

İNSAN OLMAK
İNSAN OLMAK İÇİN BURADAYIZ
İNSANDAN BEKLENENLER
KONU BAŞLIKLARI
Allah'ı Tanımak ve İtaat Etmek
Allah'ı Anmak (Tesbih Etmek), Allah'a Teslim Olmak (İbadet)
Peygamberlere ve Hz.Muhammed'e İnanmak
İnsan Nefsinin Bazı Özellikleri
Kur'an’ı Okumak ve Anlamak
Yüce Allah Kur'an Ayetlerini Hz.Muhammed'e kendi dili ile (Arapça) indirdiğini bildirmektedir. Buna göre Kur'an'ın okunup anlaşılması için insanların Arapça bilmeleri gerekmektedir. Ancak Arapça konuşan toplumlar dışında yaşayan insanlar çoğunlukla Arap Harflerinin "okunuşlarını öğrenerek Kur'an'ı "sadece okumakta" fakat içeriğini anlayamamaktadır. Halen Dünya üzerindeki Müslümanları büyük bir çoğunluğu Allah'ın tüm insanlara bildirdiği uyarı, öğüt ve önerilerini içeren Kur'an Ayetlerini bu şekilde "okumakla" kendilerinden beklenen Allah'ın "Oku" emrini yerine getirdiklerini düşünmektedirler.
Yaratan Rabbinin adıyla oku! (1/1), (96/1)
İnsanların Allah'ın Arapça olarak gönderdiği Kur'an’ı Allah'ın "seçtiği" bu dille ancak anlamlarını bilmeden ve Arapça harfleri "seslendirerek" okumaları (yüzünden okumak) , her şeyden önce bu eşsiz “İradeye” bir "Saygı" olarak nitelendirilmelidir. Bu açıdan bakıldığında Kur'an’ı Arapça olarak okumak ve ezberlemek (Hafızlık) bu saygının en üst zirvesini oluşturmakta ve bir anlamda Arapça İslam'ın "Resmi Dili" olarak kabul edilmektedir. Nitekim Kur'an’ın "Pürüzsüz" bir Arapça olarak indirildiği böylece içeriğinin "Kolayca Anlaşılmasının" ve bu içeriği dikkate almak suretiyle insanların yanlışlardan "Korunmasının" sağlandığı Ayetlerde açıklanmaktadır.
Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. (59/28), (39/28)
Bu nedenle bazı ilahiyatçıların (Din Bilginlerinin) insanların Ayetlerde belirtilen öğüt ve önerilere göre yapacakları ibadetler sırasında "Arapça" dua etmelerinin gerektiğini ileri sürdükleri, diğer bir deyişle "İslam’ı" kabul ederek "Müslüman" olanların mutlaka "Arapça" bilmelerinin ya da bazı Ayetlerin ve duaların Arapça okunuşlarını "ezberlemelerinin" gerektiği sonucuna vardıkları bilinmektedir.
İnsanların Allah'a ibadet ederken bazı Kur'an Ayetlerini ve duaları Ayetlerde yer alan Arapça asılları olarak okumaları, Allah' a duyulan sonsuz saygının ifadesidir. Ancak asıl olanın, ibadetin Allah'a "iman edilmesi" ve Allah'a "teslim olunması" olduğu dikkate alındığında, imanın ve teslimiyetin en samimi ve içtenlikle ifadesinin insanların kendi dillerinde yapmaları ile mümkün olabileceği de bir gerçektir.
Ancak Ayetlerde açıkça bildirildiğine göre Kur'an "Tüm İnsanlara" hitap etmektedir ve bu Evren ve Dünya ortamının "Yok" olacağı zamana kadar yaşayacak olanlar da dahil, "Tüm İnsanlara" öğüt ve önerilerini son olarak Hz.Muhammed'e "Vahiy ettiği" bu "Ayetleri" ile iletmekte ve "Tüm İnsanlardan" bu öğüt ve önerileri bulundukları ortam ve dönemin şartları ve sahip oldukları bilgi birikimleri kapsamında "Okuyup" anlamaları ve ona göre "Allah" ve Allah'ın "Yarattıkları" hakkında en doğru bilgilere ulaşmaları beklenmektedir.
Bu nedenle tüm insanların her türlü "Çıkar" amaçlarını bir tarafa bırakıp sahip oldukları bilgi birikimlerini "Samimiyetle" paylaşarak bu "Öğüt ve Önerileri" bir bütün olarak "Her Dilde" değerlendirmeleri ve bu konuda "Birlikte" bir anlayışa doğru ilerlemeleri ve bulguların tüm insanlara "Ulaştırmaları" gerekmektedir. Böylece bütün insanlar her türlü çıkar endişesinden uzak olarak Evren ve Dünya ve bu ortamların asıl "Yaratılış" amacı ve bu "Yaratılışın" nasıl gerçekleştiği konularında daha açık bilgilere ulaşılacak ve bu "Yaratılışın" asıl "İradesinin" nasıl gerçekleştiği anlaşılacak ve bu aşamada "Allah’ı" anlamak ve algılamak daha mümkün olacaktır.
Bu durumda Kur'an’ın Arapça konuşmayan insanlar için kendi dillerine "Tercüme” edilmesi gerekmektedir. Zira Yüce Allah Ayetlerinde daima "akıl kullanılmasını", düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını ve Kur'an'ın "rehber edinilmesini" istemektedir. Aksi durumda insanlar Allah’ın kitabının kendi dillerine çevrilmiş olmaması durumunda manasını bilmeden üzerinde inceden inceye düşünemeyeceklerdir.
Kur'an, insan aklının “kendisine bildirilenleri” anlayabilir hale geldiği bir dönemde çok değerli bir Peygamber olan Hz. Muhammed'e öğretilmiş (vahiy edilmiş) ve tüm insanlara aktarılması sağlanmıştır. Buna göre Yüce Allah, Kur’an Ayetlerinin “Tüm İnsanlar” tarafından “Okunmasını” ve “Yorumlanmasını” önermekte ve beklemektedir. Yani Kur’an’ı okuyup anlamak ve yorumlamak Yüce Allah tarafından tüm insanlardan beklenilen bir “Görevdir”. Bu durumda Kur’an’ın “Yorumlanması” sadece “din bilginlerine” ait bir ayrıcalık değildir. Nitekim “İnsanlar”, Kur’an Ayetlerini yaşadıkları zamanlarda sahip oldukları bilgi birikimleri ile anlayıp yorumları ile kendilerine “doğru yolu” gösterecek eşsiz bir "Eser" meydana getirecekler ve kendi zamanlarında birer "İnsan" olacaklar ve o zaman için ulaşabilecekleri derinlikte "gerçekleri” anlayabileceklerdir.
Kur’an’ın anlaşılması ile ilgili olarak “Kur'an’ın Okunması ve Anlaşılması-İnsan Olmak İçin İlk Adım” bölümünde ayrıntılı açıklama bulunmaktadır.
Allah'ı Tanımak ve İtaat Etmek
Evren ve içinde yaşadığımız Dünya ortamı ile bilgimiz dışında bulunan tüm ortamların yaratıcısı ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah, insana nasıl yaratıldığını araştırmasını ve bu yaratılışın iradesi ve sahibi olan Allah'ın farkına varılmasını ve bunun anlaşılmasından sonra, bu mucizenin sahibi olan Allah'ın kabul ve tasdik edilerek Allah'a teslim olunmasını ve bunun bir ifadesi olarak da "Sadece Allah'a" itaat ve ibadet edilmesini (Kulluk) insana en önde gelen bir görev olarak vermiştir.
Nitekim insanlara bu görevi anlayıp yerine getirdiklerinde yine Allah tarafından var edilmiş olan azap ve cezalandırılma işleminden kurtulmalarının mümkün olduğu açıklanmaktadır.
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş olursunuz. (87/21), (2/21)
Yüce Allah "Gerçek Ortamda" yaratmış olduğu "İlk İnsan" olan Adem'e ve birlikte "huzur bulmaları" için yarattığı eşine ilk olarak onları "Yaratanı" hatırlatmakta ve onlardan beklediklerini bildirmektedir.
Buna göre yine "Gerçek Ortamda" onlar için "hiçbir Şeye" ihtiyaç duymayacakları "Cennet" ortamını "hazırladığını" ve orada yaşayacaklarını ancak işaret ettiği bir ağaca yaklaşmamalarını (o ağaçtan yememelerini) bildirdiğini ve onlardan söz aldığını (ahit verdiklerini) açıklamaktadır.
Andolsun biz, daha önce de Adem'e ahit vermiştik, ne var ki o unuttu, onda azim de bulmadık. (45/115), (20/115)
Bir zaman biz meleklere: Adem'e secde edin! Demiştik, onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç, o diretti. (45/116), (20/116)
Bunun üzerine: “Ey Adem!” dedik, “Bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin!” (45/117), (20/117)
“Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır ne de çıplak kalmak.” (45/118), (20/118)
“Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.” (45/119), (20/119)
Derken şeytan onun aklını karıştırıp "Ey Adem! dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?" (45/120), (20/120)
Nihayet ondan yediler, bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü, üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Adem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (45/121), (20/121)
Sonra Rabbi onu seçkin kıldı tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti. (45/122), (20/122)
Dedi ki: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” (45/123), (20/123)
Öte yandan Allah'ın "iradesini" uygulamak ve yürütmek üzere kendi katında daha önce yaratmış olduğu "Meleklerine ve Cinlerine" bu defa yarattığı "İnsana" tabi olmalarını (Secde Etmelerini) söylediğini ancak "Şeytanın" bu isteğine karşı direttiğini, yaşayacakları bu ortamda (Cennet) Adem ve eşine bildirmektedir.
Ancak aynı zamanda Adem ve Eşinin yaratılması sırasında Allah'ın bu isteğine karşı çıkarak bu "İnsanlara" boyun eğmeyen Şeytan'ın bu nedenle onlar için "Büyük bir "Düşman" olduğunu ve Şeytan'ın onların "Cennetten çıkmalarına, yorulmalarına, sıkıntı çekmelerine" neden olabileceğini ihtar ettiğini açıklanmaktadır.
Bu nedenle Adem ve eşinden Şeytan'a dikkat etmeleri ve ona uymamaları konusunda onlardan söz aldığı, (Ahit Vermelerine) fakat buna rağmen Adem ve Eşinin bu "Ahitlerini" unuttukları ve bu sözlerini tutmak için "Azimli" olmadıkları açıklanmaktadır. Çünkü Şeytan'ın onun aklını karıştırıp ona ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereceğini söyleyip onları kandırdığı ve onların da bu vaatlere dayanamayıp nihayet o ağaçtan yedikleri, bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründüğünden üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştıkları bildirilmektedir.
Bu yaptıkları nedeniyle Allah'a âsi olup yollarını şaşıran Adem ve eşinin "Akıllarını" kullanıp pişmanlıkla tövbe etmeleri üzerine Allah'ın onların tövbesini kabul ettiği ve doğru yola yönelttiği, fakat onlarla Şeytan'ı birbirlerine "düşman" olarak bulundukları Cennet ortamından çıkardığı açıklanmaktadır.
Böylece Cennet ortamından çıkarılan "bütün insanlara" Allah'ın insanları doğru yola (hidayet) ulaştıracağı, doğru yola ulaştıktan sonra kim bu doğru yola uyarsa onun artık bundan sapmayacağı ve bedbaht olmayacağı bildirilmekte ve bu uyarı ile bütün insanlardan doğru yoldan ayrılmamaları konusunda "azimli" olmaları beklendiği ifade edilmektedir.
Burada Adem ve onunla birlikte hareket eden eşi ile ilgili olarak anlatılan hususlar, daha sonra yaşamış olan, halen yaşamakta olan ve gelecekte yaşayacak olan tüm insanlar açısından dikkate alınması gereken "Gerçeklere" işaret edilmekte ve "İnsanların" manevî gerçekleri göz ardı etme eğiliminin daimî özelliklerinden biri olduğu tüm insanların bir "Simgesi" olarak Adem üzerinden açıklanmaktadır. Böylece Adem ve Eşinin bu Dünya ortamına "İndirilmesi" ile onların "Şeytanın" telkinlerine "Açık" olabileceklerine dikkat çekilmektedir. Buna göre söz konusu zafiyetin bu ortamda onlardan "Çoğalan" tüm İnsanlara da "Genler" aracılığı ile aktarılmış olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle tüm insanların bu durumu "Fark Etmeleri" ancak onlara verilen "Akıl" unsurunu kullanmaları ile mümkün olabilecektir.
Aksi halde Şeytanın etkisine uyarak "Kolaylıkla" Allah'a "Asi" olup "Yollarını Şaşırmaları" mümkün bulunmaktadır. Allah insanlara yine de her an yaptıkları yanlışları ve hataları görmeleri üzerine bu yanlış ve hatalardan "Vaz Geçmeye" söz vermeleri yani "Tövbe" etmeleri halinde onları "Seçkin" kılacağına ve "Doğru Yola" ileteceğine dikkatlerimizi çekmektedir.
İnsanların Dua ederek ve Akıllarını kullanarak Şeytan'ın etkilerinden uzaklaşıp "Kurtuluşa" ulaşmaları halinde Allah'ın izni ile artık bu "Doğru" yoldan sapmayacağı ve mutsuz olmayacağı belirtilmektedir.
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (45/124), (20/124)
“O: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!” der.” (45/125), (20/125)
“İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!”” (45/126), (20/126)
Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız, ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir. (45/127), (20/127)
Bizim, onlardan önce nice nesilleri helâk etmiş olmamız kendilerini yola getirmedi mi? halbuki onların yurtlarında gezip
dolaşırlar bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır. (45/128), (20/128)
Eğer Rabbinden, daha önce sâdır olmuş bir söz ve tayin edilmiş bir vade olmasaydı, kaçınılmaz olurdu. (45/129), (20/129)
Öte yandan Allah'ı anmaktan "Yüz Çeviren" insanların bu Dünya ortamındaki yaşamlarında sıkıntılı bir hayatı olacağı hatırlatılmaktadır. Bu durumda olan insanların yaşantılarını gözden geçirmeleri halinde yaşamlarını nasıl bir sıkıntı ile sürdürdüklerini anlayacakları ve Kıyamet zamanında "Kör" olarak yeniden yaratılacakları ifade edilmektedir. O nedenle kendilerinin bu durumda olduğunu "Gören" insanların bu durumdan kurtulmak için Allah'a yönelmeleri beklenmektedir. Bugünden Kıyamet zamanında olacaklar ile ilgili olarak çok açık bir şekilde "Uyarı" yapılmakta ve o zaman bu durumun Allah'ın "Ayetlerine" itibar edilmemesinin ve ilgi gösterilmemesinin bu duruma neden olduğunun ve "Rabbinin" Ayetlerine inanmayanların ve doğru yoldan sapanların böyle cezalandırıldıklarının kendisine söyleneceği bildirilmektedir. Ahiret ortamındaki "Azap" durumunun Dünya ortamında çekilen azaba göre daha şiddetli ve sürekli olacağı hatırlatılarak yapılan "Uyarıların" dikkate alınması için insanların dikkatleri çekilmektedir.
Ayrıca, geçmişte yaşamış olan birçok "Nesillerin" nasıl ortadan kaldırılmış olduklarının incelenmesi halinde Allah'ı anmamakta ısrar eden ve Allah'tan yüz çeviren insanlardan "Akıllarını Kullanabilenlerin" elde ettikleri bilgilerden "İbret" alarak Allah'ı tanıyabilecekleri, Allah'ı hissedebilecekleri ve durumlarını "Düzeltebilecekleri" yine bir "Uyarı" olarak bildirilmektedir. Allah, insanlardan bu şekilde her şeyi inceleyip akıllarını kullanmalarına fırsat vermek için bir süre (Vade) tayin etmeyi takdir ettiğini ve söz verdiğini açıklamakta, bu söz verilmeseydi bu insanların "Anında" helak olmalarının "Kaçınılmaz" olacağının bilinmesini ve anlaşılmasını istemektedir.
Öte yandan Yüce Yaratan insanların Allah’ı düşünmeleri ve anlayabilmeleri için çok önemli bir “gerçeğe” işaret etmektedir.
Buna göre Yüce Allah'ın bu Dünya ortamında Adem’in ve daha sonra yaşayacak bütün insanların "nesillerinde" yer alacak olan ve esasen Gerçek Ortamda "yaratmış" olduğu "Ruhlarını" bir araya getirerek topladığı, (zürriyetlerini bellerinden çıkardığı) ve onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu onların da “Evet şahit olduk” dedikleri, böylece "bütün insanların" Allah'ın bütün yaratılışların sahibi ve tek yaratıcısı olarak kutsallaştırılacak ve tapınılacak "Tek Güç" olduğunu "kabul ettiklerine" kendisi de dahil olmak üzere "bütün insanların" birbirlerine "şahit" oldukları açıklanmaktadır. Bu toplantı “Elest” olarak tanımlanmaktadır.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), “Evet (buna) şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik. Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için. (39/173), (7/173)
Böylece insanların Kıyamet gününde Allah’ın “Tek Yaratıcı Güç” olduğundan haberlerinin bulunmadığını veya atalarının izlerinde gittiklerini bahane olarak ileri süremeyeceklerine dikkatleri çekilmektedir.
Buna göre “Allah” kavramı, tüm insanların kendi "Bilinçleri" dışında, yani inkâr etseler ya da fark etmeseler dahi, "Ruhlarında" temel bir "duygu" olarak bulunmaktadır. Bu "duygu", Adem ve sonrasında bu Dünya ortamında yaşamış olan, halen yaşayan ve bu ortamın sona ereceği ana kadar yaşayacak olan “bütün insanların” Gerçek Ortamda "Yaratılmış" olan "Ruhlarında", Allah'ı "Tanıma" ve "Allah'a Teslim Olma" konusunda Allah’a verdikleri "Söz" olarak yer almaktadır.
İnsan "Aklının" ve buna bağlı olarak "Toplumların" gelişmelerine ve değişmelerine yani "Evrilmelerine" göre bu “Allah Duygusu” değişik şekillerde ve düzeylerde insan hayatına yansımış ancak hiçbir zaman "Yok" olmamıştır. Ayetteki ifadeye göre verilen bu "Söz" bu ortamda yaşayacak "Son" insana kadar İnsanların Ruhunda bulunacaktır.
Yüce Allah böylece bütün insanlardan kendilerine bildirilen Kur’an Ayetlerini okuyup “bu gerçeği” ve diğer gerçekleri anlamaya çalışmalarını, Ayetlerinde belirttiği şekilde Allah’ı “anmalarını”, “Tek Yaratıcı Güç” olarak “tanımalarını” ve Allah’a “itaat” etmelerini, diğer bir deyişle Allah’a “ibadet” etmelerini beklediğini bir uyarı ve ihtar olarak bildirmektedir.
Allah'ı Anmak (Tesbih Etmek), Allah'a Teslim Olmak (İbadet)
Yüce Allah Kur'an’ı "Hüküm" ve "doğru yolu" gösteren bir kılavuz" olmak üzere "Arapça" olarak ve vahiy yoluyla Hz.Muhammed'e "İndirdiğini", ayrıca daha önceki toplumlara da yaptığı uyarı, öğüt ve önerilerini her peygambere yalnız "kendi kavminin diliyle" gönderdiğini bildirmektedir. Buna göre insanların kendilerine yapılan Allah'ın "Yaratıcılığı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna dair uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate alıp anlayabilmelerinin sağlandığı ve onlara göre "doğru yola" yöneltildikleri açıklanmaktadır.
Onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir, çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. (72/4), (14/4)
Buna göre insanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" hakkında fikir sahibi olmaları, bunun için Allah'ın "İnsanlara" aralarından seçtiği peygamberler ile ve çeşitli şekillerde bildirdiği uyarı, öğüt ve önerilerinde açıkladıklarını okuyup "anlamaya" çalışmaları ve onlara uygun olarak davranmaları "ibadet" olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda Allah'ın adının anılması (tesbih), Allah'ın yüceltilmesi (hamd) ve Ayetlerde açıkladığı gibi davranmaları (namaz, oruç, hac, zekât ve diğer öğüt ve öneriler ile uyarılarının dikkate alınarak istenmeyenlerden uzak durulması) topluca "ibadet" olmaktadır.
Bu nedenle insanlardan öncelikle Kur'an Ayetlerini "okumaları" ve birbirleri ile olan bağlantı ve anlam birliğini anlayıp "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah hakkında doğru bir "anlayışa" ulaşmaları, Ayetlerde yer alan ve bu anlayışa ulaşmalarında onlara yardımcı ve yol gösterecek olan "gerçekleri" dikkate alarak davranışlarını ve düşüncelerini gözden geçirmeleri ve bu gerçeklere göre yaşamaları, diğer bir deyişle "ibadet" etmeleri beklenmektedir.
Hz.Muhammed'den önceki dönemlerde yaşamış olan insanlara da peygamberler tarafından Allah'a inanmaları ve Allah'a ibadet etmelerinin ve şekillerinin bildirildiği ancak nasıl uygulandıklarının ise açıklanmadığı Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı gösterdik, öyle ise onlar bu işte seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yoldasın. (103/67), (22/67)
Örneğin İbrahim peygambere bildirilenler ibadet "şekilleri" olarak bazı uygulamalara işaret etmektedir. İbadet ile ilgili uygulamalar Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanan ve iman eden müminlere hitaben Ayetlerde de yer almaktadır.
Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve “Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.” (103/26), (22/26)
Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (103/77), (22/77)
Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, babanız İbrahim'in dininde Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O gerek daha önce gerekse bunda size "Müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın, O, sizin mevlânızdır, ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır. (103/78), (22/78)
Görüldüğü gibi, Hz.Muhammed'e indirilen Ayetlerde İbrahim Peygambere bildirilen ibadetler halen Müslümanlar tarafından yapılmakta olan ibadetler ile çok benzerlik göstermektedir. Günümüzde söz konusu ibadetler Hz.Muhammed tarafından toplumuna gösterildiği şekil ve esaslara göre uygulanmaktadır. Ancak daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan anlayış farklılıkları nedeniyle oluşan inanç gruplarında (mezhep, tarikat vb) bu konularda farklı uygulamaların yapıldığı ve Hz.Muhammed'in "özgün" uygulamalarından zaman zaman uzaklaşıldığı bilinmektedir. Bu konuda Mezhep, Tarikat, Cemaat bölümünde ayrıca bilgi bulunmaktadır.
Genel olarak Ayetlerde ibadet konularındaki açıklamalarda, Allah'ın Adem'den itibaren bu Dünya ortamında yaşamış olan bütün "insan toplumlarına" seçtiği peygamberler ile sözlü olarak ya da yazılı belgeler haline getirilerek çeşitli şekillerde uyarı, öğüt ve önerilerini bildirdiği ve ana unsur olarak, insanlardan "Yaratılış" ile ilgili "bilgi edinmelerinin" ve tüm yaratılışın bir "Tek Yaratıcı Güç" tarafından gerçekleştirildiğini "anlamalarının" beklendiği belirtilmektedir.
Öte Yandan, bazı "ibadetlerin" sadece Hz.Muhammed tarafından yapıldığına işaret edilmektedir.
Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını, üçte birini yatmadan geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü ölçüp biçen ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğer bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun, namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. (3/20), (73/20)
Allah, Hz.Muhammed'e geceleri yatmadan geçirdiği zamanı ve o zamanda ibadet ettiğini bildiğini hatırlatarak gece ve gündüzü ve içinde olup bitenleri iyiden iyiye ölçüp biçenin ve onları "Yaratan” olduğunu ve insanların bunları yani yaratılışları sayamayacaklarını hatırlatarak insanların aslında bu yaratılışlar karşılığında ibadet etmelerinin mümkün olamayacağı açıklanmakta ve bu nedenle Hz.Muhammed ve tüm insanların her yaratılışa karşılık olabilecek ibadetlerden affettiğini (bağışladığını) açıklamaktadır.
Esasen Yüce Yaratan'ın yarattıklarını bilim çalışmaları ile fark eden insanlar bu yaratılışlar karşısında hayranlık duymaktadır. İnsanlar akıllarını kullanarak bilgi birikimi ve buluşları geliştirmeleri ile Allah'ın yaratma gücü ve yaratılışların tabi oldukları kuralları keşfetmektedir.
Yapılan her yeni keşif ve elde edilen her yani bilgi ile bu ortam ve giderek yakın diğer ortamlar ile ilgili olarak daha çok bilinmeyenler bilinir olacak ve insanların hayat düzeyleri de bunlara paralel olarak değişecek ve gelişecektir. İşte bunları fark eden insanlar doğal olarak yaratılışların kaynağını giderek daha büyük bir hayranlıkla ve görerek bu muazzam ve tarifsiz “Gücü” anlayabildikleri ve algılayabildikleri ölçüde Allah'a teslim olacaklardır.
Allah, bu vahiy ile bu düzeylere ulaşan insanlara yarattıklarını sayamayacaklarını aslında en basit dahi olsa her en küçük yaratılış için dahi Allah'ı anıp O'na teslimiyetini ifade etmeye (Yani ibadet etmeye) kalkılırsa, ne kadar ileri bilgilere ulaşılırsa ulaşılsın, bunun mümkün olamayacağını göstermektedir.
Yüce Yaratan, bu imkansızlığa işaret ettikten sonra artık insanların Kur'an’dan kolayına geleni okumalarını önermektedir. Zira asıl olan insanların Yaratan'ı yarattıklarını görüp niteliklerini ve yaratılış inceliklerini anlamaları ile Allah'ı fark edebilmeleri, algılayabilmeleri ve Allah'a teslim olabilmeleridir.
Bu teslimiyet her insanın bilgi ve anlayışı düzeyine göre farklı olabilir. O nedenle Kur'an’da tüm insanlara iletilen öğüt ve önerilerden kolayına geleni okumakla bazı insanların bu fark edişlere ulaşabilmelerinin mümkün olduğu belirtilmektedir.
Öte yandan, insanların yaşamları boyunca yoğun bir şekilde yaşamları ile ilgili faaliyette bulunacağı da hatırlatılarak, Allah'ı anma ve ibadet etmede Allah'a "eş" tutmamaları (ortak koşmamaları) ve kolaylarına gelecek şekilde Kuran okumaları, namaz kılmaları, zekât vermeleri önerilmektedir. Böylece isteyerek ve gönülden gelerek Allah ile bir anlamda iletişim kurulacağı, bu şekildeki teslimiyete Allah tarafından sanki ödünç verilmiş gibi karşılık verileceğine işaret edilmektedir.
Bu ortamdaki yaşamları boyunca insanların bu ve benzer iyiliklerinin, gerçek ortama geçildiğinde Allah katında çok daha fazla ve çok büyük mükafatlarla karşılık bulacağı yine tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Tüm bunlara bağlı olarak Allah'ta af dilenmesi önerilmektedir. Zira ne kadar kolayına gelenin yapılması dahi yeterli olsa da insanların çoğu o kadarını dahi yapamayacak veya eksik yapacaktır. O nedenle Allah'ın çok bağışlayıcı ve esirgeyici olduğunu düşünerek hata ve noksanların farkında olarak Allah'tan af dilenmelidir.
Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.
Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden sakının. (87/197), (2/197)
Ayetteki bu cümleler, Hac ibadeti ile ilgili olmakla birlikte, tüm ibadetler için geçerli olan öğütleri içermektedir. Buna göre Allah'ı tanıyıp tek yaratıcı olarak O'na ibadet edenlerin (Takva) en hayırlı şeyi (Azık) elde ettiği belirtilmekte ve bu ibadetleri akıl yürüterek yani bilerek ve bilinçli olarak yapılmasını, böyle yapıldığında Allah'ın yüceliği, gücü, büyüklüğü, kudreti ve her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğunun anlaşılacağı belirtilmektedir. Bu anlayışa ulaşılmaması ve bu ihtişam ve yücelik karşısında belirtilen öğüt ve önerilere uyulmaması (Akılları olmasına rağmen bilerek ve isteyerek uyulmaması) halinde ne ile karşılaşılacağının da düşünülmesi ve böylece Allah'tan ve Allah'ın önerdiği ve öğütlediği şeylere karşı gelmekten sakınılması gerektiğinin düşünülmesi istenmektedir.
Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. Allah'ı övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır. (50/44), (17/44)
Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, azizdir, hakîmdir. (94/1), (57/1)
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O, üstündür, hikmet sahibidir. (101/1), (59/1)
O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır, en güzel isimler Allah'ındır, göklerde ve yerde olanlar Allah'ın şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir. (101/24), (59/24)
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk Allah'ındır, hamd O'nadır, O her şeye kadirdir. (108/1), (64/1)
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ı tesbih eder. O, üstündür, hikmet sahibidir. (109/1), (61/1)
Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, aziz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder. (110/1), (62/1)
Bu Ayetler doğrudan Yüce Allah'ın "yaratıcılığına" işaret etmektedir. Buna göre Evren'deki (göklerde ve yerde) ve henüz bilemediğimiz diğer ortamlardaki (yedi gök) canlı veya cansız olarak tanımladığımız "her şeyin" Allah'ı "tesbih" etmekte olduğu belirtilmektedir. Ayetlerde yer alan "tesbih etme" ifadeleri ile, Evren bünyesinde ve varlığı konusunda hiçbir bilgiye sahip olmadığımız diğer bütün ortamlardaki "her şeyin", bulundukları ortamdaki varlıklarının kendilerini "Yaratmış" olan "Allah'a" ait olduğunun ve Allah'ın "iradesi" ile gerçekleştiğinin "bilincinde" olduklarına işaret edilmekte ve bunun gereği olarak Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunun, Allah'ın "her türlü noksanlıktan" uzak olduğunun ve sadece Allah'ı "yücelttiklerinin" ifadesi olarak bir şekilde Allah'ı "tesbih" ettikleri açıklanmakta ve bu nitelikte bir başka "Güç" veya "Varlık" bulunmadığı kesin olarak tüm insanlara bildirilmektedir. Ayrıca "Tek Yaratıcılık" vasfının doğal bir durumu olarak övülmek ve yüceltilmek üzere tüm "güzel isimlerin" ancak "Allah’a" mahsus olduğu da hatırlatılmakta ve bu Dünya ortamında, göklerde ve yerde (Evren) ve onların ötesindeki ortamlarda "bulunanların" Allah'ın şanını yücelttikleri ve bütün yüceltilmelerin (hamd) sadece her zaman galip ve bilinmeyenlerin sırlarını bilen (Hikmet Sahibi) Allah'a yapılacağı "gerçeğini" ifade ettikleri (Tesbih) açıklanmaktadır.
İçinde bulunduğumuz ve İnsanların bir süre yaşamaları için hazırlandığı Ayetlerde açıklanan Dünya ortamı ve onun bir parçası olan tüm Evren açısından bakıldığında, Evren'de bulunan tüm varlıkların "her an" yapmakta oldukları bu "tesbih", o varlıkların yapılarındaki en küçük unsur olan Atom Altı Parçacıklarının "ilk Yaratıldıkları" andan itibaren kendileri arasında ve diğer yapılardaki Atom Altı Parçacıklarının bünyelerinde "Her An" gerçekleşmekte olan ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar devam edecek "etkileşimler" olarak düşünülebilir. Söz konusu etkileşimler Atom Altı Parçacıkların bünyelerine Allah tarafında yerleştirilmiş bulunan "bilinçli Enerji" olarak düşünebileceğimiz bir "itici güç" sayesinde gerçekleşmektedir.
Bu durumda Yüce Allah "Her Şeyin" tek ve eşsiz "Yaratıcısı" olarak "Yaratmış" olduğu "Her Şeyin" yapısında bulunmaktadır. Bu nedenle, Dünya'da bulunan bütün insanların ve diğer bütün canlı ve cansız varlıkların yapıları da dahil olmak üzere, yedi gök, yer ve Evrendeki "Her Şey" kendisini yaratan ile daimî olarak "İletişim" halinde bulunmakta ve böylece Allah'ın sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır. Bu iletişim "Allah'ı Tesbih Etme" olarak tanımlanabilir. Bu duruma insanlar açısından bakıldığında, Allah'ı ve Allah'ın bütün insanlara bildirdiği "gerçekleri" ne kadar inkâr ederlerse etsinler, insanların beden yapılarındaki Atom Altı Parçacıklarının her an Allah'ı andığını (tesbih ettiğini) hiçbir zaman unutmamalarının ve "Akıllarını" kullanıp bu gerçekleri her an düşünmelerinin gerektiği görülecektir. Ayrıca Allah'ın "Ruhunu" insanların bünyelerine "üfleyerek" insanların "Ruhlarını" oluşturduğu, bu nedenle insanlar ile her an iletişim halinde onların "bünyelerinde" bulunduğunu ve böylece insanların "akıllarından geçenleri" bildiği üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer çok önemli husus olmaktadır.
Atom Altı Parçacıklar ile ilgili olarak Evren ve Dünya bölümünde daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
Bu açıklamalardan ve Yaratılış konusundaki Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, her şeyin "Yaratılışının" ve yaratılmış her şeyin "gelişimlerinin ve gelişimlerinin" sürdürülmesinin, "Tek Yaratıcı Güç" tarafından her şeyin en küçük unsurları (Temel Unsur) olarak yaratılan ve bünyelerine "Bilinçli Enerji" yüklenen "Atom Altı Parçacıkların" birbirleri ile olan "Etkileşimleri" ile gerçekleşmektedir. Bu nedenle Ayette “yedi gök”, yer ve bunlarda bulunan herkesin ve her şeyin bünyelerindeki Atom Altı Parçacıklarının "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile "her an" devam etmekte olan "iletişimleri" nedeniyle "her şey" kesintisiz olarak Allah'ı "Anmakta" ve Allah'ı "Tesbih" etmektedir. Böylece yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkesin ve her şeyin Allah'ın mülkün sahibi, eksiklikten uzak (münezzeh), aziz, hakîm, üstün, her şeye kadir ve bütün yüceltilmelerin (hamd) sadece Allah'a yapılacağı "Tek Yaratan" olduğunu ifade ettikleri açıklanmaktadır. Bu durumda Allah'ı "övgü" ile tesbih etmeyen hiçbir şey bulunmamaktadır.
Günümüzde "İnsanlığın" şu anda elde ettiği bilgi birikimi ve ulaştığı gelişmeler insanlara "çok ileri" düzeyde ve "Çarpıcı" gelmesine rağmen, gelecek zamanlarda sağlanacak yeni bilgiler yanında belki henüz "başlangıç düzeyinde" oldukları söylenebilir. Nitekim Yüce Allah "yarattığı" insanlara "bütün isimleri" öğrettiğini bildirmektedir.
Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. (87/31), (2/31)
Buna göre bu ortamda yaşayacak olan insanlar öncekilerin bilgi birikimleri yanında kendileri tarafından eklenecek yeni bilgileri de ekleyip gelecek nesillere devrederek sonuçta onlara "öğretilmiş" olan "bütün isimleri" hatırlamış olacaklardır. Ancak yine de bilgi birikimleri hangi düzeye çıkarsa çıksın Allah'ın "İlmi" olarak tanımlanan gelecek ile ilgili bilinemeyenlerin (Gaybın) ve yaratılış ile ilgili sırların (Hikmetinin) tamamının insanlar tarafından tam olarak hiçbir zaman anlaşılmasının mümkün olamayacağı bildirilmektedir. Zira Allah "Bildirdiklerinin" dışında insanların ilminden hiçbir şeyi "Tam Olarak" bilemeyeceklerini açıklamaktadır.
Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)
Ancak insanlardan bu Ayetlerden "ilham" alarak ve "Akıllarını" kullanarak kendi "yaratılışlarını" anlamaya çalışmalarının ve Allah'ı "tesbih etmelerinin" beklendiği belirtilmektedir.
Buna göre kendinden beklenenleri yerine getiremeyen ve gayret göstermeyen insanları cezalandırmada da "merhameti" ve daima "affedici" olması nedeniyle" onlara Akıllarını" kullanarak "doğru yola" yönelebilme kabiliyetlerini keşfedip anlayabilmeleri için fırsat vererek acele etmediğini (Halîm) ve affedici olduğunu bildirmektedir.
Öte yandan, Yüce Allah ölüm sonrasına (Ahirete) inanmayan ve yaşarken yaptıklarından ötürü "cezalandırılmayacaklarını" iddia eden insanlara "ölüm" gerçeği üzerinden bir "uyarı" yaparak ölümleri sırasında (Can Boğaza Dayandığında) tamamen "Çaresiz" ve "Güçsüz" bir şekilde bakakalacaklarını hatırlatmakta ve ölümün durdurulamayacağı "gerçeği" karşısında "Ahirette" kurtuluşa ulaşmayı "ümit" ederek "doğru yola" yönelmelerini ve Allah'ı (Ulu Rabbi), her türlü eksikliklerden, kötülüklerden ve kusurdan ve uzak olduğunu kabul ederek (tenzih ederek) anmalarını öğüt vermektedir.
Hele can boğaza dayandığı zaman (46/83), (56/83)
O vakit siz bakar durursunuz. (46/84), (56/84)
Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an. (46/96), (56/96)
Bu Ayetler ile bütün insanlara aynı zamanda bu ortamdan ayrılacakları "gerçeğini" ifade eden "ölüm" olayının "Yaratılmış" her şey için aynen geçerli olduğu açıklanmakta ve her insanın "İnsan Olmak" için önce bu ayetleri her yönü ile düşünmeleri, kendine karşı bu düşüncelerinde samimi olmaları ve bulduğu cevap ile yüzleşerek "Yaratana" teslim olmaları ve Allah'a ibadet etmelerinin gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle insanların Allah'a teslim olarak “ibadet” etmeye “akılları” ile karar vermeleri gerekmektedir.
Ancak, Allah insanları birçok açıdan şeytanın etkileyebileceği özellikleri taşıyacak şekilde yaratmıştır. Asıl olan bu zayıf noktaları görüp onları etkisiz bırakacak bir anlayışa akıl ile kavuşabilmektir. Bu arada geçecek sürede insanların bazı konularda tam olarak olgunluğa kavuşmaları mümkün olmayabilir. Buna göre insana düşen her an ve her aşamada yapması gerekenleri, yapabildiklerini ve yapamadıklarını irdeleyebilmesi ve bunları düşünerek “aklı” ile yapılması gerekenlere (Doğru Yol) giderek artan bir yönelme sağlayabilmesidir. Allah, insana bu nedenle gücü ile orantılı olarak yükümlü olacağını açıklamaktadır.
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (74/62), (23/62)
Allah her insanın düşünce yapısını çok iyi bildiği için, insanın bu doğru yola olan isteği ve yönelme kabiliyetini en adaletli bir şekilde tayin edecektir. İnsanın da aynı şekilde kendi yapısını iyi tanıyıp yaptıklarını sorgulaması ve o an için gücünün yetmediği konularda Allah'tan af dileyerek (Dua ederek) Allah'a sığınması, ancak aklını kullanarak bu durumdan kurtulmaya da çalışması gerekir.
Allah’ın anılması ve ibadet konularında “İman Din ve İbadet” bölümünde ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır.
Peygamberlere ve Hz.Muhammed'e İnanmak
Yüce Allah "Gerçek Ortamda" yaratmış olduğu "Akıllı İnsanlara" ait "Ruhlarının" Allah'ın yegâne "Yaratıcı Güç" olduğuna 'Şahitlik' ettikleri zaman yerleştirdiği "Allah" kavramının zamanla çeşitli etkenlerle Allah'ı inkar edecek kadar değişimlere uğraması nedeniyle bozulan inanç anlayışlarını ve davranışlarını düzenlemek ve ölümleri sonrasında Gerçek Ortama geri geldiklerinde Allah'ın sevgisine, merhametine ve affetmesine kavuşabilmeleri için onları yeniden "Doğru Yola" ulaştırmak üzere bazı insanları "Uyarıcı" olarak görevlendirdiğini Ayetlerinde bildirmektedir.
Yüce Allah "Yaratmış" olduğu insanların bünyelerine "Ruh" ve "Akıl" verdiğini ve bir süre yaşamaları için Dünya ortamına "Gönderdiğini" belirterek insanlardan Kendisinin "Tek Yaratan" olduğunu anlayabilmelerini sağlamak üzere "Öğüt ve Önerilerini" onlara "İleten" seçtiği "Uyarıcılara" inanmalarını beklediğini ve onları yalanlamamaları gerektiğini bildirmektedir.
Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği halde zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi, işte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız. (51/13), (10/13)
Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (51/14), (10/14)
Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman bize kavuşmayı beklemeyenler: “Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (51/15), (10/15)
De ki: “Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?” (51/16), (10/16)
Öyleyse kim Allah'a karşı yalan uydurandan veya onun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir! bilesiniz ki suçlular asla onmazlar! (51/17), (10/17)
Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir." (51/18), (10/18)
Gönderilen bu Uyarıcıların (Peygamberlerin) özellikle ilk dönemlerde yaşamış olan insan topluluklarının henüz "Bu Ortam" ve bu ortamın niteliklerini anlayacak yeterli bilgi düzeyine ve bilgi birikimlerine sahip olmamaları nedeniyle, "Yaratan" bir gücün "Varlığı" ile ilgili olarak onlara bir "Fikir" verilmesi ve bu konuda "İkna" olmalarını sağlamak üzere bu Peygamberlerin toplum üzerinde etkili olabilecek "Mucizeler" getirdikleri ve buna rağmen bazı toplumların bunlara inanmayıp Peygamberlere "Zulüm" edip onları ve getirdiklerini inkar ettikleri ve bu nedenle de bu toplumların helak edildikleri açıklanmaktadır. Peygamberlerini ve getirdiklerini "İnkâr" eden bu toplumların, bilgisizliklerinin yanında kibirlenmeleri ve bildiklerinin dışında herhangi bir "uyarıyı" da kabul etmeyecek bir anlayışta olmaları yüzünden bu şekilde "Cezalandırıldıkları" ve bu sabit fikirleri nedeniyle Peygamberlerine zulmedenlerin ardından "Nasıl davranacaklarını" görmek için Hz.Muhammed'in toplumunun yeryüzünde halifeler kılındığı bildirilmektedir.
Burada özellikle Allah'ın toplumlara göndermiş olduğu "Uyarıcılara" inanılmamasının "Kendisine" de inanmamak olduğuna işaret edilmektedir.
Son Peygamber olanHz.Muhammed tarafından tüm "Akıllı" insanlara iletilen Kur'an Ayetlerinde, bu ortama gönderilmiş olan ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar gelecek olan tüm "Akıllı" insanlara, sonuçta "Yaratan'a Kavuşacakları" yani "Allah'a Geri Dönüleceği" özel olarak ve defalarca bildirilmektedir. İnanmamaları nedeniyle kendilerine açık açık Kur'an Ayetlerinin açık açık okunmasına rağmen öldükten sonra Allah'a "Kavuşmayı" beklemeyenler kendilerine iletilen Kur'an’ın "Değiştirilmesini" istemeleri karşısında onu kendiliğinden değiştiremeyeceğini, bunun olacak şey olmadığını, kendisine vahiy olunandan başkasına uymayacağını, çünkü bunun Allah'a isyan olacağını ve isyan ederse elbette büyük günün azabına uğrayacağını iletmesini Yüce Allah Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'den inanmayanlara düşünmeleri için bir delil olarak eğer Allah dileseydi Kur'an’ı onlara okuyamayacağını ve böylece onlara da bildirilmemiş olacağını ayrıca bundan önce bir ömür boyu içlerinde durmuş olduğunu hatırlatmasını ve buna rağmen "Hâla akıl erdiremiyor musunuz?" diye sormasını istediğini açıklamaktadır.
İşaret edilen bu hususlar günümüzde ve gelecekte de inanmayan insanları düşünmeye yönlendirecek niteliktedir. İnsanlardan kendilerine lütfedilmiş olan "Akıl" unsurunu işleterek gördükleri, keşfettikleri ve kendilerine iletilenleri değerlendirip "Yaratılış ve "Yaratan" ile ilgili "Gerçeklere" ulaşmaları beklenmektedir. Allah, bu gerçeklere ulaşamayıp Ayetlerini yalanlayanları "Zalim" olarak tanımlamakta ve onları "Suçlu" olarak gördüğünü belirterek onların asla iyi bir duruma gelemeyecekleri ve iyileşmeyeceklerini ve inanmayanların kendilerine iletilen o kadar delile ve gerçeklere rağmen Allah'ı bırakıp “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyerek kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapındıklarını açıklamaktadır. Yüce Yaratıcı Kıyamet zamanına kadar yaşayacak son insana kadar bu düşüncede olan "Tüm İnsanlara" Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber verdiklerini sormakta ve Allah'ın onların ortak koştuklarından uzak ve yüce olduğunu Hz.Muhammed aracılığı ile kesin olarak bildirmektedir.
Nitekim son olarak yaklaşık 1400 yıl önce de Allah’ın “en güzel şekilde” yaratarak "Akıl" verdiği insanlara, "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ve "Yaratıcılığı" hakkındaki "gerçeklerin" hatırlatılarak onları uyarmasının ve iman edenlere de “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah (Rableri) katında yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdelenmesinin, içlerinden bir adama "vahiy" edilerek bildirildiği açıklanmaktadır.
İçlerinden bir adama: “İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele” diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kafirler: “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler? (51/2), (10/2)
Buna göre Allah, bütün insanlara olan uyarı, öğüt ve önerilerini ve "Yaratılış" gerçeklerini (Kur'an Ayetlerini) bütün insanlara "bildirmesi" için ve bu “gerçekleri” idrak edebilmelerinde "yol göstermek" üzere, "içlerinden bir adam" olan Hz.Muhammed'i seçtiğini ve onu "Peygamber" olarak "görevlendirdiğini" bildirmektedir. Ancak içinde yaşadığı toplumda "ileri gelen" bazı insanların okuması yazması olmayan fakat gençliğinden itibaren bütün çevresinde son derecede güvenilir (Emin) olarak tanınan "kendi aralarından" bir "insanın" ortaya çıkıp "Yaratılışın" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ın "gerçekler" olarak kendisine "vahiy" ettiğini bildirmesini kabul etmeyip ilettiklerini inkâr etmişlerdir.
Buna rağmen tolumun Hz.Muhammed'e olan güveni ile giderek ona inananların çoğalması nedeniyle bu gelişmeleri önlemek amacı ile her türlü faaliyeti denemişler, onu aşağılamak için sihirbaz demişler düşmanlık yapmışlar hatta daha da ileri giderek zaman zaman acımasızca şiddete ve zulme başvurmuşlardır. Bu konularda "Hz.Muhammed" bölümünde ayrıntılı açıklama bulunmaktadır.
Yüce Allah insanların yaşamakta oldukları bu ortamın “yaratılışındaki” bazı özellikler ile ilgili örnekler vererek bunların topluma iletilmesi için Hz.Muhammed’in bir uyarıcı (peygamber) olarak gönderildiğini açıklamaktadır.
Kâf, Şerefli Kur'an'a andolsun. (34/1), (50/1)
Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da kafirler şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir şeydir." (34/2), (50/2)
“Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı? Bu, akla uzak bir dönüştür." (34/3), (50/3)
Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz, yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap vardır. (34/4), (50/4)
Bilakis onlar, hak kendilerine gelince yalanladılar, şimdi onlar şaşırmış bir haldedirler. (34/5), (50/5)
Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! onda hiçbir çatlak da yok. (34/6), (50/6)
Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk, orada gönül açan her türden yetiştirdik. (34/7), (50/7)
Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için. (34/8), (50/8)
Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. (34/9), (50/9)
Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. (34/10), (50/10)
Ve o su ile ölü toprağa can verdik, işte hayata yeniden çıkış da böyledir. (34/11), (50/11)
Kaf, Bunlar bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah "katından" ve Allah'ın tarafından Hz.Muhammed'e Mübarek bir gecede ve "Arapça" olarak indirildiğini, Kur'an-ı Kerim'in "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Bu konuda "Kur'anın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Allah, bu ortamda Adem'den itibaren yaşamış olan tüm "Akıllı" insanların kendilerine verilmiş olan Akıllarını kullanarak içinde bulunduğu bu ortamı ve bu ortamın tüm niteliklerini edindikleri ve biriktirip birbirlerine aktardıkları "Bilgilerin" yardımı ile keşfetmeleri ve bu ortamın oluşu, sürdürülmesi ve bu ortamın içinde bulunduğu diğer yakın ortamların (Evren) durumu ve onlarla ilişkilerini anlamaları şeklinde beliren "Kendilerini Geliştirmeleri" kabiliyetlerinin "Belli Bir Düzeye" erişmesi sonucunda, bu "Gelişmenin" hızlandırılmasını ve kolaylaştırılmasını sağlamak üzere onlara "Son Uyarıcı Peygamberi" göndermiş ve "Vahiy" yoluyla onun gönlüne ve hafızasına indirdiği ve sindirdiği "Son Uyarıcı Bilgileri" onun şahsında somut olarak tüm insanlara iletmiştir.
Kur'an olarak adlandırılan bu bilgiler bugün ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanlar tarafından edindikleri tüm bilgileri en doğru ve hızlı bir şekilde kullanmalarını ve derlemelerini sağlayacak ve onları Allah ve Yarattıkları konularında çok daha somut ve gerçek sonuçlara götürecektir. Allah, insanların bu bilgileri bu şekilde algılayıp bu bilgileri kullanarak "Kendisi ve Yarattıkları" ile ilgili olarak ulaşacakları "Gerçeklere" işaret etmekte ve bu gerçek üzerine yemin vererek, Hz.Muhammed'in bu konularda etrafındaki insanları uyarmaya çalıştığı dönemlerde karşılaştığı direnmeler ve ileri sürülen görüşleri hatırlatmaktadır.
İnsanların, kendilerine hatırlatılan bu gerçekler karşısında ileri sürdükleri bu karşı durmaların ve görüşlerinin, Allahın ilmi ve kudreti karşısında çok basit kaldığı, Kur'an ile ilgili olarak hatırlatılan ve yemin verilen konuların gerçekliği ile karşılaştırılarak insanların anlamaları beklenmektedir.
Örneğin, ölümden ve toprağa karıştıktan sonra dirilme konusunda Allah, toprağın cesetten neleri “eksilttiğini” kesinlikle bilindiğini, bu bilgilerin "Kendi" katında korunduğunu hatırlatmaktadır. Ölümden sonra cesedin başka şekilde yok olmasında da (Yanma, hayvanlarca yenilme, hatta ileride çokça olacağı gibi uzayda kaybolma gibi) durum aynıdır ve ceset ile ilgili bilgiler Allah katında bulunmaktadır. Bu gerçekler insanlara anlatılarak ve hatırlatılarak "Hak-Allah'ın Varlığı ve Yaratıcılığı" kendilerine gelince onu yalanlamakla ne kadar şaşırmış bir halde olduklarına dikkatleri çekilmektedir.
Bir başka delil olarak bu tür inkâr eden insanların göğe bakmaları önerilmekte, göğün nasıl ortaya çıktığı ve yapılandırıldığı yeryüzünün nasıl yapılandırıldığı, dağların nasıl ve ne için oluşturuldukları ve gördükçe ve kokladıkça insanların hoşlandıkları ve içlerinin açılıp ferahlandıkları her türden bitkilerin nasıl yetiştikleri gibi konularda düşünmeleri istenmektedir. Tüm bu gerçekler ortada iken kendilerine gelen "Hak" konusundaki gerçeklere inanılmaması ise insanların "Akıllarını" fark etmedikleri ve kullanmadıkları ve "Benlik" duygularına esir olarak davrandıkları sonucunu doğurmaktadır. Bu durumda verilen örnekler üzerinde düşünen ve Yüce Yaratan'ı algılayıp Allah'a ulaşabilen insanların, Allah'a yönelmiş ve "Gönül Gözleri" açılmış olanlar olduklarına işaret edilmektedir.
Bu duruma gelmiş olan İnsanlara "Hayata Yeniden Çıkış" ile ilgili olarak gökten inen bereketli yağmur suları ile bahçelerin ve bu bahçelerde yeniden yeşerecek olan bitkilerin, onlara rızık (Yiyecek) olmak üzere sık hurmalıkların yetiştirilmesinin sağlandığı ve "O su ile toprağa can verildiği" hatırlatılarak ölmüş insanların yeniden hayat bulmalarının da böyle olacağı açıklanmaktadır.
Allah tarafından tüm insanlara, bu Dünya Ortamında çevrelerinde olup bitenler ve "Geldiği ve Gideceği" Gerçek Ortam ve bu ortamda karşılaşacağı "Gerçekler” ile ilgili olarak düşünüp bir anlam vermeleri ve tüm bu oluşumların yorumlanması ile sonuçta tüm bu oluşumları bir "Tasarlayan, oluşturan ve sürdüren" bir "Bilinç ve Güç" bulunduğuna kanaat getirmelerine yardımcı olmak üzere bunları açıklamak ve ilgili "İletileri" aktarmak için bazı insanların görevlendirildiği hatırlatılmaktadır. Bu anlamda Yüce Allah, sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e bu "Gerçeği" insanlara nasıl ve hangi sözler ile anlatacağını açıklamakta ve tüm insanların tam olarak işitip anlamaları için Hz.Muhammed'den bu açıklamaları “kendisine söylendiği” şekilde ve aynı kelimelerle iletmesini istemektedir. Bu durum aynı zamanda Hz.Muhammed’in aldığı “vahiyleri” kendisinden bir “eklenti” yapılmadan insanlara iletildiğini açıklamaktadır.
Örneğin Hz.Muhammed’e vahiy edilen Allah'tan başka bir tanrının olmadığına, Allah'ın "Tek" ve "Kahhar-Her An Her Şeye Muktedir" olduğuna, "Göklerin, Yerin ve ikisinin arasındakilerin Yaratıcısı olan Allah'ın "Her Şey" den Üstün ve inkâr etmelerine rağmen sonradan iman edenler ve pişman olanlar açısından çok "Bağışlayan" olduğunu açıklayan buradaki Ayetlerin vahiy edildikleri aynı sözcüklerle ve "Allah’ın Sözleri” olarak insanlara bildirildikleri görülmektedir.
Nitekim bir başka Ayette Hz.Muhammed'in Allah katında Allah'a en yakın derecedeki Melekler (Mele-i âlâ) âlemine, onların Adem'e karşı secde ile mükellef olduklarına, iblisin (Şeytanın) o secdeden kaçındığına dair onların tartışmada bulunduklarına ait bir bilgisinin olmadığı açıklanmaktadır.
"Onlar orada tartışırken benim mele-i a'lâ hakkında hiçbir bilgim yoktu." (38/69), (38/69)
Buna göre Hz.Muhammed’in daha önce Ayetlerdeki ifadelerden haberdar olmadığı ve daha sonra bunlara dair Kur'an-ı Kerim'in verdiği haberler sayesinde bilgisi olduğu belirtilmektedir. Bu Ayet ile ayrıca Kur'an’ın aynı zamanda ne "Büyük" bir haber olduğuna işaret edilmekte ve Allah'ın sayesinde nice meçhul şeyler hakkında bilgi edinildiği insanlara hatırlatılmaktadır.
Tüm bu "Gerçekler" ortada iken bazı insanların Kur'an’dan ve dolayısı ile onu tüm insanlara ileten Hz.Muhammed'ten ve nihayet her şeyin kaynağı ve yaratıcısı olan Allah'tan "Yüz Çevirdiklerine" yani inanmak istemediklerine dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah ayrıca kendi sözcükleri ile Hz.Muhammed Kur'an Ayetlerinin bir "Uyarıcı" olması nedeniyle kendisine "Vahyolunduğunu" açıklamakta, böylece vahyin ancak "Peygamberlik-Uyarıcı Olmak" ile mümkün olabileceğine ve bu nedenle Allah'ın tüm insanlara olan öğüt ve önerilerinin Hz.Muhammed'e vahiy edilerek iletildiğine işaret etmektedir.
Öte yandan Yüce Allah Hz.Muhammed’e Allah’a doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler olmaları dışında uyarıcılık yapması karşılığında insanlardan bir “ücret” istemediğini yine Allah’ın Sözü olarak insanlara bildirmesini önermekte ve öğütlemektedir.
De ki: “Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.” (38/86), (38/86)
De ki: “Buna karşılık, sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler dışında herhangi bir ücret istemiyorum.” (42/57), (25/57)
Ayrıca Yüce Allah Ayetlerini anlatacak peygamberlere karşı gelmekten sakınıp kendini ıslah edenlerin bu ortamda ve ölüm sonrasındaki yaşamlarında üzülmeyeceklerini tüm insanlara bildirmektedir.
Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden ayetlerimi anlatacak peygamberler gelir de kim sakınır ve kendini ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (39/35), (7/35)
Allah'ın Dünya ortamında yarattığı ilk insandan (Adem ve Eşi) itibaren "Kıyamet Gününe" kadar yaşayacak olan tüm insanların "Ruhları", esasen "Elest" toplantısında Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğuna "Şahitlik" etmişlerdir.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Ancak bu ortamdaki ilk insandan günümüze kadar olan süreçte çeşitli yerlerde ve zamanlarda oluşan insan toplumlarında çeşitli şekillerde "Sapmalar" meydana gelmiştir. Bu şekildeki sapmaların sonucunda insanların ruhlarında (Dünya ortamına gelmeden önce yaptıkları "Şahitlik" nedeniyle esasen bulunan) "Allah'ın Tek Yaratıcı Olduğu" kabulleri ve hissiyatları zaman zaman değişikliklere uğramıştır. Bu tür sapmaların düzeltilmesi ve insanlara yaptıkları "Şahitliğin" hatırlatılması; o sırada yaşamış olan insanların bilgi birikimlerinin henüz yeterince gelişmemiş olması nedeniyle, Allah tarafından seçilen ve görevlendirilen "Uyarıcı" insanlar tarafından yerine getirilmiştir. Bu uyarıcılar "Peygamber" olarak tanımlanmaktadır. Allah, insanlardan bu şekilde görevlendirdiği "Peygamberlere" karşı gelmezse ve karşı gelmekten sakınarak ondan öğrendikleri ile kendini "Islah" ederse, yani peygamberin öğüt ve önerilerini dikkate alarak hal ve hareketlerini ona göre düzeltir ve düzenlerse, onların ölüm ötesinden korkmayacaklarını ve ölüm sonrasında bulunacakları bu "Ahiret Aleminde" üzülmeyeceklerini tüm insanlara bir "Uyarı" olarak iletmektedir.
Buna göre Hz.Muhammed’din bildirdiği Kur’an Ayetlerine inananların ve önceki dönemlerde gelmiş olan peygamberler tarafından iletilenlerin ve kitapların “asıllarını” araştırmaları ve böylece bulacakları Allah’ın “gerçek sözlerine” göre davranıp kendilerini “ıslah” eden ve “doğru yola” yönelenlerin durumu Allah katında aynı olmaktadır. Bu anlamda önceki peygamberler tarafından iletilen “kitaplarında” yer alanların “Allah’ın Sözü” olduğu ve Allah tarafından bildirildiği anlaşılmaktadır.
Ancak önceki peygamber iletileri ve kitaplarının zaman içerisinde değişikliğe uğramış ve “aslı” nüshalarından farklı bir şekil almış olmaları nedeniyle büyük ölçüde “Allah Sözü” niteliğini kaybettikleri bilinmektedir. Öte yandan Kur’an Ayetlerinde önceki peygamberlerin ilettiklerinin (Kitaplarının) onaylandığı (tasdik edildiği) açıkça bildirilmektedir. Bu nedenle günümüzde Müslümanlar dışında imanlı insanlar tarafından kutsal olarak kabul edilip içindekilere uyulan bu ileti ve kitapların Kur’an Ayetleri ile karşılaştırılarak hangilerinin Allah’ın “gerçek sözü” olduklarının belirlenerek onlara göre yorumlanmaları ve uygulanmaları halinde, peygamberlerine karşı gelmekten sakınmış olacakları anlaşılmaktadır. Böylece kendini “ıslah eden” tüm insanların Ayette belirtildiği gibi bu ortamda ve ölüm sonrasındaki yaşamlarında üzülmeyecekleri bildirilmektedir.
Görüldüğü gibi bu durum, ilk Peygamber olan Adem ve sonra gelen tüm Peygamberler ve onların uyarılarını dikkate alanlar için geçerlidir. İnsanların eriştikleri bilgi birikimleri nedeniyle son olarak görevlendirilen Hz.Muhammed ve ona inananlar için de aynen geçerli bulunmaktadır. Artık bugünden sonra "Kıyamet" gününe kadar gelecek olan tüm insanların son Peygamber olan Hz.Muhammed tarafından iletilen "Kur'an" ve diğer öğretilerine karşı gelmekten "Sakınmaları" ve kendilerini bu öğüt ve önerilere uygun olarak "Islah" etmeleri halinde ölüm ve ötesi ile ilgili korkuları olmayacak ve ölüm sonrası ortamlarda üzülmeyeceklerdir.
Peygamberlere ve de özellikle son Peygamber olan Hz.Muhammed'e ve onun ilettiği "Allah Sözü" olan Kur'an’a inanmayan insanların kendilerine gönderilmiş olan "Uyarıcının" kendileri gibi bir "İnsan" yapısında olmasını kabul etmek istemediklerine işaret edilmektedir.
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan kıldık; sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir. (42/20), (25/20)
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi görmeliydik" dediler; andolsun ki onlar kendileri hakkında kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. (42/21), (25/21)
Melekleri görecekleri gün, günahkârlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve "Yasaktır, yasak!" diyeceklerdir. (42/22), (25/22)
Onların yaptıkları her bir işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz. (42/23), (45/23)
O gün cennetliklerin kalacakları yer çok huzurlu ve dinlenecekleri yer pek güzeldir. (42/24), (25/24)
O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir. (42/25), (25/25)
İşte o gün, gerçek mülk çok merhametli olan Allah'ındır, kafirler için de pek çetin bir gündür o. (42/26), (25/26)
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp şöyle der: “Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!” (42/27), (25/27)
“Yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim!” (42/28), (25/28)
“Çünkü zikir bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı.” Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder. (42/29), (25/29)
Allah insanlara yapacağı uyarıları, öğüt ve önerilerini yine İnsanlar ile göndermenin insanların "Kendisini" tanıyıp anlamaları açısından bir "İmtihan" olduğunu tüm insanlara açıklamaktadır. Zira İnanmayan insanlar Allah'ın öğüt ve önerilerini ileten "Uyarıcıların" kendileri gibi birer "İnsan" olmasını kabul edememektedirler. Zira insanların bir diğer insan tarafından iletilen fikirleri kabul etmesi "İçgüdüsel" olarak son derecede zor bir durumdur. Bunda Allah'ın izni ile "Şeytan" tarafından insanların Ruhuna eklenen duyguların etkisi bulunmaktadır. Çünkü insanların en önemli "Üstünlüğü" olan "Akıl" unsurunu kullanmalarına engel olabilecek "Bencillik" ve diğer birçok olumsuz unsurlar İnsanın yaratılışını kıskanan Şeytan tarafından insanların "Ruhlarına" bir "İçgüdü" yapısına benzer duygular olarak yerleştirilmiş bulunmaktadır. Ancak akıl yeteneğinin bu tür olumsuzlukları etkisiz hale getirebileceğini "Fark Edebilen" insanlar kendilerine iletilen uyarı, öğüt ve önerilerin "Allah" tarafından iletildiğini düşünüp kabul edebileceklerdir.
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
İşte bu kabulü yapabilen "Düşünen İnsanlar" bu Dünya ortamında bu farkındalığa ulaşmak için bulunduklarını da anlayıp Allah'ın varlığını ve yaratıcılığını kabul ederek "İmtihanı" vermiş ve "İnsan Olmak" düzeyine erişmiş olacaklardır. Bu durum "her şeyi hakkıyla gören" Allah'ın İnsanları "Yaratmasının" bir "Nedeni" olduğunu göstermektedir ve insanlar tarafından böylece "Anlaşılması" beklenmektedir. İnsanların bu beklentiyi ne kadar gerçekleştirebildikleri "her şeyi hakkıyla gören" Allah tarafından bilinmektedir.
Allah'ın izni ile "Şeytan" tarafından insanların Ruhuna eklenen duygular insan aklının "Araştırma" ve "Merak" gibi yolları kullanarak bazı somut "Gerçeklere" ulaşmasına engel olacak çok sayıda "Bahaneler" üretmekte ve insanları bu konularda kuşkulandırmaktadır. Bu bahanelerden birisi de "Uyarıcının" kendilerine göre "Üstün" bir "Yaratık" olması (Melek) gerektiğine, hatta daha da ileri giderek inanmaları için Allah'ı "Görmelerinin" gerektiğine olan arayışlarıdır.
Ancak insanın "Aklını" kullanarak kendisini ve etrafındaki tüm olayları "Sorgulaması" halinde her şeyin sadece "Gördüklerinden" ibaret olmadığını, bu Evren ortamında gördüğü ve henüz göremediği tüm "Varlıkların" özünde "Aynı ve Tek" bir "Unsurun" bulunduğunu ve bu Unsurun her an yeni bir yapılanma meydana getirdiğini, bu olayın bir "Tasarlayan" ve "Yürüten" bir "Sahibinin" yani "Yaratanın" bulunduğunu ve Yaratan'ın tüm bu olayları kapsamak üzere Kendisini "Allah" olarak isimlendirdiğini anlamaya başlaması mümkün olabilmektedir. İşte insanı bu düzeylere asıl unsur olan "Akıl" ulaştırabilecektir. Uyarıcılar ile insanlara iletilen öğüt, öneri ve mesajlar insanları bu tür bir anlayışa doğru yönlendirmektedir. Bu durumu "Aklı" ile "Anlayabilen" insanlar kendilerine iletilen "Uyarıların" bir insan tarafından iletilmesi karşısında "Büyüklük" taslamak yerine kendisine ne söylendiğini "Aklı" ile anlamaya çalışması halinde ilk yaklaşımı yapabilmekte ve her şeyin sahibine ve yaratıcısına doğru yönelebilmektedirler. Uyarıların bir "Uyarıcı İnsan" ile yapılması insanlarda bir iç mücadelenin gerçekleşmesine yol açmakta ve böylece insanın "Akıl" kullanmaya yönlendirilerek "Tek Yaratıcı Allah" fikrine ulaşması gerçekleşebilmektedir.
Allah her insanın benliğine "Doğrudan" kendisi ile ilgili her şeyi "İndirip" tüm insanları her zaman ve her koşulda kendisine "İnanmış" olarak bu ortamda yaşatmasının da mümkün olduğunu bildirmektedir.
Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! (55/35), (6/35)
Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. (55/107), (6/107)
De ki: “Kesin delil, ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi. (55/149), (6/149)
Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı fakat size verdiğinde sizi denemek için. (112/48), (5/48)
Ancak Allah insanlara lütfettiği "Akıl" ile "Kendisine" ulaşmalarını beklemekte, bu uğraşı verirken önlerine onları yanlış yönlendirecek "Etkilere" izin vererek “Akıllarının” bu etkileri bertaraf edebileceğini anlayıp akıllarını kullanmalarını anlamalarını istemektedir. Yapılan bu uyarılara rağmen Allah'a ve görevlendirdiği "Uyarıcı" insanlarına "İnanmamakta" ısrar edenlerin "kibre kapılmış ve azgınlıkta pek ileri gitmiş" olduklarına işaret edilmektedir.
Bu insanlar inanmadıkları Kıyamet gününde inanmadıkları "Melekleri" gördüklerinde onlara sevinç haberlerinin yasak olduğunu işiteceklerine ve Dünya ortamında iken "İnkâr Ederek" yaptıkları işlerin ne kadar değersiz ve boşuna olduğunu anlayacaklarına işaret edilerek uyarı yapılmaktadır. Bu uyarı yapılırken Allah'a ve Allah'ın Tek Yaratıcı olduğuna inanan ve uyarıcıları ile iletmiş olduğu öğüt ve önerilerine uygun olarak bu Dünya ortamında yaşamış olan "Cennetliklerin" çok huzurlu yerlerde kalacakları ve pek güzel yerlerde dinlenecekleri de hatırlatılmaktadır.
Ayetlerde "O Gün" olarak işaret edilen ve bir "Yeniden Yapılanma" olarak düşünebileceğimiz bir zaman sürecinde Allah'ın her şeyin gerçek yaratıcısı ve sahibi olarak "Melekleri" belirtilen işlemleri yürütmek üzere "bölük bölük" indirileceği ve bu sürecin inanmayan ve inkâr edenler için çok çetin ve zorlu olacağı bu gün bu Dünya ortamında yaşamakta olan insanlara bir "Uyarı" olarak iletilmektedir.
Bu sırada inanmayan insanların bu Dünya ortamında iken yapmadıkları ve "Kendilerine uyarılar gelmiş olmasına rağmen" bilerek karşı çıktıkları şeyleri hatırlayıp "Pişmanlık" duyacaklarına işaret edilmektedir.
İnsanlara bu uyarılar yapılırken "Şeytan" ile ilgili olarak tekrar düşünmeleri de önerilmektedir. Bilindiği gibi Şeytan maddi olmayan ve Allah'ın yaratmış olduğu ve Evren ortamında ve Evren Ötesi Gerçek Ortamlarda bilebildiğimiz veya bilemediğimiz Allah tarafından "Takdir" edilen bazı işlemlerin yürütülmesini sağlayan bir "Etki" unsuru olarak düşünülmelidir.
Allah "En Güzel" olarak yaratmış olduğunu Kur'an'da açıkladığı İnsanın taşıdığı niteliklerin kendi niteliklerinde üstün olduğunu kabul etmeyen Şeytana bu iddiasının İnsan Aklı karşısında geçersiz olduğunu göstermek üzere İnsanlar üzerinde "Etki" yapmasına izin verdiğini Ayetlerde açıklamaktadır. İnsanlara da bu etkilere kapılmaları halinde onları "İnkara" kadar sürükledikten sonra Şeytanın onları yüzüstü bırakıp rezil rüsvay edeceğini hatırlatmaktadır.
AllahHz.Muhammed'den önce insanlara öğüt ve önerilerini iletmek üzere görevlendirdiği Peygamberlere yapılan ithamlara işaret ederek verdiği bazı örneklerle uyarılarda bulunmaktadır.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Harun'u da ona yardımcı yaptık. (42/35), (25/35)
"Âyetlerimizi yalan sayan kavme gidin" dedik, sonunda, onları yerle bir ediverdik. (42/36), (25/36)
Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık. (42/37), (25/37)
Âd'ı, Semûd'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de. (42/38), (25/38)
Onların her birine misaller getirdik; hepsini kırdık geçirdik. (42/39), (25/39)
Andolsun, ve felâket yağmuruna tutulmuş olan o beldeye uğramışlardır, peki onu görmüyorlar mıydı? hayır, onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar. (42/40), (25/40)
Seni gördükleri zaman: "Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği! " diyerek hep seni alaya alıyorlar. (42/41), (25/41)
"Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı" diyorlar; azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler! (42/42), (25/42)
Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? sen ona koruyucu olabilir misin? (42/43), (25/43)
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar. (42/44), (25/44)
Bu anlamda Musa'yı kendisine verilen "Kitap" ile bildirilen Allah'ın “Tek Yaratıcı" olduğunu açıklayan gerçekleri, "Ayetlerini Yalan Sayan" bir topluma (Kavme) gönderdiğini ve kardeşi Harun'u ona bu görevinde yardımcı yaptığını; fakat onlara iletilen gerçekleri inkâr etmeleri sonucunda bu kavmi yerle bir ettiğini açıklamaktadır. Benzer bir şekilde Nuh tarafından yapılan uyarılara rağmen toplumunun onu yalancılıkla itham ederek inanmaması nedeniyle tüm insanlar için bir "İbret" olarak onları suda boğduğunu hatırlatmaktadır
Allah insanlardan Akıllarını kullanarak bulundukları ortam ve kendi durumlarını inceleyip anlamaya çalışmalarını ve bu gayret içine girildiğinde kendisinin ve etraftaki her şeyin "Bir Yaratıcısı" olması gerektiğini anlamalarını beklemektedir. Bunu kolaylaştırmak üzere insanların bilgi birikimlerinin gelişmesine uygun olarak belli aralıklarda insanların arasından "Görevlendirdiği" uyarıcı "Peygamberler" ile insanların bu "Gerçeklere" yönelmelerinde yardımcı olacak bilgilerin iletilmesini sağlamış olduğu düşünülebilir.
Kendilerine iletilen bu gerçekler karşısında sahip olduğu bilgi birikimi ile Aklını kullanmayan ve bu gerçekleri kabul etmeyip inkâr eden insanları Allah "Zalim" olarak tanımlamakta ve onlariçin acıklı bir "Azap" hazırladığını açıkça belirtmektedir.
Allah görevlendirdiği "Peygamberler" tarafından iletilen öğüt ve önerilerine inanmayıp dikkate almayan bazı toplumlar ile ilgili olarak bazı örnekler vermektedir. Nuh Peygamberden sonraki Hud Peygamberin kavmini de (Âd) rüzgâr ile, Salih Peygamberin kavmini de (Semud) bir gürültü ile ve Şuayb Peygamberin kavmi olan Ress ashabını da depremler ile yok ettiğini (helak ettik) hatırlatmaktadır. Ancak bu toplumların insanlarına Peygamberler aracılığı ile uyanmayı gerektirecek olayların açıklandığına, onlara doğru yolun gösterildiğine buna rağmen onların "Nasihat" almadıklarına ve yin inkârlarında, isyanlarında devam etmelerinin bir cezası olmak üzere hepsini de "Helak" ettiğine de dikkat çekmektedir.
Ayetlerde felaket yağmuruna tutulmuş olan o beldenin halen görülebileceğine işaret edilerek ders alınmak üzere üzerinde düşünülmesi beklenmektedir. Bu delilleri görmüş olmalarına rağmen ölüm sonrasını ummayan insanların Hz.Muhammed tarafından iletilen Ayetleri işittiklerinde kendisi ile alay ettiklerini hatırlatmakta ve tanrılarına tapınmayı sürdürmeyi seçtiklerini fakat "Azabı" gördüklerinde hangi yolun "Sapık" olduğunu bilecekleri ifade edilmektedir. Allah ayrıca bu şekilde inkarda devam eden ve kötü duyguları kendisine tanrı edinen insanların yapılan uyarıları dinlemeyeceğini veya bu uyarıları düşünmeyeceğini hatırlatarak Hz.Muhammed'e onlara koruyucu olamayacağını ve onların hayvanlar gibi olduklarını ve onların inançsızlıklarını sürdürmeleri (tuttukları yolca) nedeniyle daha da sapık olduklarını bildirmektedir.
Aslında bu ve benzer Ayetlerde belirtilen ceza niteliğindeki olaylar Hz.Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeyen ve onun ilettiklerine karşı gelen günümüz insanları için de üzerinde düşünülmesi gereken bir uyarı niteliğindedir.
Buna göre Ayetlerde belirtilen eski kavimlerin uğradıkları azap ve cezaların o zaman yaşamış olan insanların bilgi ve algılama düzeylerine göre verildiğini dikkate alarak günümüzde kişi ve toplum olarak karşılaşılan çeşitli "Ceza" niteliğindeki olaylar üzerinde bu açıdan durulmalı ve Allah'ı tanımada en önemli ve tek yol olan Hz.Muhammed tarafından kendi zamanında yaşamış, halen yaşayan ve gelecekte yaşayacak tüm İnsanlara iletilmiş olan Kur'an Ayetlerinin anlaşılmasına çalışılmalıdır.
Ayetlerde geçen "Yerle bir ediverdik", "Suda boğduk", "Azap hazırladık", "Kırdık geçirdik" gibi ifadeler ile Allah tarafından görevlendirilen uyarıcı Peygamberlere inanmamakta ısrar eden geçmişteki toplumların bir şekilde ortadan kaldırıldıklarına işaret etmekte ve artık daha çok gelişmiş olan "Günümüz" insan beyninin bilgi birikimleri ile özellikle son uyarıcı olan Hz.Muhammed tarafından kendilerine iletilenleri (Kur'an) anlayabileceklerine ve buna rağmen inkarcılıkta inat edilmesi halinde birey ve toplum olarak bir şekilde "Yaptırımlarla" karşılaşılabileceğine dikkat çekilmektedir.
Böylece Peygamberlerin toplumlarına (Kavimlerine) Allah'ın Ayetlerini iletmeleri sırasında karşılaştıkları zorlukları açıklamakta, örnekler vermekte ve Hz.Muhammed'e yürüttüğü işlemin zorluklarını hatırlatarak hazırlıklı olmasına imkan vermek suretiyle Ayetlerin İnsanlara iletilmesinde yardımcı olmaktadır.
Kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi, fakat onlara uyarıcı gelince, bu, onların haktan uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadı. (43/42), (35/42)
Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın. (43/43), (35/43)
Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. (43/44), (35/44)
Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı, fakat Allah onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor, vakitleri gelince. (43/45), (35/45)
Allah, insanların nefslerinde bulunan "Bencillik" duygusunun onları nasıl etkilediğine dikkat çekmektedir. İnsanların kendilerine önerilen konuları ancak bir "Çıkar" sağlayacaklarına inanmaları halinde dikkate aldıkları hatırlatılmakta, bu nedenle kendilerine yapılan uyarı ve önerileri beklentilerine uymaması veya karşılamadığını düşünmesi halinde önceden yemin etmiş veya söz vermiş olsalar bile bu yeminlerinden ve sözlerinden hemen "Uzaklaşacakları" belirtilmektedir. Aslında kendilerine gelen "Uyarıcıların" bu Dünya ortamındaki yaşamları ile ilgili olarak bekledikleri çıkarlar ile karşılaştırıldığında hayal bile edemeyecekleri "Çıkarlar" önerdiklerini "Anlamadıkları" için gelen Uyarıcılardan ve dolayısı ile haktan (Gerçeklerden) uzaklaşmalarından başka bir şeyi arttırmadığı tüm insanlara ders alınacak bir gerçek olarak iletilmektedir.
Yüce Yaratan, Ayetlerini "Değişmez Kanunları" olarak tanımlamakta ve daha önceki toplumlara da "uyarıcıları" ile bildirilmiş olan bu "kanunların" değişmez olduğunu bildirmekte ve buna göre Hz.Muhammed'e ve önceki toplumlara bildirilenlerin aslında ve özünde aynı hükümlere tabi olduklarını belirtmektedir. Bu nedenle kendisine Ayetleri ile bildirdiklerinde yer alan Allah'ın gösterdiği yol ve yöntemde (Allah'ın Yolu olan Kanunlarında) hiçbir değişiklik ve bir sapma göremeyeceği, bütün insanlara iletmesi için, Hz.Muhammed'e özellikle bildirilmektedir.
durumda Allah'ın Ayetlerini bütün insanlara bildiren Hz.Muhammed'e karşı gelerek öncekilerin günahları nedeniyle sürüklendikleri yoldan (onlara uygulanan kanunlardan) başka bir şey beklemelerinin bir anlamı olmadığına, bu nedenle de Ayetlerin Allah'a ait olduklarını inkar edip hükümlerini "çürütmeyi” amaçlayanların ancak "temelsiz" itirazlarda bulunduklarına işaret edilmektedir. Bunların yeryüzünde gezip de kendilerinden daha güçlü olan önceki birçok toplumun sonunun nasıl olduğunu ve onların bu inkarcılıkları yüzünden "Helak Edildiklerini" görmüş oldukları, "inkarda" inatlaşması durumunda bundan kurtuluş olmadığı hatırlatılmakta ve aklı olan ve bu uyarılara kulak veren kimseler için bu örneklerin birer "Öğüt" olduğu açıklanmaktadır.
Bu nedenle, İnsanların dünyadaki görev ve varlık nedenlerini unutup Allah'ın halifesi olarak kendisine verilmiş bulunan bir kısım yetkisini kullanırken kendisini ölüm ve sonrasından uzaklaştıracak kadar gururlu ve kibirli olması sonucunda Allah'ı tanımaktan uzaklaşması ve hatta Allah'ı tanımaz bir hale gelmesi karşısında hemen ceza verilse idi bugüne kadar tüm yaratılma olayı sonlandırılmış ve hiçbir canlı yaratığın bırakılmamış olacağı açıklanmaktadır. Ancak Allah "İradesi" gereğince, Evren'i yaratması sırasında bu düzen için bir "vade" belirlediği gibi, insanları da "belirtilmiş" bir süreye kadar ertelediğini, vakti gelince gerekeni yapacağını açıklamakta böylece bu sürenin dünya zamanı olarak ne kadar olacağının da "Kendisinin" bilgisinde olduğunu bütün insanlara hatırlatmaktadır.
Kur'an Ayetlerinde bu konularda çok sayıda ve ayrıntılı bilgiler yer almasına rağmen günümüzde de inanmayanlar tarafından hala inanmamalarına bir "bahane" ileri sürülmektedir. Sahip oldukları varlık ve zenginlikleri yüzünden "kibirlenerek" Hz.Muhammed’i küçük ve yetersiz olarak görüp kabul etmeyen o dönemdeki insanlar gibi, günümüzde de çok sayıdaki insanların Hz.Muhammed için hala şair olduğunu söyledikleri ve ilettiklerini inkar etmeyi sürdürdükleri görülmektedir. Ancak insanlardan Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam bağlarını “merak edip” incelemeleri ve ona göre ulaşacakları sonuçları değerlendirerek Allah'ı, Peygamberlerini ve Hz.Muhammed'i anlamaları beklenmektedir.
Allah'a Ortak Koşmamak
Yüce Allah Gerçek Ortamda "tek nefsten" yarattığı ilk insanlar olan Ademi ve eşini "Cennet" ortamında yaşamalarına izin verdiği ve daha sonra Şeytan'ın onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirmesi üzerine içinde Cennetten onları çıkardığını ve yeryüzüne indirdiğini bildirmektedir. (Bu konuda İnsanın Dünya Ortamında Ortaya Çıkması bölümünde daha ayrıntılı olarak belirtilmektedir.)
Biz: Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (87/35), (2/25)
Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları cennetten onları çıkardı. Bunun üzerine: "Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır" dedik. (87/36), (2/26)
Böylece tüm insanlara yeryüzü ortamına indirilen Adem ve eşinin gerçek ortamda tek nefsten yaratıldıkları hatırlatılmakta, Dünya ortamında ortaya çıktıklarında “çocuk" sahibi oldukları açıklanmakta ve Allah'a kusursuz bir çocuk verirse muhakkak şükredenlerden olacaklarını söyleyerek dua ettikleri bildirilmektedir. Ancak daha sonra onların neslinden gelen insanların istediklerine kavuştuktan sonra “başka tanrılar” edinip Allah'a ortak koştuklarına işaret edilmekte ve bu konuda insanlara uyarılar yapılmaktadır.
Sizi bir tek nefsten yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile eşi hafif bir yük yüklendi, onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: “Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız” diye dua ettiler. (39/189), (7/189)
Fakat onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah'a ortak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir. (39/190), (7/190)
Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları ortak mı koşuyorlar? (39/191), (7/191)
Halbuki ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur. (39/192), (7/192)
Onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar; onları çağırsanız da sükût etseniz de sizin için birdir. (39/193), (7/193)
Allah'ı bırakıp da taptıklarınız sizler gibi kullardır, doğru iseniz, onları çağırın da size cevap versinler! (39/194), (7/194)
Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var veya görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı çağırın, sonra bana tuzağı kurun ve bana göz bile açtırmayın!" (39/195), (7/195)
Şüphesiz ki, benim koruyanım Kitab'ı indiren Allah'tır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir. (39/196), (7/196)
Allah'ın dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler. (39/197), (7/197)
Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler. (39/198), (7/198)
Yine o günü “Benim ortaklarım olduklarını ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın!” buyurur, çağırmışlardır onları fakat kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum koyduk. (69/52), (18/52)
Suçlular ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını iyice anladılar; ondan kurtuluş yolu da bulamadılar. (69/53), (18/53)
O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın. (87/22), (2/22)
İnsan, dünyadaki varlığı sürecinde kendisini dehşete ve hayranlığa düşüren olaylar ve kişilere bir üstünlük ve önem vermiş, bunu zaman zaman o üstünlüğe karşı tapınma durumuna getirmiştir. Zaman içerisinde tapındığı üstünlüğü çeşitli şekillerde sembolize etmiştir. Bu sembolleştirme ya güneş, ay gibi doğal ortamda bulunan hayranlık duyduğu varlıklara yönelik olmuş veya kendisinin yaptığı bazı insan veya yaratık (Çoğunlukla özelliği olan bir hayvan) figürleri ile şekillendirmiştir. Bu sembollere saygı ve giderek ibadet ederek içerisinde bulunan "Her Şeyin Yaratıcısını" arama içgüdüsünü tatmin etmiştir.
Allah, insanların bu davranışlarını bilmekte olduğundan, onların nesiller boyunca giderek daha çok bilgilenmeleri ve yaratılma olayı ile insanın yaratılması olayı konularında insanların gerçek bilgilere doğru yönlenmesi için zaman zaman insan topluluklarına "bilgilendirdiği” özel uyarıcı insanlar (Peygamberler) aracılığı ile bilgiler ve belgeler göndermiştir.
Bu belgelerin sonuncusu olarak da Kur'an Hz.Muhammed aracılığı ile bu defa dünyadaki tüm insanlara bir öğüt olarak gönderilmiştir.
Böylece insanlardan, son olarak gelmiş bulunan ve önceki nesillere gönderilmiş bilgi ve belgeleri teyit ve tasdik eden Kur'an Ayetlerinde verilen örnek ve öğütleri okuyup anlayarak Allah'ı tanımaları ve Allah'ı “Tek Yaratıcı Güç” ve “Tek İlah” olarak kabul ve tasdik etmeleri beklenmektedir. Buna göre Allah'tan başka tapılacak bir şey bulunmadığını kabul ve tasdik etmeleri (Allah'a Şirk Koşmamaları) ilk insanlardan itibaren tüm insanlara bu Dünyada verilen en önde gelen "Görev" olarak tanımlanmaktadır
Bulunduğumuz bu Dünya ortamına "İndirilen" ilk insanlar olan Adem ve Eşi, bünyelerine Allah’ın yerleştirmiş olduğu "İçgüdüleri" ile "Birleşmeleri" sonucunda Havva'nın hamileliğini gördüklerinde, yine "İçgüdüsel" olarak Havva'nın karnında "Yeni Bir İnsan” bulunduğunu anlamışlar ve Allah tarafından lütfedilen "Akıl" unsurunun etkisi ile bu yeni insan için "İlk Dualarını" yaparak onun "Kusursuz" olmasını dilemişler ve buna karşılık Allah'a "Teşekkür" edeceklerini, yani Allah'a "Teslim Olacaklarını" söylemişlerdir.
Bu durum, bu Dünya ortamına "Gönderilmiş" olan tüm insanlar için çok önemli bir "Öğüt" niteliğindedir. Yani birliktelikleri sonucunda çocuk bekleyen her çift, ilk insanlar tarafından yapılan bu "Teslimiyet" duygusunu "Hissetmeli" ve çocuklarının "Kusursuz" olması için "Allah'a" sığınarak O'ndan yardım dilemeli ve O'na teslim olmalıdır.
Bu teslimiyet, Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunun en saf ve samimi ifadesi olmaktadır. Şayet böyle hissedilmediği veya daha kötüsü olarak kendisine lütfedilmiş olan "Akıl" unsuruna rağmen bu unsuru "nefsinin Emrine" vererek bilinçli bir şekilde bu durum "İnkâr" edildiği takdirde Allah’ın gücü idrak edilemediği için, "hiçbir Gücün" değiştiremeyeceği bir “gerçek” olan "Tek Yaratıcı Allah'a" ortak koşulmuş olunacaktır.
Ancak şu anda yaşayan insanlar dahil olmak üzere ilk insanlardan sonra bu ortama gelen insanların çoğu bu ve diğer şekillerde Allah’a ortak koşma (Şirk) yanlışına yönelmişlerdir.
Allah kesin bir ifade ile "Onların Ortak Koştuğu Şeylerden" yüce olduğunu tüm insanlara örnekler vererek bildirmektedir. Bu örneklerde, insanların "Yaratılmış" olmalarına rağmen, "Hiçbir Şeyi" yaratamayan, "Kendilerine ve İnsanlara" yardım edemeyen, doğru yola çağırıldıklarında uymayan ve Allah'ın yarattıkları olan varlıkların Allah ile mukayese edilemeyeceğine ve Allah'a ortak koşulamayacağına (Allah ile bir tutulamayacağına) işaret edilmektedir.
Böylece kendi elleri ile yaptıkları şeyleri Allah'a ortak koşan insanlara, hareketsiz ve cansız olan bu şeylerin insanları "Yaratmış" olan muhteşem "Güç" karşısında ne kadar farklı ve aciz olduklarını anlamaları gerektiği açıklanmaktadır. Buna rağmen bu şekilde düşünerek Allah'a ortak koşan insanlara, Allah'ın yaratıcı gücüne sahip olduklarını düşünerek "elleri ile yaptıkları" ve Allah'ın "ortakları" olduklarını ileri sürdükleri şeyleri çağırarak "Kendisine" meydan okumaları bildirilmektedir. Fakat kendilerine yardım etmesi için çağrılanların onlara cevap vermeyecekleri, bunun mümkün olmadığı zira yaptıkları şeyler ile onlara inananların arasına Allah'ın bir "uçurum" koyduğu, "Aklını" kullanmayıp bu uçurumu idrak etmeyen ve o şeyleri Allah'a ortak sayanların bu "tehlikeli uçuruma" düşecekleri hatırlatılmaktadır.
Ayrıca bu şekilde Allah'ın yanında başka şeylerin de Allah'ın gibi "Güçlere" sahip olduklarına inanıp "Suçlu" olanların, ölüm sonrasında karşılaşacakları azabı (ateşi) gördüklerinde "gerçeği" ve yaptıkları yanlışlıkları iyice anlayacakları ve bir kurtuluş yolu da bulamayacakları açıklanmakta ve bu açıklamalar ile Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşanlara "doğru yola" yönelmeleri önerilmektedir.
Yüce Allah insanlara böyle bir durumu fark edebilmeleri ve “şirkten” kurtulabilmeleri için Ayetinde belirttiği gibi dua ederek Allah'a teslim olmalarını önermektedir.
"Şüphesiz ki benim koruyanım Kitabı indiren Allah'tır ve O bütün inanan-salih kullarını görüp gözetir" Şüphesiz ki, benim koruyanım Kitab'ı indiren Allah'tır. Ve O bütün salih kullarını görüp gözetir. (39/196), (7/196)
Bu açıklamalar ile Allah dışında insanların ortak koşarak "Tapındıkları" şeylerin ne insanlara ne de kendilerine yardım edemeyeceklerine tüm insanların dikkatleri çekilmektedir.
Görüldüğü gibi Allah, insanı ve diğer tüm varlıkları sadece “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ı tanıması, O’na ibadet etmesi ve O’na teslim olması görevi ile yaratmıştır.
göre insanlardan kendisine verilen bu görevi anlayıp idrak edebilenler kendi dışında bulunan ve görüp algıladığı ve yorumladığı tüm yaratılmışları da araştırmak ve anlamak durumundadırlar. Çünkü bu tür araştırmalar insanın görevini yerine getirmesinde en önemli yardımcı konulardır. Zira yaptığı her araştırma sonunda onu Yüce Yaratına götürecek, Allah'ın yarattıklarının nitelikleri ve nicelikleri karşısında kendi durumunu da inceleyecek ve kaçınılmaz olarak Tek Yaratıcı olan Allah'ı tanıma fırsatını yakalayacaktır. Bu nedenle Allah, tüm evrende ne varsa hepsini insana boyun eğdirdiğini, insanlar için yeri bir yaşam alanı (döşek) göğü de bir tavan yaptığını, gökten su indirerek onunla besin olsun diye çeşitli ürünler çıkardığını bildirmekte ve artık bunu bile bile Allah'a şirk (ortak) koşmamalarını öğüt vermektedir. Böylece Yüce Allah bütün "Akıllı" insanları bu araştırmaları yapmaları için teşvik ederek yol göstermektedir.
Düşünen (Aklını Kullanan) toplumlar bu durumdan ders almakta ve kendilerine verilen fırsatları kullanarak Allah'ın yarattıklarını birer birer anlamaktadırlar. Ancak bu toplumlardaki bir kısım insanlar arasında hem araştırmalarının sonucunu görüp hem de elde ettiklerini sadece kendisinin bulduğu (Ve hatta çok zalimce bir ifade ile kendisinin yarattığı) sananlar bulunmaktadır. Bu durum kendileri açısından Allah ile onlar arasındadır ve bunların durumu diğer inanmamış insanlara göre daha vahimdir. Çünkü aklı vardır, araştırma yapmıştır, önemli konularda fikir edinerek bazı sonuçlara ulaşmıştır, ancak tüm bunların sahibi ve yaratıcısını (Bilerek ve inat ile) inkâr etmiştir.
Nefsini Tanımak
Kur'an Ayetlerinde Nefs tanımlamasının “İnsanın kendisi, şahsiyeti ve öz varlığı” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Nefsin, insanın madde beden yapısından bağımsız olmak üzere, "Allah'ın Ruhundan" lütfettiği bir "esinti" niteliğinde "üflediği" soyut bir "cevher" olan "İnsan Ruhu" ile birlikte insanın bünyesine yerleştirdiği ve insanın ruhsal yapısının diğer bazı "özelliklerini" taşıdığı ve İnsanın “Öz Varlığını", “Benliğini” veya "Doğasını" tanımladığı söylenebilir.
Bu bilgilere ve açıklamalara göre Ayetlerde “Nefs” olarak yapılan tanımlamaların özellikle ve sadece “Akıllı İnsanlar” açısından anlamı bulunduğu anlaşılmaktadır. Zira bu bilgilere ve açıklamalara göre Nefs, sadece Yüce Allah tarafından Arş ortamında yaratılmış ve yeryüzüne “gönderilmiş” olan “Akıllı İnsanların” bu ortamdaki “davranışlarına” yön veren ve "İnsanın" bünyesine "İnsan Ruhu" ile birlikte indirilen bir "Özellik" olarak" nitelendirilebilir. Söz konusu nitelikleri ile İnsan Ruhu anlamda “İnsan Benliği” olarak ta tanımlanmaktadır.
Öte yandan Yüce Allah "İnsan Ruhuna" sevgi, merhamet, şefkat, sabır, cömertlik, af etme, esirgeme, acıma, vicdan, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk gibi Allah'a ait olumlu, en güzel duyguları ve nitelikleri yerleştirdiğini açıklamaktadır.
Yüce Allah insanların "Ruhlarını" yaratırken ayrıca sevgi, merhamet, şefkat, sabır, cömertlik, affetme, esirgeme, acıma, vicdan, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk vb. gibi “Kendisinden Olan” duyguları da İnsanların "Ruhlarına" bir çeşit bilgisayar programı gibi "yüklemiş" olduğu, Allah'a ait nitelikler, doğru yol, iman ve teslimiyet gibi konulardaki Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur. (45/8), (20/8)
Bunlara ek olarak "İnsan Ruhunda" akıl ve akılın kullanılması ile elde edilen zeka, zihin, vicdan, irade, azim, kavrama, hüküm verme gibi "yetenekler" ile Allah'ın "İlk İnsan" olan Adem'e öğrettiğini bildirdiği ve "bütün isimler" olarak nitelediği "yaratılışa" ait bilgiler ve "içgüdüler" olarak tanımlanan ve yeryüzündeki yaşamında hayatta kalma, korunma ve üreme dürtülerinin yönlendirilmesinde etkili olan "bilinçaltı" davranışları yöneten unsurlar da Yüce Yaratan tarafından “İnsan Ruhuna” yüklenmiş bulunmaktadır.
Allah’a ait bu duyguların yanında insanın ilk yaratılışı ile ilgili Ayetlerde belirtildiği gibi, ayrıca "Şeytanın" kibir, bencillik, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, haksızlık, azgınlık, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, intikam, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet bağımlılığı, öfke, hırs, tembellik gibi olumsuz ve kötü duyguları da İnsan Ruhuna yerleştirmesine “izin” verdiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda Şeytan da taşıdığı "Üstün" nitelikleri ile "akıl yeteneğini" doğrudan "Etki" ederek insanların faaliyetlerini ve kararlarını insanı "Saptıracak" ve "Doğru Yoldan" uzaklaştıracak şekilde etkileyeceği (Aklını Çeleceği) anlaşılmaktadır. daha gerçek ortamda yaratılması esnasında Allah’ın “izni” ile bir çeşit “bilgisayar programı” niteliğinde olmak üzere “Şeytan” tarafından İnsanın benliğine "Ruhu" ile birlikte "yüklenmiş" bir "özellik" olan "Nefsine" Allah'ın verdiği "İzin" ile "Şeytan" tarafından topluca “yüklenen” kibir, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, hak yemek, taşkınlık etmek, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik, büyücülük olarak adlandırdığımız “duyguların” ve her düşünceye karşı olarak “hatırına getirmek” yerleştirilen ve insanların bu ortamdaki yaşamlarında akıllarını kullanırken ve bir karar verirken bu “programın” söz konusu “duyguları”, insanların beyinlerindeki hücrelerin Atom Altı Parçacıkların bünyelerindeki "Bilinçli Enerjilerini” etkilemek suretiyle, o anda öne çıkararak bu duyguların onların yaşamları ve çıkarları için çok daha iyi olacağını hatırlatması (dürtüklemesi) ile Bu “etki”, gerçekleştirdiği, böylece insanları verdiği kararlar üzerinde kuşkuya ve “kafa karışıklığına” düşürdüğü söylenebilir.
Daha çok insanın belirtilen kötü (süflî) arzularına işaret eden ve "Şeytan'ın Dürtüleri" olarak ta belirtilen bu duygular, aynı zamanda yukarıda belirtildiği gibi “can, ruh insan” gibi anlamları da olan "Nefs" kelimesi ile de ifade edilmektedir. Gerçekten Ayetlerde Şeytan'ın Yüce Allah'ın "İzni" ile "İnsan Nefsi" üzerinde onları doğru yoldan alıkoyacak olan "dürtüleri" ile etkilediği bildirilmektedir.
Bu durum dikkate alındığında insanların davranışlarında olumsuz etkileri olan ve Şeytan’ın dürtüleri, Nefsani istekler şeklinde tanımlanan duyguları tanımaları ve akıllarını kullanarak davranışlarını bu tür etkilerden arındırmaya çalışmaları “İnsan Olmak” açısından önem taşımaktadır.
İnsan Nefsi ve Akıl
Bilindiği gibi "Akıl" unsuru basitçe insanın her türlü konuyu anlama, öğrenme, inceleme, karşılaştırma, değerlendirme ve bir sonuca ulaşma yeteneği olarak tanımlanabilir.
Yüce Allah Ayetlerde ayrıca "İnsana" anne rahminde dört ay on günlük iken "Kendi Ruhundan" olarak "İnsan Ruhunu" indirdiğini (Üflediğini), bunun yanında “Allah bir lütfu" olarak "Akıl" yeteneğini verdiğini bildirmektedir. Ayrıca insan ruhunun bir "özelliği" niteliğinde olan "Nefsine" sevgi, merhamet, şefkat, sabır, affetme, esirgeme, acıma, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk gibi Allah'a ait "en güzel" duyguları (isimleri) ve nitelikleri yerleştirdiğini açıklamaktadır.
Ancak bunların yanında aslında insan ruhunun “Öz Varlığını", “Benliğini” veya "Doğasını" tanımlayan "özelliklerini" taşıyan “Nefsine”, Allah’ın verdiği "İzin" ile "Şeytan" tarafından kötü istek ve davranışları “hatırlatan” duyguların da indirildiğini bildirmektedir. Genellikle "İnsan Nefsi" olarak belirtilen söz konusu duyguların tüm insanlar için tek olarak ve aynı özelliklere sahip bir biçimde bir çeşit bilgisayar işletim programı olarak insanların "Ruhlarına" intikal ettirildiği düşünülebilir.
Öte yandan Allah insanı kötülüklere yönlendiren bu özellikleri denetim altında tutarak "yaratılışla" ilgili tüm ayrıntıları anlayabilmek üzere onları faydalı bir duruma getirebilmesi ve şeytanın etkilerine karşı durulabilmesi için insan beynine “Akıl” yeteneğini yerleştirmiştir. İnsana verilen akıl yeteneği bu yapıyı kontrol altında tutarak bunların insanı tamamen etki alına almamasını ve dünyadaki faaliyetinde bu unsurlardan gerektiği kadar yararlanmasını sağlayacaktır. Bu nedenle, insanın nefsi ile aklı daima bir çatışma durumundadır.
Ayetlerdeki genel ifadelere göre bu çatışma sırasında nefsin Şeytan Dürtülerine tamamen teslim olanların dünyada ne kadar itibar ve zenginlik elde ederlerse etsinler, yaşamlarında ve ölüm sonrasında tamamen kayıpta olacakları anlaşılmaktadır.
Bir örnek olarak özellikle bulunduğumuz çağda yaşayan bazı insanların, şeytanlar (Cinler) ile iletişimde bulunan "nefslerinin dürtüleri" doğrultusunda dünyada ün, zenginlik ve gösterişi en önemli hedef edinmeleri ve bu nedenle de sonucunda hangi zararlara neden olacağını bilseler dahi bu yolda devam etmekten kendilerini alıkoyamamaları gösterilebilir.
Nefs ve Akıl arasındaki "çatışma" ile "doğru" sonuca ulaşılma çabası "Vicdan" olarak tanımlanabilir. Buna göre, Nefs bünyesindeki Allah'a ait olan "Güzel Duygular" ile "Şeytan Dürtülerinin" Allah'ın lütfu olan "Akıl" unsuru ile fark edilerek değerlendirilmesi ve "doğru yola" ulaşabilmek için Şeytan dürtülerinden "kaçınılmasına" karar verilmesi, yani "Vicdan Muhasebesi" yapılması, insanları "doğru yola" yönlendirecek ve ona bu ortamda ve ölüm sonrasındaki ortamlarda "mutluluk" ve "huzurlu" bir yaşam sürmesini sağlayacaktır. Bu şekilde "Aklın" kullanılarak "doğru" sonuçlara ulaşan insanlar "Vicdanlı" olarak tanımlanmaktadır.
Şayet Şeytan Dürtülerinin daha etkili olması veya onlara "teslim olunması", bir diğer ifade ile "Nefsine" yenik düşmesi sonucunda bir "Vicdan Muhasebesi" yapılmasının bile engellemesi durumunda ise insanlar doğru olmayan davranışlarda (Günah) bulunabilecekler, Yaratıcı konusunda kuşku duyacak hatta tamamen Allah'ı inkâr edebilecekler veya Akıl unsurunun çalışmasına engel olabilecek davranış bozukluklarına yol açabileceklerdir.
Burada, birtakım insanların bazen doğuştan bazen de sonradan akıl bozuklukları ile karşılaştıkları gerçeği konusuna değinilebilir. Öncelikle, bu tür bir aksamaya maruz kalan insanların bu bozukluklarına kendi iradeleri ile bilerek Şeytan Dürtülerinin "Akıl" yeteneğini bastırması sonucunda bunlara "Akıl" işleterek karşı koymamalarının veya bu duruma bilinçli olarak neden olmadıkları, ancak ana babalarının bu şekilde olmalarının (Kalıtım) neden olduğu söylenebilir.
Bu durumda olan insanların beyinlerinde akıl yeteneğinin çalışmasında veya beynin diğer fonksiyonlarında bozulmalar meydana gelmekte ve akıl ile beyin arasındaki fonksiyonel bağlantı zarar görmekte ve beyin bir şekilde kontrolsüz çalışmaktadır. Ayrıca insanın nefsine tamamen teslim olmayıp "Aklını" kullanarak nefsi ile mücadele ederken (Belki yine şeytanın etkisi ile) karasız kalıp beynin kontrol sistemlerinin zarara uğratılması da mümkün bulunmaktadır. Bu durumun bazı akıl veya ruh hastalıklarına dolayısı ile "davranışlarında" örneğin "Çifte Şahsiyet" veya "Çoklu Şahsiyet" gibi bozukluklara ve anormalliklere yol açabileceği düşünülebilir. Bu tür sonuçlar "Aklın" yaşanan çelişkili durumlara hakim olamaması ve aklın bu durumu kontrol edememesinden doğmakta, bir karmaşa durumu ortaya çıkabilmekte ve insan bazen akıllı bazen de çok farklı kişilikler gösterebilmektedir.
Öte yandan bir diğer sonuç olarak Akıl ve Nefs çatışmasının insanların "davranışlarını" ifade eden "karakterlerinin" oluşmasında da etkisi bulunduğu düşünülebilir. Buna göre, "Akıl" kullanarak Şeytan Dürtülerinin etkilerinin fark edilmesi ve engellenmesinin, diğer dış etkenlere de bağlı olan "karakterin" “olumlu” yönde gelişmesine neden olacağı söylenebilir. Aksine dış etkenlerden olumsuz yönde etkilenen bireyin ayrıca Aklını kullanarak Şeytan Dürtülerini engelleyememesi halinde karakterinin de olumsuz şekilde gelişeceği varsayılabilir.
Her konuda olduğu gibi bu konularda da araştırmacılar zamanla Allah'ın izin verdiği ölçüde elde edecekleri “bilgi birikimleri” sayesinde çözümlere ulaşabileceklerdir.
Akıl ile beyin arasındaki iletişimin kontrol edilebildiği ve "Beyin Yıkama, Hafıza Silme, Hipnoz" gibi konular, insana bu konudaki yapının anlaşılması ve örnek ve ders alınması için şu ana kadar bildiğimiz “izin verilen” konular olmaktadır. İleride bunlara ek olarak henüz tam olarak bilemediğimiz konulara da daha detaylı olarak Akıl ve Beyin faaliyetleri ile ilgili daha çok bilgiler elde edilebilir.
Daha çok bilgilerin elde edilmesi insanları Allah'ı tanımaya daha çok yönlendirecektir.
Öte yandan, çağımızın bazı önemli bilim insanları beynin bilgisayara kopyalanabileceğini düşünmektedir.
Beyin Aktarımı: İnsan Beyni Bilgisayara Aktarılabilir mi? | by astrafizik | Medium
Is there any way for an uploaded copy of one's brain to be truly them? - Quora
Kuramsal olarak bu durum "Mümkün" görülebilir. Ancak unutulan konu insanda "Nefs" olarak da adlandırılan özelliklerin yerleştirildiği bir "Ruhunun" bulunması ve Allah’ın" insan Beynine ayrıca "Akıl" unsurunu da "Yüklemiş" olmasıdır. İnsanı "İnsan" yapan asıl unsurlar İnsanın "Ruhu" ve "Akıl" unsurudur.
Allah'ın insanı yaratmasına dair Ayetlerde açıklandığı gibi, Allah'ın verdiği görevleri yürüten ve son derece güçlü olan Şeytan'ın insanın yaratılışına itiraz ettiği, onu tanımadığı ve kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek, insanları Allah'ın onların Ruhlarına indirdiği güzel duygulardan saptıracağına işaret edilmektedir. Yüce Allah insanlara "Nefslerinde" bulunan Şeytan'ın dürtüleri konusunda önemli uyarılarda bulunmaktadır.
İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi. (38/82), (38/82)
"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)
İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)
Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (39/15), (7/15)
İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! “(39/18), (7/18)
Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da Allah hakkında sizi kandırmasın! (43/5), (35/5)
Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın; o, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır. (43/6), (35/6)
İnkâr edenler için şüphesiz çetin bir azap var, iman edip iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. (43/7), (35/7)
Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir, o halde onlar için üzülerek kendini helâk etme; Allah onların ne yaptıklarını biliyor. (43/8), (35/8)
Meleklere: “Adem'e secde edin!” demiştik, İblis'in dışında hepsi secde ettiler, İblis "Ben" dedi, "Çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!” (50/61), (17/61)
Dedi ki: "Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!" (50/62), (17/62)
Allah buyurdu: "Git! Bulun. Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza!” (50/63), (17/63)
“Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ, mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaatlerde bulun, Şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vermez." (50/64), (17/64)
'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır, koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)
Dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (54/39), (15/39)
“Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.” (54/40), (15/40)
Şöyle buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur." (54/41), (15/41)
Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)
Muhakkak cehennem, onların hepsine vadolunan yerdir. (54/43), (15/43)
Cehennemin yedi kapısı vardır, onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. (54/44), (15/44)
Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı; şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? oysa onlar sizin düşmanınızdır; Zalimler için bu ne fena bir değişmedir! (69/50), (18/50)
Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. (87/168), (2/168)
O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (87/169), (2/169)
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Şeytan İnsanları "Azdıracağını" ve onları "Saptırmak" için onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağını, Allah'ın doğru yolunun üstüne oturacağım böylece onların çoklarını "Şükredenlerden" bulmayacağını Allah'a ilettiğinde, Yüce Yaratan Şeytan Meleğini "Kendi" ortamından çıkardığını ve yine Gerçek Ortam bünyesinde olacağı anlaşılan "Cehennem" ortamına "Kovduğunu" bildirmektedir. Ayrıca bu Dünya ortamında yaşayacak olan "Akıllı İnsanlardan" kim kendisine "Hediye" edilen "Akıl" unsurunu kullanmayıp benliklerine "Şeytan" tarafından eklenen "Dürtülere" uyarak yaşamını sürdürürse onların da "Cehennem" ortamına gönderilecekleri ihtar edilmektedir.
Yüce Allah, Cehennem ortamının çok sayıda "Kapısının" bulunduğunu (yedi kapısı), diğer bir ifade ile Şeytanın "her türlü hile" ve kışkırtmalarda bulunabileceğini belirterek, Şeytana uyan "Azgınların" kendilerini etkilemiş olan Şeytan ile birlikte gruplara ayrılacakları ve her gurubun bu "Kapılardan" kendilerine vaat edilen Cehennem ortamına gidecekleri bildirilmektedir.
Bu ifadelerden Allah’ın emrine karşı gelip "İnsana" secde etmeyen ve onları aldatarak kendisine uymalarını sağlayan Şeytanın da insanları “doğru yoldan” saptırmak üzere bu ortamda her an “İnsanla” birlikte bulunmasına "izin" verildiği anlaşılmaktadır.
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Böylece Adem ve Eşi ile onlardan çoğalacak İnsanlar ve “kovulmuş” olan Şeytanlar “Kıyamet Gününe” kadar birbirlerine "Düşman" olarak Dünya ve Evren ortamına "İndirilmiş" olmaktadırlar.
Burada belirtilen "Düşmanlığın", İnsanlar ile Şeytanlar arasında olduğu gibi, Şeytanların bazı insanları “Özel Gayretleri” ile devamlı olarak etki altına alması nedeniyle, insanların kendi aralarında da olacağı anlaşılmaktadır.
Çok sayıdaki Ayetlerde Allah tarafından bu ortama gönderilmeden önce "Lütfettiği" ve bu ortama gelişi sırasında anne karnında yaklaşık dört aylık iken "Ruhundan Üfleyip" oluşmakta olan beyinlerine yerleştirdiği "Akıl" unsuru sayesinde insanların bu Dünya ortamındaki yaşantıları sırasında karşılaşacakları her türlü etkileri anlayıp bu etkilere uyum sağlamak veya değiştirmek suretiyle rahat ve huzurlu bir yaşam sürecek donanıma sahip bulunduklarına işaret edilmektedir. Akıl yeteneği, büyük İslam düşünürü Farabi (870-950) tarafından "Saf Akıl" olarak da tanımlandığı gibi, Yüce Allah'ın "Özü" ile ilgili bir güç ve nitelik olarak düşünülebilir. Allah'ın "İzni" ile "Şeytan" tarafından insanlar üzerinde etkili olmak üzere kibir, haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, hak yemek, taşkınlık etmek, çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik gibi çeşitli "duyguların" İnsanın benliğine "yüklenmiş" olan "Ruhuna" ait bir "özellik" olan "Nefsine" Allah'ın verdiği "İzin" ile "Şeytan" tarafından yerleştirildiği anlaşılmaktadır.
Bu alt unsurlar (duygular) insanda Dünya Hayatında "Sınırsız" olarak "İstediğini Yapma" arzusunu öne çıkarmakta ve sonuçta "Yaratan" fikrinin zayıflamasında etkili olarak "Yaratıcıyı" inkara kadar götürebilmektedir. Bu nedenle İnsanlar için Şeytanın bir düşman olduğu hatırlatılmakta ve insanların da onu düşman saymaları öğütlenmektedir. Zira Şeytan insanların "nefsi" üzerindeki etkisi ile yaptıklarını “Doğal ve İyi" göstererek onları bir şekilde bu etkilere bağımlı duruma getirebilmektedir. Bu duruma düşen insanların "Ateş Ehli" olacakları, yani inanmasalar bile, gerçekte ölüm ötesinde birçok Ayette belirtilen "Çetin" bir azap (ateş) ile karşılaşacakları, buna karşılık Allah'a iman edip iyi işler yapanların "Kurtulacakları" ve "Ödüllendirilecekleri" ifade edilmekte ve insanlar bu durumu düşünmeleri için uyarılmaktadır.
Allah yaratmış olduğu "İnsana" verdiği "Akıl" unsurunun Şeytanın bu direnmesi ve İnsanlara "Meydan Okuması" karşısında onlar üzerinde "Etkili" olamayacağını Ayetleri ile "Bütün İnsanlara" bildirmektedir. Ancak, İnsana verilen akıl yeteneğinin insanlar tarafından kullanılmasının “serbest” bırakılması nedeniyle, şeytanın bu akıllar üzerinde etkili olup olmaması insanların akıl yeteneğini anlamalarına ve onu doğru olarak kullanmalarına bağlanmıştır. İnsanlara, akıllarını kullanmaları ve Yaratan Yüce Tek Allah'ı bulmaları görev olarak verilmiş, şeytanın bunu önleyici etkisinin akıl yolu ile yok edileceği insana bildirilmiştir. Allah Şeytanın bu tür faaliyetine, insanların onunla baş edebilmelerini sağlamak üzere, kıyamete kadar sürdürmesine izin vermiştir.
Yüce Allah Cinlerden olan Şeytan'ın bu karşı gelişi nedeniyle insanların "düşmanı" olduğu belirtilmekte, örneğin insanlara helal ve temiz olanların dışındakileri öneren şeytanın dürtülerinin "Akıl" kullanılarak fark edilebileceği hatırlatılmakta ve onların dikkate alınmamasını, şeytanın peşine düşülmemesini öğütlemektedir.
Bu vesile ile Yüce Yaratan "İman Eden" İnsanlara aralarında "Gizli" olarak konuşarak karar almalarının, "İman Edenler" arasında ayrılık ve güvensizlik oluşturmayı amaçlayan Şeytanın bir etkisi olduğunun bilinmesini ve bu gibi durumlardan kaçınılarak tüm işlerde ve ilişkilerde daima "Açık" olunmasının gerektiğine işaret edilmektedir. İman edenlere Allah'ın izni olmadıkça Şeytanın hiçbir zarar veremeyeceği dikkate alınarak müminlerin Allah'a dayanıp güvenmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara "sonsuz merhameti” ile bir yardımda bulunduğu (rahmet tattırdığımız) zaman, "Nefsinde" bulunan Şeytan'ın dürtülerinin etkisinde kalarak Ayetlerine karşı fikir ve davranışlarda bulunduklarına (bir tuzağı vardır) işaret etmekte ve bazı uyarılarda bulunmaktadır.
Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki ayetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: “Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz gönderdiğimiz melekler kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.” (51/21), (10/21)
Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak: "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a yalvarırlar. (51/22), (10/22)
Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir, o zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. (51/23), (10/23)
Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar, Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi, ancak nankör hainler bilerek inkâr eder. (57/32), (31/32)
Allah'ın Gerçek Ortamda Kendi "Ruhundan" ve "Akıl" unsuru lütfederek yarattığı ve "Bütün İsimleri" öğrettiği Adem ve eşinin Şeytan'ın onların "Akıllarını Çelerek" Yüce Yaratan'a itaatsizlikte bulunmaları üzerine bu Dünya ortamına "Gönderilmelerini " takdir etmesi ve buna bağlı olarak bu Dünya ortamında "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan diğer bütün "Akıllı" insanların bu ortamdaki davranışlarını, İnsanlara verilen "Akıl" unsuru ve bu Akıl unsurunu "Olumsuz" yönde kullanılmasına neden olan "Dürtüler" yönlendirmektedir. Söz konusu dürtülerin "Yaratan'ın İzni" ile Şeytan tarafından İnsanın Ruhunun bir özelliği olan "Nefsine" eklendiği ilgili Ayetlerde belirtilmektedir. Bu "olumsuz" nitelikteki dürtüler genel olarak "nefs" olarak ta tanımlanmaktadır. Bu konu ile ilgili Ayetler, "İnsanların Yaratılışı ve Sonu" bölümünde ayrıntılı olarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Söz konusu dürtüler kapsamında hangi inançta olursa olsun bir sıkıntıya uğraması ya da kötü bir durum ile karşılaşması halinde İnsanların "Bir Kurtarıcı" aradıkları ve ondan "Yardım" istedikleri bir gerçektir.
Ayetlerde insanlara dokunan sıkıntılardan bir örnek olarak keyif alınan bir gemi yolculuğuna işaret edilmekte ve şiddetli fırtınaların çıkması ve dalgaların gemiye hücum etmesi sonucunda bu keyifli durum sona erdiğinde ve insanların kaygılanarak "Dehşete" kapıldıklarında, ne kadar Allah'ı inkâr etseler bile, "Ant olsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diyerek "Allah'ı" hatırladıkları açıklanmaktadır.
Buna rağmen İnsanların karşılaşılan sıkıntı veya kötü durumdan kurtulduklarında yine haksız yere taşkınlık ederek yardım istedikleri "Kurtarıcı" ile ilgilerini kestiklerine işaret edilmektedir. Örnek olarak verilen "Dalgaların" tehdit ettiği bir ortamda ya da bir şekilde içinde bulunulan çok "Sıkıntılı" bir durumda, inançlarının temeli olan Allah'a samimiyetle inanarak yalvaranların bir bölümünün "Kurtarıldıklarında" orta yolu" tuttuğu, Allah’ı "Tek Yaratan" olarak kabul etmeye devam ettiği ve hayatına bir düzen vermeye çalıştığı açıklanmaktadır. Buna karşılık “Nefslerindeki” dürtülerin etkisi ile Allah'ı "İnkara" dönenlerin kendilerine bir iyilik geldiği zaman veya bir sıkıntıdan "Kurtarıldıklarında" her şeyin Allah'tan geldiğini düşünmeden buna sevindikleri, ancak ulaştıkları güvenin ve sahip olduklarının kıymetini bilmedikleri, Allah'a "Şükretmedikleri" ve böylece sadece bir olumsuzluk veya kötülük karşısında Allah'ı hatırladıklarına işaret edilerek insanların Yaratan'a karşı "Nankörlük" yaptıkları hatırlatılmaktadır.
Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir, ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür! (62/48), (42/48)
Sadece Allah'a iman eden insanların sıkıntılardan kurtulduklarında, Yüce Allah'ın bu Evren ve Dünya ortamını İnsanlar için "Hazırladığının" ve bu ortamlarda her şeyin "Değişmez" bir "Düzene" göre meydana geldiğinin bilinci ile “Nefslerine” teslim olmayıp her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan Allah'a "Teşekkür" edecekleri belirtilmektedir.
Akıllarını kullanmayan ve “Nefslerine uyanların” karşılaştıkları sıkıntı veya kötü durumdan kurtulduklarında Allah'ın İnsanlara bir huzur ve esenlik tattırdığı fakat insanların tatmış oldukları huzur ve esenliğin "Kurtarıcısını" hemen "Unuttukları" ve daha da ileri giderek uydurdukları çeşitli bahaneler ile "nankörlük" yapan "Hainlerin" böylece Allah'ın Ayetlerini bilerek "İnkar" ettikleri bildirilmekte ve insanlardan bu davranışlarının farkına varmaları ve doğru yola yönelebilmeleri için durumlarını gözden geçirmeleri beklenmektedir.
Bu durum insanların yapılarında "Ortak" bir özellik olarak bulunmaktadır. Herkes kendi açısından böyle bir durumda kaldığında benzer davranışlarda bulunabilmektedir. Bu nedenle Ayetlerin bu açıdan ve dikkatle okunarak değerlendirilmesi halinde, “Nefslerini” kontrol edebilenlerin bu tür hatalara düşmeyeceği, “Nefslerini” kontrol edemeyenlerin yaptıkları taşkınlıklarının ancak kendi aleyhlerine olacağı, bu şekilde sadece "geçici" olan Dünya hayatının menfaatini elde edebilecekleri, sonunda dönüşlerinin yine Allah'a olacağı, o zaman yapmakta olduklarının onlara haber verileceği bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Böylece İnsanların benliklerinde bulunan hiçbir şeyin ve düşüncenin Allah'ın bilgisi dışında olmadığına, bu düşüncelerin kayıt altına alındıklarına ve hiçbir şekilde yok olmayacaklarına işaret edilerek insanlara bu ortamdaki yaşantılarında daima "Yaratan" ile ilişki halinde bulundukları hatırlatılmakta ve onlardan davranışlarını buna göre değerlendirmeleri beklenmektedir.
Ayette verilen örnekte insanların yeryüzünde meydana gelen “büyük” doğa olayları karşısında ne kadar "Çaresiz" oldukları hatırlatılmaktadır. Ayrıca böyle bir “felaket” karşısında insanlar inkâr etseler de veya fark etmeseler de bu Dünya ortamına "Gelmeden" önce Gerçek Ortamda Yüce Allah'ın Ruhundan "Yaratılmış" olan "Ruhlarının" etkisi ile Allah’ı hatırlayacakları ve O’na dua edeceklerine işaret edilmektedir. İnsanların taşıdıkları "Ruh" bu ortamdaki yaşamlarında ve ölüm ötesinde Gerçek Ortama yeniden döndüğü zaman Allah'ın vaat ettiği ve açıkladığı gibi "Yeni" bir yapıda "Devamlı" olarak yer alacaktır. Bu nedenle insanların bu ortamda hayal ettikleri "Sonsuz" yaşam "Özleminin" aslında bu anlamda bir "Gerçek" olduğunu göstermektedir. İnsanlardan beklenen, kendilerine Ayetleri ile iletilmiş olan bu "Gerçekleri" onların bünyelerine "Hediye" edilen "Akıl" unsurlarını işleterek her işlerinde “Nefslerinin” dürtülerini "İdrak Ederek" hataya düşmemeleri ve Yüce Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu anlayıp gösterdiği “Doğru Yola” yönelmeleri olarak özetlenebilir.
Ayetlerde Şeytan'ın Peygamberlere dahi etkili olabileceklerine işaret edilmekte, ancak onlara olan etkilerin Allah tarafından giderildiği ve vahyini sağlam olarak peygamberlerin gönüllerine yerleştirdiği bildirilmektedir.
Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de katmaya kalkışmasın, ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder, sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir. (103/52), (22/52)
Kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme yapsın. (103/53), (22/53)
Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu, işte onlar şeytanın yandaşlarıdır; iyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar. (105/19), (58/19)
Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir, çünkü şeytan insana "İnkâr et" der, insan inkar edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım” der. (101/16), (59/16)
Buradan insanların daima Allah'a bu konuda peygamberler için olduğu gibi korunmalarını talep etmelerinin gerekliliği anlaşılmalıdır. Bunun için insanın her ne kadar aklını kullanarak ve Allah'ı tanıyıp O'na ibadet ederek teslim olması ile bu etkilerden giderek kurtulması mümkün ise de ayrıca ve daima Allah'a sığınarak özellikle bu etkilerden korunması için yardım istemesi (dua etmesi) bu tür etkilerin kesin olarak tesirsiz olması için gerekli olabilir. Çünkü Allah Şeytanın bu tür etki yapmasına izin vermiştir.
Nitekim, inkâr edenlerin kendilerine ölüm anı ansızın gelinceye yahut da başlarına bir musibet (kısır bir günün azabı) gelinceye kadar Allah ve bildirdikleri hakkında hep şüphe içinde oldukları, şeytanın onları etkisi alarak kendilerine Allah'ı anmayı unutturduğunu, böylece onların şeytanın yandaşı olduklarını ve şeytanın yandaşlarının hep kayıpta oldukları belirtilerek kalplerinde hastalık (iman konusunda kuşku duyulması) olanların ve bu yüzden kalpleri katılaşanların bu durumdan kurtulmaları (İnsan Olmak) için bu çok çetin ve zor sınavdan geçmeleri beklenmektedir.
İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye yahut da kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler. (103/55), (22/55)
Bu konuda akıllarını kullanıp şeytanın etkisini gerek kendi gayretleri ve gerekse ve mutlaka dileklerinin bir sonucu olarak Allah'ın yardımları ile bertaraf edebilenler, bu sayede Allah ve Kur'an’ın gerçekliğini açıkça görebileceklerdir.
Nitekim Allah, kendisini tanıyıp iman edenleri kesinlikle doğru yola yönelteceğini açıklamaktadır.
Bir de kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir. (103/54), (22/54)
Ancak, bu konuda gafil davrananlar Allah'ın bir takdiri olarak, sürekli olarak şeytanın etkisi altındadırlar ve yaptıkları ve düşündükleri her şey şeytanın sürekli etkisi ile kendisine en doğru yol olarak görünür. Allah insanlara, Allah'ı zikretmekten gafil oldukları takdirde yanlarından ayrılmayan bir şeytanı musallat edeceğini, şeytanın onları doğru yoldan alıkoyacağını fakat onların kendilerinin doğru yolda olduklarını sanacaklarını mecazi olarak belirtmekte ve tüm insanları uyarmaktadır.
Kim Rahman'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. (63/36), (43/36)
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. (63/37), (43/37)
Bu durumdan çıkmak hemen hemen imkansızdır. Allah insana belli bir sınıra kadar bu konuda izin vermektedir. Bu sınırı aşmadan Allah yoluna dönebilenler daha sonra yine Allah'ın izni ile bu yolda devamlı olurlar ve kurtuluşa ulaşırlar. Bu nedenle insanların Şeytan ile ilgili düşünce ve somut bilgileri edinmeleri için Kur'an’ı okumaları çok önem taşımaktadır.
Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. (63/62), (43/62)
Bazen bu ayette olduğu gibi doğrudan uyarılar yapılarak yukarıda açıklanan yanlışlıklara neden olunmaması için insanlara şans verilmektedir. Aklı olan bunu iyi kullanmalıdır.
Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık. (39/27), (7/27)
Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (39/28), (7/28)
De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi döneceksiniz.” (39/29), (7/29)
O, bir gurubu doğru yola iletti, bir guruba da sapıklık müstehak oldu.
Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar. (39/30), (7/30)
Allah, Adem ve Eşini Dünya Ortamına gönderirken "Şeytana" Kıyamet zamanına kadar izin vermiş ve Şeytan bu zaman sürecinde insanları etkileyip onları Allah'a inanmaktan alıkoyacağını belirtmiştir. Allah, akıllarını kullanan insanların "Kendisini" anlayabileceğini ve Şeytanın yapacağı hile ve gayretlerinin akıllarını kullanan insanlarda etkili olmayacağını hem Şeytana ve hem de tüm insanlara açıklamıştır.
Akıllarını kullanmayıp Allah'a inanmayanların Şeytanın dostları olmalarının engellenmeyeceği belirtilmektedir. Bu şekilde inanmayan insanların Allah'ın öğüt ve önerilerine karşı olan iş ve işlemleri "Kötülük" olarak tanımlanmakta ve bu tür davranışlarının "Geleneklere" uygun olduğunu hatta bu nedenle de "Allah'ın emrettiği" işler olduğunu iddia ettikleri açıklanmaktadır. Allah Hz.Muhammed'e hitaben bu anlayışta olanlara Allah'ın kötülüğü emretmeyeceğini ve bilmedikleri şeyleri Allah'a karşı söylememeleri gerektiğini iletmesini söylemiştir.
Ayrıca, Allah'ın "Adaleti" emrettiği, Allah'a dönerek ve inanarak Allah'a secde edip teslim olmaları ve Allah'a yalvarmaları, onları "İlk Yaratan" olarak insanların yine sonuçta Allah'a dönecekleri, Allah'a inanan ve Allah'ın öğüt ve önerilerini akılları ile anlayıp ona göre iş ve işlemler yapanların "Doğru Yola" ulaşmış olacakları, buna karşılık Şeytanları kendilerine dost edinenlerin böylece "Sapıklıklara" yönelmiş olmalarına rağmen kendilerinin doğru yolda olduklarını zannedecekleri belirtilmekte ve tüm insanların bu gerçeklere dikkatleri çekilerek hataya düşmemeleri için uyarı yapılmaktadır.
Yüce Allah inanmayanlara ve Allah'a ortak koşanlara (Şirk) kendilerinin ve taptıkları "şeylerin" esasen kendi seçimine göre davranıp kendisine iletilenleri dikkate almamaları nedeniyle ölüm sonrasındaki ortamlarda ceza ve azap görecek (Cehenneme girecek) olan kimselerden başkasını Allah'a karşı azdırıp saptırmayacaklarını bildirmektedir.
Sizler ve taptığınız şeyler! Hiçbiriniz (56/161), (37/161)
Cehenneme girecek kimseden başkasını, (56/162), (37/162)
Allah'a karşı azdırıp saptıramazsınız. (56/163), (37/163)
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Buna göre "Cehenneme" gireceklerin aklını kullanmayan, Allah'ı tanımayan ve bu nedenle "İnsan Olmak" düzeyine ulaşamayan kimse olduğu açıklanmaktadır.
Buna karşılık Aklını kullanıp Yüce Yaratan'ı tanıyan ve Allah'ı tanıyan, Allah'a teslim olan ve secdeye kapanıp Allah'ın yüceliğini tüm benliğinde hisseden inanmış kimselere, Şeytan ve Cin olarak adlandırılan değişik boyuttaki yaratılmışların ve inatla inanmamakta olan insanların etkisinin olamayacağı açıklanmaktadır. Bu husus kesin bir hükümdür. Bu nedenle insanın aklını kullanıp bu kesin durumu iyi değerlendirmesi ve kendisini doğru yola döndürmesi gerekir.
İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi. (38/82), (38/82)
"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)
Şeytan da kendisini yaratmış olan Allah'a boyun eğmiştir. Ancak onun özelliklerinden ötürü Allah'ın verdiği izinle kendi iradesini kullanmaktadır ancak, bu kullanım sonsuz bir serbestlik değildir. Bu nedenle diğer melekler secde etmelerine rağmen o büyüklük hissi ile "İnsana” secde etmemiş ve Allah tarafından Cennetten indirilmiş ve verilen süre sonunda cehennem de bulunmaya mahkûm edilmiştir. Bu durumda Şeytan, tüm insanlara etki ederek onları da Cehenneme götürmek üzere iradesini kullanmaktadır.
Şeytan Allah'a şirk koşmaktan, yalandan, gösteriş arzusundan, kötü huy ve duygulardan “Nefsini” temizleyen ve böylece Allah'ın rızasına uygun hareket eden (İhlasa Erdirilen) insanlara etki edemeyeceğinin bilincindedir ve ancak bu insanlar dışındakileri kendisi ile birlikte “Cehenneme” götürecektir. Zira samimiyetle ve içtenlikle kendilerine iletilen "gerçekleri" dikkate alan ve onlara göre davranan (Takvaya Eren) insanların inançları üzerinde bir kuruntu veya kuşku hissetmesi (vesvese) halinde bu durumun Şeytan tarafından yapılan bir etki olduğunu fark edecekleri ve hemen "Gerçeği Görerek" Yüce Allah'ı hatırlayacakları açıklanmakta ve böylece "iman" edip Allah'a sığınanlara (tevekkül üzerinde olanlara) Şeytan'ın etkili olamayacağı ve hakimiyet kuramayacağı belirtilmektedir. Buna göre bütün "Akıllı" insanlara, Şeytan'ın ancak onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerinde hakimiyet kuracağı hatırlatılarak, Allah'a "iman" etmekle ve Allah'a "sığınmakla" Şeytan'ın "vesveselerinden" korunabilecekleri hatırlatılmaktadır.
Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçeği görürler. (39/201), (7/201)
Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! (70/98), (16/98)
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. (70/99), (16/99)
Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır. (70/100), (16/100)
Akıl erdirip Allah'ı tanıyarak "İnsan Olana" hiçbir kötü (şer) gücün (Şeytanın) bir etkisinin olmayacağı kesin olarak belirtilmektedir. Bu konu akıl yürütmenin ilk adımlarından birisidir. İnsan bu şekilde aklı ile Allah'a yöneldiğinde derhal karşılık görür ve koruma altına alınır. Bunun bilincine varıldığında artık emin olarak Allah yolunda akıl kullanmaya başlanılmış sayılır.
Buna göre insanların davranış ve kararlarında daima "Akıl" unsurunu kullanarak, Allah'ın "Kendi Ruhundan" bir esinti olan İnsanların "Ruhlarının" nefslerini etkileyen "dürtülerin" etkisi altında kalmaması için daima uyanık olması gerekmektedir. Bu gayret nefsin terbiye edilmesi olarak ta tanımlanmaktadır. Yüce Allah çeşitli Ayetlerinde bu konuda uyarı, öğüt ve önerilerde bulunarak insanları "doğru yola" yönlendirmekte ve "Kendisi" ve insanlara bildirdikleri hakkındaki "gerçeklere" ulaşabilmelerinde yardımcı olmaktadır.
Bu konuda bir örnek olarak Yüce Yaratan insan nefsinin "Pek Aceleci" olduğuna işaret ederek, ilerisini ve sonuçlarını düşünmeden ani kararlar verebileceğini hatırlatmaktadır.
İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister, İnsan pek acelecidir! (50/11), (17/11)
Bu aceleciliği nedeniyle insanların öfke anında ilerisini düşünmeden kendisi, ailesi, malı hakkında "Kendisi için iyi şeyleri ister" gibi "Şer" istediğine ve bazı insanların da kendilerine, ailelerine veya mallarına gelen bazı facialardan dolayı çok üzüldükleri için bir an önce ölümü istediklerine işaret edilmektedir. Bu örnekler verilerek nefsinin her hatırına gelene aceleci davranan bir yapıda olması yüzünden insanın "Aceleci" bir varlık olduğu, belirtilmektedir.
Onun için insanların genellikle sonuçlarını düşünmeden ve dikkate almadan karar verdikleri ve işler yaptıkları hatırlatılarak tüm insanlar uyarılmakta ve sonradan pişman olunmaması için her işte düşünceli hareket etmeleri öğütlenmektedir. Ayrıca insanın "cimri" bir varlık olduğu da belirtilmektedir.
Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (89/180), (3/180)
Böylece insanlara, sahip oldukları "varlıkları" kendilerine Yüce Allah'ın verdiği hatırlatılarak, bunlardan ihtiyaç sahiplerine "paylarının" verilmesinde (zekat, sadaka) cimrilik yapanların kendileri için hayırlı olmadığı, aksine bunun onlar için pek fena olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle cimrilik yapmanın Şeytani bir "dürtü" olduğunun dikkate alınması ve "Akıl" yolu ile bu davranıştan uzaklaşılması için bütün insanlara öğüt verilmektedir.
Görüldüğü gibi insanların her türlü düşünce ve eylemlerinde mutlaka "Aklın" galip gelmesi beklenmektedir. Zira Akıl insana Allah tarafından özel olarak hediye edilmiştir ve her türlü yanlışlıklardan korumak ve sonuçta Allah'ı tanımak için insana verilmiştir.
İnsan Nefsinin Bazı Özellikleri
Yüce Allah Ayetlerinde insanın yaratılışında Allah tarafından "Ruhlarının" bir özelliği olan "Nefslerine" verdiği "izin" ile Şeytan tarafından insanları Allah'a iman etmelerinden ve doğru yola yönelmelerinden alıkoymak üzere eklenen özelliklerden bazılarına işaret etmektedir.
İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister, İnsan pek acelecidir! (50/11), (17/11)
Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur. (52/9), (11/9)
Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der, çünkü o şımarıktır, kibirlidir. (52/10), (11/10)
Ancak sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir, işte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır. (52/11), (11/11)
Kim, dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. (52/15), (11/15)
İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; yaptıkları da boşa gitmiştir, yapmakta oldukları şeyler bâtıldır. (52/16), (11/16)
İnsan hayır istemekten usanmaz, fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. (61/49), (41/49)
İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer, fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur. (61/51), (41/51)
Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı, fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir, çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir. (62/27), (42/27)
İnsan, aceleci yaratılmıştır, size ayetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin. (73/37), (21/37)
Gerçekten insan, pek hırslı yaratılmıştır. (79/19), (70/19)
Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. (79/20), (70/20)
Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir. (79/21), (70/21)
Yüce Allah "Yaratılış" ile ilgili bölümlerde daha etraflı olarak değinildiği gibi, “Gerçek Ortamda" oradaki koşullara göre "Toprak" olarak anlayabileceğimiz maddelerden "İnsan" olarak tanımlanan yeni bir yapıyı yarattığını, bu şekilde yarattığı insanın "Madde" yapısına "Ruhundan" bir esinti olarak “Ruhunu” ve en önemlisi "Akıl” yeteneğini ayrıca bunlarla birlikte "Duygu" ve "Arzu" olarak adlandırdığımız soyut unsurları yüklediğini açıklamaktadır.
Bu yaratılış ile ilgili olarak Allah'ın iradesini yürütmekle görevlendirdiği bazı "Enerji" esaslı yapıların (Şeytanın), bu yeni yapının (İnsanın) yaratılışına itiraz ederek ve onları etkisi altına aldığı da Ayetlerde bildirilmektedir. Bunun üzerine Yüce Yaratan'ın, Kendi "Ruhunu" taşıyan "İnsanların" bu yapılar (Şeytan) ile birlikte geçici bir süre yaşamalarını ve kendilerine verilmiş olan "Akıl" unsurunu kullanarak onlarla mücadele etmelerini ve onlara üstün gelmelerini takdir ettiği ve bunun gerçekleşmesini teminen, Evren ve Dünya ortamını yarattığı da yine Ayetlerde belirtilmiş bulunmaktadır. Buna göre, insanların Evren ve Dünya ortamında bu ortam koşullarına göre sadece "Kendisinin" bildiği bir zamana kadar ve takdir ettiği bir sayıya ulaşıncaya kadar "Çoğalmaları" ve geçici bir süre bu ortamda "Yaşamaya" başladıkları anlaşılmaktadır.
İnsanın yaratılışına itiraz eden "Şeytanın" Allah’ın “izni” ile bu Dünya ortamında yaşayacak olan bütün insanları Allah’ın yolundan (Doğru Yoldan) saptırmak üzere, onların Ruhlarının bir özelliği olan “nefslerine” bütün “olumsuz” duyguları ve arzuları eklediği ve insanları bu duygulara göre “etkilediği” Ayetlerde bildirilmektedir. Buna ek olarak Allah'ın belli ölçülere ve sınırlara bağlı olarak İnsan Ruhuna "Yerleştirdiği" en güzel duygularında da bu ölçüleri ve sınırları aşmaları için insanları "Etkiledikleri" söylenebilir.
Ayetlerde yer alan Allah’a ait en güzel duygular ile Şeytan’ın eklediği tüm olumsuz duygular belli ölçü ve sınırlar dahilinde olduğu zaman insanların Akıllarını kullanmalarına "Yardımcı" nitelikleri bulunmaktadır. Ancak bu sınırlar aşıldığında insana ancak zarar veren ve "Yaratıcı" ile olan "Ruhsal" bağını zedeleyen bir durum söz konusu olabilmektedir. Şeytan’ın böylece İnsanları Allah'ı inkara gidecek kadar bütün ölçü ve sınırları tanımamaları için "yönlendirdiği" anlaşılmaktadır.
Ayetlerde, örnek olarak insan nefsinin "Pek Aceleci" olduğuna işaret edilerek insanın ilerisini ve sonuçlarını düşünmeden ani kararlar verebileceği, sahip oldukları şeyleri kaybedenlerin tamamen ümitsizliğe kapılabileceği ve hatta "Yaratana" nankörlük edebileceği, bir zarara uğradıktan sonra faydalanabileceği olanaklara (Nimet) kavuştuğunda bunu kendisinden bilerek şımarabileceği ve kibirlenebileceği, kendisine iletilen öğüt ve önerilerde açıklananlara bir an önce kavuşmayı isteyebileceği, bir şeyi elde etmek için hırslanabileceği, sabırsızlık gösterebileceği, bir fenalıkla karşılaştığında şikayetçi olabileceği, isyan edebileceği, biraz maddi imkana kavuştuğunda diğer insanlara karşı cimrileşebileceği hatırlatılarak, tüm insanlar Şeytan'ın insan nefsini etkilemesini önlemek üzere, her işe özgü ölçü ve sınırların aşmamaları ve sonradan pişman olmamaları için uyarılmaktadır.
Yüce Allah bütün insanlara bildirdiği gerçekleri (Ayetlerini) göstereceğini, bunun için Akıllarını kullanarak her şeyi acele istememelerini, özellikle cimrilikten korunmalarını ve her işte ve her zaman düşünceli olmalarını öğütlemektedir. Bu öğütlere göre davrananlar bu ortamdaki yaşamlarında da Allah'ın bildirdiği "Ayetleri" anlayabilecekler ve Doğru Yola ulaşabileceklerdir.
Buna göre insanların bu “özellikleri” akıllarını kullanarak fark etmelerinin ve her türlü davranışlarında hatırlayıp bu “nefsani” duygu ve arzuların "Esiri" olmamalarının önemi üzerinde durulmaktadır.
Ayrıca bütün insanlara karşılaştıkları her türlü kötülük ve olumsuzluklara sabredip güzel iş yapmaları halinde bu ortamdaki yaşamlarında ve ölüm sonrasında onlar için af edilme ve karşılıksız imkanlar (Bağış) ile büyük ödüller (Mükafat) bulunduğu bildirilmektedir. Kendilerine yapılan bu tür uyarı ve telkinleri dikkate almayan ve Şeytan'ın etkisine açık olan "nefslerinin" peşinden düşüncesizce giderek yalnızca dünya hayatını ve güzelliklerini (Zinetini) isteyenlere buna yönelik olarak yaptıkları işlerinin karşılığının eksiksiz olarak verileceğine işaret edilmekte; ancak sadece bu amaca yönelik olarak yapılan işlerin "Kurtuluşa" ulaşılabilmesi için geçersiz olması (Bâtıl) olması nedeniyle, ölüm sonrasında sadece "Ateşe" sahip olabileceklerini de kesin ve açıkça ihtar edilmektedir. Bu nedenle, bu durumda olanların bu ve benzer uyarıları dikkate alarak sonlarının "Ateş" olmamasına çalışmaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bir diğer özellik olarak insanların kendileri için iyi olan şeyleri istemekten usanmayacağına işaret edilmektedir. İnsan nefsinin bu özelliği, sahip olunan şeylerin hiçbir zaman "Yeterli" olarak görülmemesine, ihtiyacı olmasa bile veya yeterince sahip olsa bile bütün iyi şeylere sahip olmayı istemekten bıkmamasına sebep olmaktadır. Bu durum sahip olma duygusunun ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.
Yüce Allah insanlara her konuda yararlanacakları her şeyi (Rızık) bol bol vermesi halinde, bütün insanların nefslerine Şeytan tarafından "Eklenmiş " bulunan bu "Açgözlülük" ve "Aşırı Hırs" gibi unsurlar nedeniyle, Dünyadaki yaşamlarında her konuda "Akıllarını" kullanmalarında "Zayıflık" göstereceklerine ve "Aşırı" giderek "Azacaklarına" işaret etmekte ve bu yüzden insanların yararlandıkları her türlü geçimlikleri belirlediği (Dilediği) ölçüde yaratmakta olduğunu (İndirdiğini) açıklamaktadır. Her şeyin "Yaratıcısı" olan Yüce Allah", bu ortamda geçici bir süre geçirmekte olan bütün insanların davranışlarını ve işlediklerini "Gördüğünü" ve "Haberdar" olduğunu bütün insanlara hatırlatmaktadır.
Öte yandan, kendisine bir kötülük veya olumsuzluk geldiğinde insanın hemen ümitsizliğe kapılarak üzüntü duyacağı açıklanmaktadır. Bu tür durumlarda "Nefsine" tabi olarak sabır ve sükunetle hareket edilmemesi halinde, Şeytan'ın etkisi altına girilerek isyana ve inkara kadar gidebilecek davranışlara neden olunabileceğine dikkat çekilmektedir. Bu şekilde Nefsinin etkisinde kalanların kendilerine Allah tarafından bir imkan verildiğinde, insanların yararlandıkları ve faydalandıkları bütün her şeyin Allah'tan geldiğini dikkate almamaları yüzünden, "pinti" kesildikleri (Cimrileştikleri) belirtilmekte ve böylece Allah'tan yüz çevirdikleri ve ihtiyaçlarından artan kısmını paylaşmaktan kaçındıkları bildirilmektedir.
Fakat bu gibilerin ve bütün insanların başlarına bir olumsuzluk veya kötülük geldiğinde sadece Allah'a yalvardıkları da bir "Gerçek" olarak herkese hatırlatılmaktadır. Bu nedenlerle insanların her işlerinde akıllarını kullanarak neyin ne kadarının olumlu ve ne kadarının olumsuz olabileceğini daima düşünmeleri gerekmekte ve Ayetlerdeki uyarılar ile bu konularda verilen bilgileri hatırlamaları onlardan beklenmektedir.
Bu nedenle, insanlara nefslerini cimrilikten korumaları halinde "kurtuluşa" erenlerden olacakları hatırlatılarak "doğru yola" ulaşmaları için yol gösterilmektedir
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (101/9), (59/9)
Ey iman edenler! mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın, kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. (104/9), (63/9)
Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır, büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır. (108/15), (64/15)
İnsan nefsinin en etkili olduğu konular menfaat ve sahip olma duygularıdır. Burada da en önde mallar ve çocuklar (Özellikle erkek çocuklar) gelmektedir. Nefsin bu niteliği, Şeytan için en etkili ve kolay giriş kapısı olmaktadır. Nefsin insanın sahip olma duygusunu bir gurur vesilesi yaptırdığı ve giderek artan bir şekilde bu gururu tattırdığı belirtilerek bu yola girdiğini fark edemeyen insanların sonuçta giderek Allah'ı daha az anar hale geldikleri ve akılları ile geri dönüş yapamamaları halinde tamamen hatırlamaz oldukları söylenebilir.
Yapılan bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi İnsandan aklı ile nefslerinde bulunan ve “Şeytan’ın Dürtüleri” olarak tanımlanan bütün özellikleri keşfetmesi ve bunları yine aklı ile aşarak "İnsan Olmak" için kendini yönlendirebilmesi istenmektedir.
Nefsin Dereceleri
Yüce Allah birçok Ayetinde "yedi kat gökler" olarak "Arş ve Evren" bünyesinde çok sayıda (yedi yol) düzen yarattığını "yemin ederek" bildirmektedir. Böylece özellikle Evrende "çok sayıda" katmanların bulunduğuna, ayrıca bu katmanlarda bulunan her türlü yapıların "Allah’ın İradesine" tabi olarak varlıklarını sürdürdüklerine işaret etmektedir.
Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık, Biz yaratmaktan habersiz değiliz. (74/17), (23/17)
Bununla beraber Yüce Allah, Yusuf Peygamber ile ilgili olan ve onun "sözleri" olarak ilettiği Ayetinde, İnsan Ruhunun bir özelliği olan "Nefsine" verdiği izin ile Şeytan'ın eklediği duyguların insanı daima "kötülüğe" yönlendirdiğini bir defa daha hatırlatarak ancak Allah'ın acıyıp koruması halinde insanların bu durumdan kurtulabileceğini belirtmekte ve bunun için çok bağışlayıcı ve esirgeyici olan Allah'tan yardım istenmesini öğüt vermektedir.
"Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (53/53), (12/53)
Öte yandan, özetle kalbin bulanıklıktan arındırılması, insana ve tüm yaratıklara karşı güzel davranılması, Allah'a iman konularında Hz.Muhammed'e uyulması, mal ve mülkün hakikat mertebesinde (Allah katında) yokluğunun idrak edilmesi ayrıca Allah'ın en yüce ve hakiki bir nur olduğunun, diğer bütün nurların kaynağının Allah olduğunun ve Ruhanî, cismanî, manevî-maddî bütün varlıkların "O" nurun yansımaları olduğunun kabul edilmesi gibi görüşleri ileri süren ve "Sûfî" olarak adlandırılan bazı "Müslüman Din Alimlerinin" genel olarak kabul ettikleri ve görüş birliğine ulaştıkları "Tasavvuf" anlayışında, insanların "nefslerini" nasıl en "yüksek" ve en "üstün" düzeye çıkarabilecekleri ve bu amaca ulaşmalarında hangi aşamalardan geçecekleri belirtilmektedir.
Bu anlayışa göre Ayette yer alan "insanlar üstüne yedi yol yaratılması" ifadesi ile insanın bu ortamda sürdüreceği yaşamında en önemli yeri işgal eden "nefsin" Allah'ı anlama ve kötülüklerden arınmasında en ileri düzeye ulaşmasında "Nefsin Dereceleri" olarak tanımlanan ve "yedi aşamada" açıklanan bazı davranış ve durumlara işaret edilmektedir. Diğer bir deyimle insan nefsinin "Gelişme ve Olgunlaşma" aşamalarından geçtiği ve bunların "Nefsin Dereceleri" olduğu belirtilmektedir.
Tasavvuf anlayışı ile ilgili bir kaynakta Sufilerin Kur’an’da nefse ait vasıflardan hareketle insan nefsinin altı mertebesi (derecesi) olduğunu ileri sürdükleri ve buna “nefs-i kâmile” adıyla bir mertebe daha ilave ettikleri belirtilmektedir. Söz konusu anlayışa göre insan nefsinin dereceleri aşağıdaki "aşamalara" göre gelişme gösterecektir:
1. Nefs-i Emmâre: (Sürekli kötülüğü emreden, Ayetlere aldırmayan, hayvani ve şehevî doğasına uygun şeyleri isteyen, yaptığı kötülükleri doğal gören¸ pişmanlık duymayan)
2. Nefs-i Levvâme: (Ayetlere bazen uyan bazen uymayan, kendisinde ve çevresinde gördüğü kötülükleri kınamaya başlayan, yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyan)
3. Nefs-i mülhime: (İlham ve keşfe yönelen, basireti açılan, iyi ve kötüyü idrak edebilen, nefse ve nefsin isteklerine karsı direnen, maddenin ve soyut kavramları idrak eden)
4. Nefs-i Mutmainne: (Oldukça güzel huyları olan, imanın nuruyla aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup ahlâk ile bezenen, iyi¸ kötü gibi karşıtlıklardan kurtularak huzura eren)
5. Nefs-i Râdiye: (Allah'tan gelen her şeye tam bir rıza gösteren, Allah’ın iradesine tabi olan, rıza makamına eren, nefsini yeren, fenâ (Gerçek Kulluk) makamına ulaşan)
6. Nefs-i Mardiyye: (Allah'ın kendisinden "Hoşnut ve Razı" olan, nefisinin istekleri terk eden, üstün ahlâka kavuşan, Allah tarafından bazı gayb sırlarına vakıf olan)
7. Nefs-i Kâmile: (Allah'a doğru yürüyen, nefsi tamamen olgunlaşan, Allah yolunda olan)
Somuncu Baba Dergisi | İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi
Nefsin Dereceleri konusunda Diyanet Tefsirinde aşağıdaki açıklama bulunmaktadır:
"İnsan nefsi iki temel özelliğe sahiptir: a) nefs dinamiktir, kendi kendisini dengeleyici bir sistemdir ve onda zıt eğilimlerin meydana getirdiği psikolojik bir gerginlik ortamı vardır. Bu gerginlikler davranışlarda güdüleyici bir sistem olarak rol oynarlar. Kur’an’da muhtelif âyetlerde nefsin bu özelliğine işaret edilmektedir (meselâ bk. Şems 91/7-10; Tîn 95/4). b) nefste gelişme ve olgunlaşma gücü vardır. İlkel haliyle nefs, içgüdüsel isteklerin baskın olduğu, dolayısıyla ahlâkî ölçülere uyum sağlamakta zorlandığı için kötülüğe yatkındır. Bu özellikteki nefs derecesine nefs-i emmâre denilir (nefs hakkında bk. Nisâ 4/1). Mutasavvıflar, nefsin mertebelerini ve hallerini şu şekilde açıklamışlardır: 1. Nefs-i emmâre: Şeytana uyarak şehevî (bedensel, biyolojik) isteklerin, makam ve mevki sahibi olma gibi tutkuların karşılanmasını emreden ve kalbi süflî yönlere çeken kuvvet demektir. 2. Nefs-i levvâme: Bayağı eğilim ve arzulara karşı mücadele eden, işlediği günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve düzeltmeye çalışan nefs basamağıdır. 3. Nefs-i mülhime: Hayır ve şerri idrak edebilme melekesine sahip olan nefstir. 4. Nefs-i mutmainne: İman nuruyla tam aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup yüce ahlâk ile bezenmiş olan nefstir. Bu dereceye ulaşan nefsin sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur. Bu nefs hem Allah ile hem kullarla hem de kendisiyle barışık olduğu için huzur ve tatmin içerisindedir. 5. Nefs-i zekiyye: Nefsi kirletecek inkâr, cehalet, kötü hisler, yanlış inançlar ve kötü huylardan temizlenmiş; iman, ilim, irfan, iyi hisler, güzel huy ve ilâhî ahlâk gibi takva özellikleriyle terbiye edilmiş nefs demektir. 6. Nefs-i râziye: Kendisi ve başkaları hakkında Allah’ın hayır veya şer olarak takdir ettiği hükümlere tereddütsüz rıza gösterip teslim olan nefsin makamıdır. 7. Nefs-i marziyye: Allah ile kul arasında karşılıklı rıza ilişkisinin kurulduğu, kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olduğu makamdır. 8. Nefs-i kâmile: Kişinin ahlâk ve marifette kemale ererek irşad mevkiine yükseldiği makamdır."
Kıyâmet Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Nefs ve dereceleri hakkında Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisinde yayımlanan bir araştırma yazısında açıklayıcı bilgiler yer almaktadır.
the-effect-of-nefs-concept-on-human-behaviors-in-the-framework-of-some-verses-of-the-quran.pdf
Nefsin Denetlenmesi
Yüce Allah, aklını kullanıp Allah'ı tanıyan ve ona ibadet eden ve Kur'an öğütlerini dikkate alarak kendine örnek alan imanlı kişilerin, nefslerine esir olmayacakların ve doğru yola (Sırat-ı Mustakiym) ulaşacaklarını bildirmektedir.
Ancak şunlar öyle değildir: namaz kılanlar, (79/22), (70/22)
Ki onlar namazlarında devamlıdırlar (79/23), (70/23)
Mallarında, isteyene belli bir hak tanıyanlar; (79/24), (70/24)
Ve mahrum kalmışa (79/25), (70/25)
Ceza gününün doğruluğuna inananlar; (79/26), (70/26)
Rablerinin azabından korkanlar, (79/27), (70/27)
Ki Rablerinin azabına emin olunamaz; (79/28), (70/28)
lrzlarını koruyanlar -ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna-; (79/29), (70/29)
Çünkü onlar kınanmaz; (79/30), (70/30)
Bundan öteye isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir (79/31), (70/31)
Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler; (79/32), (70/32)
Şahitliklerini yapanlar; (79/33), (70/33)
Namazlarını koruyanlar; (79/34), (70/34)
İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar. (79/35), (70/35)
Namaz kılan (Dua Eden) ve bunda devamlı olan, zekat veren, ölüm sonrası ortamların (Ahiret) doğru olduğuna inanan, Allah'ın" inanmayanlara azabından” korkan, namuslarını koruyan, emanete ve verdikleri sözlere uyan ve Allah'ın tek "ilah" olduğuna dair yaptığı "şahitliklerini" her zaman hatırlayıp Allah'a iman edenlerin "İnsan olmak" düzeyine çıkabilen insanlar oldukları açıklanmaktadır.
Buna göre Yüce Allah insanların bu Dünyadaki yaşamları sırasında Allah'a inanıp O'na teslimiyetini hissederek, ihmal etmeden ve devamlı olarak dua (namaz) edenlerin, edindikleri mallarında ihtiyaç içinde olanların da "Haklarının" bulunduğunu idrak edip kendisinden "İsteyenlere" ve mahcubiyetleri yüzünden isteyemeyip mahrum kalmışlara belli bir "Hak" tanıyıp haklarını onlara verenlerin, Din Gününün (Ahiretin) doğru ve gerçek olduğuna inananların, hiç bir zaman "Emin" olamayacakları Allah'ın azabından korkanların, ırzlarını koruyanların, (Eşleri ve cariyeleri dışında cinsel ilişkide bulunanların taşkınlık ve azgınlık yaptıkları ve kınanacakları bildirilmektedir), kendilerine emanet edilene ve verdiği sözlerine riayet edenlerin, (İnsanlar kendilerine emanet edilenler üzerinde önemle durmaları gerekmektedir. Emanet edilen şey, emanet eden adına bir eşyanın saklanması, korunması olabileceği gibi bir hizmetin yapılması veya yürütülmesi de olabilir ve aslında bir iş için "Söz Vermek" olarak da düşünülebilir. Emaneti alan saklama, koruma, yapma veya yürütme gibi üstlendiği emanet için "Söz Verdiğini" unutmadan o sözünü kendisinden istenen "Şart" ve "Koşullara" uygun olarak yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi halde emaneti koruyamamış ve sözünü tutamamış olacaktır.), dosdoğru şahitlik yapanların, namazlarını koruyanların yani devamlı ve özenerek namazda bulunanların (Namaz Kılanların), nefslerini kontrol edebilen ve nefslerine hâkim olabilenler olduğuna işaret edilmekte ve onların Cennet'te "ağırlanacakları" bildirilmektedir.
Burada geçen "Şahitlik" kelimesi ile, insanlar arasındaki ilişkilerde daima "doğru" olmak ve "Doğruyu" söylemek gerektiğine işaret edilmekle birlikte, bu ortama gelmek üzere yaratılmış olan "Ruhlarının" Allah'ın "huzurunda" toplandıklarında (Elest Toplantısı) Allah'ın "İnsanların Tek İlahı" olduğuna "Şahitlik" ettikleri de İnsanlara hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma, insanların Şeytan'ın dürtülerine kanarak Allah'a iman etmekten ayrılmaması gerektiğini düşünmeleri için önem taşımaktadır.
Allah "Nefslerine" Şeytan tarafından eklenen olumsuz duyguların etkisi ile insanların azacağına yani düşünce ve davranışlarında sınır tanımayacağına işaret etmektedir.
Gerçek şu ki, insan azar. (1/6), (96/6)
Kendini kendine yeterli görerek. (1/7), (96/7)
Kuşkusuz dönüş Rabbinedir. (1/8), (96/8)
İnsan nefsinin bir özelliği olarak insanların, her şeyi kendisinin yaptığını, her şeylere kadir olduğunu bu nedenle de kendi fikrinin kendi yaşamı için yeterli olduğunu düşünerek bu azgınlığını sürdüreceğini tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Ancak, bu tür bir Dünya ortamı yaşantısının bir sonu bulunduğu ve sonuçta kuşkusuz “Allah’a" dönüleceği gerçeği üzerinde durulması gerekmektedir.
Bu gerçek durum, bu ortamdaki geçmiş ve gelecek tüm "Akıllı" insanların Allah ile ilgili olarak bir anlayışa ve idrake ulaşabilmeleri açısından çok somut bir “uyarı” niteliğindedir. Bu uyarılar, insanların "Gerçek Ortama” dönüş yapacaklarını ifade etmekte ve bu nedenle de "Dünya" ortamındaki her türlü işlerinde ve düşüncelerinde bu durumu dikkate almalarını sağlamak üzere ifade edilmektedir.
Allah, "Yaratıcılığının" en ulaşılamaz ve "Nihai" bir örneği olarak "İnsanı" kendi "Ruhundan" meydana getirdiği bir tek "nefsten" yarattığını bildirmektedir.
Sizi bir tek nefsten yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile eşi hafif bir yük yüklendi, onu bir müddet taşıdı. (39/189), (7/189)
O, sizi bir tek nefsten yaratandır. (55/98), (6/98)
Allah sizi bir tek nefsten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır, mülk Allah'ındır, O'ndan başka tanrı yoktur; öyleyken nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (59/6), (39/6)
Ey insanlar! Sizi bir tek nefsten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. (92/1), (4/1)
Burada bazı Ayetlerde yer alan “Can” kelimesi üzerinde durulması gerekmektedir. Buna göre bu Ayetlerde yer alan “Can” kelimesi ile "İnsan Ruhuna" işaret eden "Nefs" unsuruna işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz. (85/57), (29/57)
Ancak "Can" ifadesi aslında insan ve hayvanlar ile kendiliğinde hareket edebilen diğer her türlü varlıkların, yaratık ve bitkilerin "atom yapılarında" bu "Hareketi" sağlayan "Elektriksel Güç Kaynağını", diğer bir ifade ile "Cevheri" tanımlamaktadır. Bu tanımlama ile gerçek yapısı ve gerçek niteliklerinin bulunduğumuz ortam koşulları ve fizik, kimya gibi bilimsel ayırımlarda tanımlanan değişmez özellikler (Kanunlar) ile açıklanması "Henüz" tam olarak mümkün olmayan ancak bütün varlıkların "atom" yapılarında bulunan ve elektriksel olarak tanımlayabileceğimiz "enerji" esaslı "Bir Unsur" olduğu söylenebilir. Buna göre "Can’ın", canlı veya cansız tüm "yapıların" atomlarında bulunmakta ve Allah'a ait bir "Sır" niteliğinde İlahi bir enerji türü olduğu (Bilinçli Enerji) düşünülebilir.
Buna göre "Can" İnsan, Hayvan ve bitkiler olarak gruplandırılan "Canlılar" açısından onların "Atom" yapısını oluşturan Atom Altı Parçacıklar bünyesindeki "Unsurların" hareketlerinin ve birlikteliğinin "Ölümcül" bir etkenin tesiri ile tamamen "Kesilmesine" kadar (ölümlerine kadar) o İnsan, Hayvan veya bitkilerin atomlarında bulunan ve onlara "canlılık" veren bir çeşit "Elektriksel Canlılık Enerjisi" niteliğindedir. İşte "Can" olarak tanımlanan bu unsurun, Yüce Yaratanın tüm yaratılışların en küçük Atom Altı Parçacıkların yapı taşlarında "Her Türlü Etki-Tepki İşlemleri İçin" gerekli bulunan bir "Enerji Kaynağı" olduğu (Öz) sonucuna varılabilmektedir. Canlılar olarak tanımlanan yapılarda çeşitli nedenlere bağlı olarak bu enerji kesildiğinde "Ölüm" oluşmaktadır. Ölüm ile birlikte atom yapılarını oluşturan Atom Altı Parçacıklar bünyesindeki "Bilinçli Enerji" artık ait oldukları yapının "Canlı" kalması yerine, şekilden şekle geçerek yeni şekillere girmesini gerçekleştirmek üzere işlevlerine devam etmektedir. Bu işlevler "Hiç Durmayacaktır" ve Kıyamet ve sonrasına geçişler de bu devamlılığın bir sonucu olarak gerçekleşecektir.
Öte yandan bilimsel araştırmalardan elde edilen bilgilere göre, bu ortamda "Cansız" olarak nitelediğimiz diğer her türlü yapıları (Su, taş, toprak, madenler, vb.) oluşturan moleküllerin atomlarından, atomları oluşturan protonlar ve nötronların da çok daha küçük unsurlardan (Atom Altı Parçacıklar-AAP) meydana geldiği ve atomlardaki bütün hareketliliğin "Kendiliğinden hareket eden" bu unsurlardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Buna göre "Cansız" olarak tanımlanan diğer "Her Şeyi" oluşturan yapıların da aslında bir çeşit "Canlı" olduğunu söylemek mümkün olmaktadır.
Çünkü Yüce Yaratının "yarattığı" canlı veya cansız tüm varlıkların en küçük unsurları olan atom altı parçacıklarında, "Her Türlü Etki ve Tepki İşlemleri" bir çeşit "Enerji Kaynağı" sayesinde (Öz) gerçekleşmektedir.
Cansız maddelerin görünürde "Kendiliğinden" hareket etmedikleri görülmektedir. Fakat onlar her an karşılaştıkları her türlü "Etkileşime" karşı "Maddi" bünyelerindeki en küçük "Yapı" olan ve şimdilik "Atom Altı Parçacıklar" diye adlandırılan "Unsurlar" tarafından "Bilinçli" olarak yani "Bilerek" alınan "Kararlara" göre yapılarının devamlılığını sağlayacak yeni bir "Durum" geliştirmektedirler.
Buna göre, bu Evren ve Dünya ortamında görüp algıladığımız ve göremediğimiz ve algılayamadığımız her türlü "Maddesel Oluşum" bünyesinde, bu hareketlerin gerçekleşmesinin "kaynağı olarak" maddelerin en küçük yapı taşı olan "Atom Altı Parçacıklarına" Allah tarafından "Yerleştirilen" ve her türlü "Etkiye" ne şekilde "Tepki" verileceğine "Karar verip Uygulayan" ve Allah'a ait olan bir çeşit "Bilinçli Enerji" bulunmaktadır.
Allah'a ait olan "Bilinç" Evren ve Dünya ortamının "Yaratılması" ve "Sürdürülmesi" olgularının en temel unsurudur. Bu ortamdaki tüm "Elementler" ve bu elementlerin çok çeşitli şekillerde birbirlerini etkilemeleri sonucunda sayısız ölçüde çeşitlilik gösteren tüm "Maddeler" bu unsurun "Etkisi" ile oluşmuştur, "Şekil" almıştır ve Evren ve Dünya ortamının "Sona Ereceği" ana kadar ve "Sonrasında" da bu unsurun etkisi ile oluşmaya ve şu anda "Bilemeyeceğimiz" anlamda şekil almaya devam edecektir.
Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)
Bu "Süreklilik" Evren ve Dünya ortamının ortaya çıkmasını ve devamını sağlamıştır. Her şey her an "Değişmektedir." Bu değişimler Allah'ın "Atom Altı Parçacıklar" bünyelerinde kendini gösteren ve "Takdir Edilmiş" muhteşem tasarımların gerçekleşmesini sağlayan "Bilinçli Enerjinin" etkisi ile gerçekleşmektedir.
Bu anlamda "Canlı" olarak tanımladığımız "Hayvansal" ve "Bitkisel" yapılarının kendi "Maddi" yapılarını bulundukları "Maddi" ortamlara uyum sağlamak üzere zaman içinde değiştirmeleri de (Evrim) bu "Bilinçli Enerji" ile mümkün olmaktadır.
Burada "Hayvan" yapıların ve tabii olarak bu arada "İnsan" yapısının "Maddi Olmayan" bazı "Manevi Unsurlara" sahip olduklarının da hatırlanması gerekmektedir. Hayvan yapılarda "maddi" olmayan unsurların varlığı, bu unsurların etkisi ile gerçekleşen faaliyet ve gelişimlerin incelenmesinden anlaşılmaktadır. Bunlarla ilgili olarak "İçgüdü" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.
İnsanların yapılarında ise bu maddi olmayan unsurlar yanında "Allah'ın Ruhundan" indirilen (üflenen) İnsan Ruhu yer almaktadır. Yüce Allah insanları Ruhlarına daha önce de belirtildiği gibi Allah'a ait "güzel" duyguları yerleştirmiştir. Bunun yanında Allah'ın izni ile insanın yaratılışına karşı gelen Şeytan tarafından eklenen kötü ve olumsuz duygular da İnsan ruhunda yer almakta ve "Nefs" olarak tanımlanmaktadır. Bu olumlu ve olumsuz "duygular" insanların tüm karar ve faaliyetlerini etkilemekte ve yönlendirmektedir.
Örneğin Yüce Yaratan "nefs" olarak tanımlanan kötü duyguların insanları kararlarında ve faaliyetlerinde tatmin olmanın ve gururlanmanın "Çekiciliğine" yönlendirdiğini açıklamaktadır.
Nefsani arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı.Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır. (89/14), (3/14)
Diğer bir deyişle İnsanlar nefslerinin etkisi ile "Hoşlandıkları" her şeye ulaşmaya yönlendirilmektedir.
Bu Duygulardan "Gerçek Ortamdaki" ilk yaratılışta insan Ruhuna Yüce Allah'ın yerleştirdiği "Olumlu" olanların bulunduğu, ancak Şeytan'ın "Hilesi" ile Allah'ın takdiri sonucunda bu Dünya ortamına gönderilmesi sırasında "Allah'ın İzni” ile Şeytan tarafından "Olumsuz" olanların da dahil edildikleri ve bu olumsuz unsurların topluca "nefs" olarak tanımlandığı Ayetlerden anlaşılmaktadır.
Allah "İnsanı", Melekleri ve Cinleri yaratmasında olduğu gibi, "Kendisinden" yaratmıştır ve "İnsanın" bünyesinde "Allah'ın Ruhundan" bir "esinti" olarak "Ruh" taşımaktadır. Ayetlerde belirtilen ve nitelikleri açıklanan "nefs" unsuru, Adem'den sonra Havva başta olmak üzere sonra bu Dünya ortamına "Gelen" tüm İnsanların bünyelerinde "Ruhları" ile birlikte yer almaktadır ve Evren ve Dünya ortamının sona ereceği güne kadar bu Dünya ortamına "Gelecek" olan tüm "İnsan" yapılarında da "Aynen" yer alacaktır. Nefs aynı zamanda temelde insanların "Benliğini" tanımlamaktadır. O nedenle bu ortamda "Yaratılan" tüm insanlara hitaben "Tek nefsten" yaratıldıkları, diğer bir ifade ile "nefsin" her insanda aynı nitelikte olarak bulunduğu çok sayıdaki Ayetlerde tüm insanlara hatırlatılmaktadır.
Öte yandan Allah, Gerçek Ortamda "Yarattığı" insanın, Şeytan tarafından bünyesine indirilen ve bu Dünya ortamında yaşayacak olan tüm insan neslinde "Aynı" şekilde yer alacak olan ve Ayette "Tek nefs" olarak belirtilen bu olumsuz unsurların İnsanlara lütfettiği "Akıl" unsuru ile "Etkisiz" hale getirilebileceğini de çok sayıdaki Ayetlerde tüm insanlara açıklamaktadır ve İnsanlardan bu "Yüzleşmeyi" yaparak Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğunu görüp "Teslim Olmalarını" beklemektedir.
Buna göre Allah'ın Gerçek Ortamda yaratmış olduğu "İlk İnsan" olan Adem'in Dünya ortamında ortaya çıkmasından sonra gelen insanların yaşamlarında tüm faaliyetlerinin kararlaştırılıp uygulanması ve özellikle Kur'an Ayetlerinde "nefs" olarak tanımlanan duygularının denetlenerek ve "doğru yola" yönlendirmesi için bütün insanların "Ruhlarına" ayrıca "Akıl" unsurunu yerleştirdiği anlaşılmaktadır.
Buna göre Allah, Gerçek Ortamda yaratmış olduğu "İlk İnsanları" Dünya ortamına göndermeyi "Kararlaştırmasından" sonra, bir yandan (13,7 Milyar Yıl sürdüğü ileri sürülen) Evren ve Dünya ortamının "Arş" bünyesinde "Yaratılması" sürerken, diğer yandan Adem'in bu Dünya ortamındaki yaratılışı esnasında "Karar Verme" ve "Tüm Faaliyetlerini Yönetme" becerilerinde etkili olmak üzere bedensel yapısına bu unsuru dahil edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak insanlardan "Akıllarını" kullanarak nefslerinin bu yönlendirmelerinin her zaman "Hoşlandıkları" biçimde sonuçlanmayacağını ve bazen bu yönlendirmelerin kendilerine "Zarar" verebileceğini "Görerek" kararlarını ve faaliyetlerini buna göre "Düzeltmelerinin" gerekeceğini "İdrak Etmeleri" beklenmektedir. Özellikle insanların bu Dünya ortamındaki "Kısa" varlıkları sırasında bu tür "Hoşa Giden Heveslere" tabi olarak yaşam sürmeleri halinde "Gerçek Ortam" ile ilgili olarak kendilerine "İletilmiş" olan hususları gözden kaçırabileceklerine işaret edilerek, bu Dünya ortamının aslında "Geçici" bir durum olduğuna dikkat edilmesi istenmektedir. Böylece Yüce Allah "İnsanlardan" akıllarını kullanmalarını ve onlara bildirdiği tüm "gerçekleri" anlamalarını beklemektedir.
Bu nedenle Kur'an'ın ilk Ayeti "Oku" kelimesi ile başlamaktadır. Buna göre "Akıllı İnsanlar" ancak Kur'an'ı okuduklarında "Gerçeklere" ulaşabileceklerdir.
Zira insanların "Akıllarını Kullanmaları" Kur'an Ayetlerinin anlaşılmasının ilk adımı olacak ve nelerden uzak duracağına ve davranışlarında neleri hangi sınırlar içinde yapabileceğine karar verecektir. Böylece "nefslerini" kontrol edebilenlerin "nefsinin" dürtüklediği istekler ile "gerçekler" arasında "denge" kurmak suretiyle iş ve davranışlarında aşırılıklara kapılmayacaklarına işaret edilmektedir.
Kur'an Ayetlerinde bu "dengeyi" görerek ve ona göre karar vererek faaliyette bulunanlar "Doğru Yola" ulaşmış olarak tanımlanmaktadır.
Bu "Durum", insanlara Yüce Allah ile arasında hiçbir şeyin veya kişinin "aracılığına" gerek olmadığını da göstermektedir. Diğer bir deyimle hiçbir kimsenin "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a nasıl daha yakın olacağını veya ne yapması gerektiğini diğer bir "İnsana" söylemesi gerekmemektedir. Bu nedenle mezhep, tarikat, cemaat veya benzeri gruplar oluşturularak "Akıllı İnsanlar" üzerinde bu anlamda "üstünlük" kurmasına izin verilmediği anlaşılmaktadır.
Akıl Yürütmek
Allah'ın insanı yaratmasına dair Ayetlerde açıklandığı gibi, Allah'ın verdiği görevleri yürüten ve son derece güçlü olan Şeytan'ın insanın yaratılışına itiraz ettiği, onu tanımadığı ve kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek, insanları Allah'ın onların Ruhlarına indirdiği güzel duygulardan saptıracağına işaret edilmektedir. Yüce Allah insanlara "Nefslerinde" bulunan Şeytan'ın dürtüleri konusunda önemli uyarılarda bulunmaktadır.
İblis: “Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana” dedi. (38/82), (38/82)
"Hepsini mutlaka azdıracağım” dedi. (38/83), (38/83)
İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)
Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (39/15), (7/15)
İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Allah buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! “(39/18), (7/18)
Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da Allah hakkında sizi kandırmasın! (43/5), (35/5)
Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın; o, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır. (43/6), (35/6)
İnkâr edenler için şüphesiz çetin bir azap var, iman edip iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. (43/7), (35/7)
Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir, o halde onlar için üzülerek kendini helâk etme; Allah onların ne yaptıklarını biliyor. (43/8), (35/8)
Meleklere: “Adem'e secde edin!” demiştik, İblis'in dışında hepsi secde ettiler, İblis "Ben" dedi, "Çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!” (50/61), (17/61)
Dedi ki: "Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!" (50/62), (17/62)
Allah buyurdu: "Git! Bulun. Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza!” (50/63), (17/63)
“Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ, mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaatlerde bulun, Şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vermez." (50/64), (17/64)
'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır, koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)
Dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (54/39), (15/39)
“Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.” (54/40), (15/40)
Şöyle buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur." (54/41), (15/41)
Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)
Muhakkak cehennem, onların hepsine vadolunan yerdir. (54/43), (15/43)
Cehennemin yedi kapısı vardır, onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. (54/44), (15/44)
Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; iblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler, iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı; şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? oysa onlar sizin düşmanınızdır; Zalimler için bu ne fena bir değişmedir! (69/50), (18/50)
Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. (87/168), (2/168)
O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (87/169), (2/169)
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Şeytan İnsanları "Azdıracağını" ve onları "Saptırmak" için onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağını, Allah'ın doğru yolunun üstüne oturacağım böylece onların çoklarını "Şükredenlerden" bulmayacağını Allah'a ilettiğinde, Yüce Yaratan Şeytan Meleğini "Kendi" ortamından çıkardığını ve yine Gerçek Ortam bünyesinde olacağı anlaşılan "Cehennem" ortamına "Kovduğunu" bildirmektedir. Ayrıca bu Dünya ortamında yaşayacak olan "Akıllı İnsanlardan" kim kendisine "Hediye" edilen "Akıl" unsurunu kullanmayıp benliklerine "Şeytan" tarafından eklenen "Dürtülere" uyarak yaşamını sürdürürse onların da "Cehennem" ortamına gönderilecekleri ihtar edilmektedir.
Yüce Allah, Cehennem ortamının çok sayıda "Kapısının" bulunduğunu (yedi kapısı), diğer bir ifade ile Şeytanın "her türlü hile" ve kışkırtmalarda bulunabileceğini belirterek, Şeytana uyan "Azgınların" kendilerini etkilemiş olan Şeytan ile birlikte gruplara ayrılacakları ve her gurubun bu "Kapılardan" kendilerine vaat edilen Cehennem ortamına gidecekleri bildirilmektedir.
Bu ifadelerden Allah’ın emrine karşı gelip "İnsana" secde etmeyen ve onları aldatarak kendisine uymalarını sağlayan Şeytanın da insanları “doğru yoldan” saptırmak üzere bu ortamda her an “İnsanla” birlikte bulunmasına "izin" verildiği anlaşılmaktadır.
Böylece Adem ve Eşi ile onlardan çoğalacak İnsanlar ve “kovulmuş” olan Şeytanlar “Kıyamet Gününe” kadar birbirlerine "Düşman" olarak Dünya ve Evren ortamına "İndirilmiş" olmaktadırlar. Burada belirtilen "Düşmanlığın", İnsanlar ile Şeytanlar arasında olduğu gibi, Şeytanların bazı insanları “Özel Gayretleri” ile devamlı olarak etki altına alması nedeniyle, insanların kendi aralarında da olacağı anlaşılmaktadır.
Bu durumda yeryüzüne "indirilmesi" sonrasında Allah'ın bu Dünya ortamında hazırladığı "koşullara" göre bu ortamda "üreyerek" çoğalan "İnsanın" bir anlamda Arş ortamında yaratılan ilk insanların “devamı" olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre yeryüzüne "indirilen" insanların "Allah'ın Ruhunu" taşıyan, "Allah'ın Niteliklerine" ve Allah'a ait "duygulara" sahip olan "Akıllı" insanlar olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.
Zira Yüce Allah "İlk İnsanlar" olarak yarattığı Adem ve eşinin "Ruhlarına" sadece "Kendine" ait olan "İlahi, Üstün ve En Güzel" nitelikleri (İsimleri-Esma-ül Hüsna) ve duyguları yerleştirdiğini, ayrıca en üstün "nitelik" olarak sadece "İnsanlara" lütfettiği "Akıl" unsurunu İnsanların "Ruhları” üzerine "Kendi Ruhundan Üfleyerek" indirdiğini açıklamaktadır.
İnsanın beden yapısına "Allah'ın Ruhundan" olarak "indirilmiş" olan "Ruhlarının" bünyesinde, Allah'ın bu Evren ve Dünya ortamında "Kendi" adına (Halifesi Olarak) faaliyette bulunmak ve bu ortamdaki davranışlarına yön vermek üzere, Ayetlerde belirtilen "Allah'ın Niteliklerinin" ve Allah'a ait "duyguların" bulunduğu anlaşılmaktadır.
Allah'a ait duyguların insan bedeninde iman tahtası" olarak adlandırılan ön göğüs kemiğinin altında ve kalplerinin de bulunduğu "bölgeye" yoğunlaştırıldığı bütün insanlar tarafından karşılaştıkları durumlarda "hissedilebilmektedir". Bunlar sevgi, merhamet, şefkat, sabır, cömertlik, affetme, esirgeme, acıma, tahammül, ahlak, utanma, sorumluluk ve benzer "erdemler" olarak özetlenebilir.
Allah'ın İnsanın Ruhuna bir özellik olarak "yerleştirdiği" ve davranışlarına yön veren bütün "Hislerin" ve "Yeteneklerin" bulunduğu "nefslerinin" ancak akıl yeteneğinin "Kullanılması" ile "İdrak" edilebileceği ve kullanılabileceği ve özellikle Kur'an’da açıklanan "Gerçeklerin" ancak kendilerine "Lütfedilmiş" olan "Akıllarını" kullanmaları ile "Anlaşılabileceği" bütün insanlara "Akıl Sahipleri" şeklinde hitap edilerek defalarca hatırlatılmakta ve bildirilmektedir.
Biz, onların akıllarını başlarına toplamaları için bu Kur'an'da türlü şekillerde tekrar ettik, fakat bu, onlara, daha da kaçıp uzaklaşmaktan başka bir şey sağlamıyor. (50/41), (17/41)
Size Rabbiniz tarafından basiretler verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. (55/104), (6/104)
Bu anlamda "Akıl" ilk insan olan Adem'e ve eşinin gerçek ortamdaki yaratılışı sonrasında gönderildikleri (indirildikleri) yeryüzü ortamında esasen orada "yaratılmış" olan ve "İnsansı" olarak tanımlanan yapılarla birleşerek "çoğalmaları" ile ortaya çıkan geçmişteki bütün "Akıllı İnsanlarda" bütün insanlara görüp algıladıkları Evrendeki bütün madde madde yapılarını ve göremeyip hissettikleri bütün soyut niteliğindeki "Her Şeyi" keşfedebilme, tanıyabilme, doğru bilgiye ulaşabilme, ulaştığı bilgileri kullanabilme, her duruma uyum sağlayabilme, deneyimleme yapabilme ve deneyimlerinden öğrenebilme gibi işlevleri kapsayan çok özel bir “unsur” olmaktadır.
İnsana lütfedilen “Akıl” unsurunun kullanılması ile ulaşılabilen çok önemli yeteneklerden birisi de “Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen "Basiret" olarak tanımlanmaktadır. Basiret aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’de genel olarak “Görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” anlamlarında da kullanılmıştır.
Yüce Allah, insanlardan "Akıllarını Kullanmak" suretiyle "Basiretli" davranmalarını öğütlemektedir. Buna göre Aklını kullanıp "Basiretli" olanların ancak kendilerine "Fayda Sağlayacağı" ve bu uyarı ve öğüde rağmen Aklını kullanmayıp "Kör" olanların da kendilerine "Zarar" verecekleri hatırlatılmakta ve Hz.Muhammed'in insanlar üzerinde bir "Denetleyici" olmadığını (Bekçi) bütün insanlara bildirmektedir.
Buna göre “İnsan” kendi idrak ve seçimini yapmalıdır ve "Allah'ın Lütfu" olan Akıl unsurunu kullanmalıdır. Ayetlerde Hz.Muhammed bile sadece "yol gösterici", olduğu ve inanmayan insanları "gütme" durumunda bulunmadığı bildirilmektedir.
Akıllı insanlardan bazıları yaptıkları "Keşifler" ve "Buluşlar" ile insanların gelişmelerine ve bilgi birikimlerinin çoğaltılmasına "Sağlayabilmektedirler." Bu konuda araştırmacı alim ve bilim insanları çok önemli rol almaktadırlar. Örneğin ateş, tekerlek, elektrik gibi buluşlar insanların gelişmesini ve akıl yürütmelerini geliştirerek sonuçta insanları Allah yoluna götürecek olan çalışmaları tetikleyecek "Akıl Kullanma" örnekleri olarak sayılabilir. İleri düzeye erişen bazı insanlar tarafından "bilgi birikimlerine" katkı yapılması da bir şekilde elçilik veya uyarıcılık olarak düşünülebilir.
Bu nedenle bulunduğumuz ortamda görüp bildiğimiz ve anlayabildiğimiz her şeyin ve bunlara bağlı olarak yürüttüğümüz her türlü işlevlerin "Temelinde" bu olağanüstü "Akıl" yeteneğinin "Bilincine" varılması ile elde edilen "Bilgilerin" kullanılması bulunmaktadır. İşte bu durum "İnancın" temelinin de "Akıl" olduğunu çok "Kesin" olarak açıklamaktadır. Günümüzde insanların büyük bir bölümünün, Akıl unsurunu sadece görüp hissettikleri Evrendeki bütün madde madde yapılarının anlaşılması açısından değerlendirdikleri ve bunun sonucunda "Yaratan" ile ilgili olarak ileri sürülen görüş ve yorumların "Akıl Dışı" olduklarını düşündükleri ve buna bağlı olarak "İnanç" ve "Bilim" arasında ilişki kurulamayacağını ve bilimin Akıl kullanılarak elde edileceği fakat Allah inancının Akıl ile ilişkisinin olmadığını düşündükleri görülmektedir.
Bu tür değerlendirmelerde hiç kuşkusuz "Yaratan" ve "Yaratılış" ile ilgili alanlarda "Bilimsel" araştırmalar yapılması yerine, insanlarca bu konuları "Dogma" olarak düşünmeleri neden olmaktadır. Bu yüzden toplumda etkili olan ve toplumu yönetenlerin toplum üzerinde "Hakimiyet" kurmalarında ve buna bağlı olarak "Çıkar" sağlamalarında bu şekilde değerlendirilen "İnanç" olgusundan "Azami" şekilde "Yararlandıkları" tarihte ve günümüzde yaşananlardan açıkça anlaşılmaktadır.
Öte yandan, yine "Tarihi Bir Gerçek" olarak, bu ortamda "Akıllı" insanların ortaya çıkmalarından itibaren "Akıllarını" işleterek elde ettikleri "Bilgiler" ve "Bilgi Birikimi" düzeylerinin "Yeterli" düzeylere ulaşmasının, tabi oldukları "Gelişim ve Değişim" sürecinin (Evrimleşmesinin) çok uzun bir süre alması nedeniyle, geçmiş dönemlerde insanları "Akıllarını Kullanmaya" yönlendirilmek üzere Peygamber olarak adlandırılan aralarından "Seçilen Uyarıcılar" aracılığı ile "Yaratan" ve "Yaratılış" ile ilgili "Gerçeklerin" hissettirildiği (Vahyedildiği) Ayetlerde açıklanmaktadır.
Buna göre İnsanlar bir yandan çevreleri ile ilgili yaşadıkları deneyimlerden elde ettikleri bilgilerden ve kendilerine "Uyarıcılar" tarafından iletilen "Gerçeklere" ait bilgilerden yararlanarak ve "Akıllarını İşlettikleri" ölçüde, Evrendeki bütün madde yapılarını ve göremeyip hissettikleri bütün madde ötesi niteliğindeki "Her Şeyi" keşfedebilme, tanıyabilme, doğru bilgiye ulaşabilme, ulaştığı bilgileri kullanabilme, her duruma uyum sağlayabilme, deneyimleme yapabilme ve deneyimlerinden öğrenebilme gibi işlevleri geliştirdikleri ve "İnsanlık Tarihi" açısından çok temel "Bilgi Birikimlerini" oluşturdukları, yapılan "Bilimsel" çalışmalardan anlaşılmaktadır.
Bu gelişim sürecinin Hz.Muhammed'e iletilen "Gerçekler" sonrasındaki yaklaşık son 1000 yıllık dönemde "Giderek Artan" bir hız kazandığı ve özellikle son 300-200 yıllık dönemde de olağanüstü boyutlara ulaştığı görülmektedir. Bütün bu gelişim sürecinde kendilerinden "Beklendiği" gibi, "Akıllarını" kullanarak "Yaratılış" ile ilgili konular da dahil olmak üzere, sahip oldukları "Bilgi Birikimlerini" derleyip onlardan yararlanan toplumların bu olağanüstü "Gelişim" sürecini daha da artan bir şekilde sürdürdükleri; buna karşılık sahip oldukları "Bilgi Birikimlerini" derleyip onlardan yararlanmakta uyum sağlayamayan toplumların ise, önceden olduğu gibi toplum üzerinde "Hakimiyet" kurarak "Çıkar" sağlayan insanların etkisinde kalarak "Bilimsel" alanlarda ve "Yaratılış" ile ilgili konular da başarılı olamadıkları günümüzde her an deneyimlenmektedir.
Görüldüğü gibi bu durum, sahip oldukları "Akıl" nedeniyle bu konularda bilgi edinmeleri ve üretmeleri mümkün olmasına rağmen "Yaratan" ve "Yaratılış" konularında "Bilimsel" araştırma ve çalışma yapamayan toplumların, hala Bilimin Allah'a ve Allah'ın öğüt ve öğretilerine "Karşı" olduğunun düşünülmesine yol açmaktadır.
Halbuki her şeyin olduğu gibi "İnancın" da "Temelini" sadece "Akıl" unsuru oluşturmaktadır. Buna göre insanların Allah’a “gerçek anlamda” ancak "Akıllarını" kullanarak "İnanabilecekleri" anlaşılmaktadır. İnsanlara "Dogma" olarak öğretilenler insanları sadece üzerinde "Düşünmeye" yönlendirmekte ve insanlardan "Yaratan" ve "Yaratıcı" ile ilgili "Gerçeklere" ulaşılması için sahip oldukları "Bütün Bilgileri" verilmiş olan "Akıl" unsurunu kullanarak kullanmaları beklenmektedir. Aksi halde tarih öncesinden beri uygulanmakta olduğu gibi, toplumda etkili olan veya toplumun yönetimi kendilerine "Emanet" edilenlerin "Kibirlerine" ve "Hırslarına" yenik düşmeleri halinde, insanların "Samimi İnanışlarından" yararlanarak toplumu kendi "Çıkarları" için "Kullanacaklarının" ve bunu sağlamak üzere "İnanç" uygulamalarını ve "Esaslarını" ona göre "Değiştirebileceklerinin" unutulmaması ve geçmiş olaylardan ders alınması gerekmektedir.
Ayrıca, Akıllarını açıklandığı gibi işletmeyenlerin üzerlerinde etkili olanlar tarafından onlara "Dayatılan" inanış esasları ve uygulamalarının ne derece "Doğru" olduklarını anlamalarını bile mümkün olamayacağı da bir diğer önemli konu olmaktadır. Buna göre diğer inanışta olan veya hiç "İnanmayan" insanlar, gördükleri bu uygulamaları esas alarak tamamen "Yanlış" sonuçlara ulaşacaklar ve insanlar arasındaki "İnanç" farklılıklarından "Yararlananlara" önemli ölçüde yardım edeceklerdir. Günümüzde yaşanan İslam ve Terör eşleştirilmesi bu durumun en tipik örneğini oluşturmaktadır.
Akılları ile kendilerine iletilen Kur'an Ayetlerini "Anlamaya" çalışmayan ve bu konularda sadece kendilerine bir takım "Tarikat" veya "İnanış Grupları" yöneticileri tarafından "Telkin" edilenleri "Gerçek" olarak algılayan "Bilinçsiz" insanların yaptıkları uygulamaların "İslam" ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu durumun anlaşılabilmesi için öncelikle Kur'an’da "Tek Yaratan" ve Allah'ın "Yaratıcılığı" ile ilgili "Gerçeklerin" genel bir ifade ile "İslam" olarak tanımlandığının bilinmesi sonra da bütün insanlara hitap edilerek "Akıllarını" kullanmalarının öğütlendiği zira Kur'an Ayetlerinin ancak insanların "Akıllarını Kullanmaları" ile anlaşılabileceğinin "Bildirildiği" dikkate alınarak "Bilimsel" çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Bütün bunlardan sonra Bilimsel çalışmalarını sadece "Madde" ile ilgilendirilerek "Yaratan" ve "Yaratılış" konularının araştırılmasını bu konulardaki her türlü bilgi birikimlerinden yararlanılmasını "Bilimsel" bulmayanların bu düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Zira bu konularda "Bilimsel" çalışmaların yapılmaması ve yeterli "Bilgi Birikimine" sahip olmayan insanların büyük bir bölümünün "Çıkarcı" grupların ve art niyetli insanların "Kullanımlarına" açık bırakılması, "Akıllı" insanlardan beklenen "İnanış" ve "İnanç" konularındaki "Gerçekler" ile uyuşmamaktadır.
Yüce Allah, Kur'an’ın iyice anlaşılması açısından Ayetlerini geniş bir biçimde açıkladığına işaret ederek Hz.Muhammed'in bunlardan aldığı "Telkinlerin" tamamının ona bir "Ders" olarak öğretilmiş olduğunu açıklamaktadır.
Böylece biz ayetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de biz de anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım. (55/105), (6/105)
Buna göre “Akıllarını” kullanan toplumların da Ayetleri bir ders olarak anlayabileceği bildirilmektedir. Bu nedenle bütün insanlardan ve toplumlardan Kur'an Ayetleri ile onlara iletilen "Gerçeklerin" ve bu gerçeklere dayanan Evren ve Evren Ötesi ile ilgili olarak değinilen bütün konuların ancak "Akıllarını" işleten insanlar ve toplumlar tarafından anlaşılabileceğini hatırda tutmaları beklenmektedir.
İnsanların "Akıllarını" kullanarak Allah'a yönelip Allah'ı hissetmeleri ve O'na karşı gelmekten kaçınmaları, diğer bir ifade ile "Allah'tan korkmaları" gerektiğini "idrak edebilmeleri" halinde, Allah'ın insanlara iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış vereceği ve bu Dünya ortamındaki yaşamlarında işledikleri suçlarını örterek affedeceği (bağışlar) ifade edilmektedir.
Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir. (88/29), (8/29)
Yüce Allah insanlara karşı büyük "lütuf" sahibi olduğunu hatırlatmakta ve İnsanların "akıllarını kullanarak" Allah'a yaklaşmalarının onların "İnsan Olmalarını" sağlayacağını ve bunun "Akıllı İnsanlardan" beklendiğini açıklamaktadır. Buna göre "Akıllı" insanlardan bu "uyarıları" dikkate alarak davranışlarını bu gerçeklere göre düzenlemelerini beklemektedir. Aksi takdirde “bir süre" yaşamaları için bu Evren ve Dünya ortamına "indirilmiş" bulunan ve Allah'ın onlara lütfettiği ve "iyi ile kötüyü" ayırt edecek bir anlayışa sahip olmaları ve ona göre "karar verip" davranmalarını sağlayarak bu ortamdaki bütün "yaratılmışlardan" onları ayıran bu "üstün" niteliklerini (Akıllarını) kullanmayan "Akıllı" insanların ölümleri sonrasında onları "cehenneme" gönderecek hataları yapacakları bir "uyarı" olarak belirtilmektedir. Zira bu durumda "Akıllı İnsanların" hissetme yetenekleri (Kalpleri) bulunmasına rağmen kendilerine yapılan uyarı, öğüt ve önerileri kavramalarının mümkün olmadığına, gözleri ve kulakları olmasında rağmen onlarla görmediklerine ve işitmediklerine işaret edilmektedir.
Böylece "Yaratan" tarafından kendilerine lütfedilmiş olan "Akıl" unsurunu kullanmayan insanların bu ortama ait "beden" yapılarında "hayvanlar" gibi "içgüdüleri" ile davrandıkları, hatta bazı durumlarda onlardan bile daha "şaşkın" oldukları ve sahip oldukları "üstünlüklerden" habersiz bulundukları (gafil oldukları) hatırlatılmaktadır.
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar, işte asıl gafiller onlardır. (39/179), (7/179)
Görüldüğü gibi Yüce Allah bu ortamda yaşayan "insanların" gerçekten "İnsan Olmaları" için onlara lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanmalarının gerektiğini bildirmektedir. Yoksa bu ortamda beden yapısı olarak insan gibi "görünmek" ve içgüdülerine tabi olarak "hayvanlar" gibi yaşamak "İnsan Olmak" değildir ve bütün "Akıllı" insanların her konuda yapılan bu uyarı ve ihtarlar üzerinde "düşünmeleri" ve her türlü kararlarında ve yaptıkları işlerde daima "Akıllarını" kullanmaları gerekmektedir.
Allah, Allah’ın "ilmini" anlamak, onun üzerine düşünüp bildirdiklerine göre davranmak ve sonuçta Allah'a ulaşmak olarak özetlenebilecek olan "Emanetin", insan tarafından yüklenildiği belirtilmektedir.
Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi, doğrusu o çok zalim, çok cahildir. (90/72), (33/72)
Münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. (90/73), (33/73)
Yaratılış ile ilgili konuların yer aldığı Ayetlerdeki açıklamaların, birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkileri dikkate alınarak değerlendirilmelerinden, Yüce Allah'ın Evren'i yaratmadan önce, bizim için daima bilinmeyen olarak (Gayb) kalacak olan ve "Arş" olarak ifade edilen "Ortamda" veya "Ortamlarda", tamamen "Kendi İradesine" ve "Takdirine" tabi olarak yaratmış olduğu "enerji" esaslı ve "Soyut Unsurlar" olan Meleklerin ve Cinlerin yine tamamen "Kendi İradesi" ve "Takdiri" uyarınca "Hükmünü" yürüttüğü anlaşılmaktadır. Yine bu Ayetlere göre tamamen "Kendi İradesi" ve "Takdiri" ile "Akıllı İnsanı" yarattığı, ancak "Arş" ortamında Allah'ın "iradesini yürüten" Cinlerden olan "Şeytan'ın", sahip olduğu "kısıtlı" iradesi ve karar verme yetkisi ile, buna itiraz ettiği bildirilmektedir. Yüce Allah'ın, "İnsana" vermiş olduğu "Akıl" unsurunun Şeytan'ın her türlü itiraz ve engeline karşı koyabileceğini böylece "İnsanın" ona "üstün" geleceğini göstermek üzere Şeytan'a verdiği "cezayı" ertelediği açıklanmakta ve "Akıllı İnsanın" kendisine verilen "Akıl" unsurunun "Şeytan'a" olan "üstünlüğünü" görmesini ve fark etmesini sağlamak üzere, bir süre yaşayıp "çoğalmaları" için "Evren ve Dünya" olarak tanımladığımız yeni bir "ortam" yarattığı ve orada bu "yüzleşmeye" izin verdiği anlaşılmaktadır. (Yaratılış, Melekler ve Cinler ile ilgili Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkileri, ilgili bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.)
Buna göre Ayette gökler, yer ve dağlar olarak ifade edilen Evren ve Dünya ortamı esasen İnsanların bir süre yaşamaları için "Yaratılmış" olduğundan, diğer bir Ayette belirtildiği gibi onlar üzerinde "Allah'ın Halifesi" olarak sadece "Akıllı İnsanların" hükmünün geçerli olacağına işaret edilmektedir. Bu nedenle de bu yaratılmış ortamın kendi üzerinde "hükmetme" eylemini "yüklenmekten" korktukları ve çekindikleri belirtilmektedir.
Bilindiği gibi, "İnsanlığın" şu anda sahip olduğu "bilimsel" bulgulara göre, Evren ve Dünya ortamını meydana getiren ve "madde" olarak adlandırılan "yapılar" bütününün en alt düzeyinde "Atomlar" bulunmakta ve Atomlar da "Atom Altı Parçacıklardan" oluşmaktadır. Atom Altı Parçacıklar, bünyelerine "yerleştirilmiş" olan ve bir bilgisayarın "işletim programlarına" benzetebileceğimiz bir çeşit "bilinç" olarak ifade edebileceğimiz "özel" ve "soyut unsur" ile "her an" birbirleri ile iletişim ve etkileşim içinde bulunmakta ve Yüce Yaratan'ın "iradesi altında" Evren ve Dünya ortamının düzende ve dengede kalmasını sağlamaktadırlar. Bu nedenle her atom altı parçacığın bünyesindeki "soyut unsurların" sadece her an iletişimde bulunduğu Allah'ın iradesi dışında herhangi bir etkileşimlerde olmaları mümkün bulunmamaktadır. Sonuç olarak, bu "sonsuz" ve "birleşik" sisteme "hükmedilmesi" olarak tanımlayabileceğimiz "emanetin" yüklenilmesi önerisinin, belli olmayan ve bilinemeyen "sonuçların" doğmasına yol açacağının ve "kontrol edilemeyen" etkileşimleri meydana getireceğinin "bilinci" ile, esasen bağımsız "karar verme" yetkisi bulunmayan Evren ve Dünya'nın "madde yapısı" tarafından "üstlenilmediği" açıklanmaktadır.
Buna karşılık "Akıllı İnsanların" gerçek ortamda (Arş) ruhsal bünyelerine "öğretilmiş" olan Evren ve Dünya ile ilgili tüm yapısal bilgileri (Bütün İsimler) bu ortamda "Kıyamet" zamanına kadar nesiller boyu sürecek olan bir süreçte "hatırlayacakları" bildirilmekte, ayrıca "Akıllı İnsanlardan" bu Dünya ortamındaki yaşamlarında "Yaratılış" olgusunu anlamaya çalışmaları istenmekte ve bunun için Evren'in "İnsanların Emrine" verildiği, yani bu "sonsuz" ve "birleşik" sisteme "hükmedebilmesine" izin verildiği açıklanmaktadır.
Allah'ın, göklerde ve yerdekileri sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? (57/20), (31/20)
O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır. (70/12), 16/12)
Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur, şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin, dönüş ancak O'nadır. (77/15), (67/15)
Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. (87/31), (2/31)
Bu "gerçekler" çerçevesinde Allah'ın, yaratıcılığının ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunun yeryüzünde "bir süre" içinde yaşayacak olan "Akıllı İnsanlar" tarafından "idrak ve kabul edilmesi" beklenmekte ve bu nedenle de "Akıllı İnsanların" Evren ve Dünya'nın madde yapıları üzerinde etkili olmayı (hükmetmeyi) üstlendiğine (Emaneti Üstlendiğine) işaret edilmektedir. Bu durumda Evren, "Akıllı İnsanlar" tarafından "Emanetin" idrak ve kabul edilerek "üstlenmeleri" için yaratılmış olmaktadır.
Ancak, bu "emaneti" anlamak ve gereği gibi hareket edebilmek her insan için geçerli değildir. Bu, ancak insana verilen "Akıl" ile mümkündür. Bu aklı kullanıp "emaneti" anlayabilen insanlar "İnsan" olmaktadır. İnsanların çoğunluğu "nefslerine" uymalarından ötürü davranışlarında "zalim" olmakta, bilgi edinme yetersizliği nedeniyle de "cahil" kalmakta ve böylece "İnsan Olmak" düzeyine ulaşmamaktadırlar. Bu yüzden Evren ortamında bulundukları ve "Kıyamet" zamanına kadar devam edecek olan süreçte her zaman bilemediği sonuçlarla karşılaşabilecekleri, Şeytan'ın (nefslerinin) etkisi ile hatalar ve zalimce uygulamalar da yapabilecekleri böylece hükmetme konusunda "zalim" ve "cahil" davranabilecekleri hatırlatılarak "Akıllı İnsanlara" her konuda ve her işte daima "Akıllarını" kullanmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Örneğin yeterli bilgi sahibi olmayanlara toplum yönetiminin veya insanların yaşamları ile ilgili konuların "emanet" edilmesi halinde bilgi yetersizliği ve Şeytani dürtülere "açık" olunması yüzünden Evren'e "hükmederken" bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına, iklim değişiklikleri gibi doğal dengelere zarar verilmesine neden olunacağı belirtilmektedir. Bu nedenle Yüce Allah'ın Evren üzerinde "hükmetme" ile ilgili "emaneti" verdiği "Akıllı İnsanlara", Evren dahil bütün "yaratılışı" gerçekleştiren ve tüm yaratılışların "sahibi" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı tanıyıp O'na teslim olmaları ve bu ortamdaki yaşantılarında Allah'ın bildirdiği "gerçeklere" göre "Akıllı" davranmaları öğüt verilmektedir.
Burada ve diğer Ayetlerde açıklanan uyarı, öğüt ve önerilere aldırmayıp "üstlendikleri" bu "emanetten" habersiz olan ve inananlar arasında "inanmış" gibi görünerek (münafık) kendi çıkarlarına göre davranan erkek ve kadınlar ile Allah'a ortak koşan (müşrik) erkek ve kadınlara bu ortamdaki yaşamlarında ve ölümleri sonrasındaki ortamlarda "azap edileceği" belirtilmektedir. İnsanlara bu ortamda yaşarken başlarına gelen "musibet" ve karşılaşacakları "azabın" kendi "elleriyle işledikleri" yüzünden olduğunu (aslında Allah'ın bunların çoğunu affettiğini) anlayabilecekleri açıklanmaktadır.
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir, Allah çoğunu affeder. (62/30), (42/30)
Buna karşılık inanan erkeklerin ve inanan kadınların da yaptıkları hata ve yanlışlıkları nedeniyle pişmanlıklarını ve yapacakları "tövbelerini" kabul buyuracağı bildirilerek bütün insanlara gösterilen “doğru yola" yaşayacakları "bir süre" içinde yönelmeleri öğüt verilmektedir.
Yüce Allah doğru yola iletmek istediklerinin kalbini İslam'a açtığını ve saptırmak istediklerinin kalbini de iyice daralttığını bildirmektedir.
Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. (55/125), (6/125)
Bu durumda insanın Ayette belirtilen uyarıları idrak edip Allah'tan kendisini doğru yola (İslam'a) iletmeyi istediklerinden olması için gayret göstermesinin gerektiği hatırlatıldığı anlaşılmaktadır. Zira Allah isterse onun kalbini (gönlünü) İslam'a açacak ve "müminlerden" olacaktır.
İnsanın bu "İsteme" fikrine ulaşması gerekir ve bu da ancak kendisine verilen "Akıl" yeteneğinin yine kendisine verilen ve gösterilen örnek ve işaretleri bu akıl yeteneğini kullanarak değerlendirmesi ile mümkün olacağını keşfetmesi ile gerçekleşecektir. Kur'an Ayetlerinde defalarca bu duruma işaret edilmekte ve bütün insanlar "Yaratılış" ve "Yaratan" konularında "Akıllarını" kullanarak "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı tanımaya ve Allah'a teslim olmaya davet edilmektedir. Zira insanların ancak Allah'a "iman" etmeleri halinde ölümleri sonrasının "gerçekliğini" ve yaşarken onlara iletilenlerin ne kadar "gerçek" olduğunu görecekleri açıklanmaktadır. Akıl kullanmayıp basitçe kendilerine iletilenlere inanmayanların bu inkarlarında devam etmeleri durumunda Allah'ın onları "saptırmak istedikleri" arasında bulunacakları ihtar edilmekte ve anlam veremedikleri bir "sıkıntı" ile yaşamlarını sürdürecekleri bildirilmektedir. Nitekim bu anlayışta olanlar kendilerine ait olan "gerçekleri anlama" sorumluluklarından kaçarak Allah isteseydi inanmamış olmazlardı anlamında bir düşünceye sığınmayı tercih ettiklerine işaret edilerek Allah'ın insanlara bu anlamda bir bilgi ve öneride bulunmadığını (kitap vermediğini) açıklamaktadır.
Ve dediler ki: “Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık.” Onların bu hususta bir bilgileri yoktur, onlar sadece yalan söylüyorlar. (63/20), (43/20)
Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar? (63/21), (43/21)
Buna göre İnsanların özellikle "inanç" konularında ellerinde bulunan ve kendilerine peygamberler tarafından iletilen değiştirilmemiş ve bozulmamış "asıl" bildirimleri (Kur’an’ı) incelemeleri ve "Akıllarını" kullanarak onlardan beklendiği gibi "Tek Yaratıcı Güç" hakkında bir fikir edinerek Allah'ın "gerçekliğini" idrak etmeleri gerekmektedir.
Bir diğer uyarı olarak daima yeni bilgiler edinilerek "yaratılışın" nasıl gerçekleştiğinin anlaşılmaya çalışılması "Akıllı" insanlara önerilmektedir. Böylece insanların sahip oldukları her şeyin "Yaratanın" kurduğu bu ortamın "düzeni" dahilinde gerçekleştiğini ve kendisinin ancak Allah'ın "lütfettiği" akıl sayesinde edindiği beceriler sayesinde ve Allah'ın "Halifesi" olarak bunların gerçekleşmesine vesile olduğunu anlamalarına ve "Şeytanın" etkisi altında kalmalarına neden olan kibirden ve nefslerinin "dürtülerinden" uzaklaşarak onların daha "akılcı" ve "mütevazi" olmalarına yardımcı olacaktır.
İnsan "Aklı" ile bu tür çalışmaların sürdürülmesi ve her an yeni bilgiler ulaşılarak "Bilgi Birikiminin" çok üst düzeylere çıkması sonucunda "İlk Başta Yaratılmanın" ve "Yaratmanın Tekrar Edilmesinin" nasıl gerçekleştiğinin ve bunları yapanın "Kim" olduğunun da "Anlaşılması" mümkün olabilecektir. İnanmayanlar işte o zaman "Allah'tan başka bir tanrı mı var?" sorusuna "Doğru" bir cevap verebileceklerdir.
Hz.Muhammed’den sonraki dönemden itibaren insan aklının gelişmesi son derece hız kazanmış ve kendisi ve çevresi ile ilgili hiç olmadığı kadar detaylı ve derinden bilgiler edinip üretme ve buluşlar yapma sürecine geçilmiştir. "İlim" olarak tanımlanan bu çabalar ile insanların kendi yapıları ve tüm çevresel yapıları ve bunların tüm nitelikleri ile değişimleri belli kurallara bağlanarak kendileri ve sonradan gelecek insanların kullanımları açısından devasa bir bilgi birikimi elde edilmiş bulunmaktadır. Bu kurallar daha da geliştikçe ve İlim daha yeni konuları keşfedip yeni bilgileri biriktirdikçe "Yaratıcı ve Yaratılış" konuları çok daha "Anlaşılır" bir nitelik kazanacak ve "Tek
Yaratıcı Güç Olan Allah" kavramı çok daha somut olarak "Anlaşılır" hale gelecektir.
Ancak tüm bu "Bilimsel" gelişmelere rağmen ve bu bilimsel çalışmaları yürütenler de dahil olmak üzere bazı insanların "Kibir, Karşı Gelme Büyüklenme ve Meydan Okuma" duygularını yenemedikleri görülmektedir. Bu duygularına tabi olan insanlarda bu defa "Manevi" anlamda "Hiçbir Şeye İnanmama" olarak tanımlanabilecek bir anlayış egemen olmakta ve "Yaratıcı" kavramına anlam vermekten aciz kalmaktadırlar. Aslında bu nitelikteki insanları "Akıl" taşımalarına rağmen Kıyamet gününe kadar var olacakları da Kur'an Ayetlerinde yer almaktadır.
Yüce Yaratan insanlara aralarında sözün en güzelini söylemelerini öğüt vermekte, aksi halde daima insanların apaçık düşmanı olan Şeytan'ın dürtülerinin etkisi ile insanların aralarının bozulacağına dikkatlerini çekmekte ve Allah'ın insanı en iyi bilen olduğunu hatırlatmaktadır.
Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, sonra şeytan aralarını bozar, çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır. (50/53), (17/53)
Rabbiniz, sizi en iyi bilendir, dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır, Biz seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik. (50/54), (17/54)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (51/99), (10/99)
Allah'ın izni olmadan hiçbir kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar. (51/100), (10/100)
Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. (52/118), (11/118)
Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır, zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin "Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü yerini buldu. (52/119), (11/119)
Yolun doğrusu Allah'ındır, yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. (70/9), (16/9)
Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. (70/35), (16/35)
Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir, yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız. (70/93), (16/93)
Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" (74/99), (23/99)
"Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım." Hayır! onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır. (74/100), (23/100)
O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi geri gönder de iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen! (75/12), (32/12)
Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır. (75/13), (32/13)
İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? (96/31), (13/31)
Ayetlerde insanların edindikleri bilgilerle kendilerine bildirilen "gerçekleri" yorumlamaları ve Allah'ın "lütfu" olarak sahip oldukları "Akıl" unsurunu kullanarak kendilerinden beklenenleri anlamaları için yönlendirildikleri anlaşılmaktadır.
Buna göre İnsan, "aklını kullanarak" Allah'a iman etmeyi istediği zaman "İnsan Olmak" şerefine ulaşacaktır. İnsanlığın yaratılış sebebi budur. Yoksa, Allah "dileseydi" tüm insanları "doğru yola" iletirdi ve tamamen" iman etmiş" olarak yaratırdı. Nitekim Yüce Allah, bu konuda "dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı, hepinizi doğru yola iletirdi, hepinizi bir tek ümmet kılardı, herkese hidayetini verirdi ve bütün insanları hidayete erdirirdi" gibi çok sayıda örnek vermekte ve insanlara "Akıl Yürüterek" bu durumu anlayıp algılamalarını öğütlemektedir.
Allah, bu nedenle Hz.Muhammed'e onu insanların üstüne bir "Vekil" olarak göndermediğini ve bu anlamda Allah'ı ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu ve Allah'a itaat edilerek Allah'a ibadet edilmesi gerektiğini insanlara iletirken insanları zorlamaması gerektiğini bildirmekte ve onların bunları "Akılları" ile kavramalarını istemektedir.
Bu durumda Yüce Yaratan, "Kendisinin" bütün "Yaratılışları" tasarlayıp gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu "Akıl Yürüterek" anlayıp algılamaları için insanların "özgür iradelerini" kullanmalarına izin verdiğini açıklamaktadır. Böylece Allah'ın verdiği bu "izin" olmadan hiçbir kimsenin inanamayanlardan olamayacağına da yani inanmayanların bu inkarlarının da ancak onun insanlara verdiği "serbest irade" izni sayesinde olabildiğine dikkat çekilerek "akıllarını" kullanmayanların "ziyan olmuş" ve "işe yaramaz" olduklarını (Murdar Kıldığını) bildirmektedir. Burada bir diğer "önemli" konu olarak, hastalık veya "kalıtım" yoluyla elinde olmayan nedenlerle "Akıl Yürütme" yeteneğini kaybedenlerin bir "istisna" olduklarına ve bu durumları nedeniyle yaptıklarından "sorumu" tutulamayacaklarına işaret edildiğinin dikkate alınması gerekmektedir.
Bu nedenle "İnsan Olmak", bu farkı algılayabilmek ve Allah'ı bu şekilde "Aklı" ile görüp tanıyabilmek (İman Etmek) ve Allah'a teslim olabilmek (Dua ve İbadet) olarak tanımlanabilir.
Sağlık yönünden ve "özgür iradesini" kullanması açısından bir "engeli" olmamasına rağmen Akıl yürütemeyenlerin yaptıklarının sonucunu gördüklerinde pişmanlık duyarak af dileyecekleri yerde, hala inananlar (Müminler) ile ihtilafa düşmeye devam edeceklerine işaret edilmekte ve böylece isyan ettiklerinin farkına varmadıkları bildirilmektedir. Bunların başlarına gelenlerin aslında kendi tercihleri olduğunu hiç görmedikleri, hatta "kötü son" ile karşılaştıkları zaman bile hala bu duruma düşmelerini Allah'ın istediğini belirttikleri ve şayet "dileseydi" ne onların ve ne de babalarının Allah'tan başkasına tapmayacaklarını ve Allah'ın emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmayacaklarını söyleyerek "babalarının yaptığı gibi" sitemde bulundukları açıklanmakta ve onlardan öncekilerin de böyle yapmış olduklarına işaret edilmektedir.
Ancak aynı toplumda olmakla birlikte kendilerine iletilenlere "inanmış" olmaları nedeniyle Allah'ın (Rabbinin) merhamet ettiklerinin bu durumdan "müstesna" oldukları, zaten Allah'ın onları inanmayanların kimlerle ve ne ile "ihtilafa" düştüklerini görebilmeleri için yarattığı belirtilmektedir.
Öte yandan, insanların yaratılışlarında Ruhlarına yerleştirilen ve ancak "akıl" yolu ile üstesinden gelebilecekleri (fark edebilecekleri) Allah'a ve Şeytan'a ait olan "duyguların" pek çok insan tarafından anlaşılmasının mümkün olamayacağı da Yüce İrade tarafından bilindiğinden, "Cehennem" olarak tanımlanan "ortamın" yaratıldığı ve buranın "akıllarını kullanamayan" ve bu nedenle "İnsan" olamayan insanlar ve yeryüzünde yaşarken onların akıllarını daima çelmekte olan cinler (Şeytan) ile doldurulacağı bildirilmektedir.
Melekler ve Şeytanlar bölümünde Şeytan'ın "cinlerden" olduğu ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Buna göre Cinler olarak Ayetlerde yer alan tanımlamaların, "Melekler" gibi soyut unsurlar oldukları ve Yüce Yaratanın takdir ettiği işleri yürütmekle görevli oldukları ancak Cinlere (ve cinlerden olduğu açıklanan Şeytan'a) bazı işlerinde kısıtlı olarak karar verme ve uygulama yapma izni verildiği anlaşılmaktadır.
Ayette Allah'a ve Allah'ın bildirdiklerine "inanmayanların", yalanlamış oldukları ölüm sonrasındaki ortamda karşılaştıkları durumu fark ettiklerinde, Allah'tan kendilerini "yeryüzündeki yaşamlarına" geri göndermesini isteyecekleri, böylece "boşa geçirdiklerini" anladıkları dünyada iyi iş yapacaklarını söyleyecekleri bildirilmekte fakat bunun mümkün olamayacağı ve onların söyledikleri bu sözlerin "laftan ibaret" olduğu, zira ölüm sonrasında onların yeniden dirilecekleri güne kadar herhangi bir yere gitmelerine izin vermeyen bir engel (berzah) bulunduğu hatırlatılmaktadır. Ayetlerde yer alan açıklamalara göre bu düşüncede olanların ölüm sonrasında "Rableri" huzurunda pişmanlık ve utanç duyarak, "zavallı" bir durumda ve çaresizlik içinde başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi geri gönder de iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri belirtilmekte ve insanlardan bu konunun kesin olarak mümkün bulunmadığını Akıllarını İşleterek fark etmeleri beklenmektedir.
Yüce Allah'ın Peygamberleri ile insanlara ilettiği uyarı, öğüt ve önerilerinde en büyük önemi, insanların "Akıl Yürütmelerine" verdiği görülmektedir. Bu anlamda insanların daima ölüm sonrası ile ilgili durumu merak ettiklerine işaret edilerek, özellikle Allah'a ve Allah'ın bildirdiklerine "inanmayanların", şayet ölüm sonrasında bir tür yaşam olacak ise bu yeryüzü ortamına geri döndürülerek kendilerine yeni bir fırsat verilmesi halinde kendilerinden beklenenleri bu defa yerine getirerek karşılaşacakları "cezalardan" kurtulabilmelerinin mümkün olduğunu farz ettikleri; hatta daha da ileri giderek "buradan" çıkarılıp yeryüzünde yeni bir fırsat verilmesi halinde yine Allah'a "iman" etmekten dönerlerse artık o zaman "zalim insanlar" olduklarını kabul edeceklerini bildirerek durumlarını bir çeşit "pazarlık" konusu yaptıkları açıklanmaktadır.
“Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.” (74/107), (23/107)
Ayetlerdeki bu kesin ifadelerden insanların ölümlerinden sonra yeniden Dünya ortamında yaşamalarının (reenkarnasyon) mümkün olmadığı da anlaşılmaktadır. Söz konusu "Berzah" engelinin "hangi ortamda" olduğu Ayetlerde belirtilmemekte fakat bir Ayette insanların Dünya ortamında "Orada yaşayacakları, orada ölecekleri ve orada çıkarılacakları bildirilmektedir.
Bu konuda (Berzah) ile ilgili bölümde açıklama bulunmaktadır.
Yüce Allah İnsanlardan, Ayetlerle açıklanan "Din" üzerinde düşünmelerini, yapılan uyarıları ciddiye alarak ve "Akıl Yürüterek" Ayetlerle bildirilen "gerçekleri" anlamalarını beklemektedir. Buna rağmen günümüzde "akıl" sahibi olan ve "bilime" değer veren insanların çoğu, akıl yürütmenin sadece "bilim" ile ilgili olduğunu varsaymakta, "Din" üzerinde akıl yürütülmesine gereken önemi vermemekte ve "Din" olgusunu öteden beri "anlam" ve "amaçları" anlaşılmadan, "akıl yürütmeden" ve "körü körüne" yapılmakta olan "kabuller ve uygulamalar" olarak tanımlamakta ve "tartışılamaz" olduğunu düşünmektedirler.
Ancak bizzat "tek Yaratıcı Güç" tarafından bütün insanlara bir "kitap" halinde (Kur'an) bildirilen "esaslar" üzerlerinde "akıl yürütülmesi" halinde, Dinin "asıl" unsurunun "Yaratılış" ve "Tek Yaratan Güç" olduğunun anlaşılacağı, böylece "akıl yürütmenin" her konuda "asıl unsur" olduğu çok sayıda Kur'an Ayetlerinde bütün insanlara bildirilmektedir.
Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka dostlar bulamazsın, kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz, onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız. (50/97), (17/97)
Akıl yürütüp "İnsan Olmak" fikrine erişen kimse, Allah'tan kendisine "Hidayet" vermesini istemeyi düşünecek ve bunu isteyecektir. Doğru Yol bu şekilde bulunacaktır. Yani önce insan "İnsan Olmak" için kendisi ne yapacağını belirleyecek, sonra bunu Allah'tan isteyecektir. Allah bu yaklaşımı insana verilen görevin yerine getirilmesi olarak görür ve izin verirse o kişi artık doğru yolu bulmuş ve "İnsan" olmuş sayılabilir.
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine Allah'ndan başka giderecek yoktur, eğer sana bir hayır dilerse, Allah'ın keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir ve O bağışlayandır, esirgeyendir. (51/107), (10/107)
Allah'ın hayrını eriştirdiği kullarından olabilmek için “İnsan Olmak” ve bunu Allah'tan istemek gerekir. İstek kabul görürse buna kimsenin mani olamayacağı belirtilmektedir.
Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele, işte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır, gerçek akıl sahipleri de onlardır. (59/17), (39/17)
Aklını kullanıp Allah'tan başkasına kul olmayan ve Allah'a yönelenler, Allah tarafından "Doğru Yola” iletilecektir. Bu yol, Allah'ı tanıma ve Allah'a ibadet ederek teslim olma ve Allah'ın büyüklüğü karşısında kendi durumunu ve tüm yaratılmışların durumunu idrak edebilmektir. Bu nedenle, bu yola erişebilenlere "Gerçek Akıl Sahipleri" tanımlaması yapılmıştır. Çünkü onlar akıllarını kullanabilmektedirler.
Ve de ki: “Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin." (69/29), (18/29)
İnsanların doğru yolu bulmak ve "İnsan Olmak" için kendi akıllarını kullanacakları en açık olarak bu şekilde açıklanmaktadır.
Görüldüğü gibi çok sayıda Ayetlerinde Yüce Allah insanlara her işlerinde akıl yürüterek en doğru ve uygun çözümlere ve Allah’a ulaşabileceklerini açıklamaktadır. Bu arada insanları biraz korku, açlık, mal varlıklarında kayıp ve hastalık gibi durumlarla karşı karşıya bıraktığını, karşılaştıkları ve istemedikleri bu gibi durumların “nefsleri” üzerinde hakimiyet kurabilmeleri için önlerine çıkarıldığını düşünmelerini öğüt vermektedir. Böylece bu gibi durumlardan çıkmak için gerekenlerin de yine akılları ile sükunetle düşünüp bulmaları ve buna göre tutum ve davranmaları gerektiğini anlayabilmeleri için insanları denediğini bildirmekte ve bu nedenle Hz.Muhammed'e başına bu gibi istenmeyen şeylerin gelenlerin "sabırlı" olmaları gerektiğini iletmesini ve "sabredenlere" müjde vermesini istemektedir.
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele! (87/155), (2/155)
O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. (87/156), (2/156)
İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır. (87/157), (2/157)
Bir başka Ayette de insanlara sabretmeleri ve uyanık olmaları öğütlenmektedir.
Ey iman edenler! Sabredin; sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz. (89/200), (3/200)
Bu "özel uyarı" ile Yüce Allah iman etmiş Müslümanların başarıya erişebilmeleri için sabretmeleri, işlerini kararlılıkla sürdürmeleri (sebat göstermeleri), her türlü zorluklara, olumsuz durumlara ve "düşmanlıklara" karşı "uyanık" olmaları ve Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine göre davranmaları (Allah'tan korkmaları) gerektiğine işaret edilmektedir. Nitekim "Asr" Suresinde de "İnsan Olmak" için gerekenler arasında iman edilmesi, iyi işler yapılması ve insanlara doğruluğun (Hak) önerilmesi ile birlikte “sabırlı” olunmasının gerektiği özellikle belirtilmektedir.
Asra yemin ederim ki, (13/1), (103/1)
İnsan gerçekten ziyan içindedir. (13/2), (103/2)
Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. (13/3), (103/3)
Buna göre iman edenlere, yüzleştikleri acılara, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germenin, katlanmanın, dayanmanın ve direnmenin ifadesi olarak "sabırlı" olmalarını ve birbirlerine de "doğru" ve "sabırlı" olmalarını önermeleri öğüt verilmektedir.
Yüce Allah "sabretmenin" hiçbir şey yapmadan ve düşünmeden sadece "beklemek" olmadığına işaret etmektedir. Gerçekten bu ifadeler ile "Sabredenler" olarak tanımlananların özellikleri olarak, kendilerine bir bela geldiği zaman bu durumun Allah'ın kendisini "denemekte" olduğunun bilinci ile "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" diyerek yaptıklarını gözden geçirip hatalarını düzelttikleri ve Allah'a teslim oldukları bildirilmektedir.
Başa gelenin bir "ceza" niteliğinde olduğunun düşünülmesi halinde bile yine hiçbir şey yapmamak "sabır" olarak nitelendirilemez. Bu durumda, gelen cezanın hangi nedenle olduğunun araştırılması ve o cezaya neden olan işlemin bulunarak tekrarının önlenmesi gereklidir. İşte bu şekilde Sabır edenler için Yüce Yaratan onları rahatlatacak ve doğru yola ulaştıracak imkanları sağlayacaktır.
Böylece Allah'ın "Kendisine" teslim olanları bağışlayacağı, merhametinin (rahmetinin) onlar üzerine olacağı ve "doğru yolu" bulanların da onlar olacakları bütün insanlara açıklanmaktadır.
Ayrıca Allah’ın tüm yaratılışın “gerçeklerini” açıklayan Ayetlerini insanlara göstereceği, insanların da "Akıl" unsurunu kullanarak yapacakları araştırmalarla Ayetlerin sahibi olan Allah'ı "tanıyacakları" açıklanmakta ve Evrende yaratılmış olanların kendilerini “yarattığı” için teşekkür, övme ve övülmenin (hamd) sadece onları yaratan Allah'a ait olduğu tekrar hatırlatılmaktadır.
Ve şöyle de: “Hamd Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. (48/93), (27/93)
Allah'ın, göklerde ve yerdeki sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? yine de insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır. (57/20), (31/20)
Allah o varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir. (65/12), (45/12)
O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından size boyun eğdirmiştir, elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır. (65/13), (45/13)
O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır. (70/12), (16/12)
İçinden taze et yemeniz ve takacağınız bir süs çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde yara yara gittiklerini de görüyorsun onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir. (70/14), (16/14)
Böylece İnsanlara Evrenin ve bulundukları Dünya ortamındaki çevresinin insanların "Emrine" verildiği, buralarda ne varsa hepsini "Allah Katından" bir "Lütuf" olmak üzere insanlara "Boyun Eğdirdiğini" hatırlatılmaktadır. Örneğin "ulaşım", "beslenme" ve "süs eşyası" gibi çeşitli amaçlar için faydalanılması ve böylece "Kendisine" şükredilmesi için denizin "Hazır" hale getirildiğine işaret edilmektedir.
Buna göre insanlardan bu gerçekler üzerinde düşünmeleri ve "Dersler" çıkartarak bütün Evreni ve yaşadığı ortamı her yönü ile araştırmaları ve bilgi sahibi olmaları beklenmektedir. Bunun için onlara "Akıl" unsuru verilmiştir. Böylece insanlara "Yaratıcının Halifesi" olarak yaratıldığı hatırlatılmakta, Evren ve yaşadığı ortamı "Anlamasına”, bunun için "Araştırma" yapmasına "Yetki" verildiği, bunun için göklerde ve yerdekilerin, denizin, güneşin ve ayın “boyun eğdirilip” insanların emrine verildiği açıklanmaktadır. Ayetlerinde insanlara ayrıca "Akıl" unsurunu kullanarak Evren ve yaşadığı ortam ile ilgili bilgilere işaret eden pek çok "deliller" bulunduğu bildirilmektedir. Böylece insanlardan elde ettikleri bu bilgilerden yapacakları daha sonraki ve daha kapsamlı araştırmalarda yararlanmaları beklenmektedir. Buna rağmen insanlardan bir bölümünün bu gerçekleri anlamadan ve bilgisi olmadan Allah hakkında tartıştıklarına işaret edilmekte ve bu düşüncede olanları durumlarını gözden geçirmeleri ve "Tek Yaratan" ile ilgili "Gerçeklere" ulaşabilmeleri istenmektedir.
Buna göre araştırmanın ve öğrenmenin bir sınırının olmadığı hatırlatılarak insanların araştırdıkça ve öğrendikçe Allah'a daha çok yaklaşacakları, Allah’ı daha iyi anlayabilecekleri ve hissedebilecekleri ve sonuçta Allah'ın yüceliği karşısında O'na teslim olunarak büyük bir zevk ve huşu ile secde ve ibadet edileceği belirtilmektedir.
İnsanların dünyada kendisine verilen akıl ile emrine verilen olanakları kullanıp kendi yararına her türlü şeyi düşünüp meydana getirmesi ve bunları yaparken tüm bu imkanları hazırlayan Yüce Yaratıcısını övgü, saygı ve hayranlıkla hatırlaması ve O'na teslim olarak ibadet etmesi gerekmektedir. Allah insanlara sadece bu dünyada değil, dünya dışında da rızkı olduğunu hatırlatmaktadır. Yani insanlar sonsuz olarak nitelendirdikleri Evrende erişebildikleri yere gidip oralarda geçimlik (Rızık) arayacaklardır.
Bunun için gereken her şey "Akıl" olarak kendisine verilmiştir. Bugün Ay ve yakın gezegenlere ulaşmış olan insanlar, akılları ile kendilerine verilen olanakları araştırıp bulacaklar, Allah'ın koyduğu kanunları anlayıp bulacaklar ve onların yardımı ile semada (Uzayda) yaşama ve kazanma olanaklarına (Rızık) kavuşacaklardır. Bu durumun insanlara "konuşmaları" kadar kesin ve gerçek olduğu hatırlatılmaktadır
Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır. (67/22), (51/22)
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaat, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. (67/23), (51/23)
Buradan hareket ile insanların gelişmelerinde daha uzun bir yol (süre) bulunduğu söylenebilir. İnsanlar artık yeni bir uyarıcıya (Peygambere) gerek kalmadan kendisine gönderilmiş olan son peygamber Hz.Muhammed ve ona gönderilen öğüt ve uyarıcı Kur'an ile bütün bu olanakları anlayıp bularak bu ayette belirtildiği gibi semalara çıkarak geçimlerini sağlayacaklardır.
Allah, semalarda başka şeyler de vaat etmiştir. Bunları belki zamanımız insanının anlaması mümkün değildir. Ancak, ileride daha gelişmiş insan beyinleri bu vaat edilenleri bulup onlardan yararlanacaklardır.
Anlaşılacağı gibi Kur'an Ayetlerinde bilgi ve bilim en önemli yeri tutmaktadır. Ancak Kur'an Ayetlerinin anlaşılarak bilgi sahibi olunması çok sayıdaki Ayetlerde "Akıl" kullanılması olarak açıklanmaktadır.
Kur'an’a göre "Yaratılışın" tamamı Allah'ın "Ayeti" olmaktadır. Buna göre bu Ayetleri okumanın ve öğrenmenin tek yolu "Bilim" olmaktadır. Bilim, Kur'an’ın "olmazsa olmaz" önceliği niteliğindedir.
Buna göre "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'tan başka herhangi bir "tanrı" bulunmadığının, Allah'ın yaratmış olduğu "bütün ortamlarda" takdir ettiklerini gerçekleştirmek ve "İradesini" yürütmek üzere yaratmış olduğu "enerji" esaslı "melekler ve cinler" tarafından ve yeryüzündeki "halifesi" olarak yaratmış olduğu "İnsanlardan" akılarını kullanarak bilgili ve “ilim sahibi” olanlar tarafından da "bilindiği" açıklanmaktadır.
Allah, adaleti ayakta tutarak şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de. Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur. (89/18), (3/18)
Buna göre Yüce Allah bütün "yaratılış" ile ilgili "mutlak güç" ve "her şeyin aslı ve özü" ile ilgili "sırların" ve "bilginin" sahibi (hikmet sahibi) olduğunu hatırlatarak, bütün insanlardan gerçek ortamda "bu bilgilerden" Ruhlarına "öğretmiş" olduğu "bütün isimleri" hatırlayabilmeleri için bilimsel çalışmalar yapmalarının beklendiğini bildirmektedir. Zira "Akıllı İnsanlar" ancak yapacakları "bilimsel" araştırmalar ve çalışmalar ile elde edecekleri "gerçekler" ile Allah hakkında daha "anlamlı" bir "anlayışa" sahip olabileceklerdir.
Hz.Muhammed'den hemen sonraki dönemlerde çeşitli konularda insanlara bilim sahasında öncülük etmiş Müslüman bilim insanlarının yaptıkları çalışmaların bu günün bilimsel düzeyine ulaşılmasında önemli katkıda bulunduğu bilinmektedir. Bu konuda örnek olarak aşağıdaki bazı Müslüman bilim insanları gösterilebilir.
Modern Kimyanın kurucusu ve öncüsü Cabir İbni Hayyan (721-815)
Matematikte "0" rakamını kullanan ve Algoritmanın Kaşifi Harezmi (780-850)
Çiçek hastalığını ilk tanımlayan El-Razi (854-925)
Büyük Bilgin Farabi (870-950)
Tıbbın temel kitabını "El-Kanun Fi't-Tıb" yazan İbn-i Sina (980-1037)
İlk kanser ameliyatını yapan Alı B.Abbas (932-994)
İlk göz ve diş hastalıkarını tedavi eden El Zehravi (936-1013)
Modern optiğin babası İbni Heysem (965-1040)
Sezaryen uygulamasını tıbba kazandıran Biruni (973-1051)
Bütün diğer ülkelere örnek ve öncü olmuş bu insanların çalışmalarından en fazla "Akıllarını" kullanan ve bilgi birikimi düzeylerini devamlı şekilde çoğaltan "İnsanlar" yararlanmış ve bu yüzden Akıllarını kullanmayıp "Çıkarlarını" gözeten insanlar ise kendilerine iletilen "Gerçekleri" anlamadıkları gibi onları "Çıkarları" doğrultusunda değiştirip toplumun yönetiminde etkili olmak için kullandıklarından Akıllı insanların buluşlarına ve onların yönetim üstünlüklerine "Tabi" olmuşlardır.
Buna göre, "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah’ın “makbul din” olarak tanımladığı İslam’ı benimsemiş olsalar dahi "bilimsel" çalışmaları sürdüren insanların ve toplumların bilimsel buluşlara imza atabilecekleri tarihi bir gerçek olarak görülmektedir. Ancak İslam’ı kabul etmeseler dahi bilimsel çalışmaları sürdüren insanların bu çalışmalardan uzak kalan ve bu çalışmaların önemini anlamayan Müslüman toplumlara göre daha anlamlı ve üstün bir anlayışa ve beceriye ulaşabildikleri günümüzün bir diğer gerçeği olarak yaşanmaktadır.
Toplum Yönetimini Düzenlemek
Allah Ayetlerinde İnsanların yönetim işleri de dahil tüm işleri (Emanetleri) mutlaka "Ehil" olanlara verilmesini kesin bir şekilde "emretmekte", böylece tüm insanlara çok önemli ve "güzel" öğütler verdiğine işaret ederek her şeyi işitici ve her şeyi görücü olduğunu açıklamaktadır.
Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. (92/58), (4/58)
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir. (92/59), (4/59)
Ayette geçen "Emanetler" ile her anlamda bir şeyin veya bir yetkinin geçici olarak başkasına devredilmesi ifade edilmektedir.
Bu çerçevede toplumu yönetecek ve toplum düzeni ve huzuru için kurallar koyacak yöneticilerin "Seçimi" işlemlerinin ve seçilen kişilerin kullanacakları "Yönetim" ve "Hüküm Verme" yetkisinin emanet olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bu durumda Allah'ın verdiği son derecede önemli olan bu "güzel" öğüde göre, özellikle toplum yönetiminin "Ehil" olanlara (bir işi en iyi biçimde yapacak düzeyde bilgisi olan, usta, yeterli ve yetkili kimse) verilmesini emretmekte ve “ehil” yöneticiler (ülülemr) belirlendikten sonra da onlara "Uyulmasını" beklemektedir.
Ayrıca iman edenlerin her türlü işlerinde veya bir hususta anlaşmazlığa düşülmesi halinde konunun Allah'a ve Resûl'e götürülmesinin gerektiği açıklamakta ve bunun hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzel olduğunu bildirmektedir. Anlaşmazlığın Allah’a götürülmesi ifadesinden konunun Kur’an Ayetleri incelenerek ve Hz.Muhammed’in uygulamaları dikkate alınarak çözülmesinin gerektiğine işaret edilmektedir.
Buna göre, toplumun yönetimini üstlenecek olan hüküm ve yetki sahiplerinin (ülülemr) toplum bireyleri arasından (sizden) olacağına işaret edilmekte ve bunların da "ehil" olanlar arasından seçilmeleri önerilmektedir. Bu durum insan topluluklarında "Huzur" dolu bir yaşam için en önemli koşul olan "Hak, Hukuk, Adalet" konusunun uygulanmasını sağlayan asıl unsuru teşkil etmektedir.
İnsan ilişkilerinde en hayati yeri işgal eden "Yönetimin" yani "Emanetin" verilmesinde ne kadar "Dikkatli" olunması gerektiği, öncelikle "Allah'a" ve "Peygambere (Hz.Muhammed) itaat edilmesi gibi "Seçilen Yöneticilere" de itaat edilmesinin gerekeceğine işaret edilerek tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Ayette geçen "Ululemr" kelimesi "Kendilerine hükmetme yetkisi emanet edilmiş olanlar" olarak tanımlanmaktadır.
https://kurantefsir.wordpress.com/2011/04/22/islamoglu-tefsir-dersleri-nisa-55-79-32/
Bu husus Elmalılı tefsirinde şöyle anlatılmaktadır:
"...müslümanlar bir olayda ihtilafa düştükleri zaman ilk önce Allah'ın birliğine inanmak, emaneti ehline vermek ve adaletle hükmetmek vazifelerini göz önünde bulundurup, kendilerini Allah'ın ve Peygamberin huzurunda toplanmış görerek ona göre düşünmeleri ve fikirlerini ve arzularını Allah Teâlâ'nın himayesi altına vermeleri ve daima hakkın birliği yolunda gitmeleri lazım gelir. Eğer Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız böyle yaparsınız, Allah'a ve Resulüne ve yetkililere itaat eder ve şâyet bir şeyde aranızda çekişme olursa onda da Allah'ın ve Resulünün hükümlerine baş vurursanız. Bu başvurmak sizin için halen sırf iyiliktir, çekişmeyi keser. Ve sonuç açısından da daha güzeldir."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/nisa.htm
Görüldüğü gibi, Ayetlerde toplum yönetiminin "Ehline" verilmesi yanında kendilerine toplumun yönetimi emanet" edilmiş olan yöneticilere "İtaat" konusunun da önemli olduğu belirtilmektedir.
Ancak zorbalıkla veya herhangi bir şekilde yapılan hatalar yüzünden ya da münafıklık, hile ve desiseler yaparak "ehil" olmayan "art niyetlilerin" toplum yönetimini ele geçirmeleri halinde, "Emanet" Ayetteki hükme aykırı olarak "ehline" verilememiş olacaktır. Bu durumda toplum yönetimini ele geçirenlerin, "emaneti gasp etmiş" olacağına dikkat çekilmektedir. Buna göre toplumun yönetilmesi emaneti "gasp etmiş" olan veya yapılan "seçimleri" kabul etmeyip "güç kullanarak" emaneti devretmeyerek ya da yönetim gücünü kullanmak suretiyle seçim yapılması ile ilgili "kuralları" değiştirip yönetim emanetinin başka "ehil" kimselere devredilmesini önleyerek yönetim gücünü bırakmak istemeyen yöneticilere "itaat edilmemesinin" gerektiği söylenebilir.
Çünkü Yüce Allah bir diğer Ayetinde şayet anne ve babanın bir şeyi Allah'a ortak koşulması için zorlamaları halinde onlara itaat edilmemesini, onların veli edinilmemesini ve Allah’a yönelenlerin yoluna uyulmasını bildirmektedir.
Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme, onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır, o zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (57/15), (31/15)
Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır, o zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. (85/8), (29/8)
Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin, sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. (113/23), (9/23)
Yapılan bu uyarılar ile insanların Allah’a ortak koşmaya zorlanmaları, Allah’ın "gösterdiği doğru yolu inkâr" ve "küfrü imana tercih edilmesi” niteliğinde olduğu belirtilmektedir. Buna göre İnsanların Allah’a ortak koşulması için veya benzer şekilde “Doğru Yola” uymayan konularda zorlanmalarının bir “zaruret" hali olduğuna işaret edilerek böyle bir durumda anne ve babaya bile karşı durulması ve "itaat edilmemesi" gerektiği bildirilmektedir.
Buna göre “ehil” olmadıkları halde kendilerine yönetim emaneti verilenler veya toplum yönetimini hile ve münafıklık yaparak "ele geçirmiş" olanlar, kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edildikten sonra "doğru yoldan" ayrılarak "inkara" sapanlar, insanlara "zulmederek" onları bu zulümlerine uymaya zorlayanlar, seçilmelerinden sonra uygulamaları ile “ehil” olma niteliğini kaybedenler ya da yapılan "seçimleri" kabul etmeyip “yönetim gücünü” kullanarak toplum yönetimi emanetini devretmeyenler Ayette belirtilen “ehil” olma niteliğini kaybetmiş olarak değerlendirilebilir.
Ayetlerdeki ifadelerden bu durumda bulunan ve toplumun yönetimi kendilerine emanet edilmiş her düzeydeki yöneticilere, artık ehil olmamaları nedeniyle ve toplum kuralları ve ahlaki değerler çerçevesinde olmak kaydıyla karşı durulması, "itaat edilmemesi", yönetimin onlardan "geri alınması" ve yönetimin bu konularda "ehil" olanlara verilmesi meşru ve gerekli olmaktadır. Zira bu duruma düşenler Allah'ın Kur'an’da bildirdiği ve insanları "doğru yola" yönlendiren bütün "gerçeklerden" sapmış, yaptığı bütün uyarı, öğüt ve önerilerini çiğnemiş ve böylece Allah'a ortak koşmuş olmaktadırlar.
Toplum yönetiminin ehil olmadıkları anlaşılanlardan "geri alınması" ve "ehil" olanlara verilmesi, günümüzdeki bilgi düzeyi "gelişmiş" toplumlarda belli sürelerde yapılan "seçimler" ile gerçekleştirilmektedir.
Taşıdıkları “önem” nedeniyle bu Ayetlerin çok dikkatle ve defalarca incelenmesi gerekmektedir. Zira, Kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanların bu Dünya ortamında "Huzur" içinde yaşayabilmeleri için özellikle "Yönetim" işlerinde her zaman bu önerileri dikkate almaları gerekmektedir. Ancak “Kur’an’ı Okumak ve Anlamak” bölümünde değinildiği gibi bu Ayetleri yorumlarken Allah'ın tüm Kur'an içeriğinde insanlara "Neyi" öğütleyip önerdiği sabit ve fanatik düşüncelere meydan verilmeden yorumlanması gerekmektedir.
Öte yandan yukarıda belirtilen Ayette toplumun yönetimi kendilerine “emanet” edilenlerin insanlar arasında “adaletle” hükmedilmesi emredilmektedir. Ayrıca Ayetlerde danışma (İstişare) olarak ifade edilen "yönteme" işaret edilmektedir.
Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar, onların işleri, aralarında danışma iledir, kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. (62/38), (42/38)
O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. (89/159), (3/159)
İstişare bir konuda görüş alışverişinde bulunulması olarak tanımlanmaktadır. Buna göre bir şekilde toplumu yönetmekte olanların toplumsal işler hakkında bilgi sahibi olanlarla “İstişare” ederek (danışarak) görüşlerinin alınması “Şura” olarak tanımlanmaktadır.
ŞÛRA - TDV İslâm Ansiklopedisi
Bu uygulamalar toplumu yönetenlerin karar verirken nasıl davranacaklarını açıklamaktadır. Ayetlerde toplum yönetiminin “emanet” edilmesi hakkında nasıl bir yöntem uygulanacağı (seçilecekleri) konusunda sadece toplumun yönetilmesi “emanet” olarak belirtilerek “ehil olanlara” verilmesi gerektiği bildirilmekte fakat bu emanet için “seçimin” nasıl yapılacağına dair bir yöntem belirtilmemektedir.
Bununla birlikte toplum bireylerinin ve toplumun yasama işlevini yürüten organlarının aralarında fikir alışverişi yaparak (İstişare-Şura) toplumun yönetiminin "emanet" edileceği “yöneticinin” belirlenmesine ve toplumun yönetilmesi ile ilgili kural ve koşulların düzenlenmesinde yol gösterdiği anlaşılmaktadır.
Nitekim bu konudaki ilk uygulamanın Hz.Muhammed’in vefatından sonra “Devletin” başına kimin yönetici (Halife) olarak getirileceği Hz.Muhammed’in kabilesinin önemli kişilerinden oluşan “Şura” toplantısında belirlenmiştir. Bu toplantıda İslam toplumunun yönetimi “emanet” edilmek üzere “ehil” olarak Ebubekir “Halife” seçilmiş ve sonraki yöneticilerin seçimi de aynı şekilde toplumun ileri gelenlerinin “Şura” toplantılarında yaptıkları “istişareler” sonucunda belirlenmiştir. Buna göre toplumların geliştirdikleri "yönetim emanetinin verilmesi" ile ilgili yöntem ve şartların toplumun "ehil" bireylerince içinde bulundukları zaman ve şartlara göre belirlenebileceği söylenebilir.
İnsan toplumlarının çağlar boyunca güç ve zenginliğe dayalı olan ve “Nesilden Nesil’e” devredilen aileler (Krallıklar) veya “geleneksel” kabile yapıları tarafından yönetildikleri bilinmektedir. Ancak zamanla toplumların çeşitlenmesi ve giderek daha geniş kitlelerden oluşması karşısında toplumun yönetiminin emanet edileceği kişilerin seçiminin güçlü aileler veya kabile yapıları tarafından “Şura” toplantıları ile gerçekleştirilmesinin imkânı kalmamıştır.
Bu nedenle İnsanların elde ettikleri "bilgiler" ile uyumlu olarak gösterdikleri bireysel ve toplumsal gelişmeler ve toplumun yönetilmesi konusunda edinilen deneyimler sonucunda toplum yönetiminin daha fazla “kurumsal” anlayışa göre şekil aldığı ve belli kurallara bağlandığı tarihi belgelerden görülebilmektedir.
Günümüzdeki toplumlarda yöneticilerinin seçilmesinde hale bazı farklı yöntemler bulunmaktadır. Nitekim Son dönemlerde bu "emanetin" verilmesinde kısaca "demokrasi" olarak tanımlanan ve toplum yönetiminin toplum bireyleri arasından "seçilenlere" verilmesi (emanet edilmesi) esasına dayanan uygulamalar yapılmaktadır. Böylece “emanetin”, yani "Toplum Yönetiminin" veya bir konunun yürütülmesi yetkisinin teslim edileceği "Ehil" kişilerin "Seçilmeleri" söz konusu olmaktadır.
"Kurandaki Din" adlı kitapta kabile yapılarında görülen yönetici seçiminin Kur’an hükmü olarak değerlendirilmemesinin gerektiğine dair şu özet bilgi bulunmaktadır:
"Kuran’da açıklanmayan hususlar insanların tercihine bırakılmıştır. Bunlar, insanların, akıllarını çalıştırmalarıyla ve Kuran’ın koyduğu temel prensipleri gözetmeleriyle doldurulmalıdır. Fakat şurası unutulmamalıdır ki insanların bu tercihleri Kuran’ın hükümleri gibi değerlendirilemez. Örneğin belli bir devlet yönetimi veya halifelik gibi uygulamalar, Kuran’ın evrensel dini bir hükmü olarak gösterilemez. Kuran’ın koyduğu hükümler evrenseldir; mekânın ve zamanın değişmesi ile Müslümanlar bu hükümlerden vazgeçemez. Örneğin Kuran’ın bir hükmü olmayan halifelikten vazgeçilebilir ama Kuran’ın hükmü olan “şura” ve “adalet” gibi yönetimde önemli ilkelerden, zamanın ve mekanın değişmesiyle vazgeçilemez."
http://istanbulyayinevi.net/wpcontent/uploads/2016/06/KurandakiDin50Baskı.pdf
Ayrıca aşağıdaki yazılarda bu konuda açıklayıcı ek bilgiler bulunmaktadır.
https://odatv.com/islam-bir-itaat-dini-degil-haksizligaisyandinidir29012009.html
Devlet yöneticilerinde arayacağımız nitelikler - Ayşe Sucu - Köşe Yazıları – Sözcü (sozcu.com.tr)
Toplum yönetimi emanet edilmek üzere "seçilen" yöneticilerin belli bir süre bu "görevlerini" yerine getirerek toplumun huzur ve "refahını" sağlamaları gerekmektedir.
Yönetim dönemi sonunda toplumun yöneticilerinden "mutlu" olmaları halinde yapılacak seçimlerde toplumun yönetimi emanetini onlara yeniden vermesi mümkün olacaktır.
Ancak "emaneti" alanların zamanla nefsleri karşısında zafiyete düşerek "çıkarlarını" gözetmeleri sonucunda topluma karşı haşin ve emredici uygulamalarla "kamu malına" el uzatan, halkına "Eziyet" eden ve "Haksız" davranan yöneticilerin örneğin seçim işleminin daha kısa sürede yapılması gibi toplumun geçerli "Kurallarına" uygun olarak, "Değiştirilmesi" ve yönetim "Emanetini" daha "Ehil" olanlara verilmesi gerekecektir. Çünkü Yüce Allah, toplum yönetiminin "ehil" olanlara emanet edilmesinden sonra artık onlara "uyulması" gerektiğini de bildirmektedir.
Allah Hz.Muhammed'e toplumsal ve sosyal her işinde onlarla yani kendisine karşı duranlara yumuşak davranmasını, onlarla görüş alışverişinde bulunmasını (müşavere etmesini) ve onlara danışmasını öğütlemektedir.
Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar, onların işleri, aralarında danışma iledir, kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. (62/38), (42/38)
O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et, danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. (89/159), (3/159)
Kuran’da “şuranın” şekli ve "yöntemi" olarak belirtilmekle birlikte “danışma” ile karar alınmasının önemine işaret edilmektedir. Buna göre yönetimin her aşamasında ve birlikte yaşamanın her seviyesinde bilgi sahibi olanlarla “İstişare” ederek (danışarak) görüşlerinin alınması (şura) esasına göre hüküm verilmesinin daha "doğru" olduğu ve toplumların geliştirdikleri "yönetim emanetinin verilmesi" ile ilgili yöntem ve şartların da toplumun "ehil" bireylerince içinde bulundukları zaman ve şartlara göre belirlenebileceği anlaşılmaktadır.
Bu konuda Kuran'daki Din kitabında ek bilgi bulunmaktadır.
http://istanbulyayinevi.net/wp-content/uploads/2016/06/KurandakiDin50Baskı.pdf (Sayfa 345)
Özel bir durum olarak Yüce Allah bir diğer Ayetinde gönülden inanmış kimseler olarak tanımladığı iman edenlerin, "Peygamber" ile ortak bir iş üzerindeyken, diğer bir deyimle bir konuda istişare (müşavere) halindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmediklerini, böyle izin isteyenlerin hakikaten Allah'a ve Resûlüne "samimiyetle" iman etmiş kimseler olduklarını belirtmekte ve bazı işleri için izin istediklerinde onlardan dilediğine (uygun görmesi halinde) izin vermesini ve onlar için "mağfiret edici" ve "merhametli" olan Allah'tan bağışlanmalarını dilemesini Hz.Muhammed'e öğüt vermektedir.
Müminler, ancak Allah'a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir, onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir, öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile. Allah mağfiret edicidir, merhametlidir. (102/62), (24/62)
Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir, bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. (102/63), (24/63)
Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu iyi bilir, insanlar O'nun huzuruna döndürüldükleri gün yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (102/64), (24/64)
Buna göre Hz.Muhammed'in önemli konularda Şura toplantıları yaparak toplumu ile istişarede bulunduğu ve onların görüşlerini de dinledikten sonra karar verdiği anlaşılmaktadır. Zira Hz.Muhammed'in insanlara toplum ile ilgili konularda yaptığı çağrıyı, yüksek bir ihtimalle "vahiy" ile ilgili olabileceği nedeniyle, insanların birbirlerine yaptığı çağrılarla sakın bir tutmamaları ve onu insanlar arasındaki herhangi birinin çağrısı gibi algılamamaları öğüt verilmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed tarafından böyle bir çağrı yapıldığında bazılarının bu davete uymak istemeyenlerin birini siper edinerek sıvışıp gittiği ancak Allah'ın onları bildiği belirtilmektedir. Bu sebeple onun emrine aykırı davrananların yapılan bu "uyarıları" dikkate alıp başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden "sakınmaları" ihtar edilmektedir. Böylece özellikle toplum açısından önem taşıyan konuların daima yöneticiler ile konularında bilgi sahibi olan insanlar arasında bilgi paylaşımı yapılarak (istişare edilerek) en "doğru" bir sonuca bağlanabileceği açıklanmakta, bu yöntemin ne kadar "gerekli" olduğuna işaret edilmekte ve günümüzdeki gelecekteki bütün insanlardan bu uyarı ve önerileri dikkate almaları beklenmektedir.
Yüce Allah göklerde ve yerde (Evrende ve Ötesinde) ne varsa Allah'ın olduğunu, insanların ne yolda olduklarını (niyetlerini ve uydurmalarını) iyi bildiğini bir defa daha hatırlatarak insanlar O'nun huzuruna döndürüldükleri zaman bu ortamda yaşarken yapmış olduklarını onlara hemen bildireceğini çünkü her şeyi en doğru olarak (hakkıyla) bilen olduğunu önemle ihtar etmekte ve bütün insanları "İnsan Olmak" için yapılan bu uyarıları dikkate almaya davet etmektedir.
Görüldüğü gibi Yüce Allah "Kendisine" iman edip güvenen insanların işleri aralarında danışma ile yürüttüklerine işaret etmektedir. Burada Allah'a iman edip güvenen insanlar tanımlaması ile toplumun her kademesindeki insanlar kastedilmektedir. Önceki Ayetlerde belirtilen "Emanet" ile ilgili öğüt ile birlikte düşünüldüğünde, İnsanların özellikle yönetim biçimi ve yöntemi konusunda "Aralarında Danışma" ile karar vermelerinin gerekliliği vurgulanmaktadır.
Ancak, toplumun "Yönetimi" bir şekilde "Emanet" edilen her düzeydeki "Yöneticilerin" bu konulardaki anlayış ve tutumları çok daha fazla önem ve sorumluluk gerektirmektedir. Örneğin "Emaneti" alan bir yöneticinin işleri yürütürken ilgili konuyu iyi bilen (Ehil) insanlara danışmak yerine kendi düşüncesini her halde onaylamak üzere kendi seçtiği kişilere danışması, vereceği kararlar ve buna bağlı olarak toplum açısından son derecede olumsuz sonuçlar doğurabilecektir. Diğer hususlar da dikkate alındığında gerekli nitelikleri bulunmayanları toplumun yönetimine getirilmesinin, "Emanetin Ehline Verilmesini" öneren Ayet hükümlerine uyulmadığı anlamına geleceği unutulmamalıdır.
Yönetimde danışma konusunda önemli bir husus olarak Uhud savaşı ile ilgili yukarıdaki Ayette Hz.Muhammed'in kendisi ile tartışanlara yumuşak davranarak onları dinlediğine işaret edilmekte ve şayet onlara karşı kaba ve katı olsa idi onların etrafından dağılıp gitmiş olacakları belirtilmektedir.
Ayette Hz.Muhammed'e ve buna kıyasen bütün toplumlardaki "yöneticilere" kendileri ile tartışanları dinlemeleri, onları affetmeleri, hatalı iseler bağışlanmaları için Allah'a dua etmeleri, iş hakkında onlara danışmaları ve bir defa karar verdiklerinde Allah'ın "Kendisine" dayanıp güvenenleri sevdiği hatırlatılarak, artık Allah'a dayanıp güvenerek verdikleri kararı uygulamaları önerilmektedir. Ayette yer alan "İş Hakkında" tanımlaması, insan ilişkilerinin "Tamamı" olarak dikkate alınabilir. Zira insanlara her konuda birbirlerine "Danışmaları" önerilmektedir.
Bu yaklaşım Yaşar N.Öztürk tarafından çeviride (mealinde) görülmektedir.
“….O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git…”
http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=2&sid=3
Aynı şekilde Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde bu Ayet ile ilgili olarak aşağıdaki açıklama bulunmaktadır.
"Müşavereye gelince: Bu, herhangi bir iş hakkında danışmak, bazı kimselerin reyine, mütalaasına müracaat etmek, fikir alış-verişinde bulunmak demektir. Böyle bir müzakere ve mütalâaya da istişare denir. Bir yerde toplanıp birbirine danışmada, diğer bir ifadeyle meşverette bulunan bil cemaate de "Sura" adı verilir. Müslümanlıkta meşveret, fikir alış-verişi, ferdî ve içtimaî bir prensiptir. Kendi başına hareket ise pek kötüdür. Rasüli Ekrem S al I al I ah ü Aleyhi Vesellem Efendimizbile hakkında ilâhî vahiy inmeyen ve dini esaslara ait olmayan, cihat ve diğer bazı dünya ile alakalı hususlarda ashabı kiramı ile danışmada bulunurdu, bununla görevli idi. İşte izahında bulunduğumuz bu âyeti kerime de bunu ifade etmektedir."
http://www.tahavi.com/tefsir/003e.html
Buna göre insanlar arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin en önemlisi olan "Toplumsal Yönetim" konusunda tüm toplum üyelerinin fikirlerinin alınması yani tüm toplum bireyleri ile "İstişare" edilmesi gerektiği açıkça ifade edilmektedir. İnsanlar bu istişarenin nasıl "En İyi" ve "En Adil" olacağını, her konuda olduğu gibi, "Akıllarını" kullanarak bulmak zorundadırlar.
Bugün itibariyle bu danışma eylemi "Seçimler" yapılarak sağlanmaya çalışılmakta, ancak her işte olduğu gibi, Allah'ın "İzni" ile "ezelden" beri insanların "Yapılarında" etkili olan "Şeytanın" kışkırtmaları sonucunda henüz bu konuda "En İyi" ve "En Adil" bir yönteme ulaşılamadığı her gün yaşanan sayısız örnekleri ile görülmektedir.
Unutulmamalıdır ki Allah Şeytanın bu itirazına ve İnsanları "Etkılemesine", yaratmış olduğu İnsana bahşettiği "Akıl" unsurunun Şeytan'ın her türlü vesvesesini veya kışkırtmalarının üstesinden gelerek "Etkisiz" kılacak nitelikler "Taşıması" nedeniyle "İzin Vermiş" bulunmaktadır. Bu husus Kur'an Ayetlerinde insanların karışılacakları her "Durumda" sadece "Akıllarını" kullanmalarını ve hatta "Kendi Varlığının" bile "Akıl" kullanılarak fark edilmesini öğütlemekte ve önermektedir.
Burada en önemli uyarının, kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen yöneticilere yapıldığı söylenebilir. Hz.Muhammed'in "Tek Yaratan" olan Allah'ın anlaşılması ve Allah'a itaat ve ibadet edilmesi ile ilgili olarak kendisine "Vahyedilen" gerçekleri toplumuna ve bütün insanlara iletilmesi olarak özetlenebilecek "Görevini" yaparken insan ilişkileri açısından nasıl davrandığına dikkat çekilmekte ve bunun "Yönetimin" başarılı olması açısından üzerinde önemle durulması ve "Öğüt" alınması gereken bir husus olduğu özellikle toplum yöneticilerine hatırlatılmaktadır.
Buna göre toplumun veya daha küçük ölçeklerde he hangi bir grubun yönetimi kendisine emanet edilenlerin de yönetiminde olanlara karşı kaba ve katı yürekli davranmamaları, affedici olmaları, hatalarından dolayı bağışlanmaları için "Dua" etmeleri, iş hakkında onların fikirlerini almaları ve bunlara göre "Karar Vermeleri" ve karar verdikten sonra "Allah'a" dayanıp güvenerek bu kararlarını uygulamaları çok açık ve kesin bir dille bildirilmektedir. Yüce Allah'ın bu şekilde "Kendisine" dayanıp güvenenleri sevdiği ve onlara yardımcı olduğuna da ayrıca dikkat çekilmektedir.
Buna karşılık, insanların ve de özellikle yönetimde bulunanların bozgunculuk yapmaları ve diğerlerine bu nedenle dirlik düzenlik vermemeleri ve daha da önemlisi her konuda, özellikle de yönetim uygulamalarında "Aşırı" gitmeleri halinde toplumun bunlara "Uymaması" gerektiği de çok açık bir şekilde bütün insanlara bildirilmektedir.
“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenlerin" (47/151), (26/151)
"Aşırı gidenlerin emrine uymayın.” (47/152), (26/152)
Günümüzde de çok örneği bulunduğu gibi, Dünyayı maddi acıdan yönetmekte olan insanların çıkar sağlamak ve çıkarlarını korumak için insanları ve çıkar kaynaklarını aralarında bölüp yürüttükleri ve kendi payları ile gururlanıp sevinmekte oldukları belirtilmektedir.
Ancak, Allah'ın bunların gaflet ve sapıklıklarını "Bir Zaman" a kadar izin verdiği bildirilmektedir.
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler, her gurup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler. (74/53), (23/53)
Şimdi sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak! (74/54), (23/54)
Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? (74/55), (23/55)
Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar. (74/56), (23/56)
Burada belirtilen “bir zaman”, topluca kıyamet zamanı olabildiği gibi, her bir kişi için bu dünyada karşılaşacağı ve yaptıklarının karşılığını alacağı bir zaman olabilir. Bu ayırımın kararı sadece Allah'a aittir.
Bu açıklamalar kendilerine "Emanet" verilen günümüzdeki ve gelecekteki tüm toplum yöneticileri için en önemli bir gösterge niteliğindedir. Özellikle Müslüman toplumların yöneticilerinin bu Ayette yer alan uyarıyı dikkate almamaları ve topluma karşı haşin ve emredici biçimde ve "Haksız" davranmaları halinde, toplumun sonuçta kendilerine bir daha yönetim "Emanetini" vermeyeceğini "Anlamaları" gerekmektedir.
Öte yandan Yüce Allah "İman Edenlere" verdiği öğüdü toplumun yönetiminin "emanet" edilmesi için seçilen kişilere de hatırlatmaktadır. Buna göre yöneticilerin toplumun yönetilmesi ile ilgili olarak Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olmalarını ve verdikleri hükümlerde zengin veya fakir olsunlar (ki Allah onlara daha yakın olduğunu açıklamaktadır) hislerine (nefslerine) uyup adaletten sapmamalarını, doğruluktan ayrılmamalarını (büker) yahut şahitlik etmekten kaçınmamalarını öğüt vermekte ve Allah'ın yaptıklarından haberdar olduğunu unutmamalarını ihtar etmektedir.
Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, eğer, büker yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (92/135), (4/135)
Buna göre, kendilerine "Emanet" verilen toplumun yöneticileri, toplum düzeni ile ilgili olarak "Karar" alırken "Adalet" ile hükmedecekler, "Adaleti" titizlikle ayakta tutacaklar, kendilerinin, ana-babalarının ve akrabalarının aleyhine de olsa, hükmedilen kişi zengin veya fakir de olsa bu anlamda yani "Adaleti" ayakta tutarak şahitlik edeceklerdir. Yöneticilerin bu gereklere uyup uymadıklarının da düzenlenecek kurallara bağlı olarak oluşturulacak "denetim" yöntemleri ile saptanabilecektir. Bunun için gelişmiş toplumlarda "yargı organları" görevlendirilmektedir.
Bu şekilde seçilen "Ehil" kişiler "Kur'an" Ayetleri ile ilgili olarak "Adalet" ile hüküm vereceklerdir. Buna göre seçilmiş "Ehil" kişiler tarafından toplumun "Bilgi Birikiminde" meydana gelen değişim ve gelişim sürecine uygun olarak daha "Etkili" olacağına kanaat getirilirse, bazı Ayetlerde Hz.Muhammed'in vahiyleri ilettiği dönemler için etkileyici ve caydırıcı olan "kişilerin cezalandırılmaları" ile ilgili bazı uygulamaların toplumun ulaştığı bilgi birikimi ve Ayetlerin birbirleri ile olan ilişkileri ve bağlarını "anlama" düzeyi dikkate alınarak "ona göre" düzenlenebilmesinin veya yeni bir şekil verilebilmesinin mümkün olduğu söylenebilir. Örneğin "Zina" konusunda "Tevbe edip uslanmaları halinde artık onlara ceza verilmeyeceği ve eziyet (Değnek) edilmeyeceği" şeklinde hüküm verilmesi mümkün bulunmaktadır. Zira Allah'ın verdiği bu izine dayanarak zina eyleminde bulunan kadın ve erkeklerin hüküm veren makam önünde "Tövbe" etmeleri halinde "Değnek" vurulmasını emreden Ayet hükmü yerine "Tövbe" edildiğinde Allah'ın her türlü günahı bağışladığına dair Ayetlerine göre hüküm verilmiş olacaktır.
Öte yandan, seçilmiş "Ehil" yöneticiler veya Kur'an’ı okuyan insanlar tarafından Kur'an Ayetlerinin "Kötü Niyetle" veya "nefslerine Uydurabilmek İçin" diğer Ayetlere kıyas edilmesi durumunda Ayet hükümlerinin yanlış yorumlanmalarına neden olunabileceği daima göz önünde bulundurulmalıdır. Böyle kötü niyetle yapılan "Yakıştırmalar" sonucunda Allah karşısında "Sorumlu" duruma düşüleceği unutulmamalıdır. Diğer bir deyimle, aklına zina eylemini koymuş bir kişinin Kur'an Ayetlerindeki ifadeleri bu niyetini mazur gösterecek şekilde "Değiştirmeye" çalışması sorumluluktan kurtulmasını sağlamayacaktır. Allah bunu yapanları "Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir" ifadeleri ile uyarmaktadır.
Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz, o halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi?
Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (61/40), (41/40)
Yüce Allah, kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilenlerin, "büyüklük taslayıp" ve Allah'ın nimetlerine (Ayetlerine) nankörlük ederek toplum üzerinde "çıkarları" için baskı kurmak suretiyle onları "doğru yoldan" uzaklaştıracak ve "helak yoluna" sürükleyecek uygulamalar yapan ve onları tamamen kendi "buyrukları" alanların "Kıyamet" ortamında "Cehenneme" gireceklerini açıklamaktadır. Bunların insanları Allah yolundan saptırmak için Allah'a ortaklar koştuklarına işaret edilmektedir. Allah, bu durumda olanlara bu tutumlarını sürdürerek yaşamaya "devam etmelerini", çünkü dönüşlerinin "ateş" olduğunu onlara iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi? (72/28), (14/28)
Onlar cehenneme girecekler, o ne kötü karargâhtır! (72/29), (14/29)
Allah yolundan saptırmak için O'na ortaklar koştular. De ki: “Yaşayın! Çünkü dönüşünüz ateşedir.” (72/30), (14/30)
Bu nedenle toplum bireylerinin, Allah'ın nimetine (Ayetlerine) inanmayarak nankörlükle karşılık veren ve sonunda kendilerini helâk yurduna sürükleyecek olanlara toplumun yönetimini emanet etmemeleri gerekmektedir.
Buna göre kendilerini buyruğu altına alan yönetimdeki "büyüklük taslayarak" kendilerini "Allah Yolundan" saptırmak için Allah'a ortaklar koşanlara karşı doğru yolu savunamayan ve buna rağmen zamanı geldiğinde kendilerini "doğru yoldan" alıkoyanlara toplumun yönetimi "emanetini" yeniden veren toplum üyelerinin bu seçimlerinden sorumlu olacakları ve azaptan kurtulamayacakları bildirilmektedir. Bu nedenle toplum bireylerinin, Allah'ın nimetine (Ayetlerine) inanmayarak nankörlükle karşılık veren ve sonunda kendilerini helâk yurduna sürükleyecek olanlara toplumun yönetimini emanet etmemeleri, sonradan bu duruma düşen yöneticilerden de "emaneti" geri almaları gerekmektedir.
Toplum yönetiminin düzenlenmesi ile ilgili olarak yapılan bu açıklamalar çerçevesinde çok daha önemli bir husus olarak toplumun yönetimi "emanet" edilecek her düzeydeki "yöneticilerin" Ayetlerde bütün insanlara hitaben bildirilen tüm uyarı, öğüt ve önerileri anlayıp yürütebilecek kabiliyette, ahlak ve erdem sahibi olan ve herhangi bir nedenle bunlardan vazgeçmeyerek bunları "ilke" olarak benimseyen bir yapıda olan insanlardan seçilmesi, yani yönetim emaneti verilirken "liyakatin" en önemli unsur olarak dikkate alınması, toplumun huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için "hayati" önem taşımaktadır.
Bir diğer çok önemli konu olarak ta Yüce Allah'ın aslında tüm yaratılışı hiçbir "yardımcıya" ihtiyacı olmamasına rağmen "takdir etiği" tüm "yaratılışı" kendi özünden "yarattığı" ve Melekler, Cinler ve Şeytanlardan meydana gelen enerji esaslı "unsurlar" ile yürüttüğünü, bu unsurların tüm yaratılışın gerçekleşmesinde ve yürütülmesinde "kısıtlı" olarak karar verme ve uygulama yetkilerinin bulunduğu Ayetlerde açıkça belirtilmektedir.
Buna göre insan toplumlarının yönetilmesinde Yüce Allah'ın Ayetlerde belirtilen bu "eşsiz" düzeninin her türlü hükmetme, karar verme ve uygulama yetkilerinin tek bir "insana" verilmesini öngören bir düzenleme yapılmasının, diğer bir deyişle her düzeyde bir yönetici atanmasına rağmen son kararın en üstteki tek bir “yöneticiye” verilmesinin doğru bir yöntem olmayacağına dikkat çekildiği anlaşılmaktadır.
Zira her türlü yetkinin "nefsinin" dürtülerine açık bulunan ve bu nedenle her an hata yapması mümkün olan sadece bir "insan" tarafından kullanılmasını öngören bir toplum düzeninin Allah'ın Ayetlerinde işaret ettiği bu duruma karşı olduğunun unutulmaması gerekir. Aksi halde Allah'ın koyduğu düzene ve esasen Allah'a karşı gelinmiş olacak ve Allah'ın düzeni inkâr edilmiş olacaktır. Böyle bir yönetim düzeninde insanlar ne kadar "doğru" bir yöneticiyi seçmeye çalışsalar dahi, "tüm yetkilerin" elinde olduğu "tek yönetici" zamanla "nefsine" yenik düşecek ve istemese dahi ahlaki anlayış ve erdemleri zarar göreceği için sonuçta ancak "münafık" ve "zalim" olarak tanımlanabileceklerdir. Böyle bir düzenin uygulanması halinde toplumun bütün fertlerinin hak, hukuk, adalet, huzur ve mutluluk duygularından uzaklaşıp hüsrana uğramaları kaçınılmazdır.