

İNSAN OLMAK
İNSAN OLMAK İÇİN BURADAYIZ
Kur'an
KONU BAŞLIKLARI
Kur'anın İnsanlara Uyarı, Öğüt ve Önerilerle "Gerçekleri Açıklaması"
Muhkem ve Müteşabih (Anahtar) Ayetler
Ayetlerin Hükümlerinin Başka Ayetler ile Değiştirilmesi-Nesh
Kur'an’ın Okunması ve Anlaşılması-İnsan Olmak İçin İlk Adım
Kur'an’ın "Sabit Fikirlerden" Arınmış Olarak İncelenmesi
Kur'an Ayetlerinin Anlam ve İçerik Bağlantılarının ve İlişkilerinin Dikkate Alınması
Kur'an Ayetlerinin Bilgi Birikimi ve Zaman Dilimleri ile İlişkisinin Dikkate Alınması
Kur'an Okunurken Allah'a Sığınılması
Ayetlerin Çıkarlara Göre Yorumlanmaması
Tevrat, Zebur ve İncil ile İlgili Konular
Kur'an
Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu ve "Tüm yaratılışlar" ile ilgili "gerçekleri", sonraki dönemlerde yaşayacak olan "bütün insanlara" bildirilmek üzere sevgili kulu ve sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e "vahiy yolu ile" ve bölümler (Ayetler) halinde hissettirerek (hafızasına yerleştirerek) öğrettiklerinin tamamı Kur'an olarak tanımlanmaktadır. Hz.Muhammed ile ilgili tarihi kayıtlardan söz konusu "hissettirmenin", Allah'ın Ayetlerinde "Cebrail" olarak isimlendirdiği "Melek" tarafından gerçekleştirildiği ve 610-633 yılları arasında yaklaşık 23 yıl sürdüğü anlaşılmaktadır. Bu konuda "Hz.Muhammed'in Peygamberliği-Vahiy Alışı" bölümünde ayrıntılı açıklama bulunmaktadır.
Her şeyi yaratan Allah'ın bu Evren ve Dünya ortamının yaratılmasının da "Sırlarını" ve "Tüm Unsurlarını" kapsayan ve bizlerin sahip bulunduğumuz bilgi ve deneyimlerimizin çok ötesinde nitelikleri bulunan ve aynı zamanda Allah'ın kendi "İradesini" ve “Hükümranlığını” ifade eden "Arş" ortamında, bütün "Yaratılışların" gerçekleştirildiği özel "Boyut veya Durum" Ayetlerde "Levh-i Mahfuz" olarak adlandırılmaktadır.
Allah'ın Kur'an Ayetleri ile bizlere Hz.Muhammed aracılığı ile iletmiş olduğu tüm öğüt, öneri ve konuların yer aldığı Kur'an’ın "Levhi Mahfuzda" bulunan “Tüm Yaratılışların” kaynağı olan "Ana Kitaptan" insanlar için gönderildiği açıklanmaktadır.
Hakikatte o şerefli Kur'an'dır. (27/21),(85/21)
Levh-i mahfuzda bulunan (27/22), (85/22)
Kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. (39/2), (7/2)
Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır. (41/12), (36/12)
Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın. (48/75), (27/75)
Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edecek veya en çetin bir şekilde azaplandıracağız, bu Kitap'ta yazılıdır. (50/58), (17/58)
Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak kalmaz, bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bulunmasın. (51/61), (10/61)
Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir, Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitaptadır. (52/6), (11/6)
O, katımızda bulunan Ana Kitap'ta mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır. (63/4), (43/4)
Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? bu, bir kitapta mevcuttur, bu Allah için çok kolaydır. (103/70), (22/70)
Kur'an’ı Kerimin aslında bu ortamın da yaratılmasının sırları ve tüm unsurlarını kapsayan tasarımlarının bulunduğu ve "Levh-i Mahfuzda" bu ortamda yaşayan bizlerin sahip bulunduğumuz bilgi ve deneyimlerimizin çok ötesinde nitelikleri bulunan "Ana Kitaptan" insanların "Anlayabileceği" şekil ve kapsamda ve "Kendisinden sonra Kıyamete kadar yaşayacak olan Tüm İnsanlara" iletilmek üzere Hz.Muhammed'in hafızasına kaydedildiği çok çeşitli vesilelerle ve Ayetlerde iletilmektedir.
Ayetlerde "Bir Kitap" ya da "Ana Kitap" olarak işaret edilerek yapılan bu açıklamalar ile Hz.Muhammed'e iletilmiş olan Kur'an’ın da Levhi Mahfuz'da bulunduğu belirtilmektedir. Buna göre Kur’an’ın Allah'ın takdirleri gereğince "Tüm Alemlerde" olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yer aldığı, belirtildiği ve saklandığı açıklanan ve "Kader" Levhası olarak ta ifade edilen "Ana kitap" ile olan bütünlüğü açık bir şekilde belirtilmektedir.
Bu duruma göre Kur'an’ın yeryüzünde ve Evren bünyesinde diğer tüm ortamlarda (alemlerde) bulunan veya bulunacak olan tüm insanlar için bir öğüt olarak düşünülmesinin gerektiği tüm insanlara anlatılmaktadır.
Bu nitelikleri ile Levh-i Mahfuz, Yüce Allah'ın "Arş" olarak adlandırdığı "Gerçek Ortam" ve bu ortamdaki bütün "Yaratılışları" gerçekleştiren "İradesi" olarak düşünülebilir.
Kur'an’ın Allah tarafından "Tüm İnsanların" bulundukları bu Evren ve Dünya "Ortamları" ve bu ortamlardaki "Varlıklarının" öncesi ve sonrası" ile ilgili "Gerçekleri" ve "Kendisinin" bu gerçeklerin "Tamamını" kapsamakta olan "Her Şeyin" tek ve benzersiz "Yaratıcısı" olduğunu açıklayan bir "Öğüt" ve Öneriler" demeti olarak tüm insanlara iletildiği çeşitli Ayetler ile açıklanmaktadır.
Yüce Allah Ayetinde Hz.Muhammed'e hitaben Kur'an’ın "Hikmet" sahibi ve her şeyi "Bilen" Allah tarafından ona verildiğini ve bundan şüphe etmemesini bildirmektedir.
Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir. (48/6), (27/6)
“Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce Kitab'ı okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir, sakın şüphecilerden olma!” (51/94), (10/94)
“Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra ziyana uğrayanlardan olursun.” (51/95), (10/95)
Gerçekten haklarında Rabbinin sözü sabit olanlar, (51/96), (10/96)
Kendilerine bütün mucizeler gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar inanmayacaklardır. (51/97), (10/97)
Hz.Muhammed’e en küçük bir "Kuşku" duyması halinde önceki Kitapları okuyanlara sorması, kendisine anlatılan olayların onların kitaplarında da yer aldığını göreceği, kendisine Rabbinden (Allah’tan) hak (gerçek) vahiy ve hak (gerçek) peygamberlik geldiğinin kesin bir "Gerçek" olduğu, böylece bu konularda "Şüphecilerden" ve Allah'ın Ayetlerini "Yalanlayanlardan" olmamasının gerektiğini anlayabileceği; aksi halde "Ziyana" uğrayanlardan olacağı bildirilmektedir.
Bu Ayetler ile ilgili olarak Elmalılı tefsirinde "Hz.Muhammed aracılığı ile iletilen bu uyarıda insanlara başka taraftan öğrenmek suretiyle değil, Allah tarafından önceki peygamberlere gönderilen vahiylerde Firavun ve diğerleriyle ilgili olarak anlatılanların doğruluğundan şüphe ve tereddüt etmeye gerek olmadığı, biraz bile şüphe edilirse daha önceki kitapları okuyanlara sorulduğunda bu anlatılan olayların onların kitaplarında da yer aldığının görüleceği, bunları inkar edemeyecekleri ve bu Ayetleri tasdik etmeye mecbur kalacakları" şeklinde açıklama yapılmaktadır.
http://www.kuranikerim.com/telmalili/yunus.htm
Bu Ayetlerin "sana indirdiğimiz" ifadesi nedeniyle Hz.Muhammed’e hitap ettiği anlaşılmakla birlikte, diğer tüm uyarı, öğüt ve önerileri bildiren Ayetlerde olduğu gibi, genel olarak "Bütün İnsanlara" hitap etmektedir ve insanlığa “vahiy yoluyla” ulaştırılan veya tebliğ edilen gerçekler" olarak düşünülmelidir.
Bu Ayetler aynı zamanda tüm insanlara da Kur'an’ın Hz.Muhammed'e Allah tarafından iletildiğini kesin bir biçimde hatırlatmaktadır.
Kur'an’ın çeşitli Ayetlerinde bu "İletilme" ile ilgili daha ayrıntılı olarak yapılan açıklamalara "Hz.Muhammed'in Peygamberliği-Vahiy Alışı" bölümünde yer verilmiştir.
Kur'an ile "Tek Yaratıcı Güç" ve "Her Şeyin Tek Hakimi" olan Yüce Allah, bütün insanlara "son bir uyarı" yapmaktadır. Bu "Son" uyarısında, genel kabul görmüş düzenlemeye göre 114 ana bölüm (Sure) ve her surede çeşitli sayıda olmak üzere toplam 6236 adet “Ayet” olarak adlandırılan "Cümleler" bulunmaktadır. Bir ana bölüm (Sure) içerisindeki cümleler (Ayetler), bazen art arda gelmekte aynı konularla ilgili olmaktadır. Ancak genellikle bir surede çok çeşitli konularda Ayetler bulunmaktadır.
Kur’an 610 yılından itibaren 632 yılındaki ölümüne kadar 23 yıllık bir süreçte ve içinde bulunduğu toplumun “Şahitliğinde” cümleler (Ayetler) halinde Hz.Muhammed’e "Vahiy" edilmiştir. Bu cümleler (Ayetler) etrafındakilerce ezberlenmiş ve ayrıca “Vahiy Kâtipleri" adı verilen kişilerce kaydedilmiş ve ilk olarak bu esnada yine Hz.Muhammed tarafından derlenmiştir.
Buna göre Hz.Muhammed'e 23 yıllık bir süreçte "Vahiy" edilen ve bu sırada "Vahiy Katipleri" tarafından sayfalara "Kaydedilen" Ayetlerin nasıl derlenecekleri ve dizilecekleri Allah’ın telkinleri ile Hz.Muhammed’e bildirildiği anlaşılmaktadır. Ayetlerin bu tür derlenmesinin Arapça dilinin “kafiye” özellikleri ile de ilgili olduğu ve bu durumun Kur’an’ın okunup ezberlenmesini son derecede kolaylaştırdığı söylenebilir.
Kur'an’ın Hz.Muhammed’e “vahiy” edilerek olağanüstü bir şekilde ortaya çıkmış olması ve sonraki zamanlarda günümüze kadar olan süreçte itina ile korunması nedeniyle şu andaki “yapısının” ilk derlendiği zamandan beri değişmediği anlaşılmaktadır.
Kur'an’ın değişen ve gelişen toplumlar tarafından daha açık olarak anlaşılmasını sağlamak üzere "bir kısım" Ayetlerin, hükümleri açısından diğer bir Ayetin yerine geçenler, bazı hükümlerini yürürlükten kaldıranlar, hükmü değişmeyenler (muhkem) veya asıl amacı ve anlamı Kur'an üzerinde Akıllarını kullanarak bilimsel araştırma ve çalışmalar yapanlar (Alimler) tarafından açıklanabilenler (müteşabih) olmak üzere nitelendirildikleri, bu konudaki Ayetlerde açıkça bildirilmektedir.
Ayetlerin hükümleri ile ilgili olarak yapılan tanımlamalara (muhkem, müteşabih) göre Kur'an "Kendi Ayetleri" ile kendini tanımlamaktadır. Çok önemli bir “nitelik” olarak bu tanımlamalar çerçevesinde Ayetler konuların değerlendirilmelerinde önemli ip uçları vermektedir ve bir anlamda "Anahtar" niteliğindedir. Buna göre Ayetler içerikleri ve nitelikleri dikkate alındığında Kur'an’ın doğru olarak anlaşılabilmesi için bir "Anahtar" niteliği taşımakta oldukları görülmektedir. Aşağıda yeri geldikçe “Anahtar Ayetler” ve aynı konuda "Değişimlere" işaret eden Ayetler derlenmeye çalışılmıştır. Bu konuda “Muhkem ve Müteşabih (Anahtar) Ayetler” bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Kur’an Ayetleri 23 Yıl süresince ya doğrudan veya belli bir olay ile ilgilendirilerek, "Yaratıcı" hakkında fikir edinmeleri ve "Gerçekleri" görebilmeleri için birer "Öğüt ve Öneri" demeti olarak "Tüm İnsanlara" gönderilmişlerdir. Ayetlerin Allah'ın "Takdiri" ile ve konularına veya önceliklerine göre belli bir "Sıralama" olmadan Hz.Muhammed'in "Ruhuna" birbirleri ardına vahiy edildikleri ve Hz.Muhammed'in yanında bulunan "Katipler" tarafından kaydedildikleri anlaşılmaktadır. Bu süreçte ardı ardına gelen (Vahiy Edilen) Ayetlerin inişini esas alarak "Sıralanması" ile ilgili yapılan çalışmalar Ayetlerin konularına göre belli bir sıralamaya tabi olmadıklarını teyit etmektedir. Buna göre bir konu ile ilgili Ayetlerin de çeşitli zamanlarda vahiy edildiği görülmektedir.
Bu nedenle son olarak halife Osman tarafından Hz.Muhammed’in yaptığı derleme esas alınarak yapılan ve “Sure” olarak isimlendirilen bölümler halinde “derlenen” Kur’an Ayetlerinin bu “Derlemedeki” sıra numaraları ile Ayetlerin Hz.Muhammed’e vahiy edilerek inişi esas alınarak sıralanması arasında farklılık bulunmaktadır.
Ayetlerin İniş Sırasına göre dizilişleri Abdurrahman Abdullahoğlu tarafından "Ayetlerin İniş Sırasına Göre Kur'an Çevirisi" isimli (Ozan Yayıncılık 2008) ve Mehdi Bezergan tarafından "Kur'anın Nüzul Süreci" isimli (Fecr Yayınları 1998) kitaplarda incelenmiştir.
Bu yayınlardan yararlanılarak oluşturulan Ayetlerin İniş Sırasına göre dizilişleri aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.
Kur'an’ın Ayetlerinin derlenerek yazılması, Ayetlerinin "İniş" zamanına göre sıralaması ve daha sonra bu İlk Nüsha ile "Aynı" olmak üzere "Çoğaltılması" gibi konularda çok çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bunlardan bazılarının "Özet" bilgileri aşağıdaki bağlantılardan incelebilmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kur%27an
http://www.ilimrehberi.net/dini-ilimler/kur-an-kerim/613-kuran-n-kitap-haline-getirlme-asamalar.html
http://edergi.marmara.edu.tr/maruifd/article/viewFile/1012001975/1012001665
Hz.Muhammed’in vefatı ile "Elçilik" görevinin sona ermesini takiben onun derlediği haliyle Halife Ebubekir ve Ömer tarafından saklanmış ve korunmuş olan “Ayetler” daha sonra Halife Osman tarafından bu günkü şekline getirilmiştir.
Bu konuda güvenilir kaynaklardan biri olan Prof.Dr.Süleyman Ateş tarafından yapılan açıklamaya göre ilk nüsha derleme (Mushaf) Halife Ebubekir tarafından yaptırılmış ve ondan Halife Ömer'e intikal etmiştir.
“Ebubekir tarafından derlenen ilk Mushaf, onun vefatından sonra halife olan Ömer’e geçti. Ömer’in vefatı üzerine kızı, Peygamberimizin de zevcesi olan Hafsa’ya intikal etti.
Osman zamanında bu nüsha esas alınarak Kur’ân yeniden derlendi ve yazımı mükemmelleştirildi. Çoğunluğun rivayetine göre 4, diğer bir rivayete göre de 7 nüsha yazılan Mushaflardan biri Irak’a, biri Şam’a, biri Mısır’a gönderildi. 4 nüsha yazılmış olması Kurtubi’nin görüşüdür. El-Fethur-Rabbani yazarına göre Mushaf 6 nüsha yazılıp Mekke’ye, Basra’ya, Kufe’ye, Şam’a, Yemen’e gönderilmiş, biri de Medine’de bırakılmıştır. Yazım işi bittikten sonra Osman, Hafsa’dan aldığı ana Mushaf’ı kendisine iade etti.
Hafsa, bu Mushaf’ı sandığında saklıyordu. Ölümünden sonra Emevi hükümdarı Mervan ibn Hakem, bu ana nüshayı sandıktan aldırtıp şu gerekçeyle yaktırmıştır: “Bunu yaptım çünkü onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler”
(Bkz. Dr. Subhi es-Salih, Mebahis fi Ulumil-Kur’ân, s.83. Dayandığı kaynak: İbn Ebi Davud, Kitabul-Mesahif, s.24).
Ebubekir nüshasıyla Osman nüshası arasında içerik bakımından değil ama surelerin dizilişi bakımından farklar vardı. Bu da ileride gittikçe büyüyen ayrılıklara neden olabilirdi. Ebubekir zamanında Mushaf yazısı, Osman zamanına göre az gelişmişti. Yazının az gelişmişliği yüzünden bu Mushaf, okuma ayrılıklarına neden olabilirdi. İşte Mervan bu tehlikeyi önlemek için o Mushaf’ı da imha etmiştir.
Kur'an Ayetlerinin Ebubekir zamanında derlenen "İlk Nüshasının" Osman döneminde Arapça okunuşunda "Birlik" sağlamak üzere yeniden derlenerek Dört "Asıl Nüsha" hazırlandığı ve Bunlardan Üçünün Türkiye'de bulunduğu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülen 10 yıllık bir çalışma sonucunda ulaşıldığı belirtilmektedir.”
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/15553603.asp
Bu konuda İslam’ın “sorgulandığı” bir “Hristiyan Öğretisi” sitesinde İslam kaynaklarına dayandırılarak oldukça ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Bu sitenin Profesör Tom Holland tarafından yürütülen İslam’ın tarihi gelişmesi programına ait olduğu belirtilmektedir.
(A program that explores the historical development of Islam. Professor Tom Holland investigates Islam in areas that a Muslim historian would never dare to)
Tom Holland (author) - Wikipedia
Söz konusu siteden alınan aşağıdaki bazı özet bölümlerde, Kur’an’ın tek kaynağının hiçbir insan değil fakat Allah olduğu, Tevrat’ı ve İncil’i doğrulamak için vahiy edildiği bunların özgün, bozulmamış öğretileriyle bağdaştığı, tek bir parçasının bile doğrudan ya da dolaylı olarak daha önceki vahiylerden ya da başka dinlerden alınmadığı açıklanmaktadır.
“Buhari’den öğrendiğimize göre Kuran Hz.Muhammed’in ölümünden yaklaşık bir yıl sonra ilk kez bir araya getirilip derlenmiştir. Bu, Ebu Bekir’in emri üzerine Hz.Muhammed’in arkadaşlarından ve yazıcılarından biri olan Zeyd b. Sabit tarafından, yapılmıştır. Bu adımın atılmasının nedeni, Ömer İbn-i’ül-Hattâb'ın Kuran’ı ezbere bilenlerin çoğunun Yemame savaşında (Hicri, 12) öldüğünü görerek Vahyin tümünün ya da bir kısmının kaybolacağından endişe duymasıdır. Bu nedenle Halife’yi dağınık halde bulunan surelerin bir araya getirilmesi ve güvenilir şekilde yazılı olarak korunması emrini vermeye teşvik eder. Zeyd ilk önce Peygamberin yapılmasının uygun olmadığını düşündüğü bir şeyi yapmakta çok gönülsüz davranır ama sonunda Halife’nin emrine boyun eğer.
“Kuran’ı derlemek” ifadesinden, kitabın daha önceden tek bir bütün haline getirilmiş olduğu bellidir. Zeyd’in efendisine duyduğu saygı, doğal olarak, pek çok kişinin ona ezbere aktardığı ve o dönemde kullanılan bazı malzemelerin üzerine yazılmış olan surelere bir şey eklemesini ya da surelerden bir şey çıkarmasını önleyecekti. Hz.Muhammed’in Tanrı tarafından görevlendirilmiş bir peygamber olduğu iddiasını zayıflatan bazı durumların günümüzde de Kuran’da bulunması, Zeyd’in kendisine verilen görevi tam bir dürüstlükle yerine getirdiğinin nihai kanıtıdır. O dönemde kimsenin metne dokunması da mümkün değildi. Bir iki sene içinde bu görevi tamamlayarak bütün sureleri, her birini ayrı kağıtlara yazdı. Görünen o ki, günümüzdeki surelerin sırasının o dönemden kalmış olduğuna inanmak için bir neden vardır. Fatiha Suresi’nin, o zaman bile evrensel olarak dua diye kullanıldığı ve diğerlerinden daha iyi bilindiği için, kitabın girişi olarak en başa konmasının dışında bu sıralamanın hangi sisteme dayandığını söylemek zordur. Diğer sureler en uzunu en başa koyma ilkesine göre düzenlenmiştir. En kısa sure kitabın en sonundadır. Bu, kronolojik sıralamaya neredeyse tümüyle terstir.
Zeyd, çalışmasını bitirdiğinde şüphesiz Kufi yazıyla yazılmış olan el yazmasını, Ebu Bekir’e teslim etmiştir. Ebu Bekir ölümüne kadar metni özenle korumuştur. O öldüğünde metni, Ömer korumuştur. Ömer’in de ölümünün ardından, metinden kızı Hz.Muhammed’in dul kalan eşlerinden Hafsa sorumlu olmuştur. Sonradan ayrı surelerin kopyaları ya bu metinden ya da Zeyd’in kullandığı orijinal kaynaklardan yararlanılarak oluşturulmuştur.
Halife Osman Hafsa’ya, kopyalanması için özgün elyazmasını kendisine göndermesini buyurmuştu. İş bittiğinde onu Hafsa’ya geri vereceğine söz vermişti. Sonra bu çalışmayı düzeltme göreviniHz.Muhammed’in kabilesi olan Kureyş’ten üç kişiyle birlikte Zeyd’e verdi. Daha sonra “Osman cüzleri Hafsa’ya iade etti. Her bölgeye, kopyaladıklardan bir örnek gönderdi. Kuran’ın bunun dışındaki her cüzünün ve cildinin yakılmasını emretti.
Bu davranış keyfi gelebilir fakat bu,Hz.Muhammedi ülkelerde o günden bu güne Kuran metninin pratikte bir ve aynı yapıda korunmasını sağlamıştır. Osman’ın emriyle yapılan gözden geçirilmiş kopyadan önemli ölçüde farklı olan Hafsa’daki kopya da Mervan döneminde yakılmıştır.
Bu durumda, İslamiyet’in kaynağının bütünüyle Kuran’a dayandığına dair Hz.Muhammedi açıklamaya göre, İslam dininin tek kaynağı ve çeşmesi Allah’tır. Onun kaynağı, hiçbir insan değildir. Tevrat’ı ve İncil’i doğrulamak için vahiy edildiği açıklanmış ve bunların özgün, bozulmamış öğretişleriyle bağdaştığı iddia edilmiş olsa bile, tek bir parçası bile doğrudan ya da dolaylı olarak daha önceki vahiylerden ya da başka dinlerden alınmamıştır (Krş. Sure LVII, Hadid, 26 vd).”
http://www.study-islam.org/turkce/kuranin-orijinal-kaynaklari/1-giris
Ancak bu açıklamalardan sonra bu bilgilerin kendi kendini yalanladığına, ahlak, İlahi Tabiata bakış ve kronoloji yanlışları ile daha birçok hatalar bulunduğuna, bu durumda Kur’an’ın Hz.Muhammed tarafından (aldığı vahiylere göre) yazıldığından kuşkulanılmamasının imkansız olduğuna işaret edilerek Kur’anın “gerçekliği” sorgulanmaktadır. Bu yaklaşıma istinaden “sureler yazıldıkları tarihe göre düzenlendiğinde ve Hz.Muhammed’in yaşamındaki olaylarla karşılaştırıldığında, bu yazıların Müslümanların dediği gibi “vahiy edilmediği” ama Hz.Muhammed’in yaptığı her bir değişikliği onaylamak için, koşullar gerektirdiğinde zaman zaman yazıldığı” şeklinde bir yorum yapılmakta ve Kur'an’ın "Allah Sözü" olduğu inancının "Sorgulanmasına" yol açıldığı görülmektedir.
Nitekim bu araştırmada Kur'an’ın Peygamber Hz.Muhammed tarafından yazdırılması sırasında önceki toplumlarda ve medeniyetlerde geçen efsanelerden esinlenerek bazı "Hikayelere" yer verdiği, Kur'an Ayetlerinde eski Arap inanışlarının ve adetlerinin, Sabii ve Yahudi inanışlarının ve adetlerinin Hristiyanlığın ve Hristiyan Apokrif kitaplarının, Zerdüşt unsurlarının etkili olduğu ileri sürülmektedir.
Ancak gerçekte Kur'an Ayetleri ile tüm insanlara daha önce göndermiş olduğu ve bir kısmı "Peygamber-Nebi" olan tüm "Uyarıcıları" tarafından iletilen öğüt ve önerileri hatırlatılmakta ve böylece onların "Asıllarının" ve "Gerçek Olanlarının" nasıl oldukları tüm insanlara "Allah Sözü" olarak açıklanmakta ve iletilmektedir.
Yüce Allah, Kur'an ile ilgili olarak şüphe duyan tüm insanlara hitap ederek, "Bu Kitabın" kendi “Katından” her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet (kurtuluş ve huzur) kaynağı ve Müslümanlar (inananlar) için bir müjde olarak Hz.Muhammed’e “ indirdiğini” bildirmektedir.
Üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. (41/5), (36/5)
Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir. (48/6), (27/6)
Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi, seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (50/105), (17/105)
Bu Kitap izzet ve hikmet sahibi Allah katından indirilmiştir. (59/1), (39/1)
Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik, o halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et. (59/2), (39/2)
Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik, artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur; sen onların üzerinde vekil değilsin. (59/41), (39/41)
Bu Kitap mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından indirilmiştir. (60/2), (40/2)
Kitap, azîz ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. (65/2), (45/2)
Bu Kitap aziz ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. (66/2), (46/2)
Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. (70/89), (16/89)
Kur'an'ı sana biz, evet biz indirdik. (98/23), (76/23)
Ayrıca Şeytan’ın insanları “her an” etkileyerek Kur’an’ın “Allah’ın Sözü” olarak Hz.Muhammed’e indirilmesinden “şüphe duymalarına” neden oldukları belirtilmektedir.
O'nu şeytanlar indirmedi. (47/210), (26/210)
Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez. (47/211), (26/211)
Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. (47/212), (26/212)
Bu nedenle, bu tür kuşku hissedildiği zaman yukarıdaki ayetlerin hatırlanmasının gerektiği insanlara bildirilmektedir.
Yüce Allah, Kur'an’ı okuyan ve "gerçekliğinden" kuşku duyan insanlara hitap ederek Kur'an’ın "Kendisi" tarafından Hz.Muhammed'e "İndirilmiş" olduğunu açıklamakta ve bundan kuşku duyan "Bütün İnsanlara" şüphe duymamaları konusunda bir uyarıda ve öneride bulunmaktadır.
En küçük bir "Kuşku" duyulması halinde önceki Kitapları okuyanlara sorulduğunda bu anlatılan olayların onların kitaplarında da yer aldığının görüleceği, Hz.Muhammed'e Rabbinden hak vahiy ve hak peygamberlik geldiğinin kesin bir "Gerçek" olduğu, böylece bu konularda "Şüphecilerden" ve Allah'ın Ayetlerini "Yalanlayanlardan" olunmaması gerektiğinin anlaşılabileceği; aksi halde "Ziyana" uğranılacağı, yani diğer Ayetlerde açıklanan ceza ve azap ile karşılaşılacağı bildirilmektedir.
Ayrıca "Bilinçli" olarak ve kibirlerine yenilerek Allah'ı ve "İlettiklerini" kabul etmeyip inkâr emekte devam edenlerin Ayetlerde açıklanan "Yaptırımlarla" karşılaşmaları "Kesinleşmiş" olacağı, bu duruma düşenlerin bu sabit fikirlerinden vaz geçemeyecekleri ve hayal ettikleri bütün "Mucizeler" gelmiş olsa bile inanmayacakları, ancak azabı gördüklerinde "Gerçek" ile karşılaşacakları bildirilerek insanlara bu ortamdaki yaşantılarını bu öğüt ve öneriler çerçevesinde "Düzene" sokmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Böylece "Bu Kitabın" bütün insanlara "yaratılış" ve "Tek Yaratan" ile ilgili "gerçekleri" ve onları bu "gerçekleri" anlamalarına yöneltecek olan "doğru yolu" gösteren uyarı, öğüt ve önerileri kapsadığı ve kaynağının "Tek Yaratıcı Güç", her şeyin "Yaratıcısı" ve yaratılış ile ötesindeki bütün "Sırları" bilen (Hikmet Sahibi) olarak "Allah" olduğu tüm insanlara kesin ifadelerle bildirilmektedir.
Yüce Allah tüm insanlara her an görüp deneyimledikleri "Tartışmasız Gerçekler" üzerine yemin vererek, diğer bir anlatım ile yaşamlarında görüp deneyimledikleri bu gerçekler nasıl "Tartışmasız" olarak bilinmekte ise, Kur'an'ın da aynı şekilde "Tartışmasız ve Şüphesiz" bir "Elçinin” getirdiği "Söz” olduğuna (Allah’ın Sözü) işaret etmektedir.
Hayır! Akıp giden yıldızlara andolsun, (7/15), (81/15)
Bir kaybolup bir etrafı aydınlatan. (7/16), (81/16)
Kararmaya yüz tuttuğunda geceye andolsun, (7/17), (81/17)
Ağarmaya başladığında sabaha andolsun ki, (7/18), (81/18)
O Kur'an, şüphesiz bir elçinin getirdiği sözdür. (7/19), (81/19)
Değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi katında itibarlı bir elçinin. (7/20), (81/20)
O orada sayılan, güvenilendir. (7/21), (81/21)
Arkadaşınız da mecnun değildir. (7/22), (81/22)
Andolsun ki, onu apaçık ufukta görmüştür. (7/23), (81/23)
O, gaybın bilgilerini esirgemez. (7/24), (81/24)
O llânetlenmiş şeytanın sözü de değildir. (7/25), (81/25)
Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz? (7/26), (81/26)
O, herkes için bir öğüttür. (7/27), (81/27)
Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için. (7/28), (81/28)
Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (7/29), (81/29)
Yüce Yaratan, insanların sahip oldukları ve nesiller boyu elde ettikleri bilgileri biriktirerek geliştirdikleri idrak ve anlama kapasiteleri ile en kesin olarak "Gördükleri, hissettikleri ve algıladıkları somut olaylar ve şeyler" ile anladıklarına işaret ederek, bunlardan tartışmasız nitelikte olanlarından örnekler vermektedir.
Bu Ayetlerde yıldızların evren ortamında "Akıp Gittiklerine” Dünya üzerindeki insanların görebilme sınırları içerisinde onlara bakarken onları "Bir kaybolup bir etrafı aydınlattıklarına”, gecenin "Kararmaya" yüz tutmasındaki ve yine buna karşılık sabah "Ağarmaya" başlamasındaki fiziksel yapılanmalarına insanların dikkatleri çekilmektedir.
Buradaki ifadelerden insanların belirtilen gerçek olayları "Bilimsel" olarak anlayıp idrak ettiklerinde bu gerçekleri nasıl idrak ediyorlar ise Kur'an’da bildirilen gerçekleri de o açıklıkta ve somut bir şekilde anlayacakları ve bir şüphelerinin kalmayacağı belirtilmektedir.
Örneğin günümüzde Ayetlerde belirtilen olaylardan "Yıldızların Akıp Gitmekte" oldukları ve "Bir Kaybolup Bir Göründükleri" konuları bilimsel bir gerçek olarak tanımlanmış bulunmaktadır. Buna karşılık halen henüz uzay ortamındaki "Karanlık" ile ilgili yeterli bilgi birikimi sağlanmamış durumdadır. Evren bünyesini oluşturan “Karanlığın” niteliği yürütülmekte olan bilimsel çalışmalar sonucunda tam olarak anlaşıldığında bu konudaki "Gerçekler" açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Buna göre insanlara gördükleri ve anladıkları gerçekleri nasıl kabul ediyorlar ise, Kur'an'ın da Allah’ın "Elçisi" olan Hz.Muhammed tarafından bütün insanlara bildirilen Allah’ın "Gerçek Sözü" olduğunu da “Akıllarını Kullanarak” yürütecekleri bilimsel çalışmalar sonucunda anlayıp kabul edecekleri açıklanmaktadır.
Ayetlerde “Elçi” olarak değinilen Hz.Muhammed'in bulunduğu toplumda sayılan ve güvenilen bir kişi olduğuna ve akli bir sorununun bulunmadığına işaret edilmekte ve Hz.Muhammed'in “Allah Sözünü” alırken (Vahiy) Allah'ın bu iletişimi sağlayan "Meleğini” apaçık olarak gördüğü belirtilmektedir.
Burada ifade edilen "Görme" anladığımız anlamda fiziksel ve optik olaylar olarak düşünülmeyebilir. Zira görme beyinde oluşan bir olgudur. Örneğin uykuda ve gözler optik olaylara kapalı durumda iken beyin görme olayını gerçekleştirebilmektedir. Bu nedenle, Hz.Muhammed'in vahiy alması sırasında beyin faaliyeti olarak görme ve getirilen "Allah Sözünü” algılama işlemleri gerçekleşmiş olabilir. Bu konuda kesin bilgilere insanların bilgi birikimlerinin bugüne göre çok fazla kapasitelere ulaştığı zamanlarda ulaşılabilecektir.
Allah dini hükümlere, peygamberler tarihine, kavimler tarihine, dünya ve ahirete dair insanlarca bilinmeyenlere (Gayb) ait bilgilerin Ayetler ile Hz.Muhammed'e "vahiy ettiğini" ve onun bu bilgilerin tüm insanlara iletilmesinde hiçbir bilgiyi esirgemediğini açıklamaktadır. Böylece Kur'an’da belirtilen konuların anlaşılmasını sağlamak ve bu konularda gelecekte insanlar tarafından yapılacak araştırmalara da yol göstermek üzere, bu bilgilerin insanlara verildiği hatırlatılmaktadır.
Yapılan bunca açıklamadan sonra Hz.Muhammed'in getirdiği bu "Sözlerin” Allah Sözü olan "Kur'an" olduğu, Kur'an’ın “gerçek” olduğu, Hz.Muhammed'in bir mecnun olmadığı ve bu sözlerin Şeytanın sözü olmadığı tekrar hatırlatılarak bunca "Akıl" sahibi olan "İnsanların” hal böyle iken "Nereye Gittikleri" konusunda düşünmeleri gerektiği belirtilmektedir. Zira Kur'an, Gerçek Allah Sözü olarak geldikten sonra, bu ortamda yaşayacak olan son insana kadar geçmiş ve gelecek "Tüm İnsanlar" yani "Herkes" için "Allah’ın Öğüdüdür”. Fakat bu “Öğüt” ancak onu anlamak isteyenler ve "Doğru Yola" gitmek isteyenler için bir öğüttür ve bu isteği taşımayanlar için bir mana ifade etmeyecektir. Bu nedenle öncelikle bu isteği taşıyanlar ve hissedenler bu "Öğütten” yararlanabilmek ve onları anlayabilmek için Allah'a dua etmeli ve Allah'tan kendilerinden razı olmasını (rızasını) dilemesini talep etmelidirler. Zira "Alemlerin Rabbi Olan Allah" dilemedikçe insanlar dileyemezler.
Yüce Allah Kur’an’ı kendisi ve çevresi ile ilgili düşüncelere dalmış olduğu bir gece Hz.Muhammed’e indirdiğini, tüm insanların “Yaratılış” ve “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah ile ilgili “gerçekler” hakkında bilgilendirilmesine yol açacak olan bu durumun gerçekleştiği gecenin çok “özel ve kutsal” olduğunu açıklamakta ve bu geceyi “Kadir Gecesi” olarak tanımlamaktadır.
Biz onu Kur'an'ı Kadir gecesinde indirdik. (25/1), (97/1)
Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? (25/2), (97/2)
Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. (25/3), (97/3)
O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh her iş için iner dururlar. (25/4), (97/4)
O gece, esenlik doludur, ta fecrin doğuşuna kadar. (25/5), (97/5)
Ayetlerde Hz.Muhammed’in “değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi olan Allah katında itibarlı bir elçi” olarak tanımlanan Cebrail’i derin düşünce halinde iken “kalben” apaçık ufukta “gördüğü” belirtilmektedir. Buna göre Allah Kur'an’ı "Kadir Gecesinde" vahiy yoluyla Hz.Muhammed'e indirdiğini tüm insanlara iletmektedir.
Kur'an’ın "İndirilmesi" ile ilgili Ayetlerden, Kur'an’ın tümünün bir defada Allah'ın "İradesi" ile "Allah'ın Ruhu" olarak da değinilen "Cebrail" isimli özel bir “Melek” tarafından Hz.Muhammed'in hafızasına kaydedildiğini (indirildiğini) anlamak mümkündür. Zira Ayette meleklerin ve “Ruhun” o gecede Allah’ın (Rablerinin) izniyle Hz.Muhammed'in hafızasına kaydettikleri belirtilmektedir.
Bu durumda "Kadir Gecesi", Kur'an’ın tümünün bir defada Hz.Muhammed'in belleğine kaydedildiği süreç, bu ortama ait zaman cinsinden bir gecelik bir süre olarak açıklanmaktadır.
Yüce Allah diğer bazı Ayetlerinde Kur'an’ı "Mübarek" bir gecede "İndirdiğini" özel olarak bildirmektedir. Buna göre burada belirtilen "Mübarek" gece, önceki Ayetlerde değinilen "Kadir Gecesi" olmaktadır.
Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. (64/2), (44/2)
Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır. (64/3), (44/3)
Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. (64/4), (44/4)
Çünkü biz, Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. (64/5), (44/5)
O işitendir, bilendir. (64/6), (44/6)
Bu Ayetlerdeki ifadeler de Kur'an’ın tamamının "Kadir Gecesinde" yani "Bir Gecede "Hz.Muhammed'e bildirildiğini (İndirildiğini) düşündürmektedir.
Öte yandan Ayetlerin Kur’an’ın Hz.Muhammed'e 40 yaşından itibaren 23 yıl süren Peygamberliği sürecinde bölümler halinde (Peyderpey) "vahiy edildiği" açıklanmaktadır.
Yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. (45/4), (20/4)
Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ayırdık ve onu peyderpey indirdik. (50/106), (17/106)
Buna göre Kur'an’ın tümü Hz.Muhammed'in hafızasında kayıtlı iken, Cebrail tarafından Yüce Yaratan'ın "İradesine" bağlı olarak her ayetin Allah'ın uygun gördüğü zamanlarda ve meydana gelen olaylarla da bağlantılı olarak bölümler halinde (peyderpey) ve "Okuyormuş Gibi" ona hatırlatıldığı (vahiy Edildiği), böylece Ayetlerin insanlara iletildiği ve Hz.Muhammed'in böylece bu Ayetleri bir daha unutmadığı anlaşılmaktadır. Taşıdığı bu nitelik nedeniyle bu gecenin özel durumu, tüm insanlara "Bin Aydan Daha Hayırlı" olarak tanımlanmaktadır.
Ancak, bazı tefsirlerde yorumlandığı gibi Ayetlerde geçen "Kadir Gecesinde" ve "Mübarek Bir gecede" ifadelerinin, "Vahyin" alındığı her "Anın" bir "Kadir Gecesi" ve "Mübarek Bir Gece" olduğuna işaret ettiği, bu nedenle söz konusu "Bir Gece" ile Hz.Muhammed'e ilk Vahyin (İlk beş Ayetin) geldiği gecenin ve diğer Ayetlerin "Peyderpey" vahiy edildiği 23 yıl süren bir sürecin kast edildiği de düşünülebilir. Böyle bir yorumun aynı zamanda Kur'an’ın okunarak ve anlamaya çalışılarak yaşanan her günün bir "Kadir Gecesi" gibi olacağı şeklindeki bir yaklaşımla uyum içinde olacağı düşünülebilir. Buna göre her günün bir "Kadir Gecesi" olduğu anlamdaki bir yaklaşımın tüm insanları Kur'an’ı inceleyip akıllarını kullanarak anlamaya çalıştıkları her anın onları “Allah'ın Yolunu” bulmalarına yönelteceği söylenebilir.
Bu konuda Elmalılı tefsirinde, diğer bazı tefsircilerin ve hadisçilerin (Hz.Muhammed döneminde yaşamamakla birlikte o dönemde yaşayanların Peygamber ile ilgili olarak gördüklerine ve duyduklarına göre anlattıklarını derleyip yazanlar) görüşlerine de yer verilerek, Ayetlerin (Kur'an’ın) önce "Levh-i Mahfuzdan" bir defada ve "Kadir Gecesinde" Dünya ortamı üzerine (Semaya) toptan indirildiği, sonra da çeşitli olaylara ve durumlara bağlı olarak, "Peyderpey "Hz.Muhammed'e "Vahiy" edildiği varsayılmaktadır.
http://www.kuranikerim.com/telmalili/duhan.htm
Muhammed Esed tefsirinde de benzer yorum yapılmaktadır.
"O ilâhî kitabın tamamı, Cibril-i Emîn vasıtasiyle levh-i mahfuzdan dünyanın üstündeki semâya Kadir gecesinde indirilmiş, sonra yirmi üç sene içinde âyetleri, sûreleri hikmetin gereğine göre zaman zaman yine Cibril-i Emîn vasıtasiyle Son Peygamber’e indirilmiştir." şeklinde yorum yapılmaktadır.”
https://www.tahavi.com/duhan-suresi/
Bu ve benzer yorumlarda, "Bütün Yaratılışlar" ile ilgili Allah'ın "İradesini" ifade eden ve aslının Levh-i Mahfuz'da olduğu açıklanan Kur'an Ayetlerinin tamamının, Allah'ın İradesini "Yürütmek" üzere "Yaratıp" görevlendirdiği bir "Unsur" olan (Melek) ve Allah'ın "Ruhu" olarak da tanımlanan Cebrail'e, Kadir Gecesi olarak tanımlanan "Mübarek" bir zaman diliminde bütün olarak "İndirildiği" ve Cebrail tarafından "Saklanan" Ayetlerin, insanların "Anlayabileceği" şekil ve kapsamda ve kendisinden sonra Kıyamete kadar yaşayacak olan "Tüm İnsanlara" iletilmek üzere, Hz.Muhammed'in hafızasına kaydedildiği ve 23 yıl süren Peygamberliği döneminde duruma ve zamana göre bölümler halinde "Cebrail" tarafından hatırlatıldığı (Vahiy Edildiği) ileri sürülmektedir.
Nitekim bu konudaki Ayetlerde Vahyin "Ruh" olarak tanımlanan Cebrail tarafından Hz.Muhammed'e "Doğrudan" yapıldığı anlamına gelen ifadeler yer almaktadır. Ruh kelimesiyle ilâhî vahyi peygamberlere ulaştırmakla görevlendirilen Cebrail’in ifade edildiği Ayetlerde açıkça ifade edilmektedir.
Muhakkak ki o Kur'an âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (47/192), (26/192)
Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye indirmiştir. (47/193), (26/193)
Senin kalbine indirmiştir. (47/195), (26/195)
O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. (47/196), (26/196)
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. (87/197), (2/197)
Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)
Bu nedenle, bütün insanlar için "Kurtuluş Rehberi", müminler için de "müjdeleyici" olan Kur'an’ın, daha önce gönderilen kitapları "Doğrulayıcı" olarak Allah'ın "iradesini" yürütmekle görevlendirdiği "Cebrail" tarafından Hz.Muhammed'in kalbine (Hafızasına) "indirildiği", Cebrail'e inanmayıp ona "düşman" olanlara kesin bir "gerçek" olarak yeniden bildirilmektedir. Ayrıca Yüce Allah, Hz.Muhammed'e bazılarının isimlerini açıkladığı önceki Peygamberlere "Vahiy" edip onlara "Kitap" verdiğini, ona da Kur'an Ayetlerini "vahiy ettiğini" ve Kur'an Ayetlerinde yer alan "gerçeklerin" aslında daha öncekilerin kitaplarında da var olduğunu bildirmektedir.
Nitekim, Allah, kendisine inanan ve ibadet edenleri, "İslam" veya "Müslüman" olarak tanımlamaktadır. Buna göre, Özellikle İbrahim ve ondan sonra gelen peygamberlerin tamamı bu tanıma girmektedir.
Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. (49/52), (28/52)
Onlara okunduğu zaman: “Ona iman ettik, çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir, esasen biz daha önce de müslüman idik” derler. (49/53), (28/53)
Buna göre tüm bu peygamberlerin vahiy ile aldıkları kitaplar ve öğretileri de "İslam" ve "Müslüman" niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır
Yüce Allah böylece Ayetlerini (Kendisi ve Yaratıcılığı ile ilgili gerçekleri), bütün insanları "Uyarmak" üzere görevlendirdiği peygamberlerine "Cebrail" olarak isimlendirdiği "melek" ile "Ulaştırdığını" bildirmektedir. Buna göre Kur'an'ı Hz.Muhammed'in kalbine Cebrail'in "indirdiğini hatırlatmakta ve Cebrail'i inkar edenlerin (düşman olanların) böylece Kur'an'ı da inkar ettiğini hatırlatmaktadır.
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. (87/97), (2/97)
Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kafirlerin düşmanıdır. (87/98), (2/98)
Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları ancak fâsıklar inkâr eder. (87/99), (2/99)
Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez. (87/100), (2/100)
Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terk ettiler. (87/101), (2/101)
Doğrusu biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin. (87/119), (2/119)
Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. (87/272), (2/272)
Böylece Kur'an’ın bir kurtuluş rehberi ve önceden peygamberlere indirilmiş olan "Allah Sözü Kitapları" doğrulayıcı ve inananlar (müminler) için bir müjdeci olarak Allah'ın izni ile Hz.Muhammed'in kalbine "Cebrail" tarafından indirildiği ve Allah'a, Kur'an Ayetlerine, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e "düşman" olanların Allah'ın "Düşmanı” olacağını "İyi bilmeleri" gerektiği inanmayanlara çok kesin olarak ihtar edilmektedir. Cebrail konusunda “Melekler, Cinler ve Şeytanlar” bölümde daha ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır.
Allah, bu ortamdaki ilk "Akıllı" insandan başlayarak bugüne kadar gelen bütün insanları görevlendirdiği "Peygamberler" ile "Uyardığını" hatırlatmaktadır. Buna göre Kur'an, bütün "İlahî Vahiylerin" devamı ve sonuncusu olarak, "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili "Gerçekleri bildirmekte ve Ruhlarına yerleştirdiği bu "soyut Değerleri" kaybetmemesi ve bunlara karşı "Şeytanın Dürtülerine" karşı koyması için Bütün İnsanları "Uyarmaktadır". Bu "Uyarılara" göre Kur'an, "Cebrail’e" indirildiği Mübarek Gecenin (Kadir Gecesi) bir "Kutsallığı" olarak, insana iyi ile kötü arasında yahut Allah'ın “kavranmasında” manevî gelişmeye yol açan şeyler ile manevî körleşme ve kendi kendini tahriple sonuçlanan şeyler (İnkâr) arasında ayrım yapmayı sağlamak üzere, "Yol Gösterici" olmaktadır.
Allah, Evren ortamındaki "Zamanın" ve her şeye ait en küçük Atom Altı Parçacıkların "Yaratıcısı", onların "Hâkimi ve Yürütücüsü" olarak, insanlar arasındaki işleri ve her insanın kendi kendine düşündüklerini "İşiten" ve "Bilen" olduğunu bir defa daha hatırlatmakta ve bütün insanları, "Doğru Yolu" bulabilmeleri için, bu konulardaki Ayetler üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
Ayette bildirilen "Bin Ay" bu ortamın zaman cinsi ile yaklaşık olarak 83 yılı, bir başka deyişle oldukça uzun bir insan ömrünü ifade etmektedir. Bu durumda Kadir gecesindeki "Sırlar" ve "Hayırlar" insanın tüm ömrünü kapsayacak niteliktedir. Allah'ın son uyarıcı olarak görevlendirdiği ve çok üstün vasıflarla donattığı Hz.Muhammed ile "Tüm İnsanlara" bir ömür boyu hayır getirecek olan Kur'an’ı (Gerçekleri) iletilmesinin ne kadar "Özel" bir olay olduğu bu şekilde özetlenmektedir. Buna göre Evren'i oluşturan her türlü canlı ve cansız "Yaratılmışlar" ile ilgili "Bilgi" ve "Gerçekleri" bütün "Akıllı İnsanlara" açıklayan Kur'an'ın, "İlahi İrade" ile Cebrail üzerinden Hz.Muhammed'e "İndirilmesinin" gerçekleştiği "Kadir Gecesinin" önemine işaret edilmektedir.
Yüce Allah'ın bu "Gerçekleri" görevlendirdiği "Cebrail" aracılığı ile Hz.Muhammed'in hafızasına "İndirdiği" böylece bundan sonraki dönemlerde insanlara "Allah’ı" anlama yolunu gösterdiği anlaşılmaktadır. Zira insanların o dönemden itibaren artık "Akıl" ve "Bilgi Birikimleri" ile Hz.Muhammed tarafından kendilerine iletilmiş olan vahiyleri okuyup üzerlerinde düşünebilecekleri, böylece "Yaratılış" ve "Yaratıcı" ile ilgili olarak "Gerçekleri" araştırmaya ve "Anlamaya" başlayabilecekleri düzeye ulaştıkları söylenebilir.
Yüce Allah ayrıca, Kur'an’ın Hz.Muhammed'e bildirildiği (İndirildiği) Kadir Gecesinde olduğu gibi, "İradesini" yürütmek üzere "İzniyle" meleklerin ve “Ruhun” her iş için "Her An" görevlerini yapmakta (İnmekte) olduklarını, böylece yaratmış olduğu Evren ortamı ve bu ortamın bünyesindeki "Her Şey" ile, özellikle de "İnsanlar" ile "Her An" ilişkide ve "İç içe" olduğunu da açıklamaktadır. Böylece “Kadir Gecesinde” meleklerin ve “Ruhun” insanlara da “her işleri için” yol göstermek üzere Kur’an “gerçeklerini” devamlı olarak hatırlattıklarına (indiklerine) işaret etmektedir. Buna göre "İlahi İradenin" bu Dünya ortamında bir "Gece" olarak algıladığımız bir zaman sürecinde Hz.Muhammed'in hafızasına kaydedildiği, ancak "İlahi İradenin" esasen "Her An" gerçekleşmekte olduğu da hatırlatılmaktadır. Bu durumda bu ortamda her gece aynı zamanda “Kadir Gecesi” olarak düşünülmelidir.
Bu nedenle sadece bir gecenin "Kutsallaştırılması" ve o gecede daha çok ibadet yapılarak af dilenmesinin diğer zamanlarda yapılan ibadetler ve af dilenmesinden farklı (Daha kabul edilebilir) olacağının düşünülmesi ve Kur’an’da yılın hangi günü olduğu açıkça belirtilmeyen "Kadir Gecesinin" ne zaman olduğunun çeşitli yorumlar yapılarak "Bulunmaya Çalışılması" doğru olmayacaktır. Zira Ayetteki ifadelerden aynı zamanda tüm insanlara Kur'an'ın okunarak gösterdiği "Gerçeklerin" anlaşılması ile yaşanan her günün Kur'an’ın insanlara gönderildiği ilk o "Özel" gecede olduğu gibi "Esenlik" dolu olduğu ve tüm ömürleri boyunca da hayır ve esenlikler getireceği anlaşılmaktadır.
Burada bir takım "özel" uygulamalara işaret edilmesi gerekmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi Kur'an’ın tamamının bir defada Hz.Muhammed’e “indirilmiş” olması nedeniyle sadece "Kadir Gecesi" olarak tanımlanan bir zaman biriminin, “bin aydan daha hayırlı” ve "mübarek" bir gece olarak tanımlandığı Ayette bildirilmiş ve başka hiçbir gün veya gece için bu gibi bir "kutsallaştırılma" yapılmamıştır.
Bunun dışında sadece Cuma günü için "topluca" dua edilmesine dair (Namaz) hükümler bulunmaktadır. Orada da duadan sonra herkesin işinin başına gitmesi ve kurtuluşa erebilmelerini "umabilmeleri" için Allah'ı çok zikrederek Allah'ın lütfettiklerinden istemeleri önerilerek, bu "özel" günün "abartılı" olarak "kutsal" hale getirilmemesi için insanların "uyarıldıkları" anlaşılmaktadır.
Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın, eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. (110/9), (62/9)
Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (110/10), (62/10)
Ayetlerde “bin aydan daha hayırlı” ve "mübarek" olduğu belirtilerek çok önemli ve "kutsal" olarak nitelendirilen Kadir gecesinin hangi zamanda gerçekleştiğinin, insanlardan beklenenin "belli" zamanları "kutsal" sayarak özellikle o zamanlarda daha yoğun olarak dua etmelerinin gerekmediğini, asıl olanın samimiyetle Allah'a inanarak "her an" O'nu "yücelterek anmaları" olduğunu hatırlatmak üzere, açıklanmadığı anlaşılmaktadır.
Buna rağmen bazı "Müslüman" toplumlarda ve Ülkemizde Ayetlere, hadislere ve rivayetlere dayanarak bazı olayların yaşandığı veya gerçekleştiği ileri sürülen bazı "günlere" özel anlamlar verildiği, bu nedenle o günlere ait gecelerin "kutsal" sayılarak o gecelerde bir çeşit "ibadete" dönüştürülen "özel anmalar" düzenlenmesinin "gelenek" haline getirildiği görülmektedir. Örneğin, sevgili Peygamberimizin doğumu (Mevlid), Receb ayınına ayrı bir önem verdiğinin anlatılması (Regaip), Ayetlerde yer alan Mescid-i Aksa'ya "götürülmesi" olayı (Miraç) ve belli bir gecede ibadetle meşgul olduğunun ve gündüzünde oruç tutmayı teşvik ettiğinin rivayet edilmesi (Berat) ile ilgilendirilerek bu zaman dilimlerinde "ibadet" haline getirilen özel anmalar ve Peygamberimizi "yücelten" kutlamalar yapılmaktadır. Ancak bu anma ve kutlamalarda Ayetlerde açıkça belirtilen ve "Yüceltmenin" sadece Allah'a ait olduğunun hatırda tutularak "aşırı" şekillerde yapılmaması gerektiğine dikkat edilmesi gerekmektedir.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (5/2), (1/2)
Bu bilgiler üzerinde düşünüldüğünde Müslümanların bazı gün ve gecelerde dini veya tarihi olayları hatırlayarak bazı etkinliklerde bulunmaları normal bir durum olmakla birlikte doğruluğu sabit olmayan veya uydurulan "hadislere" veya "rivayetlere" dayandırılarak ve bazı zamanları "Kutsal" sayarak insanların o zamanlarda özel ibadet şekillerinin yapmaya zorlanmaları doğru olmamaktadır. Zira yılın birkaç gün veya gecesinde bir kesinliği olmayan davranışları "dinin bir gereği" olarak tekrarlamak insanların "dindar" olmalarını sağlamayacaktır. Bu nedenle "kandillerde" yapılan "kutlama faaliyetlerin" İslam'ın inancının bir emri olmadığının ancak Müslümanların “birlikte” olarak inançlarının “pekiştirilmesi” açısından faydalı olacağının dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim söz konusu uygulamalar farklı şekillerde olsalar bile çeşitli Müslüman toplumların gelenekleri halinde bulunmaktadır.
Ülkemizde de bir "gelenek" olarak kutlanmakta olan bu "kandiller" Osmanlı Padişahı II.Selim döneminden itibaren camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere "kandil geceleri" denilmektedir. Ancak Kur'an’da yer almayan bu kutlamaların "hurafe" niteliğinde (Bi'dat) olduğu unutulmamalıdır.
KANDİL - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Bu konuda bazı "ilahiyatçı" düşünürlerin görüşleri aşağıda özet olarak yer almaktadır.
“Kandil geceleri: Mevlit, regaip, miraç, berat kandil geceleri Kur’an’da ve sünnette yer almaz. Bu geceler Peygamberimiz zamanında ve dört halife döneminde kutlanmamıştır. Kur’an’da ve sünnette yer almayan uygulamalar din dışıdır. Kandil geceleri Emevi döneminde kutlanmaya başlanmıştır, Emevi-Arap adetidir. Arabın adetini kutsamak, kutlamak Müslümanların işi, görevi değildir. Kandil geceleri adı altında bazı geceleri kutsal ilan etmek, o gecelerde edilen tüm duaların veya tövbelerin mutlak kabul göreceği, işlenen tüm günahların af olacağını söylemek, Kur’an dışı, din dışı inanıştır. Bu gecelerin kutlanması açık bir bid’adtır. Bid’adlar dinde yozlaşmaya yol açar ve günahtır. Kandil geceleri denen Emevi adetini dinimize ilave etmeye çalışarak kutlayanlar, sevap kazanmak veya günahlarından arınmak bir yana günah işlemektedirler. Vilâdet (Peygamberimizin doğumu: 12 Rebiûlevvel), Berat (günahlardan emin olma belgesinin verildiğine inanılan gece), Regaip (pek çok nimet ve bereketin verildiğine ve Peygamberimizin ana rahmine düştüğüne inanılan gece), Miraç (Peygamberimizin göklere yükselip Allah ile konuştuğuna inanılan gece) adıyla bazı geceleri kutsamak ve kutlamak vahyin hiçbir beyanı içinde yoktur. Peygamberimiz ve ashabının hayatında da böyle uygulamalar bulunmamaktadır. Daha açıkçası, İslam'ın "gece kutlamak" diye bir kabulü yoktur. Hele hele özel gecelerin özel ibadetleri gibi bir kabul tamamen uydurmadır.” (Yaşar Nuri Öztürk-İslam Nasıl Yozlaştıırıldı)
“Ne Peygamber’in kendisi ne de sahâbîleri, “Miraç Gecesi” diye bir gece kutlamışlar ve o geceye özgü ibadetler yapmışlardır.” (Süleyman Ateş)
“Kuran’da “kutsal kandil geceleri” diye bir kavram geçmez. Kuran’da sadece Kadir gecesinin faziletine dikkat çekilir. Bunun dışında Kuran’da ne özel bir geceden bahsedilir ne de bu özel gecelere has özel ibadetlerden. İsteyen Peygamberimizin doğum günü diye veya herhangi bir zafer günü diye bir günü elbette ki kutlayabilir. Bu kutlamalarda namaz kılınması, Kuran okunması da çok güzeldir. Fakat bu gecelerde “falanca ibadeti yapanın tüm günahlarının af olacağı” gibi uydurmalar tehlikelidir.” (Kur'andaki Din Uydurulan Din)
Benzer şekilde vefat edenler için ölümden sonraki belli günlerde özel duaların yapılması, mezarlara ip bağlanması, Kur'an’da önerilen "dualar" yerine bazı Kur'an Ayetlerinin ve surelerinin veya hazırladıkları dua metinlerinin bir beklentinin gerçekleşmesi için belli sayılarda okunması gibi sonradan adet haline getirilen ve “rivayetlere” dayandırılan bu uygulamaların da, Kur'an da yer almadığının ve bunların Hz.Muhammed'in “teyit edilmiş” önerisi olmadığının dikkate alınarak İslam’ın bir emri niteliğinde bulunmadıklarının unutulmaması gerekmektedir. Bu arada Hz.Muhammed döneminden sonra meydana gelen olaylar ile ilgili olarak Kerbela'da şehit edilen Hz.Muhammed’in torunu olan Hüseyin ve 71 taraftarı için aşure günü “erbain” gibi günlerde yapılması adet haline getirilen özel etkinliklerin de "İslam’ın" bir gereği veya uygulaması olarak değil fakat o şehitlerin anısını canlı tutmak olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Görüldüğü gibi, hadisler ve rivayetlerle bazı olayların yaşandığı veya gerçekleştiği ileri sürülen zaman dilimlerine özel bir "kutsallık" verildiği ve bu zaman dilimlerinin toplum bazında artık geri dönülemeyecek bir "İslami Uygulama" olarak gelenek haline getirildiği anlaşılmaktadır. İnsanların "asıl" uymaları gerekenler Kur'an Ayetleri ile açıkça belirtilmemesine rağmen "Kandil" gibi tanımlanan zaman dilimlerinde bazı "özel" uygulamalara yönlendirilmelerinin, zamanla onların imanlarında "daha ileri" bir düzeye ulaşacaklarına inanmalarına yol açtığı görülmektedir. Bu durum bazı insanların ve yönetimlerin mezhep, tarikat, cemaat gibi bazı güç odakları oluşturarak bu tür "uygulamaları" kullanmak suretiyle insanların bu samimi inançlarından yararlanmalarına ve bu inançlarını "sömürerek" kendi "etki" alanına almak üzere onları "yönlendirmelerine" imkân sağlamaktadır. Böylece samimiyetle iman eden fakat kendilerine iletilen ve asıl uyulması gereken Ayetleri, bilgi yetersizliği veya "Akıl" kullanarak anlamlarını öğrenmeye çalışmamaları nedeniyle, gerektiği kadar anlayamayan insanların, bu "geleneklere" çok daha fazla önem vererek ve "Ayetler" ile aynı düzeye çıkararak onları "kutsallaştırdıkları" bu nedenle de bir şekilde yanlış yöne saptıkları söylenebilir.
Bunların dışında Kur'an Ayetlerinde "oruç" ibadetinin "Ramazan" ayında ve "hac" ibadetinin de "bilinen aylarda" yapılacağına dair hükümler bulunmaktadır. Bu "zamanlarda" nelerin yapılacağı ve nasıl yapılacakları ayrıca bildirilmektedir. Bu nedenle "bildirilenler" dışında Allah'a daha "yakın" olmayı düşünerek daha fazla gayret gösterilerek (Sevap Kazanmak) ibadetlerinde "aşırıya" gidilmesi ve insanları bu şekilde yapmalarının gerektiğine inandırarak "zorlanmalarının" doğru olmadığına Sevgili Peygamberimize iletilen öğütlerle ilgili çok sayıdaki Ayetlerde ve doğrudan bildirilen Ayetlerde işaret edilmektedir.
Buna göre inananlardan Akıllarını kullanarak kendilerine iletilen uyarı, öğüt ve önerileri dikkatle okuyup anlamaları ve bunları "kullanarak" insanlar üzerinde etkili olmaya ve onlardan kendi çıkarları için yararlanmaya çalışanlara teslim olmamaları beklenmektedir. Bu konuda "İnanç ve İbadet" bölümünde daha fazla bilgi bulunmaktadır.
Yüce Allah bir diğer olağanüstü nitelik olarak Kur’an’ın “gerçekleri” bildirdiğini ve böylece Allah’ın Yolu olan “doğru yola” erişmelerinde İnsanlara rehberlik ettiğini bildirmektedir.
Dönüş sahibi olan göğe yemin ederim ki (36/11), (86/11)
Yarılan yere. (36/12), (86/12)
Kur'an, ayıran bir sözdür. (36/13), (86/13)
O, asla bir şaka değildir. (36/14), (86/14)
Ayetlerde İnsanların bu ortamda her an gördükleri ve yaşamlarında “olağan” bir yer tutan olguları delil gösterilip bu gerçekler üzerine yemin verilerek Kur’an’ın aslını oluşturan “Allah” ve “Yaratıcılığı” konularının da aynı şekilde “gerçek” olduğunu, insanlardan aklını en az kullananların dahi anlayabileceği şekilde açıklamaktadır. Örnek olarak yağmur, kar gibi hava tabakası ile ilgili olayların gerçekleştiği gökyüzünün ve susuzluk, deprem gibi nedenlerle oluşan yer hareketlerinin ve şekillerinde meydana gelen değişimlerinin “gerçekliklerine” işaret edilerek, tabii olarak görülen bu olaylar nasıl gerçek ise Kur'an’ın da gerçekler ile geçerli ve gerçek olmayanlardan (Batıl) ayıran "Allah’ın öğüt ve önerileri” olduğunu açıkça belirtmekte ve onun asla hafife alınacak bir şey (bir şaka) olmadığını tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Bütün İnsanların Kur'an ile ilgili olarak değerlendirmeler ve çalışmalar yaparken bu hususu asla gözden uzak tutmamaları gereklidir. Nitekim Kur’an Ayetlerinin asıl amacının bu yönde olduğu belirtilerek Kur’an’ın akıllarını kullanıp üzerinde düşünmeleri ve “öğüt almaları” için insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e vahiy edilmek suretiyle "İndirildiği" açıkça bildirilmektedir.
Sana bu mübarek Kitab'ı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. (38/29), (38/29)
Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür. (38/87), (38/87)
Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi öğreneceksiniz. (38/88), (38/88)
Buna göre insanların Akıllarını kullanarak Kur'an’ın, "Ayetlerini" düşünmeleri ve Aklı olanların (Akıllarını kullananların) onlardan "Öğüt" almaları ve verilen öğütlere göre kendi yaşamlarını düzenlemeleri ve düzeltmeleri gerektiğine işaret edilmektedir.
Bunun için Kur'an’ın "Genel" olarak taşıdığı "Ana Fikri" çerçevesinde ve ön yargılardan arındırılarak okunması halinde Ayetlerin anlamlarının anlaşılabileceği dikkate alınmalıdır. Bir Ayetin içeriğinde yer alan bazı "Hükümlerin", aynı konudaki diğer Ayetlerle birlikte düşünülmeden, doğrudan kelimelerine göre değerlendirilmesi halinde, asıl anlamları ile ilgili olarak yanılgıya düşülmesi mümkün bulunmaktadır. Bu nedenle Yüce Allah Ayetlerin bütün insanlara "Öğüt" olarak "Yol Gösterici" bir nitelik taşıdığını dikkate almalarını önermekte ve bazılarında yer alan bilgilerin ancak bir zaman sonra "Doğruluğunun" anlaşılabileceğine işaret ederek, bilgi birikiminin Ayetlerin anlaşılması için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmektedir.
Ayrıca Ayetlerin bütün "Alemler" için bir öğüt olduğu belirtilmektedir. Alemler ifadesi Yüce Allah'ın "Yaratmış" olduğu her türlü "Varlıkların" oluşturduğu "Toplulukları" tanımlamaktadır. Buna göre Kur'an, Meleklerin (Şeytanlar ve Cinler) ve diğer "soyut" varlıkların ondan "Bilgi" edinerek "Öğüt" aldıklarını ve bütün madde yapıların, bitkilerin, hayvanların ve "Bilinmeyen" diğer varlıkların da "Genlerine" yerleştirilmiş olan "Bilgilere" göre davrandıklarını açıklamaktadır.
Çok sayıdaki Ayetlerde Kur'an'ın önceki nesilleri uyarılmamış ve bu yüzden "Bilgisiz" ve "Umursamaz" kalmış olan toplumları "Uyarması" için Hz.Muhammed'e üstün ve çok merhametli Yüce Allah tarafından "Vahiy" edilerek "İndirildiği" bildirilmektedir.
Üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. (41/5), (36/5)
Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. (41/6), (36/6)
Bu "Uyarının" sadece Hz.Muhammed'in toplumu ile sınırlı olmadığı ve Ayetlerde ayrıca açıkladığı gibi, bütün "Akıllı İnsanlara" hitap ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Allah'ın insanlara olan bu "Son" uyarısının, Hz.Muhammed'den sonra yaşayacak olan "Her İnsana" yapılan uyarı, öğüt ve önerilerin yer aldığı ve Yüce Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" hakkındaki "Gerçeklere" ulaşılmalarında çok değerli bir "Kılavuz" olduğu bildirilmektedir.
Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır, işte büyük fazilet budur. (43/32), (35/32)
Hikmet sahibi “Tek Yaratıcı Güç” olan Yüce Allah, Kur’an’ı (Kitabı) insanların (kullarının) arasından seçtiklerine verdiğini bildirmektedir. Bu ifadesinden, gerçekleri apaçık bildirmek üzere son Peygamber olarak Hz.Muhammed’i ”seçtiği” ve ona indirilen bu Kitaptan bütün insanların "Yararlanmalarını" takdir ettiği anlaşılmaktadır.
Buna göre Hz.Muhammed'e iletmiş olduğu Kur'an’a insanlardan kimilerinin yapılan bu uyarıları okuyup anlamalarına rağmen dikkate almamaları ve yaşamlarında göz ardı etmeleri sonucunda kendilerine "Zulmedecekleri", kimilerinin bunları dikkate almakla birlikte yapılan uyarılara uyup uymamak konusunda kararsız oldukları ve kimilerinin de bu uyarılar çerçevesinde faaliyette bulunarak iyi işlerde birbirleri ile yarıştıkları ve bu durumun “inanan” insanların diğerlerinden üstün olmasını sağlayan bir nitelik olduğu belirtilmektedir.
Öte yandan hikmet sahibi “Tek Yaratıcı Güç” olan Yüce Allah’ın aynı zamanda insanlar arasında Kur’an’da bildirdiği uyarıları okuyup anlayan ve bu uyarılar çerçevesinde faaliyette bulunarak iyi işlerde birbirleri ile yarışanların, Hz.Muhammed’den sonra “Kitabın verildiği” seçilmiş insanlar (kullarımız arasından seçtiklerimiz) olduklarına işaret edildiği söylenebilir. Bu durumda Allah’a ve Kur’an ile tüm insanlara bildirdiği gerçeklere inanarak “iman” eden ve iyi işler yapanların bu nitelikleri ile, Kur’an hükümlerinin bireysel olarak her insana hitap ettiğini anlamalarında ve böylece Allah’ın Yolunu (doğru yolu) bulmalarında tüm insanlara Kıyamet zamanına kadar önderlik edecekleri belirtilmektedir.
Buna göre Hz.Muhammed'den sonra yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanların, hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, sahip oldukları iletişim olanakları ile Kur'an Ayetlerini inceleyebilecekleri somut bir “gerçek” olduğu dikkate alındığında, yaşayan bütün insanlar bu Ayetleri incelediklerinde Kur'an’ın tek tek "Kendilerine" hitap ettiğini görebilecekler ve kendi bilgi birikimleri düzeyinde onlara gösterilen "Gerçekleri" anlayabileceklerdir. Bu “olağanüstü” niteliğin Kur'an’ın en önemli "Mucizesi" olduğu söylenebilir.
Tâ. Hâ. (45/1), (20/1)
Biz, Kur'an'ı sana indirdik. (45/2), (20/2)
Güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye (45/3), (20/3)
Yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. (45/4), (20/4)
Tâ. Hâ. Bunlar bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarnı, Kur'an’ın Allah "katından" ve Allah tarafından Hz.Muhammed'e “Mübarek” bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğini”, Kur'an’ın "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Ancak bu sure ile ilgili olarak Allah'ın, "Tâ Hâ" ifadesinin eski Arapça bir ifade olarak (Ey İnsan) anlamında olduğu da tefsirlerde belirtilmektedir.
"Bunlar ayrı iki harf değil, anlamı olan bir kelimedir. Bu eğilim içinde kuvvetli bulunan görüşe göre bu kelime Arapça’nın bazı lehçelerinde “ey kişi, ey insan!” mânasına gelmektedir. Bu görüşün sahipleri, İslâm öncesi Arap şiirinden bu anlamdaki kullanımı gösteren örnekleri zikrederler. Ayrıca bu kelimenin Allah’ın isimlerinden biri olduğu ve bu âyette o isme yemin edildiği görüşü de ileri sürülmüştür."
Tâhâ Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
“Bazı müfessirlere göre, surenin başında bulunan t ve h harfleri (Tâ Hâ) Arapçanın Nabatî ve Suriye lehçelerinde "yâ racul" ifadesinin eş anlamlısı olarak "ey insan" anlamında kullanılan anlamlı bir ifadedir. Bazı İslam öncesi şiir örneklerinden açıkça anlaşılacağı üzere, Yemenli Akk kabilesinin katıksız Arap lehçesinde de aynı anlamda kullanılmaktadır.”
Taha suresi Taha oku Taha arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Hz.Muhammed'in insanlara iletmekte olduğu "Kitabın" kendisine güçlük çekmemesi için bölümler halinde "İndirildiği" "Yeri ve Gökleri" yaratan Allah tarafından belirtilmektedir. Kur'an'ın Hz.Muhammed'e ve onun vasıtası ile "Tüm İnsanlara" ancak Allah tarafından yol gösteren bir "Öğüt" olarak iletildiğine işaret edilmektedir. Böylece Kur'an Ayetlerinin özellikle Hz.Muhammed tarafından kolaylıkla "Hatırlanacağı" ve aynı şekilde insanlar tarafından sonraki nesillere aktarılmasını sağlamak üzere kolaylıkla "Ezberleneceği" açıklanmaktadır.
Allah “yıldızların yerlerine” dikkat çekerek Kur'an’ın "Gerçekliği" ile ilgili çok muhteşem bir örnek vermektedir.
Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, (46/75), (56/75)
Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir. (46/76), (56/76)
Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır. (46/77), (56/77)
Korunmuş bir kitapta bulunan (46/78), (56/78)
Ona ancak temizlenenler dokunabilir. (46/79), (56/79)
O‚ âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. (46/80), (56/80)
Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? (46/81), (56/81)
Allah'ın verdiği rızka karşı şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz? (46/82), (56/82)
Evren'in "Yaratıcısı" olan Allah, "Akıllı" insanların ilk zamanlarından bu yana en çok merak ettikleri “yıldızlara” ve onların hareketlerine dikkat çekmektedir. Bu ortamda ortaya çıkmalarından itibaren Akıllı İnsanların gökyüzünde bulunan sayısız yıldızların ihtişamlı görünümünün karşısında ne kadar "Aciz" kaldıklarını hissetmelerine ve bütün bunların nasıl oluşabilmiş olduklarını düşünmelerine neden olmuştur.
Günümüzde insanların erişmiş olduğu bilimsel bulgular bize Evrenin oluşumu ve yapısı konularında çok önemli bilgiler vermektedir. Bu konuda Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı bölümünde "Ayetlere" dayanan ayrıntılı açıklamalarda değinildiği gibi Evrende bulunan ve Dünyadan "Işık" halinde izlenebilen madde yapıları "Yıldız" olarak tanımlanmaktadır. Evrenin ilk oluşumunu başlatan ve 13,5 Milyar yıl "Önce" meydana geldiği varsayılan Büyük Patlama sonrasında oluşan "Madde" yapılarının aldıkları şekil ve gösterdikleri "Gelişmeler" oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklanmaya çalışılmaktadır. Tüm bu açıklamalarda öne çıkan en önemli unsur, Yıldızların madde yapılarının en az 4,37 Işık Yılı ve en çok 13.5 Milyar Işık Yılı "Öncesine" ait olduklarıdır. Bu bilgilere sahip olmamıza rağmen bu kadar geniş bir "Zaman" dilimi içerisinde ilk oluşan madde ve onun patlaması ile bu zaman diliminde meydana gelen diğer “madde yapılarının” ve onların gösterdikleri çeşitli gelişmelere göre aldıkları "Yeni madde şekillerinin" yer aldığı Evren'in gerçek boyutları ve algılayabileceğimiz manada “şekli” konusunda "kesin" bilgilere henüz ulaşılamamaktadır.
Ayetlerde yer alan bilgilere göre Evren’in Yüce Yaratan’a ait olduğunu söyleyebileceğimiz ve niteliklerini belki hiçbir zaman bilemeyeceğimiz “Arş” ortamında “yaratıldığına” işaret edilmektedir. Bu konulardaki "Gerçekler” ancak tüm bu oluşumun "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olan Allah tarafından bilinmektedir. Biz bu madde yapılarının şu anda sadece "Işıklarını" görebilmekteyiz.
Allah “yıldızların” yerleri ve hareketleri ile ilgili “gerçeklere” işaret etmekte ve tüm bunların Allah’ın “yarattıkları” olduklarına dair "Büyük Yemin” olduğuna dikkat çekerek, Hz.Muhammed’e vahiy ettiği Kur’an’ın da “Büyük Yemini” olarak şüphesiz gerçek ve değerli olduğunu bildirmektedir.
Yüce Yaratan ayrıca Kur'an’ın Allah’ın katında (Levh-i Mahfuz) bulunan "Korunmuş" bir "Kitaptan" tüm insanlara iletilen "Değerli bir Kur'an" olduğunu bildirmektedir. Kur'an tüm insanlar tarafından okunmak üzere "Yaratıcının" kendi sözleri olarak iletilmiş olması nedeniyle, herhangi bir kitap gibi ele alınması yerine "Okumak" ve "Anlamak" niyeti ile ve saygı ile yaklaşılması ve dikkatle okunması gerektiğinden, insanların "Temizlenmiş" ve "Hazırlanmış" olarak "Dokunmaları" önerilmektedir.
Bu gerçeklere rağmen Kur'an’ı bu anlamda değerlendirmeyen ve yapılan uyarıları da küçümseyip hafife alanlara, Allah'ın verdiği ve yararlandırdığı her faydalı şey için (rızık) bu şekilde mi "Teşekkür" ettikleri sorulmakta ve doğru yola yönelmeleri ihtar edilmektedir. Bu şekilde düşünen insanların durumlarını bu Ayetler ile iletilen ve amaçlananları anlamaya çalışmaları kendilerinin geleceği açısından çok önem taşımaktadır. Zira Allah böyle gayret gösterip yaptıkları yanlışları anlayan ve "Tövbe" ederek Allah'a yönelenleri sonsuz merhameti ile karşılıksız bırakmayacağını çok sayıdaki Ayetlerinde bildirmektedir.
Yıldızlar diğer bazı Ayetlerde “Kandil” olarak tanımlanmakta ve Allah’ın “takdiri” olarak konumlarının, durumlarının ve hareketlerinin bozulmaktan korundukları, aynı zamanda bu durumun Şeytan’a karşı durmalarında İnsanlar için düşünme vesilesi olduğu belirtilmektedir.
Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk, işte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir. (61/12), (41/12)
Andolsun ki biz, en yakın olan göğü kandillerle donattık, bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. (77/5), (67/5)
Böylece "Yıldızların Yerlerine" ait bu muhteşem durumun Allah’a ve yaratıcılığına bir "Delil" olan işaret edilmektedir.
Benzer şekilde, Kur’an’ın Allah’a iman edenler için “doğru yola” ulaşmalarında (hidayet) bir rehber olduğu açıklanmaktadır.
Tâ. Sin. Bunlar Kur'an'ın, açıklayan Kitab'ın ayetleridir. (48/1), (27/1)
Namazı kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak iman eden müminler için bir hidayet rehberidir ve bir müjdedir. (48/2), (27/2)
Ve bir müjdedir. (48/3), (27/3)
Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir. (48/6), (27/6)
Tâ. Sin. Bunlar bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır. Buradaki Ayetin başında bulunan harflerin "Mubiyn" olan yani "Açık" ve "Açıklayıcı" olan Kur'an’ın "Ayetleri" olduğu belirtilmektedir. Buna göre bu harflerin "Ayet" olarak anlamının, Kur'an’ın, diğer pek çok Ayette de değinildiği gibi, Evren ve Dünya ortamı ve diğer "Tüm Ortamlar" ile ilgili "Gerçekleri" ve Allah'ın bu ortamların "Yaratıcısı" ve "Rabbi" olduğunu (Rabbil Alemin) tüm insanlara açıklamak olduğu düşünülebilir.
Bu anlamda ele alındığında söz konusu "Harflerin" ve bağlı olduğu "Ayetin", insanların Kur'an’ın dili veya aynı konudaki Ayetlerin çeşitli Surelerde yer almaları gibi durumları bahane ederek "Anlaşılmaz" olduğunu ileri sürmelerine karşılık, sadece ilgi duyulması ve "Merak" edilerek incelenmesi halinde sahip oldukları "Akıl" unsurunun onlara Kitabın "Apaçık" olduğunu göstereceğini ve "Anlamalarını" sağlayacağını bildirdiği söylenebilir. Buna göre Kur'an’ın İnsanlar için onları Allah’a dua eden (namazı kılan) zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak iman eden müminler olmalarını sağlamak ve "Kurtuluşa" ulaştırmak üzere bir hidayet rehberi ve "Müjde" olduğu ifade edilmekte ve hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından Hz.Muhammed'e "Verildiği" bir defa daha bildirilmektedir.
Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. (50/9), (17/9)
Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için de elemli bir azap hazırlamışızdır. (50/10), (17/10)
İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister, İnsan pek acelecidir! (50/11), (17/11)
Yüce Allah, tüm insanlara ne olduklarını ve nereden geldiklerini, bulundukları Dünya ortamı ile onun ancak bir "Toz" gibi yer aldığı Evren ve bünyesindeki Dünya ortamlarının "Gerçek Ortam" ile nasıl uyumlu olarak (İstiva Edilerek) yaratıldıklarını açıklayan eşsiz bir öneri ve uyarı demeti olan Kur'an’ın insanları en doğru yola ileteceğini ve insanların tüm bu bilgileri “Anlamaları" için "Akıllarını" işletmelerini beklediğini bildirmektedir.
Buna karşılık Kur'an’a ve dolayısı ile Kur'an ile tüm insanlara iletilen en önemli bir "Gerçek" olan ölüm sonrası yeniden diriltilip yaşanacak ortam olan "Ahirete" inanmayanları elemli bir azabın hazırlandığı hatırlatılmaktadır. Bu arada İnsanın kendileri için olan mükafata (ödüle) bir an önce kavuşmak için "hayrı" istediği kadar, inanmayanlar için hazırlanan elemli azaba ulaştıracak olan "şerri" de istemekte pek aceleci olduğuna işaret edilmekte ve inanmayanların, bu uyarıyı dikkate alarak "Kibirlerinden" vaz geçip kendilerine iletilen "Gerçekler" üzerinde düşünen ve onları anlayıp "Yüce Yaratanın" varlığına ve tek yaratıcı olduğuna iman ederek kabul edenlerin bu azap ile karşılaşmayacaklarını "Düşünmeleri" önerilmektedir.
Nitekim Yüce Allah, Kur'an’ın Allah'a inananlar için "Ruhlarına" Şeytan tarafından Gerçek Ortamda "Kendi İzni" ile eklenmiş olan her türlü "Olumsuz" duygu ve unsurlardan insanları kurtaran bir iyileştirici (Şifa) olduğunu ve onların Ruhlarındaki şefkat ve merhamet duygularını yükselttiğini; ancak Allah'a inanmayan "Zalimler" için de yalnızca onların zararını artırdığını açıklamaktadır.
Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır. (50/82), (17/82)
Ancak insana faydalanacağı ve yararlı bir şey (nimet) verildiği zaman onun kendi aklı ve çabasının sonucu olduğu düşüncesine kapılarak bencilleştiği ve bunların asıl "sahibi" olan Allah'tan yüz çevirip ona karşı minnetini ifadeden yan çizdiği belirtilmektedir.
İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer. (50/83), (17/83)
Aslında "İmanının" yeterli olmaması nedeniyle benliğindeki Şeytan'ın dürtülerinden olan bu duyguların üstesinden gelemediğine işaret edilerek bir de ona zararı dokunacak şeylerin başına gelmesi durumunda artık tamamen karamsarlığa düşüp Allah'ı tamamen inkâr yoluna düştüğü bildirilmektedir. Bu nedenle insanlardan kendilerine lütfedilen akıl unsurunu daima ve her alanda kullanarak özellikle Ayetlerin anlaşılmasında dikkate almaları ve doğru yola yönelmeleri beklenmektedir.
Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi, seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (50/105), (17/105)
Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ayırdık ve onu peyderpey indirdik. (50/106), (17/106)
De ki: “Siz ona ister inanın ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.” (50/107), (17/107)
Ve derlerdi ki: “Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka yerine getirilir.” (50/108), (17/108)
Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. Onların saygısını artırır. (50/109), (17/109)
Yüce Allah Kur'an’ın Hz.Muhammed'e vahiy ettiği "İlahi" bir "Kitap" olduğunu daha önceki Peygamberlere ilettiği "Kitapları" okumuş olan "Akıl" sahibi "Bilgin" insanları örnek göstererek açıklamaktadır. Bu bilgin insanlar önceki "İlahi" kitaplardan öğrendikleri ile Hz.Muhammed'in son Peygamber olarak geleceğini bildikleri için kendilerine okunan Kur'an Ayetlerini duyduklarında “Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka yerine getirilir.” diyerek Yüce Allah'ı andıkları ve ağlayarak yüz üstü yere kapandıkları açıklanmaktadır. Buna göre Kur'an’ı okumanın (içeriğini anlamanın) onların ve onlardan sonra gelen ve Kıyamet zamanına kadar gelecek olan "Tüm" insanların Yüce Yaratan'a saygılarını artırdığına işaret edilmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde daha önceki kitapları okumuş, vahyin hakikatini anlamış, peygamberlik alâmetlerini, işaretlerini öğrenmiş olan bir kısım bilginlerin Hz.Muhammed’in vasıflarını önceki kitaplarda okumuş ve onun son peygamber olduğunu idrak etmiş oldukları için Kur’an’ı Kerim’in Ayetleri kendilerine okununca manevî bir zevke ulaştıkları ve Cenab-ı Hak’kın (Allah’ın) emirlerine saygı göstermek için ve öyle bir mukaddes kitabı insanlığa verdiğinden (ihsan buyurduğundan) dolayı o kerem sahibi olan Allah’a (Mabuda) şükretmek için yüzleri üzerine yerlere kapanarak (Secde Yaparak) bu kulluk vazifesini yerine getirdikleri belirtilmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - İsra Suresi
Yüce Allah Kur'an’ın Hz.Muhammed'e vahiy ettiği "İlahi" bir "Kitap" olduğuna inanmayan ve onun tarafından uydurulmuş olduğunu ileri sürenlerin bu durumu "Şüphe" ile karşıladıklarına işaret etmektedir.
Kur'an Ayetlerinin Hz.Muhammed'e "Vahiy" edilmesi yani Allah'ın "İrade Ettiği" şekilde kendisine "Hissettirdiklerini" sözcükler halinde "Seslendirilmesi" nedeniyle etrafındaki insanların bu durumu "Şüphe" ile karşıladıklarına ve bunların Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" olduğunu düşündüklerine işaret edilmekte ve Kur'an’ın Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey olmadığı, dilerse onu tamamen ortadan kaldırabileceğini ve onun da bu söylentiler karşısında çaresiz kalacağını açıklamaktadır.
Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın. (50/86), (17/86)
Ancak Rabbinin rahmeti, çünkü O'nun sana lütufkârlığı çok büyüktür. (50/87), (17/87)
Yüce Allah bunu yapmadığını belirterek, Hz.Muhammed'e verdiği ve tüm insanlara "insan olabilmeleri" için uyarı, öğüt ve önerilerinden oluşan Ayetlerini iletmesi "görevi" nedeniyle ona olan sonsuz ve sınırsız rahmeti sayesinde onu böyle durumlardan ve "sapmalardan" emin kıldığını, böyle bir çaresizliğin mümkün olmadığını böylece Kur'an'ı "sonsuza kadar" koruduğunu bildirmektedir.
Nitekim Yüce Allah, Kur'an'ın bir benzerinin yazılmasının (uydurulmasının) mümkün bulunmadığına ayrıca işaret ederek "cinlerin" ve onlar gibi olmuş insanların bir araya gelerek tüm bilgileri ile birbirlerine destek olsalar dahi Kur'an'ın benzerini ortaya getiremeyeceklerini kesin bir şekilde bildirmektedir.
De ki: “Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (50/88), (17/88)
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık, yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler. (50/89), (17/89)
Bu duruma örnek olarak Kur'an'da yer alan uyarı, öğüt, yol gösterme ve kesin hükümler ile ilgili olarak çok sayıda açıklamalar yapılmakta ve deliller gösterilmektedir. Ancak insanlar içlerinde bulunan ve şeytan tarafından kolaylıkla etki altına alınan kuşkulanma ve şahsi menfaatine yönelik hareket etme duygularının (nefs) etkisi altında kalarak Kur'an da verilen bu örnekler ve kesin hükümlere rağmen tüm bilinen ve bilinmeyen evren veya evrenlerin yaratıcısı olan Büyük Allah'a inanmakta (İman) zorlanmakta hatta kendilerine "üstünlük" vehmederek inkâr etmeyi kendilerince çok daha "akılcı" veya "mantıklı" bulmaktadır.
Bu nedenle tüm insanlardan bu Kur'an’ın Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey olmadığını, Kur'an Ayetlerini uydurulmuş olmasının gerçeklere aykırı olduğunu idrak ederek onlardan beklendiği gibi kendilerine iletilen "gerçekleri" akılları ile anlamaya çalışmaları ve doğru yola yönelerek "İnsan Olmaya" gayret göstermelerinin tek "kurtuluşları" olacağını unutmamaları ve ona göre davranmaları istenmektedir.
Bu Kur'an Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir, ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir. (51/37), (10/37)
Yoksa, onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da onun benzeri bir sûre getirin.” (51/38), (10/38)
Bilakis onlar, bilgisine sahip olmadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olan yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı, şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu! (51/39), (10/39)
İçlerinden öylesi var ki ona inanır, yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir. (51/40), (10/40)
Yoksa, "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. (52/13), (11/13)
Eğer size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tanrı yoktur, artık siz Müslüman oluyor musunuz? (52/14), (11/14)
Yoksa, "Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım." (52/35), (11/35)
Ayetlerde Kur'an’ın Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey olmadığı, daha önce de insanlara iletilmek üzere "Alemlerin Rabbi" tarafından diğer Peygamberlere "Gönderilen" Allah'ın öğüt ve önerilerini doğrulanmasında ve o "Kitapların" açıklamasında şüphe bulunmayan Kur'an olduğu çok açık bir şekilde bildirilmektedir.
Yüce Allah çok sayıdaki Ayetlerinde bu "gerçeğe" işaret etmekte ve Kur'an’ın, içeriğini bütün insanlara bildirmekle görevlendirdiği Hz.Muhammed'e sadece "Kendisi" tarafından "vahiy" yolu ile bildirdiğini ve bu durumun "gerçekliği" ile ilgili bir "şüphe" bulunmadığını açıklamaktadır.
Bu Kitabın âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. (75/2), (32/2)
"Onu Peygamber kendisi uydurdu" diyorlar öyle mi? Hayır! O, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için -doğru yolu bulalar diye- Rabbinden gönderilen hak'tır. (75/3), (32/3)
Buna göre Kur'an’ın Peygamberin kendisinin "uydurduğunu" ileri süren ve ondan önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş olan kavminin doğru yolu bulmaları ümidiyle, Allah'tan (Rabbinden) gönderilen ve doğruları ve gerçekleri açıklayan Kitap (hak) olduğuna işaret edilmektedir.
Kur'an’ın Hz.Muhammed tarafından yazdırıldığı, ilk günlerdeki inanmamışlar (İnkar Edenler) tarafından söylenmiştir. Ancak, günümüzde de gerek diğer din ve inanışlara sahip olanların henüz ciddi olarak Kur'an’ı incelememiş olmalarından gerekse bu toplumlarda egemen olan güçlerin bu egemenlikleri açısından tehlikeli bulmaları nedeniyle toplum bireyleri tarafından ilgi duyulmasını ve anlaşılmasını önlemek amacıyla toplum fertlerinin Kur'an’ı inceleme imkanlarının kısıtlanmasından ötürü, bazı toplumlarda Kur'an’ın Hz.Muhammed tarafından yazdırıldığı şeklinde inanışlar bulunmaktadır.
Nitekim Yüce Yaratan Kur’an’da hikâye, kıssa veya efsane şeklinde yer alan açıklamaları bahane ederek Ayetlerin Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" olduğuna inananların bulunduğuna işaret ederek, Peygamberi Hz.Muhammed'e insanlara iletilmek üzere "vahiy ettiği" Kur'an’da anlatılan kıssalarında (Hikayelerinde) Akıl sahipleri için pek çok "İbretler" bulunduğunu açıklamaktadır.
Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir, fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan; iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. (53/111), (12/111)
Bu nedenle Kur'an’ın, "Uydurulabilecek" bir "İnsan Sözü" olmadığı, daha önce de birçok topluma gönderilmiş olan "Vahiyleri" onaylayan, onlarda yer almasına rağmen zamanla tahrifata ve değişikliğe uğrayan konuları ve diğer bütün konularla ilgili "Her Şeyi" açıklayan bir "Kitap" olduğu ve bu vahiylere inanarak iman eden toplumların kötülüklerin çekiciliğine kapılarak yaptıkları "Hatalar" nedeniyle "Bağışlanmalarını" ve "Doğru Yola" ulaşmalarını (Rahmet ve Hidayete) sağlamak için insanlara "Doğrudan" iletilen "Öğüt ve Öneriler" verdiği özellikle bildirilmektedir.
Burada en önemli husus Kur'an Ayetlerinde hikâye veya efsane şeklinde yer alan olayların günümüz insanları ve gelecekte yaşayacak olan insanlar için sahip oldukları bilgi birikimlerinin ışığında değerlendirerek bazı önemli sonuçlara ve gerçeklere ulaşmalarını sağlamak üzere "Ders Alınacak" birer "rehber" niteliğinde olmalarıdır. Böylece günümüzde ve gelecek her dönemde yaşayacak olan insanların geçmiş dönemlerde yaşamış olan insanların bilgi düzeylerine göre bu Ayetler ile nasıl "Doğru Yola" yönlendirildiklerini ve aynı Ayetleri kendilerinin bilgi düzeyleri ile okuduklarında onların da "Doğru Yola" ulaşmalarında nasıl yol gösterici olduklarını anlayacaklarına işaret edilmektedir.
Bir diğer önemli husus olarak Ayetlerde insanlara hikaye veya efsane olarak iletilenlerin insanlara duygu ve düşüncelerini ifade etmelerinde de örnek olduğu ve yol gösterdiği söylenebilir. Buna göre insanlara bu ortamdaki yaşamlarında karşılaştıkları durum ve edindikleri deneyimleri hikaye, roman veya makaleler olarak diğer insanlar ile paylaşmalarının bilgi birikimlerinin edinilmesinde ve geliştirilmesinde son derece etkili olduğuna dikkat çekilmektedir.
Öte yandan Yüce Allah Ayetleri hakkında kuşku duyanlara Allah’ın “Kur’an’ın Koruyucusu” olduğunu daima hatırlanması gereken bir “gerçek” olarak özellikle ve açıkça bildirmektedir.
Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. (54/9), (15/9)
Bu durumda Kur'an’ın ahlak, İlahi Tabiata bakış ve kronoloji yanlışları ile daha birçok hatalar bulunduğu iddia edilerek "Allah Sözü" olduğu inancının "Sorgulanmasına" yol açtığı belirtilen tüm konu ve olayların, Yüce Allah’ın Kur’an’ı “Korumasına” yönelik olarak ve iradesi dahilinde meydana geldiklerini ileri sürmek çok daha “akılcı” olmaktadır. Nitekim Yüce Yaratan Ayetinde Allah, Kur'an'ı kesinlikle "Kendisinin" indirdiğini, elbette onu yine "Kendisinin" koruyacağını Hz.Muhammed'e ve onun elçiliğinde bütün insanlara ve de özellikle "İnanmayanlara" kesin bir şekilde bildirmektedir.
Bu "Uyarılar” ile İnsanların Kur'an konusunda düşünürken veya bir şey söylerken Kur'an’ın bir "İnsan" tarafından yazılmadığını dikkate almalarının, "Ayetlerini" bu açıdan ve bir "Bütün" olarak değerlendirmelerinin ve ona göre bir kanaate varmalarının gerektiğine işaret edilmektedir. Zira bir "Öneri, Öğüt ve Uyarı Bütünü" içindeki yerine dikkat edilmeden bir Ayetin insanların kendi anlayışına göre gereksiz, yetersiz veya anlamsız olarak düşünülmesi ve buna göre Ayetlerin "İnkâr" edilmesi; o Ayeti "İndiren" tarafından insanlara iletilenlerden neleri "Anlamaları Gerektiğini" anlamaları açısından "Yetersiz Kalmalarına" neden olacaktır.
Yüce Allah, buna rağmen Kur'an’ı "Uydurma" olduğunu iddia edenlere, güçlerini birleştirerek hep beraber Kur'an’da yer alanlara benzer şekilde "Yaratılışın" nasıl olduğunu ve "Kimin" bu yaratılışları gerçekleştirdiğine dair bir "Sure" yazmalarını istemesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Böylece Hz.Muhammed'in "Kur'an’ın "Uydurduğunu" iddia edenlerin "Bilgisine" sahip olmadıkları bu konuda "Yorum" yapamayacakları halde Kur'an’ı yalanlamakta olduklarını bildirmekte ve bu gibi inkarcılara Kur'an’ın Allah'ın İlmi İle" indirilmiş olduğu ve Allah'tan başka tanrı bulunmadığı tekrar hatırlatılarak artık "İnanmaları" ve "Müslüman" olmaları yani Allah'a "Teslim" olmaları ihtar edilmektedir.
Allah, Kur'an’ı "Uydurduğunu" söyleyenlere kimin inandığını ve kimin inanmadığını ve "Bozgunculuk" yaptığını en iyi "Bilen" olduğunu iletmesini ve şayet böyle bir şey yaptı ise bunun günahının kendisine ait olduğunu ancak inanmayanların "İnanmamakla" işledikleri günahlardan "Uzak" olduğunu insanlara bildirmesini Hz.Muhammed'e öğüt vererek inanmayanları ve halen bu durumda olan bütün insanları bu günahları üzerinde düşünmeye yönlendirmektedir.
Bu durum günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Halen insanlara iletilmiş olan bu Kur'an’ın Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" olduğunu ileri süren bir çok Akıllı(!) insan bulunmaktadır. Bu düşüncede olanların insanlığın ulaştığı bilgi birikimleri ile bugün yapabildikleri şeylerin birçoğunun Kur'an Ayetlerinde yer aldığını veya bildirildiğini dikkate almaları ve bunların yaklaşık 1400 yıl önce yaşamış olan ve okuma yazması bulunmayan birisi tarafından nasıl "Uydurulmuş" olabileceğini "Düşünmeleri" gerekmektedir.
Gece de onlar için bir ibret alâmetidir, Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. (41/37), (36/37)
Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar, işte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir. (41/38), (36/38)
Ay için de birtakım menziller tayin ettik, nihayet o, eğri hurma dalı gibi olur da geri döner. (41/39), (36/39)
Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir, her biri bir yörüngede yüzerler. (41/40), (36/40)
Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur. (42/53), (25/53)
Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah'ın tasarrufundadır, gökler Allah'ın kudret eliyle dürülmüş olacaktır. (59/67), (39/67)
İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)
O gün ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Üzerimize aldığımız bir vaat oldu. Biz yaparız. (73/104), (21/104)
Bu ve benzer Ayetlerde yer alan konular, bu Ayetlerin “önceden” hiçbir bilgisi bulunmayan Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" olamayacağına örnek olarak gösterilebilir.
Ayrıca Yüce Allah, Hz.Muhammed'in Ayetleri uydurduğunu iddia edenlerin Kur'an Ayetlerini dikkatle ve derinlemesine incelemedikleri için yeterli bilgiye sahip olmamaları yüzünden anlamlarını fark edemediklerine, doğru olarak bunları yorumlayamadıklarına ve bunun için Kur'an’ı yalanladıklarına işaret etmekte ve Akıllarını işletmeyip bu yolda devam etmekte ısrar etmeleri ve halinde böyle "Yalanlamış" olan önceki toplumların sonlarını dikkate almaları gerektiğini ihtar etmektedir.
Öte yandan Kur'an’da toplum yaşamını ile ilgili diğer Ayetlerin de Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" kurallar olarak değil fakat o zamanındaki Arap toplumunda geçerli olan görgü ve geleneklerin, insan yaşamının daha "Düzgün" ve "Huzurlu" bir şekilde sürdürülmesini sağlamak üzere "düzeltilmesini" sağlamak üzere "Düzenlenmesi" olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Toplum düzeni ile ilgili bu tür Ayetlerin "Akıllı" insanlar tarafından daima geliştirilerek daha iyi yaşam koşullarına ulaşılması çabalarının devam ettirilmesi gerekir ve böylece devam ettirilmesi tüm insanlardan beklenmektedir. Özellikle o zamanki (1400 yıl önceki Arap toplumundaki) toplum yaşamına dair olan Ayet hükümlerinin diğer zamanlarda ve "gelecek" zamanlarda yaşayacak olan "Akıllı" insanlar tarafından, “bir Ayet hükmünün ancak bir diğer Ayet hükmü ile değiştirildiğini” bildiren önemli bir “muhkem” Ayet dikkate alınarak yorumlanması gerekmektedir. Buna göre bazı Ayetlerin hükümlerinin gelecek zamanlarda toplumun yaşam biçimleri ve koşulları ile tam olarak uyumlu olmaması durumunda, bu Ayetlerin hükümlerini yürürlükten kaldıran veya değiştiren Ayet hükümlerinin saptanarak ulaşılan bilgi birikimi ve yaşam biçimlerinin bu Ayetler ile birlikte yorumlanabileceği Yüce Allah tarafından bildirilmektedir. Böylece toplum düzeninin sağlamasında Kur’an Ayetleri ile yaşam biçimlerinin ve koşullarının uyumlu hale getirilebileceğine işaret edilmektedir.
Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Bu derecede önem taşıyan ve tüm zamanları kapsayan açıklamaları içeren Ayetlerin yaklaşık 1400 yıl önce yaşamış olan ve okuma yazması bulunmayan Hz.Muhammed tarafından "Uydurulmuş" olduğunu düşünmek, Ayetlerin Allah tarafından Hz.Muhammed'e "Vahiy" edilmiş olduğu gerçeği karşısında bir anlam taşımamaktadır. Zira Sevgili Peygamberimizin kendisine "vahiy" edilerek bildirilen "Ayetleri" etrafındakilere "ezberlettiği" ve "yazdırdığı" ve bu yazılanların bir şekilde "derlemesi" ile Kur'an’ın tamamlandığı eldeki bilgilerden ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Burada önemli bir husus olarak Hz.Muhammed'in "okur yazar" olmamasına rağmen Ayetleri "kendisinin yazdığı" iddia edilerek Kur'an’ın "gerçekliğinin" sorgulanmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu durumun "yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili "gerçeklerin" toplumda güvenilir olan fakat "okur yazar" olmayan (ümmi) bir "insana" bildirilmesinin, Yüce Allah'ın kibirlenmemeleri ve kibirlerine "teslim olmamaları" için "Bütün İnsanlara" bir "meydan okuması" olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca, şayet okur yazar olsa idi sadece "kibirleri" ile kendi fikirlerine inanarak "batıla" inananların (zalimlerin) bu defa da bundan "kuşku" duyacakları belirtilerek Kur'an'ın kendilerine ilim verilenlerin "akıllarını işleterek" sinelerinde yer eden apaçık Ayetler olduğu ve ancak "zalimlerin" bile bile inkâr edecekleri hatırlatılmaktadır.
Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın, öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. (85/48), (29/48)
Hayır, o kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder. (85/49), (29/49)
Buna göre Kur'an Ayetleri ile insanlara bildirilen "gerçeklerin", ancak bilgi ve "ilim" sahibi olan insanlarca ve "Akıllarını" işleterek anlaşılabileceğine ve sinelerinde yer edeceğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle de Ayetlerin "apaçık" anlamlarını, birbirlerine olan etkilerini ve zaman içinde birbirlerini değiştirmelerini veya onların yerlerini almalarını anlayabilmeleri için bütün insanlara "Akıllarını" kullanmaları, her konuda "bilgi sahibi" olmaları, yaşadıkları dönemlerde insanların ulaştıkları ve mevcut iletişim olanakları ile incelemeye ve araştırmaya "hazır" hale getirilmiş olan her konudaki "bilgi birikimlerinden" faydalanmaları öğüt verilmektedir.
Buna göre Kur'an’a bilgi birikimlerinden yararlanılarak "samimiyetle" ve "anlamak" amacı ile yaklaşılmaması halinde Ayetlerin yeterince anlaşılmasının oldukça "zor" olduğu görülmektedir. Bu nedenle bir takım "güç odakları" insanları kendi "çıkarlarına" yönlendirmek için onların bu zorluklar karşısındaki durumundan yararlanmaktadırlar. Bu durumun sonucunda Kur'an’ın doğru olarak "anlaşılabilmesi" için insanlardan her konuda mümkün olduğunca çok "bilgi" sahibi olmaları, Kur'an Ayetlerinin Allah'ın Peygamber Hz.Muhammed tarafından iletilen fakat aslında ayrı ayrı her insana "doğrudan" bildirilen bir "vahyi" olduğunu unutmamaları beklenmektedir. Zira insanlar ancak bu şekilde insanların Ayetleri gerektiği gibi anlayamamalarından yararlanan güç odaklarının çıkarlarına hizmet edilmesinin önüne geçilebilecekler ve kendileri de Allah'ın "diledikleri" arasına girerek Dünya hayatında ve ölüm sonrasında huzura ve selamete erişebileceklerdir.
Yüce Allah insanların bu konulardaki zafiyetinden yararlanarak onları amaçları doğrultusunda yönetip çıkar sağlayanları ve kendilerine iletilen "gerçekleri" akıllarını kullanıp anlamaya çalışmayan, nefslerine uyarak "kibirlenen" ve kendi düşüncelerinin en doğru olduğuna inanarak Allah'ı ve Allah'ın ilettiklerini "bilinçli" olarak inkâr edenleri "zalimler" olarak nitelendirmekte ve ancak "zalimlerin" Ayetlerini "bile bile" inkâr ettiklerini bütün insanlara hatırlatmaktadır. Böylece bütün insanlar Kur'an Ayetlerini bilgi birikimlerinden yararlanarak ve akıl yürüterek anlamaya yönlendirilmektedir.
Bu konuda Anahtar ve Muhkem Ayetler bölümünde ve "Zaman" bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. (İnsanların Bilgi Birikimlerinin Önemi ve Zaman İlişkisi), (Kur’an Ayetlerinin Bilgi Birikimi ve Zaman Dilimleri ile İlişkisi)
Yüce Allah Ayetlerinde bildirdiği açıklamalarında Kur'an’ın "Bütün İnsanlara" bir "Öğüt" ve bir "Lütfu" olduğunu bildirmekte ve tüm insanların özel bir bağışlaması ve yardımı (Rahmeti) olan böyle “kutsal” bir kitaptan yararlanılmaları gerektiğine işaret etmektedir.
Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. (51/57), (10/57)
De ki: “Ancak Allah'ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır.” (51/58), (10/58)
De ki: “Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?” (51/59), (10/59)
Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet günü (âkıbetleri) hakkındaki kanaatleri nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir, fakat onların çoğu şükretmezler. (51/60), (10/60)
Bu uyarı çerçevesinde, bütün insanların "Akıllarını" kullanıp Kur’an’ı Kerim’in bildirdiği öğüt ve önerileri dikkate alarak davranışlarını ona göre yönlendirdikleri takdirde "nefslerinde" bulunan çirkin huyların, bozuk inançların, ruhsal hastalıkların ve üzüntülerin yok olup giderileceğine işaret edilmektedir. Bu nedenle "Akıllı" İnsanların Kur'an Ayetlerindeki bilgilere sahip olmaları nedeniyle onun kıymetini ve yüceliğini anlayıp düşünerek sevineceklerini bildiren Allah, bu şekilde onlara lütfedilen Kur'an’ın Dünya ortamında edinecekleri bütün mallardan ve her şeyden daha "Hayırlı" olacağını açıkça bildirmektedir.
Bu kadar değerli bir yardımcı ve destek kaynağı var iken Allah'ın "İnsanlar" için hazırladığı bu Dünya ortamında bulunan yenilip içilecek ve yararlanılacak şeylerden (Rızık), Ayetlerde açıkça bildirilenler dışında, bir kısmının helâl ve bir kısmını da haram olarak kararlaştırılmasının Allah'a karşı bir iftira mahiyetinde olacağı ihtar edilmekte ve bunun cezasına dikkatleri çekilmektedir. Yüce Allah bu hususları insanlara açıklamasını, ayrıca birçok kimselerin kendilerine “lütfedilenler” için "Yüce Yaratıcıya" karşı "Teşekkür" etmekten mahrum bulunduklarını bildirerek onları "Uyarmasını” Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Yüce Allah Kur'an’ın "Güzel" davrananlar için bir "Doğru Yol" rehberi (Hidayet) ve "Bağışlanma" nedeni (Rahmet) olmak üzere indirildiğini bildirmektedir.
Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere. (57/3), (31/3)
O kimseler, namazı kılarlar, zekâtı verirler; onlar ahirete de kesin olarak iman ederler. (57/4), (31/4)
İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir. (57/5), (31/5)
Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi, Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar, işte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz. (59/23), (39/23)
Böylece Kur'an Ayetlerinde belirtilen ölüm sonrası hayata (Ahiret) kesin olarak iman eden, "namaz" eden (Allah'a Dua etme ve Niyazda bulunma-Namaz) ve mallarından "Zekat" verenlerin "Kendilerinden Beklendiği" gibi "Doğru Yol" üzerinde oldukları ve "Kurtuluşa" erecekleri açıklanmaktadır.
Allah'a inanan ve içlerinde O'na olan derin "Saygıları" ve "Sevgileri" nedeniyle davranışlarında ve düşüncelerinde O'na karşı gelmekten çekinenlerin (Rablerinden korkanların) bu Kitabın etkisinden tüylerinin ürpereceği, onu okurken hem bedenlerinin ve hem de gönüllerinin Allah'ın anılmasına (Zikrine) ısınıp yumuşayacağı açıklanmaktadır.
Yüce Allah bütün insanlara ve inanmamakta direnenlere Kur'an’ı sözün en "Güzeli", birbiriyle "Uyumlu" ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir "Kitap" olarak indirdiğini hatırlatmaktadır.
Bu nedenle Kur'an’ın samimiyetle ve ön yargısız olarak içeriğinin anlamaya çalışılması halinde Allah'ın, onları kendisiyle doğru yola iletmeyi "Dilediği" insanlar arasına alabileceği ve Kur'an’ın onlar için bir "Doğru Yola" ve kurtuluşa (Hidayet) ulaşma rehberi olduğu açıklanmaktadır. İnanmamakta ısrar ederek Kur'an’ı anlamaya niyet ve gayret göstermeyenlerin Allah'ın saptırmayı "Dilediği" insanlar arasında kalacakları ve onlara artık yol gösteren olmayacağı yeniden hatırlatılmakta ve inanmayanlardan durumlarını buna göre gözden geçirmeleri istenmektedir.
Buna göre Kur'an’ın, Allah'ın insanların anlayacağı şekilde gönderdiği öğüt ve yol gösterici olduğu, Hz.Muhammed'e ilham verilerek gönlüne sindirildiği ve “tekrarlanarak” diğer insanlara ezberletildiği açıklanmaktadır. Kur’an daha sonra, bir yazılı metin haline gelmiş ve Halife Ömer tarafından yeniden derlenmiştir. Halife Ömer’den sonra Halife Osman tarafından dört asılnüsha olarak hazırlanmıştır. Şu andaki bütün Kur'an'lar bu dört asıl nüshadan çoğaltılmışlardır ve tamamen birbirleri ile aynıdırlar. Bu şekilde bu zamana ulaşan ve Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak olan Kur'an birbirleri ile uyumlu ifade ve cümleler halindedir ve okunduğu (her insanın kendi dilinde anlayarak okunduğu) her seferinde yeni bir şeyler görülür ve idrak edilir. Bu özelliği ile bıkılmadan ilgi ile okunduğunda her seferinde yeni şeylerin fark edileceği belirtilmektedir.
Kur’an’da yer alan konuların bizzat Allah tarafından iletilmiş olmasının insanların okumaları sırasında hissedilmesi ve idrakine varılması halinde, insanların Allah’a olan bağlarını ortaya çıkaran hisleri gönüllerinde yoğunlaşacağına ve haz veren veya tam tarif edilemeyen bir titreme ve huzur hissedileceğine işaret edilmektedir. Böylece Kur'an’ın bu çok önemli özelliğinin insanların kalplerinde Allah'a karşı bir ilk yaklaşım ve sıcaklık vereceği, böylece insanların Kur'an’ın kendilerine verdiği bu hislerle kurtuluşa doğru yönelecekleri ve artık doğru yol üzerinde olduklarını fark edecekleri açıklanmaktadır
Burada "Vahiy" ile ilgili olarak bazı ayrıntıları incelenmesinde fayda bulunmaktadır. Özellikle Allah ile ilgili olarak "Şüphe" duyan ve "İman" etmeyen bazı insanlarca Kur'an'ın Allah tarafından Hz.Muhammed'e "Vahiy" yoluyla "İndirilmesi" olayının "Gerçekçi" olamayacağı ve bilimsel olarak açıklanması mümkün bulunmayan "Mistik" bir anlatım olduğu ileri sürülmektedir.
Bilindiği gibi özellikle son 200 yıllık geçmişte yapılan "Bilimsel Araştırmalar" sonucunda önceki dönemlere nazaran kıyas edilemeyecek kadar çok ve çeşitli "Buluşlar" gerçekleştirilmiş ve bunların hemen tamamı insanların günlük yaşantılarının bir parçası olmuştur. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi "Elektrik" enerjisinin keşfidir.
Esasen Evren ve Dünya ortamında "Mevcut" olan ancak çeşitli deneyler ile "Varlığı Anlaşılan" bu buluş ile sayısız denebilecek kadar çeşitli uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi olarak bugün kablosuz iletişim adına yararlanılan her şey elektrik enerjisinin kullanım sahalarından sadece biri olan Elektro Manyetik Alanlar (EM) ortamında yürütülmektedir.
Örneğin artık çok "Normal" olarak yararlanılmakta olan cep telefonları, Televizyon, bilgisayarlar, röntgen, MR, Tomografi gibi araçlar wi-fi veya daha geniş anlamda EM alanları üzerinde oluşturulan düşük veya yüksek frekanslı "Dalgalar" ile çalışmaktadır. Bu dalgalar insanların "Algılama" kabiliyetlerinin ötesinde yoğunlukla yayılmaktadırlar. Bugün çok çeşitli elektrikli aletlerin çalışıyor olması için EM alanına ihtiyaçları vardır. Örneğin Televizyon, radyo, telsiz telefon, uzaktan kumanda, bebek monitörü ve acil durumlarda kullanılan iletişim sistemlerinin hepsi EM alanlarını kullanmaktadır. Günümüzde giderek artan bir hızla yaygınlaşan kablosuz yöntemler (wi-fi) kullanan uygulamalar geliştirilmektedir. Böylece bilgisayarlar üzerinden internete ve EM alanlarını kullanan pek çok elektronik alete bağlanabilmektedir. Farklı frekanslarda çalışan birçok EM alanı bulunmaktadır.
Ulaştığımız bu bilgi düzeyi ile Kur'an'ın Hz.Muhammed'in hafızasına "İndirilmesi" olayının da çok uzak olmaya gelecekte insanların "Beyinleri" arasında EM ortamında "İletişim" gerçekleştirilmesi ile "Anlaşılması" mümkün bulunmaktadır. Buna göre Vahiy işleminin buna benzer bir şekilde gerçekleşmiş olduğu ve esasen Hz.Muhammed'ten önceki Peygamberlere de aynı şekilde "Vahiyler" indirildiği söylenebilir.
Kur’an’ın İnsanların akıllarını yürüterek "Gerçeklere" ulaşabilmelerinde kolaylık olmak üzere her türlü örnek verildiği, ayrıca Kur'an’ın Arapça vahiy edilerek "Tek Asıl Kaynak" olmasının sağlandığı açıklanmaktadır
Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik. (59/27), (39/27)
Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. (59/28), (39/28)
Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik, artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur; sen onların üzerinde vekil değilsin. (59/41), (39/41)
Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir, sen onlara vekil değilsin. (62/6), (42/6)
Buna göre, Dünyada çeşitli dilleri konuşan bütün insanların bu asıl kaynağa başvurmaları ve oradan kendi dillerine çevirerek anlamaya çalışmalarının, yanlış anlamalara yol açılmaması için en doğru yol olduğuna dikkat çekilmektedir. Kur'an’ın (Kitabın) insanlara "Doğru Yolu" açıklamak üzere (Hak Olarak) indirildiği, artık kim doğru yolu seçerse onun kendi lehine olduğu, kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olacağı belirtilmektedir.
B
u nedenle Hz.Muhammed'e sapmayı seçenleri savunmasının gerekmediği, Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah'ın daima gözetlemekte olduğu, bu nedenle onlar üzerinde "Vekil" olmadığı hatırlatılmakta ve Peygamberlik görevinin yürütülmesinde bu gibi durumlara bağlı bir duraksama yaşamaması önerilerek ona yardımcı olunmaktadır.
Ayrıca Kur'an’ın aynı zamanda Allah, Yaratılış ve Yaratan gibi inanç ve imana dair konularda ihtilafa düştükleri şeyleri insanlara açıklamak üzere Hz.Muhammed'e vahiy edildiği bildirilmektedir.
Bu, insanlar için basiret nurları, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir. (65/20), (45/20)
Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik. (70/64), (16/64)
Ayetlerde Kur’an’ın insanlara doğruyu ve gerçekleri görebilme (öngörü) kabiliyeti verdiği (basiret nurları) bildirilmektedir. Buna göre Kur’an’ın Hz.Muhammed’e sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi (Allah, Yaratılış ve Yaratan ile ilgili gerçekleri) insanlara açıklaması için indirildiği bildirilmektedir. Öte yandan esasen Kur’an’ı okuyup anlayıp Allah’a ve Kur’an gerçeklerine kesin olarak iman etmiş olanlara da "Doğru Yol" bilgisi ve onları her türlü kötülüklerden koruyucu ve bağışlayıcı (Rahmet) olarak indirildiği açıklanmaktadır. Böylece Kur'an Ayetleri inanmayanlara "Gerçekleri" açıklayan bir "Işık" ve inananlara da "Doğru Yol" rehberi olmaktadır.
Yüce Allah, kendisinde hiçbir "eğrilik" bulunmayan "Dosdoğru Kitap" olarak tanımladığı Kur'an'ı, tüm insanlar gibi yarattığı bir İnsana (kuluna) indirdiğini bir defa daha açıklamaktadır.
Hamd olsun Allah'a ki, O, kuluna, kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab'ı indirdi. (69/1), (18/1)
Kendi tarafından çetin bir azap ile ikaz etmek, iyi iş ve davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek için (69/2), (18/2)
İçinde ebedi kalacaklar (69/3), (18/3)
Ve "Allah evlat edindi" diyenleri de uyarmak için (69/4), (18/4)
Rabbinin Kitab'ından sana vahyedileni oku, Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur, O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. (69/27), (18/27)
Buna göre kendisinde hiçbir (Tezat) eğrilik bulunmayan "Dosdoğru Kitabın", Allah'a inanmayanların, "Allah evlat edindi" diyenlerin "çetin bir azap" ile "Uyarılmaları" ve iyi iş ve davranışlarda bulunan müminlerin de bu davranışlarının karşılığı olarak (Ecir) içinde sonsuza kadar (Ebedi) kalacakları güzel bir ödül (Cennet) ile müjdelenmeleri için Hz.Muhammed'e indirildiği bildirilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e "Allah'ın Kitabından" ona vahyedileni "Okumasını", o Kitabın kelimelerini değiştirebilecek hiç bir kimsenin ve gücün mevcut olmadığını ve "Affedilmek" ve "Bağışlanmak" için o Kitaptan başka bir sığınak da bulunmadığını bütün insanlara "İletmesini" bildirmektedir.
Burada Hristiyan inancında önemli bir yer tutan İsa Peygamberin "Allah'ın Oğlu" olarak kabul edilmesinin doğru olmadığına dair "özellikle" bir uyarı yapılarak bütün insanlara merak ettikleri gerçekler hakkında "doğru" bilgileri içeren bu "Kitabı" okumalarını öğütlemekte ve İnsanlardan da bu gerçekleri anlayıp sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı "Yüceltmeleri" beklemektedir. Buna göre bütün insanların kendi dillerine çevrilmiş olan Kur'an’ı incelemeleri halinde, Ayetlerde açıklanan Allah’ın "Yaratıcılığı" ve "Tek Yaratan" olması ile ilgili "Gerçekleri" sahip oldukları bilgi düzeyleri çerçevesinde anlayabilecekleri açıklanmaktadır.
Gerçekten diğer bazı Ayetlerde de, Kur'an’ın insanları karanlıklardan her şeye galip ve övgüye lâyık olan "Allah'ın Yoluna, yani aydınlığa (Doğru Yola) çıkarması için, Allah’ın "izniyle" Hz.Muhammed'e "indirdiği" bir "Kitap" olduğu tekrar edilmektedir.
Elif. Lâm. Râ. Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. (72/1), (14/1)
O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı kafirlerin vay haline! (72/2), (14/2)
Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler. (72/3), (14/3)
İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir. (72/52), (14/52)
Elif. Lâm. Râ. Bunlar bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Bu durum dikkate alınarak insanların Ayetleri okurken bu harf gruplarının apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah "katından" ve Allah'ın tarafından Hz.Muhammed'e “Mübarek” bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğini”, Kur'an’ın "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Ayette Kur'an’ın, verdiği "izinle" insanları karanlıklardan her şeye galip ve övgüye lâyık olan "Allah'ın Yoluna, yani aydınlığa (Doğru Yola) çıkarması için Hz.Muhammed'e "indirdiği" bir kitap olduğu bildirilmektedir.
Bu amaçlarla Kur'an’ı insanlara "gönderen" Allah'ın, göklerde ve yerde (Evrende) ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğuna da ayrıca ve önemi nedeniyle dikkat çekilmektedir. Buna rağmen Dünya hayatını ahirete tercih edenlerin, diğer bir deyimle çıkarları uğruna insanları aldatıp "Allah Yolundan" ayrılmalarını telkin ederek onun "eğriliğini" isteyen ve bunun için bilinçli olarak insanları Allah yolundan alıkoyan inanmayanların (kafirler) gerçeklerden (Haktan) uzak oldukları ve ölümleri sonrasında "acıklı" bir halde olacakları ve çok şiddetli azap çekecekleri ihtar edilmektedir.
Burada çok önemli hatırlatmalara yer verilmektedir. Öncelikle Kur'an’ın insanları "karanlıktan aydınlığa" çıkaracak bir "rehber" olduğu belirtilmektedir. Buna göre, "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında bir fikri ve bilgisi olmayan insanların "karanlıkta" oldukları ve Allah'ın her şeye galip ve övgüye layık "Tek Yaratan" olduğunu anlayabilenlerin ise "aydınlıkta" yani "Allah'ın Yolunda" oldukları bütün insanlara bildirilerek Kur'an’ın insanları "aydınlığa" çıkardığına işaret edilmektedir. Ayrıca insanların aydınlığa (doğru yola) çıkarılmalarının Allah'ın "izni" ile gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir.
Bir diğer önemli husus olarak ta Kur'an'ın kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir "bildiri" olduğu açıklanmaktadır.
Bu "uyarılar" ile Kur'an’ın ilgi ve dikkatle okunmasının ve Ayetlerin ne anlama geldiklerinin anlaşılmasının ne kadar "önemli" olduğu anlatılmaktadır. Zira bu dikkat ve özen gösterilmediğinde Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam tamamlama" ilişkileri gözden kaçabilecek ve başka anlamlara yol açacak yorumlara neden olabilecektir. Özellikle insan ilişkilerine dair olan uyarı, öğüt ve öneri Ayetlerinin bir bölümünün "indirildikleri" toplumun özellikleri ile bağlantılı olduklarına dikkat edilmesi ve anlam ilişkileri ve tamamlamalarına olan etkilerinin bu durum dikkate alınarak yürütülmesi gerekmektedir. Bu nedenle Yüce Allah bu önemli hususları kavrayıp Ayetlerine "özenle" yaklaşan "Akıllı" insanların "Aydınlığa" giden yani "Kendisine" ulaştıran yola ulaşmalarına "izin" vereceğini, inanmayanların "sapıklık" içinde olduklarına işaret ederek onların ölüm sonrasında azap göreceklerini ve acınacak durumda olacaklarını bizlere hatırlatmaktadır.
Yüce Allah bütün insanlara "Görebildikleri ve Göremedikleri" üzerine "Yemin" ederek Kur'an’ın çok şerefli bir "Elçi" olan Hz.Muhammed tarafından insanlara iletildiğini “ısrarla” bildirmekte ve hatırlatmaktadır.
Yemin ederim ki, (78/38), (69/38)
Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine (78/39), (69/39)
Hiç şüphesiz o, çok şerefli bir elçinin sözüdür. (78/40), (69/40)
Ve o, bir şair sözü değildir, ne de az iman ediyorsunuz! (78/41), (69/41)
Bir kâhin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsunuz! (78/42), (69/42)
Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. (78/43), (69/43)
Eğer bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, (78/44), (69/44)
Elbette onu kıskıvrak yakalardık. (78/45), (69/45)
Sonra onun can damarını koparırdık. (78/46), (69/46)
Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız. (78/47), (69/47)
Doğrusu o, takvâ sahipleri için bir öğüttür. (78/48), (69/48)
Ve o, gerçekten kat'î bilginin ta kendisidir. (78/51), (69/51)
O halde, ulu Rabbinin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et. (78/52), (69/52)
Yüce Yaratan Ayetlerinde Kur'an’ın çok şerefli bir "Elçi" olan Hz.Muhammed tarafından insanlara iletildiğini inkar edenlerin söyledikleri gibi, onun bir "Şair" veya "Falcı" olmadığına (Kahin) işaret ederek insanların ona inanmamakla ne kadar az "İman" ettiklerini ve ne kadar az düşündüklerini, daha doğrusu hiç Akıllarını kullanmadıklarını ve Kur'an’ın bütün "Alemlerin" Rabbi olan Allah tarafından ona "vahiy edilerek" indirildiğini bir defa daha hatırlatmaktadır.
Bu durumun iyice anlaşılabilmesi için ayrıca şayet Hz.Muhammed Allah'a atfen bazı sözleri "Uydurmuş" olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalayıp can damarını koparacağı ve yaşatmayacağı ve buna da kimsenin engel olamayacağı ifadeleri ile buna izin vermeyeceğini bildirmektedir. Buna göre Kur'an’ın samimiyetle inananlar için bir "Öğüt" olduğu hatırlatılmakta ve "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili tüm "Gerçek" ve "Kesin" bilgilerin ta kendisi olduğu çok açık bir şekilde bütün insanlara bildirilmekte ve Allah'ın adını "yüceltmeleri" ve her türlü "noksanlıklardan uzak" olduğunu kabul edip O'na teslim olmaları "İhtar" edilmektedir. Böylece insanların "Akıllarını İşleterek" Ayetlerde iletilenler üzerinde düşündüklerinde Allah'ı anlayabilmelerinin ve algılayabilmelerinin mümkün olduğuna işaret edilmekte ve onlara bir yol gösterilmektedir.
Öte yandan Allah ile ilgili gerçeklere ait “delilleri” açıklayan “Allah’ın Sözü” niteliğindeki uyarı, öğüt ve öneriler (Din) peygamberler tarafından kendilerine iletildikten sonra toplumların çağlar boyunca aralarındaki kıskançlıklarından dolayı “din” konularında anlaşmazlığa düştüklerine işaret edilmektedir. Yüce Allah bu nedenle bütün insanlara ihtilafa düştükleri gerçekleri son olarak Hz.Muhammed’e vahiy ederek indirdiği Kur’an Ayetleri ile bildirdiğini açıklamaktadır.
Ancak, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. (87/213), (2/213)
Buna göre İnsanların görevi Kur'an’ı “Okumak ve Anlamaktır”. Böylece insanlar Yüce Yaratan'ı tanıma şerefine erecek ve Allah'ın “Halifesi” olmak düzeyine ulaşacaklardır. Bunun için insanların yaşadıkları sürece Kur'an’ı defalarca okuyup verilen örnek, ip ucu ve öğütleri çok iyi algılamaları ve üzerinde düşünerek yaratılışın “aslına doğru” yani Allah'a doğru yol almaları gerekir. Kur'an Ayetleri arasında Kur'an’ın nasıl okunacağı, örneklerin nasıl değerlendirileceği ve somut olarak da aklın nasıl kullanılacağına dair sayısız örnek, ip ucu ve öğütler bulunmaktadır. Bunların defalarca “okunması” sırasında birer birer görülüp değerlendirilmeleri insan için bu Dünyada en önemli ve bir o kadar da heyecanlı faaliyetini oluşturmaktadır.
İnsanların bu şekilde bir anlayışa ulaşmaları durumunda, Allah'ın doğru yola ilettiği "Dilediği" insanlar arasına girme şansları bulunmaktadır.
O dilediğini doğru yola iletir. (87/142), (2/142)
Allah dilediğini doğru yola iletir. (87/213), (2/213)
Nitekim Allah Kur'an’ı tüm insanlara "Kendisini" tanımaları ve bu Dünya hayatında "Huzur Bulmaları" ve "Temizlenmeleri" için bir "Yol Gösterici" olarak iletilmiş olduğunu açıklamaktadır.
O kitap, onda asla şüphe yoktur; o, müttakîler için bir yol göstericidir. (87/2), (2/2)
Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayrı şahitlerinizi da çağırın. (87/23), (2/23)
O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş daha önce de insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmiştir. (89/3), (3/3)
Kur'an hakkında tereddütleri bulunan insanların bir araya gelip "Benzer" Ayetler (sure) oluşturmaya çalışmalarını, böylece iddialaşan insanların benzer ifadelerin meydana getirilmesinin nasıl olduğunu görecekleri ve Kur'an Surelerinin "Gerçekliğinde Şüphe Olmadığını" ve insanlar tarafından bir benzerinin "Yapılamaz" olduğunu anlayacakları ifade edilmektedir.
Allah ayrıca Kur'an’ın daha önceki dönemlerde yaşamış olan insanlara seçtiği "Uyarıcılar" tarafından göndermiş olduğu tüm "Kitapları" ve bu arada Tevrat ve İncil'i de onaylayan bir kitap olduğunu tüm insanlara açıklamaktadır.
Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarının haberdardır, görendir. (43/31), (35/31)
Buna göre daha önce kendilerine çeşitli şekillerde yapılan ve bu arada "Kitap" olarak derlenen "Uyarıların" Kur'an tarafından "Doğrulandığı" belirtilerek bu uyarılara muhatap olan insanların Kur'an’ın ellerindeki uyarılar ile çelişmediğini ve bunu görmek için Kur'an’ı da okumaları onlara önerilmektedir.
Yüce Allah Hz.muhammed'e Kur'an’ı apaçık Ayetler indirdiğini yeminle (ant olsun ki) bildirmekte ve Ayetlerini ancak, ne zaman bir antlaşma yaptılarsa yine kendilerinden bir gurubun onu bozan ve zaten çoğu iman etmemiş olan, "fâsıkların" inkar edeceğine işaret etmektedir.
Tüm bu açıklananlara rağmen, bu konuda ve Allah'a inanmak ve O'nu anlayıp algılamak konularında bilinçle ve inatla inkar durumunda olanlar için Allah bu kişileri doğru yola iletmenin Hz.Muhammed'e ait bir “sorumluluk” olmadığını belirtmektedir. Zira. Allah insanları akılları ile serbest bırakmış, onlara her türlü ip ucu, delil ve uyarıyı bu konuda görevlendirdiği kişiler (Peygamberler) aracılığı ile sözlü ve yazılı olarak göndermiş, bundan sonra insanların elde ettikleri bu bilgileri derleyip kendi başlarına "Doğru Yolu” bulmalarını istemiştir. Bu yola dönenleri Allah yalnız bırakmamakta ve "Allah dilediğini doğru yola iletir" Ayet hükmünde belirttiği gibi bunları "Dilediği" insanlar arasına almaktadır. Bu nedenle Hz.Muhammed'e dahi insanların inanmamaları yüzünden sıkıntı duymamasını insanların kendilerinin doğru yola karar vermelerinin esas olduğunu bildirmektedir.
Görüldüğü gibi özetle Kur’an “Gerçek” bir belgedir ve Hz.Muhammed’in kendisinin veya Halife Osman tarafından kurulan bir ekibin ya da bir insanın kaleme alabileceği “herhangi” bir “Kitap” değildir
Bu nedenlerle Kur’an'ın her türlü olumsuz bilgilerden arındırılarak ve "Önyargısız" olarak ve anlama gayreti ile defalarca okunması gerekmektedir. Ancak böylece ve sürekli olarak anlama gayreti ile sebat edilerek sabır ile okumaya devam edilmesi halinde yavaş yavaş okunan Ayetlerin gösterdikleri yol, öğüt ve öneriler anlaşılır hale gelecektir.
Ve görülecektir ki, YARATILAN HER ŞEY MUTLAK VE TEK YARATICININ "TAKDİRİ” ve "EŞSİZ ve MÜKEMMEL" tasarımı ile başlatılmıştır ve sürdürülmektedir. Ve tüm yaratılışlar ZAMAN diye tanımladığımız ancak şu an için niteliği konusunda çok detaylı bilgi sahibi olmadığımız boyut veya ortam ile mümkün olabilmektedir. Bu Dünya ve Evren ortamlarında ZAMAN olmadan HİÇBİR ŞEY mümkün değildir. ZAMANA karşı koymak, değiştirmek, hızlandırmak, yavaşlatmak, durdurmak mümkün değildir. Bu konuda insanlar ancak Yüce Yaratan ALLAH tarafından izin verildiğinde bilgi sahibi olabileceklerdir.
Yüce Allah ayrıca Kur'an’ın aynı zamanda tüm "Alemler" için bir öğüt olduğunu belirtmektedir.
Oysa o âlemler için ancak bir öğüttür. (2/52), (68/52)
Burada alemler önemli bir işaret olarak insanların dikkatlerine getirilmekte ve Kur'an bütün insanlara tüm alemler için geçerli bir "Öğüt" olarak tanımlanmaktadır. Alemler tanımlaması, bu Dünya ortamı, onun da bir parçası olduğu "Evren" ortamı ve bunların dışında var olan diğer "tüm ortamları" kapsamaktadır. Buna Allah'a ait olan "Arş" bünyesinde "gerçek ortam" olarak ifadeye çalıştığımız ve sayısı ve nitelikleri ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız "Ahiret Alemi" ve onun bünyesinde bulunan diğer ortamlar da dahildir. Bu anlamda İnsanların Kur'an’ı, bu ortamdan sonraki yaşamlarının devam edeceği diğer “Alemler” ile ilgili olarak bazı bilgileri vermesi ve oradaki duruma hazırlanılması gibi öğüt ve önerilerde bulunması, insanların yaşamlarını sürdürecekleri diğer Alemlerde de onlar için önem taşıdığının dikkate alması gerekmektedir.
Öte yandan Allah Kur'an’ı, asıl unsurlarından biri olan "Gerçek ve Asılsız" olanların ayırt edilmesini sağlamak üzere ve tüm Alemlere "Uyarıcı" olması için Hz.Muhammed'e “İndirdiğini” açıklamaktadır.
Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren (42/1), (25/1)
Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir. (42/2), (25/2)
Bu Ayetler Kur'an’ın sadece "İnsanlar" değil fakat tüm "Alemler" için bir "Uyarıcı" olarak "İndirildiğini" belirtmektedir. Buna göre, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden "Yücelerin Yücesi" olan Allah Kur'an’ı "Tüm Alemlere" iletilmek üzere Hz.Muhammed'e "İndirdiğini" açıklamaktadır. Bu ifadeden Hz.Muhammed'in tüm Alemler için "Uyarıcı" olarak görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Yine bu Ayetler ile Kur'an’ın asıl niteliklerinden birisinin "Gerçeği Asılsızdan" ve "Doğruyu Doğru Olmayandan" ayırma olduğuna işaret edilmektedir.
Kur'an'ın Dili
Yüce Allah, Kur'an’ı Hz.Muhammed'in dilinde (Arapça) indirdiğini bildirmekte ve insanlara iletilmesi ile ilgili olarak bazı açıklamalara dikkat çekmektedir.
Biz Kur'an'ı, sadece, onunla Allah'tan sakınanları müjdeleyesin ve şiddetle karşı çıkan bir topluluğu uyarasın diye senin dilinle kolaylaştırdık. (44/97), (19/97)
Biz, onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen onlardan herhangi birinden hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun? (44/98), (19/98)
Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık, umulur ki onlar korunurlar yahut da o kendileri için bir ibret ortaya koyar. (45/113), (20/113)
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. (45/114), (20/114)
Apaçık Arap diliyle indirmiştir. (47/194), (26/194)
Senin kalbine indirmiştir. (47/195), (26/195)
Benî İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir? (47/197), (26/197)
Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (53/2), (12/2)
Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. (59/28), (39/28)
Rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (61/2), (41/2)
Bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. (61/3), (41/3)
Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: “Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden olur mu?” De ki: “O, inananlar için doğru yolu göِsteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır, onlara uzak bir yerden bağırılıyor" (61/44), (41/44)
Şehirlerin anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. Bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir. (62/7), (42/7)
Apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu Arapça bir Kur'an kıldık. (63/2), (43/2)
Anlayıp düşünmeniz için. (63/3), (43/3)
Biz onu, öğüt alalar diye senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık. (64/58), (44/58)
Bekle; onlar da beklemektedirler. (64/59), (44/59)
Şüphesiz biz onların: "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz, kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır halbuki bu apaçık bir Arapçadır. (70/103), (16/103)
Onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir, çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. (72/4), (14/4)
Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. (96/37), (13/37)
Ayet ile Allah Hz.Muhammed'e Kur'anın Allah'tan sakınanlara ve O'na inananlara bir "Müjde" olarak ve Allah'a karşı çıkan insanların da "Uyarılması" için kendi dili ile Hz.Muhammed'e "Vahiy" olarak (Kalbine) indirdiğini, böylece onların "Korunmaları" ve "İbret Almaları" umudu ile ikazları tekrar tekrar açıkladığını, bu durumun Allah'ın "Gerçek Hükmedici" olduğunu gösterdiğini, ayrıca, kendisine karşı çıkan insanlardan önce de inanmayıp karşı çıkan nice nesilleri "Helak" ettiğini ve onlardan hiçbir iz kalmadığını açıklamakta ve tüm insanların bu durumu dikkate almaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Ayrıca, İsrail toplumu bilginlerinin Kur'an’ın Hz.Muhammed'e vahiy edileceğini bildiğini ve inanmayanlar için bu durumun bir "Delil" olduğu belirtilmektedir.
Kur'anın Arapça olmasının bir diğer nedeni olarak da, Hz.Muhammed'in öncelikle yaşamakta olduğu ve Arap Toplumunda önemli bir yeri olan Mekke (Şehirlerin Anası) şehrindekileri bilgilendirilip "uyarmak" üzere görevlendirildiği ve üstlendiği bu "Peygamberlik" görevi gereğince "Allah'ın varlığı ve tek Yaratıcı olduğu konusunda halkı "Uyarması" ve varlığından asla şüphe olmayan ve bu gerçeğin sorulacağı bir "Toplanma Günü" olacağını ve Kur'an ile iletilenlere olan inançları dikkate alınarak insanların bir bölümünün Cennette (Sonsuz Kurtuluşta), bir bölümünün de Cehennemde (Azapta) olacağını söyleyerek onları "uyarması" olarak özetlenebilecek hususları "İlk Olarak" içinde yaşadığı topluma iletmesi olduğuna dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e, Kur'an’ın başka bir dilde "vahiy edilmiş" olması durumunda birlikte yaşadığı toplumun bu defa "Araba yabancı dilden Kur'an olur mu" diye sorgulayacaklarına işaret ederek asıl konunun Kur'an’ın inananlar ve bütün insanlar için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifa (Kurtarıcı) olduğunu bildirmektedir. İnanmayanların ise ister Arapça ister kendi dillerine çevrilmiş olsun, merak edip ilgi duymadıkları için sanki onlara uzak bir yerden bağırılıyormuş gibi kulaklarında bir ağırlık bulunduğuna, bu nedenle de Kur'an’ın onlara "Kapalı" olduğuna işaret etmektedir.
Bu durum Kur'an’ın ilk vahiy edildiği zamandan itibaren Kıyamet zamanına kadar geçerli olacak bir "gerçeğe" dikkat çekmektedir. Buna göre öncelikle Kur'an’ın içeriğinin merak edilip her türlü sabit fikirlerden arınmış bir "anlama niyetiyle" okunması gerekmektedir. Böylece Kur'an’ı anlamaya "samimiyetle" niyet edilmesi durumunda Allah'ın bu ortamda "Halifesi" olarak yaşamasını uygun gördüğü "Akıllı" insanların tüm yaratılış ve "Tek yaratıcı" ile ilgili "gerçekleri" anlayabilecekleri, aksi halde Kur'an’ı sanki kulaklarında bir ağırlık bulunuyormuş ve onlara uzak bir yerden bağırılıyormuş gibi hissedecekleri için Kur'an’ın onlara “Kapalı” olduğu ve bu nedenle de Kur'an’ı anlamalarının pek mümkün olamayacağı bildirilmektedir.
Hz.Muhammed'e inanmayanların onun bir başkasının etkisi ile bu Ayetleri söylediğini ileri sürmeleri üzerine Allah bir Ayetinde onların "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini bildiğini ve kendisine nispet ettikleri (işaret ettikleri) şahsın dilinin Arapça olmadığını ve Kur'an’ın Arapça bir "Hüküm" ve "doğru yolu gösteren bir kılavuz" olarak "İndirdiğini" belirtmektedir. Ayrıca daha önceki toplumlara da uyarı, öğüt ve önerilerini her peygambere yalnız kendi kavminin "diliyle" gönderdiğini bildirmektedir. Buna göre insanların bunları dikkate alıp ona göre "doğru yola" yönelebileceklerine dikkat çekilerek, Allah'ın bunları "doğru yola iletmeyi" dileyeceği ve bunlara inanmayıp "kibirlenerek" kendi "nefslerinin" etkisi altında inkâr yoluna gidenleri de "saptırmayı" dileyeceği açıklanmaktadır.
Yüce Allah, insanlara ilettiklerine inanmayanların başlarına gelecekleri beklemesini, zira onlara ilettiklerine inanmamayı sürdürenlerin de başlarına gelecekleri beklemekte olduklarını Hz.Muhammed'e bildirmekte, böylece inanmayanların bu duruma son vermelerini ve kendilerine yapılan "Uyarıları" dikkate almalarını onlardan beklediğini inanmayanlara iletmesini istemektedir.
Bu konuda Elmalılı tefsirinde özetle şu açıklama yapılmaktadır:
“Özetle peygamberliği kabul etmek istemeyen müşrikler, Resulullah'ı yeni tahsile başlamış acemi bir öğrenci ve başkasına yaptırdığını kendine isnad eden bir aldatıcı gibi göstermek için, bir insanın ona öğrettiği şüphesini uyandırmak istiyor ve bazen şuna, bazen buna isnad ederek çeşitli propagandalar yapıyorlardı. Nitekim son zamanlarda bazı hristiyanlar da Hz.Muhammed, dinini hristiyanlardan öğrendi, Müslümanlığı hristiyanlıktan aldı diye aynı şekilde yayınlar neşretmişlerdir. İşte bütün bunları kapsamak üzere görülüyor ki, âyette bir isim açıkça zikredilmemiş, kayıtsız olarak "bir insan" denilmiş ve bununla şüphenin genel olarak kökünden halledilmesine işaret edilmiştir. Çünkü bu şekilde iftiracıların esas kötü niyetleri, herhangi bir insanın Hz.Muhammed'e öğrettiği şüphesini ileri sürmektir. Yanılmalarının da dayanağı budur. Kur'ân'ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğunu inkâr etmek için öyle söyleyenler düşünmüyorlar ki Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Arapça değil, anadili Arapça'nın yabancısı olan bir dildir. Yani ona bir insan öğretiyor demelerinden gayeleri insanların aklını çekmek, fikir ve düşüncelerini Allah'tan bir insana çevirmektir."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/nahl.htm
Kur'an’ın İnsanlara Uyarı, Öğüt ve Önerilerle "Gerçekleri Açıklaması"
Yüce Allah Hz.Muhammed'e "Vahiy" olarak ilettiği Kur'an’ın, bu ortamda yaşayan ve "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanlara "Yaratılış" ile ilgili "Gerçekleri" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı "Düşünüp" anlamaları için uyarı, öğüt ve önerileri kapsadığını, ayrıca bütün insanların bunlar üzerinde düşünüp öğüt almaları için onu "kolaylaştırdığını" bildirmektedir.
Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu? (37/17), (54/17)
Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu? (37/22), (54/22)
Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öِğüt alınması için kolaylaştırdık, o halde düşünüp öğüt alan yok mu? (37/32), (54/32)
Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık, o halde düşünüp ibret alan yok mu? (37/40), (54/40)
Ayetlerde yer alan ifadeler ile bütün insanlardan Kur'an Ayetlerini "incelemeleri", Ayetler üzerlerinde düşünerek Allah'ı tanınmaya ve anlamaya çalışmaları, "Yaratan" ile olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve Allah'a "İman Etmeleri" beklenmektedir. Bunun için Ayetlerin anlaşılmalarının "kolaylaştırıldığına" işaret edilmekte ve "Öğüt alan yok mu " diye sorularak "Bütün İnsanlar" Allah'ı anlamaya yönlendirilmekte ve çağırılmaktadır.
Özellikle inkarda ve isyanda ısrar etmekte olan insanların da bu çağırılara önem vermeye ve "Akıllarını" kullanarak Kur'an Ayetlerini inceleyip üzerinde düşünmeye yönlendirilmektedir. Bu nedenle Ayetlerin "anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırılmış" oldukları açıklamasını bir "Uyarı" olarak değerlendirmeleri gerektiği belirtilmektedir.
Elif, Lâm, Mim, Sâd (39/1), (7/1)
Kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın. (39/2), (7/2)
Rabbinizden size indirilene uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! (39/3), (7/3)
İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz, şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik. (45/99), (20/99)
Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir. (45/100), (20/100)
Bu kimseler, onda ebedi kalırlar, onlar için kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür! (45/101), (20/101)
Elif, Lâm, Mim, Sâd, “Ayetleri” bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah "katından" ve Allah tarafından Hz.Muhammed'e “Mübarek” bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğini”, Kur'an-ı Kerim'in "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e insanları uyarması ve inananlara öğüt vermesi için ona indirilen bir kitap olduğunu açıklamakta ve artık bu hususta içinde (kalbinde) bir şüphe duymamasını telkin etmekte, bütün insanlara da Allah'ın Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" Kitaba (indirilene) uymaları, bu Kitabı ve onu "indiren" Allah'ı bırakıp başka şeylerin (dostların) peşinden gitmemeleri gerektiği bildirilmektedir.
Bu uyarılara rağmen insanların verilen bu öğütleri "çok az aldıklarına" işaret edilerek bütün insanlar bu konuda daha duyarlı olmaya teşvik edilmektedir.
Bu arada Kur'an’ın önceki dinlere ait söylenti ve belgelerden yararlanarak onlardan yapılan "Alıntılara" göre Hz.Muhammed tarafından "Uydurulduğunu" ileri süren görüşler de bulunmaktadır. Bu nedenle Allah Hz.Muhammed'e "Geçmiştekiler" ile ilgili "Haberlerin" bir kısmını tüm insanlara iletmek üzere "Kur'an" olarak kendisine verdiğini ayrıca belirtmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhamed'e bütün insanlara "Allah’ın Sözü" olarak (Zikir) verdiği (vahiy ettiği) Kur'an'dan "Yüz Çeviren" insanların, yeniden dirilişin yaşanacağı "Kıyamet" zamanında altında "Ebedi" olarak kalacakları "Ağır Bir Günah" yükü yüklenecekleri ve bunun ne kadar "Kötü" bir yük olduğunu hatırlatmaktadır.
Nitekim Kur'an'da yer alan uyarı, öğüt, yol gösterme ve kesin hükümler ile ilgili olarak çok sayıda örnek (misal) verildiği açıklanmaktadır.
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık, yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler. (50/89), (17/89)
Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür, fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır. (69/54), (18/54)
Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir! (69/55), (18/55)
Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir; şayet onlara bir mucize getirsen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.” (84/58), (30/58)
Ancak insanlar içlerinde bulunan ve Şeytan tarafından kolaylıkla etki altına alınan kuşkulanma ve şahsi menfaatine yönelik hareket etme duygularının (nefs) etkisi altında kalarak Kur'an da verilen bu örnekler ve kesin hükümlere ve tüm bilinen ve bilinmeyen evren veya evrenlerin yaratıcısı olan Büyük Allah'a inanmakta (İman) zorlanmakta hatta kendilerine "üstünlük" vehmederek inkâr etmeyi kendilerince çok daha "akılcı" veya "mantıklı" görmektedirler. Yüce Yaratan bu durumdaki insanların "kalplerini" doğru yola kapatmış (mühürlemiş) olduğunu hatırlatmakta ve bütün insanlara bu uyarılarını dikkate almaları için ihtarda bulunmaktadır.
İşte bilmeyenlerin kalplerini Allah böylece mühürler. (84/59), (30/59)
Sen şimdi sabret, bil ki Allah'ın vadi gerçektir iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin! (84/60), (30/60)
Yüce Yaratan sevgili peygamberi Hz.Muhammed'e bu durumda olanlar için "sabretmesini" zira Allah'ın vadinin "gerçek" olduğunu, buna iyice inanmamış olanların onun yürütmekte olduğu "tebliğ" görevini yerine getirmesinde onu "gevşekliğe" sevk etmemesini, bilgilendirmek ve üzerinden ders almak üzere, bütün insanlara bildirmesini öğütlemektedir.
İnsanları inanmaktan alıkoyan bu zorluk Allah'ın şeytana verdiği izin nedeniyle çok güçlüdür. Ancak, aynı zamanda Allah yarattığı insana çok güvenmektedir. Zira, insanın yapısında bu güçlükleri yenecek ayrı bir güç bulunmaktadır. İnsan bu gücünü ancak Allah'ın insanlara en büyük lütfu olarak verdiği akılları sayesinde anlayabilirler. Bu nedenle akıl yürüterek bu güce erişmek ve nefsin çekiştirmelerine karşı koyarak Allah'ın beklediği anlamda "İnsan Olmak" gerekmektedir. "İnsan Olmak" Allah'ın insanlara verdiği en büyük ve en önemli görevdir ve bu görev bu dünyada yapılacak ve insanlar bu görev ile ilgili olarak sınava tabi tutulacaklardır.
Kur'an, insanlara dünyadaki bulunmalarının nedeni, insanın asıl benliği ve yapısının ne olduğu, nereden geldiği, dünyada ondan nelerin beklendiği gibi konularda aydınlatıcı, öğretici yol gösterici olarak verilmiştir. İçerisinde kesin hükümler ve örnek olarak alınması gereken olay ve hikayeler bulunmaktadır. “Dikkatle” incelendiğinde insanın düşündüğü ve düşüneceği her konuda örnekler Kur'an’da bulunmaktadır.
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik, sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir. (69/57), (18/57)
Kur'an’da yer alan tüm uyarı, öğüt, yol gösterme ve kesin hükümleri akıl yolu ile anlamaya çalışmayıp yüz çevirenler ve bunu bilerek ve isteyerek yapanlar için Allah geri dönüş yolunu kapatmaktadır. Artık isteseler de geri dönerek iman etme kabiliyetleri olmayacaktır. Burada en önemli konu, insanın fırsatı varken (Aklını fark edip neyin nasıl olduğunu araştırmaya başladığı ve etrafını anlamaya başladığı yaştan itibaren ölünceye kadar olan zaman) aklını bulup Allah'ı tanıma yolunda işler yapmaya yönelirse Allah onun bu yolda ilerlemesini kolaylaştıracak ve her an daha iyiye götürecektir. Ancak inatla bu gerçeği anlamaktan kendisini alıkoyar ise, bu kere yukarıdaki Ayette yer aldığı gibi giderek Allah yolundan uzaklaştırılacak ve bu şansını tümüyle kaybedecektir.
Yüce Allah, Kendisi tarafından peygamberlere gönderilen kitaplarındaki Ayetleri inkâr edenlerin, onları tahrif edip "başka sözlerle" değiştirenlerin, kelimelerinin yerlerini değiştirerek anlamlarını saptıranların veya yeniden yazanları "Zalimler" olarak tanımlamakta ve geçmişte onlar üzerine gökten acı bir "azap" indirdiğini hatırlatmaktadır.
Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (112/13), (5/13)
Yapılan bu hatırlatmalara rağmen kişisel veya bir topluluk oluşturarak "çıkarlarını" korumak için kendilerine söylenenleri (Ayetlerini) başka sözlerle değiştirenlerin daima "Şiddetli Azap" görecekleri bir defa daha "ihtar edilerek" bütün insanlar uyarılmaktadır. Ayrıca Ayetlerini değiştiren önceki toplumların üzerine indirdiği "Azaba" işaret edilmekte ve Yüce Yaratıcının tüm bunları yapacak gücünün bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Böylece Peygamberleri ile iletilmiş olan "sözlerini" kendi çıkarları için değiştirerek insanları "aldatanlara", bu yola sapmamalar açıkça bildirilmektedir.
Günümüzde İslam ve Müslümanlık açısından her an yapılmakta olan en önemli bir "Hata" olarak bu Ayetin üzerinde durulması gerekmektedir. Zira insanlara "Son" uyarı, öğüt ve öneriler olarak iletilmiş olan Kur'an Ayetlerinin bir şekilde insanların çıkarlarına yöneltilmesi, onların "Allah'ın Sözleri" ile "aldatılmaları" sonucunu doğurmaktadır. Her toplumda da olmasına rağmen bu durumun özellikle "Son Uyarıların" indirildiği İslam ve Müslümanlar açısından önemi çok büyüktür. Zira özellikle Müslüman olanların bu uyarılardan sonra "Akıllarını" artık kullanarak diğer insanlar üzerinde üstünlük kurmak, etkili olmak ve böylece onları kendi çıkarları için kullanmalarının bütün insanlığa yapılan en büyük "Zulüm" olduğunu anlamış olmaları ve bu gibi eylemlerden kaçınarak diğer toplumlara da bu konuda "Ahlaki Örnek" olmaları gerekmektedir.
Öte yandan toplum bireylerinin de yine "Akıllarını" kullanarak kendilerine yönelik olarak yapılan her türlü "Allah ile Aldatma" teşebbüslerini fark etmeleri ve hiçbir zaman buna fırsat ve meydan vermemeleri gerektiğini "unutmamaları", hem onların ve hem de tüm toplumun "hayrı" için çok önem taşımaktadır. Bu konunun, Allah'ın bütün insanlardan "Halifesi" olarak beklediği bir davranış olarak, bütün "Dinler" için ve bütün toplumlar için geçerli olduğu unutulmamalıdır.
Son zamanlarda bu konuya önem verilmeye başlandığının bir işareti olarak Yaşar Nuri Öztürk tarafından "Allah ile Aldatmak" kitabında yapılan uyarılar ve Hüseyin Atay, Caner Taslaman, Süleyman Ateş, Mustafa İslamoğlu, Muhammed Esed gibi çok sayıdaki diğer yazarların eserleri ve Allah'ın mesajının anlaşılmasını yaygınlaştırmak amacı ile faaliyet gösteren bir grup ilahiyatçının oluşturduğu “Kur'an Araştırma Grubu” gibi kuruluşların yayınları gösterilebilir.
Allah ile Aldatmak - Yaşar Nuri Öztürk - PDF Drive (pdfdrive2.com)
Ayrıca Pakistan uyruklu olduğu anlaşılan ve Kashif Ahmed Shehzada takma adı ile yayınlanan kitapta da bu konularda açıklamalar bulunmaktadır. (Dinin Kaynağı Olarak Kur’an Yeter mi? Kashif Ahmed Shehzada İstanbul Yayınevi )
Muhkem ve Müteşabih (Anahtar) Ayetler
Hz.Muhammed'in yaşadığı dönemde yaşamış olan ve bilgi birikimlerinin yeterli düzeyde gelişmemiş ve nefislerine yenilerek önceki "uyarıcılar" tarafından bildirilen davranış ve inançlarından "uzaklaşmış" olan insanları kişisel ve toplumsal olarak düzene sokmak ve "doğru yola" yönlendirmek için, fakat aslında “En Sonunda” bütün insanlara bildirilmek üzere Hz.Muhammed’e vahiy edilen Kur’an Ayetlerinin “anlaşılabilmesinin”, ancak tüm Ayetlerin bir “bütün” halinde okunup değerlendirilmesi ile mümkün olabileceği Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Buna göre Yüce Allah’ın, tüm insanların Ayetleri "okurken" diğer Ayetler ile ilişkileri ve bağlantıları ile birlikte değerlendirerek anlayabilmelerinde ve böylece “doğru yola” erişmelerinde “yardımcı” ve “yol gösterici” olmak üzere, Ayetlerin bazı “özel” nitelikleri hakkında açıklamalar yapan Ayetleri de Hz.Muhammed’e vahiy ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Kur'an’ın değişen ve gelişen toplumlar tarafından daha açık olarak anlaşılmasını sağlamak üzere "bir kısım" Ayetlerin, hükümleri açısından diğer bir Ayetin yerine geçenler, bazı hükümlerini yürürlükten kaldıranlar, hükmü değişmeyenler (muhkem) veya asıl amacı ve anlamı Kur'an üzerinde Akıllarını kullanarak bilimsel araştırma ve çalışmalar yapanlar (Alimler) tarafından açıklanabilenler (müteşabih) olmak üzere nitelendirildikleri, bu konudaki Ayetlerde açıkça bildirilmektedir. Görüleceği gibi bu “Özel” nitelikli Ayetler, tüm insanlar açısından Kur'an'ın "Anlaşılabilmesi" için çok önem taşımaktadır. Yüce Allah “Özel” nitelikli Ayetlerin önemini ve niteliklerini bir “Muhkem” Ayetinde açıklamaktadır.
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)
Buna göre Ayetlerin bazılarının Muhkem yani "Kesin Hükümlü" ve bazılarının da Müteşabih yani "Benzer Hükümlü" oldukları "Kesin" ifadeler ile açıklanmaktadır.
Muhkem Ayetlerin aksi düşünülemeyecek kadar kesin anlamı bulunduğu ve bu nedenle bu Ayetlerde yer alan hükümlerin "Kesin Hüküm" niteliğinde olduğu söylenebilir.
Burada "Müteşabih" Ayetler ile ilgili olarak önemli bir hususun unutulmaması gerekmektedir. Kur'an Ayetlerinin "yaşam tarzı" ve tüm "toplum hayatı" ile ilgili bütün Ayetleri "Müteşabih" yani örnek olarak yapılan açıklamalar ve öneri niteliğinde bulunmaktadır. Zira bu tür Ayetlerin "indirildikleri zamandaki" uygulamaların düzeltilmesi için "kesin olarak" uyulmak üzere bildirildiği anlaşılmaktadır. Bu anlamda Ayetlerdeki önerilerin insanların "Akıl" kullanmadaki becerilerinin ve sahip oldukları "bilgi birikimi" düzeyinin gelişmesinde önemli rol oynadığı da kesindir. Ancak sonraki dönemlerde bütün insan toplumlarında bireylerinin ulaştığı "Akıl" kullanmadaki becerilerinin ve sahip oldukları "bilgi birikiminin" insanları bu konularda daha ileri düzeylere ulaştırabileceği söylenebilir. Çünkü Yüce Allah, Ayetlerini anlamaları için "Kendi Lütfu" olduğunu bildirdiği "Akıl" unsurunu "kullanmalarını" ve her konuda "Kendi Halifesi" olarak davranmalarını bütün insanlardan beklemekte ve bu tür Ayetlerini ancak "akl-ı selim sahiplerinin" düşünüp anlayacaklarını bildirilmektedir. Bu durumda “Muhkem” Ayetler dışında kalan ve Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerinin çoğunlukla benzer konulardaki uygulamalardan ve gerçeklerden örnekler verilerek ifade edildiği ve bu nedenle “ayırt edilmesi zor olacak şekilde birbirine benzeyen” bütün Ayetlerin “Müteşabih” olarak tanımlandığı söylenebilir.
Bu nedenle gelecek zamanlarda da bu tür Müteşabih Ayetlerin "akl-ı selim sahipleri" tarafından düşünüp anlaşılacağının dikkate alınması ve toplum düzeni ile ilgili olarak oluşturulacak toplum kurallarının "akl-ı selim sahiplerinin" görevlendirilerek onlara danışılarak (istişareler sonucunda) belirlenmeleri bütün insanlardan beklenmektedir.
Muhkem ve Müteşabih Ayetler konusunda yapılan bazı tanımlamalar aşağıda özetlenmektedir.
"Muhkem ayetler: Açık, kesin, manası herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan ayetlerdir." Müteşabih ayetler: Birden çok anlama gelebilen, manası herkes tarafından kolayca anlaşılamayan, açıklanması için başka delillere ihtiyaç duyulan ayetlerdir."
http://www.ilimrehberi.net/dini-ilimler/kur-an-kerim/1577-muhkem-ve-mutesabih-ayet-nedir.html
"Muhkem (Mânası açık) olmayan Kur'ân âyetleri ve bazı benzer şekildeki hadisler; Kur'ân-ı Kerîm âyetleri ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri hep "Müteşabihât" olarak adlandırılmaktadırlar. Arapça bir sıfat olan "Müteşâbih" kelimesi Arapça "benzeşen" demektir." https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCte%C5%9F%C3%A2bih
"....âyetlerinin bir kısmı muhkemattır. Mânâsı ve murada delaletleri kesin, kelime ve cümleleri başka anlamlara çekilmeye engel, sağlam ve şaşmaz ifadelidir, muhkemdir, "bunlar ümmü'l-kitaptırlar", kitabın anası, anlamda temel ve köktürler. Hak ile batılı ayıran, hakikatleri tasdik edip ortaya koyan asıl bunlardır. İlimde ve amelde peşine düşülmesi ve uyulması gereken temel ilkeler ve belgeler, hidayet için deliller bunlardır. Diğerleri bunlara irca ve havale edilir."
"Muhkem kelimesi lügatte bozulmaktan uzak, gerçek ve sağlam demektir ki, hikmet kelimesi de bununla ilgilidir. İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit olarak benzemelerine de teşabüh, benzeyenlerden her birine de müteşabih denilir ki, birbirinden seçilemez, insan zihni onları birbirinden ayırd etmekten aciz kalır. Teşbih ve müşabehet, (yani benzetme ve benzeme) tabirlerinde bir taraf eksik ve ikinci derecede, diğer taraf tam ve esas olur. Teşabühte ise her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerlikte olur, benzer yönleri ayrıntıları ortadan kaldırır da birbirinden seçilemez olurlar."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/imran.htm
Bazı insanların "Müteşabih" Ayetleri çıkarlarına göre tevil (Yorumlama) etmeleri nedeniyle, Kur'an'ın Yüce Allah'ın İnsanlar tarafından anlaşılmasını "Beklediği" asıl anlamlarının "Saptırılması" İnsanlar arasında "Fitne" çıkarmak için kullanılabileceklerine ve bu konuda çok dikkatli olunması gerektiğine işaret edilmektedir. Nitekim Ayette "Muhkem" Ayetlerin Kitabın "Esası" olduklarına işaret edilerek, kalplerinde eğrilik olanların "Müteşabih" Ayetlerin peşine düşerek kendi çıkarları doğrultusunda yorumlar yaptıkları ve kendi çıkarları için "Kullandıkları" açıklanmaktadır.
Bu konuda Elmalılı ve Muhammed Esed tefsirlerinde ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır. Aşağıda bu konu ile ilgili özet birkaç cümle alınmıştır.
"İşte kitabın âyetleri böyle muhkemat ve müteşabihat şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Asıl uyulacak ümmü'l-kitap da müteşabihat olanlar değil, muhkemattır. Amma kalblerinde eğrilik ve kaypaklık olanlar, doğruluktan hoşlanmayıp eğrilikten, yamukluktan ve sapıklıktan zevk alanlar, muhkematı bırakırlar da kitabın müteşabih olan âyetlerinin peşine düşerler, onları esas alırlar, dumanlı havalar ararlar. Çünkü fitne çıkarmak, hakkı ve hakikatı karıştırıp, halkı şüpheye düşürmek ve şaşırtmak suretiyle doğru yoldan çıkarmak ve belaya uğratmak isterler ve onu kendi gönüllerine ve keyflerine göre eğri büğrü te'vîl etmek arzusunu beslerler. Halbuki onun te'vilini, yani meâlinin ve sonunun nereye varacağını Allah'dan başka kimse bilmez."
"Allah Teâlâ'ya yerde ve gökte, bütün zamanlarda ve bütün mekanlarda gizli, meçhul bir şey bulunmadığı halde, O'ndan başkasına böyle olmadığı gibi, bütünüyle hakikat olan ilâhî kitapta dahi hal böyledir. "O'nun ilminden hiçbir şey kavrayamazlar." (Bakara, 2/255), "Allah bilir, siz ise bilmezsiniz." (Bakara, 2/232). Zira meçhul meçhul ile, şüphe şüphe ile hallolmaz. Meçhuller bilgi ile ve o bilglerin kuvvet derecesine bağlı olarak hallolur. Öğretim ve irşad, bilgiler üzerine meçhulleri sezdirmek ve o bilinmiyenleri bilinenlere dönüştürmektir. Öğrenende bilgi arttıkça, öğretmen kendi bilgi derecesine göre, onun önüne bilinmesi gereken konuları sürer, sonra da onları çözdürür. Bundan dolayı bilinmeyeni sezebilmek de onu bilmenin ön şartı olur. Cenab-ı Hak kullarına hakikat bilgisini böyle ihsan eder. Önce kendini ve başkasını ayıran bir muhkem ilim bahşeder. Sonra belli belirsiz olarak meçhul şeyleri sezdirir. Bunları basamak basamak muhkem bilgiler şekline dönüştürerek yakîn bilgiler haline getirir. Hikmet düzeninde ilim dahi varlıktaki düzen gibi sistemli bir şekilde akar gider. Allah'ın bilgisi ise sonsuzdur. Sonradan olma (hâdis) olan insan bilgisi hiçbir zaman ve hiçbir şekilde buna eşit olamaz, onu ihata edip boyutlarına ulaşamaz. Böyle olduğunu bilmek, sonsuza dek ilim ve öğrenme yolunda yürümek de en büyük ilim, en büyük marifettir. Bundan dolayı insan ilimde hangi mertebeye ulaşmış olursa olsun, yine de önünde yığınla bilinmesi gereken meçhuller bulunduğunu sezmek ihtiyacındadır. Bu bilinmeyen meçhulü sezmek ise müteşabihat karşısında bulunduğunu bilmektir."
"Daha doğrusu geçmişe ve geleceğe, ezele ve ebede ilişkin olan her beşerî ilim, müteşabih olmak konumundan kurtulamaz. Hiçbirisinde şimdiki halde şuurun yakından şahid olduğu ve müşahede ettiği kuvvette kesinlik yoktur. Her tecrübe ve gözlemin bir öncesine ve bir sonrasına doğru attığı adım bir müteşabihlik ile ilgilidir. İlmin en kuvvetli gerekçesi olan tecrübe zaruri bir gerekçe değildir. Bu konuda en sağlam ve en genel belge, sebebin ve şartların devamlılığından çıkan, olağan tekdüzeliktir ki, bu da ilâhî iradeye dayanmaktadır. Binaenaleyh beşer ilminin müteşabihattan kurtulması mümkün değildir. İşte insanlara Hakk'ın iradesini gösterecek hidayet için bir ilâhî öğretim olmak üzere indirilmiş bulunan ilâhî kitaplar, tamamen bu gidişata, yani, ilâhî düzenin gerçeklerine uygun ve paralel olarak muhkemat ve onun karşılığında müteşabihat ile indirilmiş bulunmaktadır."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/imran.htm
“İlahî kelâmın özü olan açık ve kesin hükümlü mesajlar ile müteşabihleri kapsayan bu ilahî kelâmı sana bahşeden O'dur. Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ve ona [keyfî] anlamlar yüklemek amacıyla ilahî kelâmın müteşabih olarak ifade edilen kısmına uyarlar; oysa Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez. Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: "Biz ona inanırız: [ilahî kelâmın] tümü Rabbimizdendir; derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders almasa da.”
“ Yukarıdaki pasaj, Kur'an'ın anlaşılmasında bir anahtar olarak görülebilir. Taberî, âyâtun muhkemâtun ("açık ve kesin hükümlü mesajlar") ifadesini, fukahânın ve dilbilimcilerin nass olarak tarif ettikleri şey, yani, ifade tarzları itibariyle açık ve açıklayıcı (zâhir) olan emir ve beyanlar (karş. Lisânu'l-Arab, nass maddesi) ile özdeş görür. Sonuçta Taberî, yalnızca Kur'an'ın birden fazla yorumu kabul etmeyen emir ve beyanlarını muhkem ayet sayar (ki bu, tabiatıyla, belli bir muhkem âyet'in anlam ve sonuçları konusundaki görüş farklılıklarını dışlamaz). Ancak bana göre, yukarıdaki tanıma uymayan herhangi bir Kur'an pasajını müteşâbih (allegorical) olarak görmek, çok dogmatik bir düşünce tarzı olur. Çünkü Kur'an'da, birden çok yoruma müsait olduğu halde, müteşâbih olmayan birçok ifade/beyan vardır -tıpkı, müteşâbih ifade tarzlarına rağmen, araştırıcı akla tek bir anlam ilham eden pek çok ibare ve pasaj bulunduğu gibi. Bu sebeple, müteşâbih âyetler, mecazî olarak ifade edilen ve doğrudan birçok kelime ile anlatılma yerine istiâre yoluyla işaret edilen anlamı yansıtan Kur'an pasajları olarak tanımlanabilir. Muhkem âyetler, "ilahî kelâmın özü" (ummu'l-kitâb) olarak tanımlanmıştır. Çünkü bunlar, mesajın temelini teşkil eden ana ilkeleri ve özellikle ahlakî ve sosyal öğretileri kapsar. İşte müteşâbih âyetler, ancak bu açık şekilde ifade edilen ilkeler ışığında doğru olarak yorumlanabilirler. “
“ İlk müfessirlerin çoğuna göre, bu, ğayb kategorisine, yani, insan kavrayışının ve tahayyülünün ötesindeki gerçeklik alanına giren ve bu yüzden müteşâbih (allegorical) terimler dışındaki bir yolla insana anlatılamayan metafizik konulara -mesela, Allah'ın sıfatları, zaman ve sonsuzluğun kesin anlamı, ölünün yeniden dirilmesi, Hesap Günü, cennet ve cehennem, melek olarak tanımlanan varlıkların veya güçlerin mahiyeti vb.- değinen müteşâbih pasajların yorumuna işaret etmektedir. Ancak klasik müfessirlerin bu görüşünün, metafizik konularla ilgili olmadıkları halde maksadı ve ifade tarzı tamamiyle müteşabih olan birçok Kur'an pasajını dikkate almadığı görülür. Bana göre, bu şekildeki müteşabihatın mahiyetine ve fonksiyonuna gerekli dikkat gösterilmeden yukarıdaki pasajın doğru şekilde anlaşılması mümkün olmaz. Gerçek bir müteşabih, doğrudan ve açık terimlerle aynı kolaylıkla anlatılabilecek olan bir şeyin bambaşka renkli ifadelerle tasvirinden farklı olarak, karmaşıklığından dolayı doğrudan ve açık terimler yahut önermelerle yeterli biçimde ifade edilemeyen ve bu karmaşıklık sebebiyle, detaylı bir "ifadeler" demeti olarak değil de genel bir zihinsel imaj olarak ancak sezgi yoluyla kavranabilen şeyleri mecazî bir şekilde ifade etmeyi kapsar: Ve sanıyorum, "Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez" ibaresinin anlamı budur.”
Muhkem Ayetler
Kur'ân İlimlerine dair yazılan kitaplarda "Muhkem" Ayetler tek manası olan, anlaşılması için bir delile ihtiyacı olmayan, anlamı hiçbir zaman ve hiçbir şekilde değişmeyen "Sağlam, Kesin, Açık" nitelikte oldukları ve bu Ayetlerin Kur'an’ın "Esasını” teşkil ettikleri belirtilmesidir.
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)
Bu “özel” Ayette Kur’an’ın “esası” olduğu belirtilmektedir. Buna göre yapılacak yorumlarda bu Ayetin daima göz önünde bulundurulması gereken en önemli "Muhkem" bir Ayet olduğu anlaşılmaktadır.
Görüldüğü gibi Muhkem Ayetlerde yer alan hükümlerin aksi düşünülemeyecek kadar “kesin” anlamlarının ve hükümlerinin bulunduğu ve tüm zamanlarda geçerli (zaman üstü) oldukları bildirilmektedir. Bu durumda özellikle Yüce Allah’ın nitelikleri ve sıfatlarını açıklayan Ayetlerin tamamının Muhkem Ayetler olarak düşünülmelidir.
Öte yandan insanlara yapılan uyarı, öğüt veya öneri hükümleri sonrasında ayrı bir “cümle” şeklinde belirtilen Ayetlerde yer alan Yüce Allah ile ilgili cümlelerin de “Muhkem Ayet” olduklarının unutulmaması gerekmektedir.
Örneğin,
Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz, Allah'ın tuttuğunu O'ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir. (43/2), (35/2)
Ayetindeki “O, üstündür, hikmet sahibidir.“ cümlesi Muhkem Ayet hükmündedir.
Bu durumda “Allah'ın Nitelikleri ve Sıfatları” ile desteklenmiş olan Ayetlerde insanlara yapılan uyarı, öğüt veya öneriler “Muhkem Ayet” hükmünde olmaktadır. Bu nitelikteki Ayetler “Allah'ın Nitelikleri ve Sıfatları” bölümünde belirtilmektedir.
Nitekim Kur'an’ın içinde "Her Şeyden Haberdar" olan Yüce Yaratan tarafından "Sağlam" ve "Değiştirilemez" anlamı bulunanlar (Muhkem Ayetler) bulunduğu ve diğerlerinin de bunları "Açıklayan" öğüt, örnek ve önerilerin yer aldığı Ayetler oldukları (Müteşabih Ayetler) belirtilmektedir.
Elif. Lâm. Râ. Hikmet sahibi her şeyden haberdar olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış bir kitaptır. (52/1), (11/1)
Bütün bu bilgiler çerçevesinde "Yaratılış" ve Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" ile ilgili bulunan ve "İnsanların" kişisel inançlarına yönelik olan Ayetler "Muhkem Ayetler" olmaktadır.
Müteşabih Ayetler
Ayetlerin Muhkem veya Müteşabih olup olmadıklarının belirlenmesinde en açık ve kesin bilgileri açıklayan yukarıdaki "özel" Ayette Kitabın “esası” olarak belirtilen “Muhkem” Ayetlerin dışında kalan diğer Ayetler “Müteşâbih” olarak ifade edilmektedir.
Müteşabih Ayetlerde genellikle birbirlerini tamamlayan ve aralarında anlam bağları bulunan açıklamalar yer almaktadır. Bu nedenle Müteşabih Ayetlerde yer alan ifadeler ve açıklamalar bu nitelikleri daima göz önünde bulundurularak okunmalı ve değerlendirilmelidir. Zira bu Ayetler üzerinde düşünülerek dikkatle incelendiğinde, Yüce Allah’ın uyarı, öğüt ve önerilerinin ve bu ortamda geçmiş insanların geçmişte karşılaştıkları durumlarla ilgili olarak verilen örneklerin Kur’an’ın asıl anlam ve amacının anlaşılabilmesinde ip uçları verdikleri, böylece günümüzde ve gelecek bütün çağlarda bu Ayetleri okuyan insanlara da “doğru yola” ulaşabilmeleri için yol gösterdikleri görülebilecektir.
Nitekim bu özellikleri nedeniyle Müteşabih Ayetler her çağda insan toplumlarında uygulanan gelenekler ve davranışların Ayetler ile kendilerine iletilmiş olan “Gerçekler” karşısındaki durumunun ve “doğruluğunun” anlaşılmasında en önemli unsur olmaktadır. Ayette bu hususların ancak Akıllarını Kullananlar (akl-ı selim sahipleri) tarafından düşünüp anlayabilecekleri belirtilerek bütün İnsanlara Ayetleri okurken de “Akıllarını Kullanmaları” bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Buna göre kişilerin yaşam tarzları ve insan ilişkileri ile ilgili düzenlemeler gibi konuların yer aldığı Ayetlerin ise "genellikle" vahiy edildikleri zamana ait uygulamaların düzeltilmesi ve düzenlenmesi ile ilgili olduklarının dikkate alınması ve "Akıl Kullanılarak" yorumlanması gereken "Müteşabih Ayetler" oldukları söylenebilir. Bu yorumlar yapılırken Müteşabih Ayetlerin diğer zamanlarda nasıl yorumlanacakları konusunda mutlaka bir başka Ayet bulunduğunun unutulmaması gerekmektedir. Ayrıca Yüce Allah bu nedenle "Akıllı İnsanları" bu ortamdaki işlerin "yürütülmesi" için "Kendisinin Halifesi" olarak yaratmış olduğunu ve onlara yani "akl-ı selim sahiplerine" bu ortamdaki işlerin "yürütülmesi" için "İzin" verdiğini Kur'an Ayetlerinde bütün "Akıllı İnsanlara" bildirmektedir.
Müteşabih Ayetlerin, incelenip anlam ve amaçları anlaşılarak "ders" alınmak üzere, kimi zaman geçmişten "örnek hikayeler" ile kimi zaman da doğrudan “uyarılar” ve “öneriler” halinde bütün insanlara bildirildikleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan ölüm sonrası ortamlar ile ilgili olarak daha çok “benzetme” veya “canlandırma” şeklinde (tasvir) belirtilen olaylar ve uygulamaların yer aldığı Ayetlerin de “müteşabih” yani örnek olarak yapılan açıklamalar niteliğinde oldukları söylenebilir. Buna göre söz konusu Ayetlerin de ancak insanların "Akıl" kullanmadaki becerilerinin ve sahip oldukları "bilgi birikimi" düzeyinin gelişmesine bağlı olarak ve "akl-ı selim sahipleri" tarafından düşünüp anlaşılacağının dikkate alınması gerekmektedir. Bu durumda bütün insanlardan "akl-ı selim sahipleri" tarafından yapılan yorumları kendi bilgi birikimleri çerçevesinde okuyup Ayetlerde anlatılanların aslı amacının, ölüm olayı ve sonrasının “gerçek” olduğunu ve ölmeden önce “Yüce Yaratan” hakkında bilgi sahibi olmalarının ve O’nun bildirdiklerine göre davranmalarının “gerekli” olduğunu “Akıllarını” kullanarak” “idrak etmeleri” olduğunu görebilmeleri istenmektedir.
Allah, ilk akıllı insan olan Adem döneminden itibaren “yeryüzü” ortamında yaşayan tüm insanlara, içinde bulundukları bu ortamın, bu ortamın bir parçası olduğu Evren ortamının ve diğer tüm ortamların “Yaratılışı” ile bu ortamlarda “yaratılmışlar” hakkında peygamber ve uyarıcı olarak görevlendirdiği insanlar aracılığı ile bilgiler göndermiştir.
İnsanların zamanla akıl kullanma ve bilgi birikimini geliştirme kapasitelerinin gelişmesine bağlı olarak, bu bilgilerin Peygamberlere “vahiy” yolu ile hissettirildikleri ve hafızalarına kaydedildikleri Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Daha sonraları Söz konusu “vahiylerin” ilki yaklaşık 5000 yıl önce İbrahim Peygamber döneminde olmak üzere yazılı hale getirildiği görülmektedir. Böylece bu bilgiler öğütler ve önerilerin “Allah Sözü” olan “Kitaplar” olarak tüm insanlara iletilmeleri mümkün olabilmiştir.
Ancak, insanların yaratılışlarında önemli bir unsur olarak yer alan ve "Nefs" olarak bilinen egolarının daima kendi çıkarlarını en önde düşünmelerine sebep olması sonucunda, özellikle diğer insanları etkileyen veya yöneten konumundaki insanların, bu Allah Sözü Kitaplarda yer alan ve kendi çıkarları açısından engel görülen konuları kaldırmak veya değiştirmek amacı ile veya kendi çıkarlarını daha da fazlalaştırabilmek için, bu Kitapların içeriği olan Ayetlerde tahrifat yaparak veya eklemelerde bulunarak Allah Sözü niteliğindeki bu Kitapların Asıl içeriklerinin bozulmasına yol açtıkları tüm insanlar tarafından bilinmektedir
Benzer şekilde, Hz.Muhammed'den sonra Müslüman toplumları yönetenler de elde ettikleri hükmetme güçlerinin sürdürülmesini sağlamak ve tartışılmasını önlemek üzere, Din Bilginlerini de kullanarak, bu tür Ayetleri bir baskı unsuru gibi kullanabilmişlerdir.
Ayette "Kalplerinde Eğrilik Olanlar" olarak tanımlanan insanlar arasında hiç de küçümsenmeyecek oranda Müslüman Yönetici ve din bilimcisi bulunmaktadır. Müslüman toplumların günümüzdeki durumları, bu hususun en net ve kesin delilini oluşturmaktadır.
Allah, bu durumun sona erdirilerek tüm insanlara yaptığı öğüt ve önerilerini artık Dünya'da son insanın da ortadan kalkacağı güne kadar değişmeden iletecek olan son Kitabı (Kur'an’ı), tüm insanların ve toplumların birbirleri ile iletişimlerinin yoğunluk kazanmaya başladığı bir dönemde, 23 yıl süren bir zaman diliminde, Ayetler halinde ve her yeni Ayetin önceki Ayetler arasında nereye ekleneceğini de belirterek, Hz.Muhammed'e vahiy etmiştir.
Biz onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ayırdık ve onu peyderpey indirdik. (50/106), (17/106)
Kur'an’ın bu şekilde tüm insanlara iletilmek üzere indirilmesi (vahiyleri alması), o dönemde Hz.Muhammed’in yaşadığı toplumda yaşayan insanlar tarafından izlenmiş ve o insanlar bu olaya şahit olmuşlardır. Böylece Kur'an’ın "kaynağının" Allah olduğu ve Allah tarafından Hz.Muhammed’e vahiy edildiği açık bir şekilde tüm insanlara "Hatırlatmakta" ve tüm insanlardan bu Ayetlerin “Allah’ın Bildirdiği Gerçekler” olduğunu anlamaları beklemektedir.
Yüce Allah, Kur'an’ın tüm insanlar tarafından doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı Ayetlerinde daha ayrıntılı açıklamalar yapmaktadır. Bunların en önemlilerinden birisi, Kur'an’ın bazı Ayetlerinin "Muhkem" yani tek manası olan, anlaşılması için bir delile ihtiyacı olmayan, anlamı hiçbir zaman ve hiçbir şekilde değişmeyen "Sağlam, Kesin, Açık" nitelikte oldukları ve bu tür Ayetlerin Kur'an’ın "Esasını” teşkil ettiğinin belirtilmesidir.
Muhkem Ayetler dışında kalan "Müteşabih" Ayetler, geçmişteki bazı toplumlarda yerleşmiş bulunan efsanelerden, hikayelerden, olaylardan ve uygulamalardan örnek verilerek veya benzetilerek onlardan ders ve anlam çıkarılabilen, birbirine karışan ve zaman zaman anlaşılmasında tereddüde yol açan nitelikteki Ayetlerdir.
Nitekim daha önce de belirtildiği gibi, Yüce Allah Kur'an’ın uydurulabilecek bir söz olmadığını ve bu Ayetlerdeki “kıssalarda” insanların ders alacakları unsurlar bulunduğunu bildirmektedir.
Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir, fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan; iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. (53/111), (12/111)
Tüm bu bilgilere göre genel olarak "toplum hayatı" ve "yaşam tarzı" ile ilgili bulunan Ayetler “müteşabih” niteliktedir. Ayrıca "Birden fazla manaya gelebilen", "Anlaşılması için delile ihtiyaç duyulan" Ayetlerin de “müteşabih” nitelikte oldukları anlaşılabilmektedir. Bu tür Ayetler ile ilgili olarak “doğru” sonuçlara ulaşılabilmesi, aynı konularda daha sonra gönderilmiş veya konuyu daha net açıklayan başka bir Ayetin bulunması ve o Ayet ile birlikte değerlendirilmesi ile mümkün olabilecektir. Örneğin, insanların Dünya üzerinde yaşadıkları zaman içerisinde akıllarını kullanarak edindikleri bilgi birikimleri ile tereddüde yol açan nitelikteki Müteşabih Ayetleri "Açıklayan Ayetler” tespit edilerek daha doğru açıklamalar getirilebilir.
Herhangi bir "Açıklayan Ayet" ile ilişkisi kurulamayan Müteşabih Ayetler ile ilgili olarak bu aşamada anlam verilememesi halinde insanların henüz bu Ayetin açıklamasını yapabilecek düzeyde ilim ve bilgi sahibi olamadıkları düşünülebilir. Zira bu Ayetlerin "Gerçek" amaç ve anlamlarını en doğru ve kesin olarak Allah bilmektedir ve takdir ettiği zaman insanların bunları anlamasına ve belki de önceden fark edemedikleri “Açıklayan Ayetlere” ulaşmalarına ve böylece bu Ayetleri anlamalarına izin verecektir. Bu nedenle bu tür Ayetleri ancak "akl-ı selim sahiplerinin" düşünüp anlayacakları bildirilmektedir.
Bu durum nedeniyle, kalplerinde eğrilik olan ve doğrulukla iman etmemiş kimseler ile fitne çıkaran yani toplumun huzurunu ve düzenini bozup çıkar sağlamayı amaçlayan kimselerin bu tür "müteşabih" Ayetleri kendi asıl amaçları doğrultusunda kullanabildiklerine işaret edilmektedir. Ancak Allah, bu anlamda kimlerin neyi nasıl yaptıklarını görmekte ve bilmekte olduğunu, bu nedenle Ayetlerini bu şekilde muhkem ve müteşabih olarak ayırdığını tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Böylece, bu konuda yorumda bulunacak insanların bu hususu dikkate almaları ve "Doğru" ve "Kur'an’ın Genel Amacı" ile uyumunu daima dikkate almaları ve bu konuda hata yapmamaları gerekmektedir. İnsanların “müteşabih” nitelikli Ayetleri Allah’ı inkâr ederek veya Dini kullanarak çıkarları için etki altına almak amacı ile yorumlamaları halinde sorumluluklarının son derece ağır olacağı ve bu nedenle üzerlerinde ödeyemeyecekleri "Kul Hakkı" kalacağı, Kur’an Ayetleri birlikte ve birbirleri ile olan ilişkileri dikkate alınarak değerlendirildiğinde kesin olarak görülmektedir.
Akıllarını kullanan ve ilim ve bilgi sahibi olan insanlar, her iki türdeki Ayetlerin Allah tarafından tüm insanlara araştırıp doğru olanı anlamalarına yardımcı olmak üzere gönderildiğini fark ederler ve bu konularda çok dikkatli davranarak yanlış ve hata yapmamaya özen gösterirler. Bu özeni ve dikkati ancak sorumluluk ve aklıselim sahibi bilgili insanlar düşünüp anlayabilirler.
Bu konunun "İslam İnancı" ve "Müslümanlık" açısından son derecede önem taşıdığı dikkate alınarak, günümüzdeki "Müslüman" toplumların durumlarının hatırlanması gerekmektedir.
Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri (Kur'an Ayetlerini) bütün insanlara iletmeye başlamasının üzerinden 1410 yıl ve onun vefatı ile bu vahiylerin kesilmesinin üzerinde de 1387 yıl geçmiş olmasına rağmen, günümüzdeki Müslüman toplumların ve toplulukların çoğunluğunda bu vahiylerin içerdikleri hükümlerin Allah'ın "Halifesi" olarak görevlendirdiği "Akıllı İnsanlardan" beklediği gibi "Akıllarına" değil fakat "çıkarlarına" göre yorumlandıkları yaşanan örneklerden görülmektedir.
Örneğin İslam'ın (Dinin) uygulanmasında, ibadet şekilleri de dahil, birliktelik bulunmamaktadır. Bu tür "yorumlama" farklılıkları "Mezhepler" ve "Tarikatlar" olarak tanımlanmakta ve her Müslüman Toplum” bünyesinde de ayrıca "kollara" ayrılarak önemli oranda farklı "uygulamalara" neden olmaktadır. Örneğin, bir görüş bütün insanların "Kıyamet" zamanına kadar Hz.Muhammed döneminde kullanılan ve aslında o yörenin iklim koşullarına göre oluşan "Arap Geleneklerine" uygun olan giyimlerinin aynen ve o zamanki gibi olmasının gerektiğini ve bu tür giyimin "iman etmiş" olmanın bir "göstergesi" olduğunu iddia edebilmektedir.
Benzer şekilde Allah'ın o dönemdeki "Arap Geleneklerine" göre yürütülen ve insan ilişkileri açısından haksızlık, ayrılık ve huzursuzluk yaratan çok sayıdaki toplumsal uygulamaların "düzeltilmesi" ve onlara "hak" olanın gösterilmesi amaçlayan Ayetlerindeki ifadelerin, "Kıyamet" zamanına kadar bütün toplumlarda yaşayacak bütün insanlar tarafından "aynen uyulması" gereken "kurallar" şeklinde yorumlandıkları görülmektedir.
Daha da önemlisi bu görüşte olanların, iddia ettiklerinin Allah'ın Ayetlerinde "iman edenler" olarak yaptığı tanımlamalara uygun olmadığını "bilmemeleri" yüzünden gerek giyim gerekse yaşam tarzı olarak 1400 sene öncesinin Arap toplumuna özel olarak Ayetler ile yapılan iyileştirme ve düzenlemeleri diğer insanlara "zor kullanarak" dayatmalarıdır. Buna göre bütün insanların kendi görüşlerine uygun "tek tip" görünüşte olmaları ve onlara göre "tek tip" bir yaşam sürmeleri gerekmektedir.
Buna karşılık giderek daha fazla bilgi birikimi düzeyine ulaşmakta olan toplumlardaki bazı "Müslümanların" bilgi ve zenginlik açılarından daha çok "gelişmiş" toplumlardaki yaşam tarzlarının insanlar için en uygun olduğuna inandıkları ve bir anlamda onlara imrenerek sahip oldukları "Müslüman" veya "İslam" kimliğinin sanki buna "karşı" olduğunu düşündükleri görülmektedir. Oysa, Ayetlerin dikkatle, birbirleri ile olan bağları ve etkileşimleri de dikkate alınarak ve "Akıl Kullanılarak" incelenmesi durumunda, hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar bu Dünya ortamına gelmelerinden (doğmalarından) önce ruhsal yapılarına "Yüce Yaratıcının" Kendi "Ruhunu" yerleştirdiğini (Üflediğini), böylece bütün "insanların" ruhsal yapılarında yer aldığını, görevlendirdiği uyarıcılar (peygamberler) ile bütün insanlara "İslam" olarak tanımladığı ve "İnsan Olmak" için en uygun yaşam tarzı olan "Doğru Yola" ulaşmalarında yardımcı olduğunu, Evren'in onlar için "yaratıldığını", bu nedenle Evren'i incelenmek ve "Yaratılış" ile ilgili gerçekleri ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı "anlamak" üzere onların "emrine" verdiğini bütün "Akıllı İnsanlara" bildirdiğini görüp anlayabileceklerdir.
Buna rağmen bazı Müslümanlar daha önce onlara da "gerçekler" iletilmiş olmasına rağmen inanmayıp inkâr eden fakat yaşadıkları zenginlik ve bu ortamda ne için bulunduklarını düşünmeyen yaşam tarzları nedeniyle sanki onların daha doğru yolda olduklarını düşünmektedirler.
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla iman ediyorlar, sonra da kafirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar! (92/51), (4/51)
Bunlar, Allah'ın lânetlediği kimselerdir; Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın. (92/52), (4/52)
Ancak Allah bunları affından ve merhametinden (Rahmetinden) uzaklaştırdığını (Lanetlediğini) ve böylece "lânetlenen" kimsenin "gerçek" bir yardımcısının bulunmadığını bildirerek Müslümanların "doğru yolu" bulmaları için Ayetlerini "Akıllarını Kullanarak" anlamaya çağırmaktadır.
Öte yandan, bütün bu toplumlardaki insanların ve Müslüman toplumlarda yaşayan bir kısım insanların Hz.Muhammed ile bildirilen bu vahiylerin içerdikleri "hükümlerini" yorumlanmayı düşünmedikleri, hatta merak bile etmedikleri bir gerçektir. Bu insanlar, "Akıllarını" kullanarak bu Ayetleri "anlamak" suretiyle Evren ortamındaki "Yaratılış" ile ilgili konuları inceleyerek nasıl bir "dengede yürütüldüğünü" görüp "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı "anlamalarının" ve öncekilere yapılan uyarı, öğüt ve önerileri de değerlendirerek "İnsan Olmak" için en uygun yaşam tarzına (Doğru Yola) ulaşmaya çalışmalarının, "Akıllı İnsanlar" olarak onlardan beklendiğini ve bu amaçla Allah'ın "Halifesi" olarak görevlendirildiklerini de bilmemektedirler.
Ayetlerin yorumlanmalarında ortaya çıkabilecek durumların "insanlık" açısından taşıdığı "önem" nedeniyle Yüce Allah sorumluluk ve aklıselim sahibi insanların Ayetler üzerinde yorum yaparken ve onları diğer Ayetler ile birlikte bir bütün halinde anlamaya çalışırken Allah'tan kendilerine yardımcı olmasını istemeyi unutmamaları içi "dua" etmelerini önermekte, böylece yanlışlık yapmalarının ve insanları da yanlış anlamaya yönlendirmelerinin önüne geçebileceklerini bildirmektedir.
Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından rahmet bağışla, lütfu en bol olan sensin. (89/8), (3/8)
Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez. (89/9), (3/9)
Bütün bu bilgiler çerçevesinde "Yaratılış" ve Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" ile ilgili bulunan ve "İnsanların" kişisel inançlarına yönelik olan Ayetlerinin "Muhkem Ayetler" ve kişilerin yaşam tarzları ve insan ilişkileri ile ilgili düzenlemeler gibi konuların yer aldığı Ayetlerin ise "genellikle" vahiy edildikleri zamana ait uygulamaların düzeltilmesi ve düzenlenmesi ile ilgili olduklarının dikkate alınması ve "Akıl Kullanılarak" yorumlanması gereken "Müteşabih Ayetler" oldukları söylenebilir. Bu yorumlar yapılırken Müteşabih Ayetlerin diğer zamanlarda nasıl yorumlanacakları konusunda mutlaka bir başka Ayet bulunduğunun unutulmaması gerekmektedir. Ayrıca Yüce Allah bu nedenle "Akıllı İnsanları" bu ortamdaki işlerin "yürütülmesi" için "Kendisinin Halifesi" olarak yaratmış olduğunu ve bu ortamdaki işlerin "yürütülmesi" için onlara "İzin" verdiğini Kur'an Ayetlerinde bütün "Akıllı İnsanlara" bildirmektedir.
Yüce Allah'ın, eriştikleri bilgi birikimi ile İnsanların artık kendilerine "Ezelde" öğretilmiş olan "Bütün İsimleri" keşfedecek olgunluğa ulaşmış olduklarını, bu sayede Kıyamet zamanına kadar "Kendisinin Halifesi" olarak davranabileceklerini "takdir ettiği" ve bu nedenle Kur'an Ayetlerindeki öğüt ve önerilerini "Son Defa" Tüm İnsanlara iletilmesi için Hz.Muhammed'i "Son Uyarıcı" olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Buna göre özellikle "Toplum Düzeni" ile ilgili olan Ayetlerin Hz.Muhammed'in içinde bulunduğu toplumun o sıradaki bilgi birikimi ve kültür düzeyi çerçevesinde dikkate alınması gerekmektedir. Bu durumda Ayetlerdeki uyarı, öğüt ve önerilerin, daha sonraki dönemlerde Dünya üzerinde yaşayan diğer bütün İnsanlar tarafından Ayetlerde kast edilen "Asıl" unsurların kendi bilgi birikimleri ile kültürel yapıları kapsamında ve aynı konudaki "Diğer Ayetler" ile "Birlikte" düşünerek değerlendirmesi, Kur'an Ayetlerinin "Sürekliliği" ve "tüm zamanlarda geçerli" olması açısından en önemli hususu teşkil etmektedir.
Örneğin günümüzde hala 1400 sene önceki düzeyde bilgi birikimine sahip olan ve hala aynı kültürel yapıyı sürdüren toplumlarda hırsızlık yapanların ellerinin kesilmesi ile ilgili Ayet hükmünün uygulanması diğer insanlar için en "Etkin" bir "Caydırıcı" unsur olabilir.
Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. (112/38), (5/38)
Bu nedenle günümüzde ve gelecekte bu eğitim düzeyinde olan ve bilgi birikimlerini geliştirmek üzere "Akılcı" bir gelişme göstermeyen toplumlarda hırsızlık yapanların ellerinin kesilmesi ile ilgili Ayete göre ceza verilmesi gerekebilir. Buna bir örnek olmak üzere, günümüzde toplumun bütün olanaklarını ele geçirip bunları toplum ile paylaşmak istemeyen ve böylece elde ettikleri çıkarlarını sürdürmek amacını güden "Ortoriter Yönetimler" tarafından Kur'an Ayetlerinin kendi amaçlarına göre yorumlayıp Ayetlerin asıl işaret ettiklerini anlamalarına ve bilgi birikimi düzeylerinin gelişmesine engel olacak şekilde yönetim tarzının uygulanması nedeniyle "İzin Verilmeyen" bazı toplumlarda bu Ayet hükmüne göre uygulama yapıldığı görülmektedir.
Ancak, bilgi birikimi ve kültürel düzeyi gelişen ve yükselen toplumlarda bu tür "Haksız" işleri yapanların pişmanlık duyarak "Tövbe" edip bu davranışlarından vazgeçmelerini ve "durumlarını düzeltmelerini" sağlayacak "Toplum Kuralarını" kabul edip uygulanması halinde, Yüce Allah'ın bir Ayet hükmünün diğer bir Ayet ile "Değiştirilebileceğini" açıklayan "Anahtar" niteliğindeki Ayetlerin dikkate alınması gerekmektedir.
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Bu durumda hırsızlık edenler ile ilgili Ayet hükmü ile belirlenen bu cezanın verilmesi yerine haksızlık yapan kişinin davranışından sonra tövbe ederek durumunu düzeltmeye çalışması halinde ona bu fırsatın verilerek davranışlarını düzletmesini (islah edilmesini) öneren Ayet hükmünün dikkate alınmasının ve onları yeniden topluma kazandırılmasının daha "Akılcı" ve Akıllı İnsanlardan "Beklenen" bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır.
Kim haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (112/39), (5/39)
Bu Ayet ile Allah'a ve insanlara bildirdiği "gerçeklere" inanmayıp inkâr ederek toplum düzenine karşı gelen insanların, çıkarılacak toplum kuralları ile, Ayette belirtildiği gibi uzuvlarının kesilmeleri ile toplumda aşağılanmaları yerine, "pişmanlık" duyup durumlarını düzeltmelerine fırsat verilmesinin, bugün yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlık açısından daha "doğru" olabileceğine dikkat çekilmektedir.
Bu arada Yüce Allah çok sayıdaki Ayetlerinde bildirdiği öğütlerde, önerilerde ve yaptığı uyarı ve açıklamalarda tüm insanlara "Biz" olarak hitap etmektedir. Bu Ayetlerdeki "Biz" kelimesi herhangi şekilde “ayrı” bir "şahsiyeti" tanımlamamaktadır. Zira esasen "Tek Yaratıcı Güç" olarak tüm ortamların ve yaratılışların "kaynağı" ve "yaratıcısı" olarak ve "hayal edilemez" nitelikteki gücü ve "sınırsız" iradesi (takdir etme) ile Yüce Allah'ın yaratmış oldukları ile "ayrı bir şahsiyet" olarak tanımlanması, "yarattıkları" ile olan "bütünlüğü" açısından ve "Tüm İnsanlara" verdiği "Akıl" unsuru kapsamında mümkün değildir ve bir anlam ifade etmemektedir. Buna göre Ayetlerdeki "Biz" ifadesinin erişilemez ve hayal edilemez "Tek Yaratıcı Güç" olarak Yüce Allah'a işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Evren ve Dünya ortamında ve diğer ortamlarda hiçbir şeyin "Durağan" olmadığı, bir an öncesi ile bir an sonrasının asla "Aynı" olmadığı ve bu ortamlardaki bütün bu şeyleri meydana getiren "Yapılarındaki" en küçük "Unsurların" bile bir eşinin bulunmadığı ve "Aynı" olmadıkları gibi özetlenebilecek "İlahi" ve "Değişmez" Evrensel kurallar dikkate alınarak bir "Bütün" olarak değerlendirilmesi halinde Kur'an Ayetlerinin de, insanların "Akıllarını" kullanarak her an daha "İleri" ve Bilgili" düzeylere ulaşmalarını teşvik edecek hükümler taşıdığı ve bu nedenle onlardan beklendiği gibi daha "Olgun ve Akıllı" düzeylere erişebilmeleri için toplumlara "Yön Verdiği" açıklanmaktadır.
Aksi halde günümüzde yaşayan ve gelecek zamanlarda yaşayacak olan insanların Hz.Muhammed'in zamanında içinde bulunduğu toplum düzeninde "Doğru" olmayan uygulama ve geleneklerin düzene sokulması amacı ile iletilen Ayet hükümlerinin “tüm zamanlarda” ve "Aynen" uygulanması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bu durumda Yüce Allah'ın "Halifesi" olarak kendilerine öğretilmiş olan "Bütün İsimleri" keşfederek her türlü yeni bilgileri edinen, biriktiren ve bu sayede her açıdan gelişerek "İnsan Olma" düzeyine çıkan bütün insanlar Hz.Muhammed'in insanlara ilk uyarılarda bulunduğu geçmiş dönemdeki toplum kurallarına tabi olmaya zorlanmış olacaklardır. Bu durum Yüce Allah'ın insanları "Halifesi" olarak yaratmış olması ile uyuşmamaktadır. Hiçbir şeyin "Aynı" kalmadığı bir Evrensel Yapıda değişmeyen tek şeyin Yüce Allah'ın "Tek Yaratan" olduğu, diğer her şeyin değişerek ve yenilenerek Yüce Allah'ı "Anmakta" oldukları, İnsanların da "Akıllarını" kullanarak her an "Yenilenmeleri" ve bu "Yeni" bilgiler ile Yüce Allah'ı tanıyıp ona "Teslim Olmaları" gerektiği unutulmamalıdır.
Bu Ayetlerin anlamları çerçevesinde, Kur'an’da açıkça hakkında hüküm, öğüt ve öneri bulunmayan konularda da İnsanların "Akıllarını" kullanarak eriştikleri "Bilgi Birikimlerini" kullanarak her türlü işlerini yürütmekte ve bu arada ne zaman neyi nasıl yapacakları ile ilgili olarak "Düzenlemeler" yapmalarının "Mümkün" olduğu anlaşılmaktadır.
Bu "Gerçek" yani Akıllı İnsanlara Allah'ın "Halifesi" olarak bu ortamdaki huzurlu bir yaşam için gereken "Koşulları" ve "Düzenlemeleri" yapılmasına "İzin” verilmiş olduğu, Ayetlerin "Akıl İşletilerek" değerlendirilmeleri ile anlaşılabilmektedir. Buna göre hakkında hüküm veya açıklama yapılmamış olan konularda "Akıllı" insanlar tarafından erişilen "Bilgi Birikimleri" değerlendirilerek yaşam tarzlarında "Düzenlemeler" yapılması mümkün olabilmektedir. Ancak bu tür düzenlemelerin doğru bir yöntem ile ve Kur'an’da yer alan hüküm, öğüt ve öneriler ile çelişmemek kaydıyla yapılmasının önemi ve gereği dikkate alınmalıdır. Bu husus akademisyen, Kur'an araştırmacısı ve yazar Caner Taslaman tarafından yapılan değerlendirmelerde de belirtilmektedir.
"...Fakat, Tanrısal dinin, kendisi ile çelişmeyen geleneği veya moderniteyi reddetmesi için bir sebep yoktur. Kuran’dan dinde açıklanmayan hususların “bağışlanmış” alanda olduğunu anlıyoruz (5-Maide Suresi – 101).
O zaman, din alanının dışındaki bu “bağışlanmış” alanın bireyin insiyatifinde olduğunu kabul etmek gerekir. Burada asıl olan, doğru bir metodoloji ile geleneği dinden ayırarak ve bu ayrımı yaparken küreselleşmenin değerlerine göre çekiştirme yapmamaya özen göstererek neyin “din” neyin “bağışlanmış” olan olduğunu belirleyebilmektedir…."
http://www.canertaslaman.com/wp-content/uploads/2011/10/caner_taslaman_makale_kuran_ve_bilim.pdf
Buna göre Kur'an Ayetlerinde yer alan toplum yaşamına dair olan uygulama önerilerin, insanların eriştikleri bilgi birikimleri ile oluşturdukları toplum düzeni açısından değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Bu Ayetler Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Sözlüğünde Kur'an tarafından "Müteşabih" olarak nitelendirilmektedir.
"Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşâbih, terim olarak; manası kolaylıkla anlaşılmayan, bir çok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği (açıklığı) belli olmayan"
(https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/47-mutesabih)
Bu durumda bu tür "müteşabih" Ayetlerin anlamları yaşanan ortamdaki "Delillere" göre şekil alabilecek bir yapı göstermektedir.
Sana Kitab'ı indiren Allah'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır.Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)
Nitekim bu "özel" Ayetin ifadesine göre Allah'ın "Halifesi" olma düzeyine ulaşabilen "Akıllı" İnsanların" sahip oldukları bilgi birikimleri kapsamında "Aslını" ancak Allah'ın bildiği bu tür Ayetlerin "Asıl" anlamlarını "Düşünüp Anlayabilecekleri" ve kalplerinde eğrilik olanların ise bu anlamları kendi amaç ve çıkarlarına göre "Değiştirme" peşine düşecekleri bildirilmektedir. Bu durumda "Müteşabih" Ayetleri ancak "Aklı Selim" sahiplerinin "Doğru" olarak yorumlayabilecekleri söylenebilir. Ancak kalplerinde "Eğrilik" olanlar şeklinde tanımlanan bazı insanların Allah'ın ilk yaratılışı sırasında "Halifesi" olarak öğrettiği "Bütün İsimleri" onlara lütfettiği "Akılları" ile hatırlayıp kullanarak "İlimde" yüksek payelere erişerek Kur'an Ayetlerini değerlendirmeleri ve taşıdıkları "Asıl Anlamlarını" bulmaya çalışmaları yerine kendi "Çıkarları" doğrultusunda "Tevil" ettiklerine işaret edilmektedir.
Burada "Müteşabih" Ayetler ile ilgili olarak önemli bir hususun yeniden hatırlanması ve unutulmaması gerekmektedir. Görüldüğü gibi Kur'an Ayetlerinin "yaşam tarzı" ve tüm "toplum hayatı" ile ilgili bütün Ayetleri "Müteşabih" yani örnek olarak yapılan açıklamalar ve öneri niteliğinde bulunmaktadır. Zira bu tür Ayetlerin "indirildikleri zamandaki" uygulamaların düzeltilmesi için "kesin olarak" uyulmak üzere bildirildiği anlaşılmaktadır. Bu anlamda Ayetlerdeki önerilerin insanların "Akıl" kullanmadaki becerilerinin ve sahip oldukları "bilgi birikimi" düzeyinin gelişmesinde önemli rol oynadığı da kesindir. Ancak sonraki dönemlerde bütün insan toplumlarında bireylerinin ulaştığı "Akıl" kullanmadaki becerilerinin ve sahip oldukları "bilgi birikiminin" insanları bu konularda daha ileri düzeylere ulaştırabileceği söylenebilir. Çünkü Yüce Allah, Ayetlerini anlamaları için "Kendi Lütfu" olduğunu bildirdiği "Akıl" unsurunu "kullanmalarını" ve her konuda "Kendi Halifesi" olarak davranmalarını bütün insanlardan beklemekte ve bu tür Ayetlerini ancak "akl-ı selim sahiplerinin" düşünüp anlayacaklarını bildirilmektedir.
Bu nedenle gelecek zamanlarda da bu tür Müteşabih Ayetlerin "akl-ı selim sahipleri" tarafından düşünüp anlaşılacağının dikkate alınması ve toplum düzeni ile ilgili olarak oluşturulacak toplum kurallarının "akl-ı selim sahiplerinin" görevlendirilerek onlara danışılarak (istişareler sonucunda) belirlenmeleri bütün insanlardan beklenmektedir.
Ayetlerin Hükümlerinin Başka Ayetler ile Değiştirilmesi-Nesh
Allah, yeryüzünde tüm zamanlarda yaşayacak olan tüm insanların her konuda “doğru yolda” bulunabilmeleri için bazı Ayetlerin “hükümlerinde” değişiklik yaptığına veya kaldırdığına işaret etmektedir. Buna göre Ayet hükümlerin hangi durumlarda ve nasıl değiştirildikleri veya kaldırıldıkları bazen aynı Ayet içerisinde, bazen de konu ile ilgili Aynı Suredeki başka bir Suredeki diğer Ayetlerde yer alan hükümlerle tüm “Akıllı İnsanların” dikkatlerine getirmektedir. Bu şekilde bir Ayet hükmünde değişiklik yapan veya hükmünü kaldıran (nesh eden) Ayetler “Anahtar Ayetler” olarak düşünülebilir.
Bu durumda bir Ayet hükmünde değişiklik yapan veya hükmünü kaldıran diğer Ayetlerin, geçen zaman sürecinde kazandıkları bilgi birikiminin “sürekli” artmasına bağlı olarak Akıllı İnsanların Allah'ın Ayetlerinde bildirdiği konuların giderek daha çok ve doğru olarak anlaşılması sonucunda, belirlenebileceği anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle bir Ayet hükmü değerlendirilirken öncelikle o Ayetin hükmünün “amacının” anlaşılması gerekmektedir. Böylece insanlardan beklenenlerin ve istenen davranışların benzer konulardaki diğer Ayetlerin hükümleri karşısındaki durumunun ve aralarındaki bağların birlikte yorumlanması mümkün olabilecektir. Zira bir konudaki çok “özel” bir “muhkem” Ayette, birden fazla Ayette aynı konu ile ilgili olarak birbirini tamamlayan, değiştiren veya ortadan kaldıran hükümlerin bulunduğu bildirilmektedir.
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Buna göre Ayetlerde belirtilen hükümlerin hangi diğer Ayet hükmü ile “benzer” veya “aynı” konularda ilgili bulunduklarının belirlenmesi için “Akıllı İnsanlara” bir anlamda “yetki” verildiği görülmektedir. Akıllı insanların son derece hassas ve önemli olan bu konuda yorum yapılabilmeleri ancak Allah’ın “Halifesi” olduklarını dikkate alarak ve “bilgi birikimleri” kullanılarak “Akıl” yürütmeleri ile mümkün olabilecektir.
Bu önemli Ayet ile Kur'an’ın nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili "Hayati" ip uçları verilmektedir.
Kur'an Ayetlerinin yaklaşık günümüzden 1406 yıl önce (Miladi 610) Yüce Allah'ın kendisine "Peygamberlik" görevi verdiği Hz.Muhammet tarafından 23 yıllık bir süreçte birer birer veya bir kısma aynı zamanda olmak üzere "Tüm İnsanlara" iletilmek üzere açıklandığı bilinmektedir. Toplam olarak 6326 adet olan bu Ayetlerin bir kısmının, bu 23 yıllık süreçte yaşamış olan ve Hz.Muhammet'in bir ferdi olduğu "Arap Toplumunun" yapısı ve nitelikleri ile ilgili konular üzerinden örnekler verilerek insanların "Yaratıcı" ile ilgili anlayışlarının "Doğru" olarak "Yönlendirilmesi" yanında "Toplum" yaşantılarının da "İnsan" niteliklerine uygun olarak biçimlendirilmesi ile ilgili oldukları çok açık bir şekilde görülebilmektedir.
Bu nedenle insan ilişkileri ile ilgili olan Kur'an Ayetleri incelenirken verilen öğüt ve önerilerin "O Zamana Ait" Arap toplumunun durumu dikkate alınması gerekmektedir.
İlaveten, bu Ayetlerde değinilen olayların "Doğrudan" örnek alınması yerine, bu olaylar ile verilmesi amaçlanan öğüt ve önerilerin "Ana Fikirlerinin" anlaşılmasına gayret edilmesi ve bu konularda "Başka" Ayetlerin de bulunabileceğinin "Hiçbir Zaman" unutulmaması "En Doğru" yorumlama için en önemli unsuru teşkil etmektedir.
Öte yandan bir Muhkem (Kesin Hüküm İçeren) veya Müteşabih Ayetin hükmünde değişiklik yapan veya hükmünü kaldıran diğer “Anahtar” Ayetin de Muhkem veya Müteşabih olması mümkündür. Yani bir "Muhkem" Ayet hükmünün "O" zamana göre "Muhkem" olmakla birlikte, Kur'an'da bulunan bir diğer Muhkem veya Müteşabih Ayet ile yürürlükten kaldırılabildiği anlaşılmaktadır. Özellikle “Anahtar” olarak tanımlanan Ayetlerin "Toplumsal" içerikli olan Ayetler ile birlikte düşünülmesi gerekmektedir.
Görüldüğü gibi Ayetlerin bu açıdan değerlendirilmeleri sonucunda dikkate alınması gereken çok önemli husus, toplumun "Akıl Kullanılmasında" ve "Bilgi Birikimlerinde" sağladığı gelişmelerine bağlı olarak, gelecek dönemlerdeki koşullar çerçevesinde bir Ayet Hükümlerinde yapılabilecek tüm değişimlerin ancak o konudaki "Düzenlemeleri" açıklayan “Anahtar” Ayetlerin hükümlerine göre mümkün olabileceğidir. Bu “Anahtar” Ayetler değinildiği gibi toplumun “Akıl” kullanılmasının ve bilgi birikiminin gelişme düzeyine bağlı olarak "Fark" edilebilen bir nitelik göstermektedirler. Böylece toplumun bilgi birikimi ve Yüce Allah'ın Kur'an ile insanlardan beklediklerinin anlaşılmasında ulaşacakları "üst düzey” Akıl kullanma yetenekleri çerçevesinde her dönemde geçerli olacak Ayetlerin "Belirlenmesi" mümkün olacaktır. Kur'an'ın "Tüm Zamanlar" için geçerli hükümleri içeren bir "Mucize" olması, bu yapısı nedeniyledir.
Söz konusu değişim ve açıklamaları fark edecek "Düzeye" ulaşamamış olan toplumlar, Kur'an Ayetlerini "Okudukları" şekilde uygulamaya devam edeceklerdir. Zira bu Ayetlerde belirtilen uygulamaların Kur'an'ın "Bütünü" ile düşünülmesi bu toplum için henüz "Mümkün" bulunmamaktadır. Bu toplum bireyleri ancak bu Ayet hükümlerini "Oldukları Gibi" uyguladıklarında Yüce Allah'ın kendilerinden beklediklerini yerine getirdiklerini düşünmekte ve daha "Üst" düzeylere ulaşabileceklerini "Henüz" fark edememektedirler. Bu düşünceye göre Kur’an’ın indirildiği zamanın şartlarına göre yapılan ve genellikle Hz.Muhammed’in yaşadığı Arap toplumunun gelenekleri ve yaşam tarzının düzenlenmesine yönelik olan Ayetlerde belirtilen açıklamaların “kelime anlamı üzerinden” gelecek tüm zamanlarda “aynen” sürdürülmesi gerekmektedir. Bu düşüncede olanlar, yukarıda değinilen “Muhkem” Ayet hükmüne göre Yüce Allah bazı Ayetlerin yerine başka bir Ayeti getirdiğini (hükümlerini değiştirdiğini) veya hükmünü yürürlükten kaldırdığını, böylece “unutturduğu” zaman mutlaka daha iyisini veya benzerini getirdiğini bildirmesine rağmen”, insanların bilgi birikimleri ile Akıllarını kullanarak ve Kur’an Ayetleri ile ilişkilerini dikkate alarak bu tür Ayetlere göre yaşam tarzlarında düzenlemeler yapmalarını “doğru” bulmamakta, buna karşılık tüm insanların gelecek tüm zamanlarda 1400 yıl önceki Arap toplumu yaşam tarzlarına tabi olmalarının onlardan beklendiğini ileri sürmektedirler.
Örneğin hırsızlık yapanların el ve ayaklarının "Kesilmesi" hükmünü taşıyan Ayet, o zamanki Arap toplumu için en geçerli uygulama olarak Kur'an'da yer almaktadır.
Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. (112/38), (5/38)
Ancak toplumun bilgi birikimleri ve genel bilgi düzeyleri henüz Hırsızların "Islah" edilmelerini "Öneren" Ayetlerin de bulunduğunun dikkate alınmaması yüzünden hırsızların elleri kesilerek diğer toplum bireylerinin önünde küçük düşürülmesi uygulaması sürdürülerek hırsızlığın bu şekilde “cezalandırılarak” önlenebileceği düşünülmektedir. Ancak bu hükümleri izleyen Ayette haksız davranışından sonra (hırsızlık) tövbe ederek durumunu düzeltenlerin bu “pişmanlıklarının” kabul edileceği bildirilmektedir.
Kim haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (112/39), (5/39)
Bu Ayetteki ifadelerden, Dünya yaşamında toplum düzenine zarar verebilen yanlış ve olumsuz davranışlarda bulunanların yaptıklarından "pişman" olması halinde onların topluma yeniden kazandırılması gerektiğine işaret ettiği anlaşılmaktadır. Buna göre her türlü suç ile ilgili olarak hazırlanacak "toplumsal kuralların", Ayette belirtilen "Pişmanlık" unsurunun ve "çok bağışlayıcı ve esirgeyici" olan Allah onun tövbesini kabul edeceğinin de dikkate alınarak düzenlenmesi önerilmektedir.
Görüleceği gibi, toplumun bilgi düzeyindeki gelişmeler dikkate alınarak kötü davranışlarda bulunanlara ilkel toplumlarda çok etkili olan ve "Aşağılayıcı" nitelik taşıyan "Cezaların" verilmesi yerine onların "Önceden" ıslah edilmesini öneren Ayetlerin dikkate alınması önerilmektedir.
Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. (42/70), (25/70)
Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (42/71), (25/71)
De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (59/53), (39/53)
Böylece toplum yöneticilerine insanların "Önceden" ıslah edilmesini sağlayacak yöntemlerin araştırılıp uygulanmasının suçların önlenmesinde "Daha Etkili" olacağı hatırlatılmaktadır. Buna göre Yüce Allah kötülüklerin “ıslah” edilerek önlenebileceğini fark edecek düzeye ulaşan toplumlarda Ayetlerin birbirleri ile ilişkilerini ve bağlantılarını dikkate alarak "Sosyal Düzenlemeler" yapılmasına "İzin" vermektedir.
Benzer bir durum "Zina" ile ilgili Ayetlerde de bulunmaktadır. Zina eden erkek ve kadınlara toplum içinde "Değnek" vurulmasını öneren Ayetler bulunmaktadır.
Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde onlara acıyacağınız tutmasın, müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun (102/2), (24/2).
Bununla birlikte yaptıklarından pişmanlık duyup "Tövbe" eden ve iyi davranışlarda bulunanları Allah'ın Bağışlayacağını bildiren Ayetlerin de dikkate alınması gerekmektedir.
Buna göre yeterli bilgi birikimi sağlayamamış ve gelişme gösterememiş “ilkel” toplumlarda çok etkili olan ve "Aşağılayıcı" nitelikteki "Cezaların" verilmesi yerine onları kurallara uymaları için yola getirip “uslandıracak” önlemlerin (ıslah edecek) uygulanmasının daha doğru olduğuna işaret edilmektedir.
Kim haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (112/39), (5/39)
Böylece toplum içinde haksız davranışlarda bulunan veya bilmeyerek bir kötülük işleyen ancak bundan pişman olup "Tövbe" edenlere, durumlarını düzeltmeleri için (Islah etmelerine) bir fırsat verilmesi sağlanacak ve bu durum benzer olayları işlenmemesi için de bir uyarıcı olacaktır.
Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: “Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (55/54), (6/54)
Yukarıda değinilen Ayetlerde Yüce Allah bazı Ayetlerin yerine başka bir Ayeti getirdiğini (hükümlerini değiştirdiğini) veya hükmünü yürürlükten kaldırdığı (unutturduğu) Ayetlerin yerine mutlaka daha iyi veya benzer “hükümler” getirdiğini bildirmektedir. Bu hükümlere dayanarak insanların bilgi birikimleri ile Akıllarını kullanarak ve Kur’an Ayetlerinin birbirleri ile ilişkilerini dikkate alarak bu tür Ayetlere göre yaşam tarzlarında düzenlemeler yapmalarına izin verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu ayetler ile bir ayetin yerine başka bir ayetin Allah tarafından getirildiğini açıklanmaktadır. Bu husus, akıl yürütmenin ve Kur'an’ı anlamanın en önemli işaretlerinden birisidir. Ancak hangi ayetlerin diğerleri ile değiştirildiklerinin belirlenmesi son derece önemli ve dikkatli olunması gereken bir durumdur. Zira böyle bir işlemi insanların bazı menfaat kaygıları ile yapmaları şeytanın etkisi dikkate alındığında mümkün bulunmaktadır, bu da en ağır suç ve günahtır. Bu konuda bir görüş sahibi olunduğunda "Doğru" şekilde karar verilmesi gerekir. Tereddüt duyulmasında birkaç ilim sahibi ile danışılıp görüşlerinin alınması ve ilgili yayınların araştırılması faydalı ve gerekli olabilir.
Yüce Allah söz konusu Ayetlerde yer alan hususları kullanarak bu konularda özellikle siyasi veya maddi çıkarları uğruna uygulama ve öneriler ileri sürenlerin “Dinlerini” parça parça edip guruplara ayırdıklarına işaret etmektedir.
Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir. (55/159), (6/159)
Bu tür davranışlarda bulunanların Hz.Muhammed’in insanlara ilettiği Ayetlerin ancak başka Ayetler ile birlikte değerlendirilebileceği hükmünü kendi çıkarlarına yönlendirmekle Ayetleri inkar ettikleri ve Allah’a karşı geldikleri, sonuçta toplumda ayrılıklara yol açtıkları belirtmektedir. Bu nedenle Hz.Muhammed’e onlarla hiçbir ilişkisinin bulunmadığını bildirmektedir. Diğer bir ifade ile Kur’an Ayetlerinin yorumlanmasında tamamen Kur’an’ın genel amacının” dikkate alınması gerektiği ve bunun dışına çıkılmamasını öğüt vermektedir. Zira böyle yapılmadığı takdirde onların işinin ancak Allah'a kalmış olacağı, sonra onlara yaptıklarını bildireceğini ihtar etmektedir.
Nitekim Ayetler hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanların Allah’a gizli kalmadığı belirtilmektedir.
Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz, o halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (61/40), (41/40)
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. (87/174), (2/174)
Aynı zamanda tüm insanlara serbestçe karar verebildikleri ancak kendilerine yapılan uyarıları dikkate almaları gerektiği, uyarılara aldırmayanlara dilediklerini yapmaları ancak Yüce Yaratanın yaptıklarını “gördüğü” bildirilmekte ve davranışlarında Akıllarını kullanmaları ihtar edilmektedir. Özellikle Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile (çıkarı için) değişenlerin ölümden sonra can yakıcı bir azap çekecekleri, Allah’ın onlara itibar etmeyeceği (kendileriyle konuşur) ve onları temize çıkarmayacağı tüm insanlara hatırlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi bu Ayetlerde bazı Ayet hükümlerinin bir diğer Ayet hükmü tarafından "Değiştirildiği" belirtilmektedir. Bu değişikliğin ne olduğu yani hangi Ayet hükmünün hangi diğer bir Ayet hükmü ile "Değiştirilebileceği" akıllarını kullanan "Akıllı İnsanlar" tarafından Kur'an’ın verdiği izin ve yol göstermesi ile belirlenebilecektir. Ancak yapılacak bu "Belirlemenin" doğru bir yöntem ile yapılmasının önemi ve gereği dikkate alınmalıdır. Buna göre özellikle belli" toplumsal" konularda günümüzde uygulanan "hukuk kurallarına" göre tam olarak "benzerlik" göstermeyen uygulamaların önerildiği veya öğütlendiği Ayetlerin, Hz.Muhammed dönemindeki toplumun yapısı ve uzun zamandan beri sürdürdükleri örneğin “yüz değnek” vurulması gibi "geleneklerinden" aniden uzaklaştırmadan "yeniden düzenlenmesine" yönelik oldukları söylenebilir.
Ancak belli bir konuyu anlatan Ayetlerde yapılan uygulamaların başka bir Ayette değişik bir açıklamasının bulunması nedeniyle Hz.Muhammed'e karşı olanların onun bir "iftiracı" olduğunu ileri sürdükleri belirtilmektedir. Yüce Allah Ayetinde "neyi indireceğini" çok iyi bildiğini hatırlatarak karşı gelenlerin bu konuda bilgilerinin olmadığını Hz.Muhammed'e ve bu vesile ile bütün "Akıllı" insanlara açıklamaktadır.
Buna göre, özellikle toplumsal konulara ait Ayetler ile Hz.Muhammed dönemindeki genel toplumsal yaşam açısından "doğru" olmayan uygulamalarına yeni düzenlemeler getirildiği ve onların "doğru olan" uygulamalara yönlendirildikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Ayetlerde dikkat çekilen bu özelliklerin Muhammed'in etrafındakilerin yeterli bilgilerinin olmaması yüzünden anlam veremedikleri açıklanmaktadır.
Günümüzde artık önemli ölçüde bilgi birikimine ulaşmış olan "Akıllı" insanların bu tür Ayetleri okumaları sırasında "değinilen konu" ile ilgili olarak Kur'an’da yer alan bütün "diğer Ayetler" ile birlikte ve Kur’an’ın genel “anlamı çerçevesinde” değerlendirilmesi ve hangi konuda hangi Ayetin "hükmünün" kaldırıldığını veya hangi konuda hangi Ayetin yerine başka bir Ayetin getirildiğini (nesh edildiğini) anlamaları gerekmekte ve bütün "Akıllı İnsanlardan" Kur'an’ı bu özelliği dikkate alarak okumaları beklenmektedir. Böylece Kur'an Ayetlerinin bütün zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan bütün insanlara nasıl hitap ettiğinin ancak bu şekilde okunarak ve yorumlanarak anlaşılabileceği her türlü inanışta olan bütün "Akıllı" insanlara açıklanmaktadır.
Muhammed Esed tefsirinde Ayet (mesaj) teriminin belirtildiği gibi "sınırlı" anlamda olmadığı, aynı zamanda Kur'an'ın bir "hükmünü” ifade etmek için de kullanıldığı belirtilmekte ve "nesh doktrininin” taraftarlarının kaç Kur'an ayetinin ve hangilerinin nesh edildiğinin ve "nesih" kavramının Kur'andan tamamen çıkarıldığı veya hangi ayet ile konulan özel hüküm veya beyan ile ilgili olduğu bir görüş birliği bildirmedikleri açıklamakta ve buna göre "nesh doktrininin" hiçbir tarihsel olguya dayanmadığına işaret edilmektedir.
Bakara suresi | Bakara oku Bakara arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Ancak burada gelecek tüm zamanlarda “Akıllı” insanların sahip olacakları bilgi birikimlerinde meydana gelecek olan “devasa” gelişmeler göz ardı edilmektedir. Zira bahsedilen “kaç Kur'an Ayetinin ve hangilerinin nesh edildiğinin bildirilmediği” savı geçmiş zaman ile ileri sürülebilir. İleri sürülen hususlar gelecek zamanlardaki gelişmeler kapsamında çok daha “belirgin” olarak açıklanabilecektir.
Kur'an’ın Secde Ayetleri
Yüce Allah Ayetlerinde çeşitli konularda örnekler vermekte ve Allah’ın “katında” bulunanların, Allah’a kulluk etmekten kibirlenmediklerini, O’nu andıklarını (tesbih ettiklerini) belirtmekte, ayrıca göklerde bulunanların, yerlerdeki canlıların, onların “gölgelerinin”, bütün "Meleklerin", güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların büyüklük taslamadan yalnız O'na secde ettiklerini açıklamaktadır.
Kuşkusuz Rabbin katındakiler Allah'a kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler. (39/206), (7/206)
Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler. (70/49), (16/49)
Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler. (96/15), (13/15)
Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. (103/18), (22/18)
Ayetlerde ifade edilen "Secde" eylemi, Yaratılanların ve İnsanların "Bilerek ve İçtenlikle" veya iradesi dışında (ister istemez) Allah'ın "Huzurunda" tüm benliğini "Yaratıcısına" teslim etmenin ve O’na tabi olduğunun (itaat ettiğinin) en yalın bir ifadesi olmaktadır. İnsanlar açısından secde eylemi başı ve tüm bedeni ile Yaratıcısının huzurunda yere kapanması şeklinde yapılmaktadır.
Böylece “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ın tüm yarattıklarının (yaratılmışların) kibirlenmeden saygı ve teslimiyet ile Allah’ı andıklarını ve bu saygı ve teslimiyetin ifadesi olarak büyüklük taslamadan yalnız O'na secde ettiklerini bildirmektedir.
Ayetteki "Gölgeleri" ifadesinin, bu Evren ve Dünya ortamında yaratılmış olan tüm canlı-cansız varlıkların yıldızlar ve gezegenler düzeni gereğince gölgelerinin değişimine dikkat çekilmekte ve bu değişimlerin "İsteklerine Bağlı Olmaksızın" Allah’a yapılan "Secde" niteliğinde olduğu açıklanmaktadır.
Bu Ayetleri ile Yüce Allah İnsanlara yaşadıkları bu ortamı incelemeleri halinde bu ortamda bulunanların tamamının benliklerini ve varlıklarını “ister istemez” Allah'a teslim ettiklerini ve O’na tabi olduklarını bildirmekte ve bu durum "Secde" olarak ifade edilmektedir. Böylece tüm insanlara da tüm benlikleri ile Allah'a teslim ve O’na tabi olduklarını büyüklük taslamadan ve kibirlenmeden O’na secde ederek hissedebileceklerini hatırlatmaktadır.
İnsanların birçoğunun bu gerçekleri idrak edip secde edenlerden olduklarını ancak bu durumu ve Yaratıcısını "tanımayan" ve “inkâr Eden" insanların "azap" hak ettiklerine dikkat çekilmektedir.
Daha önemli olarak, "Akıllarını" kullanıp "İlim" sahibi olan insanların Kur'an okunduğunda "Üstün" düzeylerde kulluk etmiş olacaklarının idraki ile "peygamberler" gibi derhal "secdeye" kapandıkları ve secde olayının bu nedenle ne kadar önem taşıdığını tüm insanlara hatırlatmaktadır.
İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. (44/58), (19/58)
De ki: “Siz ona ister inanın ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.” (50/107), (17/107)
Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. (75/15), (32/15)
Böylece samimiyetle ve bilerek inanarak Allah'a Secde eden İnsan, Allah'ın kendisinin "Yaratanı" olduğunu tüm benliği ve samimiyeti ile kabul ve beyan ettiğini göstermektedir.
Kur’an’ı Kerim de yukarıda belirtilen on dört Ayette “secde” ifadesi yer almaktadır ve bu Ayetler “Secde Ayetleri” olarak tanımlanmaktadır. Bu Ayetlerin “namaz” esnasında veya ayrıca okunması veya işitilmesi halinde, Yüce Allah’a samimiyetle teslim ve O’na tabi olunduğunun teyit edilmesi amacı ile “secde” yapılmasının (Tilavet Secdesi) Hz.Muhammed’in sözlü ve fiilî “sünneti” olduğu belirtilmektedir. Zira Hz.Muhammed’in secde Ayetlerini okuyunca “secde” ettiği ve onunla birlikte çevresindekilerin de (ashabı da) secde ettikleri kesin olarak belirtilmektedir. Bu durumda “namaz” duasının şeklinin, çevresindeki toplum tarafından “şahit” oldukları Hz.Muhammed’in uygulamalarına dayandırılarak yapılmasında olduğu gibi, bu Ayetlerin okunması veya duyulması esnasında secde yapılmasının da Hz.Muhammed’in bir uygulaması olduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan İlk İnsanı yaratması ile ilgili Ayetlerde melekler ile birlikte ona "secde "etmesini "emrettiğinde" Şeytanın buna uymayıp "İnsana" secde etmediği hatırlatılarak bu durumun Allah'ın "inkar" edilmesi olduğu bildirilmekte ve tüm insanlara "Allah'a secde edin" denildiğinde buna karşı gelenlerin de Şeytana uymuş olacakları ihtar edilmektedir.
Onlara: Rahman'a secde edin! denildiği zaman: "Rahman da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretini arttırır. (42/60), (25/60)
“Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler.” (48/25), (27/25)
Onlar kendilerine Kur'an okununca secde de etmezler. (83/21), (84/21)
Görüldüğü gibi Allah Hz.Muhammed'e hitaben Yaratıcısını "Tanımayan" ve İnkar Eden" insanlara "Secde Edin" denildiğinde karşı geleceklerini ve onların nefretlerini arttıracağını, bu durumun Şeytanın “Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler.” şeklindeki telkinlerinin etkisinde kalmaları nedeniyle meydana geldiğini açıklamaktadır. Bu durum, kendilerine tüm yaşamları boyunca gösterilen ve aslında akıllarını kullanmaları halinde tamamen algılayıp anlayabilecekleri "Delilleri" görmezden gelip kendi yorumlarına göre “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah'ı "İnkâr" yoluna giren tüm insanlara yapılmış çok önemli bir "Hatırlatma" niteliğindedir ve bu insanların durumlarını bir kere daha gözden geçirip "Düşünmeleri" çok önem taşımaktadır. Zira çok merhametli ve affedici olan Allah’ın böyle bir durumdan dönen ve doğru yola yönelenleri sadece Allah'a inanarak "Secde" edecek bilince ulaştırabileceği çok sayıdaki Ayetlerde belirtilmektedir.
Bu nedenle tüm insanlara "bütün yaratılmışların" neden her an Allah'a secde ettiklerini açıklayan Ayetlerini dikkate alarak Kur'an okununca secde etmeyenlerin Allah'ı inkâr etmiş olacakları hatırlatılmakta ve akıllarını kullanarak bu durumu "idrak etmeleri" onlardan beklenmektedir.
Bu nedenlerle Namaz sırasında yapılan "Secde" eylemi yanında söz konusu Ayetlerin okunması veya işitilmesi durumunda bir "Hatırlama ve Saygı" göstergesi olarak “Allah’a Secde” edilmesi Müslümanlar arasında bir gelenek halinde getirilmiştir.
Allah tüm insanlara "Secde" eyleminin önemi ile ilgili olarak ayrıca bazı örneklere işaret etmektedir;
Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi. (38/24), (38/24)
Secde ile ilgili bu Ayette kendisine başvuran kişiye verdiği cevap üzerine Davud Peygamberin Allah tarafından "Sınandığını" zannedip yanlış bir hüküm vermenin korkusu ile "Secdeye Kapandığı" açıklanmaktadır.
Bu örnek olay incelendiğinde, insanların yaşamları boyunca verdikleri "Hükümler" konusunda kişiler arasında "Hak" tartışmasına yol açılmamasının gerektiği ve bunu sağlamak üzere özellikle insan ilişkileri konularında karar verilirken son derece titiz davranmasının ve itinalı olunmasının önemine işaret edildiği görülmektedir. Bu nedenle verilen hüküm ve kararlar ile ilgili en küçük bir kuşku hissedilmesi halinde Allah'ın huzurunda af dilemek gerektiği anlaşılmaktadır.
Gece ve gündüz, güneş ve ay Allah'ın ayetlerindendir. Eğer Allah'a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin, onları yaratan Allah'a secde edin! (61/37), (31/37)
Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin! (23/62), (53/62)
Hayır! ona uyma! Allah'a secde et ve yaklaş! (1/19), (96/19)
Allah bu Ayetlerinde ise "Secde Etme" eyleminin sadece "Kendisine" yapılması gerektiğini tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Her ne sebep olursa olsun "Akıllı" insan Allah karşısında "Aciz" olduğunu bilerek "Sadece" O'na "Secde" yapacağını bilmelidir. Bu eylemin bir başka amaç ile ve Allah'tan başka bir "Kişiye" veya "Şeye" hitaben yapılması bu eylemin "Yüceliğinin" hafife alınması anlamına gelecektir. Bir diğer ifade ile bu şekilde secde yapılması o şeyin Allah ile aynı düzeyde olduğu ve Allah'a "Eş Koşulduğu" anlamında olacağı unutulmamalı ve böyle bir eylem kesinlikle yapılmamalıdır. Zira Ayetlerdeki açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, Secde eylemi ancak bir "İbadet" olarak yapılan teslimiyet ifadesidir.
Gerçekten de Hz.Muhammed tarafından öğretilen ve nasıl yapılacağı bizzat kendisi tarafından gösterilen "namaz" ibadeti sırasında yapılan "Secde" bu anlamda bir "Teslimiyeti" göstermektedir.
Kur'an’ın Şifre Harfleri
Kur'an’da 29 Adet Sure "Şifre Ayet" niteliğinde olan bazı harfler ile başlamaktadır. Bu harfler bazı Ayetlerin başında tek başına, bazılarında ise birden fazla "harf grubu" şeklinde yer almakta ve "tek başına olan her bir harf” veya “her harf grubu” başlı başına birer "Ayet" olarak sayılmaktadır. Bu şekilde toplam olarak 78 harf bulunmaktadır.
Ayetlerin başında Ayetin bir bölümü olarak yer alan harflerin ve ayrı birer "Ayet" olarak sayılan “grup harflerin” Surelere göre dağılımı aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.
Bazı Ayetlerin başında yer alan söz konusu harflere “ayrı ayrı” okunmalarının Arapça ifadesi olarak "hurûf-ı mukattaa" denmektedir. Yapılan bazı yorumlarda bu harflerin başında bulundukları surelerin "açılış" harfleri oldukları ve “fevâtih” adıyla da anıldıkları belirtilmektedir. En çok tartışılan konulardan biri olan bu harflerin ne anlama geldikleri konusunda tefsirlerde kesin bir açıklama bulunmamaktadır.
Bu nedenle 27’si Mekke dönemi 2’si ise Medine dönemi olmak üzere toplam 29 surenin başında bulunan bu harflerin başında yer aldıkları Ayetler veya onları izleyen Ayetler ile ilgili olabilecekleri düşünülebilir.
Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah tarafından Hz.Muhammed'e Mübarek bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğini”, Kur'an-ı Kerim'in "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır.
Nitekim, aşağıdaki Ayetlerde söz konusu "Harfleri" takiben onların "apaçık" bir şekilde "Kur'an Ayetleri" oldukları ifade edilmektedir.
Tâ.Sin. Bunlar Kur'an'ın, açıklayan Kitab'ın ayetleridir. (48/1), (27/1)
Elif. Lâm. Râ. İşte bunlar hikmet dolu Kitâb'ın ayetleridir. (51/1), (10/1)
Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. (53/1), (12/1)
Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitab'ın ve apaçık bir Kur'an'ın ayetleridir. (54/1), (15/1)
Elif. Lâm. Mim. Râ. Bunlar, Kitab'ın ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar. (96/1), (13/1)
Aşağıdaki "harf grupları" şeklindeki "Ayetleri" izleyen Ayetlerde de bunların "apaçık" Kur'an’ın "Ayetleri" olduklarına dikkat çekilmekte ve Kur'an’ın Allah'ın insanlara uyarı, öğüt ve önerileri olduğu, "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a ait "sırlar" ile (Hikmet) dolu olduğuna işaret edilmektedir.
Böylece Yüce Allah, Kur'an’ın "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili tüm özellikleri, sırları ve mucizeleri (Hikmet) ile "dolu" ve "gerçek" olduğunu belirterek Hz.Muhammed'in doğru yol üzerinde bulunan ve "Kendisinin" görevlendirdiği peygamberlerden olduğu bildirmektedir.
Elif, Lâm, Mim, Sâd (39/1), (7/1)
Kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın. (39/2), (7/2)
Yâ. Sîn. (41/1), (36/1)
Hikmet dolu Kur'an hakkı için (41/2), (36/2)
Tâ. Hâ. (45/1), (20/1)
Biz, Kur'an'ı sana indirdik. (45/2), (20/2)
Tâ. Sin. Mim (47/1), (26/1)
Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. (47/2), (26/2)
Tâ. Sin. Mim. (49/1), (28/1)
Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. (49/2), (28/2)
Elif. Lâm. Mim .(57/1), (31/1)
İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab'ın ayetleridir. (57/2), (31/2)
Hâ. Mim. (60/1), (40/1)
Bu Kitap mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından indirilmiştir. (60/2), (40/2)
Hâ. Mim. (61/1), (41/1)
Rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (61/2), (41/2)
Hâ. Mim. (63/1), (43/1)
Apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu Arapça bir Kur'an kıldık. (63/2), (43/2)
Hâ. Mim. (64/1), (44/1)
Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. (64/2), (44/2)
Hâ. Mim. (65/1), (45/1)
Kitap, azîz ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. (65/2), (45/2)
Hâ. Mim. (66/1), (46/1)
Bu Kitap aziz ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. (66/2), (46/2)
Elif. Lâm. Mim. (75/1), (32/1)
Bu Kitab'ın, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olduğunda asla şüphe yoktur. (75/2), (32/2)
Elif. Lâm. Mim. (87/1), (2/1)
O kitap, onda asla şüphe yoktur; o, müttakîler için bir yol göstericidir. (87/2), (2/2)
Kendileri "ayrı" birer "Ayet" olarak sayılan "harf gruplarını" takiben gelen diğer Ayetlerde ise çeşitli konularda açıklamalar bulunmaktadır. Bunlara göre bu harfler ile; Allah'ın "merhametine" ulaşanlar ile ilgili açıklamalar bulunmakta, Allah'ın görevlendirdiği Peygamberlerine uyarı, öğüt ve önerilerinin "vahiy" edilmesinde onları buna "hazırlaması" ile ilgili olabileceğine işaret edilmekte ve peygamberlere aynı şekilde "vahiy" edildiği belirtilmekte, sadece bir "olaya" işaret edilmekte, İnsanlara bu Dünya ortamındaki yaşamları ile ilgili olarak sorgulanacaklarını hatırlatan uyarılar bulunmakta, Allah'ın her zaman "diri" olduğu (Hayy) ve bütün varlıkların "kaynağı" olarak onları görüp gözettiği, onları yönettiği ve bir an bile onları bilgi ve ilgisi dışında tutmadığı (Kayyum) ve Allah'ın dışında başka "Yaratıcı Güç" bulunmadığı bildirilmektedir.
Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd. (44/1), (19/1)
Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır. (44/2), (19/2)
Hâ. Mim. (62/1), (42/1)
Ayn. Sin. Kâf. (62/2), (42/2)
Azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. (62/3), (42/3)
Elif. Lâm. Mim. (84/1), (30/1)
Rumlar en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. (84/2), (30/2)
Elif. Lâm. Mim. (85/1), (29/1)
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? (85/2), (29/2)
Elif. Lâm. Mim. (89/1), (3/1)
Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur. (89/2), (3/2)
Bu Surelerde de "şifre" harflerden sonra gelen Ayetlerde bu harfler ile ilişki kurulabilecek bir bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu "harflerin" izleyen Ayetler ile ilişkisinin ancak bu konularda yapılacak çalışmalar sonrasında elde edilecek "yeni" bilgiler ile anlaşılabilmesi mümkün olabilecektir.
Görüldüğü gibi söz konusu "harflerin", başında bulundukları Ayetler veya onları izleyen Ayetler ile "doğrudan" bir anlam ilişkisi olduğu bazı Ayetler için düşünülse bile, bunun bütün Ayetler için ileri sürülmesi her zaman "doğru" olmamaktadır. Bu konunun daha "somut" bir şekilde açıklanması ancak insanların "Arapça" dilinin şu anda bilinmeyen bazı özelliklerini de öğrenmesi ile mümkün olabilecektir.
Bu harfler ile ilgili olarak İslam Ansiklopedisinde daha çok "hadislere" ve "rivayetlere" dayanan ayrıntılı bilgi verilmektedir. Ancak bu bilgilerin "kesin" bir sonuca ulaşmadığı görülmektedir.
HURÛF-ı MUKATTAA - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde özetle aşağıdaki açıklama yer almaktadır.
“
Bu mübarek âyetler, Kur'an'ı Kerim'in ne gibi bir hikmet ve menfaata binaen indirilmiş olduğunu bildiriyor. Bu mukaddes kitabın ne kadar yüce vasıflara, ne kadar güzel isimlere sahip olan bir ulu zat tarafından insanlığa ihsan buyurulmuş olduğunu beyan buyurmaktadır.”
http://www.tahavi.com/tefsir/020a.html
Mustafa İslamoğlu tefsirinde de benzer bir yorum bulunmaktadır:
“Bu harflerin anlamını sadece Allah bilir. Bu mana da Ebu Bekir’in söylediği ile bu söylediğim şey örtüşmektedir. Bu harflerin eğer bir anlamı varsa, ki, mümkündür, onu sadece Allah bilir. Lakin işlevi nedir sorusuna gelince bu harflerin kesinlikle işlevi vardır. İşlevi vahye dikkat çekmektir.”
https://kurantefsir.wordpress.com/2011/03/13/islamoglu-tef-ders-bakara-1-27-3-2/
Doğal olarak bu konuda insanların bilgi birikimlerinin artışına ve gelişmesine uygun olarak daha ayrıntılı çalışmalar, incelemeler ve açıklamalar yapılacaktır. Bu tür çalışmalarda bu harfler ile başlayan Surelerin içeriğinde o harflerle başlayan kelimelerin ve belki de Ayetlerin derlenmesi ve buradan bir sonuca gidilmesi, diğer Ayetlerde yer alan bazı konulara açıklık getirecek veya hükümlerini değiştirecek şekilde ilginç buluşlara neden olabilecektir.

Kur'an’ın Okunması ve Anlaşılması- “İnsan Olmak” İçin İlk Adım
Yukarıda belirtildiği gibi Kur'an Ayetlerinin Hz.Muhammed'e kendi dili ile (Arapça) indirildiği bildirilmektedir. Buna göre Kur'an'ın okunup anlaşılması için insanların Arapça bilmeleri gerekmektedir. Bu durumda Arapça konuşan toplumlar dışında yaşayan insanlar çoğunlukla Arap Harflerinin "okunuşlarını öğrenerek Kur'an'ı "sadece okumakta" fakat içeriğini anlayamamaktadır. Halen Dünya üzerindeki Müslümanları büyük bir çoğunluğu Allah'ın tüm insanlara bildirdiği uyarı, öğüt ve önerilerini içeren Kur'an Ayetlerini bu şekilde "okumakla" kendilerinden beklenen Allah'ın "Oku" emrini yerine getirdiklerini düşünmektedirler.
Yaratan Rabbinin adıyla oku! (1/1), (96/1)
Nitekim günümüzde de gerek diğer din ve inanışlara sahip olanların henüz ciddi olarak Kur'an’ı incelememiş olmalarından gerekse bu toplumlarda egemen olan güçlerin bu egemenlikleri açısından tehlikeli bulmaları nedeniyle toplum bireyleri tarafından ilgi duyulmasını ve anlaşılmasını önlemek amacıyla toplum fertlerinin Kur'an’ı inceleme imkanlarının kısıtlanmasından ötürü, bazı toplumlarda Kur'an’ın Hz.Muhammed tarafından yazdırıldığı metnin “sadece” okunmasının “iman etmiş” olunması için “yeterli” olacağına dair inanışlar bulunmaktadır.
Öte yandan Kur’an Ayetlerindeki ifadelerden, Ayetlerde yer alan hususların tüm insanlar (bireyler) tarafından “okunup anlaşılarak” öğüt alınmasının ve uygulanmasının beklendiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ın bütün toplumlarda her bir "kişi" tarafından önyargısız ve birer “Akıllı İnsan” olarak kendi akılları ile incelenmesi ve içeriklerinden bilgi sahibi olması gerekir.
Nitekim Kur'an’ın "Pürüzsüz" bir Arapça olarak indirildiği böylece içeriğinin "Kolayca Anlaşılmasının" ve bu içeriği dikkate almak suretiyle insanların yanlışlardan "Korunmasının" sağlandığı Ayetlerde açıklanmaktadır.
Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik. (59/28), (39/28)
İnsanların Allah'ın Arapça olarak gönderdiği Kur'an’ı Allah'ın "seçtiği" bu dille ancak anlamlarını bilmeden ve Arapça harfleri "seslendirerek" okumaları (yüzünden okumak), her şeyden önce “Yaratıcı İradeye” bir "Saygı" olarak nitelendirilmelidir. Bu açıdan bakıldığında Kur'an’ı Arapça olarak okumak ve ezberlemek (Hafızlık) bu saygının en üst zirvesini oluşturmakta ve bir anlamda Arapça İslam'ın "Resmi Dili" olarak kabul edilmektedir.
Bu nedenle bazı ilahiyatçıların (Din Bilginlerinin) insanların Ayetlerde belirtilen öğüt ve önerilere göre yapacakları ibadetler sırasında "Arapça" dua etmelerinin gerektiğini ileri sürdükleri, diğer bir deyişle "İslam’ı" kabul ederek "Müslüman" olanların mutlaka "Arapça" bilmelerinin ya da bazı Ayetlerin ve duaların Arapça okunuşlarını "ezberlemelerinin" gerektiği sonucuna vardıkları bilinmektedir.
İnsanların Allah'a ibadet ederken bazı Kur'an Ayetlerini ve duaları Ayetlerde yer alan Arapça asılları olarak okumaları, Allah'a duyulan sonsuz saygının ifadesi olarak düşünülebilir. Ancak asıl olanın, ibadetin Allah'a "iman edilmesi" ve Allah'a "teslim olunması" olduğu dikkate alındığında, imanın ve teslimiyetin en samimi ve içtenlikle ifadesinin insanların kendi dillerinde yapmaları ile mümkün olabileceği de bir gerçektir.
Nitekim “Uydurulan Din ve Kuran’daki Din" kitabında Arapça bilmeyenlerin yanlış telaffuzla kelimelerin anlamlarını bozduklarına ve ibadetlerinde ne söylediklerinden habersiz olduklarına işaret edilmektedir.
"Arapça bilenlerin Kuran’ı vahyedildiği orijinal dilde okuması elbette güzeldir ama Arapça bilmeyenlerin çoğu, Arapça Kuran okurken Arapça anlamları bozmakta ve de ne söylediklerinden habersiz namaz kılmaktadırlar. Hanefilik gibi Ehli Sünnet olduğu ifade edilen bir mezhepte bile Arapça bilmeyenlerin Kuran’ın tercümesini okuyabilmesi konusunda esneklik ifade edilmesine, Selman el-Farisi’nin Fatiha Suresi’ni Farsçaya tercüme ettiği ve Farsilerin namazda bu tercümeyi okudukları bilinmesine rağmen bu konuyla ilgili esnekliklere dair görüşler halktan saklanmıştır."
http://www.kurandakidin.net/ (Sayfa 410)
Kuran’ın diğer dillere çevrilmesine genel olarak "mezhepçi ve gelenekçi" grupların engel olduğu bilinmektedir. Zira geçmişteki İslam Toplumlarında yönetimlerin, toplumları "baskı" altında tutabilmek için mezhepleri ve gelenekçi grupları iman ve inancın (dinin) tek yetkilileri olduklarını ileri sürdükleri, böylece yönetimleri altında bulunan insanların iman ve inanç alanında araştırma yapmalarının veya anlamadıkları konuları "sorgulamalarının" önüne geçerek bu grupların etki alanında kalmalarını sağladıkları İslam tarihinin incelenmesinden görülebilmektedir. Bunun en kolay ve etkili yolu olarak "yönetimler" tarafından Kur'an'ın başka dillere çevrilmesi "yasaklanmış" ve Allah ile insanlar arasında uygun gördükleri "din alimleri" sokularak iman ve inanç ile ilgili konuların daima bu "alimlerden" öğrenilmesi sağlanmıştır. Öyle ki Kur'an'ın başka dillere çevrilmesi bir yana Arapçasının bile matbaada basılmasına izin verilmediği dönemler yaşanmıştır. Böylece Din Alimleri tarafından "din" ile ilgili konularda ileri sürülen "yorumlar" ve "gelenek" haline getirilen uygulamalar insanlara "sorgulanamaz" olarak itaat etmeleri gereken "Din" olarak bildirilmiştir. Bu tür anlayış ve uygulamalar giderek azaltmakla birlikte halen çok sayıdaki "Müslüman" toplumlarda etkili olmaktadır.
Ayetlerin topluca ve birbirleri ile ola ilgi ve bağları dikkate alındığında Kur'an’ın “birey” olarak "Tüm İnsanlara" hitap etmektedir. Allah, bu Evren ve Dünya ortamının "Yok" olacağı zamana kadar yaşayacak olanlar da dahil, tüm insanların her birine” öğüt ve önerilerini son olarak Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" bu "Ayetleri" ile iletmektedir. Bu nedenle "Tüm İnsanlardan" bu öğüt ve önerileri şayet Arapça bilmiyor iseler, kendi dillerine çevrilmiş Kur’an metinleri üzerinden bulundukları ortam ve dönemin şartları ve sahip oldukları bilgi birikimleri kapsamında "Okuyup" anlamaları ve ona göre "Allah" ve Allah'ın "Yarattıkları" hakkında en doğru bilgilere ulaşmaları beklenmektedir.
Bu nedenle tüm insanların her türlü "Çıkar" amaçlarını bir tarafa bırakıp sahip oldukları bilgi birikimlerini "Samimiyetle" paylaşarak bu "Öğüt ve Önerileri" bir bütün olarak "Her Dilde" değerlendirmeleri ve bu konuda bir anlayış birliğine doğru ilerlemeleri ve bulgularını tüm insanlara "Ulaştırmaları" gerekmektedir. İşte o zaman her türlü çıkar endişesinden uzak olarak Evren ve Dünya ve bu ortamların asıl "Yaratılış" amacı ve bu "Yaratılışın" nasıl gerçekleştiği konularında daha açık bilgilere ulaşılacak ve bu "Yaratılışın" asıl "İradesinin" nasıl gerçekleştiği anlaşılacak ve bu aşamada "Allah’ı" anlamak ve algılamak daha mümkün olacaktır.
Bu tür bir anlayışın başlangıç noktasının şu anda "Gerçek" bir "İlahi" belge niteliğindeki Arapça yazılmış Kur'an’ın "Asıl Metin" olarak ele alınması gerekmektedir. Bu konuda yapılacak tüm çalışmaların, yaşayan bütün insanlar tarafından Kur’an’ın "Ana Fikrinin" kavranılabilmesi açısından, bu asıl metin üzerinden ve tüm diğer dillere doğru ve eksiksiz olarak çevrilmiş olan nüshaları üzerinden yürütülmesi gerekmektedir. Böylece tüm İnsanların Kur'an’ın kendilerine ilettiği "gerçekleri" anlamalarının önü açılacak ve Allah'ın "doğru yola" iletmeyi "Diledikleri" arasında olabileceklerdir.
Görüldüğü gibi Arapça konuşmayan insanların inceleyip anlamaları için Kur'an’ın kendi dillerine "Tercüme "edilmesi gerekmektedir. Zira Yüce Allah Ayetlerinde daima "akıl kullanılmasını", düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını ve Kur'an'ın "rehber edinilmesini" istemektedir. Ancak insanlar Allah’ın kitabının kendi dillerine çevrilmiş olmaması durumunda manasını bilmeden sadece “üzerinden Arapça seslendirerek” kendilerine bildirilen “gerçekler” hakkında düşünemeyeceklerdir.
Ülkemizde de Uzun yıllar Arapçanın taşıdığı zengin anlatım ve diğer karmaşık özellikleri ileri sürülerek bu tür çevirilerin yapılamayacağı, yapılsa bile asıl metindeki anlamın "Asla" verilemeyeceği iddia edilerek özellikle Türkçe Kur'an yapılmamıştır. Bu nedenle de Kur'an’ın sadece Arapça bilen kişiler tarafından diğer insanlara anlatılması yoluna gidilmiş ve bu durumun sonucu olarak Kur'an’ın "Ana Fikri" çerçevesinde Ayetlerin yorumlanmaları bu kişilerin bilgi ve samimiyet düzeylerine teslim edilmiştir. Aslında diğer diller için de benzer bir zorluk bulunmaktadır. Zira Kur'an Ayetleri diğer dillere çevrilirken en önemli husus olarak öncelikle "Kur'an’ın Ana Fikri" ile "Uyumlu" hareket edilmesi konusunda "Doğru" bir anlayış sağlandığını söylemek her zaman pek mümkün görülmemektedir. Kur'an’ın bu anlamda Dünya'daki bazı önemli Üniversitelerde yapılan "Bilimsel" çalışmalarda dikkate alındığını ve bu çalışmaların da tüm insanların yararlanmaları amaçlanmadığından kısıtlı çevrelerde bulunduğunu, ancak özel ilgi gösterenlerin bu çalışmaları inceleyip araştırmalarında yararlandıklarını söylemek çok da yanlış olmamaktadır.
Bu çalışmaların muhtemelen Dünya hakimiyeti peşinde olan "Güçler" tarafından "Siyasi" nedenlerle de tüm insanların yararlanmalarına açılmadıkları da ayrıca düşünülebilir.
Diğer yandan hangi Ayet ve dualarla ve hangi "şekli" esaslara göre yapılacağı Hz.Muhammed tarafından özellikle gösterilmiş olan "namaz" ibadetinin, (duasının) yeryüzünde yaşayan çok sayıda ve her biri de ayrı dile sahip toplum bireyleri tarafından "birlikte" yapılabilen bir ibadet olması nedeniyle, bu ibadet sırasında okunan Ayet ve duaların Arapça olması söz konusu "birliktelik" açısından önemli olmaktadır. Bu nedenle İslam dinini kabul eden insanların en azından tek başlarına veya diğer insanlarla birlikte yapacakları "namaz" ibadeti (Duası) sırasında okuyacakları Ayetleri, anlamlarını da öğrenerek, Arapça olarak "ezberlemeleri" çok doğru olacaktır. Zira böylece Allah' a duyulan "sonsuz saygı" da ifade edilmiş olacaktır.
Kur'an önceki yazılı metin haline getirilmiş iletileri “Teyit” ederek, tüm insanlara "İnsan Olmaları” için öğüt ve önerilerde bulunmaktadır. Ancak, bu öğüt ve önerilerden bir bölümü o sırada yaşayan insanların bilgi ve anlayış düzeylerine hitap etmekte, diğer önemli bölümü ise önceki bölümlerde belirtildiği gibi, insanların gelişmeleri paralelinde yorumlayabilecekleri "Gerçeklere” dikkat çekmektedir. Buna göre insanlar bunları araştırmaları ve öğrenmeleri için teşvik edilmekte ve insanlardan bu gerçeklere göre davranmaları beklenmektedir. Bu anlamda Kur'an "İnsan Olmak" için çok değerli unsurları ve ipuçlarını, öğüt ve öneriler olarak insanların bilgi ve anlayışlarına getiren bir "Hazinedir”.
Kur’an’ın ilk derlendiği zamandan beri değişmeyen bir yapısı bulunmaktadır. Buna göre 114 ana bölüm (Sure) ve her surede çeşitli sayıda olmak üzere toplam 6236 Ayet bulunmaktadır. Bir Sure içerisindeki Ayetler, konuları itibarı ile bazen art arda gelmekte, ancak genellikle bir surede çok çeşitli konularda Ayetler bulunmaktadır. Kur’an’da bulunan 6236 Ayet ve bu Ayetleri teşkil eden 10000 dolayında cümleden her biri bir mücevher gibi yerlerinde durmaktadır.
Kur'an, insan aklının artık bu mücevherleri anlayabilir hale geldiği bir dönemde çok değerli bir Peygamber olan Hz. Muhammed'e öğretilmiş (vahiy edilmiş) ve tüm insanlara aktarılması sağlanmıştır. Buna göre Yüce Allah, Kur’an Ayetlerinin “Tüm İnsanlar” tarafından “Okunmasını” ve “Yorumlanmasını” önermekte ve beklemektedir. Yani Kur’an’ı okuyup anlamak ve yorumlamak Yüce Allah tarafından tüm insanlardan beklenilen bir “Görevdir”. Bu durumda Kur’an’ın “Yorumlanması” sadece “din bilginlerine” ait bir ayrıcalık değildir. Nitekim “İnsanlar”, Kur’an Ayetlerini yaşadıkları zamanlarda sahip oldukları bilgi birikimleri ile anlayıp yorumları ile kendilerine eşsiz bir "Eser" meydana getirecekler ve kendi zamanlarında birer "İnsan" olacaklar ve o zaman için ulaşabilecekleri derinlikte "gerçekleri” anlayabileceklerdir.
Bu yapı çerçevesinde Ayet içeriklerinde yer alan konuların daha net görülebilmesi ve anlaşılabilmesi açısından, Ayetlerin ilgili konularına göre derlenmeleri ve toplanmaları ve bu derlemelerin "Zaman" açısından taşıdıkları özellik ve niteliklerinin de ayrıca ve önemle saptanarak konuların bu nitelikler çerçevesinde anlaşılmaları, izlenecek en "Akılcı" yol olacaktır. Böylece belli bir konuda çeşitli surelerde yer alan Ayetler, topluca görülebilecek ve bu konunun kendi anlamı açısından Ayetlerin anlamlı sıralamaları yapılabilecektir. Bu sayede, belli bir konunun önce nasıl ele alındığı ve daha sonra bu konuda nasıl gelişmelere işaret edildiği ve gelecek ile ilgili olarak o konuda nelere dikkat edilmesinin gerekli olduğu değerlendirilebilecektir.
Kur'an’ın "Sabit Fikirlerden" Arınmış Olarak İncelenmesi
Kur'an tüm insanlara iletilmek üzere Allah "Allah" tarafından "Vahiy" yolu ile (gizli konuşmak, emretmek, ima ve işaret etmek, seslenmek) Hz.Muhammed'e "Arapça" olarak "Söyletilen" ve Allah'ın tüm insanlara olan "Öğüt ve Önerilerini" içeren "İlahi" bir "Belge" niteliğindedir.
Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir. (48/6), (27/6)
Allah Hz.Muhammed'e hitaben Kur'an’ın tüm bilinmeyenlerin kaynağı olan ilahi gerçeklerin (Hikmet) sahibi ve her şeyi "Bilen" Allah tarafından ona verildiğini belirtmektedir. Bu Ayet aynı zamanda tüm insanlara da Kur'an’ın Hz.Muhammed'e Allah tarafından iletildiğini hatırlatmaktadır.
Bu anlamda "İlahi" bir belge olan Kur'an özetle, insanların içinde bulunup yaşamakta olduğu Dünya ortamı ve bu ortamın bir parçası olduğu "Evren" ortamının madde yapısının özelliklerini ve insanlarca sadece bazı "Etkileri" ile "Hissedilen" veya "Algılanan" madde yapısı olmayan (Soyut) varlık ve veya ortamlar hakkındaki bilgileri ve tüm bunların "Bir Yaratıcısı" olduğunu, kendilerine "Lütfedilen" Akıllarını" işleterek "Anlamaları" ve bu "Eşsiz Yaratıcı Gücü" kabul ederek O'na "Teslim Olmaları" gerektiğini tüm insanlara iletmektedir.
Buna göre tüm insanların bu belgeyi okuyup içeriğini "Anlamaları" gerekmektedir. Ancak içeriğinin anlaşılması ile insanlar kendilerine iletilenler hakkında bilgi sahibi olabileceklerdir.
Kur'an’ın "Arapça" olması nedeniyle dili Arapça olmayan insanların bu İlahi Belgeyi ancak kendi dillerine "Çevrilmesi" ile okuyabilmeleri ve bu çevirinin "Başarısına" göre "İstenen" şekilde "Anlayabilmeleri" mümkün olabilecektir. Öte yandan ana dili Arapça olan insanların da Kur'an’ı okuduklarında kendilerinden beklenen anlayışa "Mutlaka" erişebileceklerini ileri sürmek tam olarak doğru olmayacaktır. Bu nedenle Kur’an’ın okunması diğer herhangi bir kitabın okunması ile aynı bağlamda değildir. Burada asıl olan insanların Kur’an’ın insanlara bildirdiği “ana fikir” ile ilgilidir ve bu nedenle insanların çağlar boyunca elde ettikleri bilgi birikimlerinden yararlanarak ve Kur’an’ı okurken daima akıllarını kullanarak belli bir “anlayışa” sahip olabilmeleri çok önem taşımaktadır.
Zira Kur'an Ayetleri öncelikle "Allah" ve “Yaratılış” ile ilgili "Gerçeklere" değinmekle birlikte Hz.Muhammed tarafından insanlara iletildikleri döneme (610-633) ait "Kişisel ve Toplumsal" düzenlemelere de yer almaktadır. Aynı zamanda İnsanların kişisel ve toplumsal yaşamlarına dair olan konuları düzenleyen Ayetlerin "Zaman Üstü" olarak yani "Tüm Zamanlarda" geçerli olmak üzere, gelişen bilgi düzeyleri ve bilgi birikimlerine göre "Yorumlanmalarının" gerekliliğine de işaret edilmektedir. Nitekim Kur’an’da “Anahtar” niteliğindeki Ayetlere yer verilerek Ayetlerin birbirleri ile olan anlamsal bağları ve ilişkilerinin göz önünde bulundurulmasının gerektiğine işaret edilmektedir. Görüldüğü gibi Kur'an’ın insanlardan beklendiği gibi anlaşılması ve uygulanması ancak Ayetlerin bu özelliklerinin de göz önünde bulundurularak okunması ile mümkün olabilecektir. Kur'an’ın herhangi bir konuda yazılan bir ders kitabı ya da hikaye gibi sadece cümlelere göre okunarak anlaşılması çok zordur hatta imkansızdır.
Bu nedenle bazı insanların "Yaratıcıya" olan yönelişleri de kesintiye uğramakta, sadece "Madde" yapıları ile ilgili "Bilimsel" araştırmalar ve "Buluşlar" çerçevesinde yaşamlarını sürdürmeyi çok daha "Mantıklı" görmektedirler. Bu durum, bilerek veya yanlışlıkla yapılan "Çeviri" hataları veya "Yorumlamalar-Tefsirler" nedeniyle çok daha derin sorunlara yol açmakta sonuçta yapıları gereği bulduğu ve anladığı "Maddi" konulara bağlı olarak bu Madde ortamını çok daha kolay yorumlayabilmeleri nedeniyle birçok insan "İnanmamayı" daha "Akılcı" bulmaktadır. Aslında bu durum "Sarsıcı" bir çelişki meydana getirmektedir. Zira Kur'an tüm insanlara tüm ortamların "Bir Yaratıcısı" olduğunu kendilerine "Lütfedilen" Akıllarını" işleterek "Anlamalarını" önerirken ve bunun "Mümkün" olduğunu ifade ederken, insanlar Kur'an’ı "Okumamalarının" veya okusalar bile "Anlayamamalarının" etkisi ile "Yaratıcıyı" inkâr etmenin "Akılcılık" olduğunu kabul edebilmektedirler.
Benzer bir durum Kur'an öncesi dini anlayışlara bağlanmış olan insanlar için de söylenebilir. Diğer dinlerde biraz "İnsani" duygulara dayandırılan bir "İlah" veya "Tanrı" fikrine bağlanan insanların da edindikleri bu tür akıl ve mantık sınırlarını aşan geleneksel “kabullere” bağlanarak yine Kur'an’ı inceleyip anlamaya ihtiyaç duymamaları ve Kur'an’a inanmamaları nedeniyle "Tüm İnsanlara" iletilen "Allah" gerçeğini gerektiği gibi "Anlamaları" mümkün olmamaktadır.
Hz.Muhammed'den önceki dönemlerde yaşamış Peygamberler tarafından "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili belge ve kitapların iletildiği toplumlarda insanların Kur'an’ın "indirilmiş" olmasına sevindikleri Ayetlerde belirtilmektedir.
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler, fakat guruplardan onun bir kısmını inkar eden de vardır. De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk etmem ve O'na ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüş de yalnız Allah'adır.” (96/36), (13/36)
Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır. (96/37), (13/37)
Buna göre özellikle kendilerine "verilmiş" olan Kitapların (Tevrat ve İncil'in) gerçek anlamını anlayan, hisseden ve içtenlikle “Allah'ın” uyarı, öğüt ve önerilerini yerine getirmeye çalışanların, Kur'an Ayetlerinde yer alan "hükümlerinin" inandıkları “Kitaplarındaki” değişikliğe uğramamış "asıl unsurlarını" açıkladığını ve böylece bu unsurların Kur'an Ayetleri ile "onaylanmış" olduğunu gördükleri, bundan sevinç duydukları ve böylece Kur'an’ın "Allah'ın Vahyi" olduğunu anladıkları bildirilmektedir.
Kitap Ehlinden (Ehli Kitap) bir grubun ise Kur'an Ayetlerinden bir kısmını inkâr ettikleri belirtilmektedir. Bu nedenle Yüce Allah, Hz.Muhammed'den kendisine sadece Allah'a kulluk etmesi ve O'na ortak koşmamasının "emrolunduğunu", insanları yalnız Allah'a çağırdığını ve ölüm sonrasında yalnız Allah'a dönüleceğini Ayetlerin bir kısmını inkar edenlere bildirmesini istemektedir.
Ayrıca Ayetlerin bir kısmını inkâr edenlere ve dolayısı ile bütün insanlara Allah'ın Kur'an’ı Arapça bir hüküm olarak indirdiği yeniden açıklanmaktadır. Böylece Kur'an’ın "Arapça" indirilmiş olmasının, Evren'in sona ereceği zamana kadar bütün insanların "esas alacağı" sadece "Bir Asıl Belge" niteliğinin korunması ile ilgili olduğu Ayetlerde belirtilmektedir.
Buna göre, daha önce insanlara peygamberler tarafından bildirilmiş ve bir kısmı "kitap" haline getirilmiş olan "Hükümlerin" son olarak vahyedilen Kur'an’ın Arapça olan aslına uymayan hükümlerinin "doğru" olmayacağı ve bunlara göre hüküm verilerek ibadet yapılmasının da uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konuda "Kur'an’ın Dili" bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Bu durumda Kur'an'ın kendi dinlerin ya da inançlarının öngördüğü ya da öğrettiği manevî kavramlarla eş değer pek çok şeyi kapsadığını kabul ettikleri halde, Kur'an'ın bazı hükümlerini inkâr eden insanların bu inkârlarının ancak bir heves veya keyfilik olduğuna ve bu nedenle herkesin de kendi isteklerine uymasını istediklerine işaret edilmektedir.
Bu nedenle kendisine gelenin ise gerçek "ilim" olduğu hatırlatılarak Hz.Muhammed'e ve onun şahsında bütün insanlara kendilerine Kur'an hükümleri (İlim) geldikten sonra Kur'an'ın bazı hükümlerini veya Kur'an’ı tamamen inkâr edenlere "uymamaları" öğüt verilmekte ve şayet onların arzularına uyarlar ise Allah tarafından onları koruyup kurtaracak ne bir dostunun ne de koruyucunun olmayacağı (bulunmadığı) ihtar edilmektedir. Bu uyarılar ile Kur'an Ayetlerinde açıklanan "gerçeklerin" samimiyetle okuyup "Akıllarını Kullanarak" anlamaya çalışmaları ve bu gerçekler doğrultusunda iman ederek "ayrılığa" düşmemeleri bütün insanlardan istenmektedir.
Kur'an Ayetlerinde insanların sahip oldukları bilgi düzeyi ve birikimlerinin yardımı ile kendilerinden beklenenleri "Anlamak "üzere tüm peşin fikirlerinden kendilerini arındırarak Ayetlerin birbirleri ile olan bağlılık, atıf ve ilişkileri dikkate alarak Kur'an Ayetlerini incelemeleri halinde, "Allah" ve "Yarattıkları" ile ilgili olarak fikir sahibi olacaklarına işaret edilmekte ve "Yol" gösterilmektedir. Buna göre bir konuyu öğrenmek istediğimizde Kuran’ın o konuyla ilgili tüm ayetlerini bir arada değerlendirip, o konuyu öğrenmemiz gerekir. Bu anlamda insanların her konuda olduğu gibi Kur'an’ı okumaya da "Ön Yargıları" ile başlamamaları ve Ayetlerin hükümlerini "Akıllarını" kullanarak diğer Ayetler ile olan bağlantılarını ve sahip olduğu bilgi birikimi ve deneyimlerini de dikkate alarak anlamaya çalışmaları gerekmektedir.
Aksi halde yani Kur'an’ı okuyan insanların o sırada sahip olduğu ön yargılardan kurtulamaması halinde okuduklarını bu yargılarının etkisinde "Yorumlaması" kaçınılmaz olacağından, Kur'an’ı kendince yorumlayan insan sayısınca farklı yorumlar ortaya çıkacaktır. Örneğin Kur'an hakkında ön yargılarından veya peşin fikirlerinden kurtulamayan bazı insanların Kur'an’ı okuduktan sonra "İnkârcı" veya "Dinsiz" olmaya (Ateist) karar verdiklerini ifade etmektedirler. Bu nedenle insanların Kur'an’ı okumaya başlarken sahip oldukları "Ön Yargılarını" bir kenara bırakmaları ve sadece sahip oldukları bilgi birikimlerini ve "Akıllarını" kullanarak bir yargıya ulaşmaya çalışmaları en doğru bir yaklaşım olacaktır. Zira bu şekilde yapılacak yorumlarda her insanın bilgi düzeyine bağlı olarak birçok farklar olmasına rağmen, yorumların özünde Kur'an’ın "Asıl Öğretilerin" yani "Ana Fikrinin" belirginleşeceği görülecektir.
Böyle bir anlayış ile Kur'an okunması sırasında Ayetlerin insanlara iletildiği 610-633 yılları arasında Hz.Muhammed'in bu Ayetleri ilettiği toplumdaki koşulların ve bilgi birikim düzeylerinin de göz önünde bulundurulması, gerekecektir. Buna göre doğrudan o zamanda yaşamış olan insanlara hitap ettikleri anlaşılan bazı Ayetlerin aynı konulardaki diğer Ayetler ile birlikte değerlendirilmesinde, bu Ayetlerde açıklanan hususların "Daha Sonraki" zamanlarda yaşayan ve "Yaşayacak" olan insanların "Akılları" ve bilgi düzeyleri ile o Ayetler ile bir ilişki ve bağlantıları çerçevesinde olduğunu ve o konunun "Bütün Zamanlarda" nasıl anlaşılabileceğini anlayabileceklerdir.
Kur'an’ın bütün zamanlarda "Hükmünün Değişmeyeceği" olarak belirtilen "Mucizesinin" bu niteliğinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu nedenle Hz.Muhammed’e indirildiği zamandaki (1400 yıl önceki) topluma yönelik olan "Uygulamaların" açıklandığı Ayetlerin seçilerek insanların başka Ayetlerin aynı konulardaki hükümleri dikkate alınmadan kendi "Niyet" ve "Ön Yargılarına" göre yorum yapmaları, bu Ayet hükümlerinin daha sonraki zamanlarda çok farklı ve üstün bilgi düzeyine erişmiş olan toplumlarda "Uygulanması" konusunda güçlüklere ve sorunlara neden olacak niteliktedir. Zira bu Ayetler birlikte ele alındığında bazı konularda bazı önemli çelişkilerin bulunabileceği, özellikle de sonraki Ayetlerde açıklanan anlam ve uygulama ile ilgili “düzenlemeler” dikkate alınmamış olacaktır. Buna rağmen her Ayette yar alan hükmün tek başına değerlendirilerek tüm “gelecek zamanlarda” aynen uygulanması gerektiğini ifade eden çok sayıda görüş bulunmaktadır. Bu durumun Kur'an’ın "Öğüt ve Önerilerinin" bütün zamanlarda ve bütün insanlara doğru ve eksiksiz olarak aktarılmasını engellediği ve bunun insanları sadece o yorumu yapanların "Niyetlerine" hizmet etmeleri için yapıldığı sonucuna varılabilir.
Kur'an'ın "Anlaşılması" konusunda açıklayıcı bir örnek olmak üzere, Sümer Medeniyeti ve yazıtları araştırmacısı olan (Sümerolog) Muazzez İlmiye Çığ tarafından yazılan Kuran İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni isimli kitabında yer alan bazı ifadeler ile kendisiyle yapılan bir söyleşide dile getirdiği hususların üzerinde durulması ve düşünülmesi faydalı olacaktır.
Muazzez İlmiye Çığ tarafından yapılan araştırmalarda, özellikle eski Sümerlerin "Çok Tanrılı" dinsel inanış ve efsanelerinin tek tanrılı dinleri "Etkilediği", Tevrat, İncil ve sonra da Kur'an’da bunlardan alıntılar yapıldığı; buna göre de Sümerlerin çok tanrılı dininin zamanla tek tanrılı dine dönüştüğü ve bugünkü tek tanrılı dinlerin temelini oluşturduğu, bu arada diğer Sümer tanrılarının da tamamen yok olmadıkları ve bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını sürdürdükleri ileri sürülmektedir.
"Sumerliler, bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunları yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onların kurdukları çoktanrılı din, yavaş yavaş tek tanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır." (Kuran İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni-Muazzez İlmiye Çığ Sayfa 14)
Ancak Kur'an Ayetlerinde bunların tanrı niteliği taşıdıklarına dair herhangi bir işaret veya açıklama bulunmaması, aksine bunların "Yaratıcının" mutlak "İradesini" yürütmek üzere yine "Kendisi" tarafından "Yaratılmış" ve "Enerji" esaslı (Ayetlerde Ateş ve Nur olarak geçmektedir.) özel yapılardaki "Unsurlar" olduklarının bildirilmektedir. Bu nedenle Sümer tanrılarının tamamen yok olmadıkları ve bunların "Tek Tanrılı" dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak sanki ayrı birer "Tanrı" gibi varlıklarını sürdürdüklerini ileri süren ifadelerin Kur’an Ayetlerinde karşılığı bulunmamaktadır ve tamamen geçersiz olmaktadır.
Muazzez İlmiye Çığ ayrıca bir söyleşide, Kur'an Ayetlerinin, Hz.Muhammed'in kişisel yaşantısıyla ilgili olan veya toplumda gerçekte yaşanan olaylar, onlarla ilgili sorunlar ya da Sümer’den Tevrat’a geçen söylenceler ve bunlardan çıkarılan derslerin şiirsel bir dille anlatılması olarak nitelendirmekte ve bu anlatıların "Vahiy" olarak kabul edildiğini belirterek, Kur'an’ı Allah'ın Hz.Muhammed'e Vahiy Ettiğine (yazdırdığına) inanmadığını ve Hz.Muhammed'in yazdırdıklarının bir tür şiir olduğunu söylemektedir.
"Kuran’ın, o günün yaşantısına göre yazılmış bir kitap olduğunu görüyoruz. Hz.Muhammed çok akıllı bir adam. Sonra, yazısız milletlerde şiir çok ilerlemiştir. Araplarda şiir yaygındır. Sümer’de de eskiden kalma bir gelenek olarak şiir vardır. Hz.Muhammed’in yazdırdıkları bir tür şiirdir. Kişisel yaşantısıyla ilgili ya da toplumda yaşanan olaylarla ilgili sorunları şiirsel bir dille anlatıyor. Bu anlatılar da vahiy olarak kabul ediliyor. Ama gerçekte Hz.Muhammed’in, o günün şartlarında koymak istediği kurallardır onlar. Yaşanan olaylardır. Bir de anlattığım gibi çeşitli kaynaklardan o günün şartlarına uygun olarak yorumlanıp alınmış hikâyelerdir. Tevrat dışında İsrail yazarlarının hayal güçlerini kullanarak yazdıkları hikâyeleri de görüyoruz Kuran’da. Tabii bunlar kulaktan kulağa gelmiş Hz.Muhammed’e kadar. Ben Kuran’ı Allah’ın yazdırdığına inanmıyorum." (Muazzez İlmiye Çığ ile söyleşi-Ruken Kızıler)
Bu yargıya ulaşmasının kanıtı olarak da Tevrat’ı da Allah'ın yazdırdığının söylendiğine işaret etmekte fakat Tevrat'n Babil’den döndükten sonra Sümer bilginlerinin aktardıkları bilgilerden yararlanılarak İsrailli bilginler tarafından yazılmaya başladıklarını anlatmakta ve "Neden Tevrat'a ayrı, Kuran’a ayrı karma karışık yazdırsın" diye sormaktadır. Ayrıca Kur'an’ın yazılışı konusunda da yorumlarda bulunmaktadır.
"İsrail bilginleri Babil kitaplıklarından aktarmışlar. MÖ 5. yüzyılda da Babil kralı Nabukadnezar Filistin’i alınca oradaki Yahudilerin en bilginlerini alıp Babil’e götürüyor. Onlar orada boş durmuyorlar, Sümer bilginlerinin aktardıkları bilgilerden yararlanıyorlar. Bilginler Babil’den döndükten sonra Tevrat yazılmaya başlanıyor. Çünkü örneğin Tevrat’ı da Allah yazdırdı diyorlar, peki neden ona ayrı, Kuran’a ayrı karma karışık yazdırsın? Ama dediğim gibi Hz.Muhammed çok akıllı bir adam ve şair aynı zamanda. Karşılaştığı olaylara anında şiirsel bir dille yanıt veriyor. Bunları da biliyorsunuz ki etrafında her zaman hafızlarla dolaşıyor, onlara yazdırıyor. Tabii yazı bilse, kendisi yazar diye düşünüyorum. Okumayı biliyor olabilir ama yazmayı bilip bilmediğinden emin değilim. Mesela deniyor ki bazı şeyleri taş üzerine, bazılarını ise deri üzerine yazdırmış. Sonra Kuran yazılmaya başlanınca bunlardan yararlanılmış, daha sonra bunlar atılmış. Aklında tutanlar da yavaş yavaş savaşlar sırasında ölmeye başlayınca, Kuran’ı yazmaya karar veriyorlar. Hz.Muhammed’den aktaranların etrafındaki hafızların kendilerinden bir şey katmayacakları nereden belli bunlara? Unuttukları yerleri kendi bilgileriyle doldurmadıklarını nereden bilelim? Yani Tanrısal bile olduklarını kabul etsek, bunları ezberleyen insanlar 14-15 yıl unutmadan nasıl akıllarında tutsunlar? Tabi bu nedenle Kuran’da bir sürü tutarsızlıklar görüyoruz. Örneğin, bir yerde şarap içmeyin deniyor, başka bir yerde namaza gidemeyecek kadar içmeyin deniyor. Bazı yorumcular bu çelişkileri şöyle açıklamaya çalışıyorlar: “Allah insanları yavaş yavaş bir noktaya getirmeye çalışıyor" (Muazzez İlmiye Çığ ile söyleşi-Ruken Kızıler)
Aynı şekilde kendisi ile yapılan söyleşide Kur'an’ın bilgi kaynağının Sümer gelenekleri ve Tevrat olduğu ve Allah'ın cinsiyetinin erkek olduğu, Bakara Suresi’nin 102-103. ayetlerinde bahsedilen Harut Marut meleklerinin hikâyesinin Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın öyküsüne bağlandığı, İhlas Suresindeki Ahad (Ehad) ve Samed kelimelerinin İslam’dan önceki tanrılar olduğu ve Hz.Muhammed'in ilkin Arapların eski üç tanrısının adını söylediği fakat etrafındakiler buna itiraz edince değiştirdiği iddiasının, kadınların baş örtme inancının ve onların "Tarlaya" benzetilmelerinin, yedi sayısına kutsallık verilmesinin, levh-i mahfuz tanımlamasının ve Allah'ın 99 adının kökeninin Sümer geleneğinden geldiği şeklindeki ifadeler yer almaktadır.
İlahi metinlerin üzerinde çalışan bütün araştırmacılar, Musevi ilahiyatçılar da dahil, bugün kullanılmakta olan Tevrat'ın Allah'ın yazdırmış olduğu "Özgün" metin olmadığı konusunda görüş birliği içindedirler. Buna göre, Tevrat metinlerindeki Musa dönemine ve daha da öncesine ait olayların bir "Efsane" şeklinde ilahiyatçılar tarafından derlendiği, zaman zaman bu derlemelerin yenilendiği ve bu derlemelerin daha sonra yine ilahiyatçılar tarafından İnci metinlerine de "eklendiği" anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Kur'an Ayetlerinin "Vahiy" olarak alınışında hazır bulunanlar tarafından o sırada yazıya döküldükleri ve sonraki zamanlarda geçirdiği aşamalarda bir "Kitap" haline getirilmesinde yaşananların "Şahit Olanlar" tarafından teyit edildikleri de yine ilahiyatçılar ve tarihçilerce kabul edilmiş bulunmaktadır. Böylece Kur'an’ın kaynağının "İlahi Vahiyler" olduğu ve bu "Vahiylerin" çok sayıdaki insanlar tarafından işitildikleri sırada yazıya geçirilmesinin onların "Unutulması" ihtimalini ortadan kaldırdığı görülmektedir.
Bu değerlendirmelere göre Kur'an Ayetlerinin Hz.Muhammed tarafından Sümer ve Tevrat kaynaklardan yaptığı "Alıntılar" olduklarına dair olarak ileri sürülen düşüncelerin, aşağıdaki Kur'an Ayetleri çerçevesinde incelendiğinde, bir anlam taşımadıkları görülmektedir.
Zira Yüce Allah Ayetlerini “İnsanlar” düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdiğini bildirmektedir.
Sana bu mübarek Kitabı Ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. (38/29), (38/29)
Buradaki Ayetlerin düşünülmesi olarak işaret edilen durumun, Ayetlerin birbirleri ile olan anlam bağlantılarına dikkat edilmesi olduğu, bu konudaki diğer Ayetlerde yer alan ifadelerden de anlaşılmaktadır. Örneğin yukarıda örnek verilen şarap içilmesi konusundaki Ayetlerin çelişkili olmadıkları, zira bu konudaki diğer Ayetler ile birlikte ele alındığında bu içeceğin insan sağlığına zarar verdiğine dikkat çekilerek uzak durulmasının "Önerildiği" ve insanlardan kendi sağlıklarının önemi açısından bu öneriye "Saygı" göstermelerinin beklendiği görülecektir.
Öte yandan Yüce Allah, Kur'an’ı kendi "Sözü ve Takdiri" olarak Hz.Muhammed'e "Bizzat Kendisinin" vahiy ettiğini (İndirdiğini) açıklamaktadır. Buna göre Kur'an Hz.Muhammed'in kendisi tarafından yazılmamıştır.
Allah kendisinin "Yarattıklarına" ve de özellikle "İnsana" benzer olarak düşünülemeyeceğini bildirmektedir.
"O, doğurmamış ve doğmamıştır." (22/3), (112/3)
Buna göre Allah'a "Cinsiyet" izafe edilmesi ve "Tek Yaratan" olarak "Yarattıkları" gibi hayal edilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Ayetlerin bir bütün olarak Kur’an yaklaşımı çerçevesinde incelenmesi halinde Süleyman Peygamber ile ilgili Ayetlerde yer alan ifadelerin
Sümer Efsanelerinden alıntı olmadığı da görülebilmektedir.
Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir gurup sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler. (87/101), (2/101)
Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kafir olmadı. Lâkin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı! (87/102), (2/102)
Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı! (87/103), (2/103)
Ayetlerde yer alan hususların Sümer’in aşk Tanrıçası İnanna’nın öyküsünden "Alıntı" olmadıkları, bu efsanenin gerçek hikayesine "Atıf" yaparak, Musa Peygamberin toplumunun Süleyman Peygamber ile ilgili inanışlarının doğru olmadığını açıkladıkları anlaşılmaktadır (Bu
Ayetlerin açıklamaları Süleyman Peygamber ilei ilgili bölümde bulunmaktadır.)
İhlas Suresindeki iki Ayete işaret edilerek Ahad (Ehad) ve Samed kelimelerinin İslam’dan önceki tanrılar olduğunun iddia edilmesi Ayetlerin taşıdıkları mana açısından gerçekçi bir yaklaşım olmamaktadır.
De ki: “O, Allah birdir" (22/1), (112/1)
"Allah sameddir." (22/2), (112/2)
Buna göre Ayetlerdeki "Bir" ifadesinin Arapça söylenişi olan "Ehad" yerine "Ahad" olarak değiştirilmesinden ve "Samed" kelimesinin "Her şeyin Allah'a muhtaç olduğu Allah'ın ise hiçbir şeye muhtaç olmadığı" anlamından yararlanılarak İslam’dan önceki tanrıların isimleri olduklarının ileri sürülmesinin, doğru olmadığı ancak "Özel" bir amaca yönelik olarak kullanılmak üzere "Kasten" yapılan bir "Yakıştırma" olduğu görülmektedir.
Tarihçi Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ kendisi ile yapılan bir söyleşide (Ruken Kızıler) Hz.Muhammed'in ilkin Arapların eski üç tanrısının adını söylediği fakat etrafındakiler buna itiraz edince değiştirdiği iddiasında bulunmaktadır. Ancak Ayetlerde bunların sadece Arap toplumunun tapmakta oldukları putlar oldukları ve sonrasında da bu tür davranışların ne kadar anlamsız olduklarının açıklandığı ve Kur’an Ayetleri ile açıklığa kavuşturulduğu görülmektedir. Bu konuda Hz.Muhammed’in Vahiy Alışı bölümünde açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır.
Aynı söyleşide İslam ve kadınların örtünmeleri konusundaki Ayetlerin de “Sümer Gelenekleri” ile ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Ancak örtünme ve başörtüsü ile ilgili Ayetlerde yer alan önerilerin Ayetlerin indirildiği dönemlerdeki Arap toplumunun anlayışı karşısında kadınlar hakkında peşin değerlendirmelerden korunması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (39/26), (7/26)
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış örtülerini üstlerine almalarını söyle, onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (90/59), (33/59)
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler. (102/31), (24/31)
Görüldüğü gibi Ayetlerdeki ifadelerin araştırmacının ifade ettiği “Tapınaklarda genel kadın görevi yapan böylece Tanrı namına seks yaptıklarından ötürü kutsal sayılan rahibelerin diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarının örtülmesini öngören” Sümer Gelenekleri ile ilgisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu Ayetlerde açıklanan örtünme önerilerinin Sümer Geleneklerinden bir "Devamı" olması mümkün bulunmamaktadır. (Bu konudaki açıklamalar örtünme bölümünde bulunmaktadır.)
Öte yandan kadınların "Tarlaya" benzetilmelerinin, yedi sayısına kutsallık verilmesinin, levh-i mahfuz tanımlamasının ve Allah'ın 99 adının kökeninin Sümer geleneğinden geldiğinin ifade edilmesinin de Ayetlerdeki açıklamaların kendi düşüncelerine göre zorlanarak yorumlanması olduğu söylenebilir.
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz Allah'na kavuşacaksınız. Müminlere müjdele! (87/223), (2/223)
Ayetteki ifadelerden, kadınların insan neslinin çoğalmasındaki rolüne ve önemine işaret edilmek üzere, önceki dönemlerde insanlara iletilen "Tarla" benzetmesinin teyit edildiği anlaşılmaktadır.
Arapçada “yedi” sayısının aynı zamanda "Çok" anlamını taşıdığı dikkate alındığında “yedi kat” ifadesinin daha çok “gerçekçi” bir duruma işaret ettiği görülmektedir.
Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir? diye sor. (74/86), (23/86)
Bu durumda birçok Ayette geçen bu ifade ile Sümer geleneklerinden alıntı olarak "Yedi" sayısına "Özel" bir kutsiyet verildiği gerçekçi olmamakta, ancak insanlardan akıllarını kullanarak uzay ve ötesi ile ilgili araştırmalar yaparak bütün bu yaratılışın nasıl gerçekleştiğini araştırmalarının beklendiği bildirilmektedir.
Çok sayıdaki Ayetlerde Evrenin ve dolayısıyla yıldızların Allah tarafından yaratılmış olduğu belirtilmektedir. Ayetlere göre Levh-i Mahfuz, tüm yaratılışın sırlarının ve niteliklerinin belli kurallara göre “tasarlandığı” ve yürütüldüğü “Yüce Yaratıcının” katındaki özel bir “Ortam” olmaktadır.
Hakikatte o şerefli Kur'an'dır. (27/21),(85/21)
Levh-i mahfuzda bulunan (27/22), (85/22)
Buna göre her şeyi esasen "Allah’ın Yarattığı” gerçeği karşısında Sümer geleneklerinde yer aldığı gibi her şeyin “Yıldızlarda" yazılı olması mümkün değildir. Bu durumda Levh-i Mahfuz tanımlamasının Sümer geleneklerinden yapılan bir "Alıntı "olmadığı görülmektedir.
Allah'ın 99 ismi Ayetlerde "Ayrıca" bildirilmemekte sadece en güzel isimlerin Allah'a ait olduğu hatırlatılmaktadır.
Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler Allah'na mahsustur. (45/8), (20/8)
Görüldüğü gibi Allah'ın 99 ismi (Esma-Ül Hüsna) Ayetlerde belirtilen Allah'ın niteliklerinden yapılan bir derlemedir ve Babilliler'in tanrı adlarından 50 sini yeni yarattıkları Tanrı Marduka vermeleri ile ilgili gelenekleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Sonuçta araştırmacı ve tarihçi olan bir kişinin kendi anlayışına göre ileri sürdüğü bu tür yorumlara inanarak Kur'an Ayetlerini araştırmadan bunlara inanan insanların, bütün her şeyin Allah'ın "Mutlak İradesi" ile gerçekleştiği "Gerçeğini" verdiği örneklerle bildiren "Kur'an’a ve "Tek Yaratıcıya" olan inançları zayıflamakta hatta tamamen yok olmaktadır. Nitekim bu araştırmacı, çevirdiği (Anlaşılır Hale Getirdiği) tabletleri, kendi anlayışı olarak “Dini İnançların Kaynağı” olduklarını ileri sürerek yayması halinde, ortada din diye bir şey kalamayacağını ifade etmektedir.
Burada asıl konu, Kur'an Ayetlerinin eski Sümer efsanelerinden "Alıntı" yapması olmadığı, aksine daha önceki zamanlarda insanlara aralarından seçilenler aracılığı ile "İletilen" öğüt ve önerilerin zamanla tamamen değişerek çok farklı şekiller alarak artık bir "Efsaneye" dönüşmeleri nedeniyle, Kur'an Ayetlerinin bu tür asılsız hikâye ve efsanelerin aslında ne olduklarını açıklaması ile ilgilidir. Buna göre Kur'an Ayetleri, Sümer efsaneleri, Tevrat ve İncil metinlerinden "Alıntı" olmamakta, fakat bu metinlerde yer alan efsane ve hikâyeler insanların üzerinde düşünerek "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" ile ilgili "Doğru" yargıya varmaları için açıklanmaktadır
Görüleceği gibi Kur’an konusunda yukarıda belirtilen bütün “gerçekçi” yaklaşımlar bir anlamda yok sayılmakta ve böylece “Akla” dayanmakla birlikte bazı “sabit fikirlere” ulaşılmaktadır. Bu nedenle birçok defa değinildiği gibi, “İnsanların” Ayetleri okumaya başlarken bu tür sabit kabullerini bir yana bırakılarak ve Ayetlerde belirtilen bir konunun anlaşılmasında Kuran’ın o konuyla ilgili tüm ayetlerin hükümlerini bir arada değerlendirip "Akıllarını" ve sahip olduğu bilgi birikimleri kullanarak diğer Ayetlerle olan bağlantılarını araştırıp deneyimlerini de dikkate alarak anlamaya çalışmaları gerekmektedir.
Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan bağları ve birbirlerini tamamlayıcı ve açıklayıcı ilişkilerini dikkate almadan böyle ve benzer yorumların yapılması, bazı yanlış anlamalara ve "Yönlendirmelere" neden olmaktadır. Zira Ayetleri bu şekilde ilgili konulardaki bütün bağlantıları ile birlikte ele almadan yapılan yorumlar Ayetlerin işaret ettikleri gerçekleri "Tam Olarak" yansıtmamakta ve sonuç olarak Kur'an’ın genel anlamda "Anlaşılması" mümkün bulunmamaktadır. Buna göre, Aklını kullanan ve günümüz koşullarında asgari bir bilgi birikimi bulunan her insanın biraz çaba göstermesi ile Ayetler ile iletilen gerçekleri "Anlayabilecekleri" bütün "İnsanlar" tarafından dikkate alınması gereken bir "Gerçek" olmaktadır.
Kur'an Ayetlerinde hikaye ve efsane şeklinde anlatılan ifadelerin, önceki dönemlerde insanlara iletilen "Gerçeklerin" zamanla değişikliklere uğrayarak birer hikaye ve efsane haline gelmiş olmaları nedeniyle, gerçek "Hikayelerini" açıklamak ve insanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmalarını ve bunlardan ders alarak davranışlarına yön vermelerini sağlamak üzere Kur'an’da yer aldıkları, Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkileri dikkate alınarak yorumlanmaları halinde anlaşılmaktadır. Buna göre Musa dönemine insanlara iletilen Tevrat metinlerinde ilahiyatçılar tarafından "Eklendikleri" zaman zaman “yenilendikleri” anlaşılan, daha sonra da İncil metinlerine de yine ilahiyatçılar tarafından derlenen İncil metinlerinde belirtilen konuların "Gerçek" hikayelerinin, "Yaratan" tarafından Kur'an Ayetleri ile insanlara bildirildikleri anlaşılmaktadır.
Bu noktada "Yaratıcının Mutlak İradesi" olarak değinilen hususun genel anlamda "Yaratılış" olduğu dikkate alınmalıdır. Yaratılış konusunda bir fikir sahibi olabilmek için yapılan bilimsel araştırma ve çalışmalardan yararlanılması ve bunların "Akıl" işletilerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Kur'an, "Yaratan" konusunda kuşku duyan insanların öncelikle etraflarına bakmaları ve Evren'in oluşu ve içinde bulunulan bu Dünya ortamının ve "Yaşam" olarak tanımladığımız bütün "Faaliyetin" nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmalarının gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu çalışmalar sonucunda, Evrendeki her şeyin ve bu ortamdaki "Yaşamı" oluşturan bütün gelişmelerin, "Aynı" nitelikteki "Atom Altı Yapılarının" birbirleriyle "Etkileşimleri" sonucunda gerçekleştiği görülebileceklerdir. İşte bu aşamada bütün insanların her şeyin “Oluşmasını” ve “Sürdürülmesini” sağlayan Atom Altı Parçacıkların bu "Etkileşimleri" hangi "Bilinçle" ve "Neye Göre" gerçekleştirmeye "Karar Verdiklerini" araştırmaları ve kendilerine sormaları ve “Doğa”, "Tesadüfen" ya da "Kendi Kendine" gibi "Yetersiz" açıklamalara sığınmadan cevapları bulmaya çalışmaları, asıl "Gerçekleri" bulma konusunda aydınlatıcı olacaktır. Bu konuda "Anahtar Ayetler" bölümündeki açıklamalar dikkate alınmalıdır.
"Görüldüğü gibi, Kuran kendi kendini açıklamaktadır."
(Uydurulan Din ve Kur'andaki Din Sayfa 71)
"Kur’an’ın okunması bir afsun ve kelime işi değil, gönderilen mesajm içeriği üzerinde düşünme ve gereğini yapma işidir. Önemli olan o ortak beyanlar üzerinde düşünüp gerekli değerleri üretecek boyuta gelmektir."
(Yaşar Nuri Öztürk-Kur'anı Tanıyormusunuz? Sayfa 26)
Kur'an Ayetlerinin Anlam ve İçerik Bağlantılarının ve İlişkilerinin Dikkate Alınması
Kur'an Ayetlerinin anlaşılmasında en önemli konulardan birisi de Ayetlerin birbirleri ile olan anlam ve içerik açısından bağlantılarının ve ilişkilerinin dikkate alınmasıdır.
Çünkü ancak bu hususun dikkate alınması halinde İnsanın sahip olduğu çok değerli "Akıl" unsurunu kullanarak Ayetlerin birbirleri ile ilişkilerini ve Kur'an’ın "Anlam Bütünlüğünü" fark edebilmesi mümkün olabilecektir. Aksi halde birçok Müslüman toplumlarda görüldüğü gibi, toplumun "Dini inançlarından yararlanıp" yönetimi ele geçirme, topluma hakim olarak hükmetme, maddi ve diğer şekillerde çıkar sağlama gibi amaçlara yönelik olarak, Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan ilişkileri dikkate alınmadan "amaçlarına" uygun olan "Ayetlerin" seçilip insanlara dayatılmasına fırsat verilmiş olacaktır. Bu nedenle toplum bireylerinin Kur'an Ayetlerini "Akıllarını" kullanarak ve "bir bütün" halinde değerlendirerek okumalarının ulaşmalarını sağlayacağını daima göz önünde bulundurup dikkate almaları gerekmektedir.
Buna göre Kur'an ile iletilen "gerçeklerin" anlaşılabilmesi için İnsanlardan öncelikle Kur'an Ayetlerini "okumaları", birbirleri ile olan bağlantı ve anlam birliğini anlayıp "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah hakkında doğru bir "anlayışa" ulaşmaları, Ayetlerde yer alan ve bu anlayışa ulaşmalarında onlara yardımcı ve yol gösterecek olan "gerçekleri" dikkate alarak davranışlarını ve düşüncelerini gözden geçirmeleri ve bu gerçeklere göre yaşamaları, diğer bir deyişle "ibadet" etmeleri beklenmektedir.
Görüldüğü gibi Kur'an’ın ilgi ve dikkatle okunmasının ve Ayetlerin ne anlama geldiklerinin anlaşılmasının son derece "önemli" olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu dikkat ve özen gösterilmediğinde Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam tamamlama" ilişkileri gözden kaçabilecek ve başka anlamlara yol açacak yorumlara neden olabilecektir. Özellikle insan ilişkilerine dair olan uyarı, öğüt ve öneri Ayetlerinin önemli bir bölümünün "indirildikleri" toplumun özellikleri ile bağlantılı olduklarına dikkat edilmesi ve anlam ilişkileri ve tamamlamalarına olan etkilerinin bu durum dikkate alınarak yürütülmesi gerekmektedir.
Bu nedenle Yüce Allah bu önemli hususları kavrayıp Ayetlerine "özenle" yaklaşan "Akıllı" insanların "Aydınlığa" giden yani "Kendisine" ulaştıran yola ulaşmalarına "izin" vereceğini, buna karşılık inanmayanların "sapıklık" içinde olduklarına işaret ederek onların ölüm sonrasında azap göreceklerini ve acınacak durumda olacaklarını hatırlatmaktadır.
Elif. Lâm. Râ. Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. (72/1), (14/1)
O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Şiddetli azaptan dolayı kafirlerin vay haline! (72/2), (14/2)
Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler. (72/3), (14/3)
Kur'an Ayetlerinde insanların sahip oldukları bilgi düzeyi ve birikimlerinin yardımı ile kendilerinden beklenenleri "Anlamak "üzere tüm peşin fikirlerinden kendilerini arındırarak Ayetlerin birbirleri ile olan bağlılık, atıf ve ilişkileri dikkate alarak Kur'an Ayetlerini incelemeleri halinde, "Allah" ve "Yarattıkları" ile ilgili olarak fikir sahibi olacaklarına işaret edilmekte ve "Yol" gösterilmektedir. Buna göre bir Ayette belirtilen bir konu hakkında fikir sahibi olunması için Kuran’ın o konuyla ilgili tüm ayetlerinin bir arada değerlendirilip o konunun bütün yönleri ile incelenmesi gerekmektedir. Bu anlamda insanların her konuda olduğu gibi Kur'an'ı okumaya da "Ön Yargıları" ile başlamamaları ve Ayetlerin hükümlerini "Akıllarını" kullanarak diğer Ayetler ile olan bağlantılarını ve sahip olduğu bilgi birikimi ve deneyimlerini de dikkate alarak anlamaya çalışmaları gerekmektedir.
Görüldüğü gibi, Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan bağları ve birbirlerini tamamlayıcı ve açıklayıcı ilişkilerini dikkate almadan böyle ve benzer yorumların yapılması, bazı yanlış anlamalara ve "Yönlendirmelere" neden olmaktadır. Zira Ayetleri bu şekilde ilgili konulardaki bütün bağlantıları ile birlikte ele almadan yapılan yorumlar Ayetlerin işaret ettikleri gerçekleri "Tam Olarak" yansıtmamakta ve sonuç olarak Kur'an'ın genel anlamda "Anlaşılması" mümkün bulunmamaktadır.
Kur'an ile ilgili şüpheleri olan "inanmayan" insanların Kur'an Ayetlerini birbirleri ile olan ilgi ve anlam bağlarını dikkate alarak okumaları, öncelikle "Arş" ortamında insanların ilk olarak "topraktan" nasıl yaratıldıklarını, neden bu ortama "çoğalmaları" için gönderildiklerini (İndirildiklerini) anlamaya çalışmaları ve bu ortamda nasıl belli aşamalardan geçerek yaratıldıklarına bir bakıp düşünmeleri önerilmektedir.
Böylece Yüce Allah'ın "Yaratıcılığı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu anlayabileceklerine işaret edilmektedir. Bu nedenle insanlardan Kur'an Ayetlerini mutlaka "kendi dilleri" ile okumaları ve Ayetlerin birbirleri ile olan "anlam bütünlüğünü" dikkate alarak "anlamaya" çalışmaları gerekmektedir.
Bir diğer önemli husus olarak ta Kur'an'ın kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek tanrı (Rab) olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir "bildiri" olduğu açıklanmaktadır.
İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir. (72/52), (14/52)
Buna göre insanlara Kur'an’ın ilgi ve dikkatle okunmasının ve Ayetlerin ne anlama geldiklerinin anlaşılmasının ne kadar "önemli" olduğu anlatılmaktadır. Zira bu dikkat ve özen gösterilmediğinde Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam tamamlama" ilişkileri gözden kaçabilecek ve başka anlamlara yol açacak yorumlara neden olabilecektir. Bu durumun bir takım iyi niyetli olmayan insanların kendi çıkarları doğrultusunda Ayetleri yorumlayarak diğer insanlardan yararlanmalarına ve onlara zarar vermelerine yol açabileceği daima hatırda tutulmalıdır.
İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkar. (103/8), (22/8)
Bu nedenle İnsanlardan Hz.Muhammed tarafından "iletilmiş" olan Ayetlerdeki ifadeleri "çıkarları" doğrultusunda değerlendirmemeleri, Ayetleri bir bütün olarak düşünerek ve birbirleri ile olan bağları dikkate alınıp üzerlerinde düşünerek kendi durumlarını değerlendirmeleri istenmektedir. Zira bu yapıldığında "aklını" kullanan insanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçeklere” ulaşabilecekleri bildirilmektedir. Zira Kur'an ayetlerinin dikkatle ve birbirleri ile olan ilişkileri ve zaman ile olan ilişkileri de dikkate alınarak birleşik bir şekilde incelendiğinde, hiçbir şekilde insanların "Akılları" ile geliştirdikleri ve uyguladıkları genel toplum kurallarına aykırılık bulunmadığı görülecektir.
Ancak, zamanımızda özellikle İslam toplumlarında şahsi veya örgütlenmiş olarak yönetimi ele geçirme, sürdürme ve maddi ve diğer şekillerde çıkar sağlama gibi amaçlara yönelik olarak, Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan ilişkileri dikkate alınmadan, bu çıkarlara uygun olan "Ayetlerin" seçilmesi ve insanlara bu şekilde dayatılarak onlar üzerinde bir çeşit "Dini inançlarından yararlanıp" hakimiyet kurulması için kullanılması şeklinde uygulamaların yapıldığı görülmüştür. Ayetteki ifadelerden görüleceği gibi İnsanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmalarının ve bunlardan ders alarak davranışlarına yön vermelerinin Ayetlerde bulunan ve "çıkarlarına uygun" olan "ifadelerin" seçilerek insanlara dayatılmamasının gerektiği Kur'an Ayetinde bildirilmektedir.
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)
Buna rağmen bazı toplumlarda bu tür uygulamaların halen sürdürüldüğü görülmektedir. Ayette bu durumdan kurtulmanın ancak akl-ı selim sahiplerinin Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkilerini dikkate alarak yorumlanmaları halinde sağlanabileceğine işaret edilmektedir. Ayetteki ifadelerden görüleceği gibi İnsanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmaları ve bunlardan ders alarak davranışlarına yön vermeleri ancak Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkilerini dikkate alarak yorumlanmaları halinde mümkün olabilecektir.
Bu durumun daha iyi anlaşılabilmesi açısından Yüce Yaratan Ayet hükümlerin hangi durumlarda ve nasıl değiştirildikleri veya kaldırıldıkları bazen aynı Ayet içerisinde, bazen de konu ile ilgili Aynı Suredeki başka bir Suredeki diğer Ayetlerde yer alan hükümlerle tüm “Akıllı İnsanların” dikkatlerine getirmektedir.
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Bu şekilde bir Ayet hükmünde değişiklik yapan veya hükmünü kaldıran (nesh eden) Ayetler “Anahtar Ayetler” olarak düşünülebilir. Böylece Yüce Allah insanların Ayetlerinde açıkladığı “gerçekleri” araştırırken birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkileri yanında Ayet hükümlerin bir başka Ayet ile değiştirilmiş veya kaldırılmış olabileceğini de göz önünde bulundurmalarını önermektedir.
Bu durumda Akıllı insanlardan Ayetleri incelemelerinde ve yapılacak "yorumlarda" Yüce Allah’ın “yaratıcılığı” ve Ayetlerde belirtilen diğer "nitelikleri" üzerinde "düşünmelerinin" ve Kur'an Ayetlerini birbirleri ile olan bağlarını ve ilişkilerini dikkate alarak bir bütün halinde değerlendirmelerinin istendiği anlaşılmaktadır.
Buna göre Ayetlerin yorumlanmalarında ortaya çıkabilecek "farklılıkların" anlaşılabilmesi ve an az düzeye indirilebilmesi açısından Yüce Allah'ın "Bütün İnsanlara" iletilmek üzere Hz.Muhammed'e vahiy ederek bildirdiği Kur'an Ayetlerinin bir "bütün" olarak ve birbirleri ile olan konu ve anlam birliktelikleri ve bağları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak bu anlamda yapılacak çalışmalar sonucunda bu ortamda yaşayan bütün "Akıllı" insanlar en temelde bulunan "gerçekler" hakkında görüş birliğine ulaşabileceklerdir.
Bütün bu gelişmelerden görülebileceği gibi, geçmişte "İslam İnancı" konusunda ortaya çıkan "farklılıkların" ve "tartışmaların", insanların bu "en temel inanç esaslarına" inanmakla birlikte genel olarak Kur'an Ayetlerinin bir "anlayış bütünlüğü" çerçevesinde bulunduklarının ve hepsinin "birlikte" düşünülmesinin "gerekmesi" gibi hayati önem taşıyan konulara dikkat edilmemesi ve birbirleri ile olan ilişkilerinin anlaşılamaması yüzünden insanların Ayetleri kendi fikir ve düşüncelerine öncelik vererek, bir çeşit kişisel içtihatlar geliştirerek okuyup değerlendirmelerinden hatta bunları diğer insanlara da dayatmalarından kaynaklandığı bir gerçektir. Zira bu anlamda okunduklarında Ayetlerin tek başlarına bütün "gerçekleri" tam olarak göstermediği belirtilmekte ve mutlaka diğer Ayetler ile birlikte bir "bütün" halinde değerlendirilmelerinin gerektiğine işaret edilmektedir.
Günümüzde Dünya üzerindeki "Gelişmiş" veya "Çağdaş" olarak nitelendirilen birtakım ülkelerin, Kur'an'ı incelemeye dahi gerek duymadan "İslam" inanışını tamamen inkâr ettikleri, bir şekilde "insanlık dışı" olarak ilan ettikleri, Müslümanları aşağılayıp horladıkları, anlayamadıkları "İslam" inancını ve Müslümanları da "terör eylemlerinin kaynağı" olarak değerlendirdikleri görülmektedirler.
Bu duruma Kur'an’ı kendi dillerinde "hiç" okumamış ve içeriğini anlamamış olan Dünya üzerindeki "çeşitli inanışlara" sahip olan insanların veya kendilerini "Müslüman" olarak nitelendiren ancak Allah'ı, Hz.Muhammed'i ve Kur'anı anlayamamış ve anlamak için gayret etmemiş olan insanların "Müslümanlık" anlayışının (İslam) bir gereği olduğunu düşünerek "kendilerince" veya bazı yayılmacı siyasi güçlerin amaçlarına "alet olarak" yaptıkları bazı eylemlerin (çoğunlukla terör eylemleri) neden olmaktadır. Görüldüğü gibi aslında "Gelişmiş" veya "Çağdaş" olarak nitelendirilen birtakım ülkeler, çıkar sağlamak ve çıkarlarını korumak amacına yönelik olarak Hz.Muhammed'i ve Kur'an’ı anlayamamış ve anlamak için gayret etmemiş olan "Müslümanları da" kullanarak Dünya üzerinde yürüttükleri her türlü eylemleri ile kendileri "terör eylemlerinin kaynağı" durumundadırlar.
Bu olumsuz durumun sonucu olarak, ne yazık ki Kur'an’ı kendi dillerinde "hiç okumamış" ve Kur'an'ı sadece Arap harflerinin telaffuzu olarak "okuduğu" için içeriğini anlamamış olan ya da kendi dillerinde okumasına rağmen anlamını anlayamamış ve anlamaya gayret etmemiş olmaları nedeniyle "Müslümanlar" yeterli bilgiye sahip olamamakta ve yayılmacı güç odakları tarafından İslam'a karşı yürütülen saldırlar karşısında İslam'ı savunmakta başarı sağlayamamaktadır. Bu yüzden Müslümanları Kur'an'ı mutlaka kendi dillerinde okuyup kendilerine bildirilenleri "anlamaları" son derece önem taşımakta daha da önemlisi "gerekmektedir".
Bu günkü koşullarda hangi dili konuşursa konuşsun ve nerede olursa olsun her insan kendisine iletilmiş olan Allah'ın Sözlerine (Ayetlerine) ulaşabilmektedir. Bu nedenle birbirleri ile olan ilişkilerinde, İnsanların Allah'ın Sözü olan bu Ayetlerini okuyabildiklerinin ve "Akıllarını" kullanarak onları "Anlayacak" kabiliyetlerinin bulunduğunun ve herkesin bu kabiliyetleri doğrultusunda inanışlarından "Yaratan'a" karşı sadece "Kendisinin" sorumlu olacağının dikkate alınması, huzurlu bir toplum yaşamı açısından önem taşımaktadır.
Yüce Allah Ayetinde Kur’an’ı her tüm bilinmeyenlerin (hikmet) sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed’e verdiğini bildirmektedir.
Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir. (48/6), (27/6)
Nitekim Kur’an’ın her konudaki Ayetlerinde Allah’a değinilmekte, böylece Allah’ın tüm bilinmeyenlerin (hikmet) sahibi ve her şeyi bilen olduğu hatırlatılmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ın okunması ve anlaşılmasında ilk adım olarak “Allah” bölümünün okunarak “Allah” konusunda “Doğru” fikir sahibi olunması gerekmektedir.
Kur'an Ayetlerinin Bilgi Birikimi ve Zaman Dilimleri ile İlişkisinin Dikkate Alınması
Kur’an’ın ilk derlendiği zamandan beri değişmeyen bir yapısı bulunmaktadır. Buna göre 114 ana bölüm (Sure) ve her surede çeşitli sayıda olmak üzere toplam 6236 Ayet bulunmaktadır. Bir Sure içerisindeki Ayetler, konuları itibarı ile bazen art arda gelmekte, ancak genellikle bir surede çok çeşitli konularda Ayetler bulunmaktadır.
Bu yapı çerçevesinde Ayet içeriklerinde yer alan konuların daha net görülebilmesi ve anlaşılabilmesi açısından, Ayetlerin ilgili konularına göre derlenmeleri ve toplanmaları ve bu derlemelerin "Zaman" açısından taşıdıkları özellik ve niteliklerinin de ayrıca ve önemle saptanarak konuların bu nitelikler çerçevesinde anlaşılmaları, izlenecek en "Akılcı" yol olacaktır.
Böylece belli bir konuda çeşitli surelerde yer alan Ayetler, topluca görülebilecek ve bu konunun kendi anlamı açısından Ayetlerin anlamlı sıralamaları yapılabilecektir. Bu sayede, belli bir konunun önce nasıl ele alındığı ve daha sonra bu konuda nasıl gelişmelere işaret edildiği ve gelecek ile ilgili olarak o konuda nelere dikkat edilmesinin gerekli olduğu değerlendirilebilecektir.
Ayetlerin bu şekilde derlenmeleri ile, Ayetlerde hiçbir değişiklik yapılmadan, yani ilk halleri son insanın da öleceği "Kıyamet Günü" ne kadar korunmuş olarak, Kur’an’ın Zaman Boyutları ile olan ilişkisi ve Kur’an’ın "Tüm Zamanların" kitabı olarak "Tüm Zamanlarda” yaşayacak "Tüm İnsanlara” gönderilmiş bulunduğu anlam kazanacaktır.
İnsanların içinde bulundukları ve yaşamakta oldukları ortamın nasıl var olduğunu (yaratıldığını) açıklayan “gerçekler” ile ilgili olarak bilgi ve anlayışlarının gelişmesi öncelikle “Akıl” unsurunu en etkili bir şekilde kullanmalarına bağlı bulunmaktadır. Bunun yanında insanların akıllarını kullanmaları için yaşadığı "Zaman" diliminde önceki insanlardan devir aldığı ve kendisinin buna eklediği “bilgilerden” yararlanması da gerekmektedir ve ancak bu durumda “bilgi birikimlerinin” geliştirilmesi mümkün olabilecektir.
Buna göre insanların Ayetlerde belirtilen tüm "Gerçekler" ile ilgili bir kanıya ulaşmaları, her "Zaman" diliminde o "Zaman" dilimine kadar biriken bilgiler ve bu bilgilerin "Akıl" unsuru ile derlenip kullanılması ve yeni bilgilere ulaşılarak bunların da sonraki insanlara aktarılması ile gerçekleşecektir.
Zira, Dünya olarak tanımladığımız bu ortamda her şey insanlar tarafından ancak "Zaman" boyutu ile birlikte algılanabilmekte ve anlaşılabilmektedir. Dünya dışındaki diğer ortamlarda da yine her şey o ortamlarda geçerli olan "Zaman" boyutu ile birlikte mümkün olabilmektedir. Yüce Yaratan, her şeyi yaratırken onların yaratıldıkları ortamlardaki "Zaman" boyutu ile birer varlık haline gelmelerini mümkün kılmıştır.
Bu nedenle insanları her konunun özü ve aslı olan “Gerçeğe” götürecek olan Kur’an’ın okunması ve anlaşılmasında "Akıl" ve "Zaman" en önemli iki unsur olmaktadır. Kur'an okunurken her cümle, her Ayet, her Sure ve sonuçta Kur'an'ın tamamı, o insanın sahip olduğu “bilgi birikimine” ve bulunduğu "Zaman" dilimine göre değerlendirilecek, böylece Ayetlerin taşıdıkları anlamları, insanlara verdikleri öğütler, öneriler ve yapılan uyarılar buna göre anlaşılacaktır.
Kur'an, daha önce yaşamış bulunan tüm insanlara gönderilen diğer Kutsal Kitapları teyit etmektedir ve bu kitaplarda insanlar tarafından çeşitli amaçlar uğruna yapılan değişiklikler ve bozulmalar nedeniyle son olarak ve insanların "Akına” hitap edecek şekilde ve insanların akıllarının gelişmesinin kazandığı ivme zamanına paralel olarak yine "Tüm İnsanlara” bir "Öğüt" ve "Öneri" olarak gönderilmiştir.
Bu nedenle de Ayetlerin "Konu" ve "Zaman Boyutları" dikkate alınarak incelenmeleri ve değerlendirilmelerinin gerekliliği bir defa daha düşünülmelidir.
Esasen Kur’an’da bu konuda uyarıcı ve yol gösterici nitelikte, bir başka ifade ile yukarıda özetle açıklanmaya çalışılan "Ana Zaman Dilimleri" ne göre "Şu Anda” ve hatta "Gelecek Zamanlarda” konunun nasıl ele alınacağına işaret eden "Anahtar" niteliğinde Ayetler bulunmaktadır. Nitekim bu konuda Ayetlerin bir bölümünün sonradan gelen diğer Ayetler ile hükümlerinin değiştirildikleri, bir kısım Ayetlerin kesin hüküm ifade ederken diğerlerinin birer örnek teşkil ettiği, gibi uyarı Ayetleri bulunmaktadır.
Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Buna göre tüm insanlara Yüce Allah konusunda bilgi, kanıt, ipucu ve örnekler veren, ayrıca Yüce Allah'ın yine tüm insanlara gönderdiği uyarı, öneri ve öğütlerini içeren Kur'an Ayetlerinin taşıdıkları anlamların ve amaçlarının insanlar tarafından gerektiği gibi anlaşılabilmesi için, yaşanan “Zaman Diliminde” elde edilen “Bilgi Birikimlerinden” yararlanılarak ve sözü edilen “Anahtar Ayetlerin” işaret ettiği hususlar dikkate alınarak yorumlanmaları gerekmektedir. Çünkü Kur’an’ın en önde gelen mucizesi, "Zaman Üstü" ve “Tüm Zaman Dilimlerinde” daima geçerli olmasıdır.
Nitekim, Kur'an Yüce Allah tarafından insanlar için bir öğüt ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Kur’an’ı okuyup anlayacak olan insanlar Hz.Muhammed'e indirildiği ilk anda yaşayan insanlar ve bu andan sonra gelecek tüm insanlardır. Kur'an Hz.Muhammed’den önceki insanların kendilerine gönderilen “Uyarıcı” İnsanlar (Peygamberler) ve onlara verilen kitaplar ile uyarıldıklarını ve o insanların kendileri ile ilgili uyarılar ile sorumlu olduklarına işaret etmektedir.
Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı gösterdik, öyle ise onlar bu işte seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yoldasın. (103/67), (22/67)
Ancak Hz.Muhammed’in Allah’ın peygamberlerinin sonuncusu ve Kur’an’ın da Allah’ın “İnsanlara” yaptığı “uyarıların” en “sonuncusu” olduğu, böylece “İslam Dinini” tamamladığı özellikle belirtilmektedir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)
Bu durumda, Kur'an'dan sonraki dönemlerde "Evren Ortamın” sonuna kadar yeryüzüne gelecek olan tüm insanların Kur’an’ı okumaları, anlamaları, ona göre Yüce Allah'ı algılamaları ve O'na teslim olarak ibadet etmeleri gerekmektedir. Gerçekten Yüce Allah Kur’an’ın indirilmesinden sonraki tüm zamanlarda yaşayacak olan “Akıllı İnsanlara”, çok merak ettikleri “Yaratılış” ve “Tek Yaratıcı Güç” hakkında en doğru yolda olabilmeleri için Allah’ın “ipine” sarılmalarını (Kur’an’a) öğüt vermekte ve önermektedir.
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. (89/103), (3/103)
Yukarıda “Dünya Ortamındaki Zaman Boyutu ve İnsanlarca Algılanması” bölümünde belirtildiği gibi, bu Dünya ortamında akan Zaman içerisinde her an yukarıda belirtilen “Ana Zaman Dilimleri” bulunmaktadır. Geçen her anda, Şu An Geçmiş Zaman olmakta ve yine Gelecek Zaman Şu an olmaktadır. Yine, Geçmiş Zaman Diliminde Gelecek Zaman olarak tanımlanan durum, Şu Anda Geçmiş Zaman olmakta, ancak, buna karşılık Gelecek Zaman Diliminde Geçmiş Zaman olarak tanımlanan durum ise, Şu Anda Gelecek Zaman olmaktadır. Kur’an bütün bu zaman dilimlerinde İnsanların “Yaratan” ile ilişkisini açıklayan tek “yol gösterici” niteliğindedir.
Görüldüğü gibi, Kur’an Ayetlerinin tüm bu ortam ve zaman ilişkileri ile birlikte incelenip düşünülmesi ve incelenme anında (Şu An) insanların elde ettikleri “Kazanılmış Bilgilerin” akılları ile derlenmesi ve bu bilinç ile okunup anlaşılmaya çalışılması, insanların Kur'an’ı anlamalarında en önemli anahtar durumundadır. Bu nedenle, Kuran'ın anlaşılabilmesi, Ayetlerin Kur’an’da yer aldığı sıralama çerçevesinden çok, yukarıda açıklanan ve her an o ana göre değişen Ana Zaman Dilimleri dikkate alınarak ve kazanılmış bilgi birikiminden yararlanılarak “ilgili oldukları” zaman dilimine ait olanların ayrıca derlenip incelenmesi ile mümkün olabilecektir.
İşte Kur'an Ayetleri, bu nedenlerle Zaman Üstü olarak tanımlanmaktadır. Zira Kur'an ancak böyle bir yaklaşım ile incelendiğinde "Tüm Zamanların" uyarıcı ve öğüt verici olarak tanımlanan mucizevi özelliğini ortaya çıkaracaktır.
Örneğin, Kur'an Ayetleri ile getirilen hüküm, öğüt ve önerilerin bir kısmı "kesin" ifadeler taşımaktadır. Ancak bu kesin ifadeli Ayetler ile ilgili olarak ve "Zamana” dayalı şekilde diğer Ayetler de bulunmaktadır. Buna göre, bir kısım insanlar Kur’an’ı okuduklarında bu kesin hükümlü Ayetleri ileri sürerek tüm hayatları boyunca ve kendisinden sonra gelecek tüm zamanlarda bu Ayetlerdeki kesin hükümlerinin "Aynen" geçerli olacağını belirtmektedirler. Kur’an’ın "Tüm Zamanlar" için geçerli olduğu gerçeğini de bu şekilde anlamaktadırlar. Ancak Kur'an daima insanların kendilerine verilen en değerli unsur olan "Akılları” ile düşünmelerini ve hareket etmelerini öğütlemektedir. Buna göre "İnsan" Yüce Yaratan Allah tarafından benliğine verilmiş olan "Akıl" unsurunu fark ederek bu unsur ile yukarıda belirtildiği gibi, önceki insanların biriktirip kullanıma sundukları tüm bilgileri inceleyecek, bu bilgilere kendi döneminde eklenen bilgileri ekleyecek, kendisi yeni bilgiler üretecek ve diğer insanların kullanımlarına verecek, bu bilgiler yeniden derlenerek gelecek insanlara aktarılacak ve böylece insanların Akıl Gelişmesi sürdürülecektir.
Bu “gelişim” süreci ile birlikte Ayetler Zaman Dilimleri açısından değerlendirildiklerinde aşağıdaki şemada belirtilen durum ortaya çıkmaktadır.
Buna göre, bilgi birikimleri ve kazanılmış bilgileri "Şu Anda” en ileri bilgi düzeyinde bulunan "İnsanların” Ayetleri bilgileri ile değerlendirmeleri ve bu bilgilerinin ışığı altında "Akıllarını” kullanarak ulaşacakları sonuçlara göre anlamaları ve özellikle sosyal içerikli Ayetleri bu çerçevede zamanla hükmü değişen ve zamanla hükmü değiştiren niteliklerini anlayıp bu nitelikleri dikkate alınarak uygulamaları gerekmektedir.
Bu durumda gelen her "Şu Anda”, Zamanla Ayet Hükmünü Değiştiren nitelikteki Ayetler, insanların bilgi birikimleri ve kazanılmış bilgilerini Akıl yolu ile anlamaları ve bu Ayetlerin işaret ettikleri hükümleri taşıyan diğer Ayet Hükümlerini bu Ayetlere göre yorumlamaları ve uygulamaları gerekecektir. Bu yenilenme, İnsanların Dünya üzerinde var oldukları sürede geçecek her yeni "Şu An" da devam edecektir.
Yüce Allah "Zaman" ortamını yaratmıştır. Bunun bir sonucu olarak bildiğimiz veya henüz bilemediğimiz Evren ve Ötesi ortamlarda "hiçbir Şey" durağan değildir. Yüce Allah "Her An Yaratandır”. Bu çok genel Allah Kanunu'na göre, Kur'an Ayetlerinin hüküm ve anlamları da Kur’an’ın bir "Mucizesi” olarak tüm zamanlarda yaşamış ve yaşayacak olan "İnsanların” akıl yürütmeleri ve bu sayede sağladıkları bilgileri ve bu bilgilerin birikimlerinden oluşan "Bilge" yapıları ile Yüce Allah'ın "İnsanlardan” beklediği şekilde yenilenecektir. Bu yenilenmeler "Sadece” Kur’an Ayetleri arasında olan ve yukarıdaki tabloda "Değiştiren" olarak tanımlanan (Anahtar) niteliğindeki Ayetler ile olacaktır. İnsanlar, "Her An" o andaki bilgi birikimleri ile bu tür “Anahtar Ayetleri” görecek ve onlara göre Kur’an’ın mucizevi öğütleri ve yol gösterici niteliği son insanın ölümüne kadar sürecektir.
Kur'an’ın dikkatle incelenmesi halinde Ayetlerin Yüce Allah tarafından insanlara “Öğüt, Uyarı ve Öneriler" olarak gönderildiği görülmektedir. Hz.Muhammed'e hitap eden bir çok Ayette de yine insanların Kur'an’a zorla inandırılmaya çalışılmaması telkin edilmekte ve Kur'an’ın tüm insanlara bir "Yol Gösterici" olarak gönderildiği vurgulanarak insanların akıllarını kullanmaları ve Allah'a ve Kur'an’a inanıp inanmamakta serbest bırakıldıkları, inanmayanların bu seçimin sonuçlarına katlanacakları belirtilmektedir.
Buna göre Kur'an’ın sürekli olarak ve içinde bulunulan "Zaman" dilimine göre erişilen “bilgi birikimleri” dikkate alınarak yorumlanması gerekmektedir. Hz.Muhammed sonrasında "Halifelik" müessesesinin bu tür bir ihtiyaçtan dolayı kurulduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu müessesenin de egemen siyasi güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanıldığı ve insanların “yönetilmeleri ve yönlendirilmelerinde” bir araç olarak kullanıldığı ancak genellikle fayda yerine zarar ürettiği görülmüştür. Bu durum dikkate alındığında Müslüman toplumlarda özellikle Kur'an konusunda bilgiye sahip bulunan insanların bir araya gelip akıllarını ve bilgilerini kullanarak sürekli görüşmelerde (istişarede) bulunmaları ve Kur'an’ın "Anahtar Ayetler" doğrultusunda içinde bulunulan “zaman diliminde” erişilen bilgi birikimleri de göz önünde bulundurularak Ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki görüş ve önerilerini belirtmeleri gereklidir.
Bu amaçla toplum yönetimi tarafından bir "Kur’an İlim Kurumunun” kurulmasının önemli faydalar sağlayabileceği söylenebilir. Ancak bu Kurumun vereceği görüş ve önerilerin hiçbir zaman insanlara hiçbir şekilde “dayatmaması” gerekmektedir.
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (87/256), (2/256)
Zira tüm insanlardan akıllarını kullanarak “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ı ve Yaratıcılığını anlamalarını beklemektedir. Bu nedenle söz konusu Kurumun görüş ve önerileri insanlara Ayetlerde belirtilen “gerçekleri” anlayabilmeleri için yardımcı bilgileri sağlamasında yardımcı olacaktır.
Tartışılamaz bir “gerçek” olarak, Yüce Allah'ın insanlara son olarak görevlendirdiği ve insanların Dünya'ya gönderilerek şeytanın etkisine giren nefisleri ile savaşmaları ve sonuçta akılları ile bu savaştan galip çıkarak Yüce Yaratan'ı tanımaları ve ona tüm benlikleri ile teslim olmaları konularında önder ve örnek insan olan Sevgili Peygamber Hz.Muhammed vasıtası ile insanlara intikal ettirdiği Kur’an’ı Kerim'de yer alan tüm ayetler aynı değerdedir, doğrudur ve gerçektir. Bu nedenle, bir konudaki ayetin bir diğer ayet ile hükmünün değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması da doğrudur ve gerçektir. İşte insanlar akılları ile bu ayetleri de bulmak, bilmek, anlamak ve uygulamak durumundadır. Bu husustaki en önemli yardımcısı Yüce Allah'ın lütfettiği "Akıl" değerine sahip olmasıdır. Bu değerli unsuru fark etmeyip geliştirmeyen insanlar ve insan toplumları, Kur'an ayetlerinin hükümlerinde değişiklik yapan veya ortadan kaldıran anahtar nitelikli bu ayetleri bulamadıkları sürece Kur’an’da yer alan bu ayetlerin amaç ve nedenlerini de anlayamamak durumunda kalacaklardır ve sonuçta "Akıl" yolu ile hükmü değişebilen veya yeni bir şekil alan ayetler yerine bu ayetlerin değişmemiş veya hükmü kalmamış haline uyacaklardır. Bu da beklenen gelişmeyi gösterememiş olan o insanlar için doğru ve gerçektir. Bu durum Kur’an’ın tüm zamanlar için geçerli olmasının bir diğer açıklaması niteliğindedir.
İnsanların bilgi birikimlerinin gelişimi ile ilgili örnekte görüldüğü gibi, bundan sonraki dönemlerde insanların akıllarını kullanıp yeni bilgi üretmeleri ve böylece bilgi birikimleri “zaman” ve birim anlamında “çoğalma” açısından son derece “hızlı” olarak gelişecek ve şu an bize göre anlamı bulunmayan bazı konuların insanlar tarafından açıklanmaları ve belki günlük kullanımlarına aktarılmaları mümkün olacaktır.
Böylece, Kur'an Ayetlerinin yukarıda açıklandığı şekilde "Zaman" unsuru ile derlenerek anlaşılmaya çalışılması halinde fanatik veya radikal dinci olarak tanımlanan insanların ve Kur'an'a inanmayanların Kur'an için ne kadar gereksiz ve çok aşırı “tutucu” tanımlamalarda ve yorumlarda bulundukları görülebilecektir. Böyle aşırı uçta bulunan bazı insanlar ve özellikle toplumun yönetimi kendilerine emanet edilen her düzeydeki yöneticiler zaman ile olan ilişkisini göz ardı ederek, Ayetleri kendi beklentilerine göre yorumlamakta ve buradan da kendi görüş ve politikaları doğrultusunda sonuçlara ulaşmaktadırlar. Ancak yukarıda belirtildiği gibi, Kur’an’da insanların Ayetleri bu şekilde kendi menfaat ve düşüncelerine göre değiştirmeleri, yorumlamaları ve diğer insanlara da bunun böyle olduğunu kesin olarak ifade ederek onları da aynı şekilde düşünmeye zorlamaları men edilmekte ve bu nedenle cezalandırılacakları bildirilmektedir.
Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir. (55/119), (6/119)
Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz, o halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi?
Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (61/40), (41/40)
Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. (87/174), (2/174)
Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! (87/175), (2/175)
O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir. (87/176), (2/176)
Görüldüğü gibi bütün bu açıklamalar ve yorumlar normal olarak gelişen insanlar için yapılmakta ve “anlamlı” olmaktadır. Yaşanılan zaman dilimine göre bilgi birikimi ve kazanımı açılarından yetersiz kalmış insanların, Kur’an’daki "Uyarıcı-Anahtar" Ayetlerin indirildikleri zamana ait hükümleri bulunmakla birlikte, anlamlarının ilerideki zamanlara geçişlerine de işaret ettiğini anlayacak düzeylere henüz ulaşamadıkları düşünülmelidir. Yani bilgi birikimi bakımından zamanın gerisinde bulunan insanlar ve insan toplulukları açısından, Kur’an’ın ilk gönderildiği Zaman'da yaşayan insanlar için yaptığı sosyal düzenlemelere göre yaşamlarını düzenlemeleri yeterli olacaktır. Bu İnsanların belirtilen anahtar Ayetleri “Akılları” ile ve bilgi birikimleri ile yaşadıkları "Zamana” göre anlamaları, ancak zaman içerisinde eğitim düzeylerinin gelişmesi halinde mümkün olabilecektir.
Bu durumda sonuçta yaşadıkları “zaman dilimlerinde” sadece "Bilgi Birikimlerini" belirtildiği şekilde "ileri" düzelere çıkarabilmiş olan insanlar ve bu düzeylere ulaşan insanlardan oluşan toplumlar, akıllarını kullanarak ürettikleri ve biriktirdikleri bilgiler ile, tüm ortamların ve bu ortamlarda bulunan her şeyin ortaya çıkmalarında ve varlıklarını sürdürmelerinde, bulundukları ortamlara ait zaman akışına ve kurallarına “tabi olduklarını" ve her şeyin "yaratılmasının ve varlığını sürdürmesinin "ilk şartı" olan "zamanın" yaratıcısının da "Tek Yaratıcı Güç" olan Yüce Allah olduğunu “anlayabilecekler” ve “Yüce Yaratanı” somut bir şekilde algılayabileceklerdir.
Kendilerine ruhları verilmiş ve aynı zamanda "Akıl" ile yüklenmiş olan ilk insandan itibaren yaşamış ve bundan sonra yaşayacak olan "İnsanların”, bu Dünya Ortamına gönderilmesinin “Asıl Nedenini”; Dünya ortamı ve zamanı içerisindeki yaşamları süresince, onlara verilmiş bulunan ve "Akıl" dediğimiz unsura sahip bulunduklarını anlamaları ve bu unsuru kullanmayı keşfedip gerek içerisinde bulundukları Dünya Ortamını ve gerekse Dünya ortamının içerisinde bulunduğu Evren (ve ötesini) anlamaya çalışmaları ve bu ortamda kendileri için hazırlanmış olan her türlü element, madde, fiziksel ve kimyasal koşullardan (Doğa Kanunları) yararlanarak “elde ettiği” buluşlar, alet ve ekipmanlar yardımı ile sürekli olarak “bilgi” üretip bu bilgileri gelecek nesillere “aktarması” ve böylece "Yaratılışın” ve “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ın anlaşılması için en önemli şey olan "Bilgi Birikimini” sağlaması oluşturmaktadır.
Somut bir “gerçek” olarak son 200 yılda gerçekleşen bilgi birikiminin önceki dönemlere göre çok büyük gelişme gösterdiği bilinmektedir. Bu önemi nedeniyle İnsanların Akılları ile keşfedip özellikle son Dünya Zamanlarında akıl almaz bir süratle çoğalttıkları “Bilgi Birikimi” konusuna, yukarıda belirtilen "Zaman Dilimleri” dikkate alınarak, biraz daha yakından bakılması yararlı olacaktır.
Bilgi birikimi genellikle insanların kendilerinden önceki insanların kazandıkları bilgi birikimlerini “eğitim” görerek öğrenmeleri, böylece sahip oldukları “ilk” bilgi birikimlerine en verimli oldukları 20-60 yaşları arasında kendilerinin “üreterek ekledikleri” bilgilerle oluşmaktadır. Böylece her insanın “en verimli” olduğu dönemdeki “bilgi kazanımları”, bazı insanlarda çok düşük oranlarda olması halinde dahi, toplum hayatında önemli derecede bilgi birikimi “artışını” gerçekleştirmiş olmaktadır.
Buna göre insanlar yaşamları boyunca kendilerinden öncekilerin kazandığı bilgi birikimlerini eğitim görerek öğrenecekler, böylece “öğrenerek” sahip olacakları bilgi birikimlerine en verimli oldukları 20-60 yaşları arasında kendilerinin “ürettikleri” yeni bilgiler ekleyerek daha fazla bir bilgi birikimi “kazanımı” düzeyine ulaşacaklardır. Böylece her insanın verimli olduğu dönemdeki kazanımlarının "aynı düzeylerde" olması halinde dahi, müştereken hayatta olan bu üç insan arasında bile önemli derecede bilgi birikimi “artışı” gerçekleşecektir.
Örneğin bir insanın eğitimle elde ettiği bilgi birikiminin 1 birim, kendi ürettiğiyle eklediği bilgi birikiminin 5 birim olduğu varsayıldığında son dönemlerinde toplam 6 birim bilgi birikimi "kazandığı" varsayıldığında, ondan 20 yıl sonraki dönemde yaşayan ikinci ve üçüncü insanlar açısından elde edilen bilgi birikimi düzeyi önemli ölçüde fazla olmaktadır.
Ancak insan 2 ve insan 3 dönemlerinde gelişen teknoloji ve olanaklara bağlı olarak üretilen bilgi biriminin bir önceki nesle göre %50 oranında artış gösterdiği varsayıldığında ulaşılan toplam bilgi birikimi çok daha fazla artış gösterecektir.
Bu örnekte açıklanan gelişim ivmesinin Hz.Muhammed'in "Yüce Yaratana" ait "gerçekleri tüm insanlara bildirdiği sırada içinde yaşadığı toplumun bilgi birikimi düzeyi ve daha sonraki zaman dilimlerinde yaşayan insanlar açısından da ne kadar etkili ve önemli olduğu anlaşılabilmektedir. Nitekim bu nedenle Kur'an’ın özellikle toplum düzeni ve buna bağlı insan davranışları ile ilgili Ayetlerini üzerinde düşünmeden ve elde ettikleri bilgi birikimlerinden faydalanmadan doğrudan Hz.Muhammed dönemindeki "gelenekler" ile bağlı kalarak "sürdürmelerinin insanların doğru yola" ulaşabilmeleri için yeterli olmayacağı Ayetlerde yer alan uyarı, öğüt ve önerileri ile bildirilmektedir. Böylece sonraki bütün zaman dilimlerinde yaşayacak olan tüm insanlara da bu uyarı öğüt ve öneriler üzerinde düşünmeleri, devamlı olarak bilgi üretmeleri ve yaşadıkları zamanlarındaki davranışlarını bunlardan yararlanarak düzenlemeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.
Ayetlerde yer alan uyarı, öğüt ve önerileri ile bildirilmektedir. Böylece sonraki bütün zaman dilimlerinde yaşayacak olan tüm insanlara da bu uyarı öğüt ve öneriler üzerinde düşünmeleri, devamlı olarak bilgi üretmeleri ve yaşadıkları zamanlarındaki davranışlarını bunlardan yararlanarak düzenlemeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.
Ortalama insan ömrüne göre 200 yıllık bir dönemde 3 nesil insanın yaşadığı dikkate alındığında bu varsayımlarda her 200 yıllık dönemde bilgi birikiminin ortalama 5 birim artış gösterdiği görülmektedir. Bu durumda İnsanların Hz.Muhammed’in peygamberlik döneminde (610-632) sahip oldukları bilgi birikiminin 1 birim olduğu ve izleyen her 200 yıllık dönemde ve son 2000 yıllık dönemi kapsayan günümüzde toplam 335923 birim bilgi birikimi "kazanımı" sağladığı söylenebilir.
Bu durum aşağıda grafik olarak belirtilmektedir.
Bu varsayıma göre bilgi kazanımı ve bilgi birikimi artışı 600-1600 yılları arasında nispeten istikrarlı bir artış seyri gösterirken, artış birim sayısı değişmemesine rağmen 1600-2000 döneminde çok daha fazla artış meydana gelmiş olmaktadır.
Bu değerlendirmelere göre özellikle 1600-2000 arasındaki zamana diliminde bilgi edinme düzeyinde ve buna bağlı olarak bilgi birikimlerinde meydana gelen “çok hızlı” gelişmenin, insanların “Akıllarını” kullanarak edindikleri bilgilerden yararlanmalarının etkili olduğu söylenebilir.
Nitekim, İslam’ın ortaya çıkması sürecinde yaşamış olan “Müslüman Bilginlerinin”, örnek ve anahtar nitelikli Ayetleri “Akıl” unsurunu daha çok ve daha doğru olarak kullanmak suretiyle Kur'an’ı daha doğru olarak anlamalarının sonucu olarak, bu dönemde görülen “çok hızlı” gelişmelerin “başlamasında ve gelişmesinde” çok önemli bir diğer unsur olarak etkili oldukları bilinmektedir. Bu konuda öne çıkan bazı Müslüman bilim insanları ve bilim konuları şöyle özetlenebilir.
Câbir Bin Hayyân (720-815) Kimya
Harızmî (780-850) Matematik
Farabî (873-950) Matematik, Astronomi
Bîrûnî (973-1061) Kimya, Tıp
İbn-i Sînâ (980 – 1037) Kimya, Tıp, Astronomi
Cezerî (1136-1206) Sibernetik, Mühendislik
Uluğ Bey (1394-1449) Astronomi, Matematik
Piri Reis (1470-1553) Coğrafya
Mimar Sinan (1490-1588) Mimarlık, Mühendislik
Bilgi kazanımlarının (Bilgi Birikimlerinin) aynı şekilde gelişmesi halinde gelecek 100 yıllık dönemlerde de inanılmaz boyutlarda bilgi birikimi ve buna bağlı olan gelişmelerin gerçekleşmesi normal sayılabilecektir.
Bilimin tarihi ve İslam Bilginlerinin bilimin gelişmesindeki etkileri konularındaki derlemeler insanların “bilgi birikiminde” zaman içinde meydana gelen gelişmelere olan etkilerini göstermektedir.
İslam'ın Altın Çağı dönemi bilim insanları listesi - Vikipedi
Ancak bu derlemelerde özellikle 1700 yıllarından sonra Müslüman Bilginlerin genel bilgi birikimlerine olan etkilerinin çok azaldığı veya bulunmadığı görülmektedir. Bu durumun Kur'an’ın doğrudan kelime anlamlarına göre yorumlanarak uygulanmasının etkili olduğu söylenebilir. Bu durumun Ayetlerin birbirleriyle olan bağları ile “anlam bütünlüğü” dikkate alınmadan ve örnek ve anahtar nitelikli Ayetler görmezden gelinerek İnsanlara bildirilen “gerçekler” yerine Ayetlerin “kelimeleri” üzerinden yorumlanarak uygulanmasının sonucu olduğu varsayılabilir. Zira Ayetlerin bu şekilde yorumlanması ve uygulanması durumunda insanlardan beklenen “bilgi” elde edilmesi ve “bilgi birikimi” sağlanmasında göreceli olarak gerileme kaydedildiği anlaşılmaktadır. Bu durumun bilgi birikiminin gelişmesini olumsuz olarak etkileyerek çok daha yavaş gelişmesine neden olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim bu tür uygulamaların tartışılmasına “siyasi otoriteler” tarafından izin verilmediği ve mutlaka uyulması gereken “gelenekler” haline getirildiği Müslüman Ülkelerin 1700 yıllarından sonraki durumlarından anlaşılmaktadır.
Öte yandan özellikle 1900 yıllarından itibaren Kimya (3), Fizik (1), Edebiyat (3) ve Barış (8) dallarında olmak üzere 15 Müslüman bilim insanlarının da yaptıkları araştırma ve çalışmaları Dünya çapında kabul edilmiştir (Nobel Ödülü). Bunlardan Kimya dalında Aziz Sancar ve Edebiyat dalında Orhan Pamuk olmak üzere ikisi Türk vatandaşıdır.
Nobel Ödülü sahibi Müslümanlar listesi - Vikipedi
Buna göre önceki dönemlere nazaran giderek çok daha fazla olması beklenen bilgi kazanımlarının ve genel bilgi birikiminin etkisi ile ve Kur'an’ın gelecek dönemlerde çok daha bilinçli olarak anlaşılmasının ve buna göre uygulanmasının sonucunda insanların “Bilgi Birikiminin” gelişmesinde Müslüman bilim insanlarının çok daha etkili olmaları mümkün olabilir.
Burada insanın ilk 20 yıllık döneminde aldığı “eğitimin” bilgi kazanımı (üretimi) konusunda çok önem taşıdığı görülebilmektedir. Zira bu dönemde insanlara verilen eğitimin nitelik ve nicelik olarak giderek artan bir ivme ile geliştirilmesi durumunda insanların sonraki zamanlarında elde edecekleri (üretecekleri) bilgi birimlerinin aynı zamanda sonraki dönemde eğitim sistemine "eklenerek" bundan sonraki insanların ilk olarak “eğitimle” elde edecekleri bilgi birikiminin çok daha “ileri” düzeylere çıkaracağı görülebilmektedir. Bu nedenle insanların “Akıllarını” kullanmakta daha ileri düzeylere çıkmalarının da etkisi ile yeni buluşlara sahip olmaları sonucunda, özellikle son Dünya Zaman Dilimlerinde akıl almaz bir süratle çoğalttıkları “Bilgi Birikimleri”, gelecek dönemlerde de zincirleme bir döngü halinde çoğalmasını sürdürecek ve insanların gelecek dönemlerde geçmiş dönemlere göre “çok daha hızla” artan ve çoğalan bilgi birikimine sahip olmalarına yol açacaktır.
Gerçekten, Kur’an’ın ilk derlendiği zamandan itibaren insanların elde ettikleri bilgileri giderek çoğalan bir ivme ile biriktirdikleri ve özellikle son yüzyıllarda bu birikimleri baz alan yeni nesillerin çok daha fazla sayıdaki yeni bilgileri, matematikte geometrik dizi olarak tanımlanan bir artış ivmesi ile, çoğaltıp genel insanlık bilgi birikimini inanılmaz boyutlara ulaştırdıkları görülmektedir. Bu durum dikkate alındığında, Kur'an Ayetlerinin uygulanmaları ve hükümleri ile ilgili olarak gelecekte insanlardan önemli gelişmeler sağlamaları beklenmektedir.
Bu nedenle Yüce Allah Hz.Muhammed ile bildirdiği Ayetlerinde tüm insanlara doğru yola ulaşabilmeleri için daima “akıllarını kullanmalarının” gerekli olduğunu bildirmekte, hatırlatmakta ve “ihtar” etmektedir.
Musa devamla şunu söyledi: “Şayet aklınızı kullansanız O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.” (47/28), (26/28)
Senden önce de ancak şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz kişiler gönderdik. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir, hâla aklınızı kullanmıyor musunuz? (53/109), (12/109)
Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. (59/9), (39/9)
Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele, işte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır, gerçek akıl sahipleri de onlardır. (59/18), (39/18)
İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir. (72/52), (14/52)
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir, hâla aklınızı kullanmaz mısınız? (74/80), (23/80)
Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar. (87/269), (2/269)
Günümüzde ulaşılan “bilgi birikimi düzeyi” dikkate alındığında, Hz.Muhammed'in "Yüce Yaratana" ait "gerçekleri” tüm insanlara bildirdiği sırada içinde yaşadığı toplumun bilgi birikimi düzeyi açısından bilgi birikiminin gelişim ivmesinin ne kadar etkili ve önemli olduğu anlaşılabilmektedir. Nitekim böylece Allah’ın Hz.Muhammed döneminde yaşamış olanlara yönelik olarak bildirdiği Ayetlerde yer alan uyarı, öğüt ve önerilerin aynı zamanda daha sonraki bütün zaman dilimlerinde yaşayacak olan tüm insanlara da "doğru yola" ulaştıracak olan Allah’ın uyarı, öğüt ve önerileri olarak iletildiklerine işaret edilmektedir. Bu nedenle tüm insanların “çok önemli” olan bilgi birikimi kazanımını devamlı olarak “geliştirerek” yaşadıkları zamanlarındaki davranışları açısından bilgi birikimi kazanımlarından "ders almalarının" gerektiği çok sayıdaki Ayetlerde yer alan hükümlerde bütün insanlara hatırlatılmaktadır.
Öte yandan, geçmiş Dünya Zamanı Dilimlerinde yaşamış olan, hatta halen yaşayanlar arasında bile bir kısım insanların ve bu insanların oluşturduğu toplumların, yukarıda bir örnek olarak gösterilen bilgi kazanımı ve birikimlerinden yararlanamadıkları da bir gerçektir. Zira bu insanlar önceden kazanılmış bilgilere ulaşılıp yeni bilgi üretilmesini sağlayan en önemli unsur olan "Eğitim" konusunda yeterli olanaklardan yoksun kalmışlardır. Yukarıdaki örnek, sürekli gelişmeyi göstermektedir. Bir insan veya bir toplum bu gelişme sürecinde çok az da olsa geri kaldığında, gelişen insanlara göre aynı "hızda” geri kalacak ve gelişen insanlara yetişmesi son derece zorlaşacak ve neredeyse imkânsız hale gelecektir.
Nitekim ilk zamanlarda Kur'an Ayetlerini okuyan insanlar, özellikle sosyal alandaki Ayetlerde belirtilen hususları, o sıradaki bilgi düzeyleri paralelinde kelime anlamı üzerinden ve üzerinde düşünmeden (sorgusuz olarak) uygulamışlar, ancak çevrelerindeki diğer somut yapılar ve Dünya ortamı ötesi ile ilgili konuları ise, yine o sıradaki bilgi düzeylerinin yeterli bulunmamasının da etkisi ile, anlayamamışlardır. Bu nedenle yeterli bilgi birikiminin sağlanamadığı geçmiş çağlarda, nasıl gerçekleştiklerini anlamamalarına rağmen, deneyimledikleri ve hayal ettikleri olağanüstü olay ve konular, “Sonsuz Güç” sahibi bir “İlah” kavramının oluşmasına ve ona karşı korku ile karışık bir hayranlık ve teslimiyet duygularının beslenmesine ve gelişmesine vesile olmuştur.
Bu durum değişik düzeylerde ve bazı toplumlarda halen geçerlidir. Gelecekte de insanların elde edecekleri bilgi düzeyinin bugünkü ile karşılaştırılması halinde ancak “Sonsuz" olarak nitelendirilebilecek düzeylere ulaşması durumunda bile, bilgi kazanım ve birikimlerini “geliştiremeyen” insanlar açısından yine o düzeylerde geçerli olacaktır. Ancak bilgi kazanımlarının ve bilgi birikimlerinin geliştirilmesi sonucunda bilgi düzeylerindeki gelişmeye paralel olarak somut maddi yapılar ve Dünya ortamı ötesi konular sonraki insanlar tarafından çok daha net olarak anlaşılabilecektir. Aynı şekilde, sosyal konulardaki Ayetler de, yine ulaşılan bilgi düzeyine paralel olarak, çok daha net olarak yorumlanacak ve uygulamalarda bu yorumlamalar da dikkate alınacaktır.
Bu nedenle, insanların hangi gelenek ve ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, yakalayabildikleri düzeyden eğitimlerini geliştirmeleri ve insanların kazanılmış bilgi birikimlerini kısa sürede anlayıp kavrayacak düzeye çıkmaları son derecede önem taşımaktadır.
Kur'an Okunurken Allah'a Sığınılması
KONU BAŞLIKLARI Çok sayıdaki Ayetlerde Şeytan'ın bu ortamda yaşamış olan ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanları Yüce Allah'ın verdiği "izin" ile "Allah'ı Tanımaktan" uzaklaştıracağı açıklanmaktadır. Buna göre Ruhlarına Şeytan'ın eklemiş olduğu duyguların etkilerinden kurtulabilmeleri için insanlara her işinde ve özellikle Kur’an’ı okuduğunda Yüce Allah’ı hatırlamaları ve O’na sığınmaları önerilmektedir.
Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! (70/98), (16/98)
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur. (70/99), (16/99)
Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır. (70/100), (16/100)
Buna göre bu ortamda yaşayan bütün insanların Ruhlarında Yüce Yaratan tarafından yerleştirilmiş olan ve “İnsan Olmak” ile ilgili bütün duyguların yanında Şeytan'ın eklemiş olduğu ve Allah'ın bildirdiği gerçeklerden ve doğru yoldan insanları alıkoyacak nitelikteki "duyguların" bulunduğuna işaret edilmektedir. Bu durumda "Akıllı" insanların yaşantılarının "her anında" bu duyguların etkisi altında bulunabileceklerini dikkate almaları ve bu duygulardan hangilerinin onları "Allah'ın Gerçeklerinden", “doğru yoldan” ve “İnsan Olmaktan” alıkoyabileceğini de anlamaları gerekmektedir.
Yaratılış ile ilgili bölümlerde açıklandığı gibi, bütün insanlara Tek Yaratıcı Güç olan Allah'ın bütün "Akıllı İnsanlara" uyarıcı Peygamberleri vasıtası ile "yaratılışın gerçekleri" ile ilgili uyarı, öğüt ve önerilerini (Kitaplarının) iletmiş olduğu fakat zaman içinde çeşitli nedenlerle değişikliklere uğramış olmaları nedeniyle bu kitapların asıllarının bulunmadığı hatırlatılmakta ve Kur'an’ın önceki "kitaplarda" açıklanan hususları da kapsamak üzere, "Son Uyarı" olarak bütün insanlara "Son Peygamber" tarafından iletildiği bildirilmektedir.
Bu nedenle "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili olarak bütün "insanlık" açısından son derece önemli bilgileri içeren "Kur'an’ın" okunması sırasında Şeytan'ın insanları rahat bırakmayacağı da hatırlatılmakta ve insanlar bu durumu "unutmamaları" için uyarılmaktadır.
Bu arada diğer Ayetlerde de insanlardan Kur'an’ı okumaya niyet ettiklerinde bütün "peşin" hükümlerini ve "sabit" fikirlerini bir kenara bırakıp sadece "Akılları" ile ve Kur'an Ayetlerini birbirleri ile olan bağlılık, atıf ve ilişkilerini dikkate alarak okumalarının önerildiği görülmektedir.
Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında Şeytan'ın Kur'an’ın okunması sırasında Allah'ın bildirdiği gerçeklerden ve doğru yoldan insanları alıkoyacak nitelikteki bu duygulardan etkilenmemeleri için bütün insanlara Kur’an’ı okumaya başlarken ve okurken Allah'tan yardım istemeleri ve "Allah’a sığınmaları" öğütlenmektedir.
Burada Şeytan ile ilgili yeniden bir hatırlatma yapılmasında fayda bulunmaktadır. Gerçek Ortamda Yaratılmışlar bölümünde ayrıntılı olarak belirtildiği gibi Şeytan’ın özellikle "insana benzer" biçimde bir "varlık" gibi ifade edilmemesi gerekmektedir. Zira Allah'ın her türlü "Yaratmayı" gerçekleştirmek üzere "Enerji" esaslı "Gerçek Ortam Unsuru" varlıkları "Kendi Yapısının" bir "benzeri" olarak ve "kısıtlı karar verme yetkisi" vererek bütün ortamları "kapsayacak" şekilde "Yarattığı" açıklanmaktadır. Bu unsurlar Ayetlerde genel olarak "Melek" olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca yine Melekler gibi "Enerji" esaslı olan ve "Cin" olarak tanımlanan varlıkların bulunduğu ve Cinlerden bir bölümünün de "Şeytan" adı verilen "Gerçek Ortam Unsuru" oldukları Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Yüce Yaratan'ın Evren Ortamından önce "Özel" olarak "Yaratmış" olduğu "Meleklerin" ve “Cinlerin”, Ayetlerde "Kitap" ve "Levhi Mahfuz" olarak geçen ve Yüce Yaratan'ın "Zati İradesini" ifade eden bir "Özel Yapıda" yer alan bilgileri işleyerek, Arş bünyesindeki tüm "Yaratılışları" gerçekleştirdikleri ve bu çerçevede gereken bütün iş ve işlemleri "Yürüttükleri" ifade edilebilir. Bu varsayım çerçevesinde var edilmeleri (Yaratılmaları) sonrasında, varlıklarının sürdürülmesini sağlamak üzere, yaratılmış olan tüm "Ortamların" ve Evrenin Arş ile "Uyumlu" hale getirilmesini kapsayan "Muhteşem Dengeyi" sağladıkları (istivâ) anlaşılmaktadır.
Buna göre Şeytan olarak tanımlanan ve esasen Allah tarafından "takdir edilen" yaratılışların gerçekleştirilmesi için görevlendirilen "Güç", diğer “Melekler” ve “Cinler” gibi Allah'ın yaratmış olduğu bütün ortamlarda (Alemler) her an her yerde bulunmakta, üstlendiği görevleri yürütmekte ve aldığı "izin" çerçevesinde "Akıllı" İnsanları da Yüce Yaratan'ın yolundan çıkarmak üzere etkilemeye çalışmaktadır. (Melekler, Şeytanlar, Cinler Bölümünde bu konularda daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır)
Bu konuda İslamoğlu tefsirinde şu özet açıklama yer almaktadır.
“…şeytan adını verdiği dış ya da iç her türlü saptırıcı unsur. Ki içeride içgüdüler. İnsanın negatif tarafları, öz benlik, tutkular ve buna benzer insanın içinde ki bir takım zaaf noktaları ve dışındaki saptırma rolünü üstlenen insanlar, saptırıcı görünmeyen varlıklar. Cin’den ve insandan ve daha başka varlıklardan insanı saptıran veya saptırmaya yeltenen her tür unsur. Şeytan bunların tamamına verilen ortak isim.”
İslamoğlu Tef. Ders. NAHL SURESİ (98-128)(88) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
Kur'an’ı okurken "kovulmuş" Şeytanın etkilerinden kurtulmak üzere Allah'a sığınılması ve "yardım istenmesi" için bir gelenek olarak "Kovulmuş Şeytandan Allah'a sığınırım" anlamında bir dua yapılmaktadır. Bu dua Kur'an’ı veya bir Ayetini okumaya başlarken Arapça olarak "Euzü Billahi mineş şeytanir racim" olarak söylenmektedir.
Yüce Allah bu vesile ile ve bir "Gerçek" olarak Allah'a ve ilettiklerine inanan (İman) ve yalnız Allah'a güvenerek O'ndan gelene "razı" olanlar (tevekkül) üzerinde Şeytan'ın bir hakimiyetinin bulunmadığını, onun hakimiyetinin ancak onu "dost edinenler" ve onu "Allah'a ortak koşanlar" üzerinde olduğunu önemle hatırlatmakta ve "doğru yola" ulaşabilmeleri için bütün insanları bu hatırlatmaları dikkate almaya çağırmaktadır.
Ayetlerin Çıkarlara Göre Yorumlanmaması
Yüce Allah peygamberlere gönderilen Kitap'larındaki Ayetleri inkâr edenleri, onları tahrif edip "başka sözlerle" değiştirenleri, kelimelerinin yerlerini değiştirerek anlamlarını saptıranları veya yeniden yazanları "Zalimler" olarak tanımlamakta ve geçmişte onlar üzerine gökten acı bir "azap" indirdiğini hatırlatmaktadır.
Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)
Ayrıca onların “Allah’ın Sözlerini” kelimelerin yerlerini değiştirerek bozmaları sebebiyle lânetlendiği, kalplerinin katılaştırıldığı, böylece kendilerine öğretilenlerin önemli bir bölümünü de unuttukları açıklanmaktadır.
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (112/13), (5/13)
Yapılan bu uyarılara rağmen kişisel veya bir topluluk oluşturarak "çıkarlarını" korumak için kendilerine söylenenleri (Ayetleri) başka sözlerle değiştirenlerin daima "Şiddetli Azap" görecekleri bir defa daha hatırlatılarak Yüce Yaratıcının tüm bunları yapacak gücünün bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Allah’ın Ayetlerini değiştiren önceki toplumların üzerine indirdiği "Azaba" ayrıca işaret edilmekte ve Peygamberlerin ilettikleri "Allah’ın Sözlerini" kendi çıkarları için değiştirerek insanları "aldatanlara" bu yola sapmamaları açıkça ihtar edilmektedir.
Kur'an Ayetlerinin Bilgi Birikimi ve Zaman Dilimleri ile İlişkisinin Dikkate Alınması bölümünde de değinildiği gibi, Yüce Allah bütün insanlara bildirdiği ve onları dünya hayatlarında ve ölümleri sonrasındaki ortamlarda "huzura ve mutluluğa" kavuşturacak olan "doğru yolu" gösteren Kur'an Ayetlerine, çıkarları ve istekleri doğrultusunda "değişik" anlamlar vererek doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanların Allah'a gizli kalmayacağını bildirmektedir.
Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz, o halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (61/40), (41/40)
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. (87/174), (2/174)
Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! (87/175), (2/175)
O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir. (87/176), (2/176)
Ayetlerde insanların Ayetleri çıkarları ve istekleri doğrultusunda yorumlayıp ona göre davranarak Dünya yaşamlarında geçici bir çıkar sağlamaları mümkün olsa da ölüm sonrasında (Kıyamet Ortamı) yeniden diriltildiklerinde doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapmaları yüzünden "azap" görecekleri belirtilerek olanların mı yoksa "Akıllarını" kullanarak Ayetler ile kendilerine yapılan "uyarı, öğüt ve önerileri" dikkate aldıkları için "kıyamet" günü güvenle gelenlerin mi daha iyi durumda olduklarını bütün insanlara sorulmaktadır. Böylece insanları Ayetleri ile ilgili olarak düşünmeye yönlendiren Yüce Allah buna rağmen nefslerinin esiri olan ve bu nedenle de yapılan uyarıları önemsemeyen ve kısa bir zaman için kendisine fayda sağladığını sanan insanlara hitaben "dilediklerini" yapmakta serbest olduklarını ancak kuşkusuz yaptıklarının tamamını "gördüğünü" bir defa daha hatırlatmakta ve durumlarını yeniden düşünmeleri için" ihtarda" bulunmaktadır.
Buna göre, Kur'an’da yer alan Ayetleri kendi menfaat ve istekleri doğrultusunda yorumlayıp diğer insanlar üzerinde baskı kuran ve bu durumdan kendileri için menfaat sağlayan kişilerin Allah'a olan inanç ve bu inancın tek yol göstericisi olan Kur'an ayetlerini az bir paha (Dünyada sağladıkları menfaatler) ile değiştirdikleri bildirilmektedir.
Yüce Yaratan bu durumda olanların yaptıkları ile ancak ölüm sonrasındaki ortamlarda (Kıyamet) azap görmelerini sağlayacak olan davranışlarda bulunduklarını (karınlarını ateşle doldurduklarını), Allah'ın onlarla kendileriyle konuşmayacağını ve onları temize çıkarmayacağını (yardımda bulunmayacağını) ve orada onlar için can yakıcı bir "azap" bulunduğunu açıklamaktadır. Ayrıca Dünya yaşamlarında Ayet Ayetlerin hükümlerini çıkarlarına göre yorumlayanlara, karşılaşacakları “sonuçlar” kendilerine bildirilmesine rağmen, yapılan bu uyarıları dikkate almamakla "doğru yol" karşılığında sapıklığı, affedilmeye (mağfirete) bedel olarak da "azabı" satın aldıkları ve bu azaba karşı dayanıklı olmadıkları hatırlatılmaktadır.
Nitekim bir diğer Ayette de bir "bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı" olmadığı halde sırf insanları Allah yolundan saptırmak için "Ayetlerdeki İfadelerin" yanını eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkanlar için dünyada bir "rezillik" bulunduğu ve kıyamet gününde ise onlara yakıcı azabı tattırılacağı teyit edilmektedir.
İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkar. (103/8), (22/8)
Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız. (103/9), (22/9)
Bu düşüncede ısrar edip çıkar sağlamayı sürdürerek Dünya yaşamı sona erenlerin çekecekleri bu azabın sebebinin, Allah'ın "Doğru ve Gerçek" olarak (hak olarak) indirmiş olduğu "Kitapta" ayrılığa düşülmesi ve daima kişisel veya grup olarak diğer insanların hakları hiçe sayılarak insanlara Ayetlerin anlamlarını "diledikleri yönde" bildirmeleri, böylece gerçekler (Hak) ile çıkarları arasında derin bir anlaşmazlığın içine düşmeleri olduğuna işaret edilmektedir.
Bu durum özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilmiş olan bu düşüncedeki kişiler (insanları yönetenler) açısından çok daha önemli olmaktadır. Zira Ayet hükümlerini çıkar ve isteklerine göre yorumlayarak çıkar ve isteklerini gerçekleştirmek üzere sahip oldukları yönetim gücünü kullanılması ve böylece toplum üzerinde baskı yapılması toplumun yapısını oluşturan insanların haklarına tecavüz edilmesi ile mümkün olacaktır.
Öte yandan toplumun yönetimi kendilerine emanet edilenlerin çıkar ve isteklerini gerçekleştirmek için Dini konularda bilgisi bulunan “din adamlarını” kullanarak onlardan Ayetleri bu amaçlarına yönelik olarak yorumlanmaları istemesi ve bu din adamlarının da bu isteğe uygun yorumlar yapmaları çok daha kötü sonuçlara sebep olabilecektir. Din adamlarının böyle bir isteği kabul etmeleri durumunda bütün toplumun yapılacak “hatalı” yorumları kabul etmeye yönlendirilmesi mümkün olduğundan, din adamlarının böyle bir duruma alet olmamaları gerekmektedir. Çünkü din adamı olmak çok daha büyük bir sorumluluktur ve Ayetleri çıkarları ve istekleri doğrultusunda yorumlayıp ona göre davranarak doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar ile birlikte "azap" görmelerinden "din adamı olsalar bile" kurutuluş yoktur. Zira Kur'an’ı okuyup anlama konusunda yeterli olmayan insanlar din adamlarının yorumlarına göre davranışlarını yönlendirmektedirler. Bu nedenle bu kişilerin taşıdıkları sorumluluğun farkında olmaları, anlamaları ve bilgilerini kendilerinin veya “yöneticilerinin” çıkarlarına göre "yanlış" yönde kullanmamaları gerekir. Çünkü bu kişilerin yapacakları "hatalı yorumlar", insanlar üzerindeki etkileri nedeniyle onların inançlarında da "hatalı yönlendirmelere" neden olacaklardır. Bu durumun sebep olacağı sonuçlarının düzeltilmesi de çok güç ve zaman alıcı olacaktır.
Daha da vahim bir durum olarak bu kişilerin toplumun yönetimi emanet edilenlerin çıkarlarına göre insanlara yön vermeleri, sadece insanların inançlarında hatalara yol açılmamış olacak fakat aynı zamanda kendi "çıkarlarını gözeten" bu yöneticilerin "etkilerini kullanarak" insanların toplumsal haklarının zedelenmesine ve kul hakkı taşımalarına da sebebiyet verilecektir.
Ayetlerdeki ifadelerde görüldüğü gibi Yüce Allah insanlara Ayetlerin yorumlanmasında "bilgileri" ile yardımcı olması gerekirken bu şekilde "hatalı" davranan din adamlarına mecazi bir anlatımla Kıyamet günü onlarla konuşmayacağını ve onları temize çıkarmayacağını böylece onların "karınlarını ateşle doldurduklarını" belirterek, çok ağır ceza verileceğini açıklamakta ve ihtar etmektedir.
Çünkü Allah Kur'an’ı Hak olarak yani en doğru yol gösterici olarak insanlara göndermiştir. Bu yüzden Kur'an'ın bu özelliği üzerinde Din konusunda "bilgili" olan insanların menfaatleri uğruna oyun oynamalarının ve ona göre mana vermelerinin yapılacak en büyük günah ve insanlara yapılacak en büyük "zulüm" olduğuna işaret edilmektedir. Zira bu işlemler geniş halk kitlelerini etkilemektedir ve kendileri gibi halk kitlelerini de anlaşmazlığa düşürerek giderek daha karmaşık durumlara neden olmakta ve bu durumu sonradan kendileri de kontrol edememektedirler.
Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam tamamlama" ilişkilerinin dikkate alınmaması bir takım iyi niyetli olmayan insanların kendi çıkarları doğrultusunda Ayetleri yorumlayarak diğer insanlardan yararlanmalarına ve onlara zarar vermelerine yol açabilecektir. Bu nedenle İnsanlardan Hz.Muhammed tarafından "iletilmiş" olan Ayetlerdeki ifadeleri "çıkarları" doğrultusunda değerlendirmemeleri, Ayetleri bir bütün olarak düşünerek ve birbirleri ile olan bağları dikkate alınıp üzerlerinde düşünerek kendi durumlarını değerlendirmeleri istenmektedir. Bu yapıldığında "aklını" kullanan insanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçeklere” ulaşabilecekleri bildirilmektedir. Zira Kur'an ayetlerinin dikkatle ve birbirleri ile olan ilişkileri ve zaman ile olan ilişkileri de dikkate alınarak birleşik bir şekilde incelendiğinde, hiçbir şekilde insanların "Akılları" ile geliştirdikleri ve uyguladıkları genel toplum kurallarına aykırılık bulunmadığı görülecektir.
Ancak, zamanımızda özellikle İslam toplumlarında şahsi veya örgütlenip yönetimi ele geçirme, sürdürme ve maddi ve diğer şekillerde çıkar sağlama gibi amaçlara yönelik olarak Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan ilişkileri dikkate alınmadan, bu çıkarlara uygun olan "Ayetlerin" seçilmesi ve insanlara bu şekilde dayatılarak onlar üzerinde bir çeşit "Dini inançlarından yararlanıp" hakimiyet kurulması için kullanılması şeklinde uygulamaların yapıldığı görülmüştür. Ayetteki ifadelerden görüleceği gibi İnsanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmalarının ve bunlardan ders alarak davranışlarına yön vermelerinin Ayetlerde bulunan ve "çıkarlarına uygun" olan "ifadelerin" seçilerek insanlara dayatılmamasının gerektiği Kur'an Ayetinde bildirilmektedir.
Sana Kitab'ı indiren O'dur.Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. Ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)
Buna rağmen bazı toplumlarda bu tür uygulamaların halen sürdürüldüğü görülmektedir. Ayette bu durumdan kurtulmanın ancak akl-ı selim sahiplerinin Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkilerini dikkate alarak yorumlanmaları halinde sağlanabileceğine işaret edilmektedir. Ayetteki ifadelerden görüleceği gibi İnsanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmaları ve bunlardan ders alarak davranışlarına yön vermeleri ancak Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkilerini dikkate alarak yorumlanmaları halinde mümkün olabilecektir.
Esasen Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" ile ilgili belli bir inanca sahip olan insanlara "Doğru Yola" nasıl ulaşacaklarını bahane ederek kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları yorumlara inanmaları için baskı ve tahakküm edilmesinin bu konudaki "Ayetler" karşısında hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır. Nitekim, bütün insanlara Kur'an Ayetlerini "Okumaları" ve "Akıllarını" kullanarak "Anlamaya Çalışmaları" önerilmektedir. Buna göre bütün insanlar sahip oldukları bilgi birikimleri ile ve "Akıllarını" kullanarak Kur'an Ayetlerinde "Kendilerine Açıklananlar" üzerinde düşünmeye ve "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili olarak en "Doğru" bilgileri sadece bu "Ayetlerden" yararlanmaya davet edilmektedir. Bu konuda bir başkasının düşüncelerine ve davranış önerilerine, onları "Doğru Yola" ulaştıracaklarını ileri sürerek kendilerine çıkar sağlamak için onlardan yararlanılması ve hatta yaşanan bazı olaylardan anlaşılacağı gibi, "Terör" uygulamalarına karıştırılmaları tehlikesinin bulunması nedeniyle, "Akıllı İnsanların" ihtiyatla yaklaşmaları ve her şeyi en iyi şekilde "Kur'an Ayetlerinden" ve sadece "Kendilerinin" bulabileceklerine inanmaları gerekmektedir.
Günümüzde İslam ve Müslümanlık açısından her an yapılmakta olan en önemli bir "Hata" olarak bu Ayetlerin üzerinde gerektiği kadar durulmamaktadır. Nitekim insanlara "Son" uyarı, öğüt ve öneriler olarak iletilmiş olan Kur'an Ayetlerinin bir şekilde bazı insanların çıkarlarına yöneltilmeleri ve onların "Allah'ın Sözleri" ile "aldatılmaları" sonucunu doğurmaktadır. Bu durumun özellikle "Son Uyarıların" indirildiği İslam ve Müslümanlar açısından önemi çok büyüktür. Zira özellikle Müslüman olanların bu uyarılardan sonra artık "Akıllarını" kullanarak diğer insanlar üzerinde üstünlük kurmak, etkili olmak ve böylece onları kendi çıkarları için kullanmalarının bütün insanlığa yapılan en büyük "Zulüm" olduğunu anlamış olmaları ve bu gibi eylemlerden kaçınarak diğer toplumlara da bu konuda "Ahlaki Örnek" olmaları gerekmektedir. İnsanların bu tür Ayetleri kendi çıkarları doğrultusunda ele alıp yorumlamamaları ve kullanmamaları gerektiği de açık bir şekilde hatırlatılmakta ve bu tür eylemlerin en ağır şekilde cezalandırılacağı da belirtilmektedir.
İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkar. (103/8), (22/8)
Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız. (103/9), (22/9)
Bir başka deyişle bu Dünya ortamında insanlar arasındaki tüm ilişkilerde ve de özellikle parasal ilişkilerde kendilerinden beklenen "Dürüst ve Doğru" şekilde işlem yapmak yerine kendisi için ya da çevresi için güç ve çıkar sağlamak amacına yönelik olarak ve de "Gizli" kalacağını düşünerek dürüstçe ve doğru olmayan işlemler yapanların; özellikle de her kademedeki "Kamu Yöneticilerinin" bu işlemlerinin sorgulama sırasında "Allah'ın Huzurunda" yeniden yaşayarak ortaya döküleceğini hatırlamaları gerekmektedir. İlaveten bu kişilerin bu yanlış işleri yaparken, diğer insanların "Hakkını Yemiş" durumuna düşeceklerini ve Değerleme sonucunda hakkı yenen diğer tüm insanlara karşı "Borçlu" olacaklarını ve "Ahiret” aleminde bu borçları Allah'ın takdir ettiği şekilde ödenmeden rahat edemeyeceklerini de göz önünde bulundurması gerekecektir.
Toplumu yöneten ve yönlendirenlerin toplum üzerindeki etkisinin sonucu olarak insanlar bir şekilde onlara "tabi" olmaktadır. Bu nedenle yöneticilerin toplumun "dini inançlarını" kullanarak insanları "hidayete ulaştıracaklarını" ileri sürmeleri bu Ayetlere göre tamamen yanlış olmaktadır. Ancak özellikle yeterli düzeyde bilgi birikimi bulunmayan bazı toplumların yöneticileri tarafından siyasi veya maddi çıkar sağlamak ve sürdürmek üzere toplumun "dini inançların" kullanılarak insanların etkileri altına alındığı, hatta bazı durumlarda bu amaçla "zor kullanıldığı" görülmektedir.
Bu durumda toplumun yönetimi kendilerine "emanet edilenlerin" söz konusu Ayetleri bu açıdan dikkatle incelemeleri, Ayet hükmü ile bağdaşmayan uygulamalara ve yapılanmalara yol açmamaları ve toplumun Allah'ın bütün insanlardan beklediği şekilde akıllarını kullanmalarına engel olmamaları gerekmektedir.
Allah'ın insanların kalplerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da "Bildiğini" çok açık bir şekilde tüm insanlara hatırlatmaktadır. Buna göre kalben inkâr etmesine rağmen inandığı görüntüsü vererek çıkar sağlamaya çalışanların (münafıkların) bu hususu dikkate almaları bir şekilde "İhtar" edilmektedir. Bu arada insanların "Gizli" amaçlarına ulaşmak için diğerlerine zarar verecek şekilde yaptıkları eylemlerin ve özellikle kendilerine toplumu yönetilmesi "Emanet" edilen her kademedeki insanların toplumun bilgisi dışında çeşitli amaçlarına ulaşmak veya çıkar sağlamak için "Gizli" olarak yaptıkları eylemlerin, diğer insanlar ve toplum tarafından anlaşılmamasını sağlasalar bile, Allah tarafından bilindiği diğer özel Ayetlerde açıkça "Hatırlatılmaktadır".
Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur, bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir; sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir. (105/7), (58/7)
Böylece sadece kendisine çıkar sağlamayı düşünenler, "asıl niyetlerinin" Allah tarafından "bilindiği" ve "gizli" kalmayacağı hatırlatılarak, böyle bir antlaşma yapmadan önce uyarılmaktadır.
Bu Ayetlerdeki ifadeler ile bu ortamdaki yaşamlarında çıkar sağlamak amacı ile diğer insanlardan "Gizlenen" her türlü söz ve davranışların Yüce Allah katında asla kayıp olmadıkları, böylece bu ortamda istedikleri menfaati elde etmiş olsalar bile, ölümlerinden sonraki "Hesaplaşma" zamanında bu şekildeki bütün iş, düşünce ve davranışları "Hakkı Yenenlerin" önünde kendilerine bildirildiğinde artık kendilerine uygulanacak olan "Ceza ve Yaptırımlardan" kurtulmalarının mümkün olmayacağı ve Allah'ın "Her Şeyi Bilen" olduğu ve hiçbir şeyin Allah’tan "Gizli" kalmadığı bir defa daha teyit edilmektedir.
Buna göre inananlardan Akıllarını kullanarak kendilerine iletilen uyarı, öğüt ve önerileri dikkatle okuyup anlamaları ve bunları "kullanarak" insanlar üzerinde etkili olmaya ve onlardan kendi çıkarları için yararlanmaya çalışanlara teslim olmamaları beklenmektedir. Bu konuda "İnanç ve İbadet" bölümünde daha fazla bilgi bulunmaktadır.


.jpg)


Tevrat, Zebur ve İncil ile İlgili Konular
KONU BAŞLIKLARI Kur'an’ın birçok Ayetinde daha önce gönderilmiş olan kitapların bir bölümünün tahrif edildiği, değiştirildiği veya yeniden yazıldığı ifade edilmektedir.
Buna göre İnsan toplumlarına Hz.Muhammed'ten önce gönderilmiş olan peygamberler tarafından iletilen ve bir kısmı yazılı hale getirilen Allah Sözü olan Ayetlerin Kur'an'da da açıklandığı gibi, özellikle insan toplumlarını yöneten veya hakim olanlar tarafından toplum üzerindeki güçlerinin sürdürülmesi ve çıkarları için değiştirildikleri anlaşılmaktadır. Bu toplumlar, Allah'ın kendilerine ilettiği ve peygamberler tarafından "Yazılı" hale getirilen "Kitapların koruyamamışlar ve sonraki nesillere bu "Asıl" nüshaların aktarılmasını sağlayamamışlardır. Bunun sonucu olarak çok daha sonraları bir kısım insanlar bu "Asıl" metinlerden "Hatırlanabilen" bazı cümleleri ve anlatımları da kullanarak yeni "Kutsal Kitaplar” oluşturmuşlardır. Bu durum bugün tüm insanlar tarafından bilinmesine rağmen, "Akıl" taşıyan milyonlarca insan, bu kitaplara Allah'ın tüm insanlardan beklediği samimi ve bilinçli itaat ve teslimiyet esası (İslam) yerine, değişik anlamlarda ve özellikle bu kitapları yazan insanların düşüncelerine göre bir "Kutsallık" vermişlerdir.
Bu hükümlerden hareket ile bu şekilde "Asıl" nüshaları tam olarak bulunmayan ancak değişmiş haliyle insanların elinde bulunan bu Allah Sözü Kitapların, hangi Ayetlerinin Asıl Nüshada bulunduğu ve değişikliğe uğramadığı ancak bu Ayetlerin Kur'an Ayetleri ile teyit edilmeleri ile anlaşılabilecektir. Tam olarak aynı kelimeler ile teyit olmasa bile taşıdıkları anlam olarak Kur'an Ayetlerinin anlam ve amaçlarına aykırı olmayan diğer Tevrat, İncil, Zebur (Furkan) Ayetlerinin de gerçek olarak düşünülmesi gerekmektedir.
Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (112/13), (5/13)
Allah, peygamberlere gönderilen Kitaplarındaki Ayetleri inkâr edenlerin, onları tahrif edip "başka sözlerle" değiştirenlerin, kelimelerinin yerlerini değiştirerek anlamlarını saptıranların veya yeniden yazanların üzerine gökten acı bir "azap" indirdiğini hatırlatmaktadır. Yüce Allah, bu hatırlatması ile kişisel veya bir topluluk oluşturarak "çıkarlarını" korumak için kendilerine söylenenleri (Ayetlerini) başka sözlerle değiştirenlerin daima "Şiddetli Azap" göreceklerini ihtar edilerek bütün insanları uyarmaktadır. Ayrıca Ayetlerini değiştiren önceki toplumların üzerine indirdiği "Azaba" işaret ederek tüm bunları yapacak gücünün bulunduğuna dikkat çekmektedir. Böylece Peygamberleri ile iletilmiş olan "Allah’ın Sözlerini" kendi çıkarları için değiştirerek insanları "yanlışlıklara" yönlendirenlere bu yola sapmamalarının gerektiği açıkça ihtar edilmektedir.
Öte yandan Yüce Allah insanı “yarattıklarının birçoğundan cidden üstün kıldığını” açıklamaktadır.
Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik, yine onları yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık. (50/70), (17/70)
Ayetlerdeki ifadelere göre bu kadar üstünlük verilen İnsanların "Akıllarını” kullanarak çıkarları için “Allah’ın Sözü” olan kutsal kitaplarında “çıkarları” için değişiklikler yaptıkları belirtilmekte ve onlardan düştükleri bu yanlışlığı yine "Akıllarını” kullanarak anlamalarının beklendiğine işaret edilmektedir.
Bu şekilde hareket eden tüm insanlara, hiçbir varlığın ve zenginliğin geçerli olmadığı, hiçbir kimsenin bu yaşamda sağladığı varlığı ile kendisi veya bir başkası için bir ödemede bulunamayacağı, hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat (Affedilme) kabul edilmeyeceği, fidye alınmayacağı ve onlara asla yardım da yapılmayacağı bir günün geleceğini hatırlatılmaktadır. Buna göre İnsanlar, böyle bir günün nasıl olabileceğini ve dehşetini hissederek düşünmelidirler ondan sakınmalıdırlar.
Günümüzde yaşayan ve sahip oldukları "Akıl" unsurunu daha çok "Çıkarlarına" yönelik olarak kullanan bazı insanların bu yüzden aşırı bir "Kibir" ve "Bencillik" sahibi oldukları, içinde yaşamakta oldukları bu "Maddi" Dünya ortamı dışında hiçbir gerçeklik kabul etmedikleri, bu bağlamda "Yaratıcılık" ve "Yaratıcı" konularında düşünmedikleri ve "Yüce ve Tek Yaratıcı" olan Allah'ı tanımayıp inkâr ettikleri görülmektedir. Aslında bütün insanların bünyelerinde Allah'ın "Ruhu" bulunmaktadır. Bu nedenle bütün insanlar ne kadar "İnkâr" etseler de içlerinde "Karşı Duramadıkları" hislere sahiptirler. Bu hisleri ve sonuçta "Allah’ı" ancak "Akıllarını" kullanarak bu durumu merak edip araştırmaları halinde anlamaları mümkün olabilecektir. Zira tüm insanlar "Henüz" farkına varamasalar dahi bu ortam ve sonrası hakkında "Doğuştan" bir "Bağ" ile Allah'a bağlanmışlardır. Bu bağ insanlar anne rahminde dört aylık iken Allah’ın Ruhundan bir “esinti” olan “Ruhlarına” indirilmiş (üflenmiş) bulunmaktadır. (Bu konuda İnsanların Bu Ortamda Ortaya Çıkması bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.)
Hz.Muhammed’den önceki toplumlara "Allah" tarafından seçilen Peygamberler veya "Uyarıcı Önderler" tarafından iletilen "Yaratılış" ve "İnsan İlişkileri" ile ilgili bazı öğüt ve önerilerin "Yazılı" metin haline getirildikleri, ancak geçen zaman içinde elde ettikleri "Bilgi Birikimlerinin" etkisi ile veya yaşam koşullarında ortaya çıkan "İhtiyaçlara" göre bu yazılı metinlerin toplumlardaki insanlar tarafından "Değiştirildikleri" anlaşılmaktadır. Nitekim günümüzde bir kısım toplumlarda bunların son hallerinin kullanıldıkları görülmektedir.
İnsanlara Kur'an'dan önce iletilmiş olan ve "Tek Yaratıcı" inancına dayanan bu kitapların "asıl metinlerinden" zamanımıza ulaşan bulunmamaktadır. Ancak, söylenti (rivayet) olarak sonraki nesillere aktarılan içeriklerinin insanların inançlarına yönlendirmek veya "Yönetim" açısından duyulan "İhtiyaçları" karşılamak üzere insanların en çok etkilendikleri ve korktukları olaylar ve durumlar da örneklenerek yeniden yazıldıkları kabul edilmektedir.
Hz.Muhammed'ten önceki Peygamberlere gönderildikleri Kur'an’da belirtilen söz konusu "Kutsal Kitaplar" ile ilgili olarak yapılan araştırmalar bu durumu teyit etmektedir.
"Kutsal Kitapların” özgün elyazmalarının veya kopyalarının da hiç birisi günümüze kadar sağlam bir Şekilde ulaşamamıştır. Günümüzde kullanılanlar söylenti (rivayet) olarak sonraki nesillere aktarılanların din adamlarından oluşan “yazıcılar” tarafından el yazısı ile yazılmış eserlerin kopyalarıdır. Zamanımızda mevcut olan en eski parçaların, genellikle Kutsal Kitapların bu şekilde yazılmış olan bu kitapların kopyası ya da bazı bölümlerinin bir parçası oldukları söylenebilir. Örneğin Eski Ahit’in günümüze kadar bulunmuş olan en eski elyazması M.Ö. III. yüzyıldan kalmadır. Yeni Ahit’in mevcut en eski elyazması ise Yuhanna İncilinin bir bölümüne ait olan parçadır ve M.S. II. yüzyılın ilk yıllarına aittir. Buna göre Kutsal Kitapların her bir kitabı konusunda özgün elyazmalarının asıl yazarı veya derleyicisi ile günümüze kadar ulaşmış olan en eski parçalar arasında tarihsel olarak bir zaman boşluğu olduğu görülmektedir. Antik dönemlerden beri binlerce Kutsal Kitap “kopyası” günümüze kadar ulaşmıştır. Bu parçalardan bazıları İbranice Eski Ahit’in veya Yunanca Yeni Ahit’in tamamını yahut büyük bir kısmını ihtiva eden elyazmalarıdır. Ancak aynı parçaya ait olan elyazmalarının hiç birisi bilgi olarak birbirinin aynısı değildir."
http://www.idealyol.com/kutsal-kitap-elestirisi/
“Kutsal Kitap bünyesine dahil edilmiş olan "Mezmurlar" Kitabı (Kur'anda Zebur olarak adlandırılmaktadır.) Davud Peygamber tarafından yazıldığı bilinmekle birlikte bu yazıların da "Asılları" bulunmamaktadır. Mezmurların çoğu Davud tarafından yazılmıştır ancak 126. ve 137. Mezmurlar Yahudilerin Bâbil sürgünü dönüşünden sonra ilave edilmiştir. (Hobbes 1588-1679) "Birçok mezmurun Davud'a atfedilmesi reddedilmiştir. Örneğin, 14. mezmurun, Sürgün sonrasına ait bir çalışma olması gerektiği, ayrıca 132. mezmurun da Davud'a ait bir mezmur değil Süleyman'a ait bir mezmur olabileceği savunulmuştur. (W.M.L. De Wette 1780-1849)”
http://www.idealyol.com/kutsal-kitap-elestirisi/
Burada "Buda" örneğinden biraz bahsetmek gerekmektedir. Allah'ın bu Dünya ortamına "İndirmeden" önce bu ortamda Adem'den bugüne kadar yaşamış olan ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan tüm "Akıl" verdiği İnsanların "Zürriyetini" toplayıp onlara yönelttiği "Ben Sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna "Evet" cevabı verdiklerini Ayetinde bizlere açıklamaktadır.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Burada belirtilen "Zürriyet" ile bugüne kadar yaşamış olan ve Evren ortamının sona ereceği “Kıyamet” zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanların bu Dünya ortamında kullanacakları "Maddi" yapılarını ifade etmemekte, İnsanların "Gerçek Ortam" koşullarında "Yaratılmış" olan "Bilinç" halindeki "Varlıklarını" göstermektedir. Bu şekilde Gerçek Ortamda "Yaratılmış" olan ve Allah'ın kendi "Ruhundan" lütfettiği "Ruhları" bu Dünya ortamındaki "Var Oluşlarının" başlangıç sürecinde anne rahminde oluşmakta olan "Bünyelerine" yaklaşık dört aylık iken Allah tarafından "İndirildiği" Ayetlerde açıklanmaktadır. Ayrıca insanların bu Dünya ortamındaki "Yaşamları" sona erdiğinde “Ruhlarının” bir süre "Berzah" olarak adlandırılan ortamda beklediği ve Dünya ortamı dahil herhangi bir diğer ortam ile ilişkisinin engellendiği ve bu "Ruhların" Allah'ın "Takdir Ettiği" zaman geldiğinde (Kıyamet Zamanı) bu Dünya ortamındaki bünyelerine "Benzer" şekilde Gerçek Ortamda yeniden "Yaratılacak" olan "Bünyelerine" dahil olacağı Ayetlerde belirtilmektedir.
Buradan anlaşılacağı gibi, bu Dünya ortamında bugüne kadar yaşamış olan ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanların "Bünyelerinde" Allah’ın kendi "Zatına Mahsus" olan "Ruh" bulunmaktadır ve her insan bu "Ruhu" taşımaktadır. Ancak bu Ruhu taşıdığını kendisine verilen "Akıl" unsuru ile "Fark" edebilecektir. Özellikle ilk zamanlarda yaşamış olan bazı "Özel Kişiler" veya “Uyarıcı Önderler" yeterli "Bilgi" birikimine sahip olmamalarına rağmen taşımakta oldukları "Ruha" bağlı olarak sahip oldukları akıl yeteneği ile "Yaratılış" ve
"İnsan İlişkileri" ile ilgili bazı bulgulara ulaşmışlar ve bunlardan ürettikleri öğüt ve önerileri toplumlarına iletmişlerdir.
Buda (MÖ 563-483) ve benzeri "Özel” kişiler de bu anlamda insan toplumlarına İbrahim (M.Ö. 2100-1900) ve son olarak Hz.Muhammed dönemine kadar bulundukları toplumlara "Gönderilmiş" olan "Uyarıcı Peygamberler" gibi nitelendirilebilirler.
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır. (96/7), (13/7)
Benzer şekilde Çin (MÖ.5000), Sümer (MÖ.4500), Mısır (MÖ.3000), Hint (MÖ.1200) gibi eski Medeniyetlerde bazı "Özel" kişiler tarafından bulundukları topluma "Yaratılış" ve "İnsan İlişkileri" ile ilgili öğüt ve önerilerde bulunulduğu, bunların duvarlara, taşlara, papirüslere veya kağıtlara "Yazıldıkları" yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
https://thebuddhistcentre.com/text/who-was-buddha
http://www.sacred-texts.com/egy/pyt/index.htm
http://www.bbc.co.uk/religion/religions/hinduism/texts/texts.shtml
http://www.oxfordbibliographies.com/view/document/obo-9780199920082/obo-9780199920082-0063.xml
Yüce Allah, esasen "İnanmış" kullarından olduğuna işaret ettiği Musa ve Harun'a sonradan gelecek "Nesilleri" içinde daima iyi bir şekilde hatırlanmak üzere "İyi" bir "Nam" bıraktığını bildirmekte ve "Selamını" ileterek onları ödüllendirdiğini açıklamaktadır.
Kendilerine yardım ettik de galip gelen onlar oldu. (56/116), (37/116)
Her ikisine de apaçık anlaşılan bir kitabı verdik. (56/117), (37/117)
Her ikisini de doğru yola ilettik. (56/118), (37/118)
Sonra gelenler içinde bıraktık. (56/119), (37/119)
Musa ve Harun'a selam olsun. (56/120), (37/120)
Doğrusu biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız. (56/121), (37/121)
Şüphesiz, ikisi de mümin kullarımızdandı. (56/122), (37/122)
Burada Musa ve Harun'a verildiği belirtilen "Apaçık Anlaşılan" Kitabın diğer bazı Ayetlerde açıkça belirtilen adı ile "Tevrat" olduğu anlaşılabilir. Yazılı "Kitap" olarak Tevrat en geniş anlamda Allah'ın tüm insanlara vahiy ettiği bütün öğreti ve uyarıların esasları olarak Musa Peygambere Sina dağında indirilen ve "Yaratılış - Çıkış (Tevrat) - Levililer (Tevrat) - Sayılar (Tevrat) - Tesniye" olmak üzere 5 ana bölümden oluşan ve Musa'nın Beş Kitabı olarak isimlendirilen "İlahi Vahiyler" şeklinde tanımlanmaktadır.
https://www.britannica.com/topic/Torah
Bu konuda Musa'nın ilk defa "On Emir" olarak bilinen "Kuralları" Sina Dağında "İşittiği" ve daha sonra 40 günlük dağdaki "İnziva" sürecinde Allah'ın kendisine "İmanın temel kurallarını ve detaylarını öğrettiği" ve Musa'nın toplumu adına aldığı bu öğretileri izleyen 40 yıllık sürede toplumuna (İsrailoğulları) gerektiğinde ve "Bölümler" halinde ilettiği bazı kaynaklarda belirtilmektedir.
http://www.jewishanswers.org/ask-the-rabbi-3033/torah-given-in-installments/
Museviler tarafından 10 emrin ve belirtilen 5 ana bölümden oluşan Tevrat'ın, "Aldığı Vahiyler" olarak Musa Peygamber tarafından yazıldığı belirtilmektedir. Buna karşılık, bazı araştırmacılarca Tevrat'ın zaman içinde "Yahwist, the Elohist, the Priestly writers, and the Deuteronomist" olarak adlandırılan "Kaybolmuş" dört eski kitaptan "Derlenerek Yazıldığı" ileri sürülmektedir.
https://en.wikipedia.org/wiki/Torah
https://www.haaretz.com/jewish/.premium-who-wrote-the-torah-1.5318582
Buna göre bugün binlerce sayfaya ulaşan ve geçmişten gelen ve Allah'ın Musa'ya ilettikleri olarak kabul gören diğer bütün "Sözlü "Gelenekleri" de içeren ve "Tevrat" olarak tanımlanan "Belgelerin" o sırada Musa'ya vahyedilen "Asıl" nüsha "Tevrat" olduğunu söylemek mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle Ayette yer alan "Apaçık Anlaşılan" Kitabın (Asıl Tevrat’ın) bugün bilinen "Tevrat" olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle bugün Tevrat'ta yer alan "Ayetlerin" gerçek anlamda Musa'ya indirilen "Vahiyler" olduğunun anlaşılabilmesi için Allah'ın "Son" olarak
Hz.Muhammed'e indirdiği "Son Vahiy" olan Kur'an’da aynı konudaki Ayetleri ile karşılaştırılmaları gerekmektedir. Böylece aynı "Kelimeler" olarak olmasa bile, içerikleri Kur'an Ayetleri ile "Uyum" gösterenlerin Musa'ya "Vahiy edilen" gerçek ve doğru "Ayetler" oldukları düşünülebilir. Bu durum İncil için de aynen geçerlidir.
İncil için yapılacak değerlendirme daha zor olacaktır. Zira İncil'in birçok "Havari" tarafından yazılan "Asıllarının" bulunmaması ve sözlü "Rivayetlere" dayanarak ve İsa'nın ölümünden yaklaşık olarak 300 yıl sonra bazı Din Adamları tarafından yazılmış olması nedeniyle, İsa'nın "Öğretilerinin" hangilerinin "Vahiy" olduklarının aynı konulardaki Kur'an Ayetleri ile karşılaştırılarak belirlenmesi en "Gerçekçi" bir yol olacaktır.
Kur'an'da Musa Kavmi ile ilgili olan Ayetlerde, İsrailoğullarından bir zümrenin Allah'ın Musa'ya gönderdiği Kitap üzerinde yaptıkları tahrifat sonucunda bu toplumda yerleşen bazı inanışlar ile ilgili olarak açıklamalar yapılmakta ve bu yanlış bilgilerin hangi gerçekler ile değerlendirmeleri gerektiğine işaret edilmektedir.
Kur'an Ayetlerinde yer alan bu gibi net ve çok yalın anlatımlar, tüm insanlara daha önce Musa ve Davud aracılığı ile gönderilmiş olan Tevrat'ın ve Mezmur’ların tahrifata uğradığını ve bu nedenle dikkatli olmaları gerektiğini bir uyarı olarak açıklamaktadır. Bu uyarıların Musa'nın öğretilerini izleyen ve bu öğretiler ile Allah'ı tanıyan ve O'na teslim olan Yahudi veya İsrailoğulları olarak tanımlanan toplumun insanları tarafından da dikkatle incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi, eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti; şüphesiz ki onlar da Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (52/110), (11/110)
Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir, çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır. (52/111), (11/111)
Yüce Allah önerilerine uymayanların veya onları "Tahrif" ederek insanlar arasında "İhtilaf" çıkaranların arasında "O Zaman" cezaların verilmiş ve işlerinin bitirilmiş olacağını bildirmektedir.
Musa toplumu ile ilgili olarak, çeşitli zamanlarda Allah'ın takdiri ile meydana gelmiş olan olaylar ve bu olaylara rağmen toplumun değişmeyen tavırlarını açıklayan Ayetlerin bu Dünya ortamı durdukça yaşayacak olan tüm insanlar tarafından iyice incelenip taşıdıkları anlamların anlaşılmaları ve bunlardan bazı dersler çıkarmaları gerekmektedir.
Buna ilaveten, özellikle Allah tarafından Musa ve Davud'a vahiy edilerek (Hafızalarına sindirilip kaydedilerek) tüm insanlara iletilen öğüt ve önerilerin de özellikle bu toplum insanlarından bir kısmı tarafından tahrif edildikleri daha sonra yaşamış olan tüm insanlara açıklanmaktadır.
Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi. (87/75), (2/75)
İnananlarla karşılaştıklarında "İman ettik" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıkları vakit ise: Allah'ın size açtıklarını Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler. (87/76), (2/76)
Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir. (87/77), (2/77)
İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitabı (Tevrat'ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar. (87/78), (2/78)
Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların! (87/79), (2/79)
Burada üzerinde özellikle durulan husus, bu tahrifatı yapanların aslında Allah'ın Sözlerini (Ayetini) işitip iyice anlamış olmalarına rağmen bu tahrifatı yapmalarıdır. Bu ancak toplumda etkili olan ve diğer insanları yönlendiren ve yöneten kişilerin çıkarları nedeniyle gerek duydukları bir işlem olarak anlam ifade etmektedir ve bu değişiklikleri yaparken onlara birçok yerde belirtildiği gibi, sahip olduklarından dolayı gururlanmaları ve bu gururlarında aşırı gitmeleri ve böylece hislerinin "Taş" tan da katı hale gelmelerinin etkili olduğu düşünülebilir.
Bu nitelikteki insanların, içerisinde bulundukları toplum ile olan ilişkilerinin bozulmaması ve çıkarlarının zedelenmemesi için, Allah'a ve Hz.Muhammed'in Allah'ın kulu ve Peygamberi olduğuna iman etmiş insanlar ile birlikte iken onlar gibi "İman" ettiklerini söyledikleri, ancak, kendi aralarında ise, bir kısım insanlar tarafından tahrif edilmiş olmasına rağmen Allah'ın onlara gönderdiği ve açıkladığı bilgileri titizlikle sadece kendi toplumu içerisinde saklamaları gerektiğini konuştuklarını, zira, bu bilgileri "İman" edenler ile paylaştıklarında kendi aleyhlerinde kullanacaklarından endişe ettiklerini tüm insanlara ve bu arada tabii olarak İsrailoğullarına net olarak belirtmektedir. Ancak, Allah, Kendi kurduğu düzen ve bu düzenin Kendi istediği gibi yürütülmesini sağlayan Kanun'ları gereğince, tüm insanların tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda ne kadar gizli olursa olsun düşündüklerinden ve yaptıklarından "Anında" bilgilenmektedir. Bu durum asla göz ardı edilmemeli ve daima hatırda tutulmalıdır.
Musa ve Davud tarafından bu topluma iletilen "Kitap" ile ilgili tahrifatı yapanlardan bir bölümünün de aslında tamamen cahil oldukları ve sadece duydukları ile karar verdikleri ve ancak zan ve tahminlerde bulundukları belirtilmektedir. Allah'ın bu topluma ve dolayısı ile Tüm İnsanlara ilettiği öğüt ve önerilere ait "Kitap" içeriğini elleri ile yazan ve bu hali ile bu Kitabın Allah Katından olduğunu insanlara duyuran bu kimselerin kendilerine yazık ettikleri ve onların bu işlemlerinden ötürü hallerinin çok kötü olacağı tüm insanlara hatırlatılmaktadır.
Musa Peygamberin toplumu ile ilgili olarak Kur'an Ayetlerinde yer alan bu tür açıklamaların daha sonra yine tüm insanlara iletilmek üzere Allah tarafından İsa Peygambere vahiy edilen İncil'in tahrif edilmesi ile de ilgili olarak da dikkate alınması gerekmektedir.
Öte yandan Yüce Allah en son olarak gönderdiği Kur'an’a İnanmayanların da benzer şekilde davrandıklarına, örneğin Ayetlerdeki hükümleri çıkarları doğrultusunda yorumladıklarına işaret ederek, Ayetlerin gerçekliklerinden "şüphelendiklerini” veya daha da ileri giderek Kur’an’ın Hz.Muhammed tarafından yazıldığını ileri sürdükleri “günümüzde de” görülmektedir. Ancak bu durumun "yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili "gerçeklerin" toplumda güvenilir olan fakat "okur yazar" olmayan (ümmi) bir "insana" bildirilmesinin üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.
Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın, öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. (85/48), (29/48)
Zira bu durumun aslında Yüce Allah'ın “kibirlenmemeleri” ve kibirlerine "teslim olmamaları" için "Bütün İnsanlara" bir "meydan okuması" olduğu unutulmamalıdır.
Yüce Allah tüm zamanlarda insanların “Ayetlerini” yalanlamak, değiştirmek veya tahrif etmek suretiyle yapmakta oldukları bütün işlerden "haberdar" olduğunu ve bunların karşılıklarının "Tam Olarak" vereceğini Ayetlerinde açıkça "İhtar" etmektedir.
Bu nedenle Yüce Allah, insanlardan peygamberleri tarafından Kur’an öncesindeki dönemlerde kendilerine bildirilen “Sözleri” olan Ayetlerini “Akıllarını” kullanarak incelemelerini, anlamaya çalışmalarını, Kur’an Ayetleri ile birlikte değerlendirerek bu ortamdaki yaşantılarını ona göre düzenlemelerini ve böylece "Doğru Yola" yönelerek "İnsan Olmalarını" beklemektedir.
Bütün bu işlerle birlikte İsrailoğulları'nın cehennem ateşinin sayılı birkaç gün müstesna kendilerine dokunmayacağı şeklinde bir inanış geliştirdiklerine işaret edilmektedir.
İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler.
De ki: Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? (87/80), (2/80)
Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. (87/81), (2/81)
İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. (87/82), (2/82)
Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diye de emretmiştik.
Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz. (87/83), (2/83)
Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz. (87/84), (2/84)
Bu misakı kabul eden sizler birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. (87/85), (2/85)
İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir. (87/86), (2/86)
İsrailoğullarına birkaç gün müstesna, ateş (azap) dokunmayacağına dair bir konu Musa Peygambere gönderilmiş bulunan Kitaplarda yer almamaktadır. Zira, Yüce Yaratan Ayetinde bu tür bir işaretin veya sözün kendilerine verilmediğini açıkça belirtmektedir. Ayrıca Allah'ın böyle bir sözünün bulunması halinde ondan caymayacağına ancak böyle bir durumun bulunmadığına dikkatleri çekmekte ve bu inanışta olanların Allah hakkında bilmedikleri şeyler söylediklerini hatırlatmaktadır. Zira Allah hakkında biraz dahi bilgisi bulunan insanların, Allah'ın bir Ayetine veya Peygamberlerinin ifadelerine dayanmadan, bilmedikleri bir Alem (Ahiret Alemi) ile ilgili olarak kendi düşüncelerine veya daha doğrusu isteklerine göre inanış geliştirmelerinin Allah'ı tanımama anlamına gelebileceğini düşünebileceklerine işaret etmektedir.
Bu nedenle, İnsanlara bu ortamda açık olarak gösterilmeyen diğer ortamlar ile ilgili olarak ancak Allah'ın Ayetlerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bunun dışındaki iddialar, Allah'ın insanlara gönderdiği bilgilerin değiştirilmesi olarak değerlendirilecektir ve bu da Allah'a karşı işlenecek en kötü suç niteliğindedir. Bu insanlar kendilerine ve etkiledikleri ölçüde diğer insanlara kötülük yapmaktadırlar ve bu kötülükleri kendilerini kuşatmaktadır. Bu durumda olan ve aklı ile bunları anlayıp tutumunu değiştirmeyen insanlar için bu ortamdaki hayatlarından sonra "Cehennem" olarak adlandırılan ve nitelikleri çeşitli Ayetlerde açıklanan ortamlarda devamlı olarak azap içerisinde kalacakları hatırlatılmaktadır.
Tüm insanların bu tür uyarıları dikkatle inceleyip aklı ile bu ortamda iken Allah'a karşı olabilecek düşünce ve davranışlarından kendisini kurtarması gerekmektedir. Nitekim, esasen Allah'ı ve Allah'ın insanlara gönderdiği öğüt ve önerileri Peygamberlerden iletildiği asıl şekilleri ile okuyup içeriğini aklı ile araştırıp iyice anlayan ve sonuçta Allah'ı anlayıp algılayarak yararlı iş yapan ve Allah'a teslim olan veya yanlış yollarda iken bu “doğru yola” girebilen insanların bu ortamdaki hayatlarından sonra "Cennet" olarak adlandırılan ve nitelikleri çeşitli Ayetlerde açıklanan ortamlarda devamlı olarak huzur içerisinde kalacakları belirtilmektedir.
Allah, İsrailoğulları toplumuna gönderdiği Peygamberler ve Kitap'lar da yer alan Ayetleri ile onların sadece Allah'a kulluk etmeleri, ana ve babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik etmeleri konularında Allah'a süz verdiklerini hatırlatmaktadır.
Yine Allah, bu Ayetleri ile bu topluma insanlara güzel söz söylemeleri, namaz kılmaları (dua etmeleri) ve zekât vermelerini emrettiğini bu toplum dahil tüm insanların dikkatlerine getirmektedir. Buna göre, bu topluma Allah tarafından Peygamberler aracılığı ile gönderilmiş bulunan Kitapların “asıllarında” namaz ve zekât "Farz" olarak iletildiği anlaşılmaktadır. Ancak, oradaki namazın (Duanın) şeklinin Hz.Muhammed tarafından gösterilenden daha farklı olduğu düşünülebilir. Zira, namaz "Dua" anlamına gelmektedir ve esas olarak insanların Allah'ı tek yaratıcı olarak tanıyıp O'na teslim olmaları ve sadece O'na dua ederek ibadette bulunmaları anlamını içermektedir. Bu nedenle Tevrat ve diğer Allah Kitap'larının asıllarında, Kur'an'da olduğu gibi, namazın şeklinin nasıl olacağı belirtilmemiş olması ve namaz ibadetinin şeklinin Peygamberler (Musa ve diğerleri) tarafından (Allah tarafından onlara hissettirilen bir şekilde) belirlenmiş olması mümkün bulunmaktadır. Aynı husus, Zekât konusu da ya o toplumlara gönderilen Kitaplarda açıklanmıştır veya Peygamberler aracılığı ile insanlara iletilmiştir.
Ayetlerin devamında, bu toplumun Peygamberleri tarafından yapılan tüm uyarılara ve ellerindeki Kitap'a rağmen, çok azı müstesna kendilerine iletilen öğüt, uyarı ve önerilerden yüz çevirdikleri belirtilmektedir.
Aynı şekilde, bu topluma Allah tarafından Peygamberler aracılığı ile gönderilmiş bulunan Kitapların asıllarında birbirlerinin kanlarını dökmemeleri ve birbirlerini yurtlarından çıkarmamaları konularının "Farz" olarak bildirildiği ve İsrailoğulları toplumunun bu konulara uymak üzere, Peygamberlerinin uyarıları ile Allah'a söz verdikleri ve bu kaideleri kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Ancak, Allah'ın tüm bu uyarı ve emirlerine rağmen, bu toplumun çoğunluğunun (Muhtemelen Yönetici kademesinin) insanları öldürdükleri ve aralarından bir zümreyi yurtlarından çıkardıkları ve onlara karşı kötülük ve düşmanlıkta birlikte hareket ettikleri; bir yandan yapmamaları gereken bu işlemleri yaparken diğer taraftan da onlara esir muamelesi yaparak fidye verip bıraktıkları insanlara hatırlatılmaktadır.
Burada Musa toplumunun o zamandan beri “yurtlarında” “bir zümre” ile birlikte bulundukları belirtilmektedir. Nitekim Musa Peygamberin toplumunun, onları Firavun’dan kurtarmasını takiben getirdiği yerde “zorba” bir toplum (bir zümre) olduğunu ileri sürerek ancak onların oradan “çıkmaları” halinde orada yaşayabileceklerini Musa Peygambere bildirdikleri Ayette açıklanmaktadır.
“Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” (112/21), (5/21)
Onlar şu cevabı verdiler: “Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.” (112/22), (5/22)
Buna göre Ayetteki “aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkardıklarına” dair ifadenin Musa Toplumunun o zamandan bu yana bu “zümre” ile birlikte yaşamayı reddettikleri ve her fırsatta onları aralarından çıkarmak üzere sürekli olarak onlarla çatışma halinde bulundukları her gün tüm insanların gözü önünde yaşanmaktadır. Söz konusu zümre bugün “Filistin” olarak anılmaktadır.
Bu durumda, Musa Peygamber toplumunun ellerindeki Allah Kitabındaki Allah'ın öğüt, emir, uyarı ve önerilerini hiçe sayarak, işlerine geldiği şekilde yorumlayıp hareket ettikleri sonucuna varılabilmektedir. Nitekim birbirlerini yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair “söz vermiş” olmalarına rağmen buna uymamaları nedeniyle Ayette bu topluma hitaben "Kitabın” bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayıp Allah’ın hükümlerini inkâr ettikleri belirtilmekte ve böyle davranmaları ile bu insanların Dünya hayatlarının rüsvalık (Rezillik) ve Ahiret hayatlarının da azap dolu olacağı bildirilmektedir.
Hitap edilen bu toplum başta olmak üzere, tüm insanların akıllarını kullanarak Allah ve Allah'ın nitelikleri, gücü, öğütleri, emirleri ve önerilerini, bir kısmını işlerine geldiği gibi uyarak ve bir kısmını da inkâr edip göz ardı ederek kendi çıkarlarını daima en önde tutmaları yerine, bunları doğru olarak değerlendirmeleri ve bu ortamdaki yaşamlarında daima dikkate alarak faaliyetlerini ona göre düzenlemeleri gerekmektedir. Zira Allah, "Tüm Zamanlarda", "Tüm İnsanların" yapmakta olduklarında "Gafil" değildir, haberdardır ve Allah'a hiçbir şey gizli değildir. Bu hususun hiçbir zaman unutulmaması gerekir.
Yaptıklarını kimsenin ve hele Yüce Yaratan'ın fark etmeyeceğini düşünenler, Ahiret yaşamlarını hiçe sayarak sadece dünya ortamına önem veren ve tüm faaliyetini buna göre düzenleyen bir tarzda yaşam sürmektedirler ve "Ahirete karşılık Dünya hayatını satın almış" olarak tanımlanmaktadırlar. Yani neyi ne ile değiştirdiklerinin farkında olmamaktadırlar. Bu tercihlerini onlara "Akıl" verilmiş olmasına rağmen bu en önemli unsuru "Bilerek" çıkarları doğrultusunda bu şekilde kullandıklarından, Ahiret hayatında ne kadar yalvarırlarsa da kendilerine bir faydası bulunmayacağına ve kendilerine yardım da edilmeyeceğine işaret edilmektedir.
Musa Peygamber tarafından toplumuna iletilen "Allah Sözü" nün, kendisine gerçekten Allah tarafından vahiy edildiği, (hafızasına sindirildiği ve yazıldığı) Allah tarafından Hz.Muhammed'e vahiy edilen Kur'an Ayetlerinde net olarak belirtilmektedir.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik ve onu, Rûhu'l-Kudüs ile destekledik. Gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe, ona karşı büyüklük tasladınız. Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. (87/87), (2/87)
"Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar. (87/88), (2/88)
Daha önce kafirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindekini doğrulayan bir kitap gelip de bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkarcılaradır. (87/89), (2/89)
Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kafirler için alçaltıcı bir azap vardır. (87/90), (2/90)
Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver. (87/91), (2/91)
Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı edindiniz. (87/92), (2/92)
Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor! (87/93), (2/93)
Şayet ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin de. (87/94), (2/94)
Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir. (87/95), (2/95)
Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür. (87/96), (2/96)
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. (87/97), (2/97)
Musa toplumuna daha sonra da art arda Peygamber'ler gönderildiği ve İsa Peygamberin de mucizelerle ve kendisine vahiy edilen “Allah Sözü” İncil ile gönderildiği de yine kesin olarak açıklanmakta ve İsa'nın "Ruh-ul Kudüs-Cebrail" ile desteklendiği de hatırlatılmaktadır.
Bu kadar açık deliller gönderilen İsrailoğulları toplumu, Musa ve Davud tarafından kendilerine iletilmiş olan “Allah Sözü” Kitaplarda yer alan ve Allah'ın kendilerine gönderdiği öğüt ve önerilerini unutarak, bu değerli öğütleri tahrif edildiği ve buradaki kuralları insani amaçlarına göre ve kendileri tarafından şekillendirildiği açıklanmaktadır. Bu nedenle özellikle Musa Peygamberin “bilginlerinin” ve onlara tabi olan toplumlarının duymak istemedikleri şeyleri hatırlatan sonradan gelen diğer Peygamberleri yalanladıkları, hatta bir kısmını öldürdükleri ve nihayet Büyük Peygamber İsa'ya da inanmadıklarına işaret edilmektedir.
Bu toplumun büyük çoğunluğunun sonradan gelen Peygamberlere karşı "Kalplerinin perdeli" olduğunu "bilinçli olarak ve inatla" ileri sürerek inanmamalarının Allah'ın bu topluma bu şekilde küfür ve isyan içinde olmaları nedeniyle "Lanet" etmiş olması sonucunda gerçekleştiği, ayrıca bu toplumun bu nedenle "Çok Az" inandığı, Allah tarafından bu toplum insanları da dahil "Tüm İnsanlara" bir "Ders" olarak iletilmekte ve Allah'ın "Lanetinin” ancak bu durumdaki "İnkarcılar" üzerinde olduğu da ayrıca hatırlatılmaktadır.
Allah'ın Musa sonrasında bu toplum içerisinde belki de çok yüksek düzeylerde bulunmayan insanları Peygamber olarak göndermesinin, bu toplumun kıskançlık hisleri ile bu Peygamberleri ve bu Peygamberler tarafından iletilen Allah Sözü Kitap'ları inkâr etmelerine neden olduğu belirtilmektedir. Bu duruma özellikle İsa ve Hz.Muhammed'in Peygamberlikleri ve getirdikleri açısından dikkat çekilmekte ve bu Peygamberlerin getirdiklerinin bu nedenle inkar edildiği yine bu topluma ve tüm İnsanlara bildirilmektedir.
Böylece Musa Peygamber toplumunun ve dolayısı ile bu toplum gibi düşünen insanların, bu şekildeki inkarları ile kendilerini harcadıkları, bu durumda olanların gazap üstüne gazaba uğratıldıkları ve ayrıca daha ileri gidip Allah'ı da inkâr edenler için ise alçaltıcı bir azap bulunduğu bir öğüt olarak “Tüm İnsanlara” hatırlatılmaktadır.
Hz.Muhammed'in Peygamberlik yaptığı dönemde tüm insanlara ilettiği Kur'an Ayetleri, bu toplum insanlarına da "Allah'ın indirdiğini iman edin" emri ile bildirilmiş olmasında rağmen sadece kendilerine indirilen Tevrat'a inandıklarını ve ondan başkasını inkâr ettiklerini belirtmişlerdir. Bu inkarlarına Kur'an Ayetlerinde Kur'an’ın Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş olduğunu açıkladığı “gerçeğini” kabul etmemeleri neden olmuştur. Zira aksi halde Kur'an tarafından doğrulanmayan Tevrat Ayetlerinin geçmiş dönemlerde bu toplumun dini liderleri ve yöneticileri tarafından yazıldıkları açıkça beyan ve kabul edilmiş olacaktı.
Nitekim, Allah Hz.Muhammed'e hitaben "Ellerinde bulunan ve kendilerine indirilen Tevrat'a inandıklarını beyan eden" bu toplum liderlerine, Tevrat'a inanmalarına rağmen neden Peygamberlerini öldürdüklerini sormasını istemiştir. Zira bu toplumun Peygamberlerini öldürmelerinin, ellerindeki Tevrat'a olan inançlarında samimi olmadıklarının açık bir delili olduğu hatırlatılmakta, böylece Peygamberlerin öldürmelerini öğütleyenlerin, kişisel çıkarları için ellerindeki Allah Sözü Kitabın bir kısmını tahrif ederek, kendilerine doğru yolu gösteren değerli insanların öldürülmesini dahi toplumlarına "Doğru bir Eylem" olarak gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Allah, bu toplumun geçmişte Musa tarafından kendilerine Allah'ın izni ile bazı olağanüstü olaylar gösterilmesine rağmen, sıkıntılardan kurtulduklarında Musa'nın öğretilerini bir tarafa bıraktıklarını Kur'an Ayetlerinde birçok kere tüm insanlara iletmektedir. Düşünüldüğünde, o zamanki koşullara göre hemen hiç ümitleri kalmamış bir topluluk hem kendileri hem de onlara eziyette bulunanlar açısından çok etkili olağanüstü olayları (Mucizeler) yaşamışlar ve Yüce Yaratan’ın insanlar üzerindeki hakimiyetini o günkü koşullara göre "Doğrudan" tanık olmuşlardır. Bu derece büyük etkiye rağmen, toplumun üzerindeki baskının kalkmasından sonra insanlar kendilerine öğütlenen ve Allah'ın Tek Yaratan ve Tek İlah olduğu gerçeği karşısında, içlerinde hissettikleri "Benlik" duygusunun onları "Gururlandırması" nedeniyle "Buzağıya” tapınacak kadar “anlamsız” değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Allah bu tür davranışlarda bulunanları "Zalimler” olarak tanımlamaktadır.
Bugün de Allah fikrini idrak edemeyen insanların bu durumlarını bir defa daha değerlendirmeleri ve Allah katında "Zalim" olarak nitelendirilmelerinin kendilerine olan fayda ve zararlarını iyi düşünmeleri gerekmektedir.
Allah'ın Musa'ya peygamberliğini tebliğ ettiği ve toplumuna yol gösterici öğütlerini ilettiği ve Musa'nın toplumundan bu öğütlere uyacaklarına dair Allah'a söz verdikleri geçmişte Musa ve toplumu ile ilişkileri ile ilgili olarak tüm insanlara hatırlatılmakta ve toplum üyelerinin bu öğütler karşısında "İşittik ve İman Ettik" şeklinde söylenecek olan kabul beyanlarını, birbirlerine çok yakın şekilde telaffuz edilen bir kelime kullanarak "İşittik ve İsyan Ettik" şeklinde söyledikleri Allah tarafından bilindiğini ve bu hususun bu toplumun bugünkü üyeleri ile tüm insanlara bildirilmektedir. Yüce Allah, kendisine söz verirken dahi bu şekilde ve "Bilinçli" olarak gururuna yenilen ve Allah fikrini kabullenemeyen insanlara buzağı sevgisinin yerleştirildiğini hatırlatmakta ve bu tür bir inanışın onlara ve onlar gibi düşünen tüm insanlara ne kadar kötü şeyler emrettiğini idrak etmelerini sağlamak üzere insanların dikkatleri çekilmektedir. Zira Allah, insanlara inkarları nedeniyle doğru olmayan bir konuyu benimsetmesine rağmen, şayet insanlara verdiği "Akıl" unsurunu kullanıp yapılan uyarıları dikkate alarak Allah fikrine ulaşmayı düşündükleri takdirde, durumlarının doğru olmadığını anlamaları için onlara bu yolda yardımcı olacağını çok açık olarak bildirmektedir.
Musa'nın Allah'ın izni ile toplumuna ilettiği öğretilerin bir kısmının kendi zamanında ve sonraki zamanlarda çeşitli nedenler ile değişikliği uğratıldığı, Kur'an Ayetlerinde çeşitli şekillerde ifade edilmektedir. Bunlardan birisi olarak bu toplumun, Allah karşısındaki gururlu duruşları ile ilgili olarak verilen birçok örnek olaylara rağmen, Ahirette (Allah katında) ödüllendirilmenin diğer insanlara değil de yalnızca “kendilerine” ait olduğunu ve bu ayrıcalığın başka hiçbir topluma ait olmadığını ifade etmeleri gösterilebilir.
Allah, Hz.Muhammed'e hitaben bu toplum insanlarına bu konuda bu kadar emin olabiliyor iseler, (Allah Sözü olarak bu husus kendilerine bildirilmiş ise) bir an önce sadece kendilerine ait olan bu eşsiz ortamı (ölümü) istemelerini bildirmektedir. Ancak onların yaptıkları işleri bildiklerinden bu işler sebebiyle, hiçbir zaman ölümü bu kadar “garanti” bir durum olmasına rağmen, temenni etmeyeceklerini bir ders olarak düşünülmek üzere tüm insanlara ve tabii olarak bu toplum üyelerine bildirmektedir. Allah, "Zalim" olarak nitelendirdiği bu tür insanları çok iyi bildiğini, insanlara bir defa daha hatırlatmakta ve onları da bu gerçekler üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
Nitekim, bu şekilde ahiretin sadece kendilerine ait olduğunu iddia eden bir inanışta olan insanların ölümü temenni etmeleri bir yana, yaşamaya karşı insanların en düşkünü oldukları, Allah tarafından "Yemin" verilerek belirtilmektedir. Allah fikrini bırakarak buzağı veya başka bir şeye tapınarak "Putperest" niteliğini kazanan düşüncesiz insanların binlerce sene yaşamak istedikleri belirtilmekte, ancak ne kadar yaşarlarsa yaşasınlar karşılaşacakları azaptan kurtulamayacakları ve yaptıklarının Allah tarafından eksiksiz olarak bilindiği ve görüldüğü bir defa daha hatırlatılarak bu toplum ve “ders çıkarılmak üzere” tüm insanlar uyarılmaktadır.
Ayrıca Yahudilerin bir Peygamberin Allah tarafından gönderilmiş olduğunu ispat etmesi için bir kurban kestikleri, peygamberin dua ettiği bunun üzerine gökten inen bir ateşin o kurbanı yaktığı şeklinde bir inanca sahip olduklarına değinilerek gökten inen ateşin yiyeceği (yakacağı) bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere ve Hz.Muhammed'e inanmayacaklarını söyledikleri belirtilmektedir.
"Doğrusu Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle de: "Size benden önce mucizelerle dediğiniz ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz? " (89/183), (3/183)
Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi. (89/184), (3/184)
Allah, onlara önce de dedikleri mucizelerle nice peygamberlerin geldiğini, şayet doğru söylüyorlarsa neden o peygamberleri öldürdüklerini sormasını ve hala onların kendisini yalancılıkla itham etmeleri halinde bunu yadırgamamasını, zira kendisinden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberlerin de Yahudiler tarafından yalancılıkla itham edildiklerini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Nitekim bir başka Ayette de, Yüce Allah'ın Ehli Kitap'a hitaben Hz.Muhammed'in gelişinin hem Eski Ahit’te, hem de Yeni Ahit'de (Kitâb-ı Mukaddes) önceden haber verdiği ve onlardan bu haberi, günümüzde de fiilen yaptıkları gibi, örtbas etmelerini ve gizlemelerini değil, onu insanlara açıklamalarını istediği ve onlardan bu konuda "söz aldığı" bildirilmektedir.
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler, yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! (89/187), (3/187)
Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. (89/188), (3/188)
Yahudilerin ve Hristiyanların (Ehli Kitap) ise bunu kulak ardı ettiklerine ve gerçeği az bir dünyalığa (hırslarına ve hasetliğe) değiştirdiklerine ve yaptıkları bu alışverişin ne kadar kötü olduğuna işaret edilerek bu şekilde ettiklerine sevinen ve yapmadıkları ile övülmek isteyenlerin "azaptan" kurtulamayacakları ve onlar için elem verici bir azap bulunduğu açıklanmaktadır.
Öte yandan Hz.Muhammed'e vahiy ettiği Ayetinde Yüce Allah, yarattığı insanlara Kendisini tanımaları ve anmaları karşılığında bilemeyecekleri kadar “katı” ile karşılık vereceğini (ödüllendireceğini) bildirmektedir.
Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz. (87/245), (2/245)
Ancak Yahudi toplumunun bu Ayet ile anlatılanları anlamadıklarına işaret etmekte, tam aksine aralarında "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyerek bir şekilde bu Ayeti alaya aldıkları belirtilmektedir.
"Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: "Tadın o yakıcı azabı!" (89/181), (3/181)
Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez. (89/182), (3/182)
Yüce Allah onların "küstahça" bu söylediklerini peygamberleri haksız yere öldürmeleri ile aynı tutarak şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını açıklamaktadır. Ayrıca Yahudilere verilecek bu cezanın dünyada iken söyledikleri sözler ve inanç bozukluğu olarak "kendi elleriyle" yapmış olduklarının karşılığı olduğu ve yoksa Allah'ın kullarına zulmetmeyeceği hatırlatılmaktadır.
Bir kısım Ayetlerde ayrıca Musa'dan sonra İsrail kavmine gönderilen peygamberler ile İsrail kavmi arasında gelişen bazı olaylara işaret edilerek örnekler verilmektedir. Buna göre toplumun ileri gelenlerinin peygamberlerinden Allah yolunda savaşmak için bir "hükümdar" gönderilmesini istedikleri ancak onlardan savaşmaları istenince "nefslerinin" peygamberlerin öğretilerine üstün geldiği ve içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçarak verdikleri savaş sözünden döndükleri böylece peygamberlerini "aldatarak" zalimlerden oldukları anlatılmakta ve Allah'ın "zalimleri" iyi bildiği hatırlatılmaktadır.
Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: "Bize bir hükümdar gönder ki Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?" dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden "savaşmayalım?" dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. (87/246), (2/246)
Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut'u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. "Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi, Allah mülkünü dilediğine verir, Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi. (87/247), (2/247)
Peygamberleri onlara "Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır," dedi. (87/248), (2/248)
Talut askerlerle beraber ayrılınca: "Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir," dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince:" Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur," dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar " Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" dediler. (87/249), (2/249)
Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında:" Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et," dediler. (87/250), (2/250)
Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir. (87/251), (2/251)
İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin. (87/252), (2/252)
O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l- Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı lâkin Allah dilediğini yapar. (87/253), (2/253)
Ayetlerde Musa'dan sonra İsrail kavmine gönderilen peygamberlerinin onlara Allah'ın Talut'u "hükümdar" olarak gönderdiği, bunun üzerine kendilerinin hükümdarlığa daha lâyık olduklarını ve servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmediğini ileri sürerek Talut'un "hükümdarlığına" karşı geldikleri, peygamberlerinin de onlara Talut'u Allah'ın seçtiğini, ona ilimde ve bedende üstünlük verdiğini, Allah'ın mülkünü dilediğine verdiğini, her şeyi kapsadığını, yönettiğini ve her şeyi bildiğini ilettiği açıklanmaktadır.
Talut'un hükümdarlığının bir kanıtı olarak da onlara içinde "inananlar" için bir işaret (alâmet) olarak Rablerinden (Allah'tan) bir ferahlık, sükûnet ve Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bulunan bir sandık (Tabut) gönderildiğine işaret edilmektedir. Söz konusu "Tabut" konusunda Diyanet tefsirinde açıklayıcı yorum bulunmaktadır.
Âyet metnindeki tabut, Mûsâ’nın emri üzerine bir marangoz tarafından ahşaptan yapılmış, içi ve dışı altın levha ile kaplanmış sandıktır. Yahudi literatüründe bu sandığa ahit sandığı denilmektedir. 2,5 x 1,5 arşın ebadında (1 arşın=68 cm.), yüksekliği de bir arşın kadar olan ahit sandığının dört tarafında dört altın halka ve taşımak için bunlara geçirilmiş iki sopa vardı. Tabutun içinde Tevrat’ın sayfaları yazılı malzeme, Mûsâ ile kardeşi Harun’dan kalan elbise, baston (asa), sancak gibi bir kısım eşya (bakiye) bulunuyordu.”
Bakara Suresi 248. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Ayrıca insanların Peygamberler tarafından kendilerine iletilen "gerçekler" karşısındaki anlayış, tutum ve davranışlarının bir şekilde "sınanmakta" olduğu, inancında samimi olan az sayıdaki "müminlerin" bu sınamayı fark ederek doğru yoldan ayrılmadıkları ve sonuçta az sayıdaki inançlı ve azimli insanların bu sabır ve inançları ile güçlükler karşısında galip geldiklerine işaret edilmektedir.
Burada Allah'a olan inançlarından güç alarak O'na iman eden ve sabır ve azimle üzerine düşen görevleri yerine getirenlerin elde edilecek başarı ve galibiyetlerde en önemli bir etken olduğuna ve bu konuda sayılarının azlığının bir engel olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu durum hemen her konuda üzerinde durulması gereken bir "gerçeği" göstermektedir. Buna göre "yanlışa" karşı "doğrunun" ve "zulme" karşı "hakkın" korunmasında insan sayısının "çokluğunun" değil fakat o konuda bilgili, azimli, dirayetli ve Allah'ın bir lütuf olarak kendilerine "Akıl" verdiğini fark edip kullanabilenlerin "azimle" ve "sabırla" hareket ederek "direnmelerinin" ve diğerlerine de "öncü" olmalarının etkili olduğuna işaret edilmektedir. Bu konuda İslamoğlu tefsirinde de belirtildiği gibi, büyük tarihi olayların ve değişimlerin arkasında sayıları az da olsa etken, bilgili ve öncü nitelikteki "Akıllı İnsanlar" bulunmaktadır.
“Ve burada tarihin en eskimez toplumsal bir yasası hatırlatılıyor. O da nedir? Tarihi değiştirenler, tarihin yatağını değiştirenler kalabalıklar değil, şuursuz yığınlar değil, cahil kitleler değil, tarihin yatağını insanlık tarihi boyunca değiştirenler tarihin edil gen nesneleri değil, etken özneleridir. Yani Ulul Elbab’dır. Az da olsalar. Onlar hiçbir zaman, hiçbir çağda çoğunluğu oluşturmadılar.”
İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (249-260) (18) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
İsrailoğullarından iman etmiş ve kudretli bir komutan olan Talut'un, kendilerini taciz eden toplumun Calut (Golyat) isimli çok iri ve güçlü bir savaşçı kumandanlarına karşı savaşa girerken askerlerine Allah'ın yapacakları savaşta "birlikte ve düzenli olmaları" için onları bir ırmak ile sınayacağını, onlara "kim bu ırmaktan içerse benden değildir, kim de bir avuç tatmak dışında ondan tatmazsa, kana kana içmezse o bendendir" diyerek bildirdiği açıklanmaktadır. Burada askerlerin düzen ve kurallara uymalarının gerektiğini fark etmeleri yanında çöl şartlarında uzun süre susuz kalınması sonrasında suya kavuşulduğunda aniden "kana kana" su içilmesini insan bedeni üzerindeki olumsuz etkilerinin ve askerlerin savaş girmeden muhtemel sağlık sorunlarının yaşamalarının önlenmesinin de amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Ancak bu uyarıya rağmen pek azı dışında askerlerin hepsinin ırmaktan içtiği ve ırmağı geçince savaşacak güçlerinin olmadığını söyledikleri, içlerinden Allah'ın huzuruna varacaklarına inananların ise "Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" diyerek diğerlerine direnme gücü verdikleri ve Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: "Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et," diyerek dua ettikleri belirtilmekte ve sonuçta Allah'ın izniyle onları yendikleri, Davud'un da Calut'u öldürdüğü ve Allah'ın ona hükümdarlık ve hikmet verdiği, dilediği ilimlerden ona öğrettiği açıklanmaktadır.
Burada Yüce Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibi olduğunu hatırlatarak eğer insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzünün "altüst" olacağına dikkat çekmektedir. Buna göre insanlar arasındaki anlaşmazlıkların bir "savaş" halini alabileceği, bu durumda kötülüğün önüne geçilmesi amacı ile savaşılmasının bir "zaruret" olabileceğine ve bu nedenle onlarla savaşılmasına "izin" verildiğine işaret edilmekte ve böyle durumlarda Allah'ın inanan ve iman eden toplumların yardımcısı olduğu bildirilmektedir.
Kendileriyle savaşılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle izin verildi, şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. (103/39), (22/39)
Ayetlerde adı geçen Davud'un Talut’un ordusunda üç oğlu bulunan bir babanın (Yesse) küçük oğlu olduğu ve Talut'tan Calut (Goliat) ile dövüşmek için izin aldığı ve sonuçta Calut’u öldürdüğü tarihi bir "hikâye" olarak Diyanet tefsirinde yer almaktadır. (Bakara Suresi 251. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı)
Ayetlerde verilen örneklerin insanların "Ruhlarında" ya da "nefsinde" bulunan ve "sabırlı" olamamalarına yol açan bir özelliğine işaret edilmekte ve yapacakları faaliyetlerinde nefslerinde yer alan bu gibi "Şeytan Dürtülerini" dikkate almaları "bütün insanlardan" beklenmektedir. Nefs konusunda 'İnsan Nefsi ve Etkisi' bölümünde bilgi bulunmaktadır.
Burada insanların bir bölümünün kötülüklerinin, diğer insanların kötülükleri ile yok edilmesine izin verildiği açıklanmaktadır. Aksi halde insanların nefslerinin özellikleri nedeniyle insanların yeryüzünü altüst etmekten kaçınmayacakları hatırlatılmaktadır.
Buna göre bazı kötülüklerin yine bazı diğer kötülükler tarafından etkisiz hale getirildiğinin (Allah'ın Ayeti olarak) hatırlanması ve insanların daima peygamberler tarafından önerilen iyi ve doğru yol üzerinde olmalarına karar vermeleri beklenmektedir. Bu anlamda bazı peygamberlerin diğerlerinden daha üstün oldukları belirtilmekte ve İsa peygamberin bu durumda olduğu hatırlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi Yüce Allah Peygamberleri tarafından iletilmiş olmalarına rağmen öğüt, uyarı ve önerilerine (Allah’ın Sözü) uyularak iyi ve doğru yol üzerinde olmaları konularında “akıllarını kullanmaları” için insanları serbest bırakmış ve onlardan belirtilen olaylar ve peygamberlerden örnek ve öğüt almaları beklenmiştir. Aksi halde Allah tüm insanları doğru yolda yaratabilir ve insanlar arasında hiçbir anlaşmazlık veya savaş durumu olmayabilirdi. Ancak Allah, insanların kendilerine verilen “Akıl” ile Allah’a ulaşmalarını dilemiş ve onları nefsleri ile mücadelede tamamen serbest bırakmıştır.
Bu ve benzer olayların Kur'an Ayetlerinde açıklanması ile, insanların serbest bırakılan iradelerinin Allah fikrini kavramaları için verdiği çabayı anlamaları ve değerlendirmeleri beklenmektedir. Bu Ayetlerin doğru olarak anlaşılması durumunda, Musa ve diğer Peygamberlerin öğretilerinin Allah Sözü olarak insanların Tek Yaratıcı Allah fikrine ulaşabilmelerinde bir yol gösterici oldukları görülecektir. Bu öğretilerin (Ayetlerin) insanlara ulaştırılmak üzere Peygamberlerin zihinlerine kaydedilmesi, Allah'ın takdiri ile "Cebrail" olarak adlandırılan melek aracılığı ile yapıldığı açıklanmaktadır. Bu nedenle "Allah Sözü" olan Ayetlerin inkârı, Cebrail'in de inkâr edilmesi anlamında olmaktadır.
Kur'an içeriğinde insanların inanış tercihleri ile ilgili olarak yer alan ve son derece önemle değerlendirilmesi gereken Ayette insanların Allah tarafından kendilerine gönderilmiş olan öğüt ve önerileri içeren ve "Allah Sözü" olarak tanımlanan "Kitaplarda” belirtilen hususlara inanıp inanmamakta serbest oldukları, inananlar için tahmin bile edemeyecekleri ödüllerin bulunduğu, inanmayanlar için de tahmin bile edemeyecekleri ceza ve azap bulunduğu ve insanların inanç konusunda yapacakları seçimin sonuçlarına erecekleri veya katlanacakları belirtilmektedir.
Bu bakımdan, insanların bu Kitaplarda belirtilen tüm bu geçmiş olaylar, öğütler, öneriler ve diğer hususları, akıllarını ve bulundukları zamanda elde ettikleri tüm bilgi birikimlerini birlikte düşünerek ve yorumlayarak "Tek Yaratıcı Allah" konusunda kendi fikirlerini ve görüşlerini oluşturmaları ve bu kararlarının sonuçlarını da kabul etmiş olacaklarının bilincinde olmaları gerekmektedir.
Yüce Allah İsrailoğulları toplumu ile Peygamberleri arasında geçen olaylardan verdiği örneklerde bu topluma daha önce gönderdiği öğüt ve önerilerini tekrarlamakta, onlarda bir değişiklik yapılmışsa onları bu şekilde yeniden ve doğru olarak hatırlatmaktadır. Nitekim Hz.Muhammed'den önceki toplumlara gönderilmiş olan Peygamberlerden olan Musa ile ilgili olarak eski belgelerde ve sözlü olarak toplumda anlatılan olayların aslında nasıl oldukları açıklanmaktadır. Söz konusu belgelerin zamanla asıllarının "Değiştirilmiş" oldukları ve sözlü aktarımların da "Farklı" şekiller almaları nedeniyle bu ve benzer önceki dönem Peygamberleri ile ilgili "Hikayelerin" aslında nasıl gerçekleştiklerini Kur'an Ayetleri ile "Açıklandıkları" ve "Teyit Edildikleri" zaman içinde meydana gelen farklı anlatımların da "Düzeltildikleri" düşünülmektedir. Böylece o dönemdeki Peygamberler tarafından doğrudan veya hikâye olarak "İletilmiş" olan "Vahiylerden" alınacak öğütler ve dersler "Doğru" ifadelere dayandırılması mümkün olmakta ve bu toplum insanlarına Kur'an’ın Allah'ın gerçek bir "Kelamı" yani sözü olduğu da hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle, özellikle İsrailoğulları'nın ve genel anlamda tüm insanların bu Ayetleri “doğru olarak” değerlendirmeleri, dikkate almaları ve onlara inanıp "İman" etmelerine yol açılmaktadır.
Bazı araştırmalarda Kur'an’ın Peygamber Hz.Muhammed tarafından yazdırılması sırasında önceki toplumlarda ve medeniyetlerde geçen efsanelerden esinlenerek bazı "Hikayelere" yer verdiği iddia edilmiştir. "Kuran’ın asıl kaynaklarının neler olduğunu sorgulayan bu araştırmacılar tarafından Kur'an Ayetlerinde eski Arap inanışlarının ve adetlerinin, Sabii ve Yahudi inanışlarının ve adetlerinin hristiyanlığın, hristiyan Apokrif kitaplarının, Zerdüşt unsurlarının etkili olduğu ileri sürülmektedir.
http://www.study-islam.org/turkce/kuranin-orijinal-kaynaklari/1-giris
Yukarıdaki Ayet ile ilgili olarak belirtildiği gibi Kur'an’da bir "Hikaye" gibi yer alan Ayetler ile, daha önce yaşamış olan insanlara Allah'ın göndermiş ve görevlendirmiş olduğu ve bir kısmı "Peygamber-Nebi" olan tüm "Uyarıcıları" tarafından iletilen ve zamanla ilk halleri değişikliğe uğrayarak birer "Efsane" halini alan öğüt ve öneriler "Hatırlatılmakta" ve bununla birlikte bunların "Asıllarının" ve "Gerçek Olanlarının" nasıl oldukları tüm insanlara "Allah Sözü" olarak iletilmektedir.
Buradaki Ayetler ile ilgili olarak özellikle halen o döneme ait peygamber inançlarını sürdürmekte olanlar da dahil yaşamakta olan ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanları “yarattığını”, insanları “sonsuz bir yaşam” sürmek üzere yine oraya döndüreceğini bir defa daha hatırlatmakta ve bütün insanlardan Allah'tan başka bir "Güç" ve "İrade" bulunmadığını ve sadece "Allah'a" teslim olmaları gerektiğini "Akılları" ile anlamalarını "Beklediğini” bildirmektedir.