirmekte ve göklerin, yerin ve içlerindeki her şeyin mülkiyetinin "Tek Yaratanı" olan Allah'ın ait ve Allah'ın her şeye "hakkıyla" kadir olduğunu, bütün bu gerçekleri en son olarak tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e bildirdiği Ayetleri üzerinde düşünmelerini önemle hatırlatmaktadır.

İsa Peygamberin annesi Meryem hakkındaki Ayetlerde İsa Peygamberin Dünyaya gelişinin "özelliği" nedeniyle ayrıca açıklamalar bulunmaktadır.

 

Kur'an’da yer alan Ayetlere göre, ilk “Akıllı” insandan itibaren tüm insanların "Gönül" olarak tanımlayabildiğimiz hisler dünyasında, Yaratan'ı ile ilgili bir “bağ” bulunduğu ve insanların çeşitli durumlarda bu bağı daha güçlü olarak hissettikleri bir gerçektir. Bu husus, çok eski geçmişte “Akıllı” insanlar düzeyine ulaşmak üzere gelişme (Evrimleşme) sürecinde yaşamış olan “insansı” yapıların, Adem sonrasında yaşamaya başlayan geçmiş “Akıllı” insanların ve günümüzdeki “Akıllı” insanların “hislerini ve duygularını katarak” ürettikleri çeşitli sanatsal yapıtlarda belirgin olarak görülebilmektedir. Yani geçmişte yaşamış olan ve bizim "İlkel" olarak tanımladığımız “insansılar” dahil tüm “İnsanlar”, taşıdıkları söz konusu hislerin ve duyguların “Yaratan” tarafından gönüllerine “indirilmiş” olduğunu fark etmiş olmasalar bile, esasen “Yaratıcı” olan Allah’ın “Kendisi” olan bu “gönül bağını” hissetmişler ve davranışlarında ve ürettiklerinde bu özel duyguları dile getirmişlerdir. 

 

Ayetlerde İmran isimli "Uyarıcı" niteliğindeki bir insanın karısı da böyle yoğun duygular yaşamış ve doğacak çocuğunu derin duygularla hissettiği Yaratan'ına armağan vermek istemiştir.

 

İmrân'ın karısının Allah'a "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilen sensin." diye dua ettiği ve çocuğu doğurunca da ona "Meryem" adını verdiği ve "Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum" diyerek Allah'tan yardım istediği açıklanmaktadır.

 

Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.  (89/33), (3/33)

Allah işiten ve bilendir. (89/34), (3/34)

İmrân'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilen sensin." (89/35), (3/35)

Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken:" Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum" dedi. (89/36 ), (3/36)

Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyya onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: "Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir" derdi. (89/37), (3/37)

Hani melekler demişlerdi:" Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. " (89/42), (3/42)

"Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, eğilenlerle beraber sen de eğil. " (89/43), (3/43)

Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar çekişirken de yanlarında değildin. (89/44), (3/44)

Melekler demişlerdi ki: "Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır. " (89/45), (3/45)

"O, salihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak. " (89/46), (3/46)

Meryem:" Rabbim!" dedi," bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?" Allah şöyle buyurdu:" İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" der; o da oluverir." (89/47), (3/47)

"Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek. " (89/48), (3/48)

 

Yüce Allah, bu şekilde kendisine dua eden anneye en büyük karşılığı vererek, "Meryem" adı verilen bu kız çocuğuna hüsnü kabul gösterdiğini, onu çok özenle güzel bir "bitki" gibi yetiştirdiğini ve onun "bakımı" için Zekeriyya Peygamberi  görevlendirdiğini bildirmektedir. Bu arada Ayette Zekeriyya'nın mabedde yaşamakta olan Meryem'in yanına her girişinde orada bir rızık bulduğu ve ona bunların nereden geldiğini sorduğunda Meryem'in "Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir" dediği açıklanmakta ve böylece Meryem'e verilen "özel" görevi ve "kutsallığına" işaret edilmektedir.

 

Zekeriyya Peygamber ile ilgili bilgi, "Zekeriyya" bölümünde yer almaktadır.

 

Yüce Allah'ın görev verdiği "melekler" aracılığı ile Allah'ın onu seçtiğini, tertemiz yarattığını ve bütün dünya kadınlarına tercih ettiğini Meryem'e "vahiy" ettiği, böylece ona çok "özel" bir durumu nasip ettiği ve bu nedenle de Meryem'e Allah'ın huzurunda secdeye kapanmasını ve eğilenlerle beraber eğilerek "ibadet" etmesini bildirdiği belirtilmektedir. Bunların Allah'ın vahiy yoluyla bildirdiği "gayb" haberleri olduğuna ve bu arada Meryem'in Annesi (Hanne) tarafından "mabede adanmış" olan Meryem'in "hamisinin" mabetteki görevlilerden hangisinin olacağının kur’a ile belirlendiğine işaret edilmekte ve Hz.Muhammed'e Meryem ile ilgili "bilmediği" bu olaylar sırasında ve kur’a çekiminde onların yanlarında olmadığı hatırlatılarak, Meryem ile ilgili olayların "gerçek" durumu hakkında ona ve bütün insanlara bilgi verilmektedir.

 

Ayrıca "melekler" aracılığı ile Meryem'e hitaben Allah'ın kendisinden bir "Kelime'yi" müjdelediğinin ve Adının Meryem oğlu İsa olduğunun vahiy edildiği belirtilmektedir. Buna göre Yüce Allah, insanlara "Kendisinden bir Kelime" olarak tanımladığı bir "Uyarıcı Peygamber" göndereceğini, adının Meryem oğlu İsa olduğunu, elini sürerek mesheden (Mesih) olduğunu, onun dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine "yakın" kıldıklarımın arasında bulunduğunu, "salihlerden" olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara "Peygamber olarak" konuşacağını Meryem'e bildirdiğini açıklamaktadır.

 

Ayette "Kendisinden bir Kelime" olarak yer alan ve İsa Peygambere işaret eden bu tanımlama ile, İsa Peygamberin Allah'ın "Kendisinin" niteliklerinden bazılarına sahip olarak ve "Kendisi" tarafından indirilen (nazil olan) Kur’an gibi bir "Kelime" olduğu belirtilmektedir.

 

Mesih sıfatı ile ilgili olarak ta,Hz.Muhammed Esed tefsirinde, tahta çıkışları Tapınaktan alınan kutsal bir yağ sürülerek takdis edilen İbrani kralları için kullanıldığına işaret edilmekttedir.

 

"Lafzen, "ismi Mesîh olacak". Mesih formu, İbranice mâhsîah'dan türetilmiş olan Ârâmîcede'ki meşîhâ'nın Arapçalaştırılmış şeklidir -tahta çıkışları Tapınaktan alınan kutsal bir yağ sürülerek takdis edilen İbrani kralları için Kitâb-ı Mukaddes'de çok sık kullanılan bir terim. Bu yağ ile meshetme âdeti Yahudiler arasında o kadar önemli bir ayin haline gelmişti ki, "mesih" terimi, zaman içinde "kral" ile eş anlamlı olmaya başlamıştı. Şimdi ortada bulunmayan Ârâmîce aslından kaynaklandıkları şüphesiz olan İnciller'in Yunanca çevirilerinde bu sıfat, doğru olarak, Christos (Yunanca chriein, "meshetmek", fiilinden türetilmiş bir isim) diye çevrilmiştir. Ve işte bu şekliyle -"the Christ"- Mesih sıfatı bütün Batı dillerinde geçerlilik kazanmıştır"

Ali İmran suresi | Ali İmran oku Ali İmran arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Meryem meleklerin ilettiği vahyi aldığında bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğu olabileceğini anlamaya çalışırken, Allah'ın ona vahiy ederek bunun "Kendisine" kolay olduğunu çünkü onu (İsa) insanlara bir "delil" ve "Kendisinden" bir "rahmet kılmasına "hükmettiğini" ve "karara bağladığını" açıkladığı, ayrıca Allah'ın "dilediğini yarattığını" ve bir işe hükmedince ona sadece "Ol!" dediğini ve onun da oluverdiğini bildirdiği belirtilmektedir.

 

Melek: “Öyledir dedi; Rabbin buyurdu ki: “Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız.”. Bu, hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi. (44/21), (19/21)

 

Yüce Allah'ın ne önde gelen niteliği olarak "yaratıcılığı" konusunda çok sayıdaki Ayetinde "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur." ifadeleri ile bildirdiği "Ol!" emri ve bu emrin hemen oluvermesi ile ilgili olarak 'Allah'ın Yaratılış Emri" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.

 

Yüce Allah, İsa'ya yazmayı hikmeti Tevrat'ı İncil'i öğreteceğini ve onun İsrailoğullarına bir elçi olacağını Meryem'e açıklamaktadır. Ayrıca İsa'nın onlara bir mucize getirdiğini, buna göre çamurdan bir kuş sureti yaptıktan sonra ona üflediğinde Allah'ın izni ile onun canlı bir kuş oluvereceğini, Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştireceğini, ölüleri dirilteceğini, ayrıca evlerinde ne yiyip ne biriktirdiklerini haber vereceğini bildirdiği belirtilmektedir. İsa, kendisine inanmaları halinde bu mucizelerde onlar için bir alınacak dersler bulunduğunu ve kendisinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak onlara haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak üzere "Rablerinden" bir mucize getirdiğini, Allah'tan korkmalarını, kendisine de itaat etmelerini çünkü Allah'ın kendisinin ve onların da "Rabbi" olduğunu öyle ise Allah'a kulluk etmelerini zira bunun "doğru yol" olduğunu açıklayarak İsrailoğullarına ve bütün insanlara Peygamberliğini tebliğ ettiği, böylece İsrailoğullarına ve bütün  insanlara "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçekleri "ileteceği" bildirilmektedir.

                                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI

İSA VE MERYEM
TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page