top of page
KONU BAŞLIKLARI
Gerçek Ortam Yaratılan

Gerçek Ortamda (Arş) İlk Yaratılanlar

 

Allah ile ilgili bölümde ayrıntılı olarak belirtildiği gibi, Yüce Allah “her şeyi yaratan, bir ve karşı durulamaz güç sahibi" olduğunu, buna göre "Tek Yaratıcı Güç" olarak bütün Arş'ın "sahibi" olduğunu, Allah'tan başka "tanrı" olarak tanımlanabilecek bir şeyin bulunmadığını, ve ölüm sonrasında sadece Allah'a dönüleceğini tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e "vahiy" ettiği Ayetlerinde defalarca ve "önemle"  bildirmektedir.

 

De ki: “Allah her şeyi yaratandır ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” (96/16), (13/16)

 

Ayrıca aşağıda bazıları belirtilen çok sayıdaki diğer Kur'an Ayetlerinde de Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olarak Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanların Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin “yüce ve ulu” olan Allah'ın olduğu, bu nedenle O'nun "Arş'ın Sahibi" ve böylece "Gerçek Ortam" olarak ta ifade edebileceğimiz "Arş" ortamında ve Arş bünyesindeki ortamlarda her şeyi "yaratan" ve yarattıklarının "sahibi" olduğu belirtilmektedir.

 

Şerefli Arş'ın sahibidir.  (27/15), (85/15)

Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur. (45/6), (20/6)

Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. (58/1), (34/1)

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O yücedir, uludur. (62/4), (42/4)

Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir, O'ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş'ın sahibidir. (74/116), (23/116)

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır (92/126), (4/126)

Yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir.” (113/129), (9/129)

 

Yüce Yaratan Ayetlerde Arş'ın "Sahibi" olduğunu bildirmektedir. Buna göre Yüce Allah Evren ve Dünya ortamının yaratılmasından önce hiçbir zaman anlayamayacağımız nitelikte olduğu anlaşılan, "İradesini" yürüttüğü özellikle O'na ait olduğunu bildirdiği "Arş" ortamını "yaratmış" olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Yüce Allah’ın takdir ettiği "tüm yaratılışlar" ile ilgili hükmünün ve iradesinin Arş bünyesinde (Gerçek Ortamda) gerçekleştirildiği söylenebilir.

 

Evren ve Dünya ortamının ortaya çıkmasından önce Arş bünyesinde "gerçekleşmiş" olan bütün "yaratılışlar" ile ilgili olarak Ayetlerde her hangi bir açıklama yapılmamış olmakla birlikte, Yüce Allah'ın "İradesi" olan Arş ortamındaki her türlü işlem ve eylemlerin Allah'ın Arş ortamında Allah'ın "yaratmış" olduğu ve "enerji" esaslı olduklarını varsayabileceğimiz bazı unsurlar ile gerçekleştiği Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılabilmektedir. Bu nedenle söz konusu "unsurların" Yüce Allah tarafından gerçek ortamda (Arş) ilk "yaratılanlar" olarak tanımlanmalarının mümkün olduğu düşünülmektedir.

Melekler Cinler ve Şeytanlar

Melekler Cinler ve Şeytanlar

                                                                                                                                                       KONU BAŞLIKLARI

Melekler ve Cinler (Şeytanlar), Gerçek Ortam (Arş) bünyesinde Allah'ın "takdir" edip "Yaratığı" bilip bilemeyeceğimiz "bütün ortamlarda" ve bildiğimiz Evren'de (Bütün Alemlerde) madde ve soyut niteliğindeki her şeyin "Gerçekleştirilmesi" ve "Yürütülmesi" ile ilgili Yüce Yaratan'ın "yarattığı" ve takdir ve iradesini gerçekleştirmekle görevlendirdiği "Enerji" kaynaklı "Özel Yapıdaki" unsurlardır.

 

Buna göre, Kur'an Ayetlerinde verilen bilgilere dayanılarak ve sahip olduğumuz bilgi birikimleri ile Meleklerin ve Cinlerin, bilemediğimiz ve açıklayamadığımız "yöntemleri" kullanarak, Evrenimizden önce bütün ortamlarda (Alemlerde) Allah'ın "takdir ettiği" her türlü "yaratılışların" gerçekleştirdiklerini, bu anlamda Evren'in yaratılışında ve sürdürülmesinde de "Allah'ın İradesinin" yürüttüklerini söyleyebiliriz.

 

Ayetlerde Meleklere ve esasen "Cinlerden" oldukları açıklanan Şeytanlara, ayrıca kendi aralarında çeşitli isimler verildiği açıklanmaktadır. Bu isimlerin Allah'ın onlara verdiği görevleri ve bu görevlerine göre sahip oldukları nitelikler ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Ayetlerde bu yapıların "Şekilleri" yönünden bir tanımlama bulunmamakta ancak Melekler bazı Ayetlerde sayıları ile belirtilmektedir.

 

Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O’da, ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu. (88/9), (8/9)

O zaman sen, müminlere şöyle diyordun:" İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?" (89/124), (3/124)

Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. (89/125), (3/125)

 

Bu ve benzer Ayetlerde Meleklerin bu şekilde "sayı" olarak belirtilmelerinin savaşan ve sıkıntılar içinde kalan müminlere cesaret ve güç vermek üzere bir "canlandırma" şeklinde yapıldığı anlaşılmaktadır.

 

Öte yandan, Yüce Allah’ın “Cinlerden” olduğunu bildirdiği Şeytan’ın "Gerçek Ortamda" ilk yaratılışından itibaren "insanın" yaratılışına "itiraz" ettiği açıklanmaktadır.

 

Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; (69/50), (18/50)

 

Ayrıca Allah'ın iradesini ve takdir ettiği bütün "yaratılışları" yerine getirmek üzere "Kendisine" benzer "özelliklerle" ve "kısıtlı olarak karar verme" yetkisi ile donatarak yaratmış olduğu "Cinlerden" olan Şeytan'ın (İblis), Allah'ın "mutlak kudreti" ile kendisine verdiği "yetkiye" yemin edip insanın yaratılmasına "itiraz" ettiği ve samimiyetle Allah'a inanmış ve doğru yola ulaştırılmış (İhlasa Ermiş) olanların dışında, onları "azdıracağını" ve Allah'ı tanımalarına engel olacağını bildirdiği ve Allah’tan  insanların tekrar dirilecekleri (Kıyamet Ortamı) güne kadar izin (mühlet) vermesini istediği açıklanmaktadır.

 

İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi.  (38/82), (38/82)

"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)

İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)

Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.  (39/15), (7/15)

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.  (39/17), (7/17)

 

Bu durumda Allah’ın Şeytan'a uygun gördüğü bir “sınıra” kadar karar verme yetkisi verdiği anlaşılmaktadır.

 

Yüce Yaratan'ın bu itiraz üzerine “Kendi Ruhunu" taşıyan ve lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanarak samimiyetle, içtenlikle (İhlas) ve bilinçli olarak Allah’a inanan insanlar üzerinde Şeytan'ın hiçbir etkisinin olmayacağını bütün insanlara ve Şeytan'a bildirdiği ve bütün insanların ve Şeytan'ın bu durumu deneyimleyip anlayabilmeleri için Şeytan'a insanların benlikleri (Nefs) üzerinde onları azdırmaya ve doğru yoldan uzaklaştırmaya çalışması için "izin" verdiği açıklanmaktadır. Nitekim Yüce Allah, insanlara lütfettiği "Akıl" unsurunun Şeytan'ın sahip olduğu bu karar verme yetkisi ile onları Allah’a şükretmelerine (doğru yola yönelmelerine) engel olmasından koruyacağını bildirmektedir.

 

'Şurası muhakkak ki, benim ihlaslı kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)

Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur.  (70/99), (16/99)

 

Buna rağmen insanlardan önemli bir bölümünün Şeytan'ın amacına ulaşmak için kullandığı "dürtülerine" ilgi gösterdiği ve bu dürtülerden "etkilenerek" bu ortamda ortaya çıkmasının (bu ortamda bulunmasının) amacını kavramakta zorlandığı ve buna bağlı olarak da gerek kişisel gerekse toplumsal yaşamlarında kendilerinden beklenen ve onları "İnsan Olmak" şerefine ulaştıracak anlayış ve davranışa ulaşamadıkları geçmişle ilgili tarihsel araştırmalardan görülebilmektedir.

 

Buna göre, söz konusu meleklerin ve cinlerin, Allah'ın "takdir ettiği" her türlü "Yaratılışın" gerçekleştirilmesini yürütmek üzere, "Allah’ın İradesine" tabi ve Allah'a ait niteliklere "benzer" olarak "Enerji" esaslı birer Gerçek Ortam (Arş) unsuru oldukları ve görevlendirildikleri işleri bütün "ortamlarda" ve her an her yerde "bulunarak" yürütecek şekilde yaratıldıkları anlaşılmaktadır.

 

Açıklanan nitelikleri dikkate alındığında Melekler ve Cinler (Cinlerin bir kolu olarak Şeytanlar) olarak belirtilen yapıların, kendilerine "Bildirilmiş" olan "Sayısız" konulardaki görev ve işlevlerini "Arş" bünyesinin "Tamamında" ve "Her An" yürütmekte oldukları varsayılabilir.

 

Yüce Allah Ayetlerinde İnsanı "topraktan, çamurdan veya balçıktan", Cinleri de (Şeytanı) "ateş", "zehirli ateş" veya "öz ateş" olarak tanımladığı "özel yapı taşlarından" yarattığını bildirmektedir. Ayetlerde “Cinlerden” olduğu bildirilen "Şeytanın" insanın yaratılışına olan itirazında bu duruma işaret ederek “İnsandan” daha “üstün” ve daha “hayırlı” olduğunu ileri sürdüğü bildirilmektedir.

 

İblis: “Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. (38/76), (38/76)

“Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. (39/12), (7/12)

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (54/27), (15/27)

Cinleri öz ateşten yarattı. (97/15), (55/15)

 

Bu durumda bizce bilinen ve bilinemeyen her şeyi "İradesi" ve "Takdiri" ile "yaratmış" olan Yüce Allah'ın Melekleri ve Cinleri "İradesi" ile Gerçek Ortamda esasen (daha önce) yaratmış olduğu ve cinleri "zehirli ateş" veya "öz ateş" olarak tanımladığı "yapı taşlarından" meydana getirdiği, İnsanı da yine Gerçek Ortamda esasen yaratmış olduğu ve "toprak" olarak tanımladığı "yapı taşlarından" oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Melekler için bu açıklıkta bilgi vermemektedir. Buna göre "İnsanın" ve "Cinlerin" Allah'ın Arş bünyesinde "Takdir Ettiği” yapı taşlarından, buna karşılık herhangi bir "yapı taşı" belirtilmeyen Meleklerin ise doğrudan Allah’ın "Kendisinden "yaratılmış olduğunu varsaymak gerekecektir.

 

Buna göre Meleklerin, Yüce Allah'ın "Kendisi" için tanımladığı "Nur" yani bizce anlaşılması mümkün bulunmayan bir nevi "Işık" kaynağından (Allah’ın Nurundan) ve verdiği "İşleri" yürütmek üzere "özel güçlerle" donatılarak yaratılmış "Enerji" esaslı “unsurlar” oldukları düşünülebilir.

 

Allah, göklerin ve yerin nurudur. (102/35), (24/35)

 

Ayrıca Meleklerin Allah'ın irade ve emirlerine "tam" olarak "tabi" oldukları, kendilerine ait "irade " ve "karar" yetkilerini sadece verilen görevleri "tam" ve "sorgusuz" olarak yerine getirmek üzere kullandıkları, hiçbir şekilde hiçbir şey için "itiraz" etmedikleri ve "karşı gelmedikleri" ve Allah'ın emri ile hareket ettikleri Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.

 

Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar. (70/50), (16/50)

Allah'ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece Allah'ın emri ile hareket ederler. (73/27), (21/27)

Ey inananlar! kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun, onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır. (107/6), (66/6)

 

Bu durumda Cinlerin ve Şeytanların da, Melekler ile "benzer" olarak, bildiğimiz Evren bünyesinde ve bilemeyeceğimiz "bütün ortamlarda" Allah'ın "Takdiri" ve "İradesi" doğrultusunda yaratılmasını "takdir" ettiği her şeyin "Yaratılışlarını" gerçekleştiren ve varlıklarının "Sürdürülmesini" sağlayan "Özel" bir "Yapıya" ve "Özel" bir "Güce" sahip "Enerji" kaynaklı "Yapılar" olduklarını söyleyebiliriz.

Ayetlerdeki açıklamalardan Cinlerin "bilinçli" ve "kısıtlı" olarak "karar verme" yetkisine (iradeye) sahip bulundukları anlaşılmaktadır. Ancak bir kısım Cinlerin işleri ile ilgili olarak verilen bu "yetkinin" kullanılmasında "amacın dışına" çıktıkları da Ayetlerde açıklanmaktadır. Nitekim, gerçek ortamdaki ilk yaşamlarında Cinlerden olan "İblisin" kendi iradesi ile Adem'in yaratılışına itiraz ettiği ve sonra da Adem ve Havva'nın aklını çelerek onlardan yapılmaması istenen şeyi yapmalarını sağladığı ilgili Ayette belirtilmektedir.

 

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (38/74), (38/74)

İblis'in dışındakiler secde ettiler, o secde edenlerden olmadı.  (39/11), (7/11)

Böylece onları hile ile aldattı. (39/22), (7/22)

Bir zaman biz meleklere: Adem'e secde edin! Demiştik, onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç, o diretti. (45/116), (20/116)

Derken şeytan onun aklını karıştırıp "Ey Adem! dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?"  (45/120), (20/120)

 

Allah'ın "emirlerine" uymakla yükümlü tutulan Cinlerin, kendilerine Allah'ın tanıdığı "karar verme" yetkilerini de ancak Allah'ın "İradesini" yürütmek üzere kullanmaları gerekmektedir. Ayetlerde kendilerine verilen görevlerin dışına çıkmayan ve "karar" yetkilerini bu yönde kullanan Cinler "mümin" ve Allah'ın iradesi dışına çıkarak Allah'ın "emirlerine" uymayan ve böylece "karar" yetkilerini amaçları ve görevleri dışında kullanan Cinler de "İnkâr etmiş", "kovulmuş" ya da "kafir" olarak tanımlanmakta ve özellikle "insanın" yaratılışına olan itirazları yüzünden "İblisin" Allah'ı ve ilettiklerini inkâr eden ve ona "uyan" insanlar ile birlikte ebediyen Cehennemde kalacakları, Cehennemin onlarla doldurulacağı bildirilmektedir.

 

"Mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım!” buyurdu. (38/85), (38/85)

Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! “ (39/18), (7/18)

 

Buna göre Cinlerin (Şeytan), Yüce Allah'ın "Adem" adını verdiği "İnsan Yapısını" yeryüzünde "Kendisinin Halifesi" olarak işler yaparak faaliyette bulunmak ve "Yaratılış Esaslarını" anlayıp bu bilinçle Allah’a teslim olup Allah'ı "Yüceltmek" üzere "özel" bir "yapıda" yaratmasına "itiraz" ettiklerine ve insanlar üzerinde etkili olup onları bu "Yaratılış Amaçlarının" dışına çıkarmaya "karar verdiklerine" işaret edilmektedir. Ancak Yüce Allah insanlara verdiği "Akıl" unsurunun bu tür etkileri yok edeceğini ve onların Allah'a olan iman ve inançlarına etkilenmeyeceğini bütün insanlara açıklamaktadır. Yüce Yaratan böylece bütün insanlara sahip oldukları "Akıl" unsurunun "önemini" fark etmelerini sağlamak üzere Cinlerin (Şeytan) insanların "Ruhlarında" bulunan benlik duygusu (nefs) üzerinde etkili olarak insanları kışkırtmalarına ve ayartmalarına "izin" verdiğini, bu nedenle İnsanların yaşamları boyunca Şeytan'ın onları "etkilemeye" çalışacaklarını bildirmektedir.

 

Yüce Allah Şeytan'a bu fırsatı (izni) ahirete inananın şüphe içinde kalandan ayırt edilmesi için verdiğini Ayetinde açıklamaktadır.

 

Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu, ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye. Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. (58/21), (34/21)

 

Sahip oldukları "Akıl" unsurunun Şeytan'ın bu tür etkilerini yok edeceğini ve onların Allah'a olan iman ve inançlarına etkilenmeyeceğini "fark eden" bütün insanların böylece kendilerine iletilen "Doğru Yol" üzerinde bulunmaları halinde, bu etkilerin altında kalmayacakları ve Şeytan'ın hakimiyetinin ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlar üzerinde gerçekleşeceği belirtilmekte ve bütün insanlardan bu "gerçeği" dikkate alarak "Şeytan'a" uymamaları Ayetlerde ayrıca açıklanmaktadır.

 

'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)

Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)

Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur.  (70/99), (16/99)

Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır. (70/100), (16/100)

 

Evren ve Dünya ortamının yaratılışı ile ilgili bölümlerde belirtildiği gibi, Evren'in "Gerçek Ortam" olarak tanımlanan "Arş" bünyesinde "Elektromanyetik Yoğun Bir Enerji topu" halinde iken "Büyük Patlama" sonucunda bir "Kütle" olarak ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Şu anda Evren'in ve Evrende bulunan "her şeyin" ve "her varlığın" kütle yapısının "sayısız" olarak tanımlanabilen "atomlardan" ve bu atomların da sayısız olarak tanımlanabilen "atom altı parçacıklardan" oluştuğu ve bu atom altı parçacıkların en alt düzeyde "aynı yapıda" oldukları ve sürekli olarak diğer atom altı parçacıklar ile "etkileşim" halinde bulundukları bilinmektedir. Bu "etkileşimlerin" atom altı parçacıkların bir "etki" başlatması ve bir etki ile karşılaştığında da ona "en uygun olan" tepkiyi vermesi ile gerçekleştiği düşünüldüğünde, bünyelerinde bir etkinin "ne zaman" ve hangi atom altı parçacık için "başlatılacağı" ve alınan "hangi" etkiye "ne zaman" ve "hangi" tepkinin verileceği gibi konularda "bilgisine" sahip olduğu görülmektedir. Buna göre, Evren'in "yapısını" ve bünyesindeki "her şeyi" oluşturmak üzere "ilk atom altı parçacıkların", Evren'in "ilk hali" olan "elektromanyetik yoğun enerji yapısının" üzerinde "yapılan" bir "İlk Etki" sonucunda ortaya çıktığı düşünülebilir.

 

Bu durumda Yüce Allah "yaratmayı" takdir etiği Evren ve Dünya ortamını meydana getiren bu "Büyük Patlama" ile, bu yoğun enerji yapısının kütleye dönüşmesine sebep olan "ilk atom altı parçacıklarının" bünyelerine "Kendi Bilincinden ve İradesinden" özel "esintiler" olarak ve görevlendirdiği "Melekler" üzerinden ne zaman ve hangi atom altı parçacık için hangi etkileşimin başlatılacağını ve alınan hangi etkiye ne zaman ve hangi tepkinin verileceğini belirleyecek "bilgileri" yerleştirdiği anlaşılmaktadır. Buna göre, Meleklerin, Cinlerin ve onların bir bölümü olan Şeytanların bu Evren ortamdaki "Madde" yapısını oluşturan "Atom Altı Parçacıklara" etki etme kabiliyetleri bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Melekler (Cin ve Şeytanlar dahil) tarafından sahip oldukları "bilgiler" ile başlatılan “Büyük Patlama” sırasında oluşan "ilk atom altı parçacıklar" başlatılan "ilk etkileşimlerin" her biri diğer atom altı parçacıklarla "sonsuz" sayı ve çeşitlilikte "zincirleme" etkileşime girerek "Yaratanın İradesini" gerçekleştirmek üzere "Yaratılışın" başlatıldığı ve bu "Yaratılışın" Evren'in sona ereceği zamana kadar yine "Yaratanın İradesi" çerçevesinde devam edeceği kabul edilmesi gereken bir "gerçek" olarak düşünülebilir.

 

Yüce Yaratan'ın Evren Ötesi bütün "Ortamların" ve Evrenin var edilmesi ve sürdürülmesini sağlamak üzere Gerçek Ortamda (Arş) esasen ve "Özel" olarak "Yaratmış" olduğu "Meleklerin", Ayetlerde "Kitap" ve "Levhi Mahfuz" olarak geçen ve Yüce Yaratan'ın "İradesini" ifade eden bir "Özel Yapıda" yer alan bilgileri işleyerek, Arş bünyesindeki  "Yaratılışları" gerçekleştirdikleri ve Evrenin "Yaratılması" ve sonrasında Evren'in Arş ile "Uyumunu" kapsayan "Muhteşem Dengeyi" sağladıkları (istivâ) ve bu çerçevede "Her Şeyin" gerçekleşmesi ile ilgili bütün iş ve işlemleri "Yürüttükleri" ifade edilebilir.

 

Öte yandan Ayetlerde "Cin" olarak (Şeytan) tanımlanan "Unsurların" ise, Evren Ötesinde niteliklerini bilemeyeceğimiz "madde" yapılarının varlıklarının sürdürülmeleri ile ilgili işleri yürüttükleri ve Evren bünyesinde de Evrendeki "madde" yapıların varlıklarının "sürdürülmesini" sağlayan Atom Altı Parçacıklara, Allah'ın "Takdiri" ve "İradesi" doğrultusunda "Etki" edip onların "Gelişim ve Değişimlerini" gerçekleştiren "unsurlar" oldukları anlaşılmaktadır.

 

Buna göre atom altı parçacıkların bünyelerinde bulunan ve "Kendi Bilincinden ve İradesinden" yerleştirdiği "esintiler", Melek ve Cin (Şeytan) olarak tanımlanan ve esasen Allah tarafından "takdir edilen" yaratılışların gerçekleştirilmesi için görevlendirilen ve "Kendi Yapısının" bir benzeri olan "Güçler" üzerinden Yüce Allah ile her an ve devamlı olarak "iletişimde" bulunmakta ve Allah'ın yaratmış olduğu bütün ortamlarda (Alemler) her an her yerde "olabilmektedirler".

 

Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah'ın tasarrufundadır, gökler Allah'ın kudret eliyle dürülmüş olacaktır. (59/67), (39/67)

İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)

O gün ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Üzerimize aldığımız bir vaat oldu, Biz yaparız. (73/104), (21/104)

O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)

 

İşte bu nedenlerle Allah "Tek Yaratıcıdır" ve "Her Şeyin Sahibidir" ve bazı Ayetlerde örnek veya "mecazi" olarak açıklanan "olağanüstü" olayların gerçekleşmesi de böylece mümkün olmaktadır. Çünkü Allah atom altı parçacıklar üzerinde "tek hakimdir" ve "görevlendirdiği" Melekler ve Cinler ile her an onları "iradesine göre" yönlendirmekte, şekillendirmekte ve değiştirmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre Yüce Allah Evren'in "yaratılışının" başlatılmasını ve sürdürülmesini ve diğer bütün "ortamlarda" ve irade ve takdir ettiği her konunun yerine getirilmesini, "Kendi Yapısının" bir "benzeri" olarak ve "kısıtlı karar verme yetkisi" vererek "yaratmış" olduğu "Enerji Esaslı" özel "Unsurlar" ile gerçekleştirmektedir. Buna göre Melekler ve Cinler Evren ve Dünya ile olan işlerde her an ve her yerde atom altı parçacılar üzerinde "Allah'ın İradesini" yürütmek üzere "hakimiyet" kurmakta ve görevlerini yerine getirmektedirler. Yaşadığımız ortamda her an her yerde elektriksel ve manyetik olarak tanımladığımız olguların bulunduğunun ve deneyimlemekte olduğumuz "iletişim" unsurlarının hatırlanması, Allah ile Melekler ve Cinler arasındaki ve Melekler ve Cinler ile atom altı parçacıklar arasındaki iletişimin nasıl olduğunun anlaşılması için yeterli olacaktır.

 

Yüce Allah Melekleri ve onlar gibi "Özel" bir "Yapıya" ve "Özel" bir "Güce" sahip "Enerji" kaynaklı "Yapılar" oldukları varsayılabilecek olan "Cinleri" ancak "Kendisine" kulluk etmek üzere yarattığına işaret etmektedir.

 

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (67/56), (51/56)

 

Buna göre Cinlerin ve Cinlerden olan "Şeytanların" Yüce Allah'ın "iradesini" gerçekleştirmek üzere yaratıldıkları ve İnsanın da yaratılmasındaki asıl amacın ise, kendilerine lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanarak yaratılışını "Takdir Eden" bir "Yaratıcının" bulunduğunu ve Allah'a teslim olmaları (Kulluk Etmeleri) gerektiğini "idrak etmeleri" olduğu anlaşılmaktadır.

 

Adem'in gerçek ortamda (Arş) yaratılışı ile ilgili Ayetlerde Allah Meleklere ve Şeytana (Cinlere) yarattığı bu "İnsana" secde etmelerini emretmektedir.

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

 

Buna göre, Gerçek Ortamda insanın yaratılmasından önce "Meleklerin" ve "Cinlerin" bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Gerçek Ortam (Arş) olarak tanımladığımız "İlahi Yapı" ve bu yapının unsurları olan "Melekler ve Cinler" bizce bilinmeyen bir zaman öncesinde esasen "Yaratılmış" bulunmaktadır.

 

Melekler ile ilgili verilen bilgilerden, onların bilgimiz dışındaki zamanlarda (Ezel) ve boyutlarda bir tür enerji niteliğinde yaratılmış oldukları söylenebilir. Bunların görevleri kesin ve bellidir ve bu görevleri dışında işlem yapmamaktadırlar. Melekler, iradelerini daima görevleri ile ilgili olarak kullanır, işleri yürütür ve her an Allah'ı anarlar (Tesbih ederler)

 

“Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır" (56/164), (37/164)

"Şüphesiz biz, orada sıra sıra dururuz"  (56/165), (37/165)

"Ve şüphesiz Allah'ı tesbih ederiz.”  (56/166), (37/166)

 

Bir diğer ifade ile Melekler bizim ortamımızda radyo/tv dalgaları gibi elle görülüp hissedilmeyen ancak kendilerine Allah tarafından verilen görevleri nedeniyle bu ortamda ve bilemediğimiz diğer ortamlarda her türlü iş ve oluşumlarda etkili olan veya yapan enerji yüklü ve bilinçli oluşumlardır. "Yaratılış" bölümünde belirtildiği gibi, Evren ve Dünya ortamının "Oluşması" ve bu ortamlarda "İlk An" dan itibaren bu oluşumun sürmesi ile ilgili olarak bu ortamlarda bulunan ve "Madde" veya "Kütle" olarak tanımladığımız tüm "Yapılar"; bünyelerindeki “En Küçük Atom Altı Parçacıkların" belli bir düzen içinde "Etkileşimlerinin" sonucunda her an yeni bir şekil almakta ve varlıklarını sürdürmektedirler. Yüce Yaratan tarafından Gerçek Ortamda "Yaratılmış" olan ve "Melek" ve "Cin" olarak tanımlanan bu "Özel" oluşumlar Evren ve Dünya ortamının "Yaratılmasını" ve "Sürdürülmesini", Yüce Allah'ın "İradesi" ve "Takdiri” ile bu ortamlardaki tüm "Yapıların" bünyelerindeki “En Küçük Atom Altı Parçacıklarının" etkileşimlerini sağlamak suretiyle "Yürütmektedirler".

 

Diğer taraftan, tüm ortamlarda Yüce Allah'ın "Takdir ettiği Tüm İşlemleri gerçekleştirmekte olan Meleklerin ve Cinlerin “Her An" "Her Yerde" bulundukları dikkate alındığında sayılarının bizce düşünülemeyecek kadar oldukları tahmin edilebilir. Zira tüm melekler ve cinler (şeytanlar) devamlı olarak Yüce Allah'ın yarattığı her ortamda O'nun takdirine göre gidip gelmekte ve "Tüm İşleri" yürütmektedirler. Buna göre meleklerin ve cinlerin bulunduğumuz "Dünya Zaman Ortamına" göre asla düşünemeyeceğimiz kadar “süratli” oldukları söylenebilir. Ayrıca nitelikleri ve hızları açısından bildiğimiz anlamda birer "Işık Fotonu" veya "Dalga" gibi hareket ettiklerini düşünebiliriz. Bu nedenle bu hareketleri, hızları ve nitelikleri nedeniyle insanların veya Evren ortamdaki varlıkların algılama kabiliyetlerinin çok ötesinde bulunmaktadırlar. Bu varsayımlara göre Meleklerin ve Cinlerin (Şeytanların) bizce bilinen en küçük yapı taşlarını (atom altı parçacıkları) ve henüz bilemediğimiz daha küçük ve "Yaratılış" ile ilgili olan yapı taşlarını doğrudan etkilediklerini düşünmek yanlış olmaz.

 

Bu varsayımlar çerçevesinde Meleklerin ve Cinlerin Arş (Gerçek Ortam) ve diğer bildiğimiz ve henüz bilemediğimiz tüm ortamları kapsayacak sayıda bulundukları ve bizce bilinemeyecek kadar kısa süre aralıkları ile birbirleri ardınca bu hız ile tüm bu ortamlarda devamlı olarak hareket ettikleri düşünüldüğünde, bu yapıları nedeniyle bir "Soyut Kütle" halinde bulundukları düşünülebilir. Bu kütlenin kendi içerisindeki bilgi iletişiminin ve aktarımının da ayrı kurallara bağlı olduğu ve yürütülecek bir görev ile ilgili bilginin o görevin yapılacağı ortamın zaman boyutuna sığdırılarak (örneğin Dünya ortamında veya bu Evrenin belli bir köşesinde veya henüz bilemediğimiz başka bir Evrenin belirli bir yerinde belirlenen bir işlemin başlatılması gibi) yürütülmesinin mümkün bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

 

Bunun yanında Meleklerin, insanlara lütfettiği “Akıl” unsurunu ve insanlar dahil bu Dünya ortamında yaratılmış olan tüm "Canlı" varlıkların faaliyetlerini düzenleyen ve "içgüdü" olarak tanımlanan "Özel Etki" unsurlarını onların bünyelerine "Yerleştiren" özel niteliklere de sahip oldukları düşünülebilir. Kur'an Ayetlerde, bir "Cin" olduğu belirtilen "Şeytan" adlı yapının ayrıca, Allah'ın yarattığı ve "Akıl" unsuru ile özel "Kabiliyetler" verdiği "İnsanın" bu kabiliyetlerini bir anlamda "Kıskanması" sonucunda Allah'ın insanlara lütfettiği "Akıl" unsuru ve “iç güdüleri” üzerinde onu yanlış yönlere çevirecek şekilde "Etki" yapmak istediği ve Yüce Yaratan'ın İnsanların "Akıl" unsurunun yetenekleri ile bu tür "Şeytan Etkilerini" tesirsiz hale getirebileceğini belirterek buna "İzin" verdiği açıklanmaktadır.

 

İblis: “Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. (38/79), (38/79)

Allah: “Haydi, sen” buyurdu. (38/80), (38/80)

"Bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (38/81), (38/81)

İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi.  (38/82), (38/82)

"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)

İblis: “Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)

Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.  (39/15), (7/15)

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.  (39/17), (7/17)

Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! (39/18), (7/18)

Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)

 

Bu Ayetlerden anlaşıldığına göre Allah, kendi gerçek ortamında yarattığı Şeytanın bizim ortamımızda da etkili olmasına ve insanların Allah'ı keşfetmeleri ile ilgili görevini akıl yolu ile bulmalarında bir karşı “tez” olarak onları etkilemesine izin vermiştir. Buna göre Şeytan’ın bu kabiliyeti ile “müminlere” hiçbir zarar veremeyeceği, ancak "Allah" fikrini algılayamamış insanların benliklerinde (nefs) egemen olabildiği anlaşılmaktadır.

 

Ayetlerdeki ifadelerden, Allah’ın bir "Cin" türü olan Şeytana görevlendirdiği işleri yürütmesinde bir sınıra kadar “karar verme” yetkisi verdiği görülmektedir. Ancak Şeytan’ın (İblis) bu sınırı “aşarak” Gerçek Ortamda Allah'ın yarattığı "İnsana secde etmesi” emrine uymadığı ve inkâr edenlerden (kafirlerden) olduğu belirtilmektedir.

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

Bütün melekler toptan secde ettiler. (38/73), (38/73)

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (38/74), (38/74)   Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı, şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? oysa onlar sizin düşmanınızdır; Zalimler için bu ne fena bir değişmedir! (69/50), (18/50)

 

"Melekler" ve "Cinler" ile ilgili olarak Kur'an Ayetlerinde yer alan açıklamama ve ifadelerin derlenmesi ile genel bir değerlendirme yapıldığında bu tanımlamaların Evren öncesinde Gerçek Ortamda "Yaratıldıkları" ve bize göre "Maddi" yapıları bulunmayan bu "Varlıkların" Gerçek Ortamda ve Evren ve Dünya ortamı da dahil diğer bütün ortamlarda (alemlerde) "Bulundukları" anlaşılmaktadır. Buna göre bunların "şahsiyeti" olan bir "varlık" gibi düşünülmemesi gerekmektedir.

 

Allah kavramı, Allah’ın insanlara bildirdiği Ayetlerinde "Yarattıklarına" işaret edilerek açıklanmaktadır. Bu durumda insanlarca bilinen ve bilinmeyen ne kadar "ortam" ve "şey" varsa tümünü "Yarattığını" ve onların tümünü "kapsamakta" olduğunu bizlere bildirmektedir. Bu bilgilere göre, Allah’ın yaratmış olduklarının bilimsel olarak “incelenmesi” ve “üzerlerinde araştırmalar yapılması” sonucunda keşfettiğimiz enerji, elektrik, elektronik, elektro manyetik ve manyetik gibi terimlerle tanımlamaya çalıştığımız "unsurlar" dikkate alındığında, "Allah'ı" hiçbir zaman algılayamayacağımız "özel" bir "Saf Enerji" ve sonsuz "İrade" birlikteliğinden oluşan muhteşem "Güç" olarak varsayabiliriz. Bu varsayım üzerinden, Yüce Yaratan'ın Evren öncesi (Ezel) ve Evren sonrası (Ahiret-Ebed) dahil bütün Arş ortamlarında "irade ve takdir ettiği" her şeyin (Tüm Yaratılışların) gerçekleştirilmesi için, "Özel Güçlerle" donatılmış bazı “unsurları” Allah’ın “Kendisinden" olarak ve “uygun" gördüğü "sınırlar" dahilinde "karar" verme yetkisini de vererek "yaratmış olduğu", bunları Ayetlerinde "melekler" ve “cinler” olarak ifade ettiği ve onlara görevlendirildikleri işlere göre çeşitli isimler verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Ayetlerde genel kapsamda tanımlanan ve insanlar açısından "görünmez" olan bu "Güçler" üstlendikleri göreve göre "melek", "Cin" ve Cinlerden bir bölüm olan "Şeytan" olarak ifade edilmektedirler. Açıklanan bu nitelikler dikkate alındığında meleklerin, cinlerin veya şeytanın bildiğimiz anlamda yani bir nevi "insan" benzeri olarak "bağımsız" birer "şahsiyet" gibi olmadıklarının ve Allah'ın iradesini yürütmek üzere üstlendikleri görevleri "gerçekleştirmek" üzere Evren ortamında ve diğer "yaratılmış" bulunan bütün ortamlarda (Alemlerde) her an bulunduklarının dikkate alınması gerekmektedir.

 

Ayetlerde belirtilen ifadelere göre Melekler, Cinler ve Şeytanların Evren ve Dünya ortamlarda anladığımız anlamda bir "Maddi Kişilik" olarak bulunmamaktadırlar. Yani bu yapıların "İnsana Benzer" bir şekilde oldukları söylenemez. Ayetlerdeki açıklamalardan Meleklerin yaratılışındaki "Öz Yapının" bizim bilgilerimizin dışında olduğu, (Allah'ın Nuru) ancak Cinlerin ve Şeytanların "Ateş" olarak bildiğimiz yapıya benzer bir nitelik taşıdıkları anlaşılmaktadır. Meleklerin, Cinlerin (ve Şeytanların) Evren öncesi "Arş" ortamında ve Arş bünyesindeki bizce bilinmeyen diğer tüm ortamlarda da Allah'ın "Takdiri" olan tüm işlemleri bu nitelikleri ile uyumlu bir şekilde ve o ortamın kurallarına uygun olarak "Gerçekleştirdikleri" ve süründürdükleri anlaşmaktadır. Buna göre bu "Yapılar" tüm Arş ortamında ve Yaratılmasından sonra da Evren ve Dünya ortamında her an her yerde bu görevleri yerine getirmektedirler. Diğer bir ifade ile bu "unsurlar" her an Arş'ın bir bölgesinde bir işi yaparken aynı zamanda Dünya ortamında bir başka işlemi (Bize Göre) aynı anda gerçekleştirmesi mümkün olmaktadır. Tüm Melekler ve Cinler (ve Şeytanlar) bu Evren ortamdaki "Madde" yapısını oluşturan "Atom Altı Parçacıklara" etki etme kabiliyetleri bulunduğundan, bu Evren ve Dünya ortamında Allah'ın "Takdiri" doğrultusunda "Madde" yapılarını "Değiştirebilmeleri" ve böylece insanlar tarafından maddelerin şekil ve içeriklerinin, hatta bulundukları yerlerinin başka yerlerle değişebildiğini "Algılanmaları" mümkün olabilmektedir. Bu konuda "örnek" olarak Süleyman Peygamber ile ilgili bir Ayette maddelerin yer değiştirilebileceği açıklanmaktadır.

 

Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi. (48/39), (27/39)

 

Görüldüğü gibi, Meleklerin ve Cinlerin (Şeytanların) yapılarının bulunduğumuz Evren ve Dünya ortamında geçerli olan yapısal unsurlara ve bu unsurlar arasındaki ilişki ve etkileşimlere bağlı olmadıkları ancak onları "Etkileme" özelliklerinin bulunduğu bir gerçektir. Evren ve Dünya ortamı ile ilgili olarak halen "Geçerli" olan "Kuramlar" çerçevesinde hiçbir şey "Işık Hızından" daha hızlı olamaz. Bu hıza erişildiğinde madde "Sonsuz" olur. Sadece "Işık" ve gerçek (somut) kütlesi olmayan "Dalgalar" ışık hızına ulaşabilir.

 

"An object in fact never reagh the speed of light, because by then its mass would have become infinite, and by the equivalence of mass and"energy, it would have taken an infinite amount of energy to get it there. For this reason, any normal object isforever confined by relativity to move at speeds slower than the speed of light. Only light, or other waves that have no intrinsic mass, can move at the speed of light."

Stephen Hawking - A brief history of time-Chapter 2 

 

Bu kuram çerçevesinde bu ortamda Melek ve Cin veya Şeytan (İblis) olarak tanımlanan "Unsurların" hiçbir zaman bir "Madde" varlık olarak düşünülmemesi gerekmektedir. Bu unsurların yapıları ve varlık kuralları "Gerçek Ortam" bünyesine uygun olarak "Yaratılmıştır". Ancak tüm Meleklerin ve Cinlerin (ve Şeytanlar) bu Evren ortamdaki "Madde" yapısını oluşturan "Atom Altı Parçacıklara" etki etme kabiliyetleri bulunduğundan, bu Evren ve Dünya ortamında Allah'ın "Takdiri" doğrultusunda "Maddelerin" yapılarını "Değiştirebilmeleri" ve böylece insanlar tarafından maddelerin şekil ve içeriklerinin değiştirilmiş hali ile "Algılanmaları" mümkün olabilmektedir. Bu durumda bazı Ayetlerde “insan gibi” göründükleri belirtilen "Meleklerin", Allah'ın "iradesi" ile Peygamberlere ve onların kavmine "insan şeklinde" algılanan "görüntü" oluşturarak Allah'ın uyarı ve öğütlerini "ilettikleri" anlaşılmaktadır. Meleklerin ve Cinlerin bu nitelikleri, Evren ve Dünya ortamında "Bulunmalarına" veya bu ortamlarda kendilerine "Verilen" işleri "Yapmalarına" engel teşkil etmemektedir.

 

Öte yandan, maddelerin yapısını oluşturan Atom Altı Parçacıklara etki edebilen Cinlerin Evrendeki “maddelerin” şekil ve içeriklerini, hatta bulundukları yerleri değiştirebilmelerinin mümkün olabileceği, Yemen bölgesinde hüküm sürmüş olan Sebe kavminin melikesinin tahtını “anında” Süleyman Peygambere getirebileceğine işaret eden yukarıdaki Ayetten anlaşılmaktadır. Gerçekten, günümüzden bu duruma bir örnek olarak “İnsanların” şu andaki bilgi birikimleri ile geliştirdikleri üç boyutlu baskı cihazları sayesinde (3D Printers) uzaktan iletişim ile eşyaların “kopyalarının” başka yerlerde elde edilebilmesinin bir anlamda bu durumun ilk örneklerinden olduğu söylenebilir. Bu konuda ayrıntılı bilgilere aşağıdaki bağlantı ile ulaşılabilir.

3B Baskı Ortak Makaleleri - 3B Baskı ile ilgili 100 Makale (linkedin.com) 

 

Ayetlerde belirtilen bütün bu "gerçeklere" rağmen, çok sayıdaki insanlar Melekler ile ilgili olarak insana benzer, eli ayağı ve kanatları bulunan, Cinlerin ve Şeytanların da yine insan benzeri şekillerde bazı yaratıklar olduklarını düşünmektedirler. Tüm bu Ayetlerin hükümlerine göre bu şekilde düşünmek tamamen yanlıştır. Zira, bu varlıklar aslında Gerçek Ortamda yaratılmış olmalarına rağmen “tüm ortamlarda” bulunmakta, Yüce Allah'ın onlara verdiği yetenekleri kullanarak Yüce Allah'ın takdir ettiği her şeyin yaratılmasını ve devamlılığını sağlamaktadırlar. Gerçek Ortam yaratıklarının, yukarıda verilen Zaman Boyutu farklılıkları nedeniyle, bu Dünya Ortamında fark edilmeleri veya algılanmaları tamamı ile imkansızdır.

 

Ayetlerdeki açıklamalardan Meleklerin Allah’ın "Nurundan" ve Cinlerin ve Şeytanların ise "ateş", "zehirli ateş" veya "öz ateş" olarak tanımladığı "özel yapı taşlarından" yarattığını anlayabildiğimiz bu "enerji" esaslı unsurların, ancak etkileri ile fark edilebilecekleri belirtilmektedir. Bu konuda yeryüzünde Allah'ın "Halifesi olarak bulunan "Akıllı İnsanların" ortaya çıkmalarından itibaren elde ettikleri bilgileri kullanmaları ve günümüzde ulaşılan bilgi birikimleri sonucunda elektrik, elektronik, manyetik, radyasyon ve elektromanyetik gibi tanımladığımız durumlar (dalgalar) Melekler ve Cinlerin niteliklerinin anlaşılabilmesi açısından uygun bir örnek olabilir. Bilindiği gibi bu "dalgaların" varlığı ancak onlardan yararlanılarak elde edilen şeyler ile bizim tarafımızdan fark edilebilirler. Örneğin radyo, televizyon, kablosuz bağlantılar, mobil telefonlar gibi çağımızda "normal" olarak kullandığımız çok sayıdaki "buluşlar" bu dalgaların anlaşılması ile mümkün olabilmiştir. Bu buluşlardan elde edilen bulgulara göre, Melekler ve Cinler Yüce Allah'ın yaratmış olduğu tüm evren ve içindekiler ile ilgili varlıkları ve bu varlıkların sürdürülmeleri ile değişimleri (Evrim olarak tanımladığımız değişimler de dahil); hücreler, Hücrelerin detayları, Atomlar ve Atomların yapıları ve henüz bilemediğimiz daha içerideki yapı taşlarını etkilemek suretiyle ve Yüce Yaratıcı Allah tarafından takdir edilmiş ve onlara bildirilmiş olduğu şekilde yerine getirmektedirler. Biraz daha net yaklaşabilmek için bu konuda aşağıdaki hususların incelenerek "gelecek zaman dilimlerinde" bu konularda, şayet Yüce Allah insanlara izin vermiş ise, daha somut sonuçlara ulaşılması mümkündür.

 

Oluşum ve değişimlerin yürütülmesini sağlamak üzere molekül, hücre ve bunların alt oluşumu olan Atom ile Atomun en alt oluşumu olan "Kuant" birimlerinin hangi etkiye ne şekilde cevap vereceği ve bu etki karşılığında ne yapacağı Yüce Allah'ın Değişmez Kanunları olarak "İlk Oluşum" olan "Büyük Patlama" sırasında yerleştirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda genel olarak neye benzedikleri tahmin edilmeye çalışılan Meleklerin ve Cinlerin (Şeytan dahil), yeni bir oluşum veya oluşmuş şeylerde değişim gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak Yüce Yaratıcı Allah'tan görev aldıklarında taşıdıkları "enerji" tarafından sağlanan güçleri ile, örneğin radyo dalgalarında olduğu gibi, etkileyecekleri şeylerin en alt yapı taşlarında düzeltmeler yaparak işlemi başlattıkları, bu etki sonucunda esasen bu en alt yapı taşında bulunan "enerji" ile çalışmakta olan "cevap programının" işlemeye başlayarak sonraki değişimleri veya yeni bir oluşumu başlattığı ve tamamladığı düşünülebilir.

 

Yine radyo dalgalarını örnek olarak alırsak, her iş ile ilgili Meleklerin ve Cinlerin o işe ait "dalga boyunu" kullandığı varsayılabilir. Örneğin bizim kullandığımız radyo dalgaları belli alt ve üst frekanslar arasındadır. Nasıl biz bu aralıkta her dalga boyunda ayrı yayınlar yapıyor ve kullandığımız alıcıları bu aralıklardaki dalga boylarına ayarladığımızda her bir yayını ayrı olarak algılayabiliyor isek, her biri ayrı dalga boyunda olan Meleklerin ve Cinlerin de bu dalga boyu nitelikleri ile üstlendikleri işlemlerin kendilerine ait olan bölümlerini yürüttükleri düşünülebilir.

 

Melek ve Cin olarak tanımlanan ve Evren ve Evreni oluşturan her bir zerrenin oluşumu ve devamı ile ilgili tüm işlemleri yürüten bu dalgalar ise bizim ölçme bilgi ve kabiliyetimizin çok ötesinde bir yapıya ve çeşitliliğe sahiptirler ve bize göre "Sayısız" veya "Sonsuz" olarak tanımlayabildiğimiz çeşitlilikte ve dalga boyu sayısında olduklarını düşünmek mantık dışı olmamaktadır.

 

Böyle bir etkileşimin gerçekleşebilmesi için Meleklerin ve Cinlerin Tüm Evren'de yukarıdaki açıklandığı gibi ışık hızının çok "ötesindeki" bir hız ile dolaştıkları ve üstlendikleri görevleri hedeflerinde yerine getirdikleri sonucuna varılabilir. Burada, yerine getirilecek çeşitli görevlerin sonsuz olarak tanımlayabileceğimiz sayı ve çeşitlilikte oldukları anlaşılan Melekler ve Cinler tarafından yürütüldükleri söylenebilir. Zira Meleklere ve Cinlere görevlerine göre çeşitli isimler verildiği Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.

 

Ayrıca Meleklerin ve Cinlerin (Şeytanların) yapılarındaki özellikler nedeniyle ölümlü olmamaları ve varlıklarının "Sonsuz" olması nedeniyle, Kıyamet zamanına kadar tüm zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan bütün insanların "Dünya Hayatı" ile "aynı zaman sürecinde" onlarla birlikte bulunabilecekleri görülmektedir. Buna göre melekler, cinler (ve şeytanlar) yapısal olarak insanlar ile aynı "Zaman Boyutunu" paylaşmamakla birlikte "Yapıları" nedeniyle bize göre "Her Zaman Her Yerde" insanlar ile birlikte olabilmektedirler. Bu durumda içinde bulunduğumuz zaman boyutunda Melekleri ve Cinlerin yaşam süreleri, sayıları gibi konuların bizim ölçülerimize ve algılama kapasitemize göre anlaşılması "Mümkün" olmayacaktır.

 

İnsanı oluşturan unsurlardan önemli olan ve sadece İnsana verilmiş olan Akıl unsuru ile diğer bazı canlılarda da bulunmasına rağmen İnsanda daha yoğun ve belirgin olan İç Güdü ve Nefs (Tüm His ve Duygular-Gönül) unsurların oluşum ve değişimleri de aynı maddesel oluşum ve değişimlerde olduğu gibi bu işle ilgili Melekler ve Cinler tarafından yerine getirilmektedir. Ayetlerde "Cinlerden" olduğu bildirilen "Şeytan" insanın "Ruh Yapısına" Allah'ın "izni" ile yerleştirdiği ve onu "doğru yoldan" uzaklaştıracak olan unsurlara etkide bulunmaktadırlar. Ancak Ayetlerde, Allah'ın kendilerine bir kabiliyet olarak lütfettiği "Aklını" kullanarak alacakları "kararlar" ile aynı unsurlara etki yapan Meleklerin bu sahalarda Şeytan'ın etkilerini dengeleyebilmelerini ve hatta etkisiz duruma getirmelerini sağlayabilecekleri de bütün "Akıllı İnsanlara" bildirilmektedir.

                                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI

Melekler

Melekler

 

Yukarıda Melekler, Cinler ve Şeytanlar bölümünde belirtildiği gibi, Ayetlerde Cinlerin "ateşten" ve İnsanın da "topraktan" yaratıldıkları açıklanmasına rağmen, Meleklerin nasıl yaratıldıkları ve nitelikleri hakkında açık olarak bilgi verilmemektedir. Buna göre Meleklerin Yüce Allah'ın "Kendisi" için tanımladığı "Nur" yani bizce anlaşılması mümkün bulunmayan bir nevi "Işık" kaynağından (Allah’ın Nurundan) ve Allah'ın "İradesini" yürütmek üzere "özel güçlerle" donatılarak yaratılmış "Enerji" esaslı “unsurlar” oldukları anlaşılmaktadır. Zira, Yüce Yaratan Allah, Evren Ötesinin, Evrenin (ve yeryüzünün) "Nur'u" olduğunu belirtmektedir. Buna göre bu ortamları ayrıca bizim asla bilemeyeceğimiz bütün ortamları, bu ortamlardaki her şeyi ve tüm varlıkları, "Tek Kaynak" olarak işaret ettiği, "Kendisi" olduğu anlaşılan ve ancak bir çeşit "ışık" olarak düşünebileceğimiz "Nur'undan" meydana getirdiğini (yarattığını) bildirmektedir.

 

Allah, göklerin ve yerin nurudur. Allah'ın nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir, o lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur, onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.  Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir, Allah insanlara temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. (102/35), (24/35)

 

Buna göre Yüce Yaratan Allah, Evren Ötesinin, Evrenin ve yeryüzünün "Nur'u" olduğunu belirtmekte ve bu ortamları ayrıca bizim asla bilemeyeceğimiz bütün ortamları, bu ortamlardaki her şeyi ve tüm varlıkları, "Tek Kaynak" olarak işaret ettiği, "Kendisinden" olduğu anlaşılan ve ancak bir çeşit "ışık" olarak düşünebileceğimiz "Nur'undan" meydana getirdiğini (yarattığını) bildirmektedir. Bu durumda görüp algıladığımız veya göremeyip algılayamadığımız ne varsa her şeyin "Tek Kaynağı" olan Allah, Arş ortamındaki "Melekleri" de "Nur'undan" yarattığına işaret etmektedir.

 

Kur'an Ayetlerinde önemli olarak niteleyebileceğimiz konuları yürüttükleri belirtilen bazı Melekler Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail olarak adlandırılmakta ve melekler genel olarak yürüttükleri işlemlere göre Arş'ı yüklenen, Cennet ve Cehennemin işlerine bakan, insanların af edilmelerini dileyen (şefaat eden), çağıran, kayıt eden (yazan), davetçi gibi sıfatlar verilerek tanımlanmaktadırlar. Bu ifadelerden Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail olarak anılan Meleklerin (Dört Büyük Melek olarak ta anılmaktadır) diğer Meleklerden ayrı olarak "Yaratıldıkları ve sadece onlara has "Özelliklerinin" bulunduğu anlaşılmaktadır. Zira bazı Ayetlerde bu melekler ile ilgili özel açıklamalar ve tanımlamalar yapılmaktadır.

 

Nitekim İslam Ansiklopedisinde Cebrail "İlâhî emirleri meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleği" olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca Ayetlerde "Ruh, Ruhu'l emin, Rûhu'l-Kudüs, Mukaddes Ruh" olarak belirtilerek bazı Peygamberleri "desteklediğine" ve onlara "yardımcı olduğuna" işaret edilmektedir. Diğer bazı Ayetlerde de değerli, güçlü, kuvvetli, üstün yaratılışlı, itibarlı elçi, sayılan, güvenilen sıfatları ile anılmakta ve Hz.Muhammed ile önceki bazı peygamberlere de Allah'ın "Vahiylerini" ilettiği bildirilmektedir. Buna göre, Cebrail'in "Doğrudan Allah'ın Ruhunun" özel bir "Hali" olarak daha "üstün" bir "Melek" olduğu sonucuna ulaşılabilir.

 

O, şüphesiz bir elçinin getirdiği sözdür. (7/19), (81/19)

Değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi katında itibarlı bir elçinin. (7/20), (81/20)

O orada sayılan, güvenilendir. (7/21), (81/21)

Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri olan Cebrail öğretti.  (23/5), (53/5)

Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye indirmiştir. (47/193), (26/193)

Muhakkak ki o Kur'an âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (47/192), (26/192)

Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye indirmiştir. (47/193), (26/193)

Senin kalbine indirmiştir. (47/195), (26/195)

O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. (47/196), (26/196)

Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, Allah'na iman ederler, (60/7), (40/7)

Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik ve onu, Rûhu'l-Kudüs ile destekledik. De ki: “Onu, Mukaddes Rûh, iman edenlere sebat vermek, müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (70/102), (16/102)

Gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe, ona karşı büyüklük tasladınız. Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.   (87/87), (2/87)

De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. (87/197), (2/197)

O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l- Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkar etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı lâkin Allah dilediğini yapar. (87/253), (2/253)

Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)

Allah o zaman şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh ile desteklemiştim; sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri benim iznimle çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını engellemiştim; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman içlerinden inkar edenler, "Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi. (112/110), (5/110)

 

Tefsirlerde "Arş'ı Yüklenenin" en güçlü ve tüm Meleklerin başı olarak tanımlanan "Cebrail" Meleği ve onun çevresindeki diğer melekler olduğu belirtilmektedir. Ancak Muhammed Esed tefsirinde bu ayetin sadece "melekleri" kast etmediğine zira Arş'ı yüklenen ifaesinin aynı zamanda "bazı şeylerin sorumluluğunu üstüne aldı" anlamına da geldiğine işaret edilmekte, dolayısıyla bu ifadenin melekler ile birlikte Allah'ın sınırsız gücünün ve muazzam sonuçlarının bilincinde olan ve bu bilinci kendilerinin ve diğer insnaların hayatlarına yansıtmakla sorumlu bulunan bütün insanları kapsadığı belirtilmektedir.

Mumin suresi | Mumin oku Mumin arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

İslam Ansiklopedisinde sadece onlara has "Özelliklerinin" bulunduğu belirtilen melekten biri olan Mikail'in kelime anlamının İbranicede “Kim Tanrı gibidir?” olduğu belirtilmektedir. Ayrıca genel olarak hadislere dayandırılan bilgilere göre Cebrâil ile Mîkâil’in Allah ile peygamberleri arasında elçilik yaptıkları, bu çerçevede Mîkâil’in peygamberliğinin ilk yıllarında Hz.Muhammed'e "vahiy" getirdiği, ancak esas görevi vahiy getirmek olan Cebrâil’in Hz.Muhammed'e daha "yakın" olduğu ve buna göre Cebrâil’in Mîkâil’den üstün özelliklere sahip olduğn açıklanmaktaır.

MÎKÂİL - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Mikail meleğinin adı Kur'an'da bir Ayette Cebrail ile birlikte geçmektedir:

 

De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. (87/97), (2/97)

Her kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâîl’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.  (87/98), (2/98)

 

Bu Ayetlerin Hz.Muhammed ile yahudiler arasında Cebrail ve Mikail konusunda geçtiği belirtilen tartışmalar üzerine vahyedildiği tefsirlerde açıklanmaktadır. Buna göre Allah'ın melekleri arasında aslında fark bulunmadığına ve bu nedenle Meleklerin durumlarının ve birbirlerine karşı "üstülüklerinin "bulunduğunun tartışılmasının gereksizliğine işaret edilmekte ve Allah'ın meleklerini tanımayıp onlara düşman olanların Allah'ı da "inkar" etmiş olacağı ve Allah'ın da inkar edenlerin düşmanı olduğu bütün insanlara "ihtar" edilmektedir.

Bakara suresi | Bakara oku Bakara arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Kur'an'sa İsrafil meleğinin adı geçmemektedir. Ancak tefsirlerde Kıyamet ve ölümden sonra insanların yeniden diriltilmeleri ile ilgili bazı "Ayetlerde" açıklanan olayları bu Meleğin "yaptıklarına" dair olduğu ve "gerçekleştirdiği” ifade edilmektedir.

 

Çağıranın, görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir. (37/6), (54/6)

Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. (37/7), (54/7)

O gün insanlar, davetçiye uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.  (40/108), (20(108)

Nihayet Sûr'a üfürülecek, bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (41/51), (36/51)

Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar. (41/53), (36/53)

Sûr'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri müstesna, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak Allah'na gelirler. (48/87), (27/87)

Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık Allah'ındur. (55/73), (6/73)

Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir, sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar! (59/68), (39/68)

O gün biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; Sûr'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir. (69/99), (18/99)

Sûr'a üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar. (74/101), (23/101)

Sûr'a bir defa üflendiği zaman (78/14), (69/14)

 

Tüm İnsanların Gerçek Ortamda "Yeniden Yaratılmalarının" özel bir "Davetçiye" uymaları ile gerçekleşeceği açıklanmaktadır. Bu olayın "Dehşeti" ve "Azameti" karşısında İnsanların Allah'a "Hürmeten" seslerinin kısılacağı ancak fısıltı halinde ses çıkarabilecekleri belirtilmektedir. Ayette hiç kimsenin "Karşı Gelemeyeceği" ve mutlaka "Uyacağı" belirtilen "Davetçinin" ve "Sur'a" üfleyenin, Kur'an da doğrudan yazılmamakla birlikte,  dört "Büyük" Melekten birisi olan "İsrafil" Meleği olduğu kabul edilmektedir.

 

Ayette "Ses" olarak açıklanan olayın, muhtemelen Evren Ötesi kaynaklardan "Gönderilecek" olan bir "Etki" olduğu düşünülebilir. Evren ortamındaki tüm varlıkların Atom Altı Parçacıklarına yayılarak "Kıyameti" başlatacak olan bu "etkinin" insanların bilgileri çerçevesinde ancak bir "ses dalgası" olarak yorumlanması mümkün bulunmaktadır. Allah Kıyameti başlatacak olan "Sûr'a" üflenmesini "Müthiş Bir Ses" olarak tanımlamaktadır. İşaret edilen bu "Ses" ile "Kıyamet" yeni bir "Ortam" olarak ortaya çıkmış olacaktır. Dünya Ortamında Kıyamet gününe kadar yaşamış olan tüm insanların bu Kıyamet ortamında Allah'ın "Huzurunda" ayakta hazır bulunacakları yalın bir "Gerçek" olarak hatırlatılmaktadır.

İSRÂFİL - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Dört büyük melekten biri olarak belirtilen Azrail, Kur’an'da melekü’l-mevt (ölüm meleği) şeklinde geçmektedir ve insanların canını olmakla görevli olduğu kabul edilmektedir.

 

Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: “İşte bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir” denir. (34/19), (50/19)

Sonunda elçilerimiz gelip canlarını alırken "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz tanrılar nerede?" derler. (39/7), (7/37)

Nihayet birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz onun canını alırlar, onlar görevlerinde kusur etmezler. (55/61), (6/61)

Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır. (59/42), (39/42)

Meleklerin, "Size selam olsun. Yapmış olduğunuz işlere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.  (70/32), (16/32)

De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (75/11), (32/11)

Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıcı cehennem azabını" o kafirlerin canlarını alırken onları bir görseydin! (88/50), (8/50)

Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak! (95/27), (47/27)

Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve Allah'nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır, bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır. (95/28), (47/28)

 

Ayette ölüm anında bu durumun öteden beri "kaçmakta" olduğu şey olduğunun bildirileceği açıklanmaktadır. Bunun yanında bir diğer Ayette de Takva sahiplerine ölüm anında cennete gireceklerinin bildirildiğine işaret edilmektedir. Bu duruma göre takva sahiplerinin Allah'a olan iman ve teslimiyetleri (Takva) nedeniyle, ölüm meleğinin onların canlarını "tertemiz" olarak (huzur içinde) alacakları belirtilmektedir. Ancak nefslerine uyarak Allah'ın hoş görmediği şeylerin ardınca giden ve Allah'ın razı olacağı şeylerden hoşlanmayanların ise, "ölüm meleklerinin" yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alacakları ve "ölüm anında" onlara "Tadın yakıcı cehennem azabını" diyecekleri, böylece ölüm anını acı ve eziyet çekerek hissedecekleri canlandırma (tasvir) yapılarak belirtilmektedir. Yüce Allah "Ölüm Zamanı" gelenlerin "Ölüm" anlarında ve henüz ölüm zamanı gelmeyenlerin de "Uykularında" insanların "Canlarını" beden yapılarından "Aldığını" açıklamaktadır. Buna göre insanların "Ölümüne Hükmedildiğinde" yani "Öldüklerinde” ölüm melekleri tarafından alınan "Canları" artık bedene geri dönmemekte, ancak henüz ölümüne hükmedilmemiş olanların ise, uykularındaki beden yapılarından alınan "Canları" tekrar beden yapılarında "Bırakılmış" olmaktadır. Yani uyku hali bir çeşit "canın alınmış" veya "ölüm" gibi olmasına benzetilmektedir.

 

Bu durumda insanların ölüm anında neler olduğunun bir şekilde "farkında" olacağı anlaşılmaktadır.

AZRÂİL - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Hristiyan ve Musevi kaynaklarda da Melekler ve görevleri benzer şekillerde yer almaktadır.

“According to Jewish tradition (but not the Bible!) the seven archangels are:

•Michael

•Gabriel

•Raphael

•Uriel

•Raguel

•Saraqael

•Remiel

Out of the seven, only Michael and Gabriel are named in the Bible (Only Michael is called an archangel in the Bible.). An angel called Raphael has a major part in the book of Tobit 5.”

http://www.whyangels.com/archangels_michael_gabriel.html

http://www.angeltherapy.com/archangel-gabriel

 

 

Bu varsayımlar çerçevesinde Kur'an’da Meleklerin kendilerine verilen "görevlerine" göre "gruplandırıldıkları", bu grupların çeşitli isimler ile anıldıkları ve bu gruplarda oluşturdukları "Alt Birimler" halinde Allah'ın takdir ettiği işleri "tüm ortamlarda" her an ve her şekilde yürütmekte oldukları anlaşılmaktadır. Gerçekten "Ahiret" olarak tanımlanan ölüm sonrasındaki ortamlarda ile ilgili Ayetlerde insanların "görecekleri" ve nelerle karşılaşacakları olayların ve konuşmaların yer aldığı "canlandırılmalar" yapılarak belirtilmekte, böylece tüm insanlara ölüm sonrasındaki ortamlarda karşılaşacakları "gerçekler" ile ilgili tüm olaylar bir şekilde "gösterilmiş" olmaktadır. Buna göre ölüm sonrası ile ilgili bölümlerde yer alan Ayetlerdeki "canlandırmalarda" belirtilen her türlü olay ve konuşmaların bu konuda görevli "melekler" tarafından yürütüldükleri anlaşılmaktadır.

 

 

Üzerinde ondokuz vardır. (4/30), (74/30)

Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir, onların sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanı artsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: "Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?" desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez, bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür. (4/31), (74/31)

 

Ayette Cehennemin üzerinde "On dokuz" olduğu belirtilmektedir. Burada verilen sayının niteliği açıklanmamaktadır. Ancak Cehennem işlerine "Meleklerin” baktığına ve sayılarının İnsanlar tarafından tahmin ve idrak edilemeyecek konulardan olduğuna işaret edilmekte, fakat aynı zamanda bu sayıların "inkarcılar" için bir sınama (imtihan) vesilesi olduğu açıklanmaktadır. Buna göre belirtilen 19 sayısının, Kur’an Ayetlerinin (vahyin), gerçek anlamlarının araştırılması ve tüm insanlık için uyarı, öğüt ve önerilerde bulunduklarının anlaşılması yerine, bazılarının iman etmeyip (kafirlerin) Allah'ın bu misalle ne demek istediğini merak ettikleri belirtilerek bu sayının üzerine düşüp bir takım şifreli rakamlar bulmaya çalıştıkları ve kendilerine ve "çıkarlarına" göre "gizemli" açıklamalara yöneldikleri belirtilmektedir. Bu durumun onları yanlış yönlere yönelteceğini anlayabilmeleri açısından verilen "sayının" inkarcılar açısından bir "sınav" olduğu bildirilmektedir. Ayrıca "Allah'ın Ordularına" işaret edilmekte ve bu orduların ancak ve sadece Allah'ın bildiği belirtilmekte ve böylece "Mutlak İnanış" ile ilgili bir yönlendirme yapılmaktadır. Yani, verilen sayının ve temsil ettiği şeyin ne olduğu insanlara "muhtemelen anlama yeteneklerinin ötesinde olması" nedeniyle açıklanmamaktadır.

 

Bu durumda sadece kafirlerin verilen bu sayı ile ilgili olarak Allah'ın bu misalle ne demek istediğini merak ettikleri belirtilerek, Kur'an'ın bir şifre veya rakamlarla bulmaca kitabı olmadığı ve ancak Allah'ın bu uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate almalarının İnsanların "imanlarını arttıracağı" ve gerçeklikleri ile ilgili şüpheye düşmeyecekleri bütün "insanlara" hatırlatılmaktadır. Bu açıklamalara rağmen inkarda devam eden insanların Allah'ın "sapıklıkta bırakmayı diledikleri" arasında olacakları, buna karşılık Allah'ın "doğru yola eriştirdiklerini" dilediklerinin ise Ayetleri kendilerinden beklendiği gibi anlamlarının araştırarak tüm insanlık için uyarı, öğüt ve önerilerde bulunduklarının anlayıp doğru yola yönelenler olduğu bildirilmektedir.

 

Böylece Allah'a ve Allah'ın öğüt ve önerilerini tüm insanlara ulaştıran Kur'an’a inanan "müminler", takdir edilen bu durumu anlayışla karşılayacaklar ve bu durum onların inançlarında en küçük bir sapma meydana getirmeyecektir. Ancak Allah'ın varlığı ve Kur'an’ın Allah'ın tarafından insanlara ulaştırıldığına inanmayanlar için verilen bu sayı onların meraklarını derinleştirecek ve bu durum inanıp inanmama arasında bir sınav olarak sonsuza dek önlerinde bulunacaktır.

 

 

Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. (23/26), (53/26)

Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. (23/27), (53/27)

Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar; zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. (23/28), (53/28)

 

Meleklerden bazılarının, "Ancak" Allah'ın izni ile bazı kimselere (insanlara) şefaat (Af edilmesine vesile olunması) edecekleri, Allah'ın bu hususta izni olmadıkça meleklerin bu özellikleri hiçbir işe yaramadığı belirtilmektedir.

 

Bu uyarının özellikle Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanmayan ve iman etmeyenlere yapıldığı anlaşılmaktadır Çünkü iman etmeyen çok sayıdaki insanlarrın, günümüzde bile hala Melekleri dişi insanlar gibi düşünmekte ve öyle zannetmektedir. Öyle ki Meleklere "dişilerin" adlarını verip onların resimlerini ve küçük heykelciklerini üstlerinde takı olarak bulundurmakta, böylece meleklerin kendilerine "yardım" edeceklerini hatta onların kendilerini "af edeceklerini" beklemektedirler. Yüce Yaratan bunların "Doğru" olmadığına işaret ederek bu düşüncede olanlara melekleri yaratırken bu yaratılışa "Şahit mi" olduklarını sormaktadır.

 

Putperestlere sor: Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı? (56/149), (37/149)

Yoksa biz melekleri onların gözünde kız olarak mı yarattık? (56/150), (37/150)

 

Böylece Yüce Allah meleklerden yardım umanların Allah'a ve Hz.Muhammed ile bütün insanlara ilettiği "gerçekler" hakkında hiç bilgilerinin olmadığını, sadece zanna uyduklarını ve zannın hiç şüphesiz gerçekler (hakikat) bakımından bir şey ifade etmediğini özellikle bildirmekte, bütün insanlara bu konuda kesin bilgilerinin bulunmadığını hatırlatmakta ve "gerçekleri" araştırmalarını önermektedir.

 

Nitekim, "Melekler, Cinler ve Şeytanlar" bölümünde belirtildiği gibi, "Meleklerin" Allah'ın "özelliklerinden" bazılarını taşıyan ve Allah'ın uygun gördüğü işleri yürüten bir çeşit enerji halinde bulunan ve çeşitli ortamlara göre herhangi bir şekilde bulunabilmek üzere "özel yaratılmış" oldukları, bu bakımdan inanmayanların "zanlarının" bu gerçeği değiştirmediği bütün insanlara ve iman etmeyenlere ihtar edilmektedir.

 

Buna göre meleklerin sadece Allah'ın "hoşnut olduğu kimse" için izin verdiklerine "şefaat" ettikleri belirtilmektedir. Gerçekten bir diğer Ayette Meleklerin “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru yolda yürüyerek "iman" etmiş olanlara, sadece "vaat olunan" cennetle sevinmelerini ve "ölüm sonrasından" korkmamalarını ve üzülmemelerini telkin ederek "yardımcı" oldukları (üzerlerine indikleri) bildirilmektedir.

 

Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner, onlara: “Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin” derler. (61/30), (41/30)

 

Böylece bütün insanlara ve özellikle de Hz.Muhammed'in bildirdiği Kur'a Ayetlerine inanıp iman etmeyenlere, sonunda rızası aranacak ve yardım istenecek (kendisine ibadet edilecek) olanın Melekler değil, Allah olduğu, bu nedenle de Meleklerin putlaştırılmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Öte yandan, Meleklerin bulundukları ortam konusunda insanların yeterli bilgileri bulunmamaktadır ve Ayetlerde verilen ip uçlarına göre melekler kendi ortamlarında hangi yapıda iseler bu dünya ortamında aynı görüntüyü vermemektedir. Bu ortama göre melekler (ve yine bir melek türü olan şeytanlar) bir nevi elektriksel bir enerji türü olarak ve sadece "etkileri" ile algılanabilirler. Ayrıca unutulmamalıdır ki cinsiyet kavramı, ancak bu dünya üzerindeki canlılar için geçerlidir ve hayvan ve bitki türlerinin devamlılığının ve Gerçek Ortamda yaratılmış insan ruhlarının dünyaya gelişlerinden sonra “çoğalmalarının” sağlanması için oluşturulmuştur. Bu nedenle algılanan her şey için cinsiyet verilmesi yanlış bir değerlendirme olmaktadır.

 

Bu ifadelerle bazı insanların Meleklerin "Şeklen" insanların yapısına benzer bir yapıda olduklarını düşünebildiklerine işaret edilmektedir. Meleklerden bahseden bütün Ayetlerin incelenmesi halinde, daha önce de açıklandığı gibi, bu yapıların her an Yüce Yaratıcı ile "Bağlantı" halinde bulunan bir çeşit "Enerji" kaynaklı oldukları ve Yüce Yaratıcının "Hükmü" altında bulunan her şeyin oluşumunu ve sürdürülmesini sağlayan bütün "Unsurlar" üzerinde "Etkili" olarak, Yüce Yaratıcının "Takdir" ettiği her şeyin gerçekleşmesini, yenilenmesini, değişmesini ve varlıklarını bu değişkenlere göre devam ettirmelerini Allah'ın "İradesine" tabi olarak yerine getirdikleri akıllı insanlar tarafından kolayca anlaşılabilecektir.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

İki melek sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. (34/17), (50/17)

İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın. (34/18), (50/18) Sûr'a üfürülür; işte bu, geleceği vadedilen gündür. (34/20), (50/20)

Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir. (34/21), (50/21)

“Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir “. (34/22), (50/22)

Yanındaki arkadaşı: "İşte yanımdaki hazır” der; (34/23), (50/23)

“Haydi ikiniz her inatçı kafiri cehenneme atın" (34/24), (50/24)

"Hayra bütün gücüyle engel olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın!" (34/25), (50/25)

Allah ile beraber başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!”. (34/26), (50/26)

 

Yüce Allah, insanlara şah damarlarından daha yakınında olduğunu ifade etmekte ve esasen her an insanlar ile birlikte bu yeryüzü ortamında da bulunan "meleklerin" insanların dua, niyet veya düşüncelerini yazdıklarını (kayıt ettiklerini) bildirmektedir. Buna göre insanlara ölüm sonrasında bu ortamda yaşarken yaptıkları, niyetleri ve düşüncelerinin "eksiksiz" ve "açılmış olarak önüne konacak bir kitap" olarak bildireceği belirtilmektedir.

 

Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. (50/13), (17/13)

 

Buna göre insanların yaptıkları büyük, küçük her şeyin ve tüm niyet ve düşüncelerinin Allah katında "Kayıt Edildiği" yani “Bilindiği" açıkça bildirilmektedir. Nitekim insanların her eylemi, niyet veya düşünceleri beyin hücrelerinin atom altı parçacıkları üzerinde silinemez ve değiştirilemez bir "iz" bırakmaktadır. Meleklerin bu "İzleri" özgün haliyle aynı anda "kayıt" altına aldıkları ve her "istendiğinde" Yüce Allah "Katına" sahip oldukları "sınırsız" iletişim yetenekleri ile ulaştırdıkları söylenebilir.

 

Bu açıklamalar çerçevesinde Meleklerin Evren ve Dünya ortamını oluşturan bütün madde yapılarının yapı taşı olarak nitelendirilen atom altı parçacıkların "özünü" teşkil eden "Bilinçli Enerjileri" ile her an "etkileşim” halinde bulundukları, her şeyi "kayıt ederek" bunları sürekli "iletişim" halinde oldukları Yüce Yaratıcının katına ulaştırdıkları anlaşılabilmektedir. Bu nedenle insanların niyetlerinin ve eylemlerinin "gizli" kaldığı veya yaptıklarından "Kimsenin" haberdar olmayacağını düşünmelerinin bir anlamının bulunmadığı ihtar edilmektedir.

 

Burada "Sürücü" ve "Şahit" olarak belirtilenlerin ve yeniden diriltilmiş insanlar ile “konuşanların”, bizlerin bu Dünya ortamındaki bilgilerimizin etkisi ile "İnsansı" veya "İnsana Benzer" yapılara sahip olduklarını "Hayal" ettiğimiz "Varlıklar" olarak düşünülmemeleri gerekmektedir. Ayette belirtilenlerin, sürekli olarak İnsanların ve bütün yaratılmışların "Tek İlahı" olan Allah'ın "Emrinde" bulunan ve "Arş" bünyesindeki "Evren" ve diğer bütün "Ortamlarda" kendilerine verilmiş işleri yürüten ve Ayetlerde "Melekler" olarak değinilen unsurlar (Güçler) oldukları anlaşılmaktadır. Bu "Güçler" şu anda tamamen bilgimiz dışında bulunmaktadır ve onları ancak ölüm sonrasındaki ortamda yeniden "Diriltildiğimiz" zaman deneyimleyebileceğimiz anlaşılmaktadır.

Çağıranın, görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir. (37/6), (54/6)

Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. (37/7), (54/7)

 

Ayetlerde “çağıran” ve "davetçi" olarak "Meleklere" işaret edildiği anlaşılmaktadır. Diyanet Tefsirinde bu kelimelerle "İsrafil" meleğinin kast edildiği veya Cebrâil veya bu iş için görevlendirilmiş başka bir melek de olabileceği belirtilmektedir.

Kamer Suresi 2-8. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

 

Ayetlerde, Yüce Allah'ın Kıyamet olayının başladığı sırada görevlendirdiği "Davetçi Melek" tarafından yapılan "çağırı" ile "Berzah" engelinde beklemekte olan insanların "Ruh" yapılarının, "görülmemiş bir şey" olarak belirtilen ve genel olarak "Mahşer" adı verilen ortamda "toplanmaların" emrettiği "canlandırma" şeklinde açıklanmaktadır. Bu nitelemeyle o anın (Mahşer) bu dünyadaki algılamalara göre hayal dahi edilemeyecek derecede ürküntü ve dehşet verici olacağına işaret edildiği söylenebilir.

 

Görüldüğü gibi, melekler bütün ortamlarda ve bu ortamlara ait bütün zaman dilimlerinde kendilerine Yüce Allah'ın verdiği işleri yerine getirmektedirler. Bu durumda insanların yeryüzünde bulundukları yaşamları, ölümleri ve ölüm sonrasındaki ortamlarda gerçekleşen ve "görecekleri" her olay ve işlemler melekler tarafından yürütülmektedir. Nitekim Yüce Allah "Sûr'a Üflenerek" Evren'deki bütün canlıların hepsinin öleceğini, sonra ona bir daha üflenince de onların ayağa kalkmış bakacaklarını (yeniden diriltileceklerini) olmalarının kesin bir şekilde bildirmektedir.

 

Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir, sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar! (59/68), (39/68)

 

Buna göre Sur'a üflenmesi ile Kıyametin başlatılmasının ve buna bağlı olayların görevli melekler tarafından yerine getirileceği anlaşılmaktadır. Tefsirlerde sur'anın İsrafil olarak adlandırılan melek tarafından üfleneceği belirtilmektedir.

 

 

Yüce Allah Ayetinde Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı olarak "İradesini" yürütmek üzere "elçiler" yaptığını, bunun "Sürüp gitmekte olan" bir yaratma olduğunu ve yaratmada "Dilediği" arttırmayı yaptığını tüm Akıl Sahibi insanlara açıklamaktadır.

 

Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. (43/1), (35/1)

 

İnsanlar tarafından bu günkü bilgi birikimleri ile Meleklerin yapılarının ve niteliklerinin tam olarak anlaşılması mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle Meleklerin kanatlarının ve bunların sayılarının da hayal edilmesi söz konusu olmamaktadır. Tefsirlerde bu durum ile ilgili olarak; “Meleği tasavvur edemeyen bizlerin bir kanat tasavvur etmesinin de söz konusu olmadığı, burada gayba ilişkin bir şey ifade edildiği, onun için bu kelimelerin de gaybi bir hakikati ifade ettiğinin anlaşılması gerektiği" ya da "Ayette geçen Cenah kelimesinin kanat olarak tanımlandığı ancak bu kelimenin aynı zamanda tarafı veya kısmı da ifade ettiği  ve buna göre Meleklerin çok yönlü işlevleri yapabilen unsurlar olarak düşünülebileceği şeklinde açıklamalar bulunmaktadır.

İslamoğlu Tef. Ders. FATIR SURESİ (01-18) (136) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)

KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: FATIR SURESİ (enfal.de)

 

Buna göre Meleklerin Yüce Allah'ın bilebildiğimiz ve asla bilemeyeceğimiz nitelikteki bütün ortamlarında (Alemlerde) Allah'ın "İradesini" yine Allah'ın "Takdirine" göre “Yürüttükleri", kendilerine verilen "Görevler" olarak bu işlerini Allah'ın onları "Yaratırken" bünyelerine eklediği yeteneklerini kullanarak bu ortamların "Her Tarafında" ulaşarak ve "Anında" yerine getirdikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda Meleklerin kendilerine iletilen işleri yürütebilmeleri için "Bütün Ortamlarda" her an hazır olmalarının ve her işe yetişebilmeleri için "Her Yere" ve "Her Tarafa" ulaşabildikleri mecazi olarak “İkişer, üçer, dörder kanatlı" olarak açıklanmaktadır. Allah, örneğin yeni "Ortamları" yaratmayı dilerse, Meleklerin bu özellikleri ile ilgili olarak dilediği "Arttırmayı" da yapmaya gücünün yettiğini ve her şeyin onun gücü ile meydana geldiğini açıkça ifade etmektedir.

 

 

Melekler ile ilgili bir diğer konu olarak Kur'an’da Meleklerin insanlara "insan şeklinde " görünebildiklerini düşündürebilecek bazı Ayetler bulunmaktadır. Nitekim, bir Ayette Cebrâil’in Meryem’e "insan" şeklinde göründüğü ifade edilmektedir.

 

Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. (44/17), (19/17)

 

Ayrıca İbrâhim ve Lût Peygamberler ile ilgili olayların açıklandığı Ayetlerde Yüce Allah'ın daha önce İbrahim Peygambere de haber vermek üzere gönderdiği "Meleklerden" oluşan "Elçiler" Lût'un içinde bulunduğu topluma geldiklerinde Lût'un onları tanımadığını ilettiği, bunun üzerine elçilerin, yaptığı uyardıklarından "Şüphe" duyarak ona inanmayan toplumuna "Şüphe Duydukları Şeyi" getirdiklerini Lût'a bildirdikleri anlatılmaktadır. Bu elçileri gören toplumunun koşarak Lût'un yanına geldikleri ve Lût'un son bir uyarıda bulunarak toplumuna yapmakta oldukları bu "Kötü" davranışlardan vaz geçmelerini bunun yerine onlar için daha "Temiz" olan kendi kızları ile birlikte olabileceklerini bile ilettiği; onlara Allah'tan korkmaları, Akıllarını" kullanmalarını ve "Misafirlerinin" önünde kendisini rezil etmemelerini ihtar ettiği ancak toplumun bu ihtarlara uymadığı ve bildiklerini yapmakta "ısrar" ettikleri açıklanmaktadır.

 

Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam" dediler, o da: "Selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. (52/69), (11/69)

Elçilerimiz Lût'a gelince, onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi. (52/77), (11/77)

Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver. (54/51), (15/51)

Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. “Biz sizden çekiniyoruz” dedi. (54/52), (15/52)

Dediler ki: “Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.” (54/53), (15/53)

Elçiler Lût ailesine gelince, (54/61), (15/61)

Lût onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.  (54/62), (15/62)

Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik."  (54/63), (15/63)

“Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.”  (54/64), (15/64)

“Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."  (54/65), (15/65)

Ona şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."   (54/66), (15/66)

Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, (meleklerin yanına) geldiler.  (54/67), (15/67)

Onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın" (54/68), (15/68)

 

Bu ifadelere göre Yüce Yaratan bazı peygamberlere ve onların kavmine "insan gibi" algıladıkları melekleri ile "uyarılarını" ilettiğini bildirmektedir.

 

Bu konuda bir araştırma yazısında ve İslam Ansiklopedisinde bazı bilgiler bulunmaktadır.

"Kur’an’da, meleklerin peygamberlere gözüktükleri gibi bazı özel durumlarda diğer insanlara da görünebildikleri ifade edilmiştir. Örnek olarak önce Hz. İbrahim’e müjde vermek için sonra da Hz. Lût’un yaşadığı Sodom’u helâk etmek için gelen melekler insan kılığında görünmüş ve insanlarla konuşmuşlardır. Cebrâil, Hz. Meryem’e insan şeklinde görünmüştür." 

İslam inancında meleklerin görülmesinin imkanı (nevsehir.edu.tr)

 

"Bazı âyet ve hadislerde, meleklerin özel görevleri veya peygamberlerle diyalogları sırasında çeşitli maddî sûretlere bürünüp (temessül) insanlarla konuştukları haber verilmektedir. Sapıklıklarına karşı Lût kavmini cezalandırmak üzere görevlendirilen meleklerin misafir olarak gittikleri Hz. İbrâhim tarafından insanlardan ayırt edilemeyip kendilerine yiyecek hazırlanması (Hûd 11/69-70) ve Cebrâil’in Meryem’e insan sûretinde görünüp bir çocuğunun olacağını haber vermesi (Meryem 19/17-19) meleklerin farklı kimliklerle insanlara göründüğünü gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine vahiy getiren Cebrâil’i aslî hüviyetiyle de görmüştür (en-Necm 53/5-7; Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7)". 

MELEK - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Bir diğer Ayette yer alan ve eğer peygamber meleklerden seçilseydi onun da ancak insan şeklinde gönderileceğini belirten ifadelerde meleklerin insan cismi gibi görünmesinin mümkün olduğunu göstermektedir. 

 

Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.  (55/9), (6/9)

 

Ancak Ayetlerde belirtilen ifadelere göre Melekler, Cinler ve Şeytanların Evren ve Dünya ortamlarda anladığımız anlamda bir "Maddi Kişilik" olarak bulunmamaktadırlar. Yani bu yapıların "İnsana Benzer" bir şekilde oldukları söylenemez. Buna karşılık Meleklerin, Cinlerin (ve Şeytanların) Evren öncesi "Arş" ortamında ve Arş bünyesindeki bizce bilinmeyen diğer tüm ortamlarda da Allah'ın "Takdiri" olan tüm işlemleri bu nitelikleri ile uyumlu bir şekilde ve o ortamın kurallarına uygun olarak "Gerçekleştirdikleri" ve süründürdükleri anlaşmaktadır. Buna göre bu "Yapılar" tüm Arş ortamında ve Yaratılmasından sonra da Evren ve Dünya ortamında her an her yerde bu görevleri yerine getirmektedirler. Diğer bir ifade ile bu "unsurlar" her an Arş'ın bir bölgesinde bir işi yaparken aynı zamanda Dünya ortamında bir başka işlemi (Bize Göre) aynı anda gerçekleştirmesi mümkün olmaktadır. Tüm Meleklerin ve Cinlerin (ve Şeytanlar) bu Evren ortamdaki "Madde" yapısını oluşturan "Atom Altı Parçacıklara" etki etme kabiliyetleri bulunduğundan, bu Evren ve Dünya ortamında Allah'ın "Takdiri" doğrultusunda "Maddelerin" yapılarını "Değiştirebilmeleri" ve böylece insanlar tarafından maddelerin şekil ve içeriklerinin böylece değiştirilmiş hali ile "Algılanmaları" mümkün olabilmektedir. Bu durumda, Ayetlerin ilgili olduğu zamanlarda yaşamış olan insanların Allah ve "yaratılış" ile ilgili olarak "gerçekleri" ancak bazı olağanüstü olayları

algılamaları halinde anlayabilecekleri dikkate alındığında, belirtilen Ayetlerde "Meleklerin" Allah'ın "iradesi" ile Peygamberlere ve onların kavmine "insan şeklinde" algılanan "görüntü" oluşturarak Allah'ın bazı uyarı ve öğütlerini "ilettikleri" anlaşılmaktadır.

 

 

Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, (47/94), (26/94)

Toptan oraya tepetaklak atılırlar.  (47/95), (26/95)

 

Cehennemin Allah'tan başkasına "Tapanlar" olarak tanımlanan "Azgınlara" apaçık olarak "Gösterileceği" belirtilmekte ve onların durumu halen yaşamakta olan ve Kıyamet zamanına kadar bu Dünya ortamında yaşayacak olan tüm insanlara, Allah'ın burada görevi Melekleri ile yapacakları konuşmalar "Tasvir" edilerek anlatılmaktadır. Bu konuşmalarda "Azgın" insanlara tapındıklarının "Nerede" oldukları ve kendilerine bir yardımlarının olup olmadığı sorulmaktadır. Bunun üzerine azgınların "Şeytanlar" ile birlikte (iblis ordusu) topluca Cehenneme "Atılacakları"; orada durumlarını anlayıp Şeytanlar ile çekişecekleri, "Pişmanlık" duyacakları ve Dünya hayatına geri dönüp "Müminlerden" olmayı isteyecekleri açıklanmaktadır.

 

Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: “Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz gönderdiğimiz melekler kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.” (51/21), (10/21)

 

Görevleri gereği Evren ve Ahiret ortamlarında "Bütün İşleri" gerçekleştiren Meleklerin bunları ayrıca "Kaydettikleri" anlaşılmaktadır. Bir anlamda "Zabıt" tutulması olarak da nitelendirilebilecek bu işlemlerin nasıl gerçekleştirildikleri konusunda şu andaki bilgi birikimlerimiz yeterli olmamaktadır. Esasen anladığımız anlamda bir "Madde" yapısı bulunmayan ancak Evren ve Dünya ortamının madde yapısının oluşmasında ve sonrasındaki bütün değişim ve gelişimleri Yüce Yaratan'ın "Takdiri" çerçevesinde "Yürütmekte" olan meleklerin (Unsurların), taşıdıkları "Nitelikler" ile Gerçek Ortamdan bu Dünya ortamına "İndirilmiş" olan "Akıllı" insanların maddi olmayan (Soyut) duygu ve düşüncelerini de bir şekilde "Kayıt" altına aldıkları (Kitap) ve bunları "Kıyamet" zamanında onlara hatırlatmak üzere kendi bünyelerinde sakladıkları Ayetler ile bütün insanlara bildirilmektedir.

 

Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. (50/13), (17/13)

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (50/14), (17/14)

Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadırlar. (63/80), (43/80)

 

Buna göre, insanlar Dünya ortamındaki yaşamları boyunca ne düşünürle ve ne yaparlar ise, bunların tamamı, açıklanmaya çalışılan dalgalanmalar niteliğinde bilgiler olarak ve Ruhları aracılığı ile bu iş ile ilgili olan Meleklere ulaşmakta ve onlar bu bilgileri kendi ortamlarında saklamaktadır. İnsanlara bu "gerçek" ile ilgili olarak kuşku duymamaları gerektiği, yaşadıkları süreçte tüm yaptıklarının ve hatta düşündüklerinin tamamının elçileri (Melekler) tarafından "yazıldığı hatırlatılmaktadır. Bu bilgilerin insanların Gerçek Ortama geçişlerinde (Kıyamet) yeniden yaratılma sonrasında bunları "Aynen Yaşayarak" kendilerine gösterileceğine işaret edilerek yaşarken bütün bunları düşünmeleri ve ölüm zamanından önce kendisinin "hesap sorucu" olarak yaptıkları ile bu gerçekler üzerinden "yüzleşmelerinin" doğru yola ulaşabilmeleri için yeterli olacağı bildirilmektedir.

 

 

O saf saf dizilmişlere yemin ederim ki, (56/1), (37/1)

O toplayıp sürenlere, (56/2), (37/2)

Ve o zikir okuyanlara, (56/3), (37/3)

 

Ayette geçen "Sürenleri" yeniden "Diriltilmiş" olan zalimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve Allah'tan başka tapmış oldukları putlarını tutuklayıp "Sorguya Çekilmek" üzere toplayan ve onları “Cehenneme" doğru götürenler olarak anlamak mümkündür. Bu Sürücülere "Cehenneme" girecekleri de dünyadaki hayvan sürülerinin yönlendirilmesi gibi cehenneme doğru sürecekleri açıklanmaktadır.

 

Bu "Sürücülerin" daima İnsanların ve bütün yaratılmışların "Tek İlahı" olan Allah'ın emrinde bulunan ve Ahiret ortamında belli işlemleri yürüten "Melek" olarak tanımlanan bir çeşit "Enerji" kaynaklı "Özel Güçler" veya "Özel Yapılar" olmaları şu anda akla en yakın değerlendirme olarak görülmektedir.

 

 

Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır, artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve ''Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" denilmiştir. (59/75), (39/75)

 

İnsanların Yüce Allah'ın "Takdiri" ile bu Dünya ortamında yaşarken kendilerine iletilen uyarı, öğüt ve önerileri dikkate alarak "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularındaki "Gerçekleri" anlamaları ve buna göre Allah'ı tanıyıp Allah'a teslim olmaları sonucunda "Cennet" ortamlarına gönderilmeleri sırasındaki ortam canlandırılarak anlatılmaktadır. Buna göre ölüm sonrasında İnsanların aralarında "Adaletle" hükmedilmiş olacağı ve Cennet'e girmelerine hükmedilenler ile Allah'ın iradesini yürüten ve Arş'ın etrafını kuşatmış olan "Meleklerin" Alemlerin "Rabbi" olan Allah'ı "Yüceltip" anarak bu ihtişamlı ortamda yer alacakları anlatılmaktadır.

 

 

Söküp çıkaranlara andolsun; (81/1), (79/1)

Yavaşça çekenlere andolsun; (81/2), (79/2)

Yüzdükçe yüzenlere andolsun; (81/3), (79/3)

Yarıştıkça yarışanlara andolsun; (81/4), (79/4)

İş düzenleyenlere andolsun; (81/5), (79/5)

Birinci üflemenin sarstığı gün, (81/6), (79/6)

Onu ikinci üflemenin takip ettiği gün, (81/7), (79/7)

İşte o gün yürekler kaygıdan oynar (81/8), (79/8)

Gözler yorgun düşer.   (81/9), (79/9)

 

Yüce Allah "yaratmış olduğu" bütün madde varlıklar ile hükmünü ve iradesini yürütmekler görevlendirdiği bütün "unsurlar" olan "Melekleri" üzerine "yemin" ederek bu "Evren" ortamının bir "sonu" bulunduğuna dikkat çekmektedir. Buna göre özellikle Allah’ın “Yaratıcılığına" en somut "delil" olarak iradesi ile "hükmettiği" bütün unsurların, Arş ortamında Evren'i "Yokluktan Söküp" ortaya çıkarmasına, buna bağlı olarak Evren "bünyesindeki" yıldızların ve gezegenlerin düzenli olarak "yükselişlerine, doğuşlarına yörüngelerinde "yüzerek ve yarışırcasına" akıp gitmelerine ve "yok oluşlarına", bütün bunları Allah’ın koyduğu kanunlar ve kurallar uyarınca "Meleklerin" yerine getirmelerine işaret edilmektedir.

 

Ayrıca insanlara Evren'in "çöküş" süreci (Dürülmesi) ve buna bağlı "gelişmeler ile ilgili olarak "üflenecek ilk Sûr'a" ile şiddetli sarsıntıların meydana geleceği, Evren'in yok olmasının ardından ikinci bir sarsılma (İkinci Sûr'a üflenmesi) ile "Yeniden Diriltilecekleri" ve böylece bir araya toplanan (Mahşer) insanların derin korku, dehşet, kaygı gibi olağanüstü hallerin içine düşecekleri ve bitkin ve güçsüz halde olacakları (gözleri yorgun düşer) bildirilmektedir.

 

Bununla birlikte Allah’ın gücünün bir delili olduğuna işaret eden “yemini” ile işaret edilen eylemler; "ölüm meleğinin" inanmayan (kafir) insanların canlarını eziyet ederek (söküp çıkaran) ve müminlerin ruhlarını ise yumuşak bir şekilde aldıklarının, insanların canlarını alırken nefisleri üzerinde "yüzerek" zamanı gelen bütün nefislere her an ve aksatmadan ulaşabildiklerinin, Ahirette ise görevli meleklerin kâfirlerin ruhlarını cehenneme, müminlerin ruhlarını cennete götürmek için "yarışmakta" olduklarının, bunun dışında tüm meleklerin ve meleklerin elçilerinin Yüce Allah'ın düzeninde emrettiği işleri yönetip idare etmelerinin  betimlenmesi (tasvir edilmesi) olarak ta yorumlanmaktadır.

KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: NAZIAT SURESİ (enfal.de)

 

Öte yandan, Allah’ın rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak harcayan ve kötülüğü iyilikle savan (iman etmiş) kimselerin Dünya hayatının (yurdunun) sonunda Adn Cennetlerine girecekleri bildirilmektedir.

 

Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir, işte onlar var ya, dünya yurdunun sonu sadece onlarındır.  (96/22), (13/22)

Adn cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır. (96/23), (13/23)

 

Buna göre bu ortamdaki yaşantılarında eşler olarak birlikte yaşayanlardan erkek ya da kadın olanlardan birsinin Allah'a iman edip "Cennet" ortamına girmesi halinde, eşlerinden, babalarından ve çocuklarından "Salih" bir insan olanların, yani iman eden ve dünyaya yönelik olarak faydalı işler yapan iyi ahlak sahibi birisi olması halinde, ibadet ve iman hususunda yeterli olmasa bile, onunla birlikte "Cennet" ortamında mutlu bir hayat yaşayacağı ve bu yaşamlarında "Meleklerin" daima onları yanlarında olacağına işaret edilmektedir. Buna göre Cennet ortamı ile ilgili Ayetlerde “huri, gençler” gibi tanımlanan ve orada insanlara yardımcı olacak ve hizmetlerinde bulunacak unsurların da aslında "melek" oldukları anlaşılmaktadır.  Bu durumda söz konusu tanımlamalar ile, "Ahiret Ortamında" şu anda açıklayamayacağımız bir yapıda yeniden diriltilmiş olacakları belirtilen insanların, Ayetlerde Cennet ortamında "hizmetlerinde" bulunacakları belirtilen unsurları (melekleri) nasıl bir "yapıda" algılayacaklarına işaret edildiği söylenebilir. Diğer yandan Ayette babalarından şeklindeki ifade tefsirlerde "Ataları" veya "Ana ve Babaları" olarak yorumlanmaktadır.  

                                                                                                                                                              KONU BAŞLIKLARI                                                                                                                                                                       

Anchor 1

Cinler ve Şeytanlar

 

Cinlerin yapıları ile ilgili olarak Ayetlerde yer alan en "Kesin" bilgi, onların "öz ateşten/dumansız ateşten" veya "zehirli ateşten" yaratıldıkları şeklindedir.

 

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (54/27), (15/27)

Cinleri öz ateşten yarattı. (97/15), (55/15)

 

Buna göre Cinlerin yapıları konusunda "Kesin" bir tanımlama yapılması imkânsız görünmektedir. Ancak Cinlerin Yüce Yaratan tarafından, Evren’in yaratılmasından çok daha önce (Ezelde), Gerçek Ortamda (Arş) ve varsa da bilemeyeceğimiz başka ortamlarda "İradesini" ve "Takdir Ettiklerini" yerine getirmek üzere, bir çeşit "enerji" esaslı "Soyut Unsurlar" olduklarını varsayabiliriz. Buna göre Cinlerin, Gerçek Ortamda "İnsanın" yaratılmasından ve Evren ve Dünya ortamının oluşmasından önce ve bizim tam olarak bilemediğimiz ortamlarda “Öz Ateşten" veya "dumansız ateşten" yaratıldıkları ve genel olarak "Enerji Esaslı" ve "Soyut Unsurlar" oldukları söylenebilir. Diğer bir ifade ile, "Cin" veya Şeytan" olarak tanımlanan yapıların yaratıldıkları belirtilen "Öz Ateşin", bildiğimiz "Ateş" benzeri olmadığı ancak bir çeşit "enerji" ve "enerji kaynağı" olabilecekleri söylenebilir. Bu nedenle Cinler ve Cinlerden olan Şeytanlar, diğer tüm "Melekler" gibi, Evren ve Dünya ortamının "Ötesini" ve Evren ve Dünya ortamını "Kapsayacak" nitelikte "Soyut" yapılar oldukları düşünülmelidir.

 

Elmalılı tefsirinde bu konuda aşağıdaki açıklama yer almaktadır.

"Hâsılı demek oluyor ki, insan yaratılmazdan evvel, güneşte ve arzın başlangıcında olduğu gibi, çalkalanıp duran (dalgalanan) muzdarip ve müteheyyiç bir halde bulunan hâlisbir ateş veya ELEKTRİK hâlinde olduğu gibi, her şeye karışabilen veyahut eşyayı birbirine karıştırmak ihtilat ettirmek hassasını hâiz bir ateşten (yani ışınlardan) biz insanların gözlerine bermutad görünmeyen gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaradılmıştır ki bunlara can" tesmiye olunur."(cilt: 6/ sayfa: 4670)"

"Burada cin, melekleri de içine alan en genel mânâya bütün gizli mahluklar, metafizik güçler, bütün ruhanîler demektir."

http://www.kuranikerim.com/telmalili/saffat.htm

 

Ahmet Hulusi'nin "Ruh, İnsan ve Cin" Kitabında da Ayetlerde Cinin yaratıldığı bildirilen "dumansız ateş" ile "ışınlara, radyasyona ve benzer elektromanyetik dalgalara işaret edildiği belirtilmektedir.

http://tumkitaplar.org/find/default.asp?KA=0&Sub=1&chk_BKD=&chk_TMK=&chk_HPI=0&txtFind=tefsir&cmb_Kitaplar=0&SubID=915

Kurân’a Göre “Cin” - ahmedhulusi.org

 

Ayetlerdeki "Cinlerin" yapıları ve yaratılış şekilleri ile ilgili açıklamalardan bunların "İnsana Benzer" bir yapı olarak algılanmaması gerekmektedir. Bu nedenle Cinlerin evren ortamlarında "İnsan" gibi bir görünen "Madde" yapılarda olduklarının düşünülmesi doğru olmamaktadır. Ancak, yapılarının "ateş" olarak tanımlanan bir çeşit "enerji" niteliğinde olması nedeniyle birçok "Özel" yeteneklere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bunda, Evren ve Dünya ortamının "Yaratılmasından" önce ve Gerçek Ortam bünyesinde "Yaratılmış" olmalarının etkili olduğu söylenebilir.

 

Bu yetenekleri nedeniyle Allah'ın "Takdiri" ve "İradesini" Evren dahil bütün ortamlarda gerçekleştirmenin yanında, insanlardan ahirete inananların şüphe içinde kalanlardan ayırt edilmesi için Ayetlerde "Şeytan,  İblis, tâğūt, cân, ifrît, mârid, garûr" gibi kelimeler kullanılarak nitelendirilen Cinlerin bir bölümünün, Allah'ın verdiği "İzni" kullanıp tek olarak veya topluluk halinde İnsanlarla "iletişim" kurabildikleri; insanların  bünyelerine (Nefs) etki ederek onları  doğru yoldan "çıkarmak" üzere yönlendirebildikleri ve bu Dünya ortamında maddi olarak bazı işleri de yapabildikleri Ayetlerde açıkça bildirilmektedir. Nitekim Ayetlerde Şeytan'ın "Cinlerden" olduğu özellikle bildirilmektedir.

 

İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi. (38/82), (38/82)

"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)

Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi. (48/39), (27/39)

Dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (54/39), (15/39)

Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı, Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? oysa onlar sizin düşmanınızdır; Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!  (69/50), (18/50)

Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim. (69/51), (18/51)

 

Buna göre Yüce Allah, Cinleri ve onlardan olan ve "emrinden dışarı çıkan" Şeytan'ı Evren'in yaratılmasından önce yarattığını ve Evren'in ve Dünya'nın ve hatta kendilerinin yaratılmasına şahit tutmadığını açıklamakta ve bu "gerçeği" düşünerek Allah'ı bırakıp Şeytanı (İblis) ve onun soyunu (Cinleri) kendilerine "dost" edinmemelerini zira onların "İnsanların" düşmanı olduklarını dikkate almaları için insanları uyarmaktadır. Böylece bütün insanlara nefslerine hâkim olarak Allah'a isyan etmiş olan ve insanları doğru yoldan ayırmak için etkilemeye çalışan Şeytan'a uymamaları gerektiği önemle hatırlatılmaktadır.

 

Öte yandan, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Vakfı (İslamveri.org) tarafından yayınlanan "İslâm İnanç Esasları" belgesinde bu konuda aşağıda özetlenen bilgiler bulunmaktadır

"Cinlerin varlığı Kur’an’da sabit olduğuna göre onların varlığına iman etmek gerekir. Nitekim cinlerin varlığını ispat eden deliller naklîdir, aklî değildir. Çünkü gözle görülemeyen cisimlerin var olduklarını aklın ispat etmesi mümkün değildir. İnsanlar gibi cinler de Allah’a ibadet etmek üzere yaratılmışlardır (Zâriyât 51/56). Hatta Allah, onlara, Yusuf adında bir peygamber göndermiş ve onlar da o peygambere itaat etmeyerek öldürmüşlerdir.23 Her peygamber hususi olarak kendi kavmine gönderilirken Hz. Muhammed, bazı İslam âlimlerine göre bütün insanlara ve cinlere gönderilmiş bir peygamberdir (En’âm 6/130). Cinlerin bir kısmı ona iman ederken bir kısmı ise inkâr etmiştir (Secde 32/13). Aynen insanlar gibi işledikleri günahlar ve sevaplardan dolayı mü’min cinler cennete (Rahman 55/56), kâfir olanlar ise cehenneme gireceklerdir (A’râf 7/179). Çünkü onlar insanlar gibi şuur ve irade sahibi olmalarından dolayı ilahî emirlere muhatap olmuşlardır. Peygamberimiz, tebliğ görevini hem insanlara ve hem de cinlere ulaştırması nedeniyle insanlara 23 Şiblî, Cinlerin Esrarı, 21. 147 ve cinlere peygamberlik yaptığı için “Resûlü’s-sekaleyn” diye anılmıştır. Kur’an’da insanın kuru çamurdan, şekil verilmiş kara balçıktan, cinlerin ve İblîs’in ise mâric (Rahman 55/15) ve semûm (Hicr 15/27) nitelikli, zehirli ve yalın ateşten (A’râf 7/12), yaratıldığı haber verilmektedir. Aynı zamanda bu âyetler meleklerle cinlerin ayrı ayrı varlıklar olduğunu göstermektedir."

2021_CAMS.pdf (isamveri.org)

 

Görüldüğü gibi özetle Cinlerin bir şekilde yine insanlar gibi olmalarına rağmen "görülmeyen şeyler" olarak yaratıldıkları ve bunun insan aklı ile ispat edilmesinin mümkün bulunmadığına işaret edilmektedir. Bu durumda Ayetlerin kelime anlamları öne çıkarılarak yorumlandıkları anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda belirtilmeye çalışıldığı gibi Cinlerin öz yapılarının aslında enerji esaslı (öz ateş) oldukları ve Evrendeki bütün maddelerin ve her şeyin yapılarını oluşturan atomları ve atomların bünyelerinde bulunan tüm alt yapılar üzerinde ve ayrıca da bilemediğimiz diğer ortamlardaki oluşumlar üzerinde etkili olarak İlahi iradeyi yürüten "Güçler" oldukları dikkate alındığında, Ayetlerde "insana benzer" olarak yorumlanan ifadelerin bir anlamı olmadığı söylenebilir.

 

Bilimsel çalışmalar ve buluşlardan edinilen bilgilere göre Evren ve Dünya ortamının "canlı veya cansız" olarak tanımlanan bütün "maddelerin" bünyelerini oluşturan "temel" yapıları, "hücre" ve "molekül" olarak adlandırılmaktadır. Bu ortamdaki bütün hücre ve moleküllerinde, tamamen "aynı" niteliklere sahip olan "Atom Altı Parçacıkların" birbirleri ile "etkileşimleri" sonucunda sayısız çeşitlilikte "varlıkları" meydana getirdikleri bilinmektedir. Buna göre herhangi bir madde yapısının veya canlı varlığın bu ortamda ortaya çıkması, diğer madde veya varlıklarda bulunan çok sayıdaki "atom altı parçacıkların" bir "ilk etki" ile başlayan "zincirleme etkileşimleri" ile gerçekleşmektedir. "Yaratılışın" gerçekleşmesi ve sonrasında bu yaratılanların gelişmesi (evrim) ve bu çerçevede değişime uğraması (mutasyon) bu "zincirleme etkileşimler sonucunda mümkün olmaktadır. Yüce Allah algılayabildiğimiz "her şeyin" ve bilemeyeceğimiz diğer "takdir ettiği" başka her türlü oluşumların gerçekleşmesini yürütmek üzere "Kendisinden" olarak ve kısıtlı bir "karar verme yetkisi" vererek "enerji esaslı" bazı unsurları (Melek ve Şeytan) "yaratmış" olduğunu Ayetlerinde bildirmektedir. Bu unsurlar, bu atom altı parçacıkların "özü" olan ve ancak bir "Sır" olarak açıklanabilen ve aslında Allah'ın bir "esintisi" olan bu "Gücü" yöneterek Allah'ın "İradesi" çerçevesinde maddelerin ve varlıkların oluşmasına yol açan asıl ve ilk tepkileri vermelerini sağlamaktadır.

 

Ayetlerde ateşten, zehirli ateşten, öz ateşten yaratıldıklarını belirten ifadelerden elektrik, elektronik, manyetik, radyasyon ve elektromanyetik gibi tanımladığımız olgulara benzer bir çeşit "enerji kaynağı" olarak "yaratmış" oldukları açıklanan Cinlerin, bulundukları ortamların koşullarına "Tam" bir uyum sağladıkları ve böylece o ortamlarda görevlendirildikleri işleri yürütmeleri için gereken tüm unsurları taşıdıkları, bu nedenle Yüce Yaratan'ın iradesi olarak verdiği "Ol" emri ile herhangi bir "yaratılışın" gerçekleşmesini veya yaratılmış şeylerin sürdürülmesini gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır. Buna göre "Cinlerin" Yüce Yaratan'ın "takdir ettiği" işleri, Evren ortamında "Tüm Madde Yapılarında" bulunan "Atom Altı Parçacıklar" bünyesinde bulunan ve o işlem ile ilgili olan "Bilinçli Enerji" üzerinde, sahip oldukları "enerji" ile “güç" üreterek gereken “etkileri" veya bu "etkilere" karşılık olan "tepkileri" oluşturmak suretiyle gerçekleştirdikleri; Evren ötesindeki ortamlarda ise oradaki "Şeyler" oraların kural ve koşulları ile uyumlu bir şekilde "etkili" olarak yürüttükleri söylenebilir.

 

Böylece bu yapılar (Cinler) Allah'ın "Takdirine" bağlı olarak tüm ortamlarda ve sayısız şekillerde bulunabilirler ve kendilerine verilen görevleri "Her Koşulda" eksiksiz ve tam olarak Allah'ın Takdir ettiği şekilde yerine getirmekte ve yürütmektedirler". Bu "yürütme" işlemi Evren ve Dünya ortamının asıl yapısını oluşturan her türlü "Madde" yapısının "Takdir Edilen" şekilde oluşumunu sağlayan asıl unsurlar olan "Atom Altı Parçacıklarının" etkilenmesi suretiyle gerçekleşmektedir. Yani, bu ortamda meydana gelen olağan ve olağan üsttü nitelikteki "Tüm" işlemlerin ölçebildiğimiz veya belki hiçbir zaman ölçemeyeceğimiz "En küçük zaman dilimlerinde" gerçekleşmeleri, "Cin" olarak tanımlanan ve Yüce Yaratan tarafından “Görevlendirilmiş" olan "Ateş" kaynaklı ve "Elektriksel" yapılı "Güçlerin" Evren'i oluşturan maddelerin "Atom Altı Yapılarında" yer alan "Bilinçlerini Etkilemeleri" ile mümkün olmaktadır.

 

Örneğin bir arabanın veya uçağın motorunun yakıtının “Özel Bölümlerde" oksijen ve elektrik akımı ile birleşerek "Patlayıp Yanması" ile dakikada 33.000 devir yaparak "güç" üretmesinin detaylarına inildiğinde, gereken gücün üretilmesinde çok küçük zaman dilimlerinde tekrarlanan "etkileşimler" bulunduğu görülmektedir. Buna göre motorun çalışması, kullanılan bütün maddelerin Atom Altı Parçacıklarında sahip oldukları "Bilinçli Enerji" tarafından "Etkilerin" üretilmesi ve bu etkilere karşılık olarak belli bir sırada, en uygun zaman diliminde ve en uygun kuvvette olmak üzere en uygun "tepkilerin" verilmesi ile gerçekleşmektedir. Bu işlemlerin aksamadan bir düzen içinde ve en kısa zaman aralıklarında tekrarlanması, bir çeşit "enerji kaynağı" olan Cinlerin bu maddelerin Atom Altı Parçacıklarını, "Yaratıcının İradesi" ile "düzenlediği" ve Evren ortamının ortaya çıkması ve sürdürülmesini sağlayan kural ve koşullar (Allah'ın Kanunları) doğrultusunda "Etkilemesi" ile gerçekleşmektedir.

 

İnsanlığın özellikle son birkaç yüzyıldır ivme kazanan bilimsel araştırma ve buluşlar ile sağladığı gelişmelerden elde ettiği bilgilere göre, Evren'in madde yapısında "Atom Altı Parçacıkların "en önemli unsurlar olarak yer aldığı belirtilmektedir. Bu durum aslında Evren'in "Yaratılma" sürecinin de asıl unsurunu ifade etmektedir. Zira "Atom Altı Parçacıkların " bünyesinde yaratılışın "özü" olarak madde oluşumunu gerçekleştiren ve çekim gücü, elektromanyetik güç, güçlü etkileşim (strong force) ve zayıf etkileşim (weak force) den oluşan dört temel güç olarak tanımlayabileceğimiz ve her türlü etkiye ne tür ve nasıl karşılık verileceği ile ilgili etkileşimleri sağlayan bir çeşit "Bilinçli Enerji" bulunduğu belirtilmektedir. Buna göre her türlü oluşum, diğer bir ifade ile yaratılışın ortaya çıkması ve sürdürülmesi, Atom Altı Parçacıkların bu özellikleri ile gerçekleşmektedir.

 

Bu durum Britannica Ansiklopedisinde şu şekilde özetlenmektedir.

“Fundamental forces and fields. The four basic forces of nature, in order of increasing strength, are thought to be: (1) the gravitational force between particles with mass; (2) the electromagnetic force between particles with charge or magnetism or both; (3) the colour force, or strong force, between quarks; and (4) the weak force by which, for example, quarks can change their type, so that a neutron decays into a proton, an electron, and an antineutrino. The strong force that binds protons and neutrons into nuclei and is responsible for fission, fusion, and other nuclear reactions is in principle derived from the colour force.”

physics - Quantum mechanics | Britannica

 

Buna göre Allah'ın "İradesinin" gerçekleştirilmesi için, öncelikle her ortama özel olarak "ilmi" ile düzenlediği "kurallar ve koşulların" oluşturulmasını sağlayan ve bu kural ve koşullara göre de Allah'ın "İradesi" doğrultusunda herhangi bir şeyin ortaya çıkmasını (yaratılmasını) gerçekleştiren "etkileşimleri" başlatan ve sürdüren temel unsurların (Bilinçli Enerjinin), Allah ile her an iletişim halinde olan Melekler tarafından Atom Altı Parçacıklarının bünyelerine yerleştirildikleri anlaşılmaktadır. Böylece Evren ve Evren ötesi her ortamın "yaratılmasında" ve "sürdürülmesinde" gereken temel unsurlarının, Yüce Yaratan’ın o ortama özel olarak oluşturduğu kurallara ve koşullara uygun olarak Melekler ve Cinler (Şeytanlar) tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bu varsayım çerçevesinde Evren ortamındaki bütün işlerin, Allah'ın "güç üretebilen bir çeşit “enerji" olarak "Kendisinden" yaratmış olduğu Cinler ve Şeytanlar tarafından Meleklerin Evrendeki bütün varlıkların Atom Altı Parçacıklarının bünyelerine yerleştirildikleri ve olarak tanımlanan "temel unsurlar" üzerindeki etkileşimleri "yönetmek” ve yönlendirmek" suretiyle gerçekleştirildikleri sonucuna varılmaktadır.

 

Bu durumda Evren bünyesindeki her türlü "somut" kütle yapılarını (Madde) oluşturan Atom Altı Parçacıkların "Özü" olan "Bilinçli Enerji", çekim gücü, elektromanyetik güç, güçlü etkileşim (strong force) ve zayıf etkileşimden (weak force) oluşan ve "dört temel güç" olarak tanımlanan "Unsurları" kapsamakta ve bu "dört temel gücün" yeni bir "durumun" ortaya çıkarması için gereken "etkileşimleri", Allah'ın "Kendisinden" olan ve bir çeşit "enerji kaynağı" olarak nitelendirebileceğimiz Cinlerin "Allah'ın Kanunlarına" göre yürüttüğü anlaşılmaktadır.

 

Bu sürekli ve sayısız etkileşimler sonucunda ya somut, sıvı veya gaz olarak yeni bir "madde" ya da "şey" ortaya çıkmakta veya sürekli olarak yapılarında değişimler meydana gelmektedir. İnsanlar "Akıllarını" kullanarak bu "somut" yapıların birlikte uyum halinde etkileşimlerinden ve değişimlerinden yararlanmak suretiyle yaşam koşullarını daha iyi düzeylere çıkarmak için gereken "enerji" ve "güç" elde ederek çeşitli alet, makine ve benzeri araçlar geliştirmektedirler.

 

Buradan şu sonuca ulaşılmaktadır: Evren ortamında gerçekleşen bütün "olaylar", insanlar tarafından yapılan her türlü işlemlerin ve her an meydana gelmekte olan her türlü "doğa" olaylarının tüm maddelere yaptığı "etkiler" karşılığında, Allah'ın Evrenin oluşumunda düzenlediği "Değişmez Kurallar" yani "Fizik Yasaları" veya "Allah'ın Kanunları" çerçevesinde olmak üzere bu maddelerin bünyelerine "yerleştirmiş" olduğu "Bilinçli Enerji" tarafından oluşturulan "tepkiler" ile gerçekleşmektedir. Ancak bir işlemin ortaya çıkması için gerekli etkilerin ve karşı tepkilerin oluşması, düşünemeyeceğimiz kadar kısa zaman dilimlerinde bile olsa, bir çeşit enerji kaynağı olan "Cinlerin" ürettikleri "güç" ile ve söz konusu "Değişmez Kurallar" yani "Fizik Yasaları" veya "Allah'ın Kanunları" çerçevesinde meydana gelmektedir.

 

Burada Cinlerin, Evren ve Dünya ortamının "Yaratılmasından" önce de bizim şu anda algıladığımız "Madde" dünyasından çok farklı olan "Ortamlarda" Allah'ın takdir ettiği işleri ve düzeni yürütmek üzere Allah'ın takdirleri ile "Yaratmış" olduğu ve "Yürütücü Unsurlar" olduklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani Cinler sadece Evren ve Dünya ortamındaki tüm "Madde" oluşumlarının gerçekleştirilmesinden öte, tüm Evren Ötesi ve Öncesi ortamlardaki tüm oluşumların gerçekleştirilmesini de yürütmüşlerdir ve yürütmektedirler.

 

Bu varsayım dikkate alındığında sonuçta Cinlerin bu ortamdaki asıl görevinin, Allah tarafından "Takdir" edilen tüm işlemlerin ve Allah'ın lütfettiği "Akıl" ile “Yeryüzünde Halifesi” olarak yarattığını bildirdiği İnsanlarca "Kararlaştırılan" tüm işlem ve faaliyetlerin "Gerçekleştirilmesi" olduğu anlaşılmaktadır

 

Öte yandan Evrende "Canlılarda" görülen (Bitkiler, Hayvanlar) ve "karar" verilmesini (İrade) ve bu kararlara göre tüm davranışları yönlendirilmesini sağlayan Zeka ve İçgüdü olarak tanımladığımız "soyut" yetenekler açısından bakıldığında Cinlerin bu alanlarda etkili ve yürütücü oldukları söylenebilir. Zira Ayetlerde ateşten, zehirli ateşten, öz ateşten yaratıldıkları belirtilen Cinlerin bu anlamda elektrik, elektronik, manyetik, radyasyon ve elektromanyetik gibi tanımladığımız olgulara benzer bir çeşit enerji kaynağı niteliğinde oldukları ve bulundukları ortamların koşullarına "Tam" bir uyum sağladıkları ve böylece o ortamlarda görevlendirildikleri işleri yürütmeleri için gereken tüm unsurları taşıdıkları söylenebilir. Çünkü Evren bünyesindeki tüm "canlılar" açısından en önemli ve en etkin unsurlar olan İrade, Akıl, Zekâ, İç Güdü, gibi diğer her türlü "somut olmayan" unsurlarının "yönetildiği" beyin, sinir sistemlerinin veya benzer unsurların yapılarının da bir anlamda elektrik, elektronik, manyetik, radyasyon ve elektromanyetik gibi olgularla "uyum ve etkileşim" halinde bulundukları bu konularda elde edilen bilgilerden anlaşılabilmektedir. Buna göre Cinlerin elektrik, elektronik, manyetik, radyasyon ve elektromanyetik gibi olgulara benzer "enerjileri" ile, canlıların oluşmalarında, gelişmelerinde ve yapısal değişimlerinde somut yapılarını oluşturan Atom Altı Parçacıklarındaki "dört temel güç" üzerinde etkili olarak rol aldıkları gibi, canlıların tüm davranışlarına yön veren ve beyin, sinir sistemi veya benzer yürütücü unsurlarında bulunan irade, akıl, zekâ veya içgüdü olarak tanımlanan "soyut" unsurlarını da etkileyerek onların davranışlarını da yönlendirebildiklerini varsaymak yanlış olmayacaktır. Bu nedenle de özellikle "İnsan Beyninin" her an Cinlerin ve Şeytanların etkileşim alanlarında olduğu söylenebilir.

 

Bu yaklaşım çerçevesinde Cinlerin insanların bu işleri yaparken kullandıkları maddelerin atom altı parçacıkları üzerinde birbirlerini en uygun biçimde etkileyerek istenen şeylerin şekilde ve sağlamlıkta bu işlerin gerçekleştirilmesi için bu işleri yapmak üzere insanların bu işleri yaparken neyi nasıl kullanacaklarına dair kararlarında onları "yönlendirmeleri" ve böylece onların da maddelere en uygun girişimleri yaparak örneğin Ayette belirtildiği gibi binaların kurulmasını ve en etkili biçimde dalgıçlık yapılmasını gerçekleştirdikleri söylenebilir. Böyle olumlu ve yararlı etkileşimler yanında, Cinlerin (Şeytan'ın) insanları "iradelerini" oluşturmaları veya "akıllarını kullanmaları" üzerinde "etkili" olarak bireysel veya toplumsal ilişkilerinde "Akıllarının" yol gösterdiği şekilde "gereken" davranışlarda bulunmaktan alıkoymaları (örneğin onları bu ilişkilerden "çıkar" sağlamaya yönlendirmeleri) ve böylece diğer insanlara zarar vermelerine neden olmaları da mümkün bulunmaktadır. İnsanlardan kendilerini "doğru yoldan" alıkoyacak olan bu ve benzer durumların üzerinde önemle durmaları beklenmektedir.

 

Bu varsayımlar üzerinden düşünüldüğünde Cinlerin insanların somut maddeler üzerinde bir girişim yapmaya ya da diğer insanlarla ilgili olarak karar verme aşamasında cinlerin bu karar ile ilgili "etkileşimleri" başlatması ve sonuçlandırması için onları “Allah'ın İradesi" doğrultusunda (doğru Yola) yönlendirebilecekleri gibi, kendi "kısıtlı" iradelerine tabi tutarak onları “Allah'ın İradesinin" dışına çıkmak üzere de yönlendirebilecekleri sonucuna varılmaktadır. Böylece Allah'ın "İradesinin" yürütülmesi için verdiği "kısıtlı" karar yetkisini aşarak insanları ve diğer cinleri doğru yoldan ayırarak onlara zarar veren Cinler Ayetlerde "azgınlaşmış cinler" olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda Şeytanların azgınlaşmış cinler oldukları söylenebilir.

 

Çok sayıdaki Ayetlerde "azgınlaşmış" cinlerin (Şeytanların) insanlar üzerinde kötü etkileşimler yaparak onlarla "uğraştıkları" ve "eziyet ettikleri", ayrıca Allah'ın "izni" ile insanların "Ruh Yapıları"  üzerinde kibir, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, hak yemek, taşkınlık etmek, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik, büyücülük gibi duygular ekleyerek davranışlarında onları bu duygulara yönlendirdikleri ve böylece onları doğru yoldan ayırmaya çalıştıkları belirtilmekte ve “İnsanlara” bunlardan etkilenmemeleri için daima "Akılları" ile düşünerek davranmaları öğüt verilmekte ve ihtar edilmektedir. Bu nedenle insanların daima akıllarını kullanarak daima "uyanık" olmaları ve Allah'ın iradesi dışında olabilecek Cin ve Şeytan dürtülerini "fark edebilmeleri" gerekmektedir.

 

Böylece "İlahi İrade" ile belirlenen "tüm oluşumlar" Meleklerin ve Cinlerin onlara verilen görevleri tamamen yerine getirmeleri sonucunda hiçbir aksama olmadan ortaya çıkmakta, yenilenmekte, değişmekte ve her türlü koşullara uyum sağlayarak sürdürülmektedir.

 

Ancak Hz.Muhammed döneminden önce gönderilen Peygamberler tarafından insanlara bildirilenlerde ve günümüzden yaklaşık 1400 yıl önce Hz.Muhammed'e indirilen Kur'an Ayetlerinde Cinlerin sanki birer "yaratık" gibi algılanmasına yol açan ifadelerin yer aldığı görülmektedir. Nitekim geçmiş dönemlerden itibaren cinlerin insana benzer küçük varlıklar olarak ve insanlara ürperti ve korku veren "gizemli" şekillerde ifade edildikleri görülmektedir.

 

O dönemlerde yaşamış olan toplumların bilgi birikimleri ve "akıl yürütme" kabiliyetleri dikkate alındığında geçmiş dönemlerdeki "Vahiylerde" ve Kur’an Ayetlerinde insanların

"Yaratılışa" dikkatlerini çekmek ve böylece çevrelerinde gördükleri her şeye ilgi duymalarını ve nasıl gerçekleştiğini anlamaya yönelmelerini sağlamak üzere, Cinlerin sanki ayrı bir "varlık" veya "yaratık" şeklinde ve "bilinemeyen" anlamında bir "sembol" olarak belirtildikleri anlaşılmaktadır.

 

Bu nedenle Cinler ile ilgili Kur’an Ayetlerindeki ifadelerin yorumlanmasında bu durumun dikkate alınması gerekmektedir.  Buna göre "Cinler" ile ilgili olan Ayetlerin Kur'an'daki bütün Ayetler ile birlikte düşünülmesinin ve onlarla olan anlam ve amaç ilişkileri de dikkate alınarak topluca ve günümüzde ulaşılan ve gelecekte ulaşılacak olan üst düzey bilgi birikimleri çerçevesinde ele alınarak değerlendirilmelerinin daha "anlamlı" ve “gerçekçi” olacağı söylenebilir.

De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım!” (21/1), (114/1)

"İnsanların Melikine” (21/2), (114/2)

"İnsanların İlâhına” (21/3), (114/3)

“İnsanların kalplerine vesvese sokan şeytanın şerrinden" (21/4), (114/4)

"Pusuya çekilen" (21/5), (114/6)

"Cin ve insanlardan" (21/6), (114/6)

 

Bu Ayetlerde Yüce Allah, Cinlerin, Cinlerden olan Şeytanın ve Şeytan gibi insanlara kötülük yapan (Şeytanlaşmış) insanların "kötülüklerinden" korunmaları ve bu kötülüklerden kurtulmaları için insanlara böyle dua ederek Allah'a sığınmalarını ve Allah'tan yardım istemelerini önerdiğini Hz.Muhammed'e bildirmekte ve ondan bu duayı tüm insanlara iletmesini istemektedir. Yüce Allah bu önerisi ile tüm insanlara Cinlerin, Cinlerden olan Şeytanın ve Şeytan gibi insanlara kötülük yapanların (Şeytanlaşmış İnsanların), insanların duygu ve düşüncelerine (kalplerine) kuşku, korku ve kuruntu sokarak "kötülük" yaptıklarına işaret etmektedir. İnsanların Cinlerin ve "Cinler gibi olan insanların" kötülüklerinden (şerrinden) ancak Allah'a sığınarak dua etmeleri halinde korunacaklarına dikkat çekilmekte ve Cinlerin ve "Cinler gibi olan insanların”, Allah’ın anılarak ve Allah'a sığınılarak dua edilmesi halinde bu tür kötülük etkilerinden geri duracakları ve "pusuya çekilerek" insanların Allah'ı anmaktan uzaklaşmalarını bekleyecekleri açıklamaktadır. Böylece insanlara Allah'ı anmaktan uzaklaştıklarında Cinlerin, Cinlerden olan Şeytanın ve Şeytan gibi insanlara kötülük yapanların (Şeytanlaşmış İnsanların) etkisi altında kalmaktan kurtulmalarının son derece zor olduğu hatırlatılmaktadır.

 

Burada "Şeytanlaşmış İnsan" tanımı üzerinde durulması gerekmektedir. Çok sayıdaki Ayetlerde, "asıl görevleri" Yüce Yaratan'ın onları görevlendirdiği "yaratılış" ile ilgili "oluşumları" gerçekleştirmek olan bir çeşit "enerji" esaslı "soyut" yapılar olarak açıklayabileceğimiz Cinlerin bir kısmının ve Cinlerin bir kolu olan Şeytanların, Allah'ın bu ortamda bir süre yaşamalarını takdir ettiği insanlar ile daima birlikte oldukları ve “kısıtlı” karar verme yetkileriyle yaratılmalarına itiraz ettikleri insanlara Yüce Yaratıcı‘ya karşı çıkarak "meydan okumaları" ve birbirlerine "kötülük" yapmaları için "sürekli" olarak etki ettikleri bildirilmektedir. Ancak "İnsanlardan" bu “etkilerden” korunmaları ve kurtulmaları için Yüce Yaratıcının lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanarak Şeytanların etkilerini fark etmeleri ve "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçekleri" anlamaları beklenmektedir. Buna karşılık kendilerinden beklenenleri düşünemeyen insanların zamanla tamamen Cinlerin ve Şeytanların telkinlerini benimseyip onlara göre davranacakları, kendilerine ve çevresindeki insanlara Cinler ve Şeytanlar gibi zarar verecekleri ve böylece artık insanlar arasında birer "Şeytanlaşmış İnsan" olarak yaşayacakları belirtilmektedir. Yüce Allah "Akıllı İnsanların" dikkatlerini bu duruma çekmekte ve “cehennem” ortamını insanlara bu şekilde zarar veren Cin ve Şeytanlar ile "Şeytanlaşmış" olan insanlardan birçoğu için yarattığını bildirmektedir.

 

Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. (39/179), (7/179)

 

Nitekim Yüce Allah Ayetlerinde her dönemde yaşayan insanlara kendilerinden önce gelip geçmiş olan "iman etmeyen" insanlara ve onlara "musallat" olarak "doğru yoldan" uzaklaşmalarına neden olan bir kısım cinlere (azgınlaşmış cinler olan şeytanlara) azap çekeceklerini (ateşe girin) ve kuşkusuz onların hüsrana düştüklerini bildirmektedir.

 

Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!" Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!" diyecekler. Allah da: “Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz” diyecektir. (39/38), (7/38)

 

Ayrıca azgınlaşmış cinlerin (Şeytanların) etkileri altında kalarak doğru yoldan uzaklaşmaları yüzünden "Cehennem" ortamında azap gören insanların Ahiret ortamında yeniden diriltildiklerinde bu duruma neden olan "yoldaşlarının" Allah'ın rahmetinden mahrum kalmalarını dileyerek beddua (lanet) edecekleri ve onları Allah'a şikâyet edip daha fazla eziyet görmelerini isteyecekleri belirtilmektedir. Yüce Allah esasen onların "bir kat daha fazla" azap çekeceklerini açıklamaktadır.

 

Ey insan ve cin! sizin de hesabınızı ele alacağız. (97/31), (55/31)

 

Buna göre insanlar gibi onlara zarar veren cinlerin ve cinlerden olduğu bildirilen Şeytanın da aynı ortamda hesaba çekileceklerini belirtmektedir. Ayetlerde “azgınlaşmış” cinler olan şeytanların da insanlar gibi Allah'ın "Bekledikleri" dışında yaptıklarından "Sorumlu" olacakları, hesap verecekleri ve ateşe (Cehenneme) girebilecekleri teyit edilmektedir.

 

Buradaki ifadelerden Cinlerin kendilerine verilen "Görevleri" yerine getirirken "Kısıtlı" da olsa "Kararlar" alabildikleri, bu kararlarından ve insanlara yaptıklarından "Sorumlu" olacakları anlaşılmaktadır.

 

Diğer taraftan bütün insanlara kendilerine bu şekilde zarar veren Cin ve Şeytanlar ile "Şeytanlaşmış" olan insanların, Hz.Muhammed tarafından iletilen gerçekleri (Kur'anı) inkar ederek Yüce Yaratıcı'ya karşı çıkmaları için Yüce Allah'ın Ayetleri üzerinde insanların şüphe ve kuşku duymaları için çalıştıklarına işaret edilmektedir. Ancak Kur’an Ayetlerinin bir benzerini ortaya koymak üzere cinlerin ve onlar gibi olmuş insanların bir araya gelerek tüm bilgileri ile birbirlerine destek olsalar dahi onun benzerini ortaya getiremeyeceklerini kesin bir şekilde bildirmekte, böylece Ayetlerin gerçekliklerinden şüphe duyulmamasının gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

De ki: “Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (50/88), (17/88)

 

Her şeyi yaratan olarak Allah ayrıca tüm geçmiş olan halen yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan insanların "Meliki" yani mutlak sahibi ve hâkimi olduğunu bildirmekte ve bu durumun doğal sonucu olarak insanların "İlahı" yani tapınılacak ve karşılaşılacak zorluklardan ve kötülüklerden kurtulmak için ve ümit ettiği şeylere ulaşabilmek için başvurulacak ve yardın istenecek "Tek Güç" olduğunu hatırlatmaktadır. Bu uyarılar ile hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar insanlardan Kur'anı kendi dillerine çevirerek ve "Akıllarını" işleterek okumalarının gerekli olduğunun beklendiği unutulmamalıdır.

 

 

Bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, (38/37), (38/37)

Demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. (38/38), (38/38)

 

Süleyman peygamber ile ilgili bu Ayetlerden, bina inşaatı ve dalgıçlık olarak verilen işlemlerin ve diğer birçok işlerin bazı "Şeytanlar" tarafından yapıldıkları açıklanmaktadır. Böylece yukarıda belirtildiği gibi, Şeytanların her ortamda yürümekte olan her işlemin ve faaliyetin Allah'ın düzenlediği "Kurallar" çerçevesinde gerçekleşmesini sağlayan "Etkileri" başlatan ve sürdüren "Unsurlar" olduklarına işaret edilmektedir.

 

Buna göre yaratılış ve devamlılık ile ilgili tüm olayların yürüten "unsur" olduklarını varsaydığımız "Cinlerin" görevlendirildikleri ve yürüttükleri her konuya göre ayrı nitelikler taşıdıklarını varsayabileceğimiz özel yapılarda "yaratılmış" oldukları söylenebilir. Bu Ayetlerde de Süleyman Peygamberin emrine verildiği belirtilen Cinlerin ve Şeytanların Bina kurduklarına, dalgıçlık yaptıkları belirtilmekte, ayrıca Cinlerden bir bölümü olduğunu varsayabileceğimiz "demir halkalarla bağlı diğer yaratıkların da" onun emrine verildiği bildirilmektedir.

 

Bu konudaki diğer bazı Ayetlerde Cinlerin ve cinlerden olan Şeytanların, Süleyman Peygamberin ordularında insanlar ve kuşlarla birlikte onun emrinde olduklarına, onun istediği şeyi getirdiklerine, bakırı kaynağından çıkardıklarına, onun önünde çalışarak kale, heykeller, leğenler, sabit kazanlar gibi şeyleri yaptıklarına işaret edilmektedir. Nitekim Süleyman peygamber ile ilgili Ayetlerde insanlar ile birlikte cinlerin, rüzgârın kuşların onun emrinde olduğu, bazı madde yapıların şeklini değiştirebildikleri veya bulundukları yerden başka yerlere "ışık hızında" gönderilebildikleri belirtilmektedir.

 

Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı hepsi bir arada düzenli olarak sevk ediliyordu. (48/17), (27/17)

Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi.  (48/39), (27/39)

Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık; Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı, onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. (58/12), (34/12)

Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. (58/13), (34/13)

 

Bu durumda önce de belirtildiği gibi, Allah'ın düzenlediği "Kurallar" çerçevesinde her türlü somut veya soyut madde veya oluşumların gerçekleşmesini sağlayan "Etkileri" başlatan ve sürdüren "Unsurlar" olarak nitelendirebileceğimiz Cinler ve Şeytanların, kendilerine verilen görevlere göre çeşitli "gruplar" veya "topluluklar" olarak ve taşıdıkları özel nitelikleri ile Evren ortamındaki somut veya soyut bütün "yapılarının" en küçük unsurlarını "etkiledikleri", böylece Ayetlerde ifade edilen işlemleri gerçekleştirdikleri söylenebilir. Bu "Yaratılış" olgusu dikkate alındığında, Yüce Yaratan'ın iradesi ile bu Dünya ortamında yer alan ve birçok örneği Kur'an’da ve diğer Kutsal Kitaplarda belirtilen ve bizim "İmkânsız" olarak gördüğümüz oluşumların gerçekleşmesinin mümkün olabileceği anlaşılmaktadır.

 

 

 

Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!" Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!" diyecekler. Allah da: “Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz” diyecektir. (39/38), (7/38)

 

Bu Ayette ve çok sayıdaki diğer Ayetlerde yer alan ifadelerden Cinler ile cinlerden oldukları belirtilen ve "Şeytan, İblis, İfrit, Hannas, tağut, marid" gibi çeşitli isimler ile anılan Şeytanların yapısal olarak insanlardan çok farklı olmalarına rağmen, onların da düşünme ve "sınırlı" olarak "karar verme" gibi özelliklere sahip oldukları ve insanlar gibi "Topluluk" olarak bulundukları anlaşılmakta fakat gerçekte neye benzedikleri, sayıları, kaç çeşit topluluk oldukları gibi konularda açıklık bulunmamaktadır. Ancak bu "uyarılar" ile tüm insanlara, onlardan beklendiği gibi doğru yola yönelmeyip "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı inkâr eden insanların ve emrinden çıkan "Cinlerin" cezalandırılacakları (ateşe girin) hatırlatılmaktadır. Ayrıca bu aşamada kimsenin bu nedenle diğerlerini mazeret olarak ileri süremeyecekleri ve insanları inkara yönelten insan ve cinler için bir kat daha fazla azap bulunduğu açıklanmaktadır. Buna göre diğer Ayetlerde Cinlerden bir bölümünün ve cinlerden oldukları belirtilen "Şeytanların" daima "İnsanlar" ile birlikte "oldukları" ve yürüttükleri görevleri ile ilgili olarak "topluluklar" olarak bulundukları anlaşılmakta, ilaveten, Cin topluluklarının da aynı İnsan toplulukları gibi bu ortamda "Gelip Geçmiş" oldukları belirtilmektedir. Bu durumda "soyut" bir yapı olarak "Sonsuz" olmalarına rağmen Cinlerin yürüttükleri görevleri ile ilgili olarak "tüm zamanlarda" ve "belli sürelerde" bu yeryüzü ortamında "bulundukları” söylenebilir.

 

Öte yandan, cinlerin bir çeşit "enerji" olabileceği varsayılan ve "zehirli ateş" veya "öz ateş" olarak tanımlanan bazı özel unsurlardan yaratıldıkları Ayetlerde bildirilmektedir.

 

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (54/27), (15/27)

Cinleri öz ateşten yarattı. (97/15), (55/15)

 

Buna göre Cinlerden olduğu açıklanan "Şeytanın" görevlendirildikleri işleri yürütmelerinde “güç” üretebildikleri ve yukarıda belirtildiği gibi, kendilerine "kısıtlı karar verme" yetkilerinin verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Yüce Yaratanın ilk olarak "Arş" ortamında yarattığı "İnsanı" tanımayıp Allah'a itiraz etmeleri bu yetkilerini kullandıklarını göstermektedir.

 

Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; (69/50), (18/50)

 

Böylece "İlk Andan" itibaren Allah'ın emrine uymayarak "İnsana" karşı geldiği ve onların "Aklını Çelerek" yaratıldıkları ortamdan ayrılmalarına neden olduğu dikkate alındığında, gönderildikleri "Yeryüzü" ortamında her fırsatta Allah'a karşı gelmeleri için “İnsanlar” üzerinde "etkili" oldukları açıklanmakta ve sonuçta onlara uyan insanların Allah'a karşı gelen Cinlere ve Şeytanlarla birlikte cezalandırılacakları bütün insanlara özellikle bildirilmektedir. Zira geçmişte ve günümüzde Allah'ı inkâr eden insanlardan bir kısmının "Cinleri" diğer bir ifade ile gözle görülmeyen ancak etkilerini hissettikleri veya hayallerinde canlandırdıkları “güçleri”, onlarla nasıl başa çıkabileceklerini bilemedikleri için, "kutsal” saydıklarına ve çok daha ileri giderek Tek Yaratan olan Allah ile denk tutarak Allah'a "Ortak Koştuklarına" dikkat çekilmektedir.

 

Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir. (55/100), (6/100)

 

Buna göre Allah'a inanmayan veya inatla Allah'a karşı gelen ve diğerlerini de buna zorlayan insanların Allah'a karşı gelen Cinlere ve Şeytanlarla birlikte ceza görecekleri (azaba uğrayacakları) ders alabilmeleri ve durumlarını düzelterek doğru yola ulaşabilmeleri için bütün insanlara açıklanmaktadır.

 

Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. (39/179), (7/179)

Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü yerini buldu. (52/119), (11/119)

”Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi!”  (55/130), (6/130)

Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık; Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı, onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. (58/12), (34/12)

Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler; kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için azap onlara da gerekli olmuştur, kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi. (61/25), (41/25)

İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir, gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır. (66/18), (46/18)

Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır. (75/13), (32/13)

 

Nitekim Yüce Allah Ayetlerinde, emrine uymayan cinlerin (Şeytanların) ve insanların böyle davranmakla "cehennem" için yaratılmış olduklarını, böylece Allah'ın cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağını sözünün yerini bulduğunu, ancak onları uyarmak üzere cin ve insan topluluklarına içlerinden "Ayetlerini" anlatan ve bu sonla (günle) karşılaşacaklarına dair "uyaran" peygamberler gönderdiğini, "İzni" ile cinlerden bir kısmını onun önünde çalışmak üzere Süleyman Peygamberin emrine verdiğini onlardan kim "emrinden saparsa" ona alevli azabı tattırdığını, kendilerinden önce gelip geçmiş topluluklar içinde Allah'ı inkar edip karşı gelen cinlerden ve insanların haklarında azabın gerçekleştiğini bildirmektedir.

 

Buna göre, kendilerinden önce gelip geçmiş olan ve insanlara "musallat" olarak insanların "doğru yoldan" uzaklaşmalarına neden olan cinlere ve inanmayan insanlara "azabın" gerekli olduğu ve kuşkusuz onların hüsrana düştükleri bütün insanlara hatırlatılmaktadır.

 

Çok sayıdaki Ayetlerde yer alan ifadelerden “İnanmayan” insanlara “Ahiret Ortamında” verilecek cezaların bu ortamda yaşarken, hayra bütün gücüyle engel olmaları, Allah hakkında kuşku (Zan) duymaları, kendileri şüphede olduğu yetmezmiş gibi diğer insanları da şüpheye düşürmeleri, kendilerine iletilen Allah ile ilgili "Gerçekleri", öğüt ve önerileri dikkate almamaları ve onlara kibirlenerek direnmeleri, Allah'a iman etmeyip yoksulu doyurmamaları, Allah'ı bırakıp kendilerinin uydurdukları tanrılara ve putlara tapmaları, ve Allah'ın "İzni" ile kendilerine musallat olarak bu gibi davranışları "süslü" gösteren bir takım arkadaşlara (Şeytanlara, ve Şeytanlaşmış İnsanlara) uymalarının sonucu olduğuna işaret edilmektedir.

 

Yüce Allah “dileseydi” herkesi kurtuluşa erdireceğini ancak inkâr edenler ve karşı gelenler hakkında Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağına dair kesin söz verdiğini bildirmektedir.

 

Görüleceği gibi hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar insanlardan Kur'an’ı kendi dillerine çevirerek ve "Akıllarını" işleterek okumaları ve “gerçekleri” anlamalarının beklendiği unutulmamalıdır.

 

Bu açıklamalara göre cinlerin Evren ve Dünya ortamında "madde yapıları" olmamakla birlikte yaptıkları işlerin gerektirdiği "şekilleri" almalarının mümkün olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde Cinlerin Gerçek Ortamın "Bilemediğimiz" yapısında ve Evren ve Dünya ortamının "Algıladığımız Madde" yapısında her türlü "Oluşumların" Allah'ın takdiri ile gerçekleşmesinin ve buna bağlı "İşlerin" yürütülmesinin "Cinler" ile gerçekleştiği Kur'an'ın çeşitli Surelerinde yer alan Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Evren ve Dünya ortamının algılayabildiğimiz "Madde" yapısının oluşumunun gerçekleştirilmesi ve buna bağlı olarak Canlı ve Cansız tüm varlıklar ile ilgili tüm işlemlerin yürütülmesinin, Cinlerin şu anda "Atom Altı Parçacıklar" olarak tanımlayabildiğimiz "Madde yapı Taşları" üzerinde Allah'ın "Takdir Ettiği" oluşumları yerine getirecek "Etkileri" oluşturarak gerçekleştirdikleri ve buna göre Cinlerin ve cinlerden olan şeytanın belirtilen "Oluşumların" ve her türlü "İşlerin" yürütülmesi ile ilgili olarak "Gereken" şekil ve yapılara "Dönüşebilecekleri" sonucuna varılması mümkün bulunmaktadır. Bu durum bazı Ayetlerde yer alan "Göklerde ve yerdeki Kimseler" tanımlaması ile uyum göstermektedir.

 

Cin topluluklarından “azgınlaştığı” belirtilen bir bölümü olarak tanımlanan Şeytanların nitelikleri ve görevlerine göre Şeytan, İblis, İfrit, Hannas gibi gruplar oluşturdukları Ayetlerdeki ifadelerden görülmektedir. Buna göre "Farklı Niteliklerinin" bulunduğu anlaşılan Şeytanlar, "Cin Topluluğuna" dahil olan yapılar olarak tanımlanabilirler.

 

Cin Topluluğundan olan ve İblis olarak tanımlanan yapıların (Şeytanın) Allah'ın ilk olarak Gerçek Ortamda yaratmış olduğu "İnsana" yine Allah'ın emrine rağmen "Secde" etmediği yani insana tabi olmayı reddettiği ve İnsanı her türlü şekilde taciz ederek onun Allah'a tabi olmasını önleyeceği Kur'an’da birçok yerde ifade edilmektedir Bu duruma göre, Yüce Yaratanın iradesi altında bulunan bütün ortamlarda "takdir ettiği" her şeyin gerçekleştirilmesi ve yürütülmesi için yaratmış olduğu ve Ayetlerinde "Cin" olarak tanımladığı ve bildiğimiz anlamda "soyut" olan bu unsurlara görevlerini yaparken "belirlediği" şekilde ve nitelikte" iradelerini kullanma" ve uygulama yapma yetkisi verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle "iblis" insanın yaratılışı sırasında Yüce Allah'a "itiraz" edebilmiş ve Allah'ın bu Dünya ortamında yaşamalarını uygun gördüğü insanların "Yaratan" konusundaki iman ve inançlarını fark etmelerini sağlamak üzere iblisin (Şeytanın) onlara "musallat" olabilmelerine "izin" vermiştir. Nitekim, Kur'an Ayetlerini "Yalanlayanlar" ile ilgili olarak Yüce Allah, Kıyamet ortamında (O gün) hepsini toplayıp Meleklere "Size tapanlar bunlar mıydı?" diye sorduğunda Meleklerin "Belki onlar Cinlere tapıyorlardı" şeklinde cevap vereceklerine işaret etmektedir.

 

O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: “Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek.” (58/40), (34/40)

“Sen yücesin, bizim dostumuz onlar değil, sensin. Belki onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı” diyecekler. (58/41), (34/41)

 

Buna göre Meleklerin Cinlerden "Ayrı" bir topluluk olduğu ve "Cinlere Tapıyorlardı" diyerek "İfrit, İblis ve Şeytanı" işaret ettikleri anlaşılmaktadır.

İnsanın İlk Yaratılışı

De ki: “Cinlerden bir topluluğun dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur:” (40/1), (72/1)

“Gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik, kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” (40/2), (72/2)

“Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.” (40/3), (72/3)

“Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş.” (40/4), (72/4)

“Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık.” (40/5), (72/5)

Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı. (40/6), (72/6)

Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı. (40/7), (72/7)

 

Allah'ın İnsanlara iletmiş olduğu öğüt ve önerileri içeren yüce Kitabın (Kur'an'ı) Hz.Muhammed tarafından okunmasını "Dinleyip" Kur'an'a "İman" eden Cinlerin bulunduğuna işaret edilmektedir. Ayetlerde Cinlerden bir bölümün Kur'an'ı dinledikten sonra "Kimseyi Allah'a Ortak Koşmamaya" karar verdikleri ve Allah'ın "Şanının Çok Yüce" olduğunu ve Allah'ın "eş ve çocuk edinmediğini" kabul ettikleri belirtilmektedir. İlaveten, aslında Cinlerin ve İnsanların "Allah" hakkında asla yalan söylemediklerine inandıkları, fakat Cin toplulukları arasında "Beyinsiz" olanların (Şeytan, İblis) kendilerine ve insanlara "Allah" hakkında pek aşırı yalanlar uydurduklarının "Farkına Vardıkları" ifade edilmektedir. Buna göre "iman eden" Cinlerin, İnsanların ve Cinlerin Allah hakkında asla “Yalan" söylemeyeceklerini düşündükleri belirtilmektedir.

 

Görüldüğü gibi, Cin topluluklarının da "İman Edenler" ve "Yalan Söyleyenler" olarak iki ayrı nitelikte olduklarına işaret edilerek insanlardan bazı kimselerin cinlerden bazı kimselerden isteklerde bulundukları (büyü gibi) ve yardımlarını istedikleri (sığındıkları), bu durumun da inanmayan “azgın” cinlerin taşkınlıklarını arttırdığı açıklanmaktadır. Buna göre aslında Allah'ın verdiği görevleri yerine getirmekte olan ve Evren ortamında insanlardan çok üstün özellikler taşıyan cinlerin, kendilerini yaratmış olan Allah’a İman etme, Evrenin sona ermesi (Kıyamet) ve yeniden yaratılma gibi ana iman konularında kuşku duyarak inançlarından sapabildikleri açıklanmaktadır. Örneğin, Ayetlerde inançlarından sapmaları nedeniyle "Kafir" olarak tanımlanan ve "İblis" olarak adlandırılan bir çeşit Şeytan Topluluğunun "Cinlerden" olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim insanın Gerçek Ortamda "İlk" yaratılışı sırasında "Cinlerden" olan "Şeytan'ın Allah'ın emrine karşı durarak "Secde" etmediğine dair olan Ayetlerde; Şeytan'ın insana göre "Daha Üstün" olduğunu ileri sürerek insana itaat etmeyeceğini ve onu her fırsatta "Saptıracağını" belirttiği ifade edilmektedir.

 

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.  (39/17), (7/17)

Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı; şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? oysa onlar sizin düşmanınızdır; Zalimler için bu ne fena bir değişmedir! (69/50), (18/50)

Hani biz meleklere Adem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu. (87/34), (2/34)

 

Şeytan'ın insanlara etkisi ve kararlarına müdahalesinin Allah'ın insanların beyinlerine yerleştirmiş olduğu "Ruh" bünyesindeki "Akıl" unsurun üzerinde gerçekleştiği söylenebilir. Zira, İnsan tüm faaliyetini Ruh bünyesinde Allah'ın lütfu ile oluşturduğu "Akıl" unsurunu kullanarak kararlaştırmakta ve uygulamaktadır. Şeytanın insanlara nasıl etki ettiği konusunda “Şeytanın Etkisi, İnsanların Aklını Çelmesi” bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.

 

Ayetlerde Cinlerin Allah'ın "İnsanı" yaratmayı takdir etmesinden önce var olduğu ve Cinlerden "İblis" ve "Şeytan" gibi isimlendirilen bazı toplulukların "İnsanın" yaratılışı sırasındaki karşı gelme tavırları yüzünden "İnkârcı" ve "Kafir" durumuna düştükleri açıklanmaktadır. Zira, Ayetlere göre cinlerden olan şeytan, Allah'ın insanı yaratmasından sonra insana tabi olmayacağını belirtmiş, Allah'ın bu itaatsizlik nedeniyle Şeytan'ı "Kovup Lanetlemesi" üzerine İnsanların yeniden dirilecekleri güne kadar (İnsanlara "Musallat" olarak akıllarını çelmek için) mühlet istemiştir. Allah tarafından insanların şeytanın etkisini yok etmek üzere ve Allah'a olan iman ve inanç durumlarının ortaya çıkması için kıyamet gününe kadar cezası ertelenmiştir.

 

Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.  (39/15), (7/15)

 

Buradaki ifadelerden Şeytan’ın Allah’ın İnsanları "Geçici" olarak Dünya ortamında yaratıp çoğaltacağını ve sonra "Gerçek Ortamda" onları "Tekrar Dirilteceğini" bilecek bir yapıda olduğu ve Dünya ortamındaki yaşamlarında insanları "doğru yoldan" uzaklaştırmak üzere onları kötülüklere yönlendirerek etkili oldukları anlaşılmaktadır. Buna karşılık Allah'ın İnsanın maddi yapısına (Beynine) "Kendi Ruhundan" yerleştirdiği (Üflediği) Ruhun bünyesinde bulunan “Akıl” unsurunun Şeytanın her türlü müdahalesini “Algılayıp” bu dürtüleri etkisiz hale getirebilecek nitelikte olduğu ve Şeytan’ın iman etmiş (İhlaslı) insanlar üzerinde hiçbir etkisinin bulunmadığı belirtilmektedir.

 

Şurası muhakkak ki, benim ihlaslı kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter’’. (50/65), (17/65)

 

Ancak bazı insanlar, Allah ile iletişimi de sağlayan “Akıl” unsurlarına yapılan “Şeytan Müdahalesini” algılamakla birlikte “Aklı” ile bu müdahaleyi etkisiz hale getirmesi mümkün olmasına rağmen, Şeytanın “Dürtüsü” daha “Cazip” geldiği için “Aklın” gösterdiği yolu terk etmekte ve Şeytan’ın gösterdiği kanalları kullanıp cinlerle temas kurmaktadırlar.

Öyle ki bu tür etkileşime “Açık” olan insanların bu temaslar sonucunda onlardan öğrendikleri ve onların bazı özellikleri sayesinde insanlar arasında bazı bilinmeyenler ile ilgili haber vermek gibi üstünlük sağladıkları etrafımızda her an görülebilmektedir.  İnsanlar ile bu şekilde temas kurmaları sonucunda bir kısım İnsanların Cinlere “Sığınmaları” Allah’ın onlara da verdiği nefsleri üzerinde olumsuz olarak etki yapmakta ve onlar da taşkınlıklar yapabilmektedirler. O kadar ki, bazı insanların Allah’ın Ayetlerinde kesin olarak bildirmesine rağmen “Yeniden Yaratılacaklarına” olan inançlarını da kaybettiklerine işaret edilmektedir. Böylece Yüce Allah’ı bırakıp O’nun “emrinden” dışarı çıkan Şeytanı “dost” edinenlere bu durumun “İnsanlar” için ne “fena” bir değişme olduğu, böyle davranmakla “Zalimlerden” olacakları çünkü Cinlerin ve Şeytanların insanların düşmanı oldukları hatırlatılmaktadır.

 

“Doğrusu biz göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk.” (40/8), (72/8)

“Halbuki, biz onun bazı kısımlarında dinlemek için oturacak yerler oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.” (40/9), (72/9)

“Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?” (40/10), (72/10)

“Gerçekten biz, -kimimiz salih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere-  türlü türlü yollar tutmuştuk.” (40/11), (72/11)

“Şu gerçeği şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah’ı âciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız.” (40/12), (72/12)

“Doğrusu biz, o hidayeti işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.”  (40/13), (72/13)

“İçimizde, teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler doğru yolu arayanlardır.” (40/14), (72/14)

“Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.” (40/15), (72/15)

Şayet doğru yolda gitselerdi, bu hususta kendilerini denememiz için onlara bol su verirdik.  (40/16), (72/16)

Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır.  (40/17), (72/17)

 

İnançlarından sapmış olan Cinlerin okunan Kur’an’ı dinlediklerinde ne kadar yanlış yolda olduklarını anlayabildiklerine işaret eden bu Ayetlere göre, Cinlerin her ne kadar “Öz Ateşten” yaratılmaları ve anladığımız anlamda “Madde” yapısına sahip olmamalarına rağmen, “Düşünme, Akıl yürütme, Karar Verme” gibi insanlara özel bazı durumları ve nitelikleri, (Tamamen aynı şekilde olmamakla birlikte) taşıdıkları ve yine insanlara benzer olarak “Topluluk Halinde” bulundukları görülmektedir. Cin topluluklarından “İman” etmiş olanların, Allah hakkında yalan uydurup kendilerini doğru yoldan çıkarmaya çalışan ve “İblis ve Azgın Şeytan” olarak isimlendirilen cin topluluklarının telkinlerinin ne kadar “Asılsız” olduğunu ve dinledikleri Kur’an’ın doğruluğunu, sahip oldukları çok üstün “Nitelikleri” ile yaptıkları “yoklamalarda” karşılaştıkları zorluklar (Sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş olması) nedeniyle başarılı olmaması üzerine anladıklarına işaret edilmektedir. Zira Cinler yapıları ve görevleri itibariyle Gerçek Ortamda her türlü faaliyeti Allah’ın takdiri ve izni ile yerine getirmeleri nedeniyle bazı “Özel” kısımlarda da bulunabildiklerini ancak, içlerindeki “Azgın” topluluğun telkinleri ile Allah ve Kur’an hakkında “Kuşku” duymalarına neden olacak telkinlerini araştırmaya yönelik amaçları için bu özel kısımlarda bulunmalarına “İzin” verilmediğini anladıkları belirtilmektedir.

 

Ayrıca, Cinlere Allah’ın takdirleri ile yeryüzünde yaptıkları “İşlemlerin” yeryüzündeki insanlara ve diğer varlıklara “Kötülük” mü ya da “İyilik” mi getireceğini Cinlerin bilemeyecekleri “Azgın Cinler” olarak isimlendirilen Şeytan Topluluklarının Allah’a karşı gelebilecekleri ve “Allah’a Rağmen” her dilediklerini yapabilecekleri yolundaki telkinlerinin “Asılsız” olduğunu ve Allah’a karşı gelemeyeceklerini Kur’an’ı işitince anladıkları, Allah tarafından Cinlerin kendi aralarındaki “Konuşmaları” olarak iletilmektedir. Burada Cinlerin özellikle insanlar ile ilgili etkileme ve yönlendirme faaliyetlerini yürütürken, kendilerinin de “Salih” kişiler ve “Aşağılık” kişiler olmak üzere türlü yollar tuttukları anlaşılmaktadır.

 

Öte yandan, Cinlerin yeryüzünde “Gelecek” ile ilgili bir bilgilerinin de bulunmadığı özellikle Cinlerden bu konuda yardım bekleyen insanlara hatırlatılmaktadır. Kur’an’ı dinleyip “İman” eden ve Allah’a teslimiyet gösteren ve böylece Doğru Yolu arayan Cinlerin, kendilerine haksızlık edilmeyeceğini, buna karşılık “Hak” yolundan sapan Cinlerin (Şeytanların) ise “Cehenneme Odun” olacaklarını idrak ettikleri tüm insanlara açıklanmaktadır. Cinlerin aralarında yaptıkları bu değerlendirmelerde, Hak yolundan sapan Cinlerin “Doğru Yolu” seçmiş olmaları durumunda onlara “Denemek” için yardımcı olunacağı, buna karşılık Allah’ı anmaktan yüz çevrilmesi halinde giderek artan çetin bir azaba maruz kalacakları belirtilmekte ve benzer durumda buluna İnsanlara da önemli bir hatırlatma yapıldığı düşünülmektedir.

 

Mescitler şüphesiz Allah’ındır, o halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın . (40/18), (72/18)

Allah’ın kulu, Allah’na yalvarmaya kalkınca, neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi. (40/19), (72/19)

De ki: “Ben ancak Rabbime yalvarırım ve Allah’na kimseyi ortak koşmam.” (40/20), 72/20)

De ki: “Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” (40/21), (72/21)

De ki: “Gerçekten Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, Allah’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” (40/22), (72/22)

“Ancak Allah katından olanı, Allah’ın gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” (40/23), (72/23)

“Sonunda, tehdit edilip durduklarını gördükleri zaman, kim yardımcı olma bakımından daha güçsüz ve sayıca daha az imiş, bileceklerdir.” (40/24), (72/24)

De ki: “Tehdit edilegeldiğiniz, yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar, ben bilmem.” (40/25), (72/25)

O bütün görülmeyenleri bilir, sırlarına kimseyi muttali kılmaz;  (40/26), (72/26)

Ancak, dilediği peygamber bunun dışındadır, çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar,  (40/27), (72/27)

Ki böylece onların Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin, Onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır. (40/28), (72/28)

 

Cinlerin Kur’an Ayetlerini duyduklarında kendi aralarında yaptıkları tartışmalar sonrasında “Doğru Yol” üzerinde bulunmaları gerektiğini idrak ettiklerini ifade eden Ayetlere bağlı olarak, özellikle Allah’a ibadet edilen ve secde edilen “Mescitlerde” Allah ile birlikte kimseye yalvarılmamasının gerektiği konusunda Cinlere bir hatırlatma yapıldığı düşünülebilir.

 

Bununla ilgili olarak Ayette cinlerin Hz.Muhammed Mescit’te Allah’a yalvarmaya kalkınca, neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçecek şekilde “toplandıkları” açıklanmaktadır. Bu ifadelerin, Cinlerin sanki “insana benzer” ve “görülebilen” yapılara sahip oldukları şeklinde algılanmalarına yol açabilecek nitelikte olduğu söylenebilir. Nitekim bazı tefsir ve tercümelerde (meal) bu durum şöyle belirtilmektedir.

 

“O Allah’ın kulu,Hz.Muhammed, kalkmış ona dua ederken ibadet ederken o kulun üzerine keçeleneceklerdi, yani o dinleyen cinler aceleciliklerinden çoğalıp kalabalıklaşarak etrafına öyle toplandılar ki, az daha keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi. Zira hiç görmedikleri bir ibadet görüyor ve işitmedikleri bir dua dinliyorlardı.”

http://www.kuranikerim.com/telmalili/cin.htm

 

“Gerçekten Allah’ın kulu O’na ibadet için kalktığında onun üzerine üşüşerek neredeyse keçe gibi olacaklardı.”

http://www.mealler.org/SureveAyetler.aspx?sureid=072&ayet=019

 

“Ne var ki Allah’ın kulu ona davete kalkmaya görsün hemen yek vücut olup üzerine çullanıverirler.”

Ayetteki “cinlerin çullanması” ifadesi İslamoğlu tefsirinde aynı zamanda inkar edenlerin (müşrikler) Hz.Muhammed’in Kur’an okuyuşu karşısında verdikleri “tepkinin” bir canlandırılması olarak ta yorumlanmaktadır.

"Çoğunlukla bu ayeti kerime de müfessirlerimizin dediği gibi Allah resulünün Kur’an okuyuşuna müşriklerin tepkisini ifade eder."

https://kurantefsir.wordpress.com/2014/03/28/islamoglu-tef-ders-cin-suresi-01-28-182-b/

 

 

Ancak daha önce belirtildiği gibi, çeşitli Ayetlerde Cinlerin Allah’a ait “enerji” esaslı ve “soyut unsurlar” oldukları bildirilmektedir. Buna göre Ayette Cinlerin Hz.Muhammed’in etrafında keçe gibi birbirlerine geçecek şekilde toplandıkları şeklinde belirtilen durumun, aslında Hz.Muhammed’in Allah’a “Yalvarması” sırasında yaptığı duaları, “kısıtlı” karar verme yetkileri ve iradeleri çerçevesinde “anlamaya” çalışmaları ve bu nedenle Hz.Muhammed’in etrafında “yoğunlaşmaları” şeklinde yorumlanması, söz konusu Ayetlere göre çok daha “doğru” olmaktadır.

 

Allah bu olay ile ilgilendirerek Ayetlerinde Cinlere ve tüm İnsanlara ancak ve sadece Allah’a yalvarılacağını; Hz.Muhammed’in tek başına zarar verme veya fayda sağlama gücüne sahip olmadığını; Allah’a karşı Kendisini dahi kimsenin himaye edemeyeceğini; Allah’tan başka sığınacak kimse bulunmadığını; Kendisinin ancak Allah katından olanı ve Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ettiğini; Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşinin bulunduğunu söylemesini Hz.Muhammed’e telkin etmekte ve onun bu ibadet ve yalvarmalarının Cinler ve tüm İnsanlar tarafından önemli bir “Öğüt” ve “Rehber” olarak dikkate alınmasını beklemektedir.

 

Allah, bu telkin ve önerileri dikkate alınmaması halinde Cinlerin ve Tüm İnsanların “Tehdit Edildikleri” azabı göreceklerini ve o zaman kimin yardımcı olabileceğini anlayacaklarını azabın yakında mı yoksa uzun bir süre sonra mı geleceği konusunda Hz.Muhammed’in bilgisinin bulunmadığını, ancak Allah’ın bütün “Görülmeyenleri” bildiğini ve sırlarından kimseyi bilgilendirmediğini de Cinlere ve Tüm İnsanlara iletmesini Hz.Muhammed’e telkin ettiğini açıklamaktadır.

 

Ancak Allah dilediği Peygamberlerine bazı sırlarını bildirdiğini, örneğin “Gönderdiklerini” hakkıyla “Tebliğ” ettiklerinin bilinmesi için bu Peygamberlerin önünden ve ardından “melekleri” görevlendirdiğini (gözcüler saldığını) böylece meleklerin bu peygamberlerin nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşattıklarını ve onlara her şeyi bir bir saydıklarını belirtmektedir.

 

Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. (55/112), (6/112)

 

Cinlerin bir kısmının da görevleri yürütebilmeleri için Yüce Yaratan tarafından kendilerine “Kısmi İrade” verilmesine rağmen, yetkilerini kullanmaları sırasında aslında “kendilerinden” olan “Şeytanların” etkisinde kalabildiği anlaşılmaktadır. Bu etkilerden kurtulamayıp “Şeytana Uyan” Cinler Ayetlerde “Cin Şeytanları” olarak veya çoğunlukla sadece “Şeytan” olarak tanımlanmakta ve diğer “Cinler” ve özellikle insanlar üzerinde onları “Doğru Yoldan” uzaklaştıracak şekilde etkili olabilmektedirler.

 

Yüce Allah Peygamber de olsa insanların “Şeytanlaşmış İnsanların” ve “Şeytanlaşmış Cinlerin” veya “Şeytanların” dürtülerinden etkilenebileceklerini, bu nedenle her peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldığını ve bu etkilerden ancak “Akıl Kullanmak” suretiyle kurtulabilmelerini dikkate alarak bütün insanlardan onlara verilen Akıllarını işletip “İradelerini” ona göre kullanmalarını ve seçimlerini ona göre yapmalarını “Dilediğini” bildirmektedir. Yüce Yaratan bu açıklama ile “Akıl Kullanmanın” bütün insanlar için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmektedir.

 

Buna göre devamlı olarak Şeytanın etkisi altında olan ve “Şeytanlaşmış İnsanlar” olarak tanımlanan insanlar ile “Şeytanlaşmış Cinlerin” de aynı Şeytanın musallat olması gibi insanlara kötülük yapabildikleri ifade edilmekte ve bunların kötülüklerinde (Şerrinden) Allah’a sığınılarak Dua edilmesi önerilmektedir. Bunun için yapılacak “Dua” olarak Yüce Allah bütün insanlara “Nas” suresindeki Ayetleri bildirmektedir.

 

De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım!” (21/1), (114/1)

“İnsanların Melikine” (21/2), (114/2)

“İnsanların İlâhına” (21/3), (114/3)

“İnsanların kalplerine vesvese sokan şeytanın şerrinden” (21/4), (114/4)

“Pusuya çekilen” (21/5), (114/6)

“Cin ve insanlardan” (21/6), (114/6)

 

Şeytanlaşmış insanların ve Şeytanlaşmış Cinlerin kötülüklerinden korunulması ile ilgili olarak Ahmet Hulusi’nin “Dua ve Zikir” Kitabında ayrıca dua niteliğindeki aşağıdaki Ayetlerin okunması önerilmektedir.

 

Kulumuz Eyyub’u da an. O, Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi” diye seslenmişti. (38/41/, (38/41)

Ve de ki: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!” (74/97), (23/97)

“Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (74/98), (23/98)

Ve itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk. (56/7), (37/7)

Kurân’a Göre “Cin”, ahmedhulusi.org

 

Allah, İnsanların “Kendisini” hatırlamaları ve anmaları sırasında Şeytanın ve “Şeytanlaşmış İnsanların” etkisiz kalacağını ve insanların Allah ile olan ilişkilerinin zayıflayacağı ana kadar “Pusuya Çekileceklerini” bildirmekte ve bu durumdan kurtulmak için Allah’a yönelerek ve Allah’na sığınılarak “Sadece” Allah’ndan yardım istenmesini hatırlatmaktadır.

 

Yüce Allah “İnsan Şeytanların” ve “Şeytanların” yani şeytanlaşmış olan insanların ve cinlerin “aldatmak için” birbirlerine yaldızlı sözler fısıldadıklarını belirtmektedir. Ancak aynı zamanda onlara uymayan cinleri ve aklını kullanan insanları aldatamayacaklarını ve böylece onlara düşmanlık yapamayacaklarını açıklamakta ve bu nedenle onlara mâni olmamayı dilediğini ve bu fırsatı (izni) verdiğini açıklamaktadır. Buna göre Peygamber de olsa insanların “Şeytanlaşmış İnsanların” ve “Şeytanların” dürtülerinden etkilenebileceklerini hatırlatmakta ve bu nedenle “peygamberlerine” insan ve cinlerden olan şeytanları (insan ve cin şeytanların) düşman kıldığını ve bu etkilerden ancak “Akıl Kullanmak” suretiyle kurtulabilmelerini dikkate alarak bütün insanlardan onlara verilen Akıllarını işletip “İradelerini” ona göre kullanmalarını ve seçimlerini ona göre yapmalarını “Dilediğini” bildirmektedir. Nitekim diğer bazı Ayetlerde de şeytanın insanların düşmanı olduğu, o nedenle insanları da onu düşman saymalarını, çünkü onun kendi taraftarlarını ancak ölümlerinden sonra eziyet ve azap görmeye (ateş ehlinden olmaya) çağırdığı hatırlatılmaktadır.

 

Yüce Allah ayrıca bu uyarılara rağmen “bilgisi olmaksızın” Allah hakkında tartışmaya giren birtakım kimseler bulunduğuna işaret ederek, kim “her konuda” kendilerine musallat olan Şeytana uymaya devam ederse ve onu yoldaş edinirse Şeytanın kendisini saptıracağını ve alevli ateşin azabına sürükleyeceğini bilmesi gerektiğini ihtar etmektedir.

 

Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın; o, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır. (43/6), (35/6)

İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır. (103/3), (22/3)

Onun hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir. (103/4), (22/4)

 

Yüce Yaratan bu açıklamalar ve hatırlatmalar ile “Akıl Kullanmanın” bütün insanlar için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmekte ve Hz.Muhammed’e görevini yapmasında bir nevi zaman kaybına neden olmaları nedeniyle, Allah’a ve Ahirete inanmayan ve inkarda devam edenleri, kalplerinin Şeytan’a kanarak ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye “uydurdukları şeylerle” baş başa bırakmasını öğütlemektedir. Bunun gibi “Ortakları” olan Şeytan’ın hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar diye müşriklerden çoğuna çocuklarını (Kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdiği açıklanmaktadır.

Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. (55/137), (6/137)

 

Ancak, Şeytan’a uyarak onun “Ortağı” olmasalardı Allah’ın bu insanların çocuklarını öldürmelerine mâni olmayı “Dilemesinin” mümkün olabileceği, fakat bunu seçmedikleri için onları uydurdukları ile baş başa bırakmasını Hz.Muhammed’e bildirmektedir.  Böylece “Şeytana Uyan” insanlara, şayet kendilerine iletilen “Gerçekleri” dikkate almazlar ve yürüdükleri yolda devam ederlerse, yaptıkları seçimlerinin sonuçlarına katlanacakları ve onlara Peygamberler de dahil kimsenin yardım edemeyeceği açıkça bildirilmektedir. Bu uyarılar ile bütün insanlara, “Şeytanın” ve akıllarını kullanamayıp “Şeytan” tarafından eklenen duyguların etkisinden kurtulamayan ve daima bu duygulara bağlı olarak karar vererek “Şeytanlaşmış” olan insanların “kötülüklerinden” korunmaları gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, “Ey cinler topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız” der. Onların, insanlardan olan dostları ise: “Ey Rabbimiz! Birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık” derler. Allah da buyurur ki: “Allah’ın dilediği hariç, içinde ebedi kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.” (55/128), (6/128)

İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız. (55/129), (6/129)

”Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi!”  Derler ki: “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. (55/130), (6/130)

 

Cinler, taşıdıkları nitelikler nedeniyle Allah tarafından “İnsanlara” lütfedilen “Akıl” unsuruna, yine Allah’ın İnsanın ilk yaratılması sırasında verdiği “İzin” ile etki edebilmektedirler.  Bunun sonucunda Cinlerin “İblis ya da Şeytan” olarak adlandırılan cinsleri, insanların akıllarına karışarak “Akıllarını ve Düşüncelerini” etkileyip verdikleri kararları yönlendirebilmekte ve yaptıkları işlerde de aşırı gitmelerine, büyüklük ve gurur (Kibir) duymalarına neden olabilmektedirler. Bu konuda “Şeytanın Etkisi, İnsanların Aklını Çelmesi” bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.

 

Buna göre Şeytanların insanlara “Yaratılış” konularında kendilerinin “Karar Sahibi” olduklarını telkin ederek yaptıkları ile çok öğünüp her şeyin “Asıl Sahibini” unutturdukları düşünülmelidir. Nitekim Cinlerden olan “Şeytanların” telkinlerine uyarak bu şekilde “Yaratan” ile olan bağlarını zayıflatan hatta daha da ileri giderek “İnkâr” eden ve böylece onların “dostları” olarak nitelendirilen insanların, Kıyamet zamanında Cin Toplulukları ile bir araya toplandıklarında bile, Dünya ortamdaki yaşamlarında yaptıkları işlerinde birbirlerinden “Yararlandıklarını” ve sonuçta da yaşamlarının sonuna (ölüme) ulaştıklarını söyleyecekleri belirtilmektedir. Bu durum şeytanlara uyarak inkâr eden insanların Dünya ortamında hayatta iken her yaptıkları üzerinde hiç “düşünmediklerini” ve ne kadar “olağan” karşıladıklarını göstermektedir.

 

Yüce Yaratan bu “benzetme” ile bütün insanlara Dünya’da yaşarken “Akıllarını” kullanmayıp “Yaratan” ile ilgili olarak “Uyarıcılar” tarafından “İletilenlere” aldırmayanların kendilerine verilmiş olan “yaşam” süresini boşa geçirmiş olacaklarına işaret etmekte ve bu sürenin sonuna geldiklerinde içinde sonsuza kadar (ebedi) kalacakları yerin ateş olduğunu (eziyet ve azap içinde olacaklarını) bildirmektedir. Ancak “İnsanların Rabbi” olan Allah’ın, şüphesiz “hikmet sahibi” ve “ bilen” olarak “dilediklerini” bu durumun dışında bırakacağı da hatırlatılmaktadır. Buna göre Yüce Allah insanlardan yaşamlarında Şeytana uyduklarında akıllarını kullanarak bu yanlışlığı fark etmelerini beklediğini ve doğru yolu görüp iman edenlerin “af edilerek” eziyet ve azap görmemelerini “dilediklerinin” arasında olabileceklerini bildirmektedir. Böylece “dilediklerinin” haricindekilerin içinde ebedi kalacakları yerin “Ateş” olduğunu ve insanların bu uyarıları dikkate alarak Dünya ortamındaki zamanlarını heba etmemelerini yeniden hatırlatmaktadır. Zira Allah, İnsan ve cin toplumlarına gönderdiği “Uyarıcılar” tarafından “İletilenlere” aldırmayanları “Zalimler” olarak tanımlamakta ve bunlardan bir kısmının işledikleri “Günahlardan” ötürü bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı “Şeytana Uyan” diğer bir kısım zalimlerin peşine takılacağını açıklamaktadır. Allah bütün insanlara kim Şeytanı ve ona uyan bozguncuları yoldaş edinirse Şeytan kendisini saptıracağını ve alevli ateşin azabına sürükleyeceğini bilmesini bir “Uyarı” ve “İhtar” olarak bildirmektedir.

 

Yüce Allah iman etmeyen insanlara ve onları bu yönde etkileyerek doğru yoldan uzaklaştıran Cinlere (Şeytana) Evren’in sona ereceği Kıyamet ortamını açıklayan ve onları uyarmak üzere “peygamberler” gönderdiğini hatırlatarak Cinlerin (Şeytanların) İnsanlara “Musallat” olduklarını ve onlara “Allah” ile ilgili olarak “Çok Çekici” kanıtlar göstererek “Vesvese” verdiklerini bildirmektedir. Bu nedenle daha önce “Gelip Geçmiş Olan” iman etmemiş Cinlere ve İnsanlara “Azap” uygulandığı (ateşe girecekleri) ve onların “Hüsrana” düştükleri açıklanmaktadır. Buna göre Cinlerin de “Bu Ortamda” belli bir zaman k“ldıklar” söylenebilir. Zira Cinlerin (Şeytanların) bu ortamda “geçmiş” İnsanlar ile birlikte oldukları ve onlara musallat olarak vesvese verip Allah’ın “Varlığı” ve “Yaratıcılığı” konularında “Yanılttıkları” ve “gelecek” bütün insanları da musallat olarak vesvese verip yanıltacakları bildirilmektedir.

 

Allah buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” (39/38), (7/38)

 

Buna göre “Cinler” aslında “Gerçek Ortamda” yaratılmış olan “İnsan Ruhları” gibi “soyut” olarak ancak “Kendilerine Özel Nitelikleri” ile yaratılmışlardır ve yapılarının bir özelliği olarak “Her zamanda ve her yerde” olabilmektedirler. Böylece Evren Ötesi ortamlarda Allah’ın “Takdirlerini” yerine getirirken aynı zamanda ve her insan için onunla bu ortama gelen ve “Belki” onunla bu ortamdan ayrılan bir “Birliktelik” kurmuş olabilirler. Bu nedenle de İnsanlara musallat olarak “Uğraşan” ve onlara vesvese verip doğru yoldan ayıran Cinlerin de (Şeytan ya da İblisin de) aynı İnsanlar gibi Cehennem ortamında kalacakları ileri sürülebilir.

 

Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi Cinler, Allah tarafından yaratılmış olan “Tüm Ortamlarda” yine Allah tarafından kendilerine verilen işleri ve görevleri yapan ve yürüten varlıklar olarak tanımlanabilirler. Ayetlere göre “Öz Ateş, Ateş, Yalın Alev” olarak tanımlanan ve bildiğimiz anlamda elektrik benzeri bir yapılarının olmasına rağmen bulundukları ortamların koşullarına “Tam” bir uyum sağladıkları ve o ortamlarda görevlendirildikleri işlerin yürütülmesi için gereken tüm şekil veya yapılara dönüşebildikleri anlaşılmaktadır.

Bu anlamda Cinlerin bizim algılamalarımızın ötesinde ve Allah tarafından donatılmış bazı “Becerilerinin” bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle önceki kutsal kitaplarda ve efsanelerde yer alan “Olağanüstü” kabiliyetleri nedeniyle Cinlerin o dönemlerde yaşamış olan insanlar tarafından “Yaratıcı” ile benzerlik gösterdiği veya “Yaratıcıdan Oldukları” gibi yorumlar yapıldığı açıklanmaktadır.

 

Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular, andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler. (56/158), (37/158)

 

Ayette Cinlerin “Allah’ın Soyundan” geldiği gibi ifadelerin “Cinlerin de Hesap Yerine Götürülecekleri” hatırlatılarak “doğru olmadığına” işaret edilmektedir. Buradan Cinlerin de aynı İnsanlar gibi “Yaptıklarından” sorumlu olacakları sonucu çıkarılabilmektedir. Buna göre İnsanların bu şekildeki yorum ve düşüncelerinin bir dayanağının bulunmadığına ve bunların insanlar tarafından aslını anlamadan uydurduklarına işaret edilmekte ve Cinlerin de yaptıklarından “Hesap” vereceklerini “Bildikleri” tüm insanlara açıklamaktadır.

 

Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım” sözü yerini buldu. (52/119), (11/119)

Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, “Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım” diye benden kesin söz çıkmıştır. (75/13), (32/13)

 

Buna göre nasıl İnsanlar bu ortamda yaratılmış ise, Cinler de insanlardan çok önce bu Evren ortamı ve öncesi ortamlarda yaratılmış olduklarının ve verilen görevlerinden “Sorumlu “olacaklarının tüm insanlarca anlaşılması gerektiğine işaret edilmektedir.

 

Verilen bilgiler çerçevesinde Cinlerin görevlerini yerine getirirken tek olarak veya topluca “Sınırlı” bir iradeye ve karar verme yeteneğine sahibi oldukları düşünülmektedir. Nitekim Ayetinde Cinleri ve serbestçe karar vermelerini sağlayan “Akıl” unsurunu lütfettiği insanları kendisine “kulluk” etmeleri yani Allah’a tabi ve teslim olmaları için yarattığını bildirmektedir.

 

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (67/56), (51/56)

 

Buna göre aklını kullanmayıp Allah’ı tanımayan insanlarda olduğu gibi Cinlerden de kendilerinden beklenen işlere ve hususlara uymayanlar ve verilen iradelerini yanlış kullananlar (Şeytanlar), hesap verecekler ve cehennemde azap ve eziyet çekeceklerdir.

 

Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi, yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı. (58/14), (34/14)

 

Ayette Peygamber Süleyman’ın ölümüne “Hükmedildiğinde” ölümünün onun değneğinin bir ağaç kurdu tarafından yenilmesi sonucunda kırılması ile yere yıkılması sonucunda gerçekleştiği ve bu durumun Süleyman’ın hükmü altında bulunan cinler tarafından bilinemediği, zira cinlerin gaybı bilselerdi bunu önleyebilecekleri ve bunu yapamadıkları için küçük düşürücü azap içinde kaldıkları anlatılmaktadır.

 

Görüldüğü gibi, “Cinlerin” aynı İnsanlar gibi “Gaybı” yani geleceği bilemeyeceklerine işaret edilmektedir. Buna göre Allah’ın insanlar dışında yaratmış olduğu tüm “soyut” unsurların bilinmeyenler (Gayb) hakkında açık bir bilgilerinin bulunmadığı, “Gaybı” sadece “Allahın” çok iyi bildiği hatırlatılmaktadır.

 

Kafirler cehennemde: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de aşağılanmışlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım!” diyecekler. (61/29), (41/29)

 

Bu ortamda Allah'ın varlığını inkâr eden (Kâfir) insanların ölümleri sonrasında gönderildikleri "Cehennem" ortamında bu duruma düşmelerinde etkili olduklarını "Anladıkları" Cinleri ve İnsanlara kendilerince ceza vermek üzere onları kendilerine "Göstermesini" Allah'tan isteyecekleri açıklamaktadır. Bu durumun artık çok geç olduğuna işaret eden bu Ayetin, halen "Yaşayan" insanlar tarafından "Değerlendirilmesi" beklenmektedir. Bu Ayetteki ifade ile Cinlerin etkisi altına giren (Şeytana Uyan) insanların da aynen kendilerini etkileyen birer "Cin" haline geldikleri de (Şeytanlaşmış Olacakları) tüm insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

Bu uyarı ile insanlara kendi "Akıllarını" kullanmalarının gerektiği hatırlatılmakta ve yeryüzünde yaşarken peşine düştükleri “Dünya Hayatında" kendilerinden yararlanmak üzere onlara öncülük ve "Liderlik" ederek yol gösterenlerin "Ateşe" girmiş olduklarını görecekleri, bu "Yoldaşlarına" lanet edecekleri ve onların kendilerini saptırdıklarını söyleyerek Allah'a şikâyet edecekleri ve Allah'tan onlara daha çok azap vermesini dileyecekleri açıklanmaktadır. 

 

 

Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. (66/29), (46/29)

“Ey kavmimiz!” dediler, “Doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” (66/30), (46/30)

“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (66/31), (46/31)

 

Bu Ayetlerde Cin Topluluklarından da bazı "Uyarıcılar" olduğu, bunların Hz.Muhammed'in İnsanlara ilettiği "Kur'an Ayetlerini" dinledikten sonra "Topluluklarına" dönerek Allah'ın daha önce "Musa'dan Sonra" İnsanlara iletmiş olduğu bir Kitap (Kur'an) dinlediklerini ve Cin Topluluklarının bu Kitabın "Davetçisi" olan Hz.Muhammed'e "Uymalarını" ve O'na "İman Etmelerini" önerdikleri açıklanmaktadır.

 

Ayetteki ifadelerden Cin olarak adlandırılan "soyut" yapıların da insanlar gibi kendi ortamlarında "toplumlar" halinde bulundukları ve Allah'ın onlara da "uyarıcılar" gönderdiği açıklanmaktadır. Buna göre kendilerine verilen "görevlere" göre "özel" nitelikler taşıyan Cinlerin bu görevlerle ilgili birliktelikler (Toplumlar) oluşturdukları, Yüce Yaratan ile ve kendi aralarında bir çeşit anlama ve iletişim kabiliyetlerinin bulunduğu ve birbirleri iletişim halinde oldukları ayrıca kendileri ve yürüttükleri konular ile ilgili "kararlar" verebildikleri düşünülebilir. Nitekim verdikleri kararlarda hata yapmamaları için Hz.Muhammed'in insanlara iletmekte olduğu Kur'an'ı dinlemek üzere cinlerden bir grubun Hz.Muhammed'e yöneltildiği ve Kur'an'ın okunması bitince "uyarıcılar" olarak kendi kavimlerine döndükleri ve tüm Cin Toplumlarımın  Allah'ın davetçisine uymalarını ve ona iman etmelerini, böylece Allah'ın da yaptıkları yanlışlıklarını ve hatalarını (günahlarınızı) kısmen bağışlayıp acı bir azaptan koruyacağını bildirdikleri açıklanmaktadır.

 

Bu açıklamalardan Kur'an’ı dinleyen ve Kur'an’a ve Hz.Muhammed'e "İman" eden Cinlerin cehennemden kurtulacakları anlaşılmakta, buna karşılık Cinlerin "Cennette" bulunabileceğine dair bir işaret bulunmamaktadır.

 

Öte yandan, Cinlere Kur'an’da belirtilenden önce de uyarıcıların gönderildiği ve bu uyarıcılara itaat ettikleri düşünülebilir. Ancak Ayetteki ifadelere göre önceki kitaplarda cinlerin bu şekilde uyarıldıklarına dair bir açıklama yapılmadığı ve ilk defa Hz.Muhammed'e Kur'an okutulurken cinlerin uyarıcılarına dinletildiği de söylenebilir.

 

 

Ancak bildiğimiz ve Evren ve Dünya ortamında geçerli olan "Madde" yapısının "Ötesinde" özelliklere sahip ve "Öz Ateşten" yaratılmış bir "Yapıda" olan Cinlerin "Ateşten" yaratıldıkları ve Yüce Yaratan tarafından verilen işleri "Topluluk" halinde yürüttükleri daha önce ele alınan birçok Ayet metninde belirtilmektedir. Cinlerin yerine getirdikleri her çeşit görev için o işler için gereken farklı özelliklere sahip oldukları söylenebilir. Bu durumun Ayetlerde Cinlerin "Toplulukları" veya "Kavimleri" olarak belirtildiği anlaşılmakta ve onların da sanki şahsiyetleri bulunan varlıklar olarak düşünebildikleri ve karar verebildikleri "insanların konuşmalarına" benzetilerek açıklanmaktadır.

 

 

Ey cin ve insan toplulukları! göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin, ancak büyük bir

güçle çıkıp gidebilirsiniz. (97/33), (55/33)

 

Ayette Yüce Yaratan İnsanlara ve Cin topluluğuna hitap ederek göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye güçleri yetiyorsa geçebileceklerini bildirmekte ancak bunun büyük bir "güçle" mümkün olabileceği hatırlatmaktadır. Bu ifadelere göre özellikle İnsanlara "Evrenin Sınırlarını" aşmak için araştırma yapmaları ve yeterli bilgilere ulaşmaya gayret etmeleri önerilmekte ve ancak "Büyük Güç" olarak nitelendirilen bir güç ile bunun bile başarılabileceğine işaret edilmektedir. Bu durumda bütün "İnsanlık" Evren'in sırları üzerinde akıl yürüterek araştırma yapmaya ve daha çok bilgi edinmeye teşvik edilmektedir. Zira bu düzeylere ulaşan İnsanlar sonuçta çok merak ettikleri "Yaratılış" ve Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili çok daha somut ve kendileri açısından anlamlı bir anlayışa bulaşabileceklerdir. Çünkü bunun ancak Allah'ın bahşettiği "büyük bir güç" sayesinde yapılabileceği belirtilmektedir. Burada değinilen "büyük bir gücün", Allah'ın İnsanlara lütfettiği "Akıl" ile Evren'in kuralları (Allah'ın Kanunları) çerçevesinde yapacağı araştırmaları ve elde edilecek "Bilgi Birikimlerini" ifade ettiği doğru bir yaklaşım olmaktadır. Mustafa İslamoğlu tefsirinde bu durumu teyit eden ifadeler yer almaktadır.

Tefsir Dersleri RAHMAN SURESİ (01-78)(169) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)

 

Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman, (97/37), (55/37)

Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/38), (55/38)

İşte o gün insana da cine de günahı sorulmaz. (97/39), (55/39)

O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/40), (55/40)

Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar. (97/41), (55/41)

Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?  (97/42), (55/42)

 

Burada Yüce Allah Evrenin ve daha önce de gerçek ortamda (Arş) takdir edip yaratmış olduğu "her şeyin" yaratılması ve sürdürülmesi ile ilgili olarak "görevlendirdiği" ve bu görevleri yerine getirmesinde onlara "kısmen" karar verme yetkisi verdiği "cin" toplumuna özel olarak işaret etmektedir. Böylece insanların bu ortamda "Allah'ın Halifesi" olarak yaptıkları her şeyden "sorumlu" oldukları gibi, Cinlerin de Allah'ın verdiği görevlerini yerine getirirken yaptıklarından "sorumlu" olacakları belirtilmektedir.

Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur. (97/56), (55/56)

Bunlara onlardan önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (97/74), (55/74)

 

Cennet'te insanların hizmetinde olacakları belirtilen, huri, güzeller, gençler gibi tanımlanan unsurlar muhtemelen "Cinlerden" olacakları da düşünülebilir. Ancak, bu Ayetlerden Cennet ortamındaki "Güzellerin" bu ortamın niteliklerine göre "Özel" olarak "Yaratılmış" oldukları ve Cinlerin (Şeytanların) bunlar üzerine hiçbir etkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık, "İnanmış" ve iyi işler yapmış olan Cinlerin de bulunabileceğine dair bir işaret bulunmamaktadır.

Buna göre Cinlerin "Cennette" bulunup bulunmayacakları ve bulunacaklar ise nasıl bir durumda olacakları belli değildir.  Cennette her insan için birden fazla yardımcı olacağı düşünülürse insanlardan önce yaratılmış olan cinlerden iyi olanların kıyamet sonrası cennette insanların hizmetlerine verilerek ödüllendirilmeleri mümkün olabilir.

 

Öte yandan bu ifadelere kıyasen Cinlerin Dünya ortamında "İnsanlar" özellikle "Güzeller" üzerinde etkili olabilecekleri de teyit edilmektedir. İnsan nefsi üzerinde etkili olan bu etkinin ne olduğu ve nasıl olduğu konusunda "Nefs" konusundaki diğer Ayetlerdeki açıklamaların dikkate alınması gerekecektir. Buna karşılık, Allah'ın yaratmış olduğu "İnsanın" ona lütfettiği "Akıl" unsuru ile Cinlerden ve bu arada Şeytan'dan daha "Üstün" olacağı da bu Ayetlerde belirtilmektedir.

 

Bu nedenle insanlar bu ortamdaki tüm işlem ve faaliyetleri yaparken daima "Akılları" ile hareket etmeli ve işlerin nasıl "Gerçekleştikleri" konularında derinlemesine inceleme yaparak "Aslına" erişmeye çalışmaları ve bu işler nedeniyle de her şeyi yaratan Allah'ı anma ve Allah'a teslim olmayı akıl edebilmelidirler.

                                                                                                                                                          KONU BAŞLIKLARI

İnsanın “İlk” Yaratılışı

Bulunduğumuz Dünya ortamında yaşamış olan ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların “İlk” olarak hiçbir zaman anlayamayacağımız Yüce Allah katında (Arş Ortamında) bulunan “ortamda” yaratılmış olduğu, Kur’an Ayetlerindeki ifadelerden anlaşılmaktadır.

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

Bütün melekler toptan secde ettiler. (38/73), (38/73)

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (38/74), (38/74)

Allah: “Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” dedi. (38/75), (38/75)

İblis: “Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.  (38/76), (38/76)

Allah: “Çık oradan! Sen artık kovulmuş birisin" (38/77), (38/77)

"Ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir!” buyurdu. (38/78), (38/78)

İblis: “Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. (38/79), (38/79)

Allah: “Haydi, sen” buyurdu. (38/80), (38/80)

"Bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (38/81), (38/81)

İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi.  (38/82), (38/82)

"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)

“Doğrusu -ki ben hep doğruyu söylerim-” buyurdu. (38/84), (38/84)

"Mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım!” buyurdu.  (38/85), (38/85)

Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, "Adem'e secde edin!" diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler, o secde edenlerden olmadı. (39/11), (7/11)

Allah buyurdu: "Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?" “Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. (39/12), (7/12)

Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın!” buyurdu. (39/13), (7/13)

İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)

Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.  (39/15), (7/15)

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.  (39/17), (7/17)

Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” (39/18), (7/18)

“Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (39/19), (7/19)

Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.  (39/20), (7/20)

Ve onlara: “Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim” diye yemin etti. (39/21), (7/21)

Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye nida etti. (39/22), (7/22)

Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”  (39/23), (7/23)

Allah: “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır” buyurdu. (39/24), (7/24)

"Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada çıkarılacaksınız" dedi. (39/25), (7/25)

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  Onlar da “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

Dedi ki: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” (45/123), (20/123)

Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. (54/26), (15/26)

Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım." (54/28), (15/28)

"Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!" (54/29), (15/29)

Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. (54/30), (15/30)

Fakat İblis hariç! o, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. (54/31), (15/31)

“Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir?” dedi. (54/32), (15/32)

“Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi. (54/33), (15/33)

Allah şöyle buyurdu: “Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!” (54/34), (15/34)

“Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!” (54/35), (15/35)

“Rabbim! Öyle ise, tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver” dedi. (54/36), (15/36)

Allah: “Sen kendilerine mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (54/37), (15/37)

"Bilinen bir vakte kadar" (54/38), (15/38)

Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (87/30), (2/30)

Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. (87/31), (2/31)

Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakîm olan ancak sensin, dediler. (87/32), (2/32)

Ey Adem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? Dedi (87/33), (2/33)

Hani biz meleklere "Adem'e secde edin" demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu. (87/34), (2/34)

Biz: "Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz" dedik. (87/35), (2/35)

Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları onları çıkardı. Bunun üzerine: "Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır" dedik. (87/36), (2/36)

Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler. (87/38), (2/38)

İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedi kalırlar. (87/39), (2/39)

 

Yüce Allah’ın bu ortamdaki bilgilerimizle hayal bile edemeyeceğimiz ve “Kendi Katı” olarak ta tanımlanan “Arş” ortamında (Bir diğer ifade ile Gerçek Ortamda) tüm "Kararlarını ve İradesini" yürütmek üzere yaratmış olduğu "Meleklerini", yeni bir “yapı” olarak yaratacağı "İnsan" ile ilgili olarak bilgilendirdiği anlaşılmaktadır. Buna göre bu bilgilendirme ve sonrasında, bir “canlandırma” olarak açıklanan Allah ile Melekler ve Cinler (Şeytan) arasında geçenler, İnsanın İlk" yaratılışının Melekler ile aynı "ortamlarda" gerçekleştiğine dair işaret veya delil olarak değerlendirilebilir. Bu durumda İnsanların ilk olarak yaratılmasının daha evren ve dünya henüz yaratılmamış iken ve sadece meleklerin ve cinlerin bulunduğu "ARŞ" bünyesinde gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Yüce Yaratan birçok Ayetinde "İnsanı" yaratacağını önce, Arş'ın ve Arş bünyesindeki tüm ortamlarda "her şeyin" yaratılmasında, düzeninde ve yürütülmesinde görevli olan "meleklere" (ve cinlere) bildirdiğini açıkça belirtmektedir. Görüldüğü gibi Allah, Melekleri, Cinleri (ve Şeytanı) Evren ve Dünya ortamı öncesinde "Arş" ortamında yaratmış ve özel bir "yapı" olarak "İnsanı" yaratacağını onlara bildirmiştir.

 

Bu durumda Yüce Yaratan İnsanı “İlk Olarak” Meleklerin ve Cinlerin esasen "bulundukları" Arş ortamında yaratmış olduğu anlaşılmaktadır.  Öte yandan, İlk İnsanın yaratılmasını bildiren Ayetlerde toprak, balçık, çamur gibi toprağın "su" ile etkileşimi ile oluşan durumlara işaret edilmektedir. Bu durumda Allah'ın "İnsan Yaratma" ile ilgili "iradesinin", Arş ortamının (Gerçek Ortam) yapısında "toprak" olarak nitelendirdiği bir “unsur” üzerine verdiği "Ol!" emri ile gerçekleştiği düşünülebilir. Nitelikleri Ayetlerde tam olarak açıklanmayan bu ortam bazı tefsirlerde "Cennet" olarak yorumlanmaktadır. Çünkü Ayette Allah yarattığı "İlk" insan olan Adem’i ve onun yapısından "Eş" olarak yarattığı Havva'yı, beraberce cennete yerleşmelerini ve orada istedikleri zaman "cennet nimetlerinden" yemelerini “buyurarak”, Cennete gönderdiğini bildirmektedir.

 

Ancak, Allah'ın "İlk İnsanları" yarattığı Arş ortamının zaman boyutu veya boyutları ile bu ilk insanların yaratıldıkları ortamdan Cennet ortamına nasıl gönderildikleri hakkında Ayetlerde bilgi verilmemekte, sadece Adem'in topraktan ve eşinin de Adem'den yaratıldığı bildirilmektedir.

 

Bununla birlikte diğer çok sayıdaki Ayetlerde Cennet ortamında ırmak, ağaç zeytin, nar gibi meyveler ve bazı içeceklerin bulunduğunun belirtilmesi nedeniyle bulunduğumuz Dünya ortamının Cennet Ortamının bir "benzeri" olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre ileride açıklanacağı gibi, insanların daha sonra bir süre yaşamaları için "indirildikleri" Evren bünyesindeki bu Dünya ortamının toprak ve su gibi unsurlarının, aslında insanın ilk olarak yaratıldığı Arş bünyesindeki ortamın toprak yapısının tamamen aynı olmadığı fakat bir "benzeri" olduğu söylenebilir. Ayrıca, daha sonra İnsanların "indirilmeleri" için yaratılan Evren ve bünyesindeki Dünya ortamında geçerli fizik ve zaman kuralları ile diğer "koşulların" da, insanın yaratıldığı belirtilen "Arş" ortamdaki kuralların ve koşulların bir "benzeri" olduğu varsayılabilir. Zira Evren yaratıldıktan sonra daha önce her şeyin ve "İnsanın" yaratılmış olduğu "Gerçek Ortama" uyumlu hale getirildiği (istiva edildiği) çok sayıdaki Ayetlerde bildirilmektedir.

 

Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden Rahman'dır, bunu bir bilene sor.  (42/59), (25/59)

 

Burada Melekler, Cinler ve Cinlerden olan Şeytanların Allah'ın "İradesinin" yerine getirilmesindeki ve özellikle "Tüm Alemlerin" yaratılmasındaki işlevleri üzerinde durulması gerekmektedir.

 

Ayetteki ifadeler Cinlerin ve Şeytanların da "Melekler" arasında olduklarını düşündürmektedir. İlgili bölümde açıklandığı gibi, Meleklerin Yüce Allah’ın "Kendisi" için tanımladığı "Nur" yani bizce anlaşılması mümkün bulunmayan bir nevi "Işık" kaynağından ve "güç" üretebilen bir çeşit "enerji" olarak tanımlanabilecekleri, buna karşılık Cinlerin ve dolayısı ile Şeytanların ise "zehirli ateş" veya "öz ateş" olarak tanımlanan ve "güç" üretebilen bir çeşit "enerji" olabilecekleri anlaşılmaktadır. Ancak her iki yapının da "Allah'ın Ruhundan" ve her an Allah'ın "İradesini" yürütmek üzere "doğrudan" Allah ile "Bağlantı" halinde bulunduklarına işaret edilmektedir.

 

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. (54/27), (15/27)

Cinleri öz ateşten yarattı. (97/15), (55/15)

Allah, göklerin ve yerin nurudur. (102/35), (24/35)

 

Bu durumda Cinlerin Allah'ın "Kendisinden" olan bir tür "Enerji" olmakla birlikte bu enerjinin kaynağının çok farklı olması nedeniyle Meleklerden olmadığı söylenebilir. 

 

Ayetlerdeki açıklamalardan Meleklerin, "Tüm Alemlerin" yaratılması ve tüm bu Alemlerde tüm işlemlerin yürütülmesi ile ilgili "Allah'ın İradesini" uygulamak ve yerine getirmek üzere çeşitli niteliklerle ve Allah'ın "Nurundan" yaratılarak görevlendirildikleri ve Allah'ın iradesini ve takdirlerini uygulamak dışında karar verme yetkilerinin veya herhangi bir faaliyetlerinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık Cinler ve cinlerden olan Şeytanların ise Meleklerde olduğu gibi Allah'ın "Tüm Alemlerin" yaratılması ve tüm bu Alemlerde tüm işlemlerin yürütülmesi ile ilgili "İradesini" uygulamak ve yerine getirmek üzere çeşitli şekiller ve niteliklerle donatılarak görevlendirildikleri, fakat bir çeşit "enerji" niteliğinde olduğu düşünülen "dumansız ateşten" veya "öz ateşten" ve özellikle de kısıtlı olarak "karar verme" yetkisi verilerek yaratıldıkları açıklanmaktadır.

 

Bu açıklamalar çerçevesinde taşıdıkları özelliklere göre doğrudan Allah'a tabi olan ve sadece Allah'ın istek ve emirlerini yerine getiren Meleklerin, Cinlerin ve Şeytanların "İlk İnsanın" Gerçek Ortamda (Arş) yaratılmasından daha önce yaratıldıklarının bir "delili" olarak düşünülmesi gerektirmektedir. Bu konuda Melekler, Cinler ve Şeytanlar bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

 

Allah yarattığı "İlk İnsanların" bünyesine "Ruhundan" üflediğini açıklamaktadır. Buna göre Allah'ın insana üflediği "Ruh” esasen "Allah'ın Kendisi" olmakta ve "İnsanın "Ruhunu" oluşturmaktadır. Bu durumda insanın Ruhu, burada yaşarken ve ölümü sonrasında Allah ile İnsan arasındaki doğrudan iletişimi, bütünleşmeyi ve birlikteliği sağlayan "İlahi" bir unsur olarak, insanın her dönemde merak ettiği ve ulaşmak istediği "ölümsüzlüğünün" delili olmaktadır. Bu nedenle insanın, yaşarken aldığı kararlara "yön veren" her türlü duyguları içeren ve bu ortamda Allah'ın "Emaneti" olarak taşıdığı "Ruhu", ölümünden sonra (Allah'a döndürüldüğünde) yeniden yaratıldığı beden yapısında da bünyesinde devam etmektedir. Zira Yüce Allah ölüm sonrasındaki ortamlarda yaşanacaklar ile ilgili Ayetlerinde insan ile yapacağı iletişimi "mecazen" bir "konuşma" olarak açıklamakta ve ayrıca orada insanların Melekler, Şeytan ve diğer insanlar ile de aynı şekilde konuşacaklarını bildirmektedir. Bu konuda Kıyamet Sonrası Yeni Oluşum bölümünde açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır

Kıyamet Sonrası Yeni Oluşum (Yeniden Yaratılış)

 

Ayetlerde Allah'ın, çamurdan yaratacağı "İnsana" tamamlayıp içine de "Ruhundan" üfürdüğünde "Secdeye Kapanmalarını", böylece "özel" ile bir "varlık" olarak yaratacağını takdir ettiği bu "İnsanın" üstün niteliklerini kabul (Secde) etmelerini ve yeryüzünde "Halifesi" olarak yapacakları işlerde ona "tabi olmalarını” Meleklere emrettiğini açıklamaktadır. Buna göre Yüce Allah, Melekler, Cinler ve Cinlerden olan Şeytanlara, Allah'a olduğu gibi "İnsanın" da hizmetinde olacaklarını ve insanın "yaratılış kural ve koşulları çerçevesinde" yapmayı kararlaştırdığı işlerin gerçekleşmesini sağlayacaklarını bildirmektedir.

 

Yaratılış konularındaki Ayetlerde yer alan ifadelerden, Allah'ın "Doğrudan Kendi İradesi" ile, "Nurundan" ve "Öz Ateşten" yarattığı Melekler ve Cinler, Yüce Yaratan'ın "Takdir Ettiği" bütün "Yaratılışların" gerçekleşmesini sağlayan "etkileşimleri" başlatan ve sürdüren temel unsurları (Bilinçli Enerjileri), Evren'in madde yapılarının "Özü" olarak tanımlayabileceğimiz Atom Altı Parçacıklara "Melekler" tarafından yerleştirildiği, yaratılışın sürdürülmesi ile ilgili tüm etkileşimlerin de Melekler ve Cinler tarafından yürütüldüğü; ancak Yüce Allah'ın "İnsanı" ise doğrudan "Kendi Ruhundan" ve "özel" bir "varlık" olarak yaratmış olduğu anlaşılmaktadır. O nedenle, Allah'ın "Nurundan" yaratılmış olan Melekler, Allah'ın "özel" bir "varlık" olarak ve doğrudan "Ruhundan" yaratmış olduğu insanın üstün niteliklerinin ve yeryüzünde "Allah'ın Halifesi" olarak yapacakları işlerde ona tabi olmalarını "Allah'ın Takdiri" olduğunu kabul ederek, tamamen, “İnsana” hemen ve topluca "Secde" etmişlerdir.

 

Ancak cinlerden olan ve melekler gibi yaratılış ve yaratılışın sürdürülmesi ile ilgili diğer bazı işler için Allah'ın bir çeşit "enerji" niteliğinde "öz ateşten" yarattığı ve özel olarak görevlendirdiği cinlerden olan çeşitli isimlerdeki Şeytan'ın (Şeytan, İblis), Allah'ın iradesine karşı gelerek Allah'ın "doğrudan" yaratmış olduğu İnsana "Secde" etmediği açıklanmaktadır. Şeytan'ın böylece İnsanın yaratılmasına itiraz etmesi, Allah'ın Cinlere ve cinlerden olan Şeytan'a "yaratılışla" ilgili emirlerini yerine getirmelerinde "kısıtlı" veya "sınırlı" karar verme yetkisi verdiğini göstermektedir. Buna göre Allah'ın yaratacağı insana (Adem) secde (İtaat) etmelerini bildirdiği buyruğuna rağmen Cinlerden olan "Şeytan", büyüklük taslayıp "topraktan" belli bir "şekil" verilerek yaratılan "somut" varlığın yapısını kendisine göre "basit" bularak ona tabi olmayı reddetmiştir. Bu durumda insanın bu yapısına göre kıyaslanamayacak kadar geniş etkisi ve gücü bulunan ve enerji esaslı (Öz Ateş) olan Şeytan'ın, bu nitelikleri ile "İnsandan" daha üstün olduğuna karar verdiği ve böylece bu yeni yapıyı kabul etmediği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifade ile, Şeytan'ın insanın yaratılışına olan "İtirazının" aslında sahip olduğu niteliklerinin Yüce Allah'ın "İnsana" lütfettiği özel yetki ve niteliklere göre daha üstün olduğunu iddia etmesinden kaynaklandığı ve buna göre İnsanlar üzerinde "Kendisinin de" etkili olabilmesi için Allah'tan izin istediği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifade ile Şeytan'ın Dünya ortamına gönderilecek insanlar üzerinde de "etkili" olacağını, böylece onları Allah'a "kulluk etme" durumundan ayırabileceğini ileri sürerek insanların akıllarını çelmek için izin istediği belirtilmektedir.

 

Allah'ın Şeytan'ı "Cennet" ortamından çıkarırken, Şeytan'a karşı akıllarını kullanmakta başarılı olamayan Adem ve Eşini de bu ortamdan çıkararak bir süre yaşamalarını uygun gördüğü "yeryüzü" ortamına "indirdiği" belirtilmektedir. Yüce Allah böylece artık “yeryüzünde” bir süre yaşamalarını takdir ettiği insanlar arasında ahirete inananın (İman Edenin) şüphe içinde kalandan ayırt edilmesi için ve insana lütfettiği "Akıl" yeteneğinin onu Şeytan’ın etkilerinden koruyacağına işaret ederek Şeytan'a bu fırsatı (izni) verdiği açıklanmaktadır.

 

Şeytan'ın aldığı bu “izin” ile "İnsanı” saptırmak için Allah'ın "doğru yolunun" üstüne oturacağını, onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağını ve sonuçta Allah'ın "İnsanların" çoğunluğunu şükredenlerden bulmayacağına "and içerek" Allah'a ve bütün insanlara meydan okuduğu hatırlatılmaktadır.

 

Ancak Yüce Allah, böylece artık “yeryüzünde” bir süre yaşamalarını takdir ettiği insanlar arasında ahirete inananın (İman Edenin) şüphe içinde kalandan ayırt edilmesi için ve insana lütfettiği "Akıl" yeteneğinin onu Şeytan’ın etkilerinden koruyacağına işaret ederek Şeytan'a bu fırsatı (izni) verdiği açıklamakta ve. "Akıl" yeteneğinin onu Allah'ı tanımaktan alıkoyacak her türlü müdahaleyi etkisiz hale getireceğini bildirmektedir.

 

Bu inkârı ve itirazı Şeytan kendisini de yaratan Allah'a karşı gelmesine ve Kıyamet zamanında Cehennemde kalmasına neden olmuştur. Burada Şeytanın sahip olduğu eşsiz yeteneklerine ve kısıtlı da olsa yürüttüğü işler ile ilgili olarak karar alma yetkisinin bulunmasına rağmen öngöremediği en önemli husus, bu yeni yapının kendisi gibi Allah tarafından yaratıldığı ve Allah'ın İnsana "AKIL" olarak adlandırılan ve "Yaratılışı" ve "Tek Yaratıcı Güç "olan Allah'ı anlama, Allah'a teslim olma ile ilgili olarak ona sonsuz ufuklar açan "unsuru" verdiğini anlayamamış olmasıdır. Zira insan Allah'ın kendisine verdiği bu "Akıl" ile, Şeytanın sınırlı karar verme yetkisini kullanarak kendisini Allah'a inanmaktan alıkoymak üzere yapacağı her türlü "yönlendirmeleri" anlayabilecek ve onları etkisiz hale getirebilecek güce sahip bulunmaktadır.

 

Nitekim İnsan Şeytanın kendisini doğru yoldan ayıracak olan her türlü "etkileşimlerini" ancak "Aklını kullanarak" fark edecek ve bu etkileşimleri önleyici düşünceler geliştirerek, ayrıca Yüce Yaratan'dan yardım isteyerek (Dua ederek) bunları engelleyebilecektir. Ancak Şeytan bu gerçeği anlamayıp aklını kullanmayan insanların Allah'ı tanımalarına ve düşünerek yapmaya karar verdiği diğer işlemlerine Allah'ın verdiği bu "izin" ile mâni olmakta ve istediği olumsuz sonuçları elde etmektedir. Bu durumun nasıl gerçekleştiği ile ilgili bilgi “Şeytanın Etkisi, İnsanların Aklını Çelmesi” bölümünde bulunmaktadır.

 

Şeytan'a verilen "izin" ile ilgili olarak, Allah'ın insanı yaratırken Şeytanın bu "yaratılışa" kıskanma ve haset etmesi ile itiraz etmesi karşısında İnsana lütfettiği ve doğru ve yanlışı ayırt edebilecek nitelikleri bulunan "Akıl" yeteneğinin İnsanı Allah'ı tanımaktan alıkoyacak her türlü müdahaleyi etkisiz hale getireceğine işaret edilmektedir. Buna göre Allah'ın Şeytan'a insanları "doğru yoldan" ayırmak üzere onların Ruh Yapılarına bütün olumsuz duyguları içeren "nefsini" eklemesine izin verdiği, böylece insanların da Şeytan'a "meydan okuması" ve bu "etkilere" engel olması için Allah'ın onlara lütfettiği "Akıl" yeteneğini kullanmalarını istediği düşünülebilir.

 

Bu durumda Allah'ı tanımak ve "İnsan Olmak" yolunda İnsanların "Aklını" kullanarak, Allah ile her an bir temas ve iletişim izni bulunan Şeytan ile başa çıkabilmesi gerekmektedir. Zira Allah insanı şeytandan daha üstün olarak yaratmıştır. Ancak insanın bu üstünlüğü fark etmesi ve bu düzeye ulaşabilmesi ancak şeytana ait özelliklerini görüp akıl yürüterek onları bırakarak doğrudan Allah'a yönelebilmesi ile mümkün olabilecektir. Yüce Yaratan bu duruma işaret ederek, inanan bir zümre dışında "inanmayan" insanların hepsinin Şeytana uyduklarını belirtmekte ve böylece "keyfince" davranarak Şeytan'ı kim yoldaş edinirse (Uyarsa) Şeytanın onu saptıracağını ve alevli ateşin azabına sürükleyeceğini ihtar etmekte ve "Akıllarını" kullanmaları halinde Şeytanın insanlar üzerinde hiçbir nüfuzu bulunmadığı, ancak ahirete inananın, şüphe içinde kalandan ayırt edilmesi için Şeytan'a bu fırsatı (izini) verdiğini, Allah'ın gerçekten her şeyi belli kurallara göre düzenleyip koruduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca akılları ile Şeytan'ın ayartmalarını ve dürtülerini anlayıp onun yolundan dönenlerin "doğru yola" döndürüleceği de bildirilmektedir.

 

Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı, inanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. (58/20), (34/20)

Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu, ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye. Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. (58/21), (34/21)

Ondan dönen döndürülür. (67/9), (51/9)

Onun hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir. (103/4), (22/4)

Böylece Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğuna "İman" etmeleri halinde Şeytan'ın İnsanlar üzerinde "Etkili" olamayacağını, Şeytan'ın ancak onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerinde hakimiyet sağlayacağını bildirmektedir.

'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)

Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)

Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur.  (70/99), (16/99)

Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır. (70/100), (16/100)

Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)

 

Bu açıklamalara göre Akıllarını kullanarak Allah'ı tanıyıp Allah'a itaat eden "İnsanlardan", Şeytan'ın İnsanların benliklerini oluşturan "nefslerinde" bulunan "sonsuz" isteklerinin etkilerini fark edebilecekleri, bunun için Allah'ın "Koruyuculuğuna" güvenmeleri gerektiği hatırlatılarak, "Şeytani" etkilere karşı gelmeleri ve "İyi-Kötü" ayırımlarını buna göre yapmaları beklenmektedir.

 

Görüldüğü gibi Allah, insana verdiği "Aklını" kullanarak Şeytanın bu özelliği ile "baş edebilmesini" sağlamış fakat, bu durumun insanlar tarafından gayret gösterilerek bulunmasını istemiştir. Bu durumda İnsanların Dünyada bulundukları sürede bu yeteneğini keşfederek Yüce Yaratan'ı tanıması gerekmektedir. Bu nedenle Yüce Yaratıcı olan Allah İnsanlara Şeytan'ın sahip olduğu "Vasıflarına" dikkat etmelerini, her zaman ve her durumda kendilerine lütfetmiş olduğu "Akıl" unsurunu kullanmalarını ve Şeytan'a "uyumamalarını" öğüt vermektedir.

 

Nitekim bir örnek olarak Ayetlerde Adem ve Havva'ya Cennette yaşamalarına izin verildikten sonra, Allah tarafından belli bir ağaca yaklaşmamaları telkin edildiği ve yapılan bu "uyarıya" rağmen “Gerçek Ortamda" yaratılan bu "İlk İnsanlar" Şeytanın etkisine karşı koyamamış ve "akıl kullanmada" beceri kazanmamış olmalarının da etkisi ile onlar için belirlenen sınırlara uyulmasının gerektiğini tam olarak anlayamamaları yüzünden Allah'ın buyruğunu yerine getirememişlerdir.  Bu durumdan büyük pişmanlık duyan Adem ve eşi Yüce Allah'tan "af " edilmeleri dilekleri belirtilmektedir.

 

Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”  (39/23), (7/23)

 

Böylece Şeytan'ın alt etmeyi başardığı Adem ve Eşinin bu nedenle Şeytan ile birlikte "Cennet" ortamından "çıkarıldıkları" ve birbirlerine düşman olarak "yeryüzüne" inmelerinin emredildiği, orada belli bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma bulunduğu, artık orada yaşayacakları, orada ölecekleri ve orada çıkarılacakları açıklanmaktadır.

 

Allah: “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır” buyurdu. (39/24), (7/24)

"Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada çıkarılacaksınız" dedi. (39/25), (7/25)

 

Adem ve Havva'nın yaptıklarından ötürü uğradıkları şaşkınlık ve pişmanlık hali devam ederken, Allah Adem'e bazı ilhamlarda bulunmuş ve tövbeleri kabul eden ve merhametinin bol olduğunu hatırlatarak onların içtenlikle duydukları pişmanlıklarını ve tövbelerini kabul etmiştir.

 

Bu durum devam ederken Adem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı, Allah onun tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır. (87/37), (2/37)

 

Öte yandan Allah, "Cennet" olarak tanımladığı "özel" ortamlarda yaşamak üzere "İnsan" olarak yarattığı Adem ve Eşini aynı zamanda "Yeryüzünde" Kendisinin "Halifesi" olarak yarattığını bildirmektedir.  Bu ifade ile Şeytan'ın bu yaratılışa karşı itiraz etmesinin sonucunda bu ilk insanların kendilerine lütfedilen "Akıl" unsurunu işletmelerinde düşecekleri zafiyet yüzünden yapacakları "Hatadan" yararlanacağını Allah'ın "ilminin gereği olarak” bildiğine işaret edilmektedir. Bu nedenle Allah, Şeytan'ı "Cennet" ortamından çıkarırken, Şeytan'a karşı akıllarını kullanmakta başarılı olamayan Adem ve Eşini de bu ortamdan çıkararak onların soyundan gelecek olan "İnsan Neslinin" yeryüzü ortamında çoğalmalarını ve orada Allah'ın Halifesi" olarak "Kendi Adına" faaliyette bulunmaları için geçici bir süre yaşamalarını takdir ettiğini bildirmektedir.

 

Buna göre Allah yeryüzü ortamında yaşayacak olan bütün "İnsan" neslinden; "Akıllarını" kullanarak "Şeytan" ile (yani Şeytan'ın Allah'tan aldığı "izin" ile insanların Ruhlarına eklediği ve insanları Allah'ı tanımalarını ve Allah'a teslim olmalarını sağlayacak olan "doğru yoldan" ayıracak bütün duyguları içeren "Nefsleri" ile "mücadele" etmek ve sonuçta "İnsan Olmak" için "yeryüzü" ortamına "gönderildiklerini" anlamalarını beklediğini açıklamaktadır.

 

Bununla birlikte Yüce Allah "bir uyarı" olarak insanlara, "Ruhundan" yüklediğini (Ruhu), bu Evren ve Dünya ortamında "Halifesi" olarak "Allah" adına her türlü işleri "Düşünerek Yapması" için "Akıl" unsurunu vermiş olduğunu fakat "Kendisi" dışında hiçbir "Gücün" ve bu arada İnsanların hiçbir şeyi yoktan "Yaratamayacakları" hatırlatmaktadır.

 

Burada kastedilen "Yaratma" olayının Evren ve yeryüzündeki “madde” yapıları ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır ve insanlara madde yapıları anlamında hiçbir şeyi "yoktan yaratmalarının" mümkün olmadığı anlatılmaktadır. Ancak "Sanat" olarak tanımlanan ve "İnsan Olmak" özelliğinin bir unsuru olarak "insani duyguların ifadesi" şeklinde ortaya çıkan resim, heykel, müzik, edebiyat, gösteri vb. gibi her türlü sanat eseri için "yaratma" ifadesi kullanılması, o sanat eserinin insanlar tarafından "yoktan ortaya çıkarılması" anlamında olması nedeniyle, Ayetlerde belirtilen maddelere ait "Yaratma" anlamında bulunmamaktadır. Buna göre "İnsanlar", bu ortamda "Allah'ın Halifesi" olarak her türlü işleri yaparken, bu ortamda bulunan bütün "varlıkların ve maddelerin" yapılarını değiştirecek, yani onları meydana getiren en küçük unsurlar olan Atom Altı Parçacıklarına "Yeni Şekiller" almalarını sağlayacak her türlü "Etkilerde" bulunabilecekler fakat hiçbir maddeyi veya canlı ya da cansız herhangi bir varlığı yoktan yaratamayacaklardır.

 

İnsanların yeryüzünde Allah'ın "Halifesi" olması ile ilgili ifadeden, Yüce Allah’ın Cennet ortamında yarattığı ilk insan olan Adem ve "ondan" yarattığı Eşi Havva ile yeryüzüne indirilmelerinden sonra bu ortamda ortaya çıkan “İnsanların”  bünyelerine (Ruh Yapılarına) gerek duyacakları tüm bilgileri "işlemek" ve değerlendirmek üzere ilgili Ayette “Bütün İsimler” olarak tanımlanan "Akıl Yeteneğini” yerleştirdiği, bu yetenek ile yaptıkları çalışmalarının sonucunda sağladığı tüm bilgileri derleyerek önceden bilemediği sonuçlara ulaşabilmelerine imkan verdiği anlaşılmaktadır. Buna göre bütün bu yeteneklerin kullanılması ile İnsanların bu ortamda yapacakları faaliyetin Allah'ın "Halifesi" olarak Allah adına yapıldığı düşünülebilir.

 

Bu yetenek, Melekler de bulunmamaktadır. Onlar sadece verilen işlemleri kusursuz olarak yapmakta, akıl yeteneği bulunmadığından karşılaştırma ve yeni bilgilere ulaşıp yeni sonuçlar elde etme ve bunlara bağlı olarak serbest düşünme ve davranma imkanına sahip değildirler. Nitekim, Adem sahip olduğu “Akıl Yeteneğinden” ve Allah'ın izni ile kendisine öğretilen “Yaratılış” ile ilgili bütün bilgilerden (bütün isimlerden) yararlanmak suretiyle, Melekler tarafından sorulan soruların cevaplarını vermiştir. Melekler bu mukayese, idrak, sonuca ulaşma, böylece bulduklarını da hafızasında saklayarak yeni durumlarda kullanma ve tüm bu faaliyeti sınırsız bir şekilde her tür sorun ve işlem için bağımsız olarak yeniden yapıp yeni sonuçlara ulaşma ve onlardan yeniden yararlanma olarak özetlenebilecek sonsuz bir döngü halinde süregelen “Akıl Kullanma” yeteneği ile Allah'ın yaratılış ilgili olarak öğrettiği her şeyi yani "bütün İsimleri" açıklaması karşısında, yaratmış olduğu “İnsana” hayranlık duyarak Allah'ı Övgü ile anmışlardır.

 

Bu duruma göre Arş'ın ve sonradan oluşturulacak olan bildiğimiz Evrenin her türlü oluşumu ve düzeni ile görevli olan ve buna göre yetenek verilen meleklere, özel olarak yarattığı "İnsana" verilen bu yetki ve yetenekleri hatırlatan Allah, yukarıda da belirtildiği gibi, onlardan bu yeni yapıya saygı göstermelerini ve onun yapacağı işlemlerde yardımcı olmak üzere onun iradesine teslim olmalarını (Secde Etmelerini) emretmiştir. Çünkü, Allah "İnsan" denen varlığı kendisine "Halife" olarak tasarlamış ve yaratmıştır. İnsanlara verilen bu bilgiler ve yetenekler yanında, "nefs" veya “benlik” olarak tanımlanan ve daima menfaati ve sorumsuzluğu ve rahatlığı özendiren duyguların, "İnsana" secde etmeyen Cinlerden olan Şeytan tarafından Allah'ın "İzni" ile İnsanların bünyelerine eklendiğini gören Melekler, kendileri hiçbir zaman ve hiçbir şekilde itaatsizlik etmezken insanların yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini belirtmişler ve bunun nedenini anlamak istemişlerdir. Yüce Allah, bunun bilgisinin sadece kendinde olduğunu meleklere iletmiş ve insanlara verdiği "Akıl" unsurunu kullanarak Allah'a iman eden "Müminlerin" buna fırsat vermeyeceğini ifade etmiştir.

 

Yüce Yaratan, özel olarak tasarladığı Evren ortamı bünyesinde oluşturacağı "Yeryüzü" ortamında "Kendisi" adına faaliyette bulunmak ve "Kendisine" ait bazı uygulamaları yapmak üzere bir "Halife" yaratmaya karar verdiğini açıklamaktadır. Buna göre, daha sonra "Yeryüzünde" Allah'ın "Halifesi" olarak Allah'ın adına faaliyette bulunacak olan İnsanın ilk olarak Gerçek Ortamda "Yaratıldığı" anlaşılmaktadır. İlk "İnsan" olarak Adem'in ve ondan eşini (Havva) yaratıldıklarında üreme organlarının (Ayıp Yerlerinin) görünmediği veya "Bulunmadığı" ifadeleri de bu "İlk" yaratılışın Gerçek Ortamda gerçekleştiğini açıklamaktadır.

 

Allah sizi bir tek nefsten (Âdem'den) yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. (59/6), (39/6)

Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. (39/22), (7/22)

Nihayet ondan yediler, bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü, üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (45/121), (20/121)

 

Bu İlk Yaratılış aşamasında Yüce Allah insanı "Çamurdan" yaratacağını da ayrıca bildirmektedir.

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım." (54/28), (15/28)

 

İnsanın yaratılması konusundaki Ayetlerde insan "Yapısının" topraktan (Çamurdan) nasıl oluşturulduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte, İnsan ve Yaratılış ile ilgili Ayetlerdeki bilgilerden Gerçek Ortam olarak tanımlayabildiğimiz (Arş) bünyesinde oraya ait özel bir "Zaman" akışının bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (103/47), (22/47)

 

Ayetlerden Gerçek Ortamda "Madde" olarak yorumlayabileceğimiz özel oluşumların da bulunduğu ifade edilmektedir. Ayetlerde geçen kupkuru bir çamurdan, ağacın meyvesi, Cennet yaprakları gibi "Madde" olarak düşünebileceğimiz şeyler ile diğer Ayetlerde çok sayıda bildirilen Ölüm sonrasında yaşanacak olayların geçeceği ortamlar, Kıyamet, Cennet ve Cehennem gibi yapıları buna örnek olarak sayabiliriz. Buna göre bizce nitelikleri asla bilinemeyecek olan "Arş" ortamındaki "Unsurların", Yüce "Yaratıcı" tarafından "Oraya" özel olarak "Yaratılmış" olan bir "Zaman" sürecinde ve Allah'ın "İradesi" ile ve takdir edildiği şekilde etkileşime girerek Yüce "Yaratıcı" tarafından takdir edilen "Yapıları" gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Nitekim Yüce Yaratan “İnsanı” ilmi ile “en güzel şekilde” yarattığını bildirmektedir.

 

Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (28/4), (95/4)

 

Bu durumda Dünya ortamındaki moleküler ve hücresel yapılaşmanın aslında Gerçek Ortamdaki yapılaşmanın bir "Benzeri" olduğu söylenebilir.

 

Öte yandan, ilgili bölümlerde etraflıca değinildiği gibi, "Yaratılış" konusundaki Ayetlerde Allah'ın iradesini yürütmekte olan güçlerden olan bir "Cinlerden" olan "Şeytan'ın" bu yaratılışa "İtiraz" etmesi üzerine, her şeyin "Yaratıcısı" olan Allah'ın insanların "Belli Bir Süre" yaşamaları ve "Şeytan" ile yüzleşerek onun etkisinden kurtulmaları için, Evreni ve onun bir parçası olarak da "Dünya" ortamını "Yarattığı" açıklanmaktadır. Buna göre, Dünya ortamında "İnsanın" bu ortamda yaşamasını sağlayacak olan bütün gelişmelerin, Allah'ın takdiri ile tasarladığı şekilde, yaklaşık 13,7 Milyar yıl önce başladığı bilimsel olarak açıklanan Evren ortamı bünyesinde yaklaşık 4,5 Milyar yılı bulan bir sürede çeşitli aşamalardan geçerek, insanın "İlk" yaratılmış olduğu "Gerçek Ortamdaki" yapıya "Benzer" şekilde gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu durum Ayetlerde Evrenin altı aşamada yaratıldığına ve "Arş" ile "Uyumlu" hale (istivâ) getirildiğine işaret edilerek bildirilmektedir.

 

Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden (ona hükmeden) Rahman'dır, bunu bir bilene sor. (42/59), (25/59)

 

Evren ve Dünya ortamlarının Arş ile "istiva Edildiği bildirildiğine göre, Evrenin ve bünyesinde oluşturulan Dünya ortamının aslında "Arş" ortamı "Kapsamında" veya "Bünyesinde" bir "Parçası" veya "Uzantısı" olmak üzere ve Arş ortamındaki özelliklere "Benzer" özelliklerle oluşturulduğu ve Arş ortamından bağımsız ayrı bir ortam olmadığı anlaşılabilmektedir. Bu durumda Evrenin "Madde" yapısının Arş ortamının bir "Türevi" olması ve her an birbirleri ile "Bağlı" ve "İletişim Halinde" bulunmaları mümkün görülmektedir. Böylece insanların Gerçek Ortamda başlamış olan yaşamlarının "Çok Kısa Bir Bölümü", yaklaşık 4 Milyon yıllık bir süreçte bu ortamda ilk "Canlı Yaşamının" başlaması ile "Gerçek Ortamdaki" yapılara "Benzer" bir şekilde "İnsanın" yaşamasına uygun hale getirilen (Hazırlanan) bu Dünya ortamında geçirmesi gerçekleşmiş olmaktadır. Buna göre Allah'ın ilk önce Gerçek Ortamda (Arş) topraktan ve "Tek Bir nefsten" yaratılan Adem ve ondan yaratılan eşi, Yüce Allah'ın adına (Halifesi Olarak) faaliyette bulunmak, O'na ait bazı uygulamaları yapmak ve özellikle de "Aklını” kullanarak "Şeytan" ile mücadele ederek onun dürtülerine karşı koyup "Allah'ı" tanıması ve Allah'a teslim olması için "Bir Süreliğine" Dünya ortamına "İndirilmiş" olmakta ve buradaki süreleri tamamlandığında (Ölümleri Sonrasında) yeniden Gerçek Ortamdaki yaşamlarına geri dönmektedirler. Allah Ayetlerine bu durumu "Allah'a Döndürüleceksiniz" şeklinde bildirmektedir.

 

De ki: “Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındur. Sonra Allah'na döndürüleceksiniz.” (59/44), (39/44)

Görüldüğü gibi, Ayetlerin ifadelerinden insanların "Topraktan" yaratılmalarının aslında Gerçek Ortamdaki (Arş) ilk yaratılışı ile ilgili olduğuna işaret edilmektedir. Yüce Allah, Arş'ın ayrılmaz bir bölümü olarak "Yarattığı" Evren'in bünyesinde bulunan bu "Yeryüzü" ortamında yaşamaya başladıklarında, "Topraktan Yaratılmış" ilk insanlar olan Adem ve Eşinden artık beden yapılarında "Görünür" hale gelen üreme organlarının birleşmeleri ile salgılanan meninin aşıladığı yumurtadan (Alakadan) bu "Dünya" ortamı koşullarına "Uygun" olarak yeni "İnsanları" yarattığını bildirmektedir. Yüce Allah "insanların" bu "Ortamda" "güçsüz" bir şekilde bebek olarak ortaya çıkarıldıklarını, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet verildiğini ve onları güçlü kuvvetli bir çağa eriştirildiklerini ve sonra da ihtiyarlık verilerek ve belli bir vakte (Ölüm Anına) ulaşmaları için "Yaşatıldıklarını" ancak bazı insanların ihtiyarlamadan "Öldüklerini" açıklamakta ve "dilediğini" yarattığını ve her şeyin "Yaratanı" olarak her şeyi en doğru şekilde (hakkıyla) bildiğini ve insanların hayal bile edemeyecekleri "üstün kudret" sahibi olduğunu "ihtar ederek" hatırlatmaktadır.

 

Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir. (84/54), (30/54)

 

Yüce Allah ütün "İnsanlardan" bunlar üzerinde "Akıllarını" kullanarak "Düşünmelerini", anlamaya çalışmalarını ve "Varlığını" ve "Yaratıcılığını" kabul edip Allah'a "Teslim Olmalarını" beklemektedir.

 

Bütün bu açıklamalardan İnsanların ilk olarak yaratılmasının daha evren ve dünya henüz yaratılmamış iken ve sadece meleklerin ve cinlerin bulunduğu "ARŞ" bünyesinde gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Yüce Yaratan "İnsanı" yaratacağını önce, Arş'ın ve Arş bünyesindeki tüm ortamlarda "her şeyin" yaratılmasında, düzeninde ve yürütülmesinde görevli olan "Meleklere" ve aynı zamanda Cinlere ve cinlerden olan Şeytan'a bildirdiğini açıklamaktadır. Ayetlerdeki ifadelerle ayrıca, Şeytan'ın “secde” etmediği ve Allah’a karşı gelmeleri için etkilediği yaratılan ilk insanlar olan Adem ve Havva’nın "yeryüzüne" indirildiğine, böylece Adem ve eşi Havva'dan "çoğalacak" olan “İnsanların” artık yeryüzünde “bir süre” yaşayacaklarına işaret edilmektedir.

 

Burada her bir insanın bu Evren ve Dünya (yeryüzünde) "bir süre" bulunmaları ile ilgili “çok önemli” bir diğer “hususa” da işaret edilmektedir. Buna göre Yüce Allah, "İlk İnsanlar" olan Adem ve Eşinin yeryüzüne “indirilmeleri” sırasında, Evren'in son bulacağı zamana kadar yeryüzünde çoğalarak bir süre bulunmalarını takdir ettiği bütün İnsanların her birisi için "Kendi Ruhundan" olarak "Ruhlarını" yarattığını, bu Ruhları “Kendi Huzurunda" topladığını, (Bu toplantı "Elest Toplantısı" olarak anılmaktadır.) Kıyamet zamanında “yeniden yaratılıp” Allah’a geri döndüklerinde biz bundan habersizdik dememeleri için onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunu ve onların da "Evet" diyerek cevap verdiklerini açıklamaktadır. Böylece Evren'in son bulacağı zamana kadar yeryüzünde yaşayacak olan “Bütün İnsanların", Allah'ın bütün insanların "Rabbi" olduğunu (Tek Tanrısı/İlahı) kabul ettikleri, her birinin ve diğer bütün insanların “Ruhlarının” bunu kabul ettikleri ve her birinin diğer bütün insanların “Ruhlarının” bunu kabul ettiklerine şahit oldukları Kur'an Ayetinde bildirilmektedir.

 

Bu açıklamalara göre yeryüzüne (bu ortama) gönderilen (indirilen) ve gönderilecek olan bütün insanların "Ruhlarında" esasen Allah'ın her şeyin "Tek Yaratanı" olduğunu "kabul ettikleri" bildirilmektedir. Bu nedenle bu ortamdaki yaşamlarında Allah'a inanmadıklarını söyleyen ve ilettiklerini inkâr eden insanların "Ruhlarında" da esasen bu "kabulü" yaptıklarını ve diğer bütün insanların buna "şahit" olduklarını düşünmeleri ve içinde bulundukları inkâr ve isyanı ona göre değerlendirmeleri ve bu anlayışa ulaşmaları halinde, Allah'ın Ayetlerinde belirttiği gibi, onları doğru yola yönlendireceğini de dikkate almaları önerilmekte ve öğüt verilmektedir.

 

Burada her bir "İnsana" ait olan "Ruhlarının", yeryüzünün hangi "zamanında", hangi "yerinde" ve "hangi annenin rahminde" dört aylık "cenin" halinde iken "üfleneceği", tamamen Allah'ın takdiri ile gerçekleştiğini kabul etmek gerekmektedir. Bu durumda "İnsanın Kaderi" olarak sadece bu "İlahi olgunun” düşünülmesi ve bunun dışında insanların yeryüzündeki iş ve faaliyetinin artık "Akıllarını" kullanarak yaptıkları ile ilgili bulunduğunun unutulmaması gerekmektedir.

 

Buna göre Allah'ın Adem ve Havva'nın yeryüzüne "indirilmesi" ile artık yeryüzünde yaşamaları uygun görülen her bir "İnsana" ait olan "Ruhlarını", anne rahminde yaklaşık dört aylık iken "üflenmek" üzere "Kendi Ruhundan" ve sevgi, merhamet, şefkat, sabır, affetme, esirgeme, acıma, vicdan, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk, merak gibi "güzel" duyguları yerleştirerek "Elest" toplantısında yarattığı anlaşılmaktadır.

 

Öte yandan Yüce Yaratan yukarıda belirtildiği gibi, "İnsanın" yaratılmasına karşı çıkan Şeytan'a Allah'ı ve Allah'ın bütün insanlara bildirdiği gerçeklere inanıp iman edenler ile bundan şüphe edip inkâr edenlerin ayırt edilmesi için, Şeytan'ın "İnsanları" doğru yoldan ayıracak olan bencillik, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, haksızlık, taşkınlık, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, intikam, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik vb. gibi duyguların İnsanların bünyelerinde “Nefs” olarak yer almasına "izini" verdiğini belirtmektedir. Şeytan, bu duygular içerisinde önemli bir yeri olan "Merak" konusunu kendi “dürtüleri” ile işleyerek insanlar üzerinde etkili olabilmektedir.

 

Yüce Allah, Adem ve eşinin, Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirmesi nedeniyle, onların aklını çelen Şeytan ile düşman olarak yeryüzüne indirilmelerini emrettiğini açıklamakta ve insanlar için yeryüzünde hazırlanan barınacaklarda belli bir zamana kadar ve bir kısımları diğerine düşman olarak yaşamak üzere (Birbirleri ile çekişme duyguları yüklenerek) yaşamalarını uygun gördüğünü bildirmektedir.

 

Böylece Cennetten inen "Ruhlarına" kavuşan insanlardan Allah'ın gösterdiği doğru yolu (hidayet) aklı ile bulup kurtuluşları için dua edenler için herhangi bir "korku" olmadığı ve onların "üzüntü" çekmeyecekleri, ancak Allah'ı ve gösterdiği yolu gösteren Ayetlerini "aklı" olmasına ve akıl kullanmasına rağmen, Şeytan’ın dürtülerine uyarak inkâr edenlerin ise ölümleri sonrasında Cehennem adlı ortamda ve eziyet görerek geçirecekleri bildirilmektedir. Nitekim Ayetinde Cinleri ve serbestçe karar vermelerini sağlayan "Akıl" unsurunu lütfettiği insanları kendisine "kulluk" etmeleri, yani bu yetkilerini ve akıllarını kullanarak alacakları kararlar ile Allah'ı algılayıp tanıması ve Allah'a tabi ve teslim olmaları için yarattığını bildirmektedir.

 

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (67/56), (51/56)

 

Buna göre insanlardan, Allah'ı tanıyıp Allah'a teslim olmalarının (kulluk etmelerinin) gerekli olduğunu bu "akıl yeteneği" ile bulmaları istenmektedir.

 

Bu açıklamalar çerçevesinde İnsanın Yaratılışı çerçevesinde, Adem ve Eşinin Cennet ortamından çıkarılmasına kadar olan süreci açıklayan Ayetlerde belirtilen olaylar aşağıdaki gibi özetlenebilir.

 

  • İnsanın yaratılışından önce Yüce Yaratan Evren Ortamından önce "Levhi Mahfuz" olarak geçen ve Yüce Yaratan'ın "Kendi İradesini" ifade eden bir "Özel Yapıda" yer alan bilgileri kullanıp işleyerek Arş bünyesindeki diğer "Ortamların" var edilmesini (Yaratılmasını) ve sürdürülmesini sağlamak üzere, "Melekleri" ve "Cinleri" yaratmıştır.

  • Buna göre Allah'ın "niteliklerinden" taşıyan ve esasen Allah tarafından "takdir edilen" yaratılışların gerçekleştirilmesi için görevlendirilen Melekler, Cinler ve Cinlerden olan ve Şeytan olarak tanımlanan “Enerji” esaslı "Güçler", Allah'ın yaratmış olduğu bütün ortamlarda (Alemler) her an her yerde bulunmakta ve üstlendikleri görevleri eksiksiz ve Allah'ın takdirine göre yürütmektedirler.

  • Yüce Allah "İnsanı" yaratmayı "takdir ettiğinde", öncelikle “Kendi Ruhundan” olan ve "bütün insanların asıl yapısı" veya başka bir deyişle "insan soyunun ortak kökeni" olarak "İnsan Ruhunu” İnsanın "İlk Unsuru" olarak yaratmıştır.

  • Allah "Kendisinden" olarak, "ilk" insandan Evren'in sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan son insana kadar bütün "İnsanlarda" bulunmak üzere ve insan ölünce de varlığını "sonsuza kadar" devam ettirecek olan “İnsan Ruhuna” Sevgi, Merhamet, Şefkat, Haz, Sabır, Affetme, Esirgeme, Acıma, Tahammül, Ahlak, Utanma, merak gibi Allah'a ait "özel" hisleri (duyguları) Kendisinden bir “esinti” olarak (Üfleyerek) indirmiştir.  

  • *Daha sonra, (Bu süre, dünya zamanı olarak bilinmemektedir.) "Su üzerindeki" Arş'ta bulunan bir ortamda, “Allah'ın Ruhunun" bir "esintisi olarak "üflenmiş" olan "Ruhu" yüklenmiş olan bir "özel" yapıya "insan şekli" vererek "İlk İnsanı" Gerçek Ortam "toprağından" ve "ot bitirir gibi" ortaya çıkarmıştır. Bu insan için kullanılan "Adem" kelimesi burada "İnsanı" temsil etmektedir. Buna göre insanların ilk yaratıldıkları "Arş" ortamında bizim bildiğimize benzer bir Toprak, Su, Çamur yapısının bulunduğu ve şu anda "kullanmakta" olduğumuz beden yapısının (moleküler yapı) Arş ortamında topraktan yaratılan ilk insanların yaratıldıkları ortama "özel" olan beden yapıları ile "aynı" olmamakla birlikte genel anlamda "benzer" olduğu anlaşılmaktadır.

  • Allah, yaratmış olduğu bu "İnsanın" aynı zamanda "Kendisinin Halifesi" olduğunu ve ona “Yaratılış” bilgilerini (Bütün İsimleri) öğrettiğini "Meleklere" ve meleklerden olan "Şeytana" bildirerek tüm meleklerin İnsana boyun eğmelerini ve ona tabi olmalarını istemiş, tüm melekler derhal insana boyun eğerken (Secde ederken), şeytan insanı küçük görerek Allah'ın bu isteğine karşı gelmiştir.

  • Sonra da, (Bu süre dünya zamanı olarak bilinmemektedir.) bu defa insanın (Adem) bir benzeri (eşi) olarak ikinci bir insanı (Havva) birbirleri ile ilgilenmeleri ve birlikte huzur bulmaları için aynı şekilde "Allah'ın Ruhunun" bir "esintisi” olan "Ruhu" yüklenmiş ve "bütün isimler" öğretilmiş olarak yaratmıştır. 

  • Allah, yaratmış olduğu bu "insanlara" yani Adem ve Havva'ya taşıdıkları "Ruhlarına" öğrendikleri "Bütün İsimleri" anlamaları ve "Kendisinin Halifesi" olarak "Kullanmaları" için "Akıl Yeteneğini" eklemiştir.

  • Allah, Dünya zamanı olarak bilemediğimiz bir süre sonra, her ikisini "Cennet" ortamına göndermiş ve onlara oraya yerleşmelerini ve sunulan "nimetlerden" faydalanmalarını bildirmiştir. Fakat onlara orada "çoğalacakları" bildirilmemiştir. Yani Cennet ortamındaki yaşamlarında onların çocuk yapmaları gibi bir durumun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden o sırada, Adem ve Havva'nın beden yapılarında bildiğimiz anlamda cinsel organları (Ayıp Yerleri) bulunmamaktadır.

  • Allah'ın "Halifesi" olarak yarattığı Adem ve Havva'nın bulundukları (Yaratıldıkları) yerden Cennet ortamına nasıl geçtikleri bilinmemektedir. Muhtemelen, bulundukları yer ile Cennet ortamı aynı özelliklere sahiptir. O ortamdaki ‘Mesafe' kavramı konusunda bir bilgimiz yoktur. Bu uzaklık (Mesafe) nasıl aşılmıştır tam olarak bilinmemektedir.

  • Cennet olarak adlandırılan bu ortam, Arş bünyesinde bulunmaktadır ve insandan önce yaratılmış olan Melekler ve Cinler (Şeytan dahil) Arş ortamında olduğu gibi Cennet ortamında da bulunmaktadırlar ve Allah'ın onlara verdiği görevleri yapmaktadırlar.

  • Şeytan boyun eğmediği Adem ve Havva'yı bu Cennet ortamında rahat bırakmamış ve Cennet'te yaşamakta olan Adem ve Havva'yı etkisi altına almak için çeşitli yollar denemiştir.

  • Allah yarattığı Adem ve Havva'nın "Ruhlarına" yüklediği “akıl yeteneği" ile bu etkileri bertaraf etme yeteneğini vermiş olmasına rağmen Şeytan Adem ve Havva'nın "Akıl" kullanmalarındaki zafiyeti keşfedip ondan yararlanarak onları kendisine göre yönlendirmiştir.

  • Adem ve Havva, sonuçta "Akıllarını" kullanamadıkları için Şeytanın etkisinde kalarak Şeytan'a yenilip kendilerine verilen buyruğa karşı gelmişler ve bu yüzden "Ruhlarında" ve beden yapılarında oluşan değişiklikler sonucunda "cinsel" farklılıkları (Ayıp Yerleri) ortaya çıkmıştır.

  • Bu olay nedeniyle "Ayıp Yerlerinin" görünmesi üzerine "cinsel" farklılıklarını ortaya çıkaran bu durumlarını fark eden Adem ve Havva, "Ruhlarında" bulunan "Utanç ve Pişmanlık" duyguları ile Allah'tan "Af Edilmelerini" dilemişlerdir.

  • Onları affeden Allah, bu olay sonrasında Adem ve Havva'yı Cennet ortamından çıkarmıştır.

  • Cennet ortamından çıkarılan Adem ve Havva'nın Allah'ın "İnsanlar" için hazırladığı Evren ve Dünya (yeryüzü) ortamına indirildikleri ve burada bir süre bulunacakları belirtilmekte ve Evren ortamının sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün "Akıllı" insanlara ait olan "Ruhlarını" yaratarak "huzuruna" getirdiği (Elest Toplantısı), bu toplantıda onlara "Ben Rabbiniz Değil miyim?" sorusunu yönelttiği ve onların da Hz.Muhammed'in ruhunun önderliğinde hep birlikte "Beli" yani “evet” diyerek bunu kabul ve tasdik ettikleri bildirilmektedir. Buna göre bu Dünya ortamında "Kıyamete" kadar yaşayacak olan bütün "insanların" ait "Ruhlarında" Allah'ın "Tek Yaratıcı" ve "Tek Tanrı" olduğunun kabulü, Allah’a verdikleri bir "söz" olarak bulunmaktadır.                                                                                                                                                                                                                                                      

İnsana Ait Soyut Unsurlar

 

İnsan Ruhu
                                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI  

Kur’an Ayetlerindeki bilgiler birlikte değerlendirildiğinde, “Ruh” olarak tanımlanan soyut kavramın Yüce Yaratan ve Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ın "Kendi Yapısının" bir "Unsuru" olarak "Bütün Varlıklarda" bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu unsur canlı varlıklar arasında sadece "Akıllı İnsanların" bünyelerinde "Allah'ın Ruhu" olarak bulunmaktadır. Diğer bütün canlı ve cansız varlıklarda ise bu anlamda "Ruh" bulunmamakla birlikte, tüm varlıkların yapılarını oluşturan en küçük unsurlar olan Atom Altı Parçacıklarının bünyelerinde Yüce Yaratan'ın "İlahi İlmi" ile "yüklediği" bir çeşit "Bilinçli Enerji" şeklinde bulunmaktadır. Allah'tan bir "unsur" olarak "Bilinçli Enerji", Atom Altı Parçacıklarının "Allah" ve birbirleri ile olan bağlarını ve iletişimlerini aynı anda gerçekleştirmekte ve böylece Yüce Yaratan'ın takdir ettiği her türlü "Yaratılışın" gerçekleşmesini ve sürdürülmesini sağlamaktadır.

 

Bu durumda insanın yapısı da bünyesindeki Atom Altı Parçacılarda yer alan "Bilinçli Enerji" faaliyetleri ile oluşmakta ve gelişmektedir. Ancak Yüce Yaratan özellikle ve "Halifesi" olarak yarattığı İnsanın bünyesine ayrıca "Kendi Ruhundan" yüklediğini bildirmektedir. Nitekim Yüce Allah Ayetinde Evren ve Dünya ortamı öncesinde "Arş" ortamında "İradesini" yürütmek üzere yaratmış olduğu "Meleklere", özel bir "yapı" olarak "İnsanı" yaratacağını ve "içine" Kendi "Ruhundan" üfüreceğini bildirdiğini açıklamaktadır

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

 

Bu durumda "İlk İnsanın" Yüce Yaratan'ın "İradesi" ile Meleklerin, Cinlerin ve Şeytanın esasen "bulundukları" Arş ortamında yaratılmış olduğu, "Meleklerin" yeniden yaratacak olan "İnsan" konusunda bilgilendirildiği ve ilk yaratılan insan "tamamladığında" içine (bünyesine) Allah'ın "Kendi Ruhundan" yüklendiği (üfürüldüğü) bildirilmektedir. Buna göre "İnsan Ruhu" Arş ortamında ilk yaratılan insanlar olan Adem ve Havva'nın bünyelerinde yer almaktadır. Yüce Allah bu ilk insanlara istedikleri zaman her yerde cennet nimetlerinden yemelerini, sadece "şu" ağaca yaklaşmamalarını, eğer bu ağaçtan yerlerse her ikisinin de kendilerine kötülük eden zalimlerden olacaklarını hatırlatıp uyararak orada yaşamalarını bildirdiği dikkate alındığında, onların Ruhlarına ayrıca o ortamda yaşamları için gereken kararları vererek ona göre davranışlarda bulunmalarını sağlamak üzere "Akıl" unsurunu da yüklediği anlaşılmaktadır.

 

Biz: "Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz" dedik. (87/35), (2/35)

 

Yüce Allah "İnsanı" özel bir "yapı" olarak ve yeryüzünde "Kendi Adına" hareket etmek üzere (halifesi olarak) yaratacağını Ayetlerde bildirmektedir.

 

Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (87/30), (2/30)

 

Buna göre, bu ilk insanların ilk olarak bulundukları cennet ortamında ve sonradan indirilecekleri yeryüzünde Allah adına davranacakları ve hareket edeceklerine işaret edildiği ve bu nedenle ruhlarına ayrıca "Allah'ın Niteliklerinin" ve Allah'a ait "duyguların" da yüklendiği söylenebilir.

 

Ayetlerin böylece birlikte yorumlanması sonucunda "İnsanın" Arş ortamında yaratılması sırasında bünyesine (İçine) Allah'ın Ruhundan olan "Ruhlarının" yüklendiği, ayrıca davranışlarını yönlendirecek olan "Akıl" unsurunun ve sonra da yeryüzünde Allah adına hareket etmesinde yol gösterecek olan "Allah'ın Niteliklerinin" ve Allah'a ait "duyguların" da bir “özellik” olarak "Ruhlarına Eklendiği" sonucuna varılmaktadır. Gerçekten de her insanın bünyesine "Akıl" unsurunun "Yerleştirilmiş" olduğu çok sayıdaki Ayetlerde insanlara "Akıl Sahipleri" şeklinde hitap edilerek bildirilmektedir. 

 

Bu durumda yeryüzüne "indirilmesi" sonrasında Allah'ın bu Dünya ortamında hazırladığı "koşullara" göre bu ortamda "üreyerek" çoğalan "İnsanın" bir anlamda Arş ortamında yaratılan ilk insanların “devamı" olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre yeryüzüne "indirilen" insanların "Allah'ın Ruhunu" taşıyan, "Allah'ın Niteliklerine" ve Allah'a ait "duygulara" sahip olan "Akıllı" insanlar olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Zira Yüce Allah "İlk İnsanlar" olarak yarattığı Adem ve eşinin "Ruhlarına" sadece "Kendine" ait olan "İlahi, Üstün ve En Güzel" nitelikleri (İsimleri-Esma-ül Hüsna) ve duyguları yerleştirdiğini, ayrıca en üstün "nitelik" olarak sadece "İnsanlara" lütfettiği "Akıl" unsurunu İnsanların "Ruhları” üzerine "Kendi Ruhundan Üfleyerek" indirdiğini açıklamaktadır.

 

Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın! (54/29), (15/29)

 

Ayetlerde yer alan genel ifadelere göre Allah'ın Arş ortamında (Gerçek Ortamda) yarattığı "İnsan Ruhunun" bu ortamda "ana rahminde" oluşmakta olan insanın beden yapısına (Beyin) indirdiği (Üflediği) açıklanmaktadır. Buna göre "İnsan Ruhu" tamamen "soyut" bir "unsur" olarak tanımlanabilir. Bu soyut unsur "Allah'a" ait olan "İlahi, Üstün ve En Güzel" nitelikleri ve duyguları ile birlikte zeka, zihin, bilinç, akıl, içgüdü, benlik (nefs), gönül gibi insanın yaşamını sürdürmesinde çok önemli olan çok sayıda "Alt Soyut Unsurları" kapsamaktadır ve barındırmaktadır.

 

Bu konularda bazı bilimsel araştırmalar, bulgular ve tanımlamalara örnek olarak işaret edilebilir.

 

"Ruh/zihin ve beden/cisim kendilerine özgü doğaları içindedirler ve birbirlerinden bağımsızdırlar. Bu iki farklı töz, insanda birlikte ve bir arada bulunur; duyum, duygu ve bilgi bu birliktelikten kaynaklanır. Ruh/zihin ile beden etkileşiminin gerçekleştiği yer insan beyninin merkezinde bulunan “kozalaksı bez”dir."

RUH ve BEDEN PROBLEMİ Ansiklopediler - TÜBİTAK

 

"İnsanda anlayış, kavrayış, algılama yetisi. yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli olarak kafada saklama gücü, bellek."

zihin nedir - Google'da Ara

 

“Kavramlar ve algılar yardımıyla soyut ya da somut nesneler arasındaki ilişkiyi kavrayabilme, soyut düşünme, muhakeme etme ve bu zihinsel işlevleri uyumlu şekilde bir amaca yönelik olarak kullanabilme yetenekleri zeka olarak adlandırılmaktadır.”

Zeka Nedir? | Türkiye Zeka Vakfı

 

"Bilinç etrafındaki dünyanın ve kendinin farkında olmak, duyabilmek, hissedebilmek, duyumlara uygun tepkiler verebilmek olarak tanımlanabilir."

Bilinç nedir? » Felsefe hakkında her şey...

 

"Akıl; bilgi edinmeyi, yargıda bulunmayı, davranışlarımızı düzenlemeyi sağlayan yetiye verilen genel addır. Akıl, kavramları ve önermeleri bir araya getirerek adım adım ilerleyen, akıl yürütmeyi sağlayan yeti olarak kabul edilmiş ve bu anlamda insanoğlunun en temel özelliği olarak görülmüştür."

Akıl Nedir? » Felsefe hakkında her şey...

 

"Canlıyı belirli eylemi gerçekleştirmeye, belirli uyarıcıya belirli bir şekilde tepki vermeye iten doğuştan gelen, türe-özgü biyolojik güç" 

"Canlıları, araya akıl ve düşünce, bilinç girmeksizin, kendilerine yararlı ya da gerekli birtakım eylemlere yönelten doğal duygu. Bir hayvan türünün bütün bireylerine kalıtım yoluyla geçen ve yaşamın korunmasına yarayan bilinçsiz eylem ve davranış biçimi."

instinct - içgüdü | Psikoloji Sözlüğü

içgüdü nedir - Google'da Ara

 

"Benlik, bireyin gereksinimlerini, yeteneklerini, güdülerini ve haklarını içeren bireye ait özelliklerden oluşan bir varlık olarak görülmüştür.".

Benlik Kavramı nedir ? | Psikosentez | Psikosentez, Psikoterapi, Cinsel Terapi, Online Terapi, İzmir, Aile Terapisi

 

"Yürekte olduğu varsayılan nitelik, sevgi, istek, anış, düşünüş gibi duygu kaynağı, kişinin iç dünyası."

Gönül Ne Demek TDK - Google'da Ara

 

Bütün bu açıklamalara göre insan bedeninin (Beyninin) belirtilen tüm alt soyut unsurları kapsayan "İnsan Ruhu" ile olan "birlikteliği", bu ortamdaki hücresel yapının "İnsan" olarak tanımlanmasının "temeli" olmaktadır.

 

İnsan ruhunun insan beynine ne zaman "indirildiği" Ayetlerde doğrudan belirtilmemektedir.  Ancak bazı Ayetlerde yapılan açıklamalar dikkate alındığında "İnsan Ruhunun" anne rahminde dört ay on günlük iken indirilmiş olduğu ileri sürülebilir.

 

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. (87/234), (2/234)

Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır, ne kadar az şükrediyorsunuz! (75/9), (32/9)

 

Ayetlerdeki ifadelere göre, ölenlerin eşleri veya boşanan kadınların kendi başlarına dört ay on gün beklemeleri gerektiği belirtilerek doğacak çocuk için "Takdir Edilen Ruhunun" bu süre içinde "üflendiği" anlaşılmaktadır. Zira bu durumda yalnız kalan kadının belirtilen süre sonrasında hamileliğinin devam etmesi durumunda doğacak çocuğun "Ruhunun Üflendiğine" ve ölen veya ayrıldığı eşine ait olacağına işaret edilmektedir. Bu nedenle eşi ölen ya da boşanmış olan kadınların Ayetlerde üç ay hali (100 Gün), dört ay ve dört ay on gün olarak belirtilen sürede yeniden evlenmemeleri gerektiği açıklanmaktadır.

 

Belirtilen süre, bir zorunluk durumunda Kürtaj yapılması halinde, bu işlemin dört ay on günlük süreden sonra yapılmaması gerektiğine de delil sayılabilir. Zira bu süreden sonra artık cenin Allah'ın "Ruhu" ile yüklenmiş yani bir "Akıllı İnsan" oluşması başlamıştır. Bu konuda geniş bilgi "İnsanların Dünyaya Gelişi-Dünyadaki Yaratılış" bölümünde yer almaktadır.

 

Yüce Allah İnsan Ruhuna ayrıca Allah'a ait nitelikleri ve sevgi, merhamet, şefkat, sabır, affetme, esirgeme, acıma, tahammül, hoş görü, ahlak, utanma, sorumluluk gibi Allah'a ait "en güzel" duyguları ve "erdemleri" yerleştirdiğini açıklamaktadır.

Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur. (45/8), (20/8)

 

Bunların yanında acelecilik, ümitsizlik, kindarlık fesatlık, hasetlik, kıskançlık, bencillik, açgözlülük, doyumsuzluk, kibir, zulüm, nefret, hak yemek, taşkınlık etmek, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik gibi duyguları Şeytan'ın İnsan Ruhuna ayrıca yerleştirmesine izin verdiğini bildirmektedir.

 

Daha çok insanın kötü (süflî) arzularına işaret eden ve "Şeytan'ın Dürtüleri" olarak ta belirtilen bu duygular, aynı zamanda "can, ruh, kan, ceset, herhangi bir şeyin özü, cevheri, azamet, nefes, varlık, zat, insan, kişi, hevâ ve heves, beden” gibi anlamları da bulunan "Nefs" kelimesi ile ifade edilmektedir.

 

Nefs kelimesi ayrıca "somut" anlamda da "Ruhlarında" bu unsurlar bulunan insanı (kişi, kimse) tanımlamaktadır. Buna göre çok sayıdaki Ayetlerde nefs olarak kişi, kimse ya da "İnsan" ifade edilmektedir.

 

Bu yapısı ile Nefs, "İnsanın Ruhunda" bulunmaktadır. Buna göre Yüce Yaratan'ın öncelikle "Kendisine" ait bütün "güzel duyguları", verdiği "izin" ile "Şeytan" tarafından eklenmiş olan duygu ve dürtüleri (Nefs) ve "İnsanlara özel" olarak ta bir "Lütfu" olan "Akıl" unsurunu insanların Ruhlarına yüklemiş olduğu anlaşılmaktadır.

 

İnsanların "Ruhlarının" gerçek ortamda "Allah'ın Ruhundan" yaratılmış oldukları ve bu ortamda bir süre "yaşamaya" başlamadan önce tamamının bir araya getirildikleri (Elest Toplantısı), "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ın insanların "Rabbi" olduğunu "kabul ettikleri", orada bulunan ve yeryüzü ortamında yaşamış ve yaşayacak bütün insanların Ruhlarının da buna "şahit" oldukları, böylece "Allah'ı Tanımış" olan insanların "Ruhlarının" bu ortamda anne rahminde dört ay on günlük iken doğrudan "Allah'ın Ruhundan Üflenerek" bünyelerine (Beyinlerine) yerleştirildikleri yine Ayetlerde açıklanmaktadır.

 

Buna göre Gerçek Ortamda (Arş) "yaratılmış" olan ve Allah'ı yegane tapınılacak "Güç" olarak kabul ederek Allah'a teslim olan ve İnsanın beynine indirilen (üflenen) "İnsan Ruhları" kapsamında bulunan Allah'a ait duygular, insanların bünyelerinde “iman tahtası" olarak adlandırılan "göğüs boşluğunda" ve kalplerinin de bulunduğu bölgede "yoğunlaşmakta" ve genellikle "gönül" veya "kalp" olarak ta ifade edilmektedir.

 

Allah "İnsanı", Melekleri ve Cinleri yaratmasında olduğu gibi, "Kendisinden" yaratmıştır ve "İnsanın" bünyesinde "Allah'ın Ruhundan" bir "esinti" olarak "Ruh" taşımaktadır. Ayetlerde belirtilen ve nitelikleri açıklanan "nefs" unsuru, Adem'den sonra Havva başta olmak üzere sonra bu Dünya ortamına "Gelen" tüm İnsanların bünyelerinde "Ruhları" ile birlikte yer almaktadır ve Evren ve Dünya ortamının sona ereceği güne kadar bu Dünya ortamına "Gelecek" olan tüm "İnsan" yapılarında da "Aynen" yer alacaktır. Nefs aynı zamanda temelde insanların "Benliğini" tanımlamaktadır. O nedenle bu ortamda "Yaratılan" tüm insanlara hitaben "Tek nefsten" yaratıldıkları çok sayıdaki Ayetlerde tüm insanlara hatırlatılmaktadır.

 

Böylece insanın "Beyninde" oluşan "Ruhunda" insanların bu ortamdaki davranışlarının temelini oluşturan bütün hislerin, duyguları ve yetenekleri yer almaktadır.

 

Buna göre İnsanın beden yapısına "Allah'ın Ruhundan" olarak "indirilmiş" olan "Ruhlarının" bünyesinde, Allah'ın bu Evren ve Dünya ortamında "Kendi" adına (Halifesi Olarak) faaliyette bulunmak ve bu ortamdaki davranışlarına yön vermek üzere, Ayetlerde belirtilen "Allah'ın Niteliklerinin", Allah'a ait "duyguların" ve “Nefs” olarak ta ifade edilen “Şeytan’ın Dürtülerinin” bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

Bunlara ek olarak Yüce Allah "İnsan Ruhu" bünyesine, akıl, zeka, zihin, vicdan, irade, azim, kavrama, hüküm verme gibi "yetenekleri" ile "beyin" organı bulunan hayvanlarda ve diğer canlılarda bulunan ve yeryüzündeki yaşamında çevreye ve koşullara uyum sağlamalarını gerçekleştiren “içgüdü” unsurunu ve "yaratılışa" ait bilgileri Adem'e "bütün isimler" olarak öğrettiğini bildirmektedir.

 

Bu şekilde üstün bir bilgi donanımına sahip olan İnsan "yaratılışa" ait bilgileri anlayıp onlardan yararlanmak suretiyle bilgi üretebilmekte, ürettiği bilgileri biriktirerek yeni bilgilere ulaşabilmekte ve yaşam düzeylerini sürekli olarak geliştirebilmektedir. Böylece bu gelişimin sonunda "İnsanların", Ayetlerde "bütün isimler" olarak belirtilen "Yaratılışa" ait tüm "gerçekleri" anlayabilecek düzeye çıkarak Yüce Allah'ın onları "yaratma" amacına ulaşacakları tüm insanlara bildirilmektedir.

 

Diğer taraftan "Şeytanın" kısıtlı iradesi ile kendisinin de yaratıcısı olan Allah karşısında "İnsanın" yaratılışına "itiraz" ederek onları "doğru yoldan" saptırmak üzere “Nefs” olarak ta adlandırılan “kötü” duyguları Allah'ın “izni” ile insanların "Ruhuna" yüklediği ancak Yüce Allah'ın "İnsana" lütfettiği "Allah'a" ait yeteneklerin ve duyguların Şeytan'ın bu iddiasını boşa çıkaracağı açıklanmaktadır.

 

'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)

Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)

                                                                                                                                                        KONU BAŞLIKLARI

İnsan Ruhu
İnsan Ruhunun Yaratılışı

İnsan Ruhunun Yaratılışı

İlk insan olan Adem ve ona "Eş" olarak yaratılan Havva ilk olarak "Gerçek Ortamda" yaratılmışlardır. Sonradan Dünya ortamına "İndirilen" Adem ve Havva'nın bu ortamdaki birlikteliğinden "Akıllı İnsanlar" türemişlerdir. Bu ortamın oluşması, burada bir süre yaşayacak olan insanlara uygun olarak bizim tanımladığımız zaman ölçüsüne göre çok uzun bir süreçte (Yaklaşık 4.5 Milyar Yıl olduğu varsayılmaktadır) tamamlanmıştır. İşte bu "Akıllı İnsanların" bu Dünya ortamında bir süre yaşayıp ölüm sonucu "Gerçek Ortama" dönüşlerinde, Akıllarını kullanarak edindikleri bilgiler ve deneyimleri değerlendirip biriktirmeleri sonucunda etraflarında olup biten her şey ve bunların oluşmasının kaynağı olan Allah hakkında fikir edinmeleri ve bunu bir "Gerçek" olarak idrak etmelerini "Hatırlatmak" üzere Yüce Allah Adem ve Havva'dan türeyecek ve bu ortamın sonu olan Kıyamet gününe kadar bu ortamda yaşayacak olan "Son İnsana" kadar tüm insanların "Zürriyetinde" bulunacak olan “Ruhlarını” yaratmış, onları bir arada toplamış ve onlara "Ben Sizin Rabbiniz Değil miyim" sorusunu sormuştur. Bu toplantıda bulunan "Tüm İnsan Ruhları" öncelikle Hz.Muhammed'in Ruhunun "Beli” "Evet, Şahit Olduk" demişlerdir.

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

Sizi bir tek nefsten yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. (39/189), (7/189)

O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. (98/7), (76/7)

Buna göre Allah, yarattığı insanların ruhlarından Allah'ı tanıyacaklarına dair söz almıştır ve dünyaya gelen her insanın "Ruhu" Allah'ı "tanır halde" insan bedenine girmektedir ve "İnsan" aklı ile bu verdiği sözü hatırlayıp dünyadaki görevini yerine getirmelidir.

 

Bu şekilde "Yaratılmış" ve Allah'a "Teslim Olmuş” olan tüm insanların "Ruhları", Dünya ortamına gönderilecekleri "Zamana" kadar Gerçek Ortamda "Bir Şekilde" bekletilmektedirler. Bu durumda tüm insan ruhları, bu ortamın zamanı öncesinde Allah'a bu sözü vermiştir. Her insanda bu sözün bir eseri vardır. Allah'a yönelebilenler bu sözü hatırlayacaktır.

 

Peygamber sizi, Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah'a inanmıyorsunuz? halbuki O, sizden kesin söz de almıştı; eğer inanırsanız. (94/8), (57/8)

 

Bunun yanında Yüce Allah insanların "Ruhlarını" yaratırken ayrıca sevgi, merhamet, şefkat, sabır, cömertlik, affetme, esirgeme, acıma, vicdan, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk vb. gibi duyguları da İnsanların "Ruhlarına" bir çeşit bilgisayar programı gibi "yüklemiş" olduğu, Allah'a ait nitelikler, doğru yol, iman ve teslimiyet gibi konulardaki Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.

 

Bunlara ek olarak "İnsan Ruhunda" Allah'ın "İlk İnsan" olan Adem'e öğrettiğini bildirdiği ve "bütün isimler" olarak nitelediği "yaratılışa" ait bilgileri kullanarak anlayıp onlardan yararlanmak suretiyle bilgi üretebilmesini ve bu bilgilerden yararlanmasını sağlayan “akıl” yeteneği ile zekâ, zihin, vicdan, irade, azim, kavrama, hüküm verme gibi "diğer yetenekler" ve "İç Güdüler" olarak tanımlanan ve yeryüzündeki yaşamında hayatta kalma, korunma ve üreme dürtülerinin yönlendirilmesinde etkili olan "bilinçaltı" davranışları yöneten unsurlar  bulunmaktadır.

 

Öte yandan, İnsanların bu ortama inmeden önce Gerçek Ortamda "Ruh" yapısında ve "bilinçli" olarak "Yaratıldıklarına" fakat bu Dünya ortamına göre "Ölü" gibi olduklarına işaret edilmektedir.

 

Onlar: “Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır?” derler. (60/11), (40/11)

 

Böylece bu ortamdaki ilk insandan yaşayacak olan son insana kadar "Tüm İnsanlar", kendileri farkına olsun veya olmasın "ALLAH İLE İLİŞKİLERİ KURULMUŞ OLARAK" bu ortama gelmiş olduğu ve geleceği "Aklını Kullanan" tüm insanlara "TÜM YARATILIŞLARIN BİR GERÇEĞİ OLARAK" anlatılmaktadır. Buna göre, bu “Ruhların” yer yüzüne Allah’ın ilmi ve takdiri ile O’nun “Kanunları” çerçevesinde her an doğmakta olan bir Annenin rahmindeki çocuğuna "Akıllı İnsanlar" olarak yaşamak üzere Yüce Allah’ın Ruhundan bir “esinti” olarak indirildiği (üflendiği) bildirilmektedir. Bu çocuklar bu ortamın değişmez "Kuralları ve Kanunlarına” tabi olduklarından bir bölümü normal bir süreç ile buradaki zamanlarını tamamlarken bazıları da "Özürlü" bir şekilde yaşam sürdürüyor ve bazları da çok erken ölüyorlar. Bu durumlar, Evren ve Dünya ortamlarındaki Kural ve Kanunlara (Allah’ın Kanunlarına) bilerek veya bilmeyerek yapılan "Müdahaleler" sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 

Buna göre insanların akıllarını giderek daha etkin ve daha çok kullanarak bu ortamı şekillendiren ve sürmesini sağlayan ve Allah tarafından esasen oluşturulmuş olan "Değişmeyen" Kural ve Kanunları daha iyi anlamaları ve Allah'a İMAN EDİP TESLİM OLARAK bu Kural ve Kanunlara göre davranmaları gerekmektedir. Bu konuda "Evren'in Yaratılışı ve Değişmez Kurallar (Allah'ın Kanunları- Doğa Kanunları)" bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.

 

Ayette belirtilen iki defa ölüm ve iki defa diriltilme ifadesi ile, insanların bu ortama inmeden önce Gerçek Ortamda "Ruh" yapısında ve "bilinçli" olarak "Yaratıldıklarına" fakat bu Dünya ortamına göre "Ölü" gibi olduklarına işaret edilmekte ve "Gerçek Ortamda" yani "Arş" ortamında yaratılmış olan "Ruhlarının" bu Dünya ortamına gelirken "Gerçek Ortamdan" ayrılması "Birinci Öldürülme"; ana rahminde "Allah'ın Ruhundan Üflemesi" ile birleşerek yeniden "bilincini" kazanması "Birinci "Diriltilme" olduğu ve bu ortamdaki ölümünün "İkinci Öldürülme"; bu ortamın sona erdiği "Kıyamet" zamanına kadar "Bekletildiği" bildirilen ve "Engelin" yani berzahın kaldırılmasından sonra ruhlarının "Kıyamet" ortamında bu defa Akıllı İnsanın "İlk Yaratılışı" ile "Benzer" şekilde "Yeniden Diriltilişi" olayının da "İkinci Diriltilme" olduğu anlaşılmaktadır.

                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI

İnsan Ruhu ve Can

Bazı Ayetlerin tercüme ve tefsirlerde “Ruh”, insanlarda bulunan ve görünmeyen “soyut” bir "Şey" olarak tanımlanmakta ve aynı nitelikte olmamalarına rağmen bazı tercüme ve tefsirlerde zaman zaman "Can" veya “nefs” olarak ta isimlendirilmektedir.

 

Bilimsel tanımlamalara göre bulundukları etkenlere bağlı olarak gelişen ve sonra yaşamsal faaliyeti sona eren bütün bitki, hayvan, bakteri, mikrop gibi kendi kendilerine "Yaşamsal Eylemlerde" bulunan ve genel olarak “Canlılar” olarak nitelendirilen türlerde, bütün bu “davranışları” gerçekleşmesini sağlayan bir çeşit elektrik enerjisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre kendi kendilerine hareket etmeyen ve "Yaşamsal Eylemlerde" bulunmayan taş, toprak, madenler, metaller gibi "Madde" yapıların "Cansız" olarak nitelendirilmektedir.

 

Bununla birlikte canlı ve cansız Evren’deki bütün madde yapılarını meydana getiren "Atomların" yapılarındaki Atom Altı Parçacıkların neye göre "Hareket" ettikleri, birbirleri ile ilişki kurarak nasıl yeni bir "Madde" meydana getirdikleri veya madde yapılarını nasıl değiştirdikleri düşünüldüğünde, bunların ancak "Yaratıcının" bir "Sırrı" olarak Atom Altı Parçacıklara "Yerleştirmiş" olduğu bir "unsur" ile mümkün olabileceği sonucuna varılabilir. Bu durum bilimsel çalışmalarda “öz” veya “sır” ya da “bilinçli enerji” olarak ifade edilmektedir.

 

Nitekim canlı veya cansız bütün yapıları oluşturan Atom Altı Parçacıkların bünyelerinde her an sayısız “hareket gerçekleşmektedir. Bu durum Atom Altı Parçacıkların bünyelerinde bir çeşit “enerji” bulunduğunu göstermektedir. Buna göre canlı cansız tüm yapılarını oluşturan en alt düzeydeki unsurlarında daima bir “hareket” ve bu hareketi başlatıp sürdüren bir enerjileri bulunmaktadır. Buna göre tüm yapıların Atom Altı Parçacıkların bünyelerindeki en alt düzeydeki unsurlar birer enerji kaynağı olmakta ve Evren’deki tüm maddeler ve varlıklar bir çeşit “elektrik” yükü taşımaktadır.

 

Diğer bir ifade ile canlı ve cansız bütün maddelerin ve varlıkların bu ortam içinde var oluşlarının gereği olan her türlü etkileşimlerinin ve davranışlarının, söz konusu enerji kaynağı tarafından sağlanan bir çeşit elektrik enerjisi sayesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

 

Bu durumda bünyelerinde beyin veya sinir merkezi gibi organ veya alt yapılar bulunan “Canlı” yapılar, onları meydana getiren “hücrelerindeki” Atom Altı Parçacıkların bünyelerinde yer alan enerji kaynağı (Bilinçli Enerji) tarafından “üretilen” enerji ile ve beyinleri ya da sinir merkezleri tarafından yönlendirildiği şekilde, kendi kendilerine "Yaşamsal Eylemlerde" bulunmaktadır. Bu durum “canlı” yapılarda “Can” olarak tanımlanmaktadır. Buna karşılık “Cansız” olarak nitelendirilen maddeler ise, onları oluşturan “moleküllerindeki” Atom Altı Parçacıkların bünyelerindeki enerji kaynağı (Bilinçli Enerji) tarafından sağlanan bir çeşit elektrik enerjisi sayesinde her türlü durum ve etkenlere karşı uyum sağlayacak değişimleri gösterebilmektedir. Ancak bu durum nedeniyle “cansız” olarak nitelendirilen maddelerin de bir şekilde “canlı” oldukları düşünülebilir. Buna göre Evrendeki bütün varlıkların, yapıların ve maddelerin her an Allah ile "iletişimde" oldukları anlaşılmaktadır.

 

Bu değerlendirmeye göre Evrenin "Yeniden Dürülerek" yok olacağı, yani bilim insanlarınca "Hiçbir Şey Yok İken" olarak açıklanan "İlk" haline döneceği zaman, kendi kendilerine "Yaşamsal Eylemlerde" bulunan bütün "Canlı" varlıkların ve kendi kendilerine "Yaşamsal Eylemlerde" bulunmayan "Cansız" varlıkların tamamı bu Evren ortamına göre “yok” olarak yeniden Allah'a "Döndürülmüş" olacaktır.              

 

Görüldüğü gibi, “Ruh” ile “Can” yapıları ve işlevleri açısından “aynı” nitelikte değildir. Ruh Yüce Yaratan’ın “Ruhundan” bir “esinti” olarak “Akıllı İnsanların” bünyelerine “yüklenmiş” olan “İlahi” bir “unsur” olmaktadır. Can ise esasen insanın madde yapısı olan bedenini ve diğer insansıların, hayvanların ve bitkilerin yapılarını oluşturan Atomlarının ürettiği bir çeşit elektrik enerjisi (Biyo Enerji) niteliğindedir.

 

Nitekim Allah "Ölüm" anında insanın durumuna dikkat çekmektedir. İnsanın "Can Boğaza Dayandığında" Tamamen "Çaresiz" ve "Güçsüz" bir şekilde bakakalacağı belirtilmekte ve "Allah'ın" ve Ruhları almakla görevli "Ölüm Meleğinin" ölüm anında ona herkesten çok daha yakın olduğu açıklanmaktadır.

 

Hele can boğaza dayandığı zaman, (46/83), (56/83)

O vakit siz bakar durursunuz. (46/84), (56/84)

Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.  (46/85), (56/85)

De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (75/11), (32/11)

 

Buna göre "Can Çekişme" olarak ta tanımlanan ölüm anında beden yapısındaki enerji üretiminin yavaşladığı ve "Ölüm Meleğinin" insanın bünyesindeki "Ruhunu” bedeninden ayrılmasını gerçekleştirdiğinde ise tamamen durduğu hatırlatılmaktadır. Böylece insanların onlara "vekil" kılınan yani ölümü gerçekleştirmekle görevlendirilen ölüm meleğinin "Ruhlarını" bedenlerinden ayırıp "canlarını alarak" gerçekleşecek olan "ölümleri sonrasında" ancak "Kendisine" döndürülecekleri açıklanmaktadır.

 

Burada "Akıllı İnsanların" durumu özellik taşımaktadır. Zira Arş ortamında yaratılmış ve sonradan yeryüzüne “indirilmiş” olan tüm “Akıllı İnsanlar” bu anlamda “hücrelerindeki” Atom Altı Parçacıkların bünyelerinde yer alan enerji kaynağı (Bilinçli Enerji) tarafından “üretilen” enerji ile davranışları beyinleri tarafından yönlendirilen “Canlı” bir varlık olmaktadır ve “Yaratılış” ile ilgili Ayetlerde açıklandığı gibi, bünyelerinde Allah'ın Ruhundan bir esinti olarak “Ruh” taşımakladır. Ancak en önemlisi olarak, Allah’ın "Gerçek Ortamda" öğrettiği "Bütün İsimleri" ve "İnsan Olmak" ile ilgili bütün "Olumlu" duygu ve hisleri fark edip bunlardan yararlanmaları halinde insanı “doğru yola” yönlendirecek olan "Akıl" unsurunun, Allah'ın Ruhu ile birlikte Akıllı İnsanların bünyelerine ayrıca yüklendiğinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle "Akıllı İnsan" yaratılmış en "Üstün" varlık (Eşref-i Mahlukat) olmaktadır.                                                                

Sana ruh hakkında soru sorarlar; De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (17/85)                      

 

Ruh ile ilgili açıklamalardan insanların bu konuda çok derinlemesine bilgi sahibi olmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.   Bu konuda "Bilimsel" anlamda çalışmalar "Ruh" kavramının "Fizik Ötesi-Metafizik" olarak tanımlanması nedeniyle hemen tamamen "Bilim Dışı" olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Bu durum bu Evrenin son gününe kadar yaşayacak olan insanlar tarafından tartışılacaktır. Bu süreçte Bilimin şu anda sahip oldukları ve sahip olacakları veriler "Ruh" ile ilgili cevabı "Muhtemelen" bulamayacaktır. Zira "Bilim" sadece "Evren ve Dünya Ortamının Nitelikleri" ile ilgili “madde” oluşumlar ve yapılar üzerinde çalışmalar yürütmekte ve tüm ilgisini sadece bu ortamlar ile kısıtladığı için, “metafizik” olarak adlandırdığı bu sahayı “Bilim” olarak saymamaktadır

 

Örnek olarak “Ruh” konusunda yayınlanan bir makalede özet olarak aşağıdaki görüşler yer almaktadır.               

"İlk olarak şunu net ve kesin bir biçimde, altını çizerek ve kalın harflerle belirtelim: Klasik anlamıyla insanı 'insan' yapan, onu diğer canlılardan ayıran, bize bilincimizi kazandıran, fiziksel olmayan, maddelerin üzerinde olan, ölümden sonra da dahil olmak üzere sonsuza kadar var olacak olan "ruh" olgusunun bilimsel perspektifte (bakış açısında) hiçbir geçerliliği, gerekliliği ve işlevi yoktur. Bunun sebebi, günümüzde bu anlamıyla ruhun varlığına dair hiçbir bilimsel kanıtın bulunmayışıdır. Hemen akla gelecek olan şudur: "Eğer ki Ruhu gereği fiziksel değilse, doğaüstüyse, nasıl olur da bilimsel kanıt aranabilir ki?" İşte bu nedenle yazımızın başında belirttik: eğer ki böyle düşünüyorsanız, zaten otomatik olarak bilimsel arenanın sınırlarından çıkmışsınız demektir. Bu konuda Evrim Ağacı'nın sizin için yapabileceği ek bir açıklama bulunmamaktadır. Eğer ki doğada bir şeylerin "bilimle araştırılıp keşfedilemez" olduğunu düşünüyorsanız, tartışacak fazla bir şeyimiz bulunmamaktadır. Çünkü İlkelerimiz'de de belirttiğimiz gibi, Evrim Ağacı'nın yine "varsayılan konumu", Evren sınırları dahilinde (ve muhtemelen ötesinde) bir şey "gerçek" olarak varsa, bilimle (ve muhtemelen sadece bilimle) ona ulaşabileceğimizdir."                     

http://www.evrimagaci.org/makale/96

 

Görüldüğü gibi, bilimin sadece “maddi” ortamlar ile kısıtlaması sonucunda "ruh" olgusunun bilimsel bakış açısında hiçbir geçerliliği, gerekliliği ve işlevinin olmadığı, zira ruhun varlığına dair hiçbir bilimsel (maddi) kanıtın bulunmadığı ileri sürülmektedir.

 

Bu görüş, yukarıdaki “maddeye dayalı” kabuller çerçevesinde gerçekçi ve doğrudur. Zira bilim bu Evren ve Dünya ortamlarının oluşması ile ilgili varsayımlarını "Büyük Patlama" olarak adlandırılan bir olaya dayandırmaktadır. Bu olayın 13.7 Milyar yıl önce olduğunu hesaplamakta ancak bu olayın hangi "Ortamda" meydana geldiğini açıklayamamaktadır. Bazı görüşlerde bu ortam "hiçbir Şey Yoktu" veya "Kaos Ortamı" gibi "Bilimsel" olarak açıklanamamış varsayımlar ileri sürülmüş ancak "Henüz" bir somut sonuç elde edilememiştir. Buna göre Büyük Patlama olayı "Bilimin Sınırını" oluşturmaktadır. Bunun öncesi veya ötesi "Bilimsel" değildir ve Bilimsel olarak tanımlanamayan "Ortam" ile ilgili her şey de "Bilimsel" olmayacaktır sonucu elde edilecektir. Bu noktada, "Bilimsel" olarak açıklanamayan Büyük Patlamanın meydana geldiği "Bilinmeyen Ortamın" bir "Gerçek" olduğu tüm "İnanan" ve İnanmayan" insanlar tarafından "Kabul Edilmesi" gereken bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu anlamda unutulmaması gereken en önemli “gerçek” ise bilimin dayandığı tüm sonuçların aslında “doğa üstü kaynaklı” olduğudur.

 

İşte bu "Gerçek" Yüce bir "Gücü" ve "İradeyi" tanımlamaktadır. İşte bu tanımlama "Yaratıcı İrade olan Allah" Gerçeğidir. "Yaratıcı İrade Allah" bilimsel sınırları ve bu sınırların "Çok Ötesini" de kapsayan ve Evrenin son gününe kadar bu ortamın "Bilimsel" verileri ile tanımlamamızın "Mümkün Olmadığı" bir "Gerçektir". Kabul edenler edecek etmeyenler etmeyecektir.

 

Bu açıklamalara göre, Bilimin sınırlarının ötesinde gerçekleşen Büyük Patlamanın "Yer Aldığı" ortamın (Gerçek Ortam), Evren ve Dünya ortamının nitelikleri ile açıklanan anlamda “Bilimsel" olması "Gerekmemektedir". Bilimsel olarak tanımlanabilecek yegâne husus, sadece Büyük Patlamanın olduğudur ve Evren Öncesi konuların “maddi” ortamlar ile sınırlandırılmış olması nedeniyle “Bilimsel" olarak "Tanımlanması" mümkün bulunmamaktadır.

 

Bu nedenle “İnsan Ruhunun” Allah'ın "Emrinde" olduğuna işaret edilmekte ve İnsanlara bu konuda ancak "Az" bir bilgi verildiği bildirilmektedir.

 

İlerleyen bölümlerde daha etraflıca açıklandığı gibi "Evren Öncesi" ile ilgili konularda Kur'an Ayetlerinde "İp Uçları" niteliğinde bazı açıklamalar bulunmaktadır. Bunlardan İnsanlara verilen "Az" bir bilgi kapsamında olmak üzere "Ruh" ile ilgili olarak, insanların "Ruhlarının" esasen "Gerçek Ortamda" yaratıldıkları açıklanmaktadır.

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”  “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

 

Ayrıca, her insanın bünyesine "Akıl" unsurunun "Yerleştirilmiş" olduğu birçok Ayetlerde insanlara "Akıl Sahipleri" şeklinde hitap edilerek bildirilmektedir. 

 

Eski Yunan filozofları tarafından ve ilk Hristiyan inanışlarında da Ruhun "İlahi" bir kaynaktan geldiği, ölümden önce ve ölüm sonrasında varlığını sürdürdüğü, "Sonsuz" olduğu ve Ruhun bir bölümünde akıl yeteneğinin bulunduğu ileri sürülmüştür.

 

"Pythagoras held that the soul was of divine origin and existed before and after death. Plato and Socrates also accepted the immortality of the soul, while Aristotle considered only part of the soul, the noûs, or intellect, to have that quality."

https://www.britannica.com/topic/soul-religion-and-philosophy

 

Allah Bilinçli ve Akıllı insanları "Kendisi" ve "Ruhu" ile ilgili "Gerçeği" hissedebilmeleri ve Allah'a "Teslim Olmaları" için, bir diğer tanımlama ile "İnsan Olmaları" için yaratmıştır. Yüce Yaratan Ayetlerinde İnsana "Kendi Ruhundan" üflediğini açıklamaktadır. Bu "üflemenin" anne rahmindeki insan cenininde üç ay hali (100 Gün), dört ay ve dört ay on gün olarak belirtilen sürede gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Zira bir Ayette hamile olan ve eşi ölen ya da boşanmış olan kadınların yeniden evlenmemeleri için dört ay on gün gerektiğini belirtmektedir.

 

Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır, ne kadar az şükrediyorsunuz! (75/9), (32/9)

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. (87/234), (2/234)

 

Çünkü Ayette belirtilen bu süreden sonra artık cenin "Elest" toplantısında Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz Değil miyim?" sorusunu "Evet" olarak cevaplamış, Allah'ı "Tek Yaratıcı" olarak "Tanımış ve Kabul Etmiş" ve "Allah'ın Ruhu" ile yüklenmiş bir "Akıllı İnsan" oluşumu da başlamış olmaktadır. İnsanlar, bünyelerine yaklaşık "Cenin" halinde ve dört ay on günlük iken "Üflenen" Ruhları ile birlikte sahip oldukları "Akıl" unsurunu kullanarak yapacakları "Bilimsel" çalışmalar ve araştırmalar ile Allah'ı ve "Yaratıcı Gücünü" anlayabilecektir.

 

Belirtilen süre ayrıca bir zorunluk durumunda Kürtaj yapılması halinde, bu işlemin dört ay on günlük süreden sonra yapılmaması gerektiğine de delil sayılabilir.

 

Bu nedenle Adem sonrasında bu ortamda yer alan bütün "Akıllı" insanların nesillerinde "Allah'ın Ruhu" bulunmaktadır. Bir diğer deyişle İnsanlar "Allah ile Bütünleşik" bir niteliktedir ve Allah'ın Kur'an’da belirtilen "Sıfatlarını" taşımaktadır. Yüce Allah bu durumu insanlara şah damarlarından da "Yakın" olduğunu bildirerek bizlere hatırlatmaktadır.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

 

Aynı şekilde Evrende bulunan bütün madde yapılanmaları oluşturan Atom Altı Parçacıklarının "Özünde" bulunan ve soyut bütün "Olayları ve Varlıkları" var eden ve onları "Yöneten" bir "İlahi Sır" veya “Bilinçli Enerji” ya da “can” olarak tanımlayabildiğimiz şey aslında “Gerçeklikten” yani Yüce Yaratan’dan (Allah) başka bir şey değildir. Bu nedenle bilebildiğimiz ve bilemediğimiz her şey "Allah ile Bütünleşik" olarak "Var" olmakta ve devamlılıklarını sürdürmektedirler. Bu "Gerçeklik" Kur'an’da "Alemler" olarak geçen ve "Diğer Evrenler" olarak düşünebileceğimiz her türlü oluşumları da kapsamaktadır. Yani bilip bilemeyeceğimiz "Her Şey" bir anlamda "Allah" olmaktadır.

 

Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! (39/54), (7/54)

Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. (55/73), (6/73)

Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. (89/5), (3/5)

O, her an yaratma halindedir (97/29), (55/29)

Doğrusu Allah, her şeyi bilendir. (105/7), (58/7)

 

Buna göre Allah' tanımayıp inkâr edenler bütün yaratılışları, yaratılmış olan bütün madde yapılarını ve soyut her şeyi de inkâr etmektedirler.

                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI 

İnsan Ruhu ve Can

İnsan Nefsi (Benlik)

Ruh ile nefsin aynı veya farklı şeyler olup olmadığı tartışma konusudur. İslam Ansiklopedisinde yer alan açıklamalarda Gazzâlî’ye göre kalp, ruh, nefis ve aklın birbirinden farklı birçok anlamının bulunduğu, ancak bu dört kavram rabbânî ve ilâhî latifeyi ifade etme noktasında birleştiği ve bu bağlamda eş anlamlı oldukları, ayrıca Allah’ın Âdem’e üflediği ruh ile, itminana ererek, yani ondan beklenenleri yerine getirmiş ve böylece "huzura" kavuşmuş olarak Allah’a dönen nefisin aynı şey olduğu, bu anlamda nefse kalp de dendiği, İnsanı insan yapan, onu diğer canlılardan farklı kılan temel özellik olması bakımından aklın da nefis anlamına geldiği, buna göre Gazzâlî'nin nefsi “rabbânî ve ilâhî latife”, “mânevî bir cevher”, “insandaki bilen ve algılayan latife”, “hakiki insan”, “insanın kendisi” şeklinde tarif ettiği belirtilmektedir. (Gazzali-İḥyâʾ, III, 3, 4). 

 

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

Ey huzura kavuşmuş insan! Rabbine dön.  (10/27), (89/27)

 

İslam Ansiklopedisinde ayrıca Nefse yüklenen zıt sıfatları dikkate alarak bir bedende üç, dört veya beş nefsin mevcut olduğunu kabul edenler bulunmakla birlikte nefsin genellikle bölünmez ve parçalanmaz bir tek şey olduğu görüşünün benimsendiği açıklanmaktadır

NEFİS - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

Nefs (nefs) konusunda Diyanet Tefsirinde aşağıdaki açıklama bulunmaktadır:

 

"Kur’an-ı Kerîm’de nefs, insanı, insanın şahsını, varlık bütünlüğünü, kişiliğini ifade eder (meselâ bk. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25, 30; En‘âm 6/70, 151). Ancak zamanla İslâm düşüncesinde “nefs” kelimesi daha özel olarak iki anlamda kullanılmıştır: 1. nefs, insandaki istekler, arzular, güdüler, dürtüler ve duygular bütünüdür. Uygun eğitim almamış insanda ortaya çıkan kötü huy ve özellikler buradan kaynaklanır. 2. İnsanın hakikati ve kendisi. Gazzâlî, bu anlamda nefsin kalp, ruh ve akılla eş anlamlı olduğunu belirtir (İhyâ, III, 3-5)."

Kıyâmet Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

Tübitak Ansiklopedisinde de nefs konusunda yer alan bilgilerde özellikle İbn-i Sina'nın görüşlerine yer verildiği görülmektedir.

 

"İbn Sînâ’ya (ö. 1037) göre nefs canlıların türleşme ilkesidir ve üçe ayrılır: Birincisi bitkisel (nebatî) nefistir. Bitkisel nefs, bitkilerde beslenme, büyüme ve üremenin ilkesidir. İkinci sırada hayvanî nefs gelir. Hayvanî nefs, bitkilerin beslenme, büyüme özelliklerine sahip olmanın yanı sıra duyular ile algılama, algıladıklarını isteme ve istememe ve buna bağlı olarak istediklerine yönelme ve istemediklerinden uzaklaşma tarzında hareket etme özelliğine de sahiptir. Hayvanî nefsin, bitki nefsinin özelliklerine sahip olması, hayvanların hayvanî nefsin yanı sıra bir de nebatî nefse sahip olduğu anlamına gelmez. Üçüncü olarak ise hayvanî nefisden sonra ‘nâtık nefs’ adı verilen insânî nefs gelir. İnsan nefsi bitkisel ve hayvanî nefsin bütün özelliklerine sahip olmakla birlikte akletme yani düşünme ve bilme özelliğine de sahiptir. Nebatî ve hayvanî nefsin özelliklerine sahip olmak insanda nebati, hayvanî ve insânî gibi üç nefs olduğu anlamına gelmez. Nebatî ve hayvanî nefs cins ifade ederken, insânî nefs tür ifade eder yani insânî nefs, aynı zamanda insanın mahiyetidir. Cinsiyet, renk ve dil farkı insânî nefsin mahiyetini değiştirmez. Bu itibarla insanlar arasında mahiyet farkı değil olsa olsa sınıf farkı olabilir. Oysa insânî nefs ile diğer nefisler arasında derece farkı değil mahiyet farkı vardır. Nebatî ve hayvanî nefisler bedenlerinin mizaçları sonucu ortaya çıkmış nefislerdir. Onların cevher oluşu bedenlerine bağlıdır. Dolayısıyla beden yok olunca onlar da yok olacaktır. Ama insânî nefsin cevher olması bedene bağlı değildir. Zira o, bedenin mizacı veya doğası değildir."

İbn Sînâ. Şifâ, Kitâbu’n-nefs. Çev. G. C. Anawati ve Said Zayid. Kahire, 1975.

NEFS Ansiklopediler - TÜBİTAK (tubitak.gov.tr)

Kur'an Ayetlerinde Nefs tanımlamasının “İnsanın kendisi, şahsiyeti ve öz varlığı” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Nefsin, insanın madde beden yapısından bağımsız olmak üzere, "Allah'ın Ruhundan" lütfettiği bir "esinti" niteliğinde "üflediği" soyut bir "cevher" olan "İnsan Ruhu" ile birlikte insanın bünyesine yerleştirdiği ve insanın ruhsal yapısının diğer bazı "özelliklerini" taşıdığı ve İnsanın “Öz Varlığını", “Benliğini” veya "Doğasını" tanımladığı söylenebilir. Gerçekten Ayetlerde Şeytan'ın Yüce Allah'ın "İzni" ile "İnsan Nefsi" üzerinde onları doğru yoldan alıkoyacak olan "dürtüleri" ile etkilediği bildirilmektedir.

 

Diğer hayvan ve bitkilerden olan canlıların ise, hayatta kalmalarını sağlayan üreme, beslenme ve korunma gibi nedenlerle kendi kendilerince hareket edebilme gibi her türlü davranışlarını "iç güdü" olarak tanımlanan "dürtüleri" ile gerçekleştirdikleri bilinmektedir.

 

Allah yarattığı "İlk İnsanların" bünyesine "Ruhundan" üflediğini açıklamaktadır. Buna göre Allah'ın insana üflediği "Ruh” esasen "Allah'ın Kendisi" olmakta ve "İnsanın "Ruhunu" oluşturmaktadır. Bu durumda insanın Ruhu, burada yaşarken ve ölümü sonrasında Allah ile İnsan arasındaki doğrudan iletişimi, bütünleşmeyi ve birlikteliği sağlayan "İlahi" bir unsur olarak, insanın her dönemde merak ettiği ve ulaşmak istediği "ölümsüzlüğünün" delili olmaktadır. Zira bu ortamda yaşarken vereceği kararlarda Allah'ı "tanımasını" sağlamak üzere onu "yönlendirecek" olan her türlü "duyguları" içeren ve Allah'ın "Emaneti" olarak taşıdığı "İnsan Ruhunun", ölümünden sonra (Allah'a döndürüldüğünde) yeniden yaratıldığı beden yapısında da devam ettiği Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır. Bu anlamda Yüce Allah Ayetlerinde ölüm sonrasındaki ortamlarda yaşanacaklar ile ilgili olarak “İnsan” ile yapacağı iletişimi "mecazen" bir "konuşma" olarak açıklamakta ve ayrıca orada insanların Melekler, Şeytan ve diğer insanlar ile de aynı şekilde konuşacaklarını "canlandırmalarla" bildirmektedir

 

Bu açıklamalar dikkate alındığında İnsan Ruhunun ve Nefsinin niteliği ve kapsamının anlaşılabilmesi için Ayetlerde belirtilenlerin üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekmektedir

 

Ayetlere göre Adem sonrasında bu ortamda yer alan bütün "Akıllı" insanların bünyelerinde "Allah'ın Ruhu" bulunmaktadır. Bir diğer deyişle İnsanlar "Allah ile Bütünleşik" bir halde bulunmaktadır ve Allah'ın Kur'an’da belirtilen bütün "Sıfatlarını" taşımaktadır. Yüce Allah bu durumu insanlara şah damarlarından da "Yakın" olduğunu bildirerek bizlere hatırlatmaktadır.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

 

Aynı şekilde Evrende bulunan bütün madde yapılanmaları oluşturan Atom Altı Parçacıklarının "Özünde" bulunan ve soyut somut bütün "Olayları ve Varlıkları" var eden ve onları "Yöneten" bir “Güç” bulunduğu "Gerçeği" Yüce Yaratan'dan (Allah) başka bir şey değildir ve ancak bir “İlahi Sır" olarak tanımlanabilmektedir. Yani bilebildiğimiz ve bilemediğimiz her şey "Allah ile Bütünleşik" olarak "Var" olmakta ve devamlılıklarını sürdürmektedirler. Bu "Gerçeklik" Kur'an’da "Alemler" olarak geçen ve "Diğer Evrenler" olarak düşünebileceğimiz her türlü ortam ve oluşumları da kapsamaktadır. Yani bilip bilemeyeceğimiz "Her Şey" bir anlamda "Allah" olmaktadır. Buna göre Allah' tanımayıp inkâr edenler bütün yaratılışları, yaratılmış olan bütün madde yapılarını ve soyut her şeyi de inkâr etmektedirler.

 

Bu bilgilere ve açıklamalara göre Ayetlerde “Nefs” olarak yapılan tanımlamaların özellikle ve sadece “Akıllı İnsanlar” açısından anlamı bulunduğu anlaşılmaktadır. Zira bu bilgilere ve açıklamalara göre Nefs, sadece Yüce Allah tarafından Arş ortamında yaratılmış ve yeryüzüne “gönderilmiş” olan “Akıllı İnsanların” bu ortamdaki “davranışlarına” yön veren ve "İnsanın" bünyesine "İnsan Ruhu" ile birlikte indirilen bir "Özellik" olarak" nitelendirilebilir. Söz konusu nitelikleri ile İnsan Ruhu anlamda “İnsan Benliği” olarak ta tanımlanmaktadır.

 

Öte yandan Yüce Allah "İnsan Ruhuna" sevgi, merhamet, şefkat, sabır, cömertlik, affetme, esirgeme, acıma, vicdan, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk gibi Allah'a ait olumlu, en güzel duyguları ve nitelikleri yerleştirdiğini açıklamaktadır.

 

Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur. (45/8), (20/8)

 

Allah’a ait bu duyguların yanında insanın ilk yaratılışı ile ilgili Ayetlerde belirtildiği gibi, ayrıca "Şeytanın" kibir, bencillik, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, haksızlık, azgınlık, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, intikam, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet bağımlılığı, öfke, hırs, tembellik gibi olumsuz ve kötü duyguları da İnsan Ruhuna yerleştirmesine “izin” verdiği anlaşılmaktadır. Daha çok insanın kötü (süflî) arzularına işaret eden ve "Şeytan'ın Dürtüleri" olarak ta belirtilen bu duygular, aynı zamanda “can, ruh insan” gibi anlamları da olan "Nefs" kelimesi ile ifade edilmektedir.

 

İslam Ansiklopedisinde nefs kelimesinin Kur’an Ayetlerinde değişik anlamlarda yer aldığını belirten ifadeler bulunmaktadır.

 

“Kur’an’da “ruh” anlamında kullanıldığı gibi (el-En‘âm 6/93) “zat ve öz varlık” mânasında da kullanılmıştır (Âl-i İmrân 3/28, 30). İnsanı ilâhî hitaba muhatap kılarak onun sorumlu tutulmasına sebep olan nefse kötülüğü emretme (Yûsuf 12/53), nefsi ve yaptığı kötülükleri kınama (el-Kıyâme 75/2), daha ileri bir aşamada huzura erme (el-Fecr 89/27) gibi birbirinden farklı görevler yüklenmiştir. Ruh anlamına gelmesi, Allah’ın “emr”inden olan ruh hakkında çok az bilgiye sahip olunması (el-İsrâ 17/85) ve birçok zıt mâna içermesi nefsin tanımlanmasını zorlaştırmış; hayır-şer, sevap-günah, iyilik-kötülük gibi zıtlıkların konusu ve öznesi olarak görülmesi bazan olumlu yönünü, bazan da olumsuz yönünü öne çıkaran tanımların yapılmasına sebep olmuştur. 

Kur’an’da Allah’ın (Âl-i İmrân 3/28, 30; el-Mâide 5/116; el-En‘âm 6/12, 54; Tâhâ 20/41) insanların ve cinlerin (el-En‘âm 6/130), hatta cansız putların (el-Enbiyâ 21/43; el-Furkān 25/3) nefsinden bahsedilmiş, ancak meleklerin nefislerinden söz edilmemiştir. İnsan nefisle beden birlikteliğinden oluşan bir varlıktır; bedene hayatiyet veren nefistir.”

NEFİS - TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Bu durumda insanın “benlik” unsuru Yüce Allah'ın özel olarak ilk defa Gerçek Ortamda (Arş) yarattığı ve sonradan yeryüzünde bir süre yaşamalarını takdir ettiği "Akıllı İnsanların" bu ortamdaki davranışlarını ve kararlarını yönlendirmelerinde etkili olmaktadır. Gerçekten de Yüce Yaratan Ayetlerinde "Akıllı İnsanın" bünyesine ayrıca akıl, mantık, vicdan ve irade gibi "birtakım kabiliyetler" verdiğini belirterek, insanların davranışlarındaki "iyiliklerini" ve "kötülüklerini" ilham edenin "Kendisi" olduğuna yemin etmektedir.

 

Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene (26/7), (91/7)

Nefse İyilik ve kötülüklerini ilham edene (26/8), (91/8)

Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir. (26/9), (91/9)

Nefsini kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.  (26/10), (91/10)

 

Bu yapısı ile Arapça’da ruh, bir şeyin kendisi, akıl, insan bedeni, ceset, kan veya azamet, arzu ve kötü istekler gibi manalara gelmekte olan Nefsin, doğrudan "İnsan Ruhuna" ait bir özellik olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de Kuran-ı Kerimdeki Ayetlerde yer alan ifadelere göre “Nefs” genellikle bir şeyin özü, kendisi, benlik anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. Öte yandan Nefs kelimesi özellikle Müslüman toplumlarda daha çok "dine uymayan isteklerin kaynağı" anlamında kullanılmaktadır.

 

İnsan davranışlarına "Nefsin" etkisi konusunda yapılan bir araştırmada, insanın varoluş gayesinin gerçekleşebilmesi ve Allah nezdindeki makamının belirlenebilmesi için birbirine taban tabana zıt olan kabiliyetlere ihtiyaç duyulduğu, bu kabiliyetler sarmalında yaşayan insanın yapması gereken en önemli hususun nefsin ahlaksızlık, günahkarlık, fesatlık gibi “fücur” boyutundan kaynaklanan olumsuz duyguların baskısına karşı gerekli direnci ve kararlılığı gösterip yaratılış gayesine göre (takva) hareket edebilmesi olduğuna işaret edilmektedir.

the-effect-of-nefs-concept-on-human-behaviors-in-the-framework-of-some-verses-of-the-quran.pdf (sosyalarastirmalar.com)

Bu durumda Allah'ın yeryüzünde "Halifesi" olarak "Kendi" adına hareket edebilmesi için çeşitli kabiliyetlerle donatarak yeryüzüne "indirdiği" insanların bünyelerine "Ruhları" ile birlikte ve "Ruhlarının bir "özelliği" olarak yerleştirdiği "Nefslerinde" yer alan bütün "duyguların" ve "kabiliyetlerin" bir kısmının Allah'ı inkar, kötülüklere ve günahlara yönelme gibi olumsuz (fücur) olumsuz, bir kısmı ise onlardan beklendiği gibi, Allah'a iman, iyi ve doğru işler yapma gibi olumlu (takva) boyutuyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah böylece "Akıllı İnsanın" hem sahip olduğu "iyi ve güzel" niteliklerle üstün derecelere yükselme erdemine, hem de çıkarları yüzünden bu niteliklere uymayıp yaptığı kötülüklerle ahlaki zayıflıklar gösterebilme kabiliyetine sahip olduğunu "ilham ettiğini" bildirmektedir. Bu durumda "Akıllı İnsandan" davranışları ile ilgili olarak karar verirken "iradesini” buna göre kullanması istenmekte ve "Aklını" kullanarak benliğini (nefsini) kötülüklerden arındıranın kurtuluşa ermiş, buna karşılık benliğini (nefsini) kötülüklere teslim edenin de (gömenin) ziyan etmiş olacağı kesin olarak açıklanmaktadır.

 

Öte yandan Allah çok sayıdaki Ayetlerinde "Akıllı İnsana" verdiği izin ile "Şeytan" tarafından “nefslerine" eklenmiş olan her türlü "olumsuz" duyguları özendirmek üzere yapılacak "dürtüleri" anlayıp "kötülüklerini" ayırt edebilecek "Akıl" unsurunu lütfettiğini, böylece sahip oldukları bilgi birikimlerine göre davranışlarını sorgulayıp yargılayabilme (vicdan) kabiliyetini verdiğini bildirmektedir.

 

Buna göre "Akıllı İnsanların" bu "gerçekleri" anlamalarını ve sahip olduğu "kabiliyetleri" fark ederek bu ortamda yaşarken doğru yola yönelmelerini ve sonuçta ölüm sonrasındaki ortamlarda da kurtuluşa ulaşmalarını beklemektedir.

                                                                                                                                                      KONU BAŞLIKLARI 

İnsan Nefsi

Tek Nefsten Yaratılma

Allah, ulaşılamaz "Yaratıcılığının" bir örneği olarak "İnsanı" kendi "Ruhundan" meydana getirdiği bir tek "nefsten" yarattığını bildirmektedir. Buna göre ilk yaratılan "İnsan" olan Adem'in "Nefsinin", sonra yaratılan eşi ve daha sonra da yeryüzünde onlardan olan tüm geçmiş ve bundan sonra meydana gelecek olan bütün insanların tamamının "Tek ve Aynı Nefse" sahip olduklarını bildirmektedir. Böylece Yüce Allah Ayetlerinde "Akıllı İnsanları" bir tek "nefsten" yarattığını açıklamaktadır.

 

O, sizi bir tek nefsten yaratandır. (55/98), (6/98)

Allah sizi bir tek nefsten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır, mülk Allah'ındır, O'ndan başka tanrı yoktur; öyleyken nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (59/6), (39/6)

Ey insanlar! Sizi bir tek nefsten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. (92/1), (4/1)

 

Bazı Kur'an tercümelerinde (Meal) Ayetlerde "İnsan Ruhunun" bir özelliğine işaret eden ve Ayetlerde Arapça "nefs" olarak belirtilen tanımlamanın Türkçeye "can" olarak çevrildiği görülmektedir. Ancak ilgili bölümde belirtildiği gibi "Can", Evren ve yeryüzü ortamındaki varlık ve yapıları meydana getiren Atom Altı Parçacıkların bünyesinde oluşan bir çeşit "Elektriksel Güç Kaynağı", diğer bir ifade ile "Cevheri" olarak açıklanabilmektedir. Bu durum dikkate alındığında "can" olarak çevrilen kelimenin aslında "Nefs" anlamında olduğu anlaşılmaktadır.

 

Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. (39/189), (7/189) "Huvelleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve ceale minha zevceha li yesküne ileyha"

Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz.  (85/57), (29/57) "Küllü nefsin zâikatül mevti sümme ileyna turce’un"

Her canlı ölümü tadacaktır (89/185), (3/185) "Küllü nefsin zâikatül mevt* 

 

Bu "gerçekler" ile birlikte, yaratılan ilk insanlar olan Adem ve eşi ile ilgili Ayetlerde belirtildiği gibi, "Arş" ortamında yaşarken Şeytan'ın onların nefsleri üzerinde etkili olarak "hata" yapmalarına neden olduğu dikkate alındığında, Adem ve Eşinin "cennet" ortamında yaşarken "Ruhları" ile birlikte "Nefslerinin" bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

İnsanın yaratılışı konusundaki Ayetlerde yer alan ifadelere göre Allah'ın, Adem ve eşine "Kendi Ruhundan" bir esinti olarak "Ruhlarını" yüklediği (üfürdüğü); ayrıca “nefs" olarak nitelendirdiği bir "soyut unsuru" olarak onları "iyiliklere" yönlendirecek olan Allah'a ait duyguları anlayacak ve Şeytan tarafından yapılacak "dürtüleri" fark edip "kötülüklere" karşı gelecek olan "ilhamları" da yüklediği bildirilmektedir. Bu "gerçekler" dikkate alındığında, Adem ve Eşinin bu "yeryüzü" ortamında yaşamaya başlamalarından itibaren çoğalan tüm geçmiş ve gelecekte yaşayacak olan bütün "Akıllı İnsanların" bünyelerinde, Allah'ın "Kendi Ruhundan" indirdiği "Ruhları" ile birlikte   tüm insanlar açısından "Tek" ve "Aynı Nitelikte" olarak yarattığı anlaşılmaktadır. Buna göre tüm “Akıllı İnsanların” bünyelerinde yer alan "nefs" olgusu "Tek" ve "Aynı Nitelikte” bulunmaktadır. Bu nedenle "İnsan Nefsi" aynı zamanda "benlik" olarak ta tanımlanmaktadır.

 

İnsanların sahip oldukları "Nefs" olgusunun yeryüzündeki yaşamlarına olan etkileri ile ilgili açıklamalar, İnsandan Beklenenler bölümünde belirtilmektedir.

                                                                                                                                                     KONU BAŞLIKLARI 

Tek Nefsten Yaratılma

İnsan Aklı (Akıl)

Britannica ansiklopedisinde akıl, deneyimlerden yararlanma, yeni durumlara uyum sağlama, anlama ve anlamlandırma ve böylece elde edilen bilgilerle ortama hakim olma gibi çok sayıdaki işlemleri kullanma yeteneği olarak özetlenmektedir.  Ayrıca çok sayıda bilim insanı tarafından ileri sürülen Akıl hakkındaki "teoriler" ile ilgili bilgiler verilmektedir.

https://www.britannica.com/science/human-intelligence-psychology

 

Diğer bazı kaynaklarda da Akıl konusunda benzer yaklaşımlara yer verilmektedir.

 

"Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ·ve onu sorumlu lalan: temyiz gücü; düşünme ve anlama melekesidir. Felsefe ve mantık terimi olarak akıl " varlığın hakikatini idrak eden, maddi olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önerilerde bulunan, kıyas yapabilen güç” demektir. Bu anlamıyla akıl sadece meleke değil, özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonunu belirleyen bir terimdir."

http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00036/1998_11/1998_11_EMIROGLUI.pdf

 

"Sözlükte mastar olarak “menetmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” gibi anlamlara gelen akıl (el-akl) kelimesi, felsefe ve mantık terimi olarak “varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç” demektir. Bu anlamıyla akıl sadece meleke değil özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü şıkkın imkânsızlığı gibi akıl ilkelerinin bütün fonksiyonlarını belirleyen bir terimdir. İnsanın her çeşit faaliyetinde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayıran bir güç olarak akıl, ahlâkî, siyasî ve estetik değerleri belirlemede en önemli fonksiyonu haizdir."

https://islamansiklopedisi.org.tr/akil#1

 

"Teist paradigmada, akıl, Allah’ın verdiği bir armağandır (Allah hangi süreçle vermiş olursa olsun). Akıl, Allah’ın kudret ve sanatını öğrenmek ve takdir etmek gibi amaçlar da gözetilerek verilmiştir; bu paradigmada, sınırlı bir şekilde olsa da, aklın veriliş amacı belli doğrulara ulaşmasıdır. Eğer matematiksel işlemleri yapmak için üretilmiş bir hesap makinesinin yanında planlanmamış ve tesadüfi süreçlerle oluşmuş fakat matematiksel işlem yapma özelliği de kazanmış bir hesap makinesinin varlığından bahsedilse, hangisiyle yapacağınız işleme güvenirdiniz? Materyalist-ateist görüş ile teizm arasında değerlendirmeleri yapan akıldır, aklın güvenilirliğini sarsan bir görüşü (materyalist-ateizm) savunanların ise akılla materyalist-ateizmin doğru olduğu sonucuna vardıklarını söylemeleri bile mantıken mümkün değildir. Ezeli unsurun akıl sahibi Allah olduğu fikrini insanlara ulaştıran İslam; aklın, Allah’ın verdiği bir nimet olduğunu ve “doğru” bilgiye ulaşmak için çalıştırılması gerektiğini insanlara öğretmektedir. Dünyadaki geniş kitleler üzerinde etkin olan dinler arasında İslam kadar aklı çalıştırma vurgusu yapan bir din yoktur. İslam, aklın temel kavramı “doğrunun” da halüsinasyon olmadığı bir paradigmayla insanları buluşturmuştur. Ancak Allah’la insanları buluşturan bir paradigmanın içinde “doğru” kavramından bahsedilebilir. “Doğru” kavramı olmadan anlamdan bahsedilemeyeceği için “doğru”nun varlığı da anlamın yitirilmemesi için önemlidir."

https://www.canertaslaman.com/2019/09/12/islam-ve-anlam/

 

Yüce Allah'ın Ayetinde gerçek ortamda yarattığı Adem'e ve eşine "Cennet" ortamında yaşamalarını bildirmektedir.

 

Biz: Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (87/35), (2/35)

 

Görüldüğü gibi Yüce Yaratan Adem ve eşini cennette yerleşmelerini isterken, onlara orada "ikram edilenlerden" yemelerini ve yararlanmalarını, ancak belli bir şeyden (ağaç) uzak durmalarını, aksi halde kendilerine kötülük yapan "zalimlerden" olacaklarını hatırlatmaktadır.

 

Bu ifadelere göre yaratılan ilk "İnsanlar" olan Adem ve eşi Havva'ya "Kendi Ruhundan" bir esinti olarak "İnsan Ruhu" verdiği, ayrıca bünyelerine Allah'ı ve "yaratılmalarındaki" anlamı anlamaları için, çok özel bir ayrıcalık ve lütuf olan "Akıl" yeteneği ile ruhlarına da "İnsana" ait bir özellik olarak davranışlarına yön veren bütün "hislerin" ve "duyguların" bulunduğu "nefslerini" yerleştirdiği anlaşılmaktadır.

 

Bu anlamda "Akıl" unsuru, ilk insan olan Adem'e ve eşinin gerçek ortamdaki yaşamlarında ve sonrasında gönderildikleri (indirildikleri) yeryüzü ortamında onlardan çoğalarak ortaya çıkan geçmişteki bütün "Akıllı İnsanlarda" görüp algıladıkları ve göremeyip hissettikleri "soyut" nitelikteki “her şeyi" keşfedebilme, tanıyabilme, doğru bilgiye ulaşabilme, ulaştığı bilgileri kullanabilme, her duruma uyum sağlayabilme, deneyimleme yapabilme ve deneyimlerinden öğrenebilme gibi işlevleri kapsayan çok özel bir yetenek olmaktadır.

 

Gerçekten Allah çok sayıdaki Ayetlerinde "Akıllı İnsana" ayrıca "Akıl" unsurunu lütfettiğini, böylece sahip olduğu bilgi birikimlerine göre davranışlarını sorgulayıp yargılayabilme (vicdan) kabiliyetini verdiğini bildirmekte ve hatırlatmaktadır. Böylece "Akıllı İnsan" Allah'ın verdiği izin ile "Şeytan" tarafından “nefslerine" eklenmiş olan her türlü "olumsuz" duyguları özendirmek üzere yapılacak "dürtüleri" anlayıp "kötülüklerini" ayırt edebilecek ve sahip olduğu bilgi birikimlerini de kullanarak davranışlarını "Aklı İle" yönlendirebilecektir.

 

Bilindiği gibi "Akıl" unsuru, insanın her türlü konuyu anlama, öğrenme, inceleme, karşılaştırma, değerlendirme ve bir sonuca ulaşma yeteneğidir. Yüce Allah Ayetlerde ayrıca "İnsana" anne rahminde dört ay on günlük iken "Kendi Ruhundan" olarak "İnsan Ruhunu" indirdiğini (Üflediğini), bunun yanında Allah bir "lütuf" olarak "Akıl" yeteneğini verdiğini bildirmektedir. Ayrıca İnsan Ruhunun bir "özelliği" niteliğinde olan "Nefsine" sevgi, merhamet, şefkat, sabır, affetme, esirgeme, acıma, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk gibi Allah'a ait "en güzel" duyguları (isimleri) yerleştirdiğini açıklamaktadır.

 

Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur. (45/8), (20/8)

 

Ancak bunların yanında verdiği "İzin" ile "Şeytan" tarafından acelecilik, ümitsizlik, kindarlık fesatlık, hasetlik, kıskançlık, bencillik, açgözlülük, doyumsuzluk, kibir, zulüm, nefret, hak yemek, taşkınlık etmek, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvete teslim olmak öfke, hırs, tembellik gibi Şeytan'a ait dürtüleri kapsayan "duyguların" da indirildiğini bildirmektedir.

 

Bu durumda, "İnsan Ruhunda" Ayetlerde "Nefs" olarak tanımlanan Allah’a ait bütün "güzel" özellikler ile birlikte Allah'ın verdiği "izin "ile insanları Allah'ı tanımak, O'nu anmak ve O'na teslim olmaktan alıkoymak üzere Şeytan tarafından yerleştirilen "diğer" bazı özellikler de bulunmaktadır. Bu nitelikleri ile "İnsanın" yeryüzündeki yaşamında "Akılları" ile "nefslerindeki" duyguları fark edebilecekleri ve ölüm sonrasındaki yaşamlarında da nefslerinin "bilincinde" olacakları anlaşılabilmektedir.

 

Bu açıklamalara göre "Akıllı İnsanların" bu "gerçekleri" anlamaları ve sahip olduğu "kabiliyetleri" fark ederek bu ortamda yaşarken doğru yola yönelmeleri ve ulaşmaları beklemektedir. Buna göre Yüce Yaratan, "Akıllı İnsandan" davranışları ile ilgili olarak "Aklını" kullanarak kararını (iradesini) vermesini istemekte ve benliğini (nefsini) kötülüklerden arındıranın bu ortamda yaşarken ve ölüm sonrasındaki ortamlarda da kurtuluşa ermiş, buna karşılık benliğini (nefsini) kötülüklere teslim edenin de (gömenin) ziyan etmiş olacağını kesin olarak bildirmektedir.

 

İnsanların yeryüzü ortamındaki yaşamlarında "Akıl Kullanmalarının" önemi ve sonuçları ile ilgili olarak Akıl Yürütme (Kullanma) bölümünde bilgi bulunmaktadır.

                                                                                                                                                    KONU BAŞLIKLARI 

İnsan Aklı
İÇGÜDÜ

İçgüdü

 

Bu Dünya ortamındaki bütün canlıların beslenme, barınma ve üreme gibi yaşamlarını sürdürmelerinde en önemli yer tutan ihtiyaçlarının karşılanmasında karşılaşacakları bütün "durumlara" nasıl tepki verecekleri Yüce Yaratan tarafından "belirlenmiş" bulunmaktadır. Bir anlamda "hazır tepkiler-dürtüler" niteliğinde olan ve "içgüdü" olarak adlandırılan bu "unsur", canlı yapıların bu ortamdaki "ilk yaratılış" aşamalarında canlıların türüne göre onların "beyinlerine" veya "sinir merkezlerine" yerleştirilmiş bulunmaktadır. Nitekim canlıların içgüdü "dürtüleri", türlerinin bu ortamdaki "ilk yaratılışlarını" izleyen zamanlarda üremelerine bağlı "aşamalar" sırasında "kalıtım" yoluyla "yeni nesillere" aktarılmakta ve canlıların yaşamlarını sürdürmelerinde "gereken" davranış ve kararlarını yönlendirmektedir.

 

Buna göre insanlar dahil tüm canlılarda bulunan ve "içgüdü" olarak tanımlayabileceğimiz bu "Yapısal Unsur" doğru bir benzetme yapıldığında, yaşamları sürecinde içinde bulundukları koşullara "uyum" sağlamak üzere değişim ve gelişim göstererek, diğer bir deyişle "evrimleşerek" türlerinin sürdürülmesini sağlayan bir çeşit "Bilgisayar İşletim Programı" olarak düşünülebilir. 

 

Ancak Yüce Allah tarafından sadece insanlara ait olmak üzere insanların (Beyinlerine) indirilen (Üflenen) soyut “unsurlar” insanları diğer canlılardan çok köklü bir şekilde ayırmaktadır. Buna göre yukarıda nitelikleri belirtilen insana ait soyut unsurlar beyinlerine yerleştirilmiş olan “içgüdüleri” ile birlikte insanların yaşamlarını sürdürmelerinde ve davranışlarında etkili olmakta ve yönlendirmektedir.

 

İçgüdü konusunda yapılan bazı açıklamalarda bu duruma doğuştan gelen (kalıtımsal) işletim düzeneği olarak işaret edilmektedir.

 

Örneğin Britannica Ansiklopedisinde özetle "sezgilere" ve "ön sezgiye" dayalı çok yönlü davranış, doğuştan (yaratılıştan) gelen yetenek, kökleşmiş çok derin "dürtü" (Örmeğin annelik içgüdüsü), deneyimlere dayanmayan "davranış biçimi", bilinç altına yerleştirilmiş doğuştan kazanılmış "bilgi" olarak çeşitli şekillerde açıklanmakta ve bir "dürtü" veya doğuştan gelen (kalıtımsal) eğilim (davranış) olarak düşünülebilineceği ifade edilmektedir.

 

"instinct can refer to reflexive or stereotyped behaviour, to an intuitive hunch, to a congenital aptitude or disposition, to a deep-seated impulsion (e.g., “maternal instinct”), to ways of acting that do not appear to have involved learning or experience in their development, or to knowledge that is inborn or subconsciously acquired."

instinct | Definition & Facts | Britannica

 

Özetle içgüdü, istenmeden ve sabit bir davranış şeklinde verilen "hazır" tepki olarak tanımlanmaktadır. Buna göre içgüdü, hayvansal yapılarda ve canlı türlerde yaşamın sürdürülmesini sağlayan "kalıtımsal" bir işletim düzeneği olmaktadır. En belirgin hali kavga ve cinsel davranışlarda görülmekte ve en basit hali verilen "tepki" şeklinde olmaktadır. Bütün hayvansal yapılarda içgüdü bulunmakta, gelişmiş yapılarda daha esnek davranışlar görülmektedir. Özellikle memelilerde öğrenilmiş davranışlar sıklıkla içgüdülerin önüne geçebilmektedir.

 

"instinct, Involuntary response by an animal, resulting in a predictable and relatively fixed behaviour pattern. Instinctive behaviour is an inherited mechanism that serves to promote the survival of an animal or species. It is most apparent in fighting and sexual activity. The simplest form is the reflex. All animals have instinct, but, in general, the higher the animal form, the more flexible he behaviour. Among mammals, learned behaviour often prevails over instinctive behaviour."

instinct summary | Britannica

 

Hayvanlarda içgüdü, Darwin sonrasındaki "biyologlar" tarafından özetle hayvanların "bünyelerinde" bulunan ve yeni bir "tür" olarak ortaya çıktıkları (Yaratıldıkları) andan itibaren kendilerine "özel" yapılarına ulaşıncaya kadar (evrilinceye kadar) geçen sürede, beden yapılarında geçirdikleri değişimler ve gelişimler gibi, davranışlarında karşılaştıkları yaşamlarını tehdit eden "engellerin aşılmasını" ve "üremelerini" sağlayacak "uyarlamalar" olarak tanımlanmaktadır.

animal behaviour - History and basic concepts | Britannica

 

Çeşitli hayvan davranışları ile ilgili araştırmalardan ve sağlanan bilgilerden hayvanların çevre koşuları ve diğer etkileşimlerden elde ettikleri bilgileri "işleyerek" beyinlerinde veya sinir merkezlerinde sakladıkları, yani bir şekilde "ezberledikleri" böylece "içgüdü" şeklindeki davranışlarında "hafızalarında" bulunan bu bilgilerden yararlanarak "yön verdikleri" diğer bir deyişle, bir çeşit "farkındalık" veya "kavrama" kabiliyeti geliştirdikleri ve bu kabiliyetlerini kullandıkları anlaşılmaktadır.

 

Bu konuda özellikle kargaların, arıların, karıncaların, kedilerin ve köpeklerin davranışları örnek olarak gösterilmektedir. Bu durum hayvanlarda "içgüdüsel öğrenme" olarak da tanımlanabilmekte ve her türün genlerindeki bir dizi "kurallara" göre yönetilen (Darwinian algorithms) bir çeşit "taklit etme" olarak açıklanmaktadır.

animal behaviour - Cognitive mechanisms | Britannica

animal behaviour - Instinctive learning | Britannica

 

Bütün bitkilerin de çevre ve diğer değişen koşullara uyum sağladıkları bilinmektedir. Bitkilerde karşılaşılan etkilere karşı en uygun tepkilerin en uygun zamanda ve en uygun nitelikte oluşturulması türlerinin sürekliliğini sağlamaktadır. Bu tepkilerin gerçekleşmesinde hücrelerinin bünyelerinde bir anlamda “içgüdü” benzeri gibi düşünebileceğimiz bir çeşit "zekaya" sahip oldukları da belirtilmektedir. Bu niteliklerinden yararlanılarak insanlar tarafından bazı besin türündeki bitkilerin "genlerinde" değişiklik yapılarak fazla miktarda çoğalmaları ve hastalıklara karşı daha fazla direnç kazanmaları gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Böylece daha çok ve kaliteli "ürün" elde edilmektedir.

Plant behaviour and communication - PubMed (nih.gov)

There Is Such a Thing as Plant Intelligence (nationalgeographic.com)

 

Görüleceği gibi, bitkilerde diğer "hayvansal" yapılarda olduğu gibi "beyin" ya da "sinir merkezi" şeklinde bir "yönetim merkezi" bulunmamaktadır. Bu durumda bitkilerde karşılaşılan etkilere uyum sağlamak üzere gerçekleşen ve bitkilerin "büyümelerini" ve "çoğalmalarını" sağlayan değişimler ve gelişmelerin, bitkilerin hücre yapılarını oluşturan "Atom Altı Parçacıklarının" asıl unsuru olan çevre ve diğer dış etkenlere karşı "tepkileşme" niteliğini (davranışlarını) yönlendiren "öz" veya "sır" tarafından yürütüldüğü söylenebilir.

 

Burada ayrıca insanlar da dahil hayvansal ve bitkisel yapılardaki normal hücrelere girip çeşitli bozulmalara yol açan (hastalık) mikroskobik unsurlar olan "virüslerin" ve benzeri diğer tek hücreli yapıların davranışlarını da dikkate almak gerekmektedir. Buna göre ayrı bir hücre yapısına sahip olmayan ve "nucleic" asit ve "proteinden" ibaret olan virüslerin normal hücreler ile karşılaşmaları sırasında oraya "girmelerini", orada bazı değişimleri "gerçekleştirmeleri" ve sonuçta yeni virüsler olarak "çoğalmalarını" sağlayan unsurun, "gelişmiş" yapılarda bulunan "soyut nitelikler" gibi (içgüdü, zeka, hafıza) düşünülemeyeceği ancak bütün bu niteliklerin virüsün yapısını oluşturan "Atomlar" ile ilgili olduğu ve "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerinde bulunan  ve her an Yüce Yaratan" ile "iletişim" halinde bulunan "Öz" veya "Sır" tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, bakteri, alg, maya gibi adlandırılan "tek hücreli" yapıların da kendi yapılarının sürekliliği için gereken enerji ve besin üretimini, yine kendi yapılarını oluşturan "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerindeki "Öz" veya "Sır" tarafından gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Viruses | National Geographic Society

Unicellular vs. Multicellular | National Geographic Society

 

 

İnsan Gönlü (Sevgi)

                                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah yaratılışında İnsanı sadece “İnsana Özel” olmak üzere bazı yetenek ve hislerden oluşan “unsurlar” ile donattığını açıklamaktadır. Bunlar Ruh ve Akıl ile birlikte “Gönül” unsurundan oluşmaktadır.

 

Gönül unsuru, Yüce Yaratanın tüm yaratılışı gerçekleştirmesinde “Kendisinden” eklediği yoğun duyguyu ifade etmektedir. Bu duygu Ayetlerde “Sevgi” olarak belirtilmekte ve Yüce Allah’ın yarattıklarına olan “merhametini” ve “şefkatini” kapsamaktadır. Buna göre “İnsan Gönlü” insana tarifsiz bir “huzur” hissi veren ve “sevgi” olarak adlandırılan durumun yoğun olarak algılanmasını ifade etmektedir.

 

Bu duygu en yoğun olarak İnsanın Allah'a yönelme sırasında algılanabilmektedir.

 

O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun, namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verin. (3/20), (73/20)

İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah,  bir sevgi yaratacaktır. (44/96), (19/96)

İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir, onlar orada ebedi kalırlar. (52/23), (11/23)

İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise çok daha fazladır. (87/165), (2/165)

De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlarız. (87/139), (2/139) “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (96/28), (13/28)

Allah, iman edenleri korur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder. (103/38), (22/38)

Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır, şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir, küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir; işte doğru yolda olanlar bunlardır. (106/7), (49/7)

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de. Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti; o gönülden itaat edenlerdendi. (107/12), (66/12)

 

Bu nedenle insanların diğer insanların ve çevresindeki tüm varlıkların “yaratılmalarında” Yüce Allah’ın “merhametini” ve “şefkatini” fark ederek onlara karşı hissettiği sevgi duyusu, “İnsan Gönlü” olarak tanımlanmaktadır.

 

Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk, orada gönül açan her türden yetiştirdik. (34/7), (50/7)

Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için. (34/8) (50/8)

O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır, ne de az şükrediyorsunuz! (74/78), (23/78)

Kaynaşmanız için size kendinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir, doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (84/21), (30/21)

                                                                                                                                                          KONU BAŞLIKLARI                                                 

GÖNÜL
TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page