top of page

ALLAH'A İMAN, DİN ve İBADET

KONU BAŞLIKLARI

İman

Din

            İslam, Müslüman (İslamiyet ve Müslümanlık)

            Tek Ümmet, Ayrılıklar ve İhtilaflar

            Mezhep, Tarikat, Cemaat

            Hadisler

İbadet

            Allah’ı Anma (Zikir)

            Ay takvimine göre ibadet ve uygulamalar

            İbadet Yerleri Mescitler ve Camiler

            Kabe ve Kıble

            Salad (Namaz)

            Salad (Namaz) Vakitleri)

            Cuma Namazı

            Oruç İbadeti

            Hac İbadeti

            Bayramlar

            Sadaka, Zekat, İnfak, Hayır İşleri

            Tevbe (Tövbe) Edilmesi

KONU BAŞLIKLARI
İMAN

İman

                                                                                                                                                            KONU BAŞLIKLARI

Tüm evren ve içindekiler, Allah'ın yarattığıdır ve emri altındadır. Onlardan aklı (veya zekâsı) olanlar var ise onlar da dahil olmak üzere "Büyüklük Taslamadan" Allah'a "secde" ettikleri, Allah'ı "tespih" ettikleri ve böylece Allah'a teslim oldukları belirtilmekte ve Allah'ın düzeni dışında bir niyet ve hareketlerinin bulunmadığı bildirilmektedir.

 

Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes Allah'ı tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.  (50/44), (17/44)

Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler. (70/49), (16/49)

Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, din de yalnız O'nundur, o halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? (70/52), (16/52)

 

Görüldüğü gibi, "Secde Etmek" ve saygı ile adını anmak (Tespih) en kesin ve açık bir şekilde Allah'a teslimiyeti ve O’na olan imanı göstermektedir.

 

Yaratılanların en akıllısı olan insanların "İnsan Olmak" için tüm bu anlatılanlar ve gösterilen örnek ve deliller üzerine aklını kullanarak göklerde ve yerde ne varsa hepsinin “sahibi" olan Allah’a inanması, Allah'a "Secde" etmesi, Allah’ın "Adını" anması (tesbih etmesi) ve Allah'tan başkasından da "Korkmaması" gerekir. Bunlar "İmanın" esas unsurlarını oluşturmaktadır.

 

Yüce Allah "Her Şeyin" tek ve eşsiz "Yaratıcısı" olarak "Yaratmış" olduğu Evrendeki "Her Şeyin" yapısının "Özünde" bulunmaktadır. Bu nedenle, Dünya'da bulunan bütün insanların ve diğer bütün canlı ve cansız varlıkların yapıları da dahil olmak üzere, Evrendeki "Her Şey" kendisini yaratan ile her an "İletişim" halinde bulunmakta ve Allah'ın sınırsız kudret ve yüceliğini anmaktadır. Bu iletişim "Allah'ı Tesbih Etme" olarak tanımlanmaktadır. Bu konuda Evren'in ve Evren bünyesindeki bütün varlıkların ve her (Madde) şeyin "yapısını" oluşturan atom altı parçacıklar ile ilgili açıklamalarda daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

Yüce Allah çok sayıdaki Ayetlerinde bildirdiği gibi, "Göklerde ve Yerde" olanların (Evrendeki her şeyin) sahibi olduğunu, Evrendeki her şeyin sadece Allah'a boyun eğmiş, teslim olmuş olarak "her an" Allah'ı andıklarını (tesbih)  bir defa daha ve özellikle hatırlatmaktadır.

 

Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. (50/55), (17/55)

Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir. (84/26), (30/26)

 

Ayetteki ifadeden iman "Göklerde ve Yerde" olanların (Evrendeki her şeyin) bir "Yaratıcı Güç" tarafından meydana getirildiğine (yoktan yaratıldığına) inanılmasını ifade etmektedir. Bu anlayışa göre Evren ve bünyesindeki her şeyi sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ın yarattığı, yaratılanların Allah'a boyun eğdikleri ve O'na teslim oldukları kabul edilmektedir.

 

Bu nedenle Ayette yer alan "Göklerde ve yerde olanlar" ifadesi ile ilgili bazı hususlar üzerinde durulması gerekmektedir.

 

Kur'an'da Elliden fazla Ayette göklerde ve yerde olanlar, şeyler, her şey, kimler, ne varsa, bulunanlar veya herkes olarak belirtilenlerin nitelikleri tam olarak açıklanmamaktadır. Ancak bu "varlıkların" veya “şeylerin” mutlaka insana benzer bir yaratık olarak düşünülmemesi gereklidir. Ayetlerde belirtilenler bilinmeyen boyutlarda veya niteliklerde herhangi bir "Şey" olabilir. Bu bir elektrik akımı, bir tür bilemediğimiz enerji kaynağı olabilir. Unutulmaması gereken, evrenin bunları da kapsadığı, evrende tabii olarak bunların da bulunduğu ve Dünya'daki insan dışındakilerin tümüyle Allah'a teslim oldukları ve sürekli olarak Allah'a secde ettikleridir.

 

Bu konuda sadece insanlar şeytanın etkisine açık durumdadır. Zira Şeytan’ın insan Ruhlarına Allah’ın izni ile eklediği duygulara karşı gelememesi halinde insanlar yoldan çıkabilmektedir. Ancak Büyük Allah'ın insana verdiği “Aklını” kullanarak "İnsan" olabilenlerin şeytanın bu etkisini bertaraf etme gücü bulunmaktadır. Bu nedenle insanların akıl yürüterek bu güçlerini ve tüm güçlerin sahibi Büyük Allah'ı hissedip tanımaları ve böylece "İnsan Olmak" yolunda ilerlemeleri gerekmektedir.

 

Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir, şu halde O'na kulluk et, O'na kulluk etmek için sabırlı ve metanetli ol, Allah'ın bir adaşı olduğunu biliyor musun? (44/65), (19/65)

 

Gökler ve yer ile bunların arasındaki “şeyler” ifadesi, şu anda insanların bilemedikleri her türlü yaratılmışları ve Melekler ile Cinleri ve Cinlerden olan Şeytanlar da dahil olmak üzere diğer boyutlarda bulunan ve bilgi sahibi olmadığımız diğer unsurları kapsamakta ve bu yarattıklarının Allah'a taptıkları (kulluk ettikleri) açıklanmaktadır.

 

İnsan için Şeytanın etkisinden “aklı” ile çıkarak Allah'a kulluk etmesi ve Allah'a teslim olması, Şeytanın etkileri nedeniyle çok zordur. O nedenle bu zorluğun aşılmasında Allah insanlara sabır ve metanetli olmaları şeklinde yol göstermektedir.

 

Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir, Allah'ın huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. (73/19), (21/19)

Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih ederler.  (73/20), (21/20)

O'ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece Allah'ın emri ile hareket ederler. (73/27), (21/27)

 

Göklerde ve yerde "Kimler" ifadesi ile, şu anda Dünyadaki insanların tamamen idrak etmeleri mümkün olmayan bütün "yaratılmışlara" işaret edilmektedir.

 

Ayetlerde belirtilen melekler ve şeytan da bunlara dahildir. Melekler ve şeytanın yaratılış özü ve biçimleri konusunda bizim algılayacağımız netlikte tanımlama bulunmamakla birlikte, insanların geliştirdikleri bilim çerçevesinde giderek daha çok anlaşılmakta olan Dünya ve Evren ortamından sağlanacak bilgilerle bu konuda daha gerçeğe yakın tahminler yapılabilecektir. Kesin olan her yaratılmışın tabii olarak Yaratan'a ait olduğu, yaratılanların tamamının Yaratan'ın huzurunda oldukları ve hiçbir kibir ve yorulma göstermeden Yaratan'a ibadet ettikleri ve her an O'nu andıkları (Tesbih ettikleri) gerçeğidir.

 

Allah, melekleri ve onlar gibi "soyut" yapıda olan cinleri (Şeytan bir cin türüdür) kendi öz niteliklerinden yaratmıştır.

 

Cinleri öz ateşten yarattı. (55/15)

 

Bunların görevi, Allah’ın yaratmayı istediği herhangi bir şey için verdiği "Ol!" emrini yerine getirmek, yaratılmış her şey ile ilgili düzeni sağlamak ve her şeyin bu düzende devamı için gereken Allah'ın koyduğu kural ve kanunlar çerçevesinde ve Levhi Mahfuz'da "Ana Kitap" ta bulunan ve açıklanan her türlü fiziksel, kimyasal, elektrik, manyetik, radyasyon ortamlarını ve benzer ortam ve koşulları oluşturarak her şeyin Allah'ın takdir ettiği zamana kadar sürdürülmesini gerçekleştirmektir. (Burada belirtilen "Allah'ın takdir ettiği zaman" bu dünyada bulunan biz insanlara göre bir tariftir ve bu dünyada algıladığımız ortamın zamanını ifade etmektedir.)

 

Meleklerin ve Cinlerin (Şeytanların) bir diğer özellikleri de insan beyni ile teması sağlamaktır. İnsan beyninin yapısal olarak diğer insan beyinleri ve melekler ve cinler ile iletişim kurulmasına uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, özellikle Şeytan ilgi duydukları duyguları kullanarak insanları kolaylıkla etkisi altına alabilmektedir.  Çünkü Şeytan, insan ruhunun Allah ile arasındaki doğal iletişimini etkileyebilmektedir. Zira insan ruhlarının “Allah’ın Ruhundan” yaratıldığı Ayetlerde açıklanmaktadır. Buna göre İnsan Ruhu ile Allah arasında tam ve doğal bir “birlik” söz konusu olmaktadır.

 

Yüce Allah Arş'ın düzeninin Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanların Allah’ı yücelterek andıklarını ve Allah’a iman ettiklerini bildirmektedir.

 

Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler, (60/7), (40/7)

 

Arş’ın “yüklenenlerin” ve Arş’ın çevresinde “bulunanların” bu işle görevli melekler ve cinler oldukları söylenebilir. Melek kelimesi, kanatlı ve insana benzer bir şekil olarak insanlarca algılanmaktadır. Kur'an’da meleklerin “kanatları” olduklarına dair ifadeler bulunmakla birlikte, bu konulardaki Ayetler anlam birliktelikleri gözetilerek yorumlandığında melek veya cin olarak belirtilen unsurların Allah'ın yarattığı ve Arş ile bünyesinde bulunan bütün yapılardaki yaratılışın düzen ve dengesini her an sağladıkları, her an Allah'ı andıkları (Tesbih ederler) ve Allah’a iman ettikleri bildirilmektedir. Melekler konusunda “Melekler, Cinler ve Şeytanlar” bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

 

Allah’a iman konusunda ayrıca insanların yeryüzüne gelmeden önce Allah'a “verdiği” sözün ruhlarında yer almasının bir diğer önemli nitelik olduğu söylenebilir. Nitekim “İnsan Ruhlarının” yeryüzüne gelmelerinden önce Allah'ın huzurundaki "Elest" toplantısında Allah'ın tek yaratıcı ve “tek ilah” olduğunu kabul ve tasdik ettikleri ve Allah’a söz verdikleri Ayetlerde açıklanmaktadır. Buna göre insanlar Ruhlarında Allah’ı tanımış olarak bu ortama gelmektedirler.

 

İlk insandan sonra dünyaya gelen insanlar daima bu sözün etkisi altında kalmış ve kendisi ve etrafında gördüğü şeyler ve olaylar karşısında bu “sözün” etkisi ile bir korku ve hayranlık duyarak gördükleri her şeyin aslını ve sahibini aramaya başlamıştır. Her dönemde elde ettiği ve biriktirdiği bilgilerle bir özel güç arayışında olmuş, o “gücü” tanımlama ihtiyacını hissetmiş ve her toplumda ve her zamanda bu güce çeşitli isimler vererek anlamaya çalışmıştır. Bu süreçte Allah tarafından gerektiği zamanlarda gereken toplumlara “uyarıcı” ve yol gösterici önder ve bilgeler (Peygamberler) gönderilerek insanların bu çabalarına doğru değerlendirilmeler yapılması için bir yön verilmesi sağlanmıştır. Geçmiş insanlarla ilgili olarak şaman, büyücü ve buna benzer olarak isimlendirilen ve toplumları etkileyip onları yönlendiren insanların bu nitelikteki uyarıcılar oldukları düşünülebilir.

 

Ancak bu uyarıcılar arasında da şeytan etkisinde kalıp insanları diğer yönlere gönderenler olmuştur. Tüm bu süreç insanların giderek daha fazla bilgi edinerek kendisi ve etrafı ile ilgili her şey hakkında daha çok bilgi biriktirmesi ve bunları etkin bir şekilde paylaşmasını öğrenmesi sonucunda her konuda daha somut sonuçlar elde etmiştir. Ulaşılan bu somut sonuçlar insanların Allah ile olan algılama ve anlama sürecini de etkilemiş ve daha çok ilim sahipleri (Şeytan tarafından etkilenip kendilerini bir şey sananlar dışında) Allah ve Yarattıkları ile ilgili hayranlık uyandıran kabul ve teslimiyete ulaşmışlar ve “Tek Yaratıcı Güç” olarak Allah’a iman etmişlerdir.

 

Bu durum insanda bulunan akıl yeteneği ile mümkün olmuştur. Zira Allah, Göklerde ve yerde ne varsa her şeyin "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olarak insanları yaratırken onlardan beklediği görevlerin anlaşılıp yapılabilmesini sağlamak üzere, insanların "Ruhlarının" bünyelerine "Akıl" olarak tanımlanan çok önemli bir unsuru özel bir yetenek olarak yerleştirmiştir. İnsanlar Akılları ile bulundukları dünya ortamına uyum sağlayarak yaşamlarını düzenlemekte ve Ruhlarındaki (nefslerindeki) dürtüleri akılları ile idrak edip denetleyip düzene sokarak yaşam biçim ve kalitesini yükseltmektedirler. Böylece “Yaratıcıya” dair delilleri görüp kullanarak ona iman etmeleri gerektiğine işaret edilmektedir.

Din

                                                                                                                                                              KONU BAŞLIKLARI

Adem’in yeryüzünde yaşamaya başlamasından önce yaklaşık iki Milyon yıllık bir süreçte gelişip evrimleşen “insansı” yapıların ilk zamanlardan beri bu dünyadaki yaşamlarında etrafındaki muhteşem ve muazzam ortamı ve yapıyı merak ettikleri, hayranlık ve dehşetle izledikleri olayları ve bazı hayvansal varlıkları “üstün bir güç” olarak kabul ettikleri, onlara büyük saygı gösterdikleri, onları “kendisinin varlığı” ile ilişkilendirdikleri ve onları  bir anlamda “ilah” olarak gördükleri bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır.

 

İnsansı yapıların içgüdülerinin yönlendirmesi ile bu “üstün” güçlerden gelecek tehlikelerden korkmaları sonucunda o güçlere sığınarak karşılaştıkları zorluklar nedeniyle onlardan yardım istemelerini sağlamak üzere onlara teslimiyetlerini ve saygılarını iletmek için çeşitli yol ve yöntemler geliştirdikleri görülmektedir. Böylece zamanla geliştirilen ve değişen çeşitli kurallara göre şekil alan bu davranışlar “İlkel Dinler” olarak adlandırılmıştır.

 

Adem’in yeryüzünde yaşamaya başlaması sonrasında çoğalan “Akıllı” insanlar “Ruhlarında” bulunan ve Allah’ın insanların “Rabbi” olduğunu kabul ettiklerine dair olarak Allah'a verdiği “sözü” ifade eden ilahi duygu nedeniyle yaşadıkları bu Evren ve Dünya ortamının inceliklerini, özelliklerini ve sırlarını anlamaya çalışmışlardır.

 

Bu süreçte öteden beri bu ortamda yaşamakta olan “İnsansı” yapılar ile birlikte yaşamalarının da etkisi ile bireysel ve toplumlar olarak Ruhlarındaki “Allah” duygusunda değişimler meydana gelmiş ve bir kısmı Şeytan’ın etkisi sonucunda olmak üzere çeşitli inanış ve din olguları ortaya çıkmıştır. Nitekim akıl yeteneğinin kullanılmasındaki bu zafiyet nedeniyle toplumlarda “Karanlık, Uzay, Yıldızlar, Ay, Güneş, Yeryüzü (Dünya), Kendi Yaptıkları Putlar, Geçmiş Ataları, ve Kendi Benliğine Hayranlık” gibi şeyleri tapılacak ve ibadet edilecek “ana unsurlar” olarak gören çeşitli “Dinlerin” ortaya çıktığı geçmiş dönemlere ait belge ve bulgulardan görülebilmektedir.  

 

Bu tür inanışların ve farklı dinsel yöntemlerin ortaya çıkmasında her toplumda bazı lider kişilerin etkili oldukları görülmektedir. Bunlar arasında Allah'ın izni ve bilgisi dahilinde gönderilmiş “uyarıcılar” bulunmakla birlikte genellikle Şeytan’ın etkisi altına kalan ve insanları kendi çıkarları doğrultusuna göre yönlendirenlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun “Tek Yaratan” fikrinin ilk olarak “yeniden” geliştiği dönem olan İbrahim Peygamber zamanına kadar sürdüğü söylenebilir.                                                                               

                                                                                                                                                                                                                   

İnsanlar, bu Dünya ortamına geldikten sonra Allah'ın bir lütfu olan "Akıl" unsuru ile bu Dünya ortamını anlamaya ve keşfetmeye başlamışlardır. Sürekli olarak yaptıkları ve buldukları her yenilik bünyelerinde bulunan "Benlik" duygusunu güçlendirmiş ve bu ortamda her şeyi "Kendisinin" düşündüğünü ve yaptığını zannetmeye başlamıştır. Bu durum "Benlik" hissini son derecede güçlendirmiş ve Allah'ı Tanıma ve O’na “Teslim Olma" ile ilgili hislerinin giderek zayıflamasına neden olmuştur. Bu durumdan ancak "Aklını" kullanırken yaptığı ve bulduğu her yenilikte Allah'ın "Yaratıcılığının" en önemli unsur olduğunu "İdrak" edebilmeyi başaran insanlar kurtulabilmekte ve ancak onlar "Gerçekleri" anlayabilmektedir.                                                                  

 

Özellikle bu Evren ve Dünya ortamında "Var" olan tüm canlı ve cansız varlıklar ile bunları etkileyen unsurlar üzerinde çalışarak bu "Varlıkların" aslını "Anlamaya" çalışan "Bilim İnsanları" yaptıkları bilimsel çalışmalar sonucunda elde ettikleri sonuçları "Somut Gerçek" olarak algılamaktadırlar.                                                                         

 

Kendi benliğini her şeyi yapan ve bulan olarak gören ve bu nedenle tüm "Gerçekliği" sadece deneyimledikleri ve buldukları olarak tanımlayan insanların "Düşünce Yapıları" bu çerçevede kalmaktadırlar. Nitekim önemli bir "Düşünür" olarak kabul edilen Nietzsche’ye göre "İnanç, gerçeği bilmek istememektir". Benzer şekilde, Nikola Tesla'ya izafe edilen bir deyişe göre, Dinlerin Kitaplarını okuyup anlayanlara Ateist, Okuyup anlamayanlara İnançlı denmektedir.

 

Buna göre Allah’a inanmak “gerçeklerden uzaklaşmak” olarak yorumlanmaktadır. Bu anlamdaki "Gerçek" genellikle somut madde yapıları ve elektrik ve türevleri ile ilgili olarak insanların "Keşfettikleri" konuları açıklamaktadır. Böylece Dini inanışlarda ve Dini Kitaplarda "Gerçek Üstü" veya bilimsel olarak "Açıklanamayan" unsurların yer alması nedeniyle, Akıllı (!) insanların bu unsurları "İnkâr" etmesinin ne kadar "Doğru" olduğuna işaret edilmektedir.      

 

Ancak unutulmamalıdır ki Kur’an’da işaret edilen "Gerçek" somut veya soyut tüm yapıları da "Kapsamak" üzere "Tüm Yaratılışları" ifade etmektedir. Bu tanımlama bağlamında insanların akıllarını kullanarak henüz anlayamadıkları “Yaratılış” ile ilgili “gerçekleri” yapacakları bilimsel çalışmalarla açıklayabileceklerine ve onlardan bunun beklendiğine işaret edilmektedir.  Buna göre düşünürlerin ifadeleri ile Dini Kitapları okuyup da "Anlamadıkları" halde orada belirtilenleri olduğu gibi kabul eden insanlar nasıl "Bilime Aykırı" oluyor ise, bu kitaplardan okuyabildikleri "Gerçek Üstü" veya bilimsel olarak "Açıklanamayan" olayların "Akıl" kullanılarak ve "Araştırmadan" doğrudan "Bilime Aykırı" olduklarını ileri sürerek "İnkâr" eden bilim insanları da aynı derecede "Bilime Aykırı" davranmaktadır.                                                                                                                       

İnanç, Evren ve Dünya ortamı ile ilgili konularda çalışmalar yapan "Akıllı" bilim insanları tarafından tüm insanlara anlatılan soyut ve somut "Varlıklar" ile ilgili "Buluşlar" yanında, bu varlıkların "Asıl" unsurlarının da anlaşılmasını sağlayacak çalışmalar yapılmasının "Gerekli" olduğunun kabul edilmesini ifade etmektedir.

 

Buna göre “inancın” sadece Dini Kitaplarda ele alınan ve "Sorgulamadan" doğru olarak kabul edilen konular olarak düşünülmemesi gerekmektedir. Çünkü genel anlamda inanç “yaratıcı” bir “Güç” bulunduğunun ve Evren ortamı ve bünyesindeki her şeyin bu “Güçten” kaynaklandığının düşünülmesi ve kabul edilmesi olmaktadır. Kur’an bu “Gücü” Allah olarak tanımlamakta ve insanlardan “Tek Yaratıcı Güç” olarak Allah’a “iman edilmesi” gerektiğini bildirmektedir. Böylece İnanç, insanın "Aklı" ile "Gerçeğe” yönelmesinde ve ulaşmasında çok etkili olabilecek bir “Yol” olarak düşünülebilir.                                                       

 

Yüce Allah insanlara yaptıkları her şeyin ve tuttukları yolun Allah için gizli olmadığını, Allah tarafından bilindiğini ve görüldüğünü açıklamakta ve bu gerçeğin her an hatırlanması gerektiğini onlara hatırlatmaktadır.

 

Allah'tan korkun; Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür. (87/233), (2/233)

 

Zira bu anlayışta olan bir insan, bu gerçeği daima hatırlayacak ve kararlarında ve davranışlarında Kur'an da kendisine verilen öğüt ve önerileri dikkate alacaktır.

 

İman bölümünde değinildiği gibi insanların ilk olarak "İnanç" sahibi olmaları Gerçek Ortamda yaratılan "Ruhlarının" Allah'ın "Elest" toplantısında "Ben Rabbiniz değil miyim?" sorusuna "Evet" cevabı vermeleri ile gerçekleşmiştir. Allah Gerçek Ortamda (Cennet) yarattığı ilk "İnsanlar" olan Adem ve eşini Şeytanın onları aldatması üzerine oradan çıkarmayı takdir etmiş ve onları "İndirmek" üzere Evren ve Dünya ortamını "Yaratmıştır". Ancak, Evren ve Dünya ortamının oluşumu sırasında Adem ve eşi Havva'nın bu ortam koşullarına göre çoğalmaları sonrasında Dünya ortamında hayat sürecek olan İnsanlara "Kendi Ruhu" ile birlikte "Elest" toplantısındaki "İman Hissini" yüklemiştir.

 

Böylece Adem ve Havva'dan sonra Dünya'ya gelen her İnsan, "Kendi Ruhunda" Allah'ın lütfettiği "Akıl" unsuru ve diğer tüm "Güzel Hisler" ile birlikte ve özellikle de "Allah’ı Tanıma Hissini" taşımaktadır. Buna göre insan ne kadar inkar ederse etsin Ruhunda daima “Allah” ile bağlantısı bulunmaktadır ve bu “bağ” hiçbir şekilde yok olmamaktadır.                                                   

 

Öte yandan, Adem ve Havva'nın Gerçek Ortamdan indirilmesine neden olan Şeytan, Dünya ortamına gönderilecek olan tüm İnsanlara kendisine tabi olmalarına imkan verecek "Diğer Kötülük ve Sapkınlık Hislerini" Allah'ın izni ile yüklemiştir. Böylece Şeytan "Kötü ve Sapkın" hisleri Allah'ı "Tanıma" hissi de dahil diğer    tüm "Güzel Hisler" üzerinde etkili kılarak insanların kendisine "Tabi" olmalarını sağlamaktadır. Buna karşılık “Akıl” unsuru Şeytan'ın insanları Ruhlarına yüklediği bütün bu hisleri fark etmelerini ve onların etkilerine karşı davranabilmelerini "mümkün" kılmaktadır.

 

Bu durum, "İnsan Psikolojisi" ile ilgilenen bilim dallarında araştırılmaktadır. Örneğin "Ruh" ve sinir hastalıklarıyla, kişide görülen önemli uyumsuzlukları önleme, teşhis ve tedavi etmeyle uğraşan uzmanlık dalında (psikiyatri) yukarıda tanımlanan unsurların her birinin insan davranışlarına olan etkisi bilimsel açıdan açıklanmaktadır.                                                                    

Psikiyatri-Soezluegue.pdf (researchgate.net)

 

İnsanların bu Dünya ortamında ortaya çıkışları ile ilgili bölümlerde belirtildiği gibi, ilk "Medeniyetler" olarak tanımlanan insanların bu ortam ile ilgili tüm keşifleri günümüzden yaklaşık olarak 6.000-8.000 Yıl öncesinde ve Dünyanın değişik yörelerinde ortaya çıkmıştır.

 

Bu medeniyetlerde İlk İnsanlar ve ataları ile ilgili efsaneler Kur'an anlatımı ile çağrışım yapabilecek niteliktedir. Buna göre, Adem ve Havva sonrasında Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan "Akıllı" İnsan topluluklarına aralarından "Seçilmiş Uyarıcılar" tarafından genellikle çeşitli efsane veya hikaye olarak iletilen ve “İnsan ile Yaratan” ilişkilerini açıklayan konular, bazı Kur’an Ayetleri ile oldukça "Benzer" şekilde yer almaktadır.                                                                   

 

Buna göre geçmiş insan toplumlarında "Seçkin Uyarıcı" insanlar tarafından yapılan "Yönlendirmelerde" o döneme ait "Bilgi Birikimi" ile uyumlu "Deliller" ile insanlara “Yaratıcı” konusunun iletilmiş olduğu düşünülebilir.

                                                                                                                                             

Öte yandan ilk "Akıllı" insanlardan itibaren tüm insanların "Sonsuzluk" kavramını araştırdıkları ve bu kavrama bağlı olarak "Sonsuza Kadar Yaşama" tutkusuna sahip oldukları görülmektedir. Bu durum, Allah'ın bu Dünya ortamında yaşayacak olan tüm insanlara "Kendisinden” yüklediği ve insanların soyut yapısını oluşturan "Ruhlarında" çok güçlü bir "His" olarak bulunmaktadır. Allah, bu "Ruhları" anne karnında iken ve tüm yaşamı boyunca ayrılmaz bir parçası olarak insanlara "Üflediğini" açıklamaktadır.                                                           

Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır, ne kadar az şükrediyorsunuz! (75/9), (32/9)                                                                 

 

Bu husus Adem'den itibaren tüm topluluklara ayrılmış olan "Akıllı" insanların "Uyarılması" için bu toplumlarda yaşayan "Seçilmiş" insanlar tarafından insanların ölümden sonra "Öteki Dünya" ortamında "Yeniden Canlanarak" yeni bir hayat yaşanacağı ve artık bu hayatın "Sonsuz" olacağı şeklinde anlatılmıştır. Bu konu en son olarak Hz.Muhammed'e "Vahyedilen" ve "Değişmemiş" olarak yazılı hale getirilen "Tek" belge olan  "Kur'an" Ayetlerinde “açıkça” yer almaktadır. Kur'an Ayetlerinde Adem ile Hz.Muhammed arasında görevlendirilmiş olan 25 "Uyarıcı" peygamber hakkında isimleri de belirtilerek açıklamalar bulunmaktadır. Buna       göre eski medeniyetlerde ve bu medeniyetler öncesinde ve sonrasında Dünya'nın çeşitli bölgelerine yayılmış olan henüz bilemediğimiz insan toplumlarında da "Uyarıcılar-Peygamberler" bulunduğu söylenebilir.  

 

Son zamanlarda Hatay'da bulunan yaklaşık 3000 yıllık eski Roma mozaiklerinde ölümden sonraki yaşam ile ilgili olarak "Neşeli Ol ve Hayatını Yaşa" ifadesi ile yapılan tanımlamalar bu yaklaşıma bir örnek olarak düşünülebilir. Zira bu mozaiklerde neşeli olan ve hayatını yaşayan insan ölümden sonraki bir ortamda gösterilmektedir. Ya da daha gerçekçi bir yaklaşım olarak ölümden sonraki ortamdan da "Keyif" alınması düşlenmektedir.         

 

 

 

 

 

                                                                                                                               

 

 

 

Sonsuz Hayat veya sonsuzluk özlemi gibi bir diğer konu olarak "Akıllı İlk İnsandan" bu yana tüm insanların yaşamları boyunca bazan "Bilinçsiz" olarak da olsa “Dua” ederek daima “Üstün” bir güce sığınmaları gösterilebilir. İnsanlar bilinçli olarak "İnanmasalar" dahi bu bağlantı nedeniyle zor bir durumda kaldıklarında ya da beklentileri ile ilgili olarak “Dua” etmekten kendilerini alamazlar. Buna göre Dua bu özel bağın kurulmasını sağlamaktadır. Bu konuda "Dua" bölümünde daha ayrıntılı bilgiye yer verilmiştir.

 

Nitekim zamanımızda Dünya ortamında yaşayan insan toplumları arasında yapılan bir araştırma sonucunda her toplumun veya kavmin "Geleneksel" ve "Farklı" inanışlarının bulunduğu ancak tümünde de "Sonsuz Yaşam", "Ölümden Sonra Yaşam" kavramlarının yer aldığı ve "Yüksek Güç" veya "Saf Enerji" gibi tanımlamalar ile bir "Yaratıcı" fikrinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

http://channel.nationalgeographic.com/the-story-of-god-with-morgan-freeman/videos/story-of-god-trailer/                                                                   

Bu durum da yine Elest toplantısında hazır bulunan ve bu Dünya ortamında yaşamış tüm insanlar, şu anda yaşayan tüm insanlar ve bundan sonra bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan tüm insanlara ait olan ve Allah tarafından yaratılmış bulunan "Ruhların" Allah ile olan "Bağlantısı" nedeniyle ve bir çeşit içgüdüsel davranış olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre "Yaratıcı" fikri, tüm insanların kendi "Bilinçleri" dışında, yani inkâr etseler ya da fark etmeseler dahi, "Ruhlarında" bir "His" olarak bulunmaktadır. Bu "Hisler" tüm "Akıl ve Ruh" taşıyan insanlarda yukarıda "Elest" toplantısı olarak açıklanan ve Gerçek Ortamda "Yaratılmış" olan "Ruhlarının" Allah'ı "Tanıma" ve "Allah'a Teslim Olma" konusunda verdikleri "Söz" olarak "Ruhlarında" yer almaktadır. 

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), “Evet (buna) şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)        

Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik. Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için. (39/173), (7/173)                      

 

Buna göre "Yaratılış" ile ilgili bölümlerde de belirtildiği gibi, Allah'ın "Ruhundan" vermesi (üflemesi) ile "İnsanların Ruhlarının" oluşturduğunu, Evrenin "yaratılmasından" önce bu Evren ve Dünya ortamının sona ereceği zamana kadar bu ortamda yaşayacak olan bütün insanların "Ruhlarını" bir arada topladığını, onlara "Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunu ve bütün insan ruhlarının buna "evet" diyerek Allah'ı "Tek Yaratıcı" Güç" olarak kabul ettiklerini ve her birinin bu "kabulü" yaptığına "şahit" olduklarını Ayetinde açıklamaktadır.

 

İnsan Ruhlarının Gerçek Ortamda Allah’a verdiği bu "Söz" yeryüzü ortamındaki yaşantılarında "Aklının" ve buna bağlı olarak "Toplumların" gelişmelerine ve değişmelerine (Evrilmelerine) göre değişik şekillerde ve düzeylerde insan hayatına yansımış ancak hiçbir zaman "Yok" olmamıştır. Ayetteki ifadeye göre verilen bu "Söz" bu ortamda yaşayacak "Son" insana kadar İnsan Ruhunda bulunacaktır. Böylece insanın bir "yaratılan" olarak Evrendeki diğer yaratılmışlarda olduğu gibi, Allah'a ait olduğunu, Allah'ın "tek Yaratıcı Güç" olduğunu kabul ettiğini ve Allah'a teslim olduğunu ifade eden "aidiyet, kabul ve teslimiyet" olguları ile yaratıldığı özellikle hatırlatılmaktadır.

 

Ayetlerde ayrıca insanların Ruhlarına Allah'ın "İnsana Özel" bir lütfu olarak "Akıl" unsurunun ve Allah'a ait duyguların yerleştirildiği, ayrıca verdiği izin ile Şeytanın olumsuz ve kötü duyguları insanın Ruhunda bulunan “nefslerine” eklediği belirtilmektedir.

 

Tüm bu gerçekler topluca “insanların fıtratı" olarak tanımlanmaktadır. Buna göre insanların bu ortama gelirken "fıtratı gereğince" esasen Ruhlarında "Allah" ile ilgili değişmez ve kaybolmaz bir "aidiyet, kabul ve teslimiyet" olgularını kapsayan bir "bağı" bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu "bağ" Allah'a imanın temel unsurunu oluşturmakta ve bu bağlamda insanlardan Allah'ın insanları bu "fıtrat" ile yaratmış olduğunu idrak etmeleri ve iman etmiş (hanif) olarak yüzlerini "Dine" çevirmeleri öğüt verilmekte ve beklenmektedir.

 

Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir, Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler. (84/30), (30/30)

Allah katından, dönüşü olmayan bir gün gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir! o gün bölük bölük ayrılacaklardır. (84/43), (30/43)

 

Yüce Allah böylece "Yaratılış" ile ilgili her şeyin "Allah'ın İradesi" olduğunu ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak sadece Allah'tan başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığını, insanların yaratılmasının da bu çerçevede gerçekleştiğini ve bütün bunların insanlar tarafından kabul edilmesinin "Din" olduğuna işaret etmektedir.

 

Nitekim Yüce Allah insanlara bildirdiği bu gerçekleri "Yaratıcılığının" anlaşılabilmesi için Ayetlerinde açıklamakta ve Allah'ın "yaratışında" değişme bulunmadığını hatırlatarak tüm bunları "dosdoğru din" olarak tanımlamaktadır. Bu durumda insanların "Akıl" unsurunu kullanarak tüm bu gerçeklerin farkına varılması ve bunlara göre davranmaları topluca "Din" olarak belirtilmektedir.

 

Bu durumda Ayetlerde yer alan ifadeler topluca değerlendirildiğinde Allah'a ve Evren ve Evren Öncesi ve Ötesi tüm yaratılışların "Tek" yaratıcısının "Allah" olduğuna "İnanmak" ve buna göre Allah'ı "idrak etmek", "anlamak", "tanımak" ve Allah'a teslim olarak sadece Allah'a ibadet etmek topluca Din olarak tanımlanabilir.

 

Buna göre bir parçası olduğumuz "Evren'de" ve "ötesinde" görüp göremediğimiz veya algılayıp algılayamadığımız ve Ayette "Bütün İsimler" olarak belirtilen "Tüm Yaratılışlar" yani "Her şey" veya "Varoluş" esasen ve zaten "Allah" olmaktadır. Böylece Allah, "Her Şeyin" varoluşunu yani "Yaratılışını Gerçekleştiren" ve "Her An" her şeyin "Yaratılışını Sürdüren Tek İrade" olarak tanımlanabilir. Gerçekten de Kur'an Ayetlerinde "Tüm Yaratılışların" yani "Her şeyin" veya "Varoluşun" esası "Allah" olarak belirtilmekte ve anılmaktadır. Nitekim "Her Şeyin" varoluşunu yani "Yaratılışını Gerçekleştiren" ve "Her An" her şeyin "Yaratılışını Sürdüren Tek İradenin" esasen "Allah" olduğu Kur'an Ayetlerinde ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Bu anlamda Allah'ın Yolu (Doğru Yol) olarak tanımlanan bu "Gerçeğin" bütün insanlar tarafından "anlaşılıp kabul edilmesinde" yardımcı olmak üzere Ayetlerde bütün insanlara yapılan uyarı, öğüt ve öneriler de "Din" olarak belirtilmektedir.

 

Bu tanımlar çerçevesinde kurumsal açıdan bazı yöntem ve uygulama birliği olarak bir "inanç sistemi" oluşturulması da "Din" olarak tanımlanmakta ve insanların "toplum" olarak bir arada olmalarının sağlanmasında en etkili unsurlardan birisi olmaktadır. 

 

Son uyarı olan Kur'an’ın ilk Ayetinin Muhammed'e öğretildiği 610 yılından bugüne kadar 1393 yıl geçmiş olmasına rağmen hala önemli sayıdaki insanların madde unsurların “gerçekliğini” ileri sürerek bir “Din” anlayışının "Akılcı" olmadığını düşündükleri ve Allah konusunda bir fikirlerinin olmadığı görülmektedir. Bu insanlar arasında aklını sadece “maddi ortam” ile ilgili konularda kullanan ve bu konularda çok önemli gelişme ve yeni bilgilerin elde edilmesine yol açan insanlar da bulunmaktadır. Bu tür insanlar diğer insanlara dünya ve uzay ortamları ve bu ortamdaki olaylar konularında çok değerli bilgiler üretmekte ve bu bilgileri derleyip biriktirilerek tüm insanların bu konulardaki gelişmelerine yardımcı olmaktadırlar.

 

Bu tür görüşlere sahip olan insanlar bu “üstün” yeteneklerine rağmen Allah'ı tanıma konusunda bir gelişme gösteremiyorlar ise, bu onların kişisel olarak sorumluluklarına giren bir konudur. Ancak bunların Allah’ı tanımama yönündeki kişisel inanışlarını diğer insanlara aktarma ve onları sahip olduğu kabiliyetleri kullanıp kendilerine bağlama gibi bir faaliyette bulunmamaları gerekmektedir. Zira Allah’a iman etmiş olanları bu inançları nedeniyle aşağılayan ve onları kendi görüşlerine yönlendiren bu gibi “bilgili insanlar”, aslında kendileri doğru yoldan tamamen ayrılmış ve Şeytanın Allah'a söylediği hususun gerçekleşmesine (Belki de bilmeden) aracılık etmiş olmaktadırlar.

 

Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.  (61/40), (41/40)

Şüphesiz biz ona yolu gösterdik ister şükredici olsun ister nankör. (98/3), (76/3)

 

Görüldüğü gibi Yüce Yaratan Kur’an Ayetleri ile insanlara “doğru yolu” gösterdiğini açıklamakta ve insanları akıllarını kullanmakta “serbest” bıraktığına işaret etmektedir. Buna göre insanlar akıllarını “dilediklerini” yapmak için kullanabilecekler ve ister inanarak Yaratıcıya “şükredecekler” isterse inanmamakta devam ederek kendisine iletilen “gerçeklere” karşı Yaratıcıya “nankörlük edeceklerdir.

 

Yüce Allah insanlardan akıllarını kullanarak bu ayette açıklanan sonsuz güç ve ihtişamın "Bilinçli Bir Şekilde" idrak etmelerini beklemektedir.

 

Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.  (84/31), (30/31)

 

Böylece “Akıllı” insanlara esasen Ruhlarında var olan Allah’a yönelerek, O’na karşı gelmekten sakınmalarını, Dua etmelerini ve “inkarcılar” gibi olmamaları öğütlenmektedir. Zira “bilinçli” olarak Allah’a teslimiyet ve Allah’ın “idrak” edilmesi de "Din" olarak tanımlanan iman ve inancın “ana” unsurudur.

 

Çünkü insanlar, diğer yaratılmışlardan farklı olarak kendiliğinden değil, ancak akılları ile” fıtratında” bulunan "Dini" bulacaklardır. İnsanlar "Akıllarını Kullanarak" Allah'a yönelecek, Şeytandan kurtulacak, Allah'a teslim olarak O'na karşı gelmeyecek ve ibadet edeceklerdir Böylece inkârcı durumundan kurtulacaklar ve "İnsan" olacaklardır.

Allah bir başka Ayetinde insanlara açıkladığı bu unsurlar ile doğruluk ve eğriliğin birbirlerinden ayrıldığını ve bu seçimi insanların akılları ile yapacaklarını belirtmekte ve bu nedenle de Dinde bir zorlamanın bulunmadığına insanların dikkatleri çekilmektedir.

 

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (87/256), (2/256)

 

Ayette Tağut olarak ifade edilen ve insanları Allah'a inanmaktan alıkoyan unsur "Elmalılı" tefsirinde, "Allah'a karşı isyankâr olup zorla, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan gerek insan gerek şeytan gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey demektir." olarak tanımlanmaktadır.

 

Buna göre, insanlardan akılları ile düşünerek ve bilinçli olarak Allah'a inanmaları ve Allah'a inanmaktan alıkoyan unsurlardan da kaçınmaları beklenmekte, böylece inananlar için son derece sağlam bir dayanağa yapıştıkları belirtilmektedir. Bu durumda insanların serbest iradeleri ile “tâğutu” reddedip Allah'a inanmalarının onlardan beklendiği belirtilmektedir. Bu nedenle de insanların diğerlerini “Din” konusunda zorlamamaları gerekmektedir. Allah bu durumu "Dinde zorlama Yoktur" olarak açık bir şekilde insanlara bildirmektedir.

 

Bu konuda insanların yapacakları zorlama ve diğer etkileşimlerin Allah tarafından bilineceğinin unutulmaması gerekir. İnsanlara kişisel veya toplumsal açılardan çıkarları uğruna diğer insanlar üzerinde Din kullanılarak veya bahane edilerek baskı ve zorlama yapılmaması, Allah'ın insanlara bir öğüt ve örnek olarak gönderdiği kutsal mesaj olan Kur'an da bu şekilde “ihtar” edilmektedir. Bunun aksine faaliyette bulunan ve Din konusunda diğer insanları zorlayıcı uygulamada bulunan kişi ve toplumlar, yaptıklarının Allah tarafından eksiksiz olarak bilindiğini unutmamalıdırlar.

 

Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.  (87/257), (2/257)

 

Allah'a inananlar, Allah'ın dostluğunu kazanmışlardır ve onlar için huzurlu bir "Gelecek" vardır. Allah inananları her an daha berrak bir anlayışa ulaştırır ve onları inkarın karanlığından arındırır. İnkâr edenlerin yanında ise ancak insanları

Allah'a inanmaktan alıkoyan "Tağut" bulunur ve onları inkarın karanlıklarına götürürler. İşte bunlar Cehennem ile ceza görecekler ve bu cezaları devamlı olacaktır.

Yüce Allah bir süre bulunmak üzere Dünya ortamında hayat verdiği insanlara doğru yoldan ayrılmamaları için zaman zaman uyarı ve öğütte bulunmak üzere aralarından Allah tarafından kendisine indirilene iman etmiş olan uyarıcılar (peygamber) görevlendirdiğini açıklamaktadır.

 

Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik, Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler. (87/285), (2/285)

 

Buna göre Peygamberler kendilerine “vahiy edilenler” doğrultusunda diğer insanlara "O Zaman" geçerli olan bilgi birikimleri çerçevesinde onların anlama ve algılama kabiliyetlerine uygun olarak Allah’ın mesajlarını (bilgileri) iletmişlerdir. Peygamberler öncelikle kendileri bu mesajların gerçekliğine inanmışlar (İman etmişler) ve bunları diğer insanlara aktarmışlardır. Bu mesajları dikkate alıp ona göre düşünerek faaliyetlerini ona göre düzelten diğer insanlar da bu peygamber ile birlikte iman etmişlerdir.

 

Hz.Muhammed'de yaşadığı zaman ve ortamda kendisine iletilen mesajları eksiksiz olarak önce kendisi "İman" ederek diğer insanlara aktarmıştır. Burada mesaj olarak adlandırılan konu Kur'an’dır. Hz.Muhammed’e 23 yıl boyunca bu şekilde ulaştırılan ve belli bir olaya veya genel olarak Allah'a ve Allah'ın niteliklerine işaret eden "Ayetler” olarak indirilen bu mesajlara yani Kur'an’a inanan ve iman eden insanların (Müminlerin); bu mesajlarda belirtilen  Allah’ın meleklerine, önceden gönderilmiş olan diğer diğer Peygamberlerine ve onlara iletilen mesajlara (Kitaplara) da inanmışlar ve iman etmiş olacakları belirtilmektedir. Zira Peygamberler daha önce yaşamış insanlara Allah ve özellikleri ile ilgili olarak yapılan öğütleri ileten özel uyarıcılardır.

 

Bu nedenle Allah'a ve onun gönderdiği uyarıcılara ve mesajlarına (Kitaplarına) ve tüm yaratma ve yürütmeyi üstlenen özel güçleri ifade eden Meleklerine inanan insanların, önceden gönderilmiş olan peygamberler arasında ayırım yapmadıklarını, gönderilen mesajları işittiklerini ve onlara itaat ettiklerini belirtmeleri onların "İmanları” gereğidir ve bu şekilde söylemeleri onların imanlarını güçlendiren bir "Dua" olmaktadır. Bu dua, Allah'tan af dilenmesi ve Allah'a dönüleceğinin teyit edilmesi ile tamamlanmaktadır.

 

Öte yandan Yüce Allah, peygamberlerinin ve Hz.Muhammed'in onlara iletmiş olduğu uyarı, öğüt ve önerilerine (indirilene) inandıklarını ve iman ettiklerini bildirmektedir. Bu durumda Allah'ın bu yeryüzü ortamında bir süre yaşamalarını "takdir ettiği" bütün "Akıllı" insanlara, yeryüzündeki soylarına (zürriyetine) yerleştirilecek olan "Ruhlarını" yaratarak "huzuruna" getirdiğini, onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunu ve bütün insanlara "Ruhların" da "evet şahit olduk" diyerek cevap verdikleri bir defa daha hatırlatılmaktadır. Böylece bütün insanların bu "şahitlikleri" ile aynı zamanda hiçbiri arasında ayırım yapmadan bütün peygamberlerine, meleklerine ve kitaplarına da "İşittik, itaat ettik, Ey Rabbimiz, affına sığındık. Dönüş sanadır" diyerek Allah'a "söz" verdikleri ve iman ettikleri bildirilmektedir.

 

Bütün bu açıklamalar çerçevesinde “Tek Yaratıcı Güç” olarak Allah’a, Hz.Muhammed'e ve diğer peygamberlere ve onlara bildirilenlere (Kitaplarına) inanılarak iman edilmesi, sadece Allah'a teslim olunması ve Allah'tan başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığının kabul edilmesi "Din" olarak tanımlamaktadır.

 

De ki:" Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz." (89/84), (3/84)

Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)

 

Nitekim Ayette "Allah'a, Hz.Muhammed'e indirilene (Kur'an), İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri Allah tarafından verilenlere inanılarak iman edilmesi ve onların birbirlerinden ayırt edilmeden sadece "Tek Yaratan" olan Allah'a teslim olunması" olarak tanımlanan Din "İslam" olarak adlandırılmaktadır.

 

Buna göre Yüce Allah “İslam Dinini” Allah’ın yolu olarak "Tüm İnsanlar" için "Seçtiğini" belirtmekte ve İslâm'dan başka bir “Din” arayanların ahirette ziyan edenlerden olacağı ve İslâm'dan başka bir “Dinin” asla kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. Allah, böylece Musa, İsa ya da daha önceki "Uyarıcılar" tarafından insanlara iletilen öğüt, uyarı, önerilerin ve inançların "İslâm Dini" kapsamında bulunduğunu bildirmektedir.

 

Allah ayrıca İslâm Dinini "Tüm İnsanlar" için "Seçtiğini" ve insanlar için “Din” olarak İslâm'ı beğendiğini bildirmekte böylece insanlar üzerine olan bağışlamasını ve iyiliklerini ifade eden “nimetini” insanlara olan ”sevgisinin” ifadesi olarak lütfederek "Tamamladığını" açıkça belirtmektedir.  

 

Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)

 

Ancak burada "Dininizi İkmal Ettim" ifadesi ile "Kesin Olarak" Hz.Muhammed'e indirilen "Kur'an'a" işaret edilmektedir. Bu nedenle, Kur'an daha önce İnsanlara iletilen ve "İslam" olarak adlandırılan İnanışlar ile ilgili nihai bir "Derleyici" nitelik taşımaktadır. Buna göre önceden indirilenler üzerinde yapılan "Değişikliklerin ve Tahrifatın" Kur'an Ayetleri ile birlikte incelenerek "Düzeltilmeleri” halinde içeriklerinin "Doğru" olarak anlaşılması mümkün olabilecektir.

Yüce Allah kendilerine ilettiği "gerçekleri" sadece çıkarlarının korunması amacı ile "kabullenmiş" görünenlerle ilgili olarak Hz.Muhammed’i uyarmakta ve onların aslında iman etmediklerini, sadece boyun eğdiklerini, henüz imanın kalplerine yerleşmediğini hatırlatmaktadır.

 

Bedevîler "İnandık" dediler de ki: “Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”   (106/14), (49/14)

Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır, işte doğrular ancak onlardır.   (106/15), (49/15)

De ki: “Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”  (106/16), (49/16)

Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar, de ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur. (106/17), (49/17)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir.   (106/18), (49/18)

 

Ayette “Bedeviler” örnek verilerek yapılan uyarıların kendilerine bildirilenlere inanmayan fakat "kabullenmiş" görünen bütün insanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Hz.Muhammed’e bu durumda olan insanlara Allah'a "inanarak" itaat etmeleri halinde hiçbir şey kaybetmeyeceklerini, işlerinden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini, çünkü Allah'ın çok affedici ve insanları koruyucu olduğunu, doğruların ve iman edenlerin (müminlerin) ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden ondan sonra asla şüpheye düşmeyen Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar olduklarını hatırlatması, böylece onların iman etmeye yönelebilecekleri bildirilmektedir.

 

Buna rağmen taşıdıkları şüphe ve kuşkularından kurtulamayanlara düşüncelerinin Allah'ın "Dini" karşısında bir değerinin olmadığını, zira Allah'ın göklerde olanları da yerde olanları da bildiğini, Allah'ın her şeyi hakkıyla bilen olduğunu ihtar etmesi istenmektedir. Böylece "İnandık" deseler bile iman etme konusunda istekli ve ilgili olmayanların (bedevilerin) karşılık olarak kendileri için isteklerde bulunduklarına işaret edilmekte onlara böyle davranmamaları gerektiğini, aslında inandık demelerinin bile imana ermeleri için Allah'ın onlara bir lütfu olduğunu ve Allah'ın göklerin ve yerin gizliliklerini bildiğini hatırlatması Hz.Muhammed'den istenmektedir.

 

Hz.Muhammed döneminde bedevi kabilelerinin durumu ile ilgili olarak verilen bu örnek ile, iman etmemiş fakat çıkarlarının zarar görmemesi için veya sahip oldukları düşüncelerin daha doğru olduğuna kendilerini inandırmış olan ve bu nedenle Allah'a ve bildirdiklerine inanıp iman etme konusunda taşıdıkları şüphe ve kuşkularından kurtulamayanların dikkatleri çekilmektedir. Buna göre böyle veya benzer bahaneler ileri sürerek inanmakta tereddüt edenlere Kur'an Ayetlerini "akıllarını" kullanarak anlamaya çalışmaları önerilmekte ve onlardan doğru yola yönelmeleri beklenmektedir.

 

Nitekim diğer Ayetlerde kendilerine bildirilen Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine uyarak "doğru yola" ulaşan insanların, bunları "değiştiren" veya "yeni hükümler" bildirilmesine kadar doğru yoldan "saptırılmayacakları" açıklanmaktadır.

 

Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir. (113/115), (9/115)

Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (113/116), (9/116)

 

Buna göre iman edenlerin sakınmaları veya yapmamaları gerekenler ile ilgili olarak ancak sahip oldukları "bilgiler" ile sınırlı olmak üzere "sorumlu" olacakları ve kendilerine yeterli "bildirim" gerçekleşmemiş olan konulardan sorumlu tutulmayacaklarını belirtmektedir. Bu durumda Hz.Muhammed'in vahiyleri iletmekte olduğu dönemlerde "iman etmiş" olanlara, "sakınacakları şeyler" ile ilgili olarak daha sonra iletilen "değişiklik" veya "yenileme" hükümleri geldiğinde bunlara uymalarının gerektiği, zira uyulmaması halinde doğru yoldan sapmış olacakları bildirilmektedir.

 

Bu "uyarılar" ile Allah'ın Ayetleri ile kendilerini "sakınıp" gözetecekleri şeyler hakkında bütünüyle aydınlatmasından sonra bile hâlâ sapıklıklarına devam eden kafirlerin ve münafıkların dikkatleri çekilmekte ve onlardan kendilerine yöneltilen kınama ya da suçlamanın ne kadar ciddi olduğunu anlamaları beklenmektedir.

 

Nitekim Yüce Allah, göklerin ve yerin (Evren ve Ötesinin) mülkünün yalnız Allah'ın olduğunu, dirilten ve öldüren olduğunu, insanlar için Allah'tan başka "güvenilecek" ne bir dost ne de bir yardımcı bulunmadığını hatırlatmakta ve hiçbir toplumun kendilerine öğüt vermek üzere "Uyarıcı" veya "Peygamber" gönderilmeden cezalandırılmadığını (yok edilmediğini) veya onlara "azap" edilmediğini bildirmekte ve Allah'ın hiçbir zaman "Zalim" bir güç olarak düşünülmemesini ayrıca hatırlatmaktadır.

 

Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. (47/208), (26/208)

Biz zalim değiliz. (47/209), (26/209)

Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz. (50/15), (17/15)

 

Öte yandan bu Ayet ile tüm insanlara da dikkate almaları gereken çok önemli bir "uyarı" yapılmaktadır. Zira Yüce Allah "Akıl" ile donattığı insanların, Evren ve Dünya ortamlarında "Halifesi" olarak, yani Allah'ın "vekili" ve "temsilcisi" olarak, bu ortamların "Yaratılışı" ve "Düzeni" ile ilgili olan kural ve koşulları (Allah'ın Kanunlarını) anlayıp "sürdürülebilmelerini" sağlayacak faaliyette bulunmaları için yeryüzüne gönderildiklerini bildirmektedir. Ayrıca lütfettiği "Akıl" nedeniyle Allah’ın güvenine sahip olan "İnsana", bu ortamlardaki bütün bu faaliyetin yürütülmesinde ve kendi aralarındaki ilişkilerinde Allah'ın en önemli sıfatlarından olan "hak ve adaleti" gerçekleştirmek ve "yararlı ve iyi işler" yapmak üzere ağır bir sorumluluk yüklediğini, böylece Akıllı İnsanların elde edecekleri "bilgi birikimleri" ile Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu anlayabileceklerini Kur'an Ayetlerinde açıklamaktadır.

 

Buna göre, bu ortamın sona ereceği "Kıyamet" zamanına kadar yaşatacak tüm insanların Kur'an Ayetlerini, sahip oldukları "bilgi birikimleri" üzerinden değerlendirip "anlamalarının" istendiği anlaşılmaktadır. Çünkü, Yüce Allah Ayetlerinin bir kısmının kesin hükümlü (Muhkem) ve bir kısmını da insanların bilgi birikimlerine göre yorumlayabilecekleri şekilde (Müteşabih) hazırladığını, ayrıca bir Ayet hükmünün ancak başka bir Ayet ile değiştirilebileceğini veya ortadan kaldırılabileceğini bunları ancak "Akıl" sahiplerinin anlayabileceklerini bildirmektedir. (Bu konuda Anahtar ve Muhkem Ayetler" bölümünde bilgi verilmektedir.)

 

Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)

Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)

Sana Kitab'ı indiren Allah'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler, ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)

 

Bu durumda her dönemde yaşayacak olan "Akıllı İnsanın", Kur'an Ayetlerini tek tek okurken diğer Ayetler ile ilişkili olup olmadığını araştırmasının, sahip olduğu bütün bilgilerinden de yararlanarak elde edeceği yeni "bilgiler" ile birlikte Ayetleri "yeniden" gözden geçirmesinin ve en son sahip olduğu bilgi birikimlerine göre anlamlarında veya hükümlerinde bir değişiklik olup olmadığını değerlendirip uygulama ve faaliyetlerini ona göre yürütmesinin gerektiği anlaşılmaktadır.

 

Ayetteki ifadelerde iman edenlerin sakınmaları veya yapmamaları gerekenler ile ilgili olarak ancak sahip oldukları "bilgiler" ile sınırlı olmak üzere "sorumlu" olacakları açıklanmaktadır. Buna göre, Ayetlerde yer alan "istenenler" veya "bildirilenler", her dönemde yaşayacak olan "İnsan" tarafından, ancak "Akıl" kullanılarak ve sahip olduğu "bilgi Birikimi" ile değerlendirilmesi halinde "doğru" olarak anlaşılabilecektir.

 

Bu itibarla "İnsan" Kur'an’ı okuduğunda Ayetlerde açıklanan "sakınacağı şeyleri", Hz.Muhammed'den sonra yeni bir "uyarıcı" gelmeyeceği ve bu nedenle Hz.Muhammed'in ilettiği "Kur'an da Allah'ın tüm insanlara bildirdiği en son "gerçekler" olduğu için, yaşadığı "dönemde" sahip olduğu bilgi birikimini ve aklını kullanarak ve Ayetleri "birlikte" değerlendirerek anlayacaktır. O nedenle Allah'ın "Halifesi" olarak yeryüzünde bulunan "İnsanın" sürdürdüğü yaşamında belli bir dönemde elde edeceği "yeni" bilgiler nedeniyle daha sonra Ayet hükümde "değişiklik" veya "yenileme" gerektiğini anlayıncaya kadar "sakınması" veya "yapmaması" gerekenler ile ilgili olarak ancak sahip oldukları "bilgiler" ile sınırlı olmak üzere "sorumlu" olacağı söylenebilir. Buna göre, Allah'ın "Halifesi" olarak yapacağı çalışmalar sonucunda elde edeceği "yeni" bilgiler nedeniyle Ayet hükümde "yeni" bir anlayışa ulaştığında Allah "sakınacağı şeyleri" ulaştığı bu duruma göre kendisine açıklamış olacağından, İnsanın artık onlardan sorumlu olacağı ve onlara uymaması halinde doğru yoldan sapmış olacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle yapılacak yorumlarda hataya düşülmemesi veya yanlış bir kanıya varılmaması için Yüce Allah'ın Ayetlerinde belirttiği şekilde dua edilerek Allah'ın yardımının istenmesinin çok önemli olduğunun dikkate alınması ve unutulmaması gerekmektedir.

 

Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından rahmet bağışla, lütfu en bol olan sensin. (89/8), (3/8)

Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez. (89/9), (3/9)

 

Böylece "İnsan", her an "Her Şeyin Yaratıcısı" olarak insanların durumlarını en iyi "bilen" ve söz verdiği bir günde insanları tekrar toplayacak ve asla sözünden dönmeyecek olanın "Tek Allah" olduğunu anlamasında ve "sakınması" veya "yapmaması" gereken şeylerin belirlenmesinde, Allah'ı anlayanların yolu olan "Doğru Yol" üzerinde olup olmadıklarını gözden geçirerek karar verecek ve Ayetlerin yorumlanmasına "yanlış" yapmamak" için Allah'ın yardımını istemiş olacaktır.

Bu çerçevede Allah'a ve Evren ve Evren Öncesi ve Ötesi tüm yaratılışların "Tek" yaratıcısının "Allah" olduğuna "İnanmak", buna göre Allah’a teslim olarak sadece Allah'a ibadet etmek “Din” olarak tanımlanabilir. Din kavramında bazı yöntem ve sistematik uygulama birliğinin geliştirmeleri, insanların "toplum" olarak bir arada olmalarını sağlayan önemli bir “ana unsur” olmaktadır.

DİN
HATAY-ROMA MOZAİK1.jpg
İSLAM MÜSLÜMAN

İslam, Müslüman (İslamiyet ve Müslümanlık)

                                                                                                                                                      KONU BAŞLIKLARI

İslam kelimesi genel olarak "Teslimiyet" anlamındadır. Buna göre Müslüman da "teslim olan" anlamına gelmektedir. Burada teslim olunan da “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah'tır. İslam’ın Arapça “selm” kökünden türediği ve aynı zamanda “itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak” anlamlarına geldiği sözlüklerde belirtilmektedir. Buna göre “İslamiyet” teriminin “Müslümanlık” ile eş anlamlı olarak, “Allah'a itaat etmek, Allah’a teslim olmak, Hz. Muhammed'in getirdiklerinin hepsini bütün varlığıyla benimsemek ve benimsediğini ortaya koymak” anlamında olduğu anlaşılmaktadır.

 

Buna göre “İslam” Allah'ın her şeyin yaratıcısı olarak kabul edilmesini, insanların tüm düşünce ve davranışlarının Allah tarafından her an bilindiğine inanılmasını içermektedir. Böylece İslam’ı kabul edip “Müslüman” olan insanlar bu teslim oluş ile Allah'ın gerçekliğini, kudretini ve yüceliğini “somut” olarak hissetmektedirler. Bir başka ifade ile Yüce Allah’a inanan ve yalnız “O’na” ibadet edenler, "İslam" veya "Müslüman" olarak tanımlamaktadır.

 

Buna göre Adem ve eşinin Allah’tan “af dilemeleri” sonucunda bu ortamda yaşamaya başlamalarından itibaren Yüce Allah’a inanan ve yalnız “O’na” ibadet edenler olarak İslam’ın ilk uygulayıcısı ve öncüleri oldukları söylenebilir. Bu durumda Adem ve eşinin bu ortamdaki “İlk Akıllı İnsanlar” ve “İlk Müslümanlar” oldukları söylenebilir.   

 

Zira "Tüm Yaratılışların" yani "Her şeyin" esasen ve zaten "Allah" olduğu "gerçeğinin" gerçek (Arş) ortamda “Akıllı İnsan” olarak yaratılan Adem ve eşi Havva'ya "Bütün İsimler" olarak öğretildiği Kur’an Ayetinde bildirilmektedir.

 

Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. (87/31), (2/31)

 

Çok sayıdaki diğer Ayetlerde özetle “Din” olarak belirtilip “İslam” adı verilen bu "gerçeğin" onların bu Dünya ortamına "indirilmelerinden" itibaren bu ortamda "çoğalarak" yaşamaya başlayan "Akıllı İnsanlara" nesiler boyu iletildiği, ancak zamanla Adem sonrasındaki “Akıllı İnsan” nesillerinde “insansı yapılar” ile birleşerek çoğalmalarının ve özellikle Şeytan’ın dürtülerinin da etkisi ile, Allah’a inanılmasında bazı sapmalar yaşanması üzerine “İslam” anlayışında (iman ve inançlarında) değişimlerin meydana geldiği belirtilmektedir. Bu nedenle gerçekten "sapan" insan toplumlarına "uyarıcı" olarak nitelendirilen ve "Peygamber" olarak anılan insanların "görevlendirilerek" saptıkları "gerçeğin" yeniden hatırlatıldığı Ayetlerde ayrıca açıklanmış bulunmaktadır.

 

Nitekim Adem’den yaklaşık 1.550 yıl sonra insanlara uyarılarda bulunmak üzere “Kabiller” toplumuna Adem’den sonraki ilk “uyarıcı” olan İdris peygamberin gönderildiği Ayetlerde açıklanmaktadır.

 

Kitapta İdris'i de an, hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. (44/56), (19/56)

Onu üstün bir makama yücelttik. (44/57), (19/57)

İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de hepsi de sabreden kimselerdendi. (73/85), (21/85)

 

Daha çok Tevrat esaslı efsanelere dayandırılan bazı kaynaklarda İdris peygamberin Adem'den ve oğlu Şît'ten sonra içinde yaşamış olduğu Ademin diğer oğlu Kabil'in kavmi olduğu anlaşılan "Kabiller" topluluğuna peygamber olarak gönderildiği belirtilmektedir.

 

Bu konuda ünlü hekim ve dinler üzerinde mukayeseli çalışma yapan ilk âlimlerden olan Taberî’nin naklettiğine göre, Allah ona peygamberlik verdiğinde Adem’in 622 yaşında olduğu ve oğlu Şit’ten sonra olmasına rağmen İdris’in Adem’den sonra ilk peygamber olduğu, Allah’ın ona otuz sahife verdiği, Kabil Oğulları toplumuna peygamber olarak gönderildiği, kavmine tebliğde bulunup onları hak yola (İslam) davet ettiği, onlardan Allah’a itaat etmelerini, şeytana karşı çıkmalarını istediği fakat kavminin onu dinlemediği açıklanmaktadır.

İDRÎS - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

İdris Peygamberden sonraki sürçte doğru yoldan (İslam) kısmen veya tamamen ayrılan “Akıllı” insan toplumlarına gereken ihtarları yapmak ve uyarılarda bulunmak üzere insanlara çok sayıda “uyarıcıların” gönderildiği anlaşılmaktadır. Çünkü Yüce Allah’ın hiçbir toplumun kendilerine öğüt vermek üzere "Uyarıcı" veya "Peygamber" gönderilmeden cezalandırmadığı veya onlara "azap" edilmeyeceği Ayetlerde belirtilmektedir. 

 

Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. (47/208), (26/208)

Biz zalim değiliz. (47/209), (26/209)

Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz. (50/15), (17/15)

 

Bir diğer Ayette ise Yüce Yaratan, Hz.Muhammed'den önce birçok topluma "nice" peygamberler gönderdiğini, onların da toplumlarına açık "deliller" getirdiklerini, ancak toplumlarının onları dinlemeyip Ayetlerini yalanlayanların (günaha dalanların) hak ettikleri "cezalarını" verdiğini bildirmektedir.

 

Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. (84/47), (30/47)

 

Nitekim Adem ve İdris peygamberden sonra günümüzden yaklaşık 7.500 yıl önce Nuh Peygamberin,

 

"Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana Müslümanlardan olmam emrolundu." (51/72), (10/72)

 

4.100 yıl önce İbrahim Peygamberin,

Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. (87/131), (2/131)

Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti, O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz. (87/132), (2/132)

 

3.800 yıl önce Yusuf Peygamberin,

"Ey Rabbim! Mülkten bana verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!" (53/101), (12/101)

 

3.300 yıl önce Musa Peygamberin,

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti, nihayet boğulma haline gelince "Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!'' dedi. (51/90), (10/90)

 

3.000 yıl önce Süleyman Peygamberin,

Melike gelince: “Senin tahtın da böyle mi?” dendi, o şöyle cevap verdi: “Tıpkı o!” “Bize daha önce bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.” (48/42), (27/42)

 

2.000 yıl önce İsa Peygamberin

Havârîler: "Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız," cevabını verdiler. (89/52), (3/52)

 

“İslam” inancına sahip ve “Müslüman” oldukları Ayetlerde açık olarak belirtilmektedir.

 

Bu duruma göre ismen belirtilmemekle birlikte Adem sonrasında gelen diğer peygamberlerin tamamının da bu anlamda “İslam’ı” kabul etmiş olarak "Müslüman" oldukları ve insanlara İslam’ı açıkladıkları, İslam’ı hatırlattıkları ve onları Müslüman olmaya (doğru yola) yönlendirdikleri Ayetlerin genel olarak değerlendirilmesinden anlaşılmaktadır. Önceki kavimler ve peygamberler ile ilgili konularda Hz.Muhammed’den Önceki Kavimler ve Hz.Muhammed’den önceki Peygamberler bölümlerinde ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

 

Nitekim Hz.Muhammed kendisinin de Mekke şehrini "Dokunulmaz" kılan "Rabbi" olan Yüce Allah’a kulluk etmekle, zaten "her şeyin" Allah'a ait olduğunu açıklayan “İslam’ı” kabul ederek "Müslüman" olmakla ve Kur'an’ı "Okumakla" emredildiğine işaret etmektedir. Ayrıca gösterilen bu "Doğru Yola" kim gelirse yalnız kendisi için gelmiş olacağını yani Doğru Yola gelenlerin sadece kendilerini "Kurtaracaklarını", kim de Allah'ı yalanlayıp Doğru Yoldan saparsa sonucuna katlanacağını çünkü "Kendisinin" sadece bir "Uyarıcı" olduğunu toplumuna bildirmektedir.

 

“Ben ancak, bu şehrin Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. (48/91), (27/91)

Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: “Ben sadece uyarıcılardanım.” (48/92), (27/92)

 

Yüce Allah Kur’an Ayetlerine inanmayan ve onu Hz.Muhammed’in "Uydurduğunu" iddia edenlere güçlerini birleştirerek hep beraber Kur'an’da yer alanlara benzer şekilde "Yaratılışın" nasıl olduğunu ve "Kimin" bu yaratılışları gerçekleştirdiğine dair bir "on sure" yazmalarını söylemesini Hz.Muhammed'e bildirdiğini açıklamaktadır.

 

Yoksa, "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin. (52/13), (11/13)

Eğer size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tanrı yoktur, artık siz Müslüman oluyor musunuz? (52/14), (11/14)

 

Böylece Hz.Muhammed'in "Kur'an’ın "Uydurduğunu" iddia edenlerin "Bilgisine" sahip olmadıkları bu konuda "cevap veremiyorlarsa” Kur'an’ın ancak Allah'ın İlmi ile" indirilmiş olduğu ve Allah'tan başka tanrı bulunmadığı tekrar hatırlatılarak artık "İnanmaları" ve "Müslüman" olmaları yani Allah'a "Teslim" olmaları ihtar edilmektedir. 

 

Bu ihtara aldırmayıp Allah’ın son Peygamberi tarafından kendilerine iletilen vahiylere inanmayan ve inkâr edenlerin, ölüm sonrasındaki ortamlarda "Keşke biz de Müslüman olsaydık" diyerek derin bir "Pişmanlık" duyacakları Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara bildirilmektedir.

 

İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de Müslüman olsaydık, diye arzu ederler. (54/2), (15/2)

Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun, yakında bilecekler! (54/3), (15/3)

 

Zira birçok Ayetlerde insanlara ayrıca bildirildiği gibi, artık bu durumu düzeltecek hiçbir imkân bulunmamaktadır. Bu nedenle Hz.Muhammed'e inkâr edenleri kendi hallerinde "Bırakması" öğüt verilmekte ve kısa bir süre yiyip eğlenerek sürdürecekleri yaşantılarının onları boş bir ümit olarak oyalayacağı ve bu ortamdan ayrıldıklarında kötü sonucu bilecekleri hatırlatılmaktadır.

 

Allah diğer bir Ayetinde Hz.Muhammed’e inanmayan veya inanmakta kuşkuları olan insanlara, gökleri ve yeri (Evreni) yoktan var edenin, yedirdiği halde yedirilmeyenin Allah'tan başkası olmadığını bildirmesini istemektedir.

 

De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim!” De ki: “Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma!” (55/14), (6/14)

“Allah'ın ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” (55/163), (6/163)

 

Buna göre Hz.Muhammed’e “Son Peygamber” olarak kendisine vahiy edilen Ayetlere göre "Müslüman Olanların İlki" olmasının ve müşriklerden olmamasının emredildiğinin toplumuna iletmesi ve onları “uyarması” öğüt vermektedir.

 

Allah Hz.Muhammed'e hitaben insanlara "Müslümanların İlki" olduğunu söylemesini bildirmektedir. Bu ifade ile Yüce Yaratan Kur'an’ın geçmişte ve en son iletmiş olduğu bütün "Özgün Öğretilerin" tümünü ifade eden ve Kendi yanında en "Makbul İnanış" olduğunu açıkladığı "İslam’ı" her anlamda, tüm bozulmalardan ve değişimlerden (tahrifattan) arındırılmış olarak "bütünüyle" kapsadığını, Kur'an’ı insanlara ileten "Uyarıcı" Peygamber Hz.Muhammed'in de böylece ilk "Müslüman" olduğunu bildirmektedir. Buna göre Hz.Muhammed'e ve ona vahyedilen Kur'an’a inananlar "İslam’a" yani Allah'ın geçmişte ve en son iletmiş olduğu bütün "Özgün Öğretilere" inanmış olmakta ve "Müslüman" olarak adlandırılmaktadırlar.

 

Kur'an, özellikle Tevrat'ın insanlarca yeniden ve çıkarlarına göre yazıldığı ve böylece "tahrif edildiği", İncil'de ise İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu gibi asıldan sapma olarak gördüğü konulara değinmektedir. Bu anlamda son peygamber olan Hz.Muhammed aracılığı ile gönderilen Kur'an önceki kitapların “asılları” ile farklı bir söyleme sahip değildir. Nitekim İslam’ın bu tür “sapmalardan” arındırılması için bir Ayetlerde insanlar için Din olarak "İslamın” seçildiği belirtilmektedir.

 

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/3), (19/3)   

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. (89/19), (3/19)

Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)

Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur, şahit olarak Allah yeter. (111/28), (48/28)

Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)

 

Öte yandan, insan kendisine verilen "Akıl" ile serbest bırakılmıştır. Bu nedenle insanlara "Akıllarını" kullanarak bütün bu "gerçekleri" anlamaları ve "Yaratılış" ile ilgili her şeyin "Allah'ın İradesi" olduğu, Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu ve Allah'tan başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığı esasına dayanan "Gerçek Dine" yönelmeleri (Hak Din) öğütlemektedir. Diğer Ayetlerde de "İslam" aynı zamanda "Hak Din" olarak adlandırılmaktadır.

 

Buna göre aslında Adem’den itibaren Dinin (İslam’ın) içeriğinin değişmediği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz.Muhammed’den önceki peygamberlerin insanlara sözlü ve yazılı (kitap) anlatımlarında “zamanın ve bilgi birikimlerinin” gereklerine uygun olarak tüm insanlar için daha “anlaşılır” duruma getirildiğine, böylece artık insanların bu verilen bilgilere göre “Akılları” ile Allah'ı tanımaları, hissetmeleri, kabul etmeleri, teslim olmaları ve ibadet ve secde etmelerinin gerektiğine işaret edilmektedir.

 

Bu durumda Hz.Muhammed’e vahiy edilen ve çeşitli toplum ve kavimlerdeki insanlara “Tek Yaratıcı Gücün” Allah olduğunu bildiren ve “O’na” teslim olunması ve ibadet edilmesini öğütleyen Ayetlerdeki ifadelerden İslam’ın “Hak Din” olarak “son aşamasına” ulaştığı belirtilmekte, İslam’ı kabul eden ve iman edenler de “Müslüman” olarak tanımlanmaktadır.

 

Öte yandan bir diğer Ayette Allah'ın kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açacağı bildirilmektedir.

 

Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir. (55/125), (6/125)

 

Böyle bir lütfa ulaşabilmek için insanların Allah'a inanarak O'na teslim olmaları ve sadece O'na ibadet ederek Allah'ın lütfu olan İslam'ı kabul etmeleri gerektiğine işaret edilmektedir. Buna göre insanlar ancak İslam'ı kabul etmeleri halinde Allah'ın lütfu ile kalbini İslâm'a açmayı "diledikleri" arasında olmayı umut edebilecektir. Diğer bir ifade ile Yüce Allah’ın insanları "Doğru Yola" iletmeyi istemesinin ancak "Akıllarını Kullanarak" kendilerine iletilen "Yaratılış" ve "Yaratıcı" ile ilgili "Gerçekleri" anlayıp onlara "Samimiyetle" inananlar için mümkün olabileceğini bildirmektedir. Allah’a ve “Hak Dine” inanmayanların ise Allah’ın "Saptırmak" isteyeceği insanlar olacakları, onların kalbini iyice daraltıp üzerlerine pislik ve kirlilik (Murdarlık) vereceği bildirilmektedir.

 

Diğer önemli Ayetlerde Hz.Muhammed’in özel durumuna dikkat çekilerek bütün "Yaratılışların" tek "Yaratıcısının" yalnız Allah olduğuna inanarak O'na teslim olup O’na ibadet (Kulluk) etmesinin ve böylece kendisinden sonra gelecek bütün insanlara da “İslam’a” iman etmelerinde önderlik (peygamberlik) ederek Müslümanların “İlki” olmasının Hz.Muhammed'e emredildiği açıklanmaktadır.

 

De ki: “Bana, dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.”  (59/11), (39/11)

“Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu.”  (59/12), (39/12)

 

Yüce Yaratan Müslümanların “İlki” ifadesi ile Kur'an’ın geçmişte ve en son iletmiş olduğu bütün "Özgün Öğretilerin" tümünü kapsayan ve en "Makbul İnanış" olarak tanımladığı "İslam’ı" her anlamda, tüm bozulmalardan ve değişimlerden (tahrifattan) arındırılmış olarak "bütünüyle" kapsadığına işaret etmektedir.  Böylece Kur'an’ı insanlara ileten "Uyarıcı" Peygamber Hz.Muhammed'in de bu anlamda “İlk Müslüman" olduğunu bildirmektedir. Buna göre bütün "Yaratılışların" tek "Yaratıcısının" yalnız Allah olduğuna inanılması ve O'na teslim olarak ibadet edilmesinin, Adem ve sonrasında gelen Peygamberler ve özellikle de Nuh, İbrahim, Musa ve İsa Peygamberler tarafından insanlara iletilen “Halis Din” olduğu belirtilmekte ve diğer Ayetlerde belirtildiği gibi "İslam" olarak adlandırılan bu Dine inananlar da "Müslüman" olarak tanımlanmaktadır.

 

Yüce Allah, "Kendisini" anlayıp tanımaya karar verenlerin sevgilerini (Gönüllerini) İslam'a açtığını "Kendisinden" bir "Işık" ile (Nur) onlarla bir "Bağ" kurduğunu belirterek insanları ve özellikle inanmayanları uyarmaktadır.

 

Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! işte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler. (59/22), (39/22)

 

Bu uyarılara göre Allah'ı anmak ve O'nu tanımak hususunda yapılan bu uyarılara aldırmayıp "Kibirlenerek" kalpleri katılaşmış olanların bu fırsattan ve "Lütuftan" yararlanamadıkları ve bunların apaçık bir "Sapıklık" içinde oldukları bir defa daha açıklanmaktadır.

 

Ayrıca Müslümanların insanları Allah’a yönlendirerek iyi işler yapmalarını öğütledikleri belirtilmektedir.  

 

Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?  (61/33), (41/33)

 

Buna göre İslam’a inanarak “Müslüman” olanların insanları Allah’a “çağıran” ve iyi işler yapılmasını öğütleyen sözlerinden daha güzel bir söz bulunmadığı açıklanmakta ve insanlardan “İslam” ile ilgili bilgi edinerek içeriğini anlamaları beklenmektedir.

 

Yüce Allah diğer bir Ayetinde de İbrahim, Musa ve İsa'ya yaptığı "Tavsiyelerin" Hz.Muhammed tarafından "Tüm İnsanlara" iletilerek "Din" kıldığını, adı geçen Peygamberlere iletilen "Tavsiyeler" ile Hz.Muhammed tarafından "Kur'an" ile iletilen "Tavsiyelerin" aslında aynı "Din" olduğunu, bu Dini "İslam" olarak tanımladığını, artık bu Dinin “ayakta tutulmasını ve Dinde ayrılığa düşülmemesini bir defa daha tüm insanlara “önemli bir ihtar” olarak bütün insanlara bildirmektedir.

 

"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı; fakat kendilerini çağırdığın bu Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. (62/13), (42/13)

 

Nitekim Yüce Yaratan Peygamberleri ile insanlara "İlettiği" Ayetlerine inanan ve “Müslüman” olanlara "Doğrudan" hitap etmekte ve ölümleri sonrasındaki ortama ulaştıkları zaman onlara "Korku" olmadığını ve "Üzülmeyeceklerini" söylemektedir.

 

“Ey ayetlerimize inanan ve Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur." (63/68), (43/68)

"Sizler üzülmeyeceksiniz” de. (63/69), (43/69)

Siz ve eşleriniz, ağırlanmış olarak cennete giriniz!  (63/70), (43/70)

 

Ayrıca, onların ve eşlerinin sevinç ve mutlulukla (Ağırlanmış Olarak) Cennete girecekleri açıklanmaktadır. Bu nedenle insanlara en güçlü oldukları kırklı yaşlara ulaştıklarında kendisi ve gelecek nesli için dua edip Allah'a olan inanç ve teslimiyetini bildirmesi öğüt verilmektedir.

 

Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: “Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben Müslümanlardanım.” (66/15), (46/15)

Öte yandan Allah "Kıyamete" kadar yaşayacak olan bütün insanlara hayal edebildikleri her şeyi yapabilmelerine olanak sağlayan unsurları esasen "Kendisinin" meydana getirmiş olduğunu hatırlatmaktadır.

 

Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı, dağlarda da sizin için barınaklar yarattı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı; işte böylece Allah, Müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.  (70/81), (16/81)

 

Bu açıklama ile Allah, insanlara "Akıllarını" kullanmaları halinde hayal edebildikleri her şeyi yapabileceklerini anlayıp Allah’a "İman" etmeleri (Müslüman olmaları) için faydalanacakları her şeyi onlara sağlayacak olan "Akıllarını" onlara lütfettiğini, böylece bütün insanlara vereceğini vaat ettiği "nimetini" tamamladığını bildirmektedir.   

 

Ayrıca Kur’an’ın da son olarak tebliğ görevi verilen Hz.Muhammed'e her şey için bir açıklama, bir hidayet (Kurtuluş) ve rahmet (Af) kaynağı ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar (Kıyamet) yaşayacak olan ve inanan “Müslümanlar” ve bütün "Akıllı" insanlar için bir müjde olarak "indirildiği" yeniden hatırlatılmaktadır.

 

Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.  (70/89), (16/89)

De ki: “Onu, Mukaddes Ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (70/102), (16/102)

 

Buna göre Kur’an’ın bütün "Akıllı" insanların “gerçekleri” anlayabilmelerini sağlayacak açıklamaların ayrıca nefslerinin dürtülerinin etkilerinden kurtulmalarının ve af edilebilmelerinin “kaynağı” olduğunu anlayıp ölüm sonrasına Müslüman olarak dönebilmeleri için hak (gerçekler) olarak indirildiği bildirilmektedir. Buna göre bütün “Akıllı” insanlardan bu “gerçekler” üzerinde düşünmeleri ve imanlarında devamlı olmaları beklenmektedir.

 

Yüce Allah Hz.Muhammed’e Kur'an Ayetlerinde defalarca yapılan bütün uyarı, öğüt ve önerilere rağmen gösterilen "doğru yolu" henüz göremeyip Allah'a iman etmeyenlere bir defa daha düşünmeleri için hala İslam'ı anlayıp Müslüman olup olmayacaklarını sormasını istemektedir.

 

De ki: “Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi. Hâla Müslüman olmayacak mısınız?”   (73/108), (21/108)

 

 Şayet inkarlarını sürdürmeleri halinde nelerle karşılaşacaklarının kendilerine defalarca açıklandığına işaret edilerek Allah'ın insanların ne düşündüklerini ve neyi gizlediklerini bildiği yeniden hatırlatılmaktadır.

 

Yüce Allah iman etmiş olan müminlere de "Allah'ın Yolu" olan bu "Doğru Yoldan" ayrılmamalarını, Allah'tan, “O'na” yaraşır şekilde korkmalarını ve ancak Müslümanlar olarak can vermelerini öğüt verilmektedir.

 

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. (89/102), (3/102)

 

Ayette belirtilen "Allah'tan Korkmak" ifadesi, “Tek Yaratıcı Güç” olarak Allah'ın rahmet, merhamet ve sevgisinden mahrum kalmaktan çekinilmesini ifade etmektedir.

Yüce Allah’a iman ederek O’na teslim olan, O'nu ve bildirdiklerini kabul eden (Mümin), yalnız O'na ibadet eden (Taat), doğru olan, sabreden, mütevazi olan, sadaka veren, oruç tutan, ırzlarını (namuslarını) koruyan, Allah'ı çok zikreden (anan) Müslümanların Allah'ın "affetmesine" ulaşacakları ve Allah'ın onlar için büyük bir ödül (mükâfat) hazırladığı bildirilmektedir.

 

Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (90/35), (33/35)

Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (90/36), (33/36)

 

Bu ödüle sahip olmak üzere inanmış erkek ve kadınların bir konu hakkında Hz.Muhammed'in (Resulü) Ayetlere dayanarak verdiği "hükümlere" inanmaları gerektiği ve bunlar dışında inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkının bulunmadığı hatırlatılmaktadır. Bu nedenle de Allah'a (Ayetlerine) ve Resulüne karşı gelindiği takdirde apaçık bir "sapıklığa" düşüleceği bildirilerek bütün insanlar ve özellikle "iman etmiş" olanlar uyarılmaktadır.

Bir diğer Ayette de Allah'ın işlerini doğru olarak yapan, kendini Allah'a veren (doğru yolda olan) ve "Allah'ı Bir" tanıyan inanca (İslam’a) sahip olan İbrahim'i "Dost" edindiği açıklanmakta ve İbrahim'in Allah'ı bir tanıyan İslam’a tâbi olan kimseden "dince" daha güzel kimsenin bulunmadığı bildirilmektedir.

 

İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir. (92/125), (4/125)

 

Kur'an Ayetlerine göre iman “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’a inanmak olarak tanımlanmakta ve “İslam” olarak adlandırılmakta, buna göre “İslam” inancının yeryüzünde Adem ile başladığı anlaşılmakta ve Adem’in “İlk Peygamber” olarak ve sonraki tüm peygamberlerin de hep aynı yol üzerinde bulundukları ve insanlara “Tek Yaratıcı Güç” olarak “Yüce” Allah'ı tanımayı öğütledikleri bildirilmektedir.

 

Bu görüş ve anlayışın tabii bir sonucu olarak “Akıllı İnsanların” barış ve huzur içerisinde bulunabilmelerinin ifadesi olan “İslam” inancı, Kur’an Ayetinde “Allah’ın Dini” olarak tanımlanmaktadır.

 

Buna göre adı geçen Peygamberlere de iletilmiş olan ve Allah'ın "Din" olarak tanımlayıp bütün insanları "çağırması" için Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" ve tüm uyarı, öğüt ve önerilerine (tavsiyelerine) ile Hz.Muhammed tarafından "Kur'an" ile iletilen "Tavsiyeler" aslında aynı "Din" olmaktadır. Yüce Allah bu "özel" niteliği nedeniyle bu "Dini" Kur'an Ayetlerine "İslam" olarak tanımladığını ve "İslam Dininin" en "doğru" ve "Kendisini" ifade eden "Din" olduğunu açıklamaktadır. 

 

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)

Bu durumda önceki Peygamberler tarafından insanlara iletilen ve birçoğu sonradan "Kaybolan" veya "Değişikliğe" uğrayan “İslam” ile ilgili "Asıl" unsurların "Kur'an" içeriğinde birleştirilip derlendiği ve son insan bu ortamdan ayrılıncaya kadar "Değişmemek" üzere "Toparlanmış" olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Müslümanların da kendilerine kitap verilmişlere, o kitapları tanıdıkları ve aynı Allah'a teslim olduklarını ifade etmeleri gerekir.

 

İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz Allah'a teslim olmuşuzdur.” (85/46), (29/46)

 

Bu tavır, uluslararası ilişkilerde önem taşımaktadır. Her kes kendine verilen kitap ile işlem yapacaktır. Ancak, “Kitap Ehlinin” Kur'an’ı tanıyıp onda iman ettiklerine ait “gerçekleri” gördüklerinde esasen “İslam’a” tabi olduklarını hatırlayabileceklerine dikkat çekilmektedir. Zira İslam, en “özlü” olarak Allah'ı tanıyıp Allah'a teslim olmak ve sadece Allah'a ibadet etmektir. Yani, "İnsan Olmak" ancak “İslam” ile tam olarak mümkün olabilecektir.

 

"İşte böylece sana bu Kitab'ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi, ancak kafirler bile bile inkar eder." (85/47), (29/47)

 

Anlaşılacağı gibi Kendilerine kitap verilenlerden aklını kullananlar Kur'an’ı da tanıyıp onaylamaktadırlar.

 

Buna göre Allah’ın düşünüp öğüt alınması için tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e birbiri ardına "Vahiy" ederek gönderdiği Ayetlerine daha önce kendilerine "Kitap" verilenlerin de "İman Edeceklerine" yani "Esasen İman Etmek" durumunda olacaklarına işaret edilmektedir. Çünkü bu Ayetler okunduğu zaman kendilerine daha önce iletilenler ile "Özünde" aynı unsurları taşıdığını, özellikle de "Tek Yaratıcının" gerçekliğini ve O'na "Teslim Olunmasının" gerektiğini görecekleri ve bu durumda esasen kendilerinin daha önce de "Teslim Olmuş" kimseler yani "Müslüman" olduklarını ifade edecekleri belirtilmektedir.

 

Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. (49/52), (28/52)

Onlara okunduğu zaman: “Ona iman ettik, çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir, esasen biz daha önce de Müslüman idik” derler. (49/53), (28/53)

 

Nitekim "Allah'a ve Hz.Muhammed'e indirilene (Kur'an), İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri Allah tarafından verilenlere inanılarak iman edilmesi ve onların birbirlerinden ayırt edilmeden sadece "Tek Yaratan" olan Allah'a teslim olunması" olarak tanımlanan Din "İslam" olarak adlandırılmaktadır.

 

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/3), (19/3)

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. (89/19), (3/19)

De ki:" Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz."(89/84), (3/84)

Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)

 

Adem’den sonra gelen Peygamberlerin, özellikle de Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’in onlara lütfedilen “Algılama” güçleri ile (Vahiy edilenler ile) Allah'ın “Tek Yaratıcı Güç” olduğu konusunda bilgili oldukları ve bunu tereddütsüz olarak kabul ve ifade etmiş oldukları, bu nedenle dönemlerinde birlikte yaşadıkları insanlara da bunları açıklamakla “görevlendirildikleri” yine Ayetlerdeki ifadelerde bildirilmektedir.

 

Bu durumda Adem'in ortaya çıkmasından önce bu ortamda yaşamakta olan “insansı” yapılara, Adem’den sonra da bir süre varlıklarını sürdürmüş olsalar dahi, Yüce Allah'ın Ruhundan taşımadıkları için "İnsan" denilmesi mümkün olmayacaktır. Zira Adem ve eşinden olan insanların "insansı" yapılar ile birleşmeleri sonucunda Dünyaya gelen yeni “Akıllı İnsan” yapıları, “Anne Karnında” dört aylık iken “İnsan Ruhlarının” Yüce Allah'ın Ruhundan indirilmesi (üflenmesi) nedeniyle "İnsan" olarak tanımlanmaktadır. Bu durum sadece “Akıllı” insanların “Ruhlarında” aslında "Yüce Yaratan'ın Ruhunu” taşımakta olduğunu göstermektedir.

 

Yüce Allah’ın “görevlendirdiği” peygamberlerin ise, “İnsanın” Allah tarafından önce gerçek ortamda yaratıldığını, sonra onlar için hazırlanan bu Dünya ortamına “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ı tanıyıp, algılayıp O'na teslim olmaları gerektiğini kendilerine lütfedilmiş olan “Akıl” unsurunu kullanarak insanlara anlatabilmeleri için belli bir düzende gönderildikleri ve esasen Ruhlarında bulunan bu “bilgileri” diğer insanlara bildirdikleri açıklanmaktadır.

 

Zamanla peygamberler arasında geçen dönemlerde insanların çeşitli etkileşimlerin etkisinde kalarak doğa olaylarının ve hatta kendi yaptıkları eşya ve şeylerin “yaratıcı” olduğuna inanıp bu asıl inanıştan (İslam’dan) ayrıldıkları görülmüştür. Bu nedenle Dünya ortamında ortaya çıkan ilk insanlardan itibaren "inanç" konusundaki gelişmeler ve etkileşimler sonucunda bugün yaşayan tüm insanların “İslam” inancı dışında da “İlahi” bir “Güç” üzerinde şekillenen "çok çeşitli" inanışlara sahip oldukları görülmektedir. Bu durumun yukarıdaki bölümlerde değinildiği gibi “Yüce Yaratan Allah” fikrini temel alan İslam’ı "İnkâr" etseler dahi, “Akıllı” insanların taşıdıkları "Ruhun" Yüce Yaratan'a ait olduğunu ve ölünceye kadar bedenlerinde bulunacağını yanlış yorumlamalarının ve anlayamamış olmalarının sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu ortamda yaşamaya başlamadan önce Allah’ın huzurundaki “Elest” toplantısında Allah’ın insanların “Rabbi” olduğunu kabul ettikleri “gerçeği” Allah’ın “Ruhundan” indirilen Ruhlarında yer almakta ve asla kaybolmamaktadır.

 

Bu bilgilere göre, Kur'an Ayetlerinde belirtildiği gibi, İslam'ın bütün insanlar açısından tek "doğru" ve tek" gerçek" inanış olduğunun bütün insanlar tarafından dikkate alınması istenmekte ve bütün insanlardan "Akıllarını" kullanarak ve "gerçekliği” araştırılıp anlaşılarak kendilerine “bildirilenlere” uyulup uyulmamasına yine "Kendilerinin" karar vermeleri beklenmektedir. Bu konuda, bugün Müslüman olmayan insanların İslam bilincine ulaşabilmeleri, bu inanca çok daha kolay ulaşabilecek olan Müslüman ailelerden yetişen insanlara göre “gayret” gerektirmekte ve bir anlamda çok daha değerli olmaktadır. Zira onların akıl yürüterek Allah'ı bulmalarında çevresel zorlukları da aşmaları gerekmektedir.

 

İslam konusunda Britannica Ansiklopedisinde oldukça aydınlatıcı bir açıklama yer almaktadır

https://www.britannica.com/topic/Islam

 

Buna rağmen, Hz.Muhammed'in davetinin Allah'a "Ortak" olarak kendi "uydurdukları" şeyleri "tanrı" edinenlere (Ortak Koşanlara) ve O'na inanmayanlara "ağır geldiği" ve "çağırıldıkları" İslam'ın bütün insanlar açısından tek "doğru" ve tek "gerçek" inanış biçimi olduğunu kabullenemedikleri belirtilmektedir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, "İnsanların" zaman zaman "Akıllarını Kullanmak" yerine "nefslerinin" etkisi altında kalarak "İslam" dışında geliştirdikleri düşünceleri de "Din" olarak tanımladıkları ve her dinde çevrelerinde gördükleri, algıladıkları veya korktukları şeylerin, daha çok "insani" veya "hayvani" bir yapı olarak "hayal ettikleri" bir veya bir çok "güç" tarafından oluşturulduğunu, insanların da bu "güç" veya "güçler" tarafından "yönetildiklerini" düşündükleri ve bu nedenle "tanrı" olarak adlandırdıkları bu gücü veya güçleri bir şekilde "hoşnut" etmeye çalıştıkları geçmiş dönemlere ait bilgilerden anlaşılmaktadır.

 

Buna göre "tanrı", insanlar tarafından çeşitli "etkenlere" bağlı olarak "erişilmez" bir "güç" olarak tasarlanarak ona bir şekilde "kişilik" verilmektedir. Bunun sonucu olarak insanlık tarihi boyunca kendilerine "Gerçekleri" ileten uyarıcı insanlara "İnanmamak" ve onları toplum dışına itmek "İnanmayanların" bir diğer ortak özelliği olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Aslında günümüzde de var olan ve uygulanan "Allah İnancı" dışındaki her türlü "din" anlayışını benimseyenlere, Yüce Allah'ın tüm insanlara öğüt ve önerilerini iletmek üzere "Dilediğini" uyarıcı olarak seçtiği ve bu uyarıcıların ilettiklerini dikkate alarak "Kendisine" yönelenleri "Doğru Yola" ileteceği bildirilmektedir. Bu nedenle Yüce Allah, ancak "Akıllarını Kullanarak" Allah'a yönelenlerin Allah'ın "diledikleri" arasında olabileceklerini onlara iletmesini Hz. Muhammed'den istemektedir.

 

Bu uyarı ve açıklamalardan insanların kendilerince hayal ettikleri "tanrıların" ve bu tanrıların emir ve istekleri olarak "gelenek" haline getirilen "din uygulamaların" hiç birisinin, Ayetlerde "Gerçek Din" olarak bildirilen "İslam" olmadığı anlaşılmaktadır.

 

Allah, geçmiş bazı peygamberler ile ilgili açıklamaların sonrasında İnsanlara bu Peygamberler ve onlara inanıp Allah'a iman edenlerin "Bir Tek Ümmet" olduklarını açıklamakta ve "Rab" olarak sadece "Kendisine" kulluk edilmesini önermektedir.

 

Hakikaten bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim, öyle ise bana kulluk edin. (73/92), (21/92)

 

İşte tüm Peygamberler tarafından Allah'ın "Tek" ve "En Yüce" bir “Gerçek” olduğunun iletilmesi ve tüm insanların bu iletilere inanıp iman etmeleri "Bir Tek" Dine işaret etmekte ve bu Din "İslam" olarak tanımlanmaktadır.

 

İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. (87/130), (2/130)

 

Allah, insanların Kendisini tanımaları ve O'nu hissetmeleri için Ayetlerinde insanlara belli bir yol ve yöntemleri göstermiştir. Bu yol ve yöntemler insanların dünyaya ilk geldikleri zamandan bu yana çeşitli şekillerde var olmuştur. Zira, insanların yapılarında "Ruh" olarak adlandırılan ve Allah'ın Ruhundan İnsanların bünyelerine indirilen (Kur'an’daki Kendi ifadesi ile üflenen) bir unsur bulunmaktadır. Bu unsur, yaratıcısı ve ait olduğu Allah'ı her an hissetmektedir. İnsan Ruhunun böylece Allah ile her an temasta bulunması, insanlarda da her an bir şeyin kendisini etkilemekte olduğunu hissettirmekte ve güçlü bir şekilde o şeyi anlama ve arama isteğini ortaya çıkartmaktadır. Bu istek ve dürtüler ile insanlardan bazıları daha hassas ve uygun yapıları ile bazı ip uçlarını keşfetmekte ve bunları diğerleri ile paylaşarak bir tür manevi tatmin yolu bulmaktadırlar.

 

Çağlar boyunca bu arama ve tatmin hisleri ve yolları gelişerek daha düzenli bir duruma gelmiştir. Belirtilen gelişme ve düzene kavuşma olguları, o sırada Yüce Allah tarafından görevlendirilen ve bu konularda son derece ileri ve bilgili bir durumda olan "Seçilmiş Önder İnsanlar" olan peygamberler aracılığı ile toplumlara aktarılmışlardır.

 

Akıllı İnsanlığın geçmişinde yer alan birçok peygamber bulunmaktadır. Allah, gönderdiği en son peygamber olan Hz.Muhammed aracılığı ile insanlara son ve kapsamlı bir yazılı metin indirmiştir. Tamamı öğütler ve yol göstermeler ile dolu olan bu metin (Kur'an) din (İslam) konusundaki gelişmeleri de açıklamaktadır. Yüce Allah Ayetlerinde Allah’ın İslam’ı kabul ederek “Müslüman" olmasını İbrahim’e bildirdiğini, onun da Allah’a boyun eğdiğini bildirmekte ve böylece İbrahim Peygamberin yolu ve yönteminin “İslam” olduğuna işaret etmektedir.

 

Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti. (87/131), (2/131)

Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da. Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti, O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz. (87/132), (2/132)

 

Nitekim İbrahim'den sonra gelen nesiller ve gönderilen peygamberler İslam-Müslüman olarak nitelenen bu "Tek ve Yüce Allah" felsefesini geliştirdikleri ve diğer insanlara öğretme çabası içerisinde oldukları belirtilmektedir.

 

Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler. (87/133), (2/133)

Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz. (87/134), (2/134)

 

Ayetlerde ayrıca Yahudilerin kendi milletlerinin "Ataları" olan İbrâhim, İshak, Ya‘kub gibi peygamberlerin soyundan gelmiş olmalarını ileri sürerek kendilerinin "seçilmiş" ve "imtiyazlı" bir toplum oldukları şeklindeki düşüncelerinin doğru olmadığına işaret edilmekte ve her toplumun kazandıklarının “kendilerine” ait olduğu belirtilerek insanların yaptıklarından ötürü "bireysel" olarak sorumluklarının bulunduğuna bunun aynı zamanda İslam’ın "temel" prensibi olduğuna işaret edilmektedir.

 

Ayette söz konusu peygamberlerle övünenlerin artık gelip geçtiği, onların yaptıklarının sadece kendilerini ilgilendirdiği belirtilerek bütün insanlara da ölüm sonrasındaki yaşamlarında herkesin yalnızca "kendi" yaptıklarından "şahsen" sorumlu olacağı; geçmişleriyle övünmenin kendi sorumluluklarından kurtulmalarına bir yararının bulunmayacağı, kurtuluşa ulaşılabilmenin yeryüzünde yaşarken bu gerçekleri fark ederek durumlarını ve yaptıklarını gözden geçirmeleri ile mümkün olabileceği açıklanmaktadır.

 

Ancak Yakup peygamberin (İsrail) torunları olan Yahudilerin İbrahim, İsmail, İshak’ın "Rabbi" olan tek Allah'a teslim olduklarını söylemelerine rağmen, İbrahim’in yolundan giden Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara iletilmek üzere ona vahiy ettiği Allah'ın "son" uyarı, öğüt ve önerilerine inanmamaktadırlar.

 

Bu ifadelerden İslam’ın insanlara gönderilen peygamberlerin katkıları sürekli olarak geliştiği görülmektedir. Her toplum devir aldığı “felsefi disiplini” elde ettikleri “bilgi birikimlerinin” ve Peygamberlerin “öğretilerinin” etkisi ile daha iyi anlamaktadır. Böyle olunca, sonrakilerin anlayış ve uygulamaları öncekilerden farklılık göstermekte ve insanlarda öncekilerin bazı şeyleri noksan olarak düşündükleri veya yaptıkları fikrini ortaya çıkarmaktadır. Bu tür “fikir ayrılıklarının” en aza indirilmesi, bir zaman diliminde yaşayan toplulukların önceki zaman dilimlerinde elde edilen kazanım ve uygulamalarını kendi zamanlarındaki durum ve koşullara göre değerlendirilmesi ile mümkün olacaktır.

 

Buna göre sonra gelen insanlar, elde ettikleri yeni bilgi ve deneyimlerin de katkısı ile, adı İslam olan ve her şeyin tek hakimi ve yaratıcısının olduğu ve bu sınırsız gücün Allah olduğu ana fikrini işleyip geliştiren Dinin felsefesini geliştirmek ve daha ileri düzeylere ulaşmak durumundadırlar. Dünyadaki "Zaman" diliminde sonra gelen insanlar, öncekilerin yaptıklarından sorumlu bulunmamaktadırlar. Onlar kendi zamanlarına kadar getirilmiş ve geliştirilmiş olan "Allah İnancını" ve "Doğru Yolu" anlamak ve daha da geliştirmek durumundadırlar ve ancak bu konuda sorumlu olacaklardır.

 

Ancak, insanlar yapılarında yer alan ve kendi "benliğini" en önde tutan "nefsinin” etkisi altında bulunmaktadır. Bu etki o derece güçlüdür ki, Din olarak tanımlanan inanış felsefesini de “gerçekleri” inkar edecek ya da değiştirecek şekilde etkilemektedir. Nitekim, "Tek ve Yüce Yaratıcı Allah" fikrinin kabul edilmesi ve O'na inanışı ve teslimiyeti ifade eden "İslam” Dini de insanların bu sınır tanımaz "nefsinden" etkilenmektedir. İnsanlar, İslam anlayışını anlayıp geliştirmek ile sorumlu iken, nefsine yenilen ve böylece bu dünyada bulundukları sürede diğer insanlara göre daha fazla geçimlik, şan, şöhret sağlanabildiğini gören bazı güçlü karaktere sahip olan insanlar, bu etkinlikleri elde edebilmek ve sürdürmek için Dini (İslam’ı) kendi “çıkarlarına” hizmet edecek şekilde "Değiştirmekte" bir sakınca görmemektedir. Böylece Allah ve İslam felsefesi kullanılarak insan menfaatinin belli kişi ve zümrelere yönlendirilmesi ve tüm insanlar arası güç ve zenginliğin buralarda toplanması amaçlanmış ve bir ölçüde sağlanmıştır. Sonuçta görünürde İslam’a olan bağlılıkları ileri sürülerek aslında kendi çıkarlarına göre yönlendirilmiş bazı öğreti ve felsefeler üzerinden İslam’ın asıl amacı ile olan ilişkisi giderek zayıflatılmış olduğu söylenebilir.

 

Bu anlamda Yahudilerin ve Hristiyanların Hz.Muhammed tarafından bütün insanlara bildirilen "Son Uyarılar" karşısında sahip oldukları zenginlikleri veya itibarlarını tehlikede gördükleri ve bu nedenle de Müslümanlara doğru yolu bulabilmeleri için İbrahim Peygamberi delil olarak göstererek Yahudi ya da Hristiyan olmalarını telkin ettikleri belirtilmektedir. Yüce Allah Müslümanlara, İbrahim'in Allah'a dosdoğru inanan (Hanif) bir peygamber olduğunu hatırlatarak onlara İbrahim'in dinine uyduklarını çünkü onun kendilerinin yaptığı gibi "vahiyleri değiştirerek Allah'a ortak koşanlardan" olmadığını (Müşriklerden olmadığını) bildirmelerini öğüt vermektedir.

 

Yahudi ya da Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi. (87/135), (2/135)

 

Allah’ın” Tek Yaratıcı Güç” olduğu düşüncesini temel alan İslam’ı ve onun felsefesini anlayıp kabul eden (mümin ve inanmış) insanların, bu telkin ve zorlamaları yapan insanların “nefsleri ile” yaptıklarını kolayca görebildikleri ve asıl "Doğru Yol" dan ayrılmayacakları belirtilmektedir. Bu konuda Kur'an’da “Doğru Yolda” bulunanlara bazı öğütlerde bulunulmaktadır.

 

"Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk" deyin.  (87/136), (2/136)

 

İslam inancına sahip olanlar, Tek Allah fikri etrafında toplananlardır. Bu inanç felsefesi, en etkili ve kapsamlı olarak ilk defa İbrahim Peygamber ile başlamıştır. Ondan sonra görevlendirilen tüm peygamberler bu ana fikir üzerinde giderek gelişen bir anlayış geliştirmişler ve bir kısmına indirilmiş olan vahiylerde de bu konu ile ilgili öğüt, örnek ve öneriler yer almıştır.

 

Bu nedenle, Allah'a ve Allah tarafından görevlendirilen peygamberlere ve bu peygamberler aracılığı ile insanlara gönderilen ve indirilen tüm bilgi ve belgelere hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inanmak, İslam inancının aslını öğretileri arasında bulunmaktadır. Zira bütün görevli peygamberler ve onlar aracılığı ile insanlara ulaştırılan bilgi ve belgeler, insanların "Yaratılışı" anlama, Allah'ı tanıma, algılama ve O'na inanıp O’na teslim olma yolunda birer yol gösterici, uyarıcı ve yönlendirici olarak işlevde bulunmuşlardır.

 

Bu anlayışın dışında kalanların, edindikleri bilgi ve belgeleri nefslerinin etkisi ile “çıkarları” uğruna değiştirip bir kenara bırakarak insan menfaatlerine uygun olarak yeni bilgi ve belgeleri üretenler ve bunlarla diğer insanları etki altına alanlar oldukları görülmektedir.

 

Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. (87/137), (2/137)

Allah'ın rengiyle boyandık.  Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz. (87/138), (2/138)

De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, Allah'ın hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz Allah'a gönülden bağlananlarız. (87/139), (2/139)

Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın yahudi, yahut hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?  Allah tarafından kendisine bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.  (87/140), (2/140)

Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz. (87/141), (2/141)

 

Yüce Allah, Yahudi ve Hristiyanların insanların doğru yolu bulabilmeleri için Yahudi ya da hristiyan olmalarını telkin etmelerine karşılık olarak aslında onların Hz.Muhammed'in ilettiği "İslam’a" inananlar gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olacakları, bundan dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olacaklarını bildirmektedir. Onların bu ve benzer telkinlerine karşı Kur'an Ayetleri ile bildirilen “Allah İnancının” yeterli olacağı ve Allah'ın "işiten ve bilen" olduğunun unutulmamasının gerektiği Hz.Muhammed'e ve onun öğretilerini izleyen bütün Müslümanlara hatırlatılmaktadır.

 

Yahudi ve Hristiyanlarla yapılacak tartışmalarda Müslümanların Allah'ın Kur'an Ayetleri ile bütün insanlara bildirdiklerine inanmış olduklarının (Allah'ın rengiyle boyandıklarının), Allah'tan daha güzel inanç düşüncesini ve Allah'ınla olan "birliktelik" hissini (daha güzel rengi) hiçbir şeyin ya da kimsenin veremeyeceğinin, ancak O'na teslim olduklarının (kulluk ettiklerinin), Allah Müslümanların da, onların da ve bütün insanların da "Rabbi" olduğu halde Allah'ın hakkında tartışmaya girişilmesinin anlamı bulunmadığının, Müslüman olanların ve olmayanların yaptıklarının sadece "kendilerine" ait olduğunun ve Müslümanların Allah'a gönülden bağlı olduklarının onlara hatırlatılması öğüt verilmektedir.

 

Ayrıca geçmiş peygamberlerin ve toplumlarının artık gelip geçtiği, onların yaptıklarının sadece kendilerini ilgilendirdiği belirtilerek bütün insanlara da ölüm sonrasındaki yaşamlarında herkesin yalnızca "kendi" yaptıklarından "şahsen" sorumlu olacağı belirtilmektedir.

 

Kendilerine peygamberleri tarafından iletilen “asıl” bilgi ve belgeleri değiştirip menfaatleri doğrultusunda yöntemler geliştiren insanlar karşısında ancak Allah'a kulluk edilmesi gerektiğinin söylenmesi öğütlenmektedir. Zira tek doğru yol ancak Allah’ı anlamak ve Allah'ın gerçekliğini kabul edip tamamen Allah'a teslim olmaktır. Ayrıca görevlendirilen peygamberleri “kendileri” tarafından düzenlenen yöntemlerin öğreticisi veya düzenleyicisi olarak, diğer bir deyimle Yahudi veya Hristiyan olarak göstermek bu yöntemlerin doğru yol olduğuna işaret sayılamaz. Allah, görevlendirdiği bu peygamberlerin insanlara neleri ilettiklerini en iyi bilendir. Bu nedenle onların Yahudi veya Hristiyan olarak nitelendirilmelerinin yanlış olduğuna işaret etmektedir. Onlar, Allah'ın elçileridir ve kendilerine verilen görevleri hakkıyla yerine getirmişlerdir. Ancak nefslerine teslim olan insanlar Allah'ın insanlara ilettiği gerçekler (Şahit Oldukları) yerine insanları kendi düzenledikleri yöntemlere şahit tutarlar ve böylece Allah ve Allah'a inanan insanlar yanında ancak "Zalim" olarak anılırlar. Şurası unutulmamalıdır ki, her şeyi yaratan ve her şeyin mutlak hakimi ve sahibi olan o muhteşem "Yaratıcı Güç", insanların yaptığı her şeyden haberdardır ve asla yapılanlardan gafil değildir.

 

Bu açıklamalara göre, "Gerçek ve Asıl" Musevi ve İsevi öğretilerine inanan insanlardan, gerçekten ve samimi olarak "Yüksek İrade" olan Allah'a inananlar, Allah'ı "Tek Yaratan" olarak tanıyanlar, Allah'a teslim olup sadece Allah'a ibadet ederek Allah'a teşekkürlerini (şükredenler) sunanlar ve Allah'ı yücelttiklerini ifade edip iman edenler "İslam" tanımına girmektedirler. Zira Kur'an “Asıl” ve bozulmamış gerçek Allah Sözü Kitapları teyit ve tasdik etmektedir ve o kitaplarda Kur'an’da belirtilen hususlarda bir aykırılık bulunmamaktadır. Bu kitapların günümüzdeki nüshalarında Kur'an ile bir aykırılıkları var ise bunların geçmiş dönemlerde bazı insanlar tarafından yapıldıkları kesin bir durumdur.

 

Ayrıca Allah'a iman etme konusunda istekli ve ilgili olmayanların "İnandık" demelerine karşılık olarak kendileri için isteklerde bulunduklarına işaret edilmektedir. Böyle davrananların aslında “inandık” demelerinin bile imana ermeleri için Allah'ın lütfu olarak onlara verdiği bir “fırsat” olduğuna işaret edilmekte ve İslâm'a girdikleri için Hz.Muhammed’i minnet altına sokmalarının doğru olmadığı açıklanmaktadır.

 

Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar, de ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur. (106/17), (49/17)

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir.   (106/18), (49/18)

 

Yüce Allah kendilerine ilettiği "gerçekleri" sadece çıkarlarının korunması amacı ile "kabullenmiş" görünenlerin bu tutumları ile ilgili olarak Hz.Muhammed'i uyarmakta ve onlara aslında iman etmediklerini, henüz imanın kalplerine yerleşmediğini söylemesini önermektedir. Ayrıca Allah'a ve kendisine "inanarak" itaat edenlerin hiçbir şey kaybetmeyecekleri, işlerinden hiçbir şeyin eksilmeyeceği, çünkü Allah'ın çok affedici ve insanları koruyucu olduğu hatırlatılmakta ve ancak Allah'a ve Resulüne iman eden ve ondan sonra asla şüpheye düşmeyenlerin ve doğruların ve iman edenlerin (müminler) iman etmeye yönelebilecekleri bildirilmektedir. Buna rağmen taşıdıkları şüphe ve kuşkularından kurtulamayanlara bu düşüncelerinin Allah'ın "Dini" olan "İslam" inancı karşısında bir değerinin olmadığı, Allah'ın göklerin ve yerin gizliliklerini bildiği ihtar edilmektedir.

 

Bütün bu açıklamalara göre Hz.Muhammed’den önceki toplumlara iletilen ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu belirten bilgiler İslam olarak tanımlanmakta ve İslam’a inananların ise Müslümanlar oldukları bildirilmektedir.

 

Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, babanız İbrahim'in dininde Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O gerek daha önce gerekse bunda size "Müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın, O, sizin mevlanızdır, ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır! (103/78), (22/78)

 

Yüce Allah böylece "doğru yola" ulaştıklarına Hz.Muhammed'in "şahit" olması ve iman edenlerin de diğer insanlara "şahit" olmaları için gerek daha önce insanlara iletilmiş olan kitaplarda ve gerekse Kur'an’da İslam’a "iman etmiş" olanlara "Müslümanlar" adını verdiğini açıklamaktadır. Ayrıca bu şekilde onurlandırılan "Müslümanlardan" özellikle namazı kılarak, zekâtı vererek ve Allah'a sımsıkı sarılarak ibadet etmelerini beklediğini belirtmekte ve Allah'ın iman edenlerin ve bütün insanların “Mevlası” olduğunu, ne güzel "Mevla" ve ne güzel yardımcı olduğunu bir defa daha bildirmektedir.

 

Buna göre Musa, İsa ve diğer peygamberlerin öğretileri doğrultusunda bulunmakla birlikte Allah'ı yukarıdaki anlamda tanıyıp O’na teslim olanlar da Müslüman tanımına girmektedir. Allah bu anlamda ancak bilerek “Kendisini” inkâr edenleri inananlardan ayırmaktadır ve İbrahim'in de inanan "dosdoğru" bir Müslüman olduğunu ve onun Allah’a inanmayanlardan "Müşrik" ya da Yahudi veya Hristiyan olmadığını açıkça tüm insanlara hatırlatmaktadır.

 

İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi. (89/67), (3/67)

 

Allah, Kendi Katında (Nezdinde) Hak (Gerçek) Dinin “İslam” olduğunu, Tüm insanlara "Kesin bir ifade ile" bildirmektedir.

 

Hak yani gerçek, Allah'ın isimlerinden birisidir. Yani Gerçek, aynı zamanda "Allah" ve "Allah'ın "Yaratıcılığı, buna göre "Kurduğu Düzen" ve tüm "Yarattıkları" demektir. Herhangi bir şeyin veya konunun "Gerçek" yapısını veya anlamını araştırıldığında, en son olarak sadece Allah'a varılacaktır. Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğunun kabul ve ikrar edilmesi ve Allah'a "Teslim" olunması, yaratıcılık ile ilgili işlemlerin bu işler ile görevli Melek'leri tarafından yürütüldüğünün kabul ve ikrar edilmesi ve insanlara "Gerçekleri" görüp anlayabilmeleri için gerektiği zamanlarda ve gerektiği yerlerde Peygamber olarak tanımlanan ve kendi ilminden bilgi aktararak aralarından "Seçtiği" özel insanlara bu bilgilerin aktarılması için görevlendirdiğinin ve Hz.Muhammed'in bu anlamda görevlendirilmiş olan "Son" Peygamber olduğunun kabul ve ikrar edilmesi gibi özetlenebilecek hususlar Allah tarafından bütün insanlara “İslam” olarak (Seçtiği Din) bildirilmektedir.

 

Buna göre Hz.Muhammed'den, toplumuna Allah'a, onlara indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettiklerini, onları birbirinden ayırt etmediklerini ve ancak Allah'a teslim olduklarını söylemelerini “bildirmesi” istenmektedir. Böylece Yüce Allah'ın kendilerine bildirdiklerinin "Din" ve bu dinin de "İslam" olduğunu anlayabilecekleri belirtilerek İslâm'dan başka bir din arayanlardan bu inanış veya dinlerinin "asla" kabul edilmeyeceği ve onların ölüm sonrasındaki ortamlarda (ahirette) ziyan edenlerden olacakları açık bir şekilde ihtar edilmektedir. Yapılan bu "ihtar" ile bütün insanlardan "İslam’ı" öğrenmeleri  istenmekte ve sadece "İslam Dininin" Allah katında "geçerli" olacağı yine "Tüm İnsanlara" kesin ifadeler ile iletilmektedir.

 

Hz.Muhammed'ten önce kendilerine "Kitap" verilmiş olan toplumların, böylece kendilerine "İlim" verilmiş olmasına rağmen, daha sonra aralarındaki "Kıskançlık" nedeniyle görüş ayrılığına düştükleri belirtilmekte ve Allah'ı inkâr edenlerin "Allah'ın hesabının çok çabuk olduğunu" bilmeleri istenmektedir. Böylece, esasen çok kısa bir süre olan bu Dünya ortamında çıkar çatışmaları sonucu ortaya çıkan kıskançlık duygularının etkisinde kalarak Allah'ı inkara kadar giden bir tutum içerisine girenlere, bu ortamın kısalığı hatırlatılarak bundan sonraki ortamda bu yaptıklarından ötürü Allah'ın "Hesap" soracağı doğrudan bildirilmektedir.

 

İnsanların, bu ortamdaki yaşamları ve bu ortamın tüm özellikleri, tüm bunların nasıl oluştukları gibi konularda araştırma yapmaları, bu konulardaki "Gerçeklere” ulaşarak Yüce Yaratıcıyı tanımaları, bu tanımayı kolaylaştıran Peygamberlerin insanlara ilettikleri öğütleri ve getirdikleri "Asıl" Allah Sözü kitapları görüp anladıktan sonra, herhangi bir nedenle çıkarlarının etkisinde kalmamaları öğütlenmektedir. Aksi durumda, bu şekildeki davranış ve işlemleri ile ilgili olarak "Hesap" verecekleri, bu hesabı soracak olan her şeyin sahibi Allah tarafından doğrudan insanlara bildirilmektedir.

 

Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu tarafından İslam ve Müslümanlık konusunda İslam Ülkeleri ve Ülkemiz açısından yapılan uygulamaların ele alındığı bir çalışmada Kur'an Ayetleri ve Hz.Muhammed'in uygulamalarının "özü" çok açık ve anlaşılır bir şekilde belirtilmektedir.

İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme -Seçme Metinler- | Kuramer

 

Buna göre "İslam Dininin" Ayetlerde belirtilen "doğrular" dışında herhangi bir amaca yönelik olarak "yorum" yapılarak sanki Ayet hükmü olduğu algısı oluşturulup insanlar üzerinde etkili olunması son derce yanlış ve yapanlar açısından çok ağır bir vebalin üstlenilmesi olmaktadır. Özellikle bu tür davranışların kendilerine yönetim emaneti verilen her düzeydeki yöneticilerin bu şekilde davranmalarının kendileri açısından olduğu kadar tüm toplumun fertlerinin hakları ve genel olarak toplum düzeni açısından da ek sorumluluklar yüklenmeleri anlamına gelmektedir. Bu nedenle toplumun yönetiminin de bu konularda bilgisi olan ahlak ve bilgili "liyakat sahibi" insanlara verilmesi gerekmektedir.

 

Diğer taraftan Yüce Allah iman edip iyi davranışlarda bulunanlara onlardan öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği din olan "İslam'ı" onların iyiliğine olarak yerleştirip koruyacağını ve inançları yüzünden başlarına herhangi bir korku dönemi gelse dahi, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadettiğini, çünkü onların Allah'a itaat (kulluk) ettiklerini ve hiçbir şeyi Allah'a eş tutmadıklarını açıklamaktadır.

 

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (102/55), (24/55)

 

Allah'ı inkâr eden ve İslam’a karşı olanların İslam'ın gelişmesine karşı yapacakları her türlü engellemeleri ve düşmanca davranışları karşısında inananlara "güvenceye" verildiği belirtilerek artık bundan sonra inkâr edenlerin, Allah'ın verdiği bu söze inanmamakla, asıl büyük günahkâr olacakları bildirilmektedir. Böylece İslam'a ilgi duyan insanlar cesaretlendirilmekte ve "doğru yola" yönelmeye teşvik edilmektedir.

 

Nitekim bir diğer Ayette de Hz.Muhammed tarafından ilan edilen "İslam'ın" bildirdiği "doğrular ve gerçekler" karşısında, o sırada Allah'ı inkâr eden ve İslam’a karşı olan "kafilerin" iman edenlerin Dini olan "İslam’ı" savaşarak yok etmekten ümit kestiklerine işaret edilmekte ve artık bundan sonra onlardan korkulmaması ve sadece Allah'a yönelinmesi gerektiği iman edenlere ve bütün insanlara bildirilmektedir. Yüce Allah böylece bütün insanlara, "Din" olarak beğendiği "İslam'ın" bütün "gerçekleri" ve "doğruları" bildirdiğini açıklayarak, her türlü imkânın ve faydalanılacakları her şeyin ona "uyanlar" üzerinde olmak üzere tamamladığını açıklamaktadır.

 

Bugün kafirler, sizin dininizden ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)

 

Ayette belirtilen bu açıklamadan bu Ayetin Hz.Muhammed'in aldığı "son vahiy" olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum Muhammed Esed tefsirinde aşağıdaki şekilde özetlenmektedir.

"Hz. Peygamber'in çağdaşlarının şahitliğine dayanan eldeki bütün rivayetlere göre, yukarıdaki ayet -ki, bilindiği gibi Kur'an vahyini noktalayan ayettir- Hz. Peygamber'in vefatından seksenbir veya sekseniki gün önce, H. 10. yılda Zilhicce'nin 9'unda bir Cuma günü öğleden sonra Arafat'ta nazil olmuştu. Bu ayetten sonra başka hiçbir buyruk indirilmiş değildi: bu durum, Allah'ın dini kemale erdirmesine ve nimetlerinin tamamını müminlere bahşetmesine yapılan atfın sebebini de açıklamaktadır. İnsanın Allah'a kendini teslim etmesi (islâm), sahih dînin temeli veya temel ilkesi olarak kabul edilmiştir. Bu teslimiyet, yalnızca Allah'a inanmakta değil, ama aynı zamanda O'nun emirlerine itaat etmekte tam ifadesini bulur: ve bu, Kur'an mesajının tamamlandığı duyurusunun, neden, Peygamber Muhammed (s)'e vahyedilmiş olan son yasal buyrukları ihtiva eden bir ayet metnine konulduğunu açıklamaktadır."

Maide suresi | Maide oku Maide arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Buna rağmen İslâm'a çağırıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha "zalim" kimse olmayacağı ve Allah'ın zalimler topluluğunu doğru yola erdirmeyeceği, onların gerçekleri bilip anlamadan sadece çıkarları adına konuşarak (ağızlarıyla) Allah'ı inkâr ettikleri (nurunu söndürmek istedikleri), halbuki kafirler istemeseler de Allah'ın nurunu (İslam’ı) tamamlayacağı özellikle belirtilmektedir.

 

İslâm'a çağırıldığı halde Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez. (109/7), (61/7)

Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar, halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.  (109/8), (61/8)

Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur.  (109/9), (61/9)

 

Yüce Allah "Kendisine" inanmayan ve ortak koşanlar (müşrikler) istemeseler de dinini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için Hz.Muhammed'i insanları doğru yola (hidayete) ulaştırmak üzere ve gerçek olarak (hak ile) gönderdiğini bir defa daha açıkça bildirmekte ve bütün insanlardan "Akıllarını" kullanarak "Allah'ı" ve "İslam'ı" anlamalarını, doğru yola yönelmelerini ve böylece "İnsan Olmalarını" beklemektedir.

 

Yüce Allah karşılaştıkları zorluklar yüzünden kalpleri eğrilmeye yüz tutan Müslümanlara çok zorlu koşullarda Hz.Muhammed'in yanında yer alan ve ona "bağlılıklarını" koruyan muhacirleri, ensarı ve tövbe eden Müslümanları örnek olarak göstermekte ve onların böylece Allah'ın rızasına daha fazla yaklaşmalarının sağlandığı belirtilmektedir.  

 

Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında muhacirlerle ensarı affetti, sonra da onların tevbelerini kabul etti; çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. (113/117), (9/117)

 

Bu hükme göre karşılaştıkları her türlü zorluklar yüzünden İslam’a olan inançlarında bazı kuşkulara kapılan (kalpleri eğrilmeye yüz tutan) tüm “inanan” insanlara, Müslümanları bağışladığını, sonra da "tövbelerini" kabul ederek onları imanları hakkında kuşku duymaktan kurtardığını, çünkü Allah'ın "tövbe" edenlere karşı çok şefkatli, pek merhametli olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanların karşılaştıkları her türlü güçlük veya zor koşullar karşısında işlerinden ve imanlarını korumaktan vaz geçmemeleri gerektiği açıklanmaktadır. Çünkü sabreden, imanından vaz geçmeyen ve yaptıkları hata ve yanlışlıklar için "tövbe" edip tekrarlamaktan sakınanlara karşı çok şefkatli, pek merhametli olan Allah'ın onlara "yardımcı" olacağı hatırlatılmaktadır.

TEK ÜMMET

Tek Ümmet, Ayrılıklar ve İhtilaflar

                                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah tüm insanlara Hz.Muhammed ile indirdiği Kur'an'ın anlaşılmasında Ayetlerinin nitelikleri ile diğer Ayetler ile olan anlam bağlarının dikkate alınmasının ve Ayetlerin bir "bütün" olarak değerlendirilmesinin önemli ve gerekli olduğunu açıklamaktadır. Nitekim Kur'an’ın bu "ilkelere" göre yorumlanmasında bazı "özel" nitelikli Ayetlerin "kılavuz" niteliğinde oldukları bu Ayetlerin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Buna göre Ayetlerin bir bölümünün anlamlarının değişmez (muhkem) diğerlerinin ise “Aklı Selim” kimseler tarafından anlaşılabilecek nitelikte yoruma bağlı oldukları ayrıca bir Ayet hükmünün bir diğer Ayet hükmünü değiştirebileceği veya yerine geçebileceği gibi Kur'an’ın anlaşılmasında "yol gösterici" niteliklerinin bulunduğu açıkça bildirilmektedir. 

 

İnsanların Kur’an’ı okuyup işaret edilen “gerçekleri” anlayabilmelerinde dikkat edilmesi gereken konular hakkında “Kur'an" bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Ancak önemi nedeniyle insanların kendi bilgi birikimleri çerçevesinde yorumlayıp “anladığı” hususların “en doğru” olduklarını düşünmemeleri ve özellikle de diğer insanlara bu “kendi doğrularını” kabul etmeye yönlendirmemeleri ve zorlamamaları gerektiğinin unutulmaması gerekmektedir. Zira bu durumda Kur’an’ı okuyan her insanın Ayetlerde ifade edilen konuları kendi düşüncelerine göre anlamaları mümkün hale gelmektedir. Bu durumda şayet dikkat edilmez ise, toplumda önü alınamayacak bir şekilde kavram kargaşasına yol açabilecek bir ortama neden olabilecektir. O nedenle insanların Kur’an Ayetlerini aralarındaki toplantılarda ve günümüzde ortaya çıkan her türlü iletişim olanaklarından yararlanarak fikir alışverişinde bulunmalarında fayda bulunmaktadır. Böylece aynı Ayet ile ilgili ortaya çıkacak farklı görüş ve yorumların her kes tarafından yeniden düşünülmesi ve Ayetin “asıl” fikrine ulaşılabilmesi mümkün olabilecektir. Yüce Allah “özel” bir Ayeti ile bu duruma işaret etmektedir.

 

Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler, ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. (89/7), (3/7)

 

Böylece çok anlamlar barındıran Ayetlerin hangi zamanda ve hangi olaylar açısından önem taşıdığı ve hüküm içerdiği konusundaki araştırmalarda, “hüküm ve kararlarında doğruyu yanlıştan iyiyi kötüden ayıran akıl, sağduyu; İnsanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü; düşünme ve anlama melekesi” olarak tanımlanan “Aklı Selim” sahibi olan insanların yorumlarına itibar edilmesi önerilmektedir. Buna göre “Kıyamet” zamanına kadar olan süreçte “Aklı Selim” sahibi insanların “bilgi birikimlerinde” ve “sayıca çoğalmalarında” giderek “artan” bir ivme ile gelişmeler meydana gelecektir. Bu gelişmeler sonucunda, Ayetlerin nasıl anlaşılmaları ve yorumlanmaları gerektiği konusunda şu anda insanlar ve özellikle de Müslümanlar arasında yaşanmakta olan ayrılıklar, ihtilaflar, sorunlar ve karmaşalar da giderek azalacak ve Ayetlerin “anlamları” çok daha “doğru” olarak anlaşılabilecektir.

Bu durum aslında Evren ortamının sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara Kur'an’ı anlayabilmelerinde yol göstermek üzere Yüce Allah tarafından bildirilmiştir. Kur'an böylece "tüm zamanlarda" anlam ve önemini kaybetmeyecek ve Yüce Allah'ın her konuda en "geçerli" uyarı, öğüt ve önerilerinin İnsanlara iletilmesini sağlayacaktır.

 

Nitekim Ayette "Allah'a, Hz.Muhammed'e indirilene (Kur'an), İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve diğer peygamberlere Rableri Allah tarafından verilenlere inanılarak iman edilmesi ve onların birbirlerinden ayırt edilmeden sadece "Tek Yaratan" olan Allah'a “teslim olunması" Din olarak tanımlanmakta ve "İslam" olarak adlandırılmaktadır. Buna göre Yüce Allah insanlar için doğru (hak) dinin İslam olduğunu, insanlar için “Din” olarak İslâm'ı beğendiğini, insanların üzerlerine lütfettiği “nimeti” olarak insanların “Dinini” böylece tamamladığını (ikmal ettiğini) bu nedenle İslam'dan başka bir “Dinin” asla kabul edilmeyeceğini ve İslam'dan başka bir “Din” arayanların ahirette ziyan edenlerden olacağını bildirmektedir.

 

Allah, böylece önceki "Uyarıcılar" tarafından insanlara iletilen öğüt, uyarı, önerilerin ve inançların da "İslam" kapsamında bulunduğunu açıklamaktadır.

 

Yüce Allah bir diğer Ayetinde insanlara O'ndan başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığının kabul edilmesi esasına dayanan ve bu esasları daima "aynı" kalacak ve "değişmeyecek" olan "İslam'ın" bildirilmesi ile insanların başlangıçta tamamının "bir anneden doğan çocuklar" gibi "İslam'ı kabul eden Müslümanlar" olarak sadece bir tek "ümmet" olduklarını ancak sonradan ayrılığa düştüklerini özellikle bildirmektedir.

 

İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi. (51/19), (10/19)

 

İnsanların "tek ümmet" olarak belirtilen aynı inanca sahip bir topluluk iken kendilerine bildirilen "gerçeklerin" anlaşılmasında genellikle "nefslerinin" etkisi altında kalarak aralarında ayrılığa ve ihtilafa düştükleri görülmektedir.

 

Buna göre yeryüzü ortamında "İlk Akıllı İnsandan" itibaren tüm insanlara "Din" olarak iletilen ve Allah'a "Tek Yaratıcı Güç" olduğu, O'na teslim olunması gerektiği ve  O'ndan başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığının kabul edilmesi esasına dayanan anlayışı ifade eden ve "bu esasları" daima "aynı" kalacak ve "değişmeyecek" olan "İslam'ın", insanların nefslerine yenik düşerek kendilerine Peygamberler tarafından iletilen uyarı, öğüt ve önerilerini (Ayetlerini) "kendi düşüncelerine" uygun olarak anlayıp yorumlamaları ve anlamlarını değiştirip tahrif etmeleri sonucunda İslam'ı farklı uygulamalar haline dönüştürdükleri ve böylece aralarında "ayrılığa ve ihtilafa" düşmelerine neden olduklarına işaret edilmektedir. Bu durum Ayetlerde çoğunlukla Ehl-i Kitap olarak tanımlanan İsrailoğulları ve Hristiyanlar üzerinden açıklanmaktadır. Bu nedenle İsrailoğullarına ve aslında başka inançlara sahip olan bütün insanlara da hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu "Kur'an'ın" anlatmakta olduğu Ayette açıklanmaktadır.

 

Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır. (48/76), (27/77)

Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve rahmettir.  (48/77), (27/77)

 

Yapılan bu uyarıların aynı zamanda "müminler" için de Allah'ın "merhameti" ile (rahmeti) bildirdiği gerçek bir doğru yol (hidayet) rehberi olduğu açıklanmakta ve benzer hatalara düşülmemesi için Ayetlerde bu anlamda yapılan uyarıların dikkatle incelenmesinin onlardan beklendiğine işaret edilmektedir.

 

Örneğin İsrailoğullarının güzel bir yurda yerleştirdiğini ve onlara temiz nimetlerden rızık verildiği, peygamberleri ile kendilerine ilim (gerçekler) gelinceye kadar ayrılığa düşmediklerini ancak kibirlerine (nefslerine) engel olamayıp kendi akıllarının üstünlüğüne inanarak kendilerine bildirilen "Allah" ve "İlim" ile ilgili "gerçekleri" inkâr ettikleri ve aralarındaki inananlar ve Müslümanlar ile ayrılığa düştükleri belirtilmektedir.

 

Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, kıyamet günü onların, aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedecektir. (51/93), (10/93)

 

Yüce Allah kıyamet zamanında (günü) onların, aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedeceğini ihtar etmekte ve bütün insanlara ders almaları ve Allah'a yönelmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

 

Yapılan bu "uyarılara" göre insanlardan kendilerine lütfedilmiş olan "Akıl" unsurunu işleterek gördükleri, keşfettikleri ve kendilerine iletilenleri değerlendirip "Yaratılış ve "Yaratan" ile ilgili "Gerçeklere" ulaşmaları beklenmektedir. Ancak bu uyarılara ve kendilerine iletilen o kadar delile ve gerçeklere rağmen, sonradan gelen nesillerin bir kısmı İslam'a inanmaya devam ederken bir kısmının da bunu kabul etmedikleri ve Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere "tapındıkları" böylece Allah'ı inkâr yolunu seçerek "ayrılığa düştükleri" bildirilmektedir.

 

Yüce Yaratan kendilerine "İslam'ı” ileten peygamberlerine inanmayıp "inkârcı" duruma düşen insanlara bu yüzünden vereceği azabını, yaşamları boyunca "Akıllarını" kullanarak elde edecekleri bilgi birikimlerinin onları "doğru yola" yönlendirmesinin mümkün olması nedeniyle "ertelediğini" şayet bu "sözü" vermemiş olsa idi, peygamberleri ile "ayrılığa düştükleri" konuda azabını hemen indirip işleri bitirmek üzere aralarında hüküm verilmiş olacağını çok sayıdaki Ayetlerinde defalarca bütün insanlara hatırlatmaktadır.

 

Nitekim Musa Peygambere Vahiy ettiğini (Kitab'ı verdik) açıklamakta fakat toplumunun onda ihtilaf ettiği belirtilerek eğer azabın ertelenmesi için bir söz vermemiş olsaydı elbette onların arasında hüküm verilmiş olacağı teyit edilmektedir.

 

Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi, eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti; şüphesiz ki onlar da Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (52/110), (11/110)

Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü; eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (61/45), (41/45)

 

Böylece halen yaşayan ve kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan ve "nefslerine" uyarak "Allah'ı" ve "İslam'ı" inkâr edenlere de inkârları yüzünden uğrayacakları azabını, yaşamları boyunca "Akıllarını" kullanarak elde edecekleri bilgi birikimlerinin onları "doğru yola" ulaştıracak olan "gerçeklere" yönlendirmesinin mümkün olması nedeniyle "ertelediğini" bir defa daha bildirilmekte ve onlardan "Akıllarını" kullanarak Kur'an Ayetlerini dikkatle incelemelerinin ve edindikleri bilgi birikimleri ile "gerçeklere" ulaşmalarının beklendiği bu Ayetlerde bütün insanlara hatırlatılmaktadır.

 

Aynı zamanda Hz.Muhammed'in Allah'ın "vahiylerini" ilettiği kendi toplumunda da Kur'an hakkında derin bir şüphe içinde olanların bulunduğuna işaret edilmekte ve "Dileseydi" bütün insanları "inanmış bir tek millet" olarak yapmasının mümkün olacağı çok sayıdaki diğer Ayetlerde de açıklanmaktadır.

 

Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. (52/118), (11/118)

 

Ancak yapılan bu uyarılara rağmen, "nefslerine" olan bağları (Şeytan'ın dürtüleri) yüzünden bir şekilde aralarında ayrılığa ve ihtilafa düşmeye devam edecekleri hatırlatılarak, insanlardan dikkatli olmaları beklenmektedir.

 

Bu arada gerçek (Hak) dinin (İslam) yalnız Allah'ın olduğuna dikkatleri çekilmesine rağmen Allah'ı bırakıp kendilerine bir takım "dost" edinenlerin sadece "Allah'a yaklaştırsınlar" diye onlara "kulluk" ettiklerini ileri sürdükleri belirtilmektedir.

 

Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır, o'nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler: “Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler.  Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. (59/3), (39/3)

De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin.” (59/46), (39/46)

 

İnsanların aralarında ayrılığa düştükleri şeyler hakkında ölüm sonrasında gizliyi de aşikârı da bilen Yüce Allah'ın hüküm vereceği ihtar edilmekte ve bütün insanlara bu açıklamalardan ders almaları, Allah'a yönelmeleri gerektiği, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmeyeceği bütün insanlara yeniden bildirilmektedir. Bu anlamda Hz.Muhammed'e insanların aralarında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah'ın vereceğini söyleyerek “dua” etmesi ve Allah'a teslim olması önerilmektedir. Bu teslim olma "duasının" bütün insanlar tarafından da "insan ilişkilerinde" karşılaştıkları her türlü olumsuz durumlarda yapılmasının gerektiğine işaret edildiği söylenebilir. Böylece insanlardan Allah'a teslimiyetlerinden "şüphe etmemelerinin" beklendiği anlaşılmaktadır.

 

Öte yandan Ayetler hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapan ancak genellikle çıkarları nedeniyle bu durumu saklayanların böylece inkarını gizlemelerinin Allah'a gizli kalmadığına işaret edilerek ölümleri sonrasında yeniden diriltildiklerinde iman ile ölen ve Ahiret ortamına "güvenle" gelenler ile Kur'an Ayetleri hakkında doğruluktan ayrılıp "eğriliğe" saptıkları için azaba uğrayanlar (ateşin içine atılanlar)  karşılaştırılmakta ve inkar ederek ölenlere hangisinin daha iyi olduğu sorulmaktadır.

 

Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz, o halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (61/40), (41/40)

Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler, halbuki o, eşsiz bir kitaptır.  (61/41), (41/41)

 

Yüce Allah insanları bu ortamdaki "bir sürelik" kısa yaşamlarında "Akıllarını" kullanmalarında "serbest bıraktığına" yeniden dikkat çekerek insanlara "dilediğinizi yapmalarını" bildirerek "Kendisine" meydan okunmasına bile izin verdiğini açıklamakta ancak kuşkusuz yaptıklarını görmekte olduğunu hatırlatmaktadır. Buna göre "vahiylerini" açıklayan Kitap, özellikle "eşsiz" bir Kitap olan Kur'an kendilerine iletildiğinde onu inkâr edenlerin "şüphesiz" bunun sonucuna katlanacakları özellikle ihtar edilmekte ve bütün insanlardan bu gerçeklerin "doğru yola" yönelip "kurtuluşa ulaşabilmeleri için önemli birer "uyarı" olduklarını dikkate alarak Allah'a iman etmek olan İslam'dan "ayrılığa" düşmemeleri için durumlarını gözden geçirmeleri beklenmektedir

 

Örnek olarak Musa'ya Kitap verildiği ancak daha sonra onda da ayrılığa düşüldüğü bir defa daha açıklanmakta ve eğer bir söz vermiş olmasaydı ayrığa düşenlerin aralarında derhal hükmedilmiş olacağı yeniden bildirilmektedir.

 

Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü; eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (61/45), (41/45)

De ki: “Ne dersiniz. Eğer o Allah tarafından ise, siz de onu inkâr etmişseniz o zaman uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim vardır?”  (61/52), (41/52)

 

Bu durumda Musa Peygambere iman eden toplumunun (Yahudilerin) Kur'an hakkında derin bir şüphe içinde bulunduğu belirtilerek Kur'an'ın Allah tarafından iletildiğinin "gerçek" olması halinde onu inkâr ederek bu "gerçekten" uzaklaşacakları böylece iman edenler ile "ayrılığa düşmüş" olacakları ve bunun ötesinde bir sapıklığın bulunmadığı açıklanarak onlardan bu Ayetlerin üzerinde düşünmelerinin beklendiği hatırlatılmaktadır.

 

Yüce Allah, "Kur'an" bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, Kur'an'ı o sırada Mekke'de (Şehirlerin Anası) ve çevresinde yaşamakta olan Hz.Muhammed'in toplumunu, asla şüphe duyulmaması gereken ölüm sonrası ortamlarda yaşanacak olan "toplanma gününde" yeniden diriltilecek olan insanların bir bölümünün Cennette bir bölümünün de azap çekecekleri (çılgın alevli) Cehennemde olacakları gerçeği ile "uyarması" için "Arapça" olarak "vahiy ettiğini" açıklamaktadır.

 

Şehirlerin anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. Bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir. (62/7), (42/7)

Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı, fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. (62/8), (42/8)

Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir. (62/9), (42/9)

Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. “İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.” (62/10), (42/10)

"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı; fakat kendilerini çağırdığın bu Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.  (62/13), (42/13)

Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler, eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi; onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.  (62/14), (42/14)

İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol, onların heveslerine uyma ve de ki: “Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işledikerimiz bize; sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.”  (62/15), (42/15)

Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur, onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.  (62/16), (42/16)

 

Ayetlerdeki bu ifadeler Yüce Allah'ın insanları bu ortamdaki yaşamlarında "akıllarını kullanarak" davranışlarını yönlendiren "kararları" vermelerinde "serbest" bıraktığını göstermektedir. Zira her şeyin yaratıcısı ve sahibi olarak "dileseydi" onları bir tek düşünceye sahip olarak bir tek millet yapabileceğini, buna göre dilediğini "rahmetine kavuşturacağını" ve Allah'a inanmayan "zalimlerin" ise hak ettikleri "azap" karşısında hiçbir dostu ve yardımcısının bulunmadığını bir defa daha hatırlatmaktadır. İnsanların bu gerçeklere rağmen "inkara" yönelmelerinde Allah'tan başka "güçlere" güvendiklerini düşündükleri ancak tüm insanlar ve tüm varlıklar açısından "gerçek" dostun esasen onları "yaratmış" olan "tek Yaratıcı Güç" olan Allah olduğu bildirilmekte ve Allah'ın insanları ölüm sonrasında yeniden "dirilttiğine" işaret edilerek her şeye "kadir" olduğu "aklı olan" bütün insanlara özellikle hatırlatılmaktadır.

 

İnsanların kendilerine defalarca iletilen bütün bu "gerçekler" karşısında nefslerine yenilerek kendi akıllarını beğenmeleri, kibirlenmeleri ve direnmeleri sonucunda aralarında çeşitli konularda ve Allah'a iman konusunda görüş ayrılıklarının oluştuğu belirtilmekte ve ayrılığa düşülen konularda en doğru hüküm vermenin ancak Allah'a ait olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle insanlar arasında meydana gelen görüş farkları için Allah'ın "İslam" olarak bildirdiği ve peygamberler tarafından insanlara iletilen uyarı, öğüt ve önerileri (Kur’an Ayetlerini) dikkate almaları, Allah'a dayanmaları (güvenmeleri) ve Allah'a yönelmeleri gerektiği açıklanmaktadır.

 

Gerçekten Yüce Allah Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya Ayetlerinde "İslam" olarak adlandırdığı "Dini" ayakta tutmalarını ve onda ayrılığa düşmemelerini tavsiye ettiğini belirtmektedir. Böylece önceki peygamberlere tavsiye ettiğini Hz.Muhammed'e vahiy ederek Müslümanlara da "Din" kıldığına işaret etmekte ve bu "Dinin" ayakta tutulmasını ve onda "ayrılığa düşülmemesini" bütün insanlara bildirmektedir. Bu uyarıların Allah'a ortak koşanlara ağır geldiği belirtilmekte, buna karşılık yapılan uyarıların farkına vararak Allah'a yöneleni de doğru yola iletmek üzere kendisine iman etmesini dilediklerinin arasına olmak üzere "seçtiğini" açıklamaktadır.

 

Öte yandan kendilerine İslam bildirildikten (ilim geldikten) sonra insanların sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüklerine ve onlardan sonra gelenlerin de (kitaba vâris kılınanların da) İslam hakkında derin bir şüphe içinde olduklarına işaret edilmektedir. Yüce Allah eğer belli bir süreye kadar bir erteleme sözü vermemiş olsa idi aralarında hemen hüküm verilmiş olacağını yeniden açıklamakta ve teyit etmektedir. Böylece halen yaşayan ve kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan ve "nefslerine" uyarak "Allah'ı" ve "İslam'ı" inkâr edenlere, inkarları yüzünden uğrayacakları azabını yaşamları boyunca "Akıllarını" kullanarak elde edecekleri bilgi birikimlerinin onları "doğru yola" ulaştıracak olan "gerçeklere" yönlendirmesinin mümkün olması nedeniyle cezalandırılmalarının "ertelediğini" bildirilmekte ve onlardan "Akıllarını" kullanarak Kur'an Ayetlerini dikkatle incelemelerinin ve edindikleri bilgi birikimleri ile "gerçeklere" ulaşmalarının beklendiği bu Ayetlerde bütün insanlara hatırlatılmaktadır.

 

Bu nedenle Hz.Muhammed'e insanları birliğe (tevhide) davet etmesi ve "peygamberlik" görevi nedeniyle emrolunduğu gibi dosdoğru olması, inkâr edenlerin güzel gösterdiklerine (heveslerine) uymaması ihtar edilmekte ve “Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum, Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize; sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.” diyerek onları "doğru yola" yönlendirmesi öğüt verilmektedir.

 

Ayrıca Allah'ın "daveti" olan İslam kabul edildikten sonra Allah hakkında tartışmaya girenlerin delil olarak ileri sürdüklerinin Allah (Rableri) katında "boş" olduğunu, bu nedenle "Yaratıcının Öfkesine" maruz kalacaklarını ve onlar için çetin bir "azap" bulunduğunu onlara bildirmesi Hz.Muhammed'den istenmektedir.

 

Bu konuda önceki peygamberlerin Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu esasına dayanan ve "İslam" olarak adlandırılan "Dine" inanmalarının gerektiğini toplumlarına ilettikleri gibi İsa Peygamberin de toplumuna "açık deliller" ile gönderildiği bildirilmektedir.

 

İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: “Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (63/63), (43/63)

“Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.”  (63/64), (43/64)

Ama aralarından çıkan guruplar, bir ihtilafa düştüler, acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!  (63/65), (43/65)

 

İsa Peygamberin insanlara ilim ve akılla gerçeğe ulaşma yolunu (hikmet) getirdiği ve "inanç" konusunda ayrılığa düştükleri şeyleri kendilerine açıklamak için görevlendirildiği belirtilmekte ve Allah'a teslim olarak O'na iman etmeleri (korkmaları) ve kendisine de itaat etmeleri gerektiğini çünkü Allah'ın onun da insanların da "Rabbi" olarak O'na ibadet edilmesini, bunun "doğru yol" olduğunu toplumuna bildirdiğine işaret edilmektedir. Ancak aralarından çıkan gurupların "ihtilafa" düştükleri, böylece insanlara "zulüm ettikleri" belirtilerek bu nedenle "cezalandırılacakları" acı bir günün azabı karşısında zavallı durumlara düşecekleri bildirilmektedir. Nitekim daha önce de İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verildiği, onların güzel rızıklarla beslendikleri, dünyalara “üstün” kılındıkları ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah esasına dayanan ve diğer Ayetlerde İslam olarak adlandırılan "Din" konusunda onlara açık deliller verildiği ancak bütün bunlara rağmen onların kendilerine "ilim" geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştükleri hatırlatılmaktadır.

 

Andolsun ki biz, İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları dünyalara üstün kıldık. (65/16), (45/16)

Din konusunda onlara açık deliller verdik ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler; şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.  (65/17), (45/17)

Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.  (65/18), (45/18)

Çünkü onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda vermezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.  (65/19), (45/19)

 

Ayetlerde "toplumlara ilim geldikten sonra" şeklinde yer alan ifadelerden çağlar boyunca bütün insanlara iletilmiş olan "Tek Yaratan" fikrine dayanan bütün "İnançlara" işaret edildiği söylenebilir.

 

Buna göre geçmiş toplumlara Peygamberler (Uyarıcı) tarafından "Din" olarak tanımlanan ve "İslam" olarak adlandırılan "Gerçekler" Kur'an Ayetlerinde "İlim" olarak belirtilmektedir. Bu durumda insanlardan kendilerine bildirilen bu "İlim" karşısında İslam'ı anlamaları beklenirken akıllarını "sadece görebildikleri" ile kısıtlayarak kullanmalarını "İlim" olarak tanımladıkları ve İslam'ım bu kısıtlı ilim dahil tüm "yaratılışları" kapsadığını göz ardı edip kibirlenerek çekememezlik, kıskançlık, bencillik gibi nefsani dürtülere engel olamamaları yüzünden ayrılığa düştükleri açıklanmaktadır. Yüce Allah Ayetlerinde defalarca ayrılığa düştükleri şeyler hakkında Kıyamet ortamlarında hüküm vereceğini ders almaları ve doğru yoldan ayrılmamaları için bütün insanlara bildirmekte bu nedenle Dinde ayrılığa düşmemelerini öğüt vermektedir.

 

Yüce Allah Hz.Muhammed'i  "Din" olarak tanımlanan ve "İslam" olarak adlandırılan "Gerçekleri" bütün insanlara bildirmekle görevlendirdiğine işaret ederek onun "Din" konusunda izlenecek yolun (Şeriat) sahibi olduğunu (kıldığını) açıklamaktadır. Böylece Hz.Muhammed'e Ayetlerde Din konusunda insanların "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı tanımaları, O'nu anmaları ve O'na teslim olmaları gerektiğinin açıklandığı “bu yola” uyması, bu yol ve yöntemleri (ibadet) insanlara göstermesi ve bu konuda bilgi sahibi olmayanların isteklerine uymaması bildirilmektedir.

 

Kendilerine iletilen "gerçeklere" rağmen Din (İslam) hakkında bilgisi olmayan ve bilgi edinmeyi de düşünmeyenlerin Hz.Muhammed'e ve doğal olarak onun ilettiği "gerçeklere" inanan müminlere kendi fikirleri ile hiçbir fayda sağlayamayacakları bildirilmektedir. Onların inanmamakla ancak "zalim" oldukları ve zalimlerin de ancak birbirlerinin dostu oldukları belirtilmekte ve Allah'a, Hz.Muhammed'e ve onun ilettiği Allah'ın Ayetlerinde açıklanan Dine (İslam'a) samimiyetle inanan "takva" sahiplerinin dostunun ise Allah olduğu bütün insanlara bildirilmektedir. Bu nedenle özellikle Müslümanlardan Dini ayakta tutmaları ve onda ayrılığa düşmemeleri önemle hatırlatılmakta ve beklenmektedir.

 

Önceki dönemlerde yaşamış olan toplumlara da "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı tanımaları, O'nu anmaları ve O'na teslim olmaları ile ilgili gerçekleri bildirmek üzere peygamberler gönderildiğine dikkat çekilmekte, fakat aklını nefslerinin dürtülerine göre kullanan toplumların iman etmedikleri belirtilerek Şeytan'ın böylece onların "velisi" olduğu ve onlar için ölüm sonrası ortamlarda elem verici azap bulunduğu hatırlatılmaktadır.

 

Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de göndermişizdir, fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de. İşte o, bugün onların velisidir ve onlar için elem verici bir azap vardır. (70/63), (16/63)

Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik. (70/64), (16/64)

 

Kur'an'ın insanların aralarında ihtilafa düştükleri şeyleri açıklaması ve inanıp iman edenlerin toplumlara da kurtuluşa ulaşmalarında doğru yolu göstermesi için Hz.Muhammed'e indirildiği açıklanmaktadır

 

Yapılan uyarılara rağmen Allah'a iman konusunda ve diğer ilişkilerinde Şeytan'ın dürtülerinin etkisi sonucunda ayrılığa düştükleri ve ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında Allah'ın "Kıyamet" ortamlarında insanların aralarında "hüküm vereceği" bildirilmektedir.

 

Muhakkak ki Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarında hükmedecektir. (75/25), (32/25)

 

Buna göre insanlardan Ayetleri birbirleri ile olan anlam bağlarını da dikkate alarak inceleyip akıllarını kullanarak içeriklerini anlamaları, böylece aralarındaki "imana" veya "günlük yaşamlarına" dair olan ayrılık ve ihtilafları bu ortamda yaşarken gidermeleri ve kendilerine bildirilen "gerçeklere" ulaşmaya gayret etmeleri beklenmektedir. Aksi halde Allah'ı inkâr veya insan ilişkilerinde yaptıkları her türlü haksızlıklar hakkında Yüce Allah'ın ölümleri sonrasında "hüküm vereceğini" dikkate almaları ihtar edilmektedir.

 

Kur'an'ın indirilmesinden önceki toplumlardan olan Yahudiler ile Hıristiyanların Peygamberlerinin kendilerine ilettiği kitaplarda "bildirilenleri" okudukları halde "kendilerine" göre yorumlamaları sonucunda birbirlerini doğru yolda olmamakla itham ederek aralarında ayrılığa ve ihtilafa düştükleri örnek olarak açıklanmaktadır.

 

Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Bilmeyenler' de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler.  Allah, ihtilafa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir. (87/113), (2/113)

 

Bu toplumlarda Peygamberlerinin ilettiği kitaplar hakkında bilgileri bulunmayanların da onlara katıldıkları, onların söylediklerini tekrarladıkları açıklanmakta ve Yüce Allah'ın ölümleri sonrasında (Kıyamet Günü) ihtilafa düştükleri hususlarda "hüküm vereceği" bir defa daha ihtar edilmektedir. Böylece aralarında ayrılığa düşmelerinde Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi ve özellikle Hz.Muhammed ile ilgili olan konuları gizleyip kendi düşüncelerine dayanak yorumlar yapılmasının ancak kendilerinin azap çekmelerine neden olacağı açıklanmaktadır.

 

Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır. (87/174), (2/174)

Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!  (87/175), (2/175)

O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır.  Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir. (87/176), (2/176)

 

Yüce Allah'ın kendilerine gönderilen kitapları tahrif ederek çıkarları doğrultusunda "değiştiren" ve böylece insanlar arasında ayrılığa neden olanlar ile ölümleri sonrasında "konuşmayacağını" ve onları temize çıkarmayacağını, orada onlar için can yakıcı bir azap bulunduğunu bildirmektedir. Onların bu davranışları ile doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete (af edilmeye) karşılık olarak da azabı satın aldıkları, devamlı azap içinde olacakları (onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!) ve o azabın sebebinin Allah'ın Kitabı gerçek ve doğruları açıklamak üzere (hak olarak) indirmiş olmasına rağmen Kitapta ayrılığa düşenlerin farklı yorumlar yaparak elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüş oldukları açıklanmakta ve azap çekmeyi hak ettikleri bildirilmektedir.

 

Yapılan bu uyarıla ile insanların "Yaratılış" ve "Yaratıcı" hakkında kendilerine iletilen "gerçekleri" dikkate almalarının önemine işaret edilmekte ve insanlara bir süre yaşamaları için "indirildikleri" bu yeryüzü ortamında ilk zamanlarda aynı şeyleri düşünen ve aynı şeylere inanan bir tek toplum (ümmet) iken sonradan nefslerindeki dürtülerin etkisi ile öncellikle çıkarlarını düşünerek aralarında anlaşmazlığa ve ayrılığa düştüklerine işaret edilmektedir.

 

İnsanlar bir tek ümmet idi.Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir. (87/213), (2/213)

 

Yüce Yaratan böylece oluşan insanlar arasındaki anlaşmazlık ve ayrılıkların giderilmesi için onları Allah'ın Yolu olarak tanımladığı doğru yola yönelmelerini sağlamak üzere müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdiğini açıklamaktadır. Esasen daha önce de her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gönderdiğini, ayrıca peygamberlerine insanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için doğru yolu (hak yolu) gösteren kitapları da gönderdiğini ancak kitaplarda apaçık deliller geldikten sonra, kendilerine kitap verilenlerin aralarındaki kıskançlıktan ötürü kendilerine iletilen "gerçekler" üzerinde (Dinde) anlaşmazlığa düştükleri hatırlatmaktadır. Böylece Yüce Allah "Dinde" anlaşmazlığa ve ihtilafa düşenlerin peygamberlerini ve kitaplarını yalanlayarak inkâr edenlerden oldukları gerçeğini, anlayıp ayrılığa düşmemeleri için iman edenlere “izni ile” gösterdiğini bildirmektedir. Allah dilediğini doğru yola ilettiğine yeniden işaret ederek İnsanlardan yapılan bu uyarıları dikkate almalarını, durumlarını ona göre değerlendirerek kendilerine iletilen "gerçekler" hakkında ayrılığa ve ihtilafa düşmemeleri gerektiğini, böylece Peygamberlerin ilettiği Allah'ın Ayetlerine uyulması halinde insanların Allah'ın "doğru yola" iletmeyi dilediklerinin arasında olabileceklerini açıkça bildirmektedir.

 

Öte yandan Yüce Allah peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldığını belirtmektedir. Ayetlerdeki ifadelerden Allah'ın onlardan bir kısmı ile konuştuğu (Musa Peygamber) bazılarını da derece derece yükselttiğini (Nuh, İbrahim Peygamberler), İsa Peygambere de açık mucizeler verdiğini ve onu Mukaddes Ruh (Rûhu'l- Kudüs) ile güçlendirdiğini bildirmektedir.

 

O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l- Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı lâkin Allah dilediğini yapar. (87/253), (2/253)

 

Allah dileseydi bu "üstün" peygamberlerin kendilerine açık delilleri bildirdikten sonra insanların Ayetlerine uymayıp "Dinde" ve aralarında ayrılığa ve ihtilafa düşerek birbirleri ile savaşmamış olacaklarını açıklamaktadır. Ancak bu ortamdaki yaşamlarında karar ve davranışlarında serbest bırakılan insanların akıllarını kullanmakta zayıflık göstermeleri ve nefslerine Şeytan tarafından eklenen her türlü olumsuz ve kötü duyguların etkisi altında kalmaları sonucunda kendilerine iletilen ve doğru yolu gösteren "Din" konusunda ihtilafa düştükleri, içlerinden kiminin iman kiminin de inkâr ettiği, üzerinde düşünmeleri için insanlara örnek olarak açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah "dileseydi" birbirleri ile savaşan insanların Peygamberleri ile kendilerine bildirilen "gerçekleri" dikkate alarak ve akıllarını kullanarak aralarında ihtilafa düşmemiş ve savaşmamış olacaklarına işaret etmekte ancak insanlar için hazırladığı bu ortamın bütün kurallarını ve koşullarını koyarak onları karar ve davranışlarında serbest bıraktığını ve bu "gerçekleri" insanlara ilettiğini bildirmekte böylece "dilediğini yaptığını" hatırlatmaktadır.

 

Önceki bölümlerde belirtildiği gibi ilk Akıllı insandan itibaren esasen Ruhlarında yer alan “Tek Yaratıcı” Allah'a ait tüm gerçeklerin "Din" olarak tanımlanarak İslam olarak adlandırıldığı ve bütün insanlara gönderilen çok sayıdaki peygamberler üzerinden iletildiği Ayetlerde defalarca açıklanmaktadır

 

İnsanların peygamberlerinin kendilerine ilettiği Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu esasına dayanan ve "İslam" olarak adlandırılan "Dine" inanmaları ve bunda ayrılığa düşmemeleri gerektiğine dikkatleri çekilirken aslında İslam'ı kabul etmiş olan Müslümanların da genellikle çıkar sağlamak veya çıkarlarını korumak nedeniyle aralarında çekememezlik ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düşebileceklerine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Müslümanların kendi aralarında ayrılığa düşmeleri durumunda bir yandan İslam inancında zafiyete neden olabilecekleri ve gibi diğer taraftan İslam'a inanmayan "güçlü toplumların" çıkarları nedeniyle İslam'ı zayıflatarak Müslüman toplumların ellerindeki zenginliklerine sahip olmaya çalışacakları ihtar edilmektedir. Hatta daha kötüsü olarak Müslüman olan "güçlü" toplumların bile daha zayıf olan Müslüman toplumları sömürmeye ve zenginliklerine el koyabileceklerine de işaret edilmektedir. O nedenle Müslümanların ve Müslüman toplumların bu durumu özellikle dikkate almaları ve İslam'ı "ayakta tutarak" onda "ayrılığa" düşmemeleri gerekmektedir. Bu nedenle Müslümanların bütün işlerinde ve diğer inançlara sahip insanlar ile olan ilişkilerinde Kur'an Ayetleri ile bildirilen Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini kapsayan "İslam'ı" toplumdaki sosyal düzeyleri veya zenginlik durumları ne olursa olsun daima her işlerinde ön planda tutmaları, çıkarları yüzünden aralarında ayrılığa düşmemeleri ve bundan asla taviz vermemeleri gerekmektedir.

 

Yüce Allah, Gerçek Ortamda "halifesi" olarak yarattığı ve "bütün isimleri" öğrettiği "Akıllı" insanlara, bu ortamda yaşamaya başladıkları dönemlerden itibaren çağlar boyunca "Gerçekliğini" ve "Yaratıcılığını" anlayabilmeleri için "müjdeleyici" ve "uyarıcı" olarak "Peygamberlerini" görevlendirdiğini, ayrıca onlarla beraber anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için doğru yolu (hak yolu) gösteren kitapları da gönderdiğini açıklamaktadır. Ancak kendilerine kitap verilenlerin, kendilerine böylece apaçık "deliller" geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan ötürü Allah'ın "Gerçekliği" ve "Yaratıcılığı" ile ilgili ilettiklerinde (Dinde) anlaşmazlığa düştükleri belirtilmekte ve bunun üzerine Allah'ın iman edenlere "son uyarıcı" olarak Hz.Muhammed'i görevlendirip ona "Gerçekliği" ve "Yaratıcılığı" ile ilgili "delillerin" yer aldığı kitabı (Kur'anı) vahiy ettiği ve böylece "üzerinde ihtilafa düştükleri" gerçekleri bütün insanlara gösterdiği açık ve kesin bir şekilde bildirilmektedir. Buna göre “Akıllarını Kullanarak” Allah'a inananların, Allah'ın "Doğru Yola" iletmeyi "dilediklerinin" arasına oldukları açıklanmaktadır.

 

Ayrıca önceki bütün Peygamberlere de temiz olan şeylerden yemelerini, güzel işler yapmalarını, Allah'ın insanların yaptıklarını tam ve doğru olarak (hakkıyla) bildiğini unutmamalarının, aslında bütün insanların ve peygamberlerin önderlik ettiği toplulukların "Allah'a Ait" ve bir tek "Ümmet" olduklarının, Allah'ın da onların tek "ilahı" olduğunun (Rab) toplumlarına iletmelerini bildirildiği açıklanmaktadır. Ancak bütün bu uyarı, öğüt ve önerilere rağmen insanların bunlara aldırmadıkları, kendi fikir ve davranışları ile övünerek "kibirlendikleri", gruplara ayrılarak kendi aralarındaki işlerini parça parça böldükleri, her gurubun kendi fikir ve davranışları ile sevinerek böbürlendikleri bildirilmektedir.

 

"Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim." (74/51), (23/51)

"Şüphesiz bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının".  (74/52), (23/52)

Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler, her gurup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler.  (74/53), (23/53)

 

Kur'an Ayetlerinde şu anda yaşayan ve bu ortam sona erinceye kadar yaşayacak olan bütün "insanların" hepsine "tek tek" hitap edilmektedir. Ancak Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu açıklayan ve Ayetlerinde ayrıntıları belirtilen İslam'ın Allah'ın "bütün insanlar" için "beğendiği" ve onlardan uymalarını beklediği "Tek Din" olduğu bildirildiği dikkate alınarak insanlara kendi fikir ve davranışları ile övünerek "kibirlendikleri" böylece gruplara ayrılarak kendi aralarındaki işlerini parça parça böldükleri takdirde aralarında ayrılığa ve ihtilafa düşecekleri hatırlatılmakta ve insanlar bu duruma düşmemeleri için uyarılmaktadır.

 

Allah Hz.Muhammed'den önce de kendilerine "vahiy ettiği" kişilerden başkasını peygamber olarak göndermediğini bildirmekte, bu konuda kuşku duyanların (eğer bilmiyorsanız) bütün Peygamberler ile ilgili araştırmalar yaparak ve doğru bilgilere ulaşanlardan (Bilene) sorarak öğrenmelerini öğüt vermekte ve bu Kur'an'ı da "kendilerine indirileni" açıklaması için ve düşünüp anlasınlar diye insanlara iletmek üzere Hz.Muhammed'e "indirdiğini" bildirmektedir.

 

Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik, eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.  (70/43), (16/43)

Apaçık mucizeler ve kitaplarla İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik.  (70/44), (16/44)

 

Buna göre de her insanın, Allah'ın kendisine verdiği "Akıl" unsurunu kullanarak "Yaratılışı" ve "Tek Yaratıcıyı" anlaması, böylece "Allah'ın Halifesi" olarak yaşadığını ve O'na teslim olmak yani "İnsan Olmak" için bu ortama gönderildiğini, "kendi kararı olarak" idrak etmesi gerekmektedir. Bu konularda yeterli bilgisi bulunmayanların "bilenlere" sormaları öğüt verilmekte ancak edindikleri bilgileri kendi "anlayışlarına" veya "çıkarlarına" göre yorumlayıp diğer insanları da bu yorumları kabul etmeye yönlendirmemeleri bildirilmekte ve böyle bir durumun İslam'da ayrılığa düşülmesine ve Din konusunda ihtilafa yol açılmasında etkili olacağı ihtar edilmektedir. Bu düşünceye sahip olanlara Allah'ın nezdinde gerçek (hak) dinin İslâm olduğuna yeniden işaret edilmektedir.

 

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. (89/19), (3/19)

Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. (100/4), (98/4)

Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanîfler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.  (100/5), (98/5)

 

Ayette geçmişte insanların peygamberleri tarafından kendilerine açık delil olan "Kitap" verilerek İslam ile ilgili bilgi sahibi olduktan (kendilerine ilim geldikten) sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştükleri Allah'ın Ayetlerini inkâr edenlere Allah'ın hesabının çok çabuk olduğunu bilmeleri ve unutmamaları ihtar edilmektedir. Bu uyarılar ile onlara teslimiyeti (Dini) yalnız Allah'a has kılarak ve içtenlikle iman edenler (hanîfler) olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları (dua etmeleri) ve zekât vermeleri "sağlam din" olarak emredildiği açıklanmaktadır. 

 

Bu konuda Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanıp "iman edenlere" de özellikle uyarılar yapılmaktadır.

 

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. (89/102), (3/102)

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve Allah'ın nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. (89/103), (3/103)

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.  (89/104), (3/104)

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.  (89/105), (3/105)

 

Buna göre insanlara ölüm sonrasındaki "Ahiret" ortamlarındaki yaşamlarında Allah'ın merhametine ulaşıp huzur içinde olmaları ve azap çekmemeleri için bu ortamdaki yaşamlarında kendilerine Ayetlerde belirtilen uyarı ve öğütlere uymalarının gerektiği "Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun" ifadeleri ile bildirilmektedir. Yüce Allah bir diğer Ayetinde de Allah'ın “yüceliği ve kudreti” ile yapmakta olduklarından “haberdar” olduğu “gerçeğini” bütün insanlara hatırlatmaktadır.

 

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (101/18), (59/18)

 

Bu durumda bütün insanlara Allah’a karşı gelmemeleri ve yanlış yapmamaları (Allah’tan korkmaları) bildirilmekte ve İslam'a tabi olan "Müslümanlar olarak can vermeleri" öğütlenmektedir.

 

Yapılan bu öneri ile Müslümanların aralarında ayrılığa veya ihtilafa düşmemeleri için ellerinde bulunan ve her zaman başvuracakları çok değerli ve eşsiz bir kaynak olarak Kur'an'a işaret edilmektedir.

 

Ayette Müslümanların "hep birlikte" Allah'ın ipi olarak ifade edilen İslam'a ve İslam hakkındaki tüm "gerçekleri" bildiren Kur'an Ayetlerine sımsıkı yapışmaları, nefslerinin etkisi altına girerek kendi durumlarına ve çıkarlarına göre farklı yorumlar üretip farklı uygulamalar yaparak aralarında ayrılığa veya ihtilafa düşmemeleri, diğer bir ifade ile "parçalanmamaları" ihtar edilmektedir. Müslümanlar açısından bir örnek olarak Arap toplumunun önceleri birbirlerine "düşman" kabileler halinde iken Hz.Muhammed'in ilettiği Allah'ın uyarı, öğüt ve öneriler ile "birlik" oldukları, "gönüllerinin" birleştirildiği ve "kardeş" oldukları, bunun Allah'ın bir "nimeti" olduğu ve böylece mecazen "ateş çukuru" olarak belirtilen toplum barışına zarar veren "çekişme" hallerinden "kurtarıldıkları", böylece Allah'ın iman edenlere olan nimeti hatırlatılmaktadır.  Bu hatırlatma ile Allah'ın Dini veya "doğru yol" olarak tanımlanan İslam'ın insanlığın geleceği açısından önemi hatırlatılmakta ve Müslümanların İslam'ın "parçalanmadan" korunmasında ne kadar etkili ve gerekli oldukları belirtilmektedir. Çünkü İslam, önceki dönemlerde peygamberlere gönderilen Allah'ın "Ayetlerini" ve bu Ayetlerin derlendiği "Kitaplarını" insanların kendi akıllarınca değiştirip tahrif etmiş olmaları karşısında, Evren ortamının sona ereceği "Kıyamet" zamanına kadar her dönemde yaşayacak olan bütün insanlara "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "bilim ve inanç konularını" eksiksiz ve en doğru olarak açıklayan "tek kaynaktır".

 

Nitekim İslam'ın Allah'ın bildirdiği en üst bilgi düzeylerini içeren Kur'an Ayetlerinde insanlara bu konularda deliller ve işaretler bulunmaktadır. İnsanlara Evrenin "emirlerine verildiği" açıkça bildirilerek Evren ile ilgili tüm bilim ve inanç konularının Kur'an Ayetlerinde açıklanmış bulunduğuna işaret edilmektedir. Buna göre insanlardan bunlar üzerinde akıllarını kullanarak Evren ile ilgili tüm bilim ve inanç konularını araştırıp inceleyerek "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili "gerçeklere" ulaşması beklenmektedir.

 

Bu derece önem taşıyan İslam konusunda insanların aralarında ayrılığa ve ihtilafa düşmemeleri için onlardan beklendiği gibi "Akıllarını" kullanmaları ve İslam'ı bu yönüyle anlayıp "parçalanmasını" önlemeleri gerektiği özellikle "Müslümanlara" bildirilmekte ve ihtar edilmektedir. Aslında şu anda hangi dini inanışa sahip olurlarsa olsunlar "gönüllerinde" Allah'a ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna inanmış ve iman etmiş tüm insanların da İslam'ı kabul ettiklerinin farkında olmadıkları halde, "Allah'ın İpi" olarak ifade edilen İslam'a sımsıkı sarılanlar arasında oldukları söylenebilir. Onun için

 

Müslümanların öncelikle ve özellikle İslam'a sımsıkı sarılmaları ve aralarında ayrılığa ve ihtilafa yol açmamaları, her türlü konuları daima İslam'ın tek kaynağı olan Kur'an Ayetlerini okuyup anlayarak belirtilen "gerçekleri" bulmaya çalışmaları gerekmektedir.

 

Yüce Allah bu konuda insanların nefslerine "verdiği izin" ile onları Allah'ın yolundan alıkoymaya neden olacak duyguları "ekleyen" Şeytan'ın, insanları Dine (İslam’a) yönlendirmesi görevini verdiği peygamberleri üzerinde bile etkili olmayı denedikleri belirtilmektedir.

 

Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de katmaya kalkışmasın, ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.  (103/52), (22/52)

Kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme yapsın. Zalimler, gerçekten oldukça uzak bir ayrılık içindedirler.   (103/53), (22/53)

Bir de kendilerine ilim verilenler, onun hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir.   (103/54), (22/54)

Allah kıyamet gününde, ihtilaf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir. (103/69), (22/69)

 

Ancak Allah Şeytanın peygamberlerin düşüncelerini etkilemesine ve onlar üzerinde "dürtülerini katmasında" neden olacak şeyi iptal ettiğini sonra da "Ayetlerini" anlamlarında kuşkuya yer bırakmadan "sağlam olarak" yerleştirdiğini bildirmektedir. Zira insanları Arş ortamında yaratan ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak O'nu anlayıp O'na teslim olmalarını "idrak etmeleri" için bir süre yeryüzünde yaşamalarını hayal edebilecekleri ve hayal edebileceklerinin "ötesinde" olan her şeyi en doğru olarak (hakkıyla) bildiğini, onlara hükmettiğini ve tüm bunlar için gereken bilgi (hikmet) sahibi olduğunu bildirerek bu "gerçeklerin" ancak "akıllarını kullananlar" tarafından anlaşılabileceğini açıklamaktadır.

 

Bunun yanında insanları akıllarını kullanmakta "serbest" bıraktığına da işaret edilmektedir.  Ayetlerden anlaşılabileceği gibi Allah peygamberleri üzerinde bile etkili olmaya kalkışan Şeytan'ın karar ve davranışlarında serbest bıraktığı insanlar üzerinde "nefslerindeki duyguları" kışkırtarak etkili olmasına izin verdiği, böylece kendilerine iletilen gerçekler (İslam) hakkında kuşku duyan (Kalplerinde hastalık olanlar) ve bu nedenle kalpleri katılaşanların Şeytan'ın kattığı "şeyi" bir deneyip görerek İslam'a yönelebilmesine imkân verdiği belirtilmektedir. Akıllarını kullanarak Allah'a iman etmeye yönelemeyenler Zalimler olarak tanımlanmakta ve onların gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içinde oldukları açıklanmaktadır.  Bu durumda olanların insanlar arasında ve İslam'ı kabul eden Müslümanlar arasında ayrılığa neden olacaklarına dikkat çekilmektedir.

 

Öte yandan (bir de) Şeytan'ın, her konuda akıllarını kullanmakta serbest bırakılan" tüm insanlar arasında "kendilerine ilim verilenler" üzerinde de "nefslerindeki duyguları" kışkırtarak etkili olmasına izin verildiği belirtilmektedir. Böylece "İlim Sahibi" olanların Şeytani dürtüleri görebilmelerinin ve kendilerine iletilen gerçekleri (İslam'ı) açıklayan Kur'an'ın hakikaten Allah tarafından gelmiş bir "gerçek" olduğunu bilmelerinin ve ona inanmalarının mümkün olacağı ve bu sayede kalplerinin huzur ve tatmine kavuşacağı bildirilmektedir.

 

Yüce Allah yaptığı bu uyarılar ile aslında bütün insanlardan bilgi birikimlerini geliştirerek "ilim sahibi" olmalarını, böylece "İman Etmelerini" beklediğine işaret etmekte ve "Şüphesiz ki" iman edenleri "kesinlikle" dosdoğru bir yola yönelteceğini hatırlatmaktadır. Çünkü bu düzeye ulaşılması durumunda insanlar arasında ve İslam'a inanıp Müslüman olanlar arsında "Yaratılış" ve Tek Yaratıcı Güç" olan Allah hakkında ayrılığa veya ihtilafa düşülmesinin önlenebileceği belirtilmektedir. Aksi halde Allah insanlara "kıyamet gününde" ihtilaf etmekte oldukları konulara dair aralarında hüküm vereceğini bildirmekte ve vereceği hüküm ile neleri yanlış yaptıklarını artık çok geç olarak öğrenebileceklerine işaret etmektedir.

 

Nitekim Yüce Allah Hz.Muhammed'e önceki kitapları doğrulamak ve korumak üzere en son ve doğru olarak (hak olarak) indirdiği Kur'an (Kitap) ile insanlara hükmetmesini, bu "gerçeği" bırakıp ta doğru yoldan ayrılmışlara uymamasını ihtar ederek insanların Kur'an Ayetleri ile gösterilen İslam yolundan ayrılmamasını, böylece insanların İslam'da birleştirmesini ve ayrılığa veya ihtilafa düşmelerinin önlemesini ihtar etmektedir. 

 

Sana da daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı fakat size verdiğinde sizi denemek için. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin O haber verecektir. (112/48), 5/48)

Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. (112/49), 5/49)

 

Yüce Allah esasen önceki dönemlerde yaşamış olan toplumların her birine bildirilen "kitaplarında" onlara "doğru yolu" gösterecek olan bir yol (şeriat) verdiğini, ancak toplumların zamanla nefslerine uyarak bu yoldan bir şekilde ayrıldıklarına işaret ederek onlara verilen "gerçekler" ile ne kadar ilgi duyduklarını denemek için karar ve davranışlarında onları serbest bıraktığını açıklamakta ve "dileseydi" bütün insanları bir tek ümmet yapabileceğini bildirmektedir. Bu nedenle insanlara kendilerine doğru yol olarak bildirildiği gibi "iyi işlerde" birbirleri ile yarışmalarını, böylece aralarında ayrılığa düşmemelerini öğüt vermektedir. Çünkü bütün insanlar için ölüm sonrasında dönüşün Allah'a olacağını ve artık üzerinde ayrılığa düştükleri şeyleri haber vereceğini bildirmektedir.

 

Nitekim Allah'ın Hz.Muhammed'e insanların arasında Allah'ın indirdiği (Kur'an) ile hükmetmesi ve onların arzularına uymaması "talimatını" verdiği açıklanmaktadır. İnsanların Allah'ın hükmünden yüz çevirmeleri durumunda Allah'ın işledikleri günahlarının bir kısmının onların başına bela edeceğini bildirmektedir. Bu nedenle insanların birçoğunun da zaten yoldan çıkmış olmaları nedeniyle Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından saptırmamaları için "dikkat etmesini" Hz.Muhammed'den istediği açıklanmaktadır.

 

Buna göre İnsanlara ölüm sonrasında ne kadar boş ve önemsiz şeylerde ayrılığa düştüklerini ölüm sonrasında öğrenmelerinin hiçbir değeri olmadığı hatırlatılarak yaşarken Allah'a iman etmelerinin ve kendilerine son olarak bildirilen uyarı, öğüt ve önerileri dikkate alarak (Kur'an) aralarında ayrılık ve ihtilaflara düşmemelerinin gerektiği bildirilmektedir.

TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page