

İNSAN OLMAK
İNSAN OLMAK İÇİN BURADAYIZ
İNSANLARA ÖĞÜT VE ÖNERİLER
KONU BAŞLIKLARI
İnananlardan Beklenenler ve İstenmeyenler
Fitne Çıkaranlar ve Bozguncular ile İlişkiler
İsrailoğullarına ve Ehli Kitaba Hitap Edenler
Allah'a İnanmayanlara ve Ortak Koşanlara Hitap Edenler
Allah'a İnanmayanlara Hitap Edenler
Allah'a Ortak Koşanlara Hitap Edenler
Öğüt ve Öneri Ayetleri
Kur'an, yaşanan her zaman diliminde, yaşamış olan ve yaşayacak olan "Tüm İnsanlara" hitap etmektedir.
Özel olarak "geçmiş" toplumlara ve topluluklara hitap edilen Ayetlerde o toplumlarda meydana gelmiş olan olaylar hatırlatılarak halen yaşamakta olan ve daha sonraki dönemlerde yaşayacak olan insanların öncekiler tarafından yapılan yanlış değerlendirmelere ve uygulamalara dikkatleri çekilmekte ve bunlardan öğüt alınması beklenmektedir.
Kur'an’da anlatılan olayların yer aldığı Ayetlerde, daha önce peygamberler aracılığı ile İnsanlara iletilmiş olan ve "Kitap" olarak tanımlanan mesajlarda yer alan olayların teyidi ve zamanla bu olayların anlatımında oluşan farklılıkların düzeltilmesi yer almaktadır.
Böylece Hz.Muhammed'in Peygamberliği sonrasında toplumlarda yaşayacak tüm insanlara, Ayetlerde verilen örnekler ve doğrudan yapılan uyarı ve öğütler ile öncekilerin karşılaştıkları ile ilgili olarak açıklamalar yapılarak, karşılaşacakları olayların açıklamalarını anlayabilmelerinde ve onlardan beklenen davranışları bulabilmelerinde yardımcı olmak üzere yol gösterilmektedir.
Bu nedenle, Kur'an’da yer alan gerçekleşmiş veya olağanüstü nitelikteki olaylar, hiçbir zaman bir "Hikaye" veya "Masal" gibi düşünülmemeli, o toplulukların yaşadıkları zaman dilimi ve o zaman diliminde o insanların sahip bulundukları bilgi birikimleri ve bilgi üretme kapasiteleri dikkate alınarak o insanların Allah konusunda bir fikir sahibi olmaları ve sosyal hayatlarında diğer insanlarla olan ilişkilerinin en iyi düzeye çıkarabilmeleri için o insan topluluklarına ne tür uyarıların ne şekilde yapıldıklarının örnek olarak anlatıldıkları düşünülmelidir.
Zamanımızda yaşayan ve ileride Dünya üzerinde kalacak "Son İnsana” kadar yaşayacak olan insanların, bu tür Ayetlerde yer alan olayları bu anlayış ile değerlendirerek bu olayların öğrettikleri ana fikirleri davranışlarında ve yaşamlarında dikkate almaları ve böylece Allah konusundaki fikirlerini geliştirmeleri beklenmektedir.
Bu nitelikteki Ayetler ile ilgili açıklamalar ve bilgiler "Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar" bölümünde yer almaktadır.
Öte yandan Kur'an inanan, inanmayan bütün insanlara tek tek hitap ederek öğüt ve önerilerde bulunmaktadır. Ancak bazı konulardaki uygulamaları ve özel durumları nedeniyle bazı işlem ve faaliyetlerinde bireysel veya toplumsal olarak farklı anlayış ve uygulamalarda bulunan her çeşit insanlara ve toplumlara ayrıca ve özellikle hitap edilmektedir.
Bu anlamdaki bazı "özel" Ayetlerde, kendilerine daha önce "Kitap" verilmiş olan toplulukların (Ehli Kitap) mensuplarına, İsrail oğullarına, iman etmiş insanlara, inkâr eden insanlara ve hiçbir şeye inanmayanlara (Tüm İnsanlara) hitap edilmekte ve genellikle geçmiş belli bir olay anlatılarak alınması beklenen dersler, açıklamalar, hatırlatmalar, uyarılar, öğütler ve yapılan öneriler yer almaktadır.
Bu Ayetlerde muhatap alınan insanların ve toplumların anlayışları, yaşamları ve inanış yöntemleri ile ilgi kurularak onların neleri yanlış değerlendirdikleri belirtilmekte ve bireysel veya toplumsal yaşamlarında “huzura” kavuşabilmeleri için kendilerine daha önce gönderilen uyarıcılar ve peygamberlerin ilettikleri mesajlar ve kitaplarda belirtilen ve sadece "Bir Allah" fikrini öğreten "Asıl İnanç" konumlarına dönmeleri öğütlenmektedir.
Kur'an’da bu anlamda yer alan öğüt ve öneri niteliğindeki bu tür ayetlerde yer alan konuların özellikle tüm inanmış “Müslüman” kişilerce de dikkatle okunarak ana fikirlerini anlamaya çalışmaları ve bu Ayetlerde yer alan bu ana fikirlere aykırı bir durumları var ise, üzerinde düşünüp düzeltmeleri gerekmektedir.
Ayetlerde genel olarak belirtilenlere göre İnsanlardan "İnanç" konusunda (başkasını ikna etmeye zorlamamak ve başkalarının görüşlerini hafife ve alaya almamak şartıyla) sahip olduğu bilgi birikimine göre ve “akıllarını” işleterek yorum yapmaları beklenmektedir. Çünkü “İnsanlık” Yüce Yaratıcı Güç ve "Yaratılış" konusunda daha ortak ve daha doğru bir kanıya ancak kendisine "Lütfedilen" aklını işleterek yaptığı "Bilimsel" çalışmalar ile ulaşabilecektir.
Bu durum, gelecekte yaşayacak tüm insanlar için de bu anlamı taşımaktadır. Bu anlamda Kur'an’ın gelecek tüm zamanlarda yaşayacak tüm insanlar için “Yüce Yaratanın” öğüt ve önerilerinin bir ifadesi olarak son insan yok oluncaya kadar geçerli olacaktır.
Tüm İnsanlara Hitap Edenler
Kötü kimse olmaktan kaçınılması, Allah'a kulluk edilmesi öğüt verilmekte ve önerilmektedir.
Kötü kimse ise öğütten kaçınır. (8/11), (87/11)
En büyük ateşe girecek olan (kötü kimse) (8/12), (87/12)
Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar. (8/13), (87/13)
Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse (8/14), (87/14)
Kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. (8/15), (87/15)
Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (8/16), (87/16)
Ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde. (8/17), (87/17)
Şüphesiz bu önceki kitaplarda vardır. (8/18), (87/18)
İbrahim ve Musa'nın kitaplarında da. (8/19), (87/19)
Bilerek Allah'ın varlığını inkâr edip kendisine bu konuda iletilen öğütleri ve delilleri aslında akıl edip incelemeden ve üzerinde düşünmeden sırf içindeki karşı durma olarak tanımlanacak bir davranışa yenilen ve bir anlamda kendine bu konuda söz geçiremeyen ve kendini düşünmekten bilinçli bir şekilde alı koyan insanlar "Kötü" olarak tanımlanmakta ve şu anda tam olarak insanlar tarafından algılanamayan ancak insanı öldürmeyen fakat yaşamak olarak da nitelendirilemeyecek bir şekildeki bir "Ateş" içerisinde kalacakları hatırlatılmaktadır.
Ancak, verilen bu öğütleri ve gösterilen delilleri dikkate alarak üzerinde akıl yürüten ve sonuçta Yüce Allah'a inanıp iman eden insanların bu şekilde "temizlendiklerine” işaret edilmektedir. Böylece temizlenen ve Allah'ın varlığını kendi varlığında hissedip "Rabin” adını (Allah) anan ve böylece Allah'a kulluk eden kimselerin "Kurtuluşa" erdikleri tüm insanlara bildirilmektedir. Buradaki kurtuluş, insanların ölüm sonrasında "Gerçek Ortama" geçmeleri ile kendisine vaat edilen sonsuz ve güzel bir yaşama kavuşmasını ifade etmektedir.
Fakat insanların düşünce yapısında daima görüp algıladıkları ve bu ortamda içerisinde bulundukları yaşam "Gerçek" olarak hissedilmektedir. Bu nedenle de bu ortam dışında bulunduğu kendisine öğüt verilerek ve deliller gösterilerek anlatılan bir diğer ortamı düşünmek insanlara bu ortamdaki bildikleri ve gördükleri karşısında "Gerçekçi" görülmemektedir. O nedenle bulundukları ve bir süre yaşadıkları bu ortam daima her düşünce ve faaliyetinde öncelik kazanmaktadır.
Verilen öğütlerin akıllıca düşünülmesi, incelenmesi ve değerlendirilmesi halinde asıl "Gerçek" ortamın daha hayırlı ve daha devamlı olduğunun anlaşılması mümkün olmasına rağmen insanlar bu düşüncelerinden kurtulamamaktadır. Yine bu hususa bir delil olarak gerçek ortamın varlığı, daha hayırlı ve daha devamlı olduğu bilgilerinin Hz.Muhammed'ten önce tüm insanlara uyarıcı olarak görevlendirilip gönderilen İbrahim ve Musa'nın kitaplarında da tüm insanlara anlatıldığı hatırlatılmaktadır.
İnsanların farklı düşüncelere sahip oldukları belirtilerek azı delilleri dikkate alıp Allah’ı “tasdik” edenlerden olunması beklenmektedir.
Bürüyüp örttüğü zaman geceye yemin ederim ki, (9/1), (92/1)
Açılıp ağardığı vakit gündüze, (9/2), (92/2)
Erkeği ve dişiyi yaratana, (9/3), (92/3)
İşleriniz başka başkadır. (9/4), (92/4)
Artık kim verir ve sakınırsa, (9/5), (92/5)
En güzeli de tasdik ederse, (9/6), (92/6)
Biz de onu en kolaya hazırlarız. (9/7), (92/7)
Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, (9/8), (92/8)
En güzeli de yalanlarsa, (9/9), (92/9)
Biz de onu en zora hazırlarız. (9/10), (92/10)
Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez. (9/11), (92/11)
Doğru yolu göstermek bize aittir. (9/12), (92/12)
Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir. (9/13), (92/13)
Alev alev yanan bir ateşle sizi uyardım. (9/14), (92/14)
Ancak yalanlayıp yüz çeviren kötüler (9/15), (92/15)
O ateşe girer. (9/16), (92/16)
Temizlenmek üzere malını hayra veren iyiler (9/17), (92/17)
Ondan uzak tutulur. (9/18), (92/18)
Yüce Rabbinin nezdinde hiçbir kimseye ait şükranla karşılanacak bir nimet yoktur. (9/19), (92/19)
Onun rızasını istemekten başka. (9/20), (92/20)
Ve o hoşnut olacaktır. (9/21), (92/21)
Allah, tüm insanlara verdiği öğütleri açıklarken "Kendisi" ile ilgili bazı "Delillere" işaret etmektedir. Bu delillerin insanlar tarafından dikkatle incelenmesi, araştırılması ve bilgi birikimleri gelişip çoğaldıkça bu ortamdaki algılama ve anlama yetenekleri çerçevesinde "daha somut" olarak anlaması ve Allah'ı böylece bir şekilde "Hissetmesi" sağlanmaktadır.
Karanlığın etrafı bürüyüp örtmesi ve gündüzün ağarıp açılması insanlarca tereddütsüz kabul edilmiş gerçeklerdir ve bilimsel olarak ve bir gerçek olarak tanımlanabilmiştir. Ancak, karanlık ile ilgili yeterli bilgi birikimi sağlanmamış durumdadır. Karanlığın niteliği tam olarak anlaşıldığında bu konudaki "Gerçek" daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Yine bunun gibi, erkek ve dişi olarak yaratılmışlar nasıl tartışmasız bir gerçek ise, erkek ve dişi kararının nasıl verildiği konusunda yeterli bilgi birikimi bulunmamaktadır. Bu konudaki bilgi birikimleri daha üst düzeylere ulaştıkça bu konudaki gerçek daha net olarak anlaşılıp anlatılacaktır.
İşte Allah tüm insanlara gördükleri ve anladıklarını nasıl "Gerçek" olarak kabul ediyorlarsa, bu gerçekleri "Yaratanın” varlığına delil göstermektedir. Yine bu "Yaratılmış" gerçekler delil gösterilerek verilen "Öğütlerin de" gerçekliklerine dikkat çekilmektedir. Burada değinilen öğütlerde, her insanın işlerinin yani faaliyetinin farklı olduğu hatırlatılarak artık kim "Verir" ve "Sakınırsa” ve en güzeli de Allah’ı tasdik ederse Allah’ta ona bu işlerinde kolaylıklar hazırlayacağını açıklamaktadır.
Burada geçen "Vermek" fiili, Kur'an’ın pek çok yerinde açıklanan Zekât ve diğer yardım ve sadakalardır. Bir insan bilerek ve isteyerek bu şekilde ihtiyacı olanlara "Verirse" Aynı şekilde bilerek ve isteyerek, yani "Aklını" kullanarak Allah'ın tüm insanlığa gönderdiği öğütlere uyup istenmeyen şeylerden kendini sakınır ve alıkoyarsa ve Allah'ı böylece tasdik eder ve kabul ederse "Her An Her Şeyi Yaratmakta Olan Allah" bu insanın işlerini en kolay hale getirecek ve başarılı olacak kararlar vermesi için yönlendirecektir.
Buna karşılık bir insan bilerek ve isteyerek "Cimrilik" eder ve kendini "Güçlü" ve "Üstün, Varlıklı" olarak görürse ve böylece Allah'ın varlığını yalanlarsa "Her An Her Şey Yaratmakta Olan Allah" bu insanı onun işlerini en zor hale getirecek kararlar vermesi için yönlendirecektir. Öyle ki, bu şekilde düştüğü zaman sahip olduğu mal varlığının kendisine hiçbir fayda sağlamadığını görecektir.
Allah "Doğru yolu göstermek bize aittir" Ayeti ile, İlk insandan itibaren insanlığın tarihi boyunca seçerek görevlendirdiği insanlar aracılığı ile o sırada yaşamakta olan tüm insanlara sahip bulundukları "Bilgi Birikimi" çerçevesinde "Doğru Yolu” gösterdiğini hatırlatmaktadır. Bu konuda "Son" olarak Hz.Muhammed'e görev verdiğini ve artık "Doğru Yolun” gösterilmesini tamamladığını açıklamıştır.
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)
Buna göre artık insanlar, Hz.Muhammed'e kadar kendilerine o sıralardaki bilgi düzeylerine göre iletilmiş olan öğüt ve öneriler ile birlikte Hz.Muhammed'den sonraki dönemlerde (Kıyamete kadar) her an olağanüstü bir şekilde artan yeni bilgi birikimlerini “Akıllarını” işletip kullanarak, Hz.Muhammed'e indirilmiş olan Kur'an’ı bir bütün olarak "Anlayabilecekleri” düzeye ulaşabileceklerdir.
Allah, "Alemlerin Rabbi" olarak "Dünyanın” ve "Ahiretin” sahibi (Yaratıcısı) olduğunda şüphe bulunmadığını ve insanları ölümleri sonrasında yüzleşecekleri "azap" ile uyardığını hatırlatarak, Allah’ı bilinçli olarak yalanlayıp Allah’tan yüz çevirenlerin bu "azabı" göreceklerini kesin bir şekilde açıklamaktadır. Buna karşılık, malını hayra verenlerin ise iç dünyalarının, benliklerinin "Temizleneceğini" ve onların ateşten uzak tutulacağını da aynı kesinlikle belirtmektedir.
Allah kendi nazarında, insanların "Allah'ın kendilerinden razı olmalarını" dilemelerinden başka hiçbir kimseye şükranla karşılık verilecek hiçbir lütuf ve iyilik bulunmadığını belirtmekte ve bu dilekte bulunanların Allah’ın kendilerinden “razı olmasına” kavuşarak mutlu olacaklarını açıklamaktadır.
"Ve onda başka bir kimsenin bir nimeti yoktur ki karşılığı, mükafatı verilecek olsun, yani hiç kimseye borçlu ve minnet altında kalmış değildir ki verirken ona karşılık olarak versin. Elmalılı Tefsiri"
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: LEYL SURESİ (kuranikerim.com)
İnsanların elde ettiklerinin veya isteklerinin gerçekleşmemesinin Allah’a iman konusunda bir “sınav” olduğuna işaret edilerek imana yönelmelerinde yardımcı olmak üzere açıklamalar yapılmaktadır.
İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der. (10/15), (89/15)
Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi" der. (10/16), (89/16)
Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, (10/17), (89/17)
Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. (10/18), (89/18)
Haram helal demeden mirası yiyorsunuz. (10/19), (89/19)
Malı aşırı biçimde seviyorsunuz. (10/20), (89/20)
Ama yeryüzü parça parça döküldüğü zaman, (10/21), (89/21)
Rabbinin geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (10/22), (89/22)
O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar fakat bu hatırlamanın ne faydası var! (10/23), (89/23)
"Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!" der. (10/24), (89/24)
Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez. (10/25), (89/25)
Allah'ın vuracağı bağı kimse vuramaz. (10/26), (89/26)
Ey huzura kavuşmuş insan! Rabbine dön. (10/27), (89/27)
Sen O'ndan hoşnut olarak, (10/28), (89/28)
O da senden hoşnut olarak (10/29), (89/29)
Kullarım arasına katıl ve cennetime gir! (10/30), (89/30)
Allah, yaratmış olduğu insanın benliğinin "nefsinin" yönetimini insanın Aklı ile vereceği kararlarla yapabilmesine imkân tanımıştır. İnsanlar bu ortamdaki yaşantıları süresince aldıkları her karar ile benliklerini koruma, rahat ettirme, başkaları üzerinde etkili olma ve hükmetme vb. gibi etkinliklerde bulunmaktadır.
Bu etkinliklerde bulunurken, aynı zamanda yaptığı faaliyet ve sonuçlarını bir "Kazanılmış Bilgi" olarak hatırlamakta ve sonraki iş ve faaliyetleri ile ilgili olarak karar alırken bunları da dikkate almaktadır. Bu noktada yaptığı değerlendirmeler sırasında elde ettiği sonuçların olumlu olması ve yaşadığı zaman dilimi ve ortama göre diğer insanlardan daha fazla bir şeylere sahip olması halinde, Allah'ın kendisine "İkramda" bulunduğunu düşünmektedir. Ancak, olumsuz sonuçlar ile karşılaştığında ve diğer insanlara göre daha az şeylere sahip olması durumunda ise Allah'ın kendisini "Önemsemediği" zehabına kapılmaktadır.
Allah "Sonsuz ve Her An Yinelenen Yaratıcılık" niteliği ile oluşturduğu ve insanların yaşam alanı olarak "Değişmez Kanunları” İle düzenlediği bu ortamda insanların akıllarını kullanarak aldıkları her türlü karar ve yaptıkları her türlü faaliyetin ve bu faaliyetin sonuçlarını, aslında kendisi için Allah'ın özellikle bu niteliğini daima göz önünde bulundurması ile ilgili bir "İmtihan" olduğunu da fark etmesi gerekmektedir. Buna göre insanların aldıkları kararları, bu kararları uygulayan iş ve faaliyetleri ve bu faaliyetlerin sonuçlarında elde edilenler Allah'ın kurduğu düzen ve bu düzende geçerli olan değişmez kanunları ile şekillenmektedir. Bu nedenle insanların elde ettikleri ile ilgili değerlendirme yaparken bunların Allah'ın düzeninin bir sonucu olduğunu idrak etmeleri gerekir. Ancak bu idrake ulaşılması halinde "İmtihan" sonucu "Başarılı" olabilecektir.
Buna rağmen, insanların benliklerinin etkisini değerlendiremeyip ona boyun eğdikleri hatırlatılmakta ve buna en güçlü delil olarak da "Yetime ikram etmiyorsunuz", "Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz", "Haram helal demeden mirası yiyorsunuz", "Malı aşırı biçimde seviyorsunuz" uyarıları yapılmaktadır.
Kur'an’ın pek çok yerinde insan benliğinin "Elindekilerden ihtiyacı olanlara verme" konusunda çok cimri olduğu bildirilmektedir. İnsanlar samimi olarak kendilerine itirafta bulundukları takdirde bu durumu göreceklerdir. İnsan benliğinin kontrol altına alınmasında ve yönetilmesinde en önemli unsuru "Vermek" teşkil etmektedir. Bu durumu anlayıp verme konusunda kendini yenebilen insanlar, belirtilen diğer delil, öğüt ve önerileri çok daha açık ve net olarak anlayabilecekler ve Allah'ın düzenini idrak ederek verdikleri tüm kararlarda ve yaptıkları tüm iş ve faaliyetlerinde her an muhatap oldukları "İmtihanı" geçebileceklerdir.
Benliğini yönetemeyen ve bilinçli olarak yapılan uyarılardaki şekilde benliğine tabi olarak yaşayan insanlara bir hatırlatma da bu ortamın sonu ile ilgili olarak yapılmaktadır.
Bu düşüncede olan insanların bu ortamın sonu ile ilgili olarak verilen örnek olayların kendisinin bu ortamda yaşadığı süre içinde olmayacağı ve bunları görmeyeceği şeklinde bir değerlendirme yaparak tuttukları yolda devam etmeyi bir defa daha düşünmeleri gerekmektedir. Zira, yine Allah'ın "Değişmez" bir Kanunu gereğince "Her Canlı Ölümü tadacaktır."
Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz. (85/57), (29/57)
Her canlı ölümü tadacaktır (89/185), (3/185)
Buna göre ölümü gerçekleşen bu düşüncedeki insanların, bu ortamın ortadan kaldırılarak "Gerçek" ortamda yeniden "Canlanması" sırasında Allah'ın emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman, bu ortamdaki kararları ve yaptıklarının ve Hz.Muhammed'in tüm insanlara iletmiş olduğu “Allah Sözü” olan Kur'an Ayetlerinin ne kadar "Gerçek" olduğunu anlamasının ve pişmanlık duymasının artık hiç bir yararının olmadığı, tüm insanlara ve özellikle bu düşüncede olan insanlara doğrudan ve bu ortamda yaşarken hatırlatılmaktadır. Zira artık "O Gün" bu insanlara Allah'ın vereceği azabı bu ortamdaki hiç kimse tahmin bile edemeyecektir ve bu azaptan kaçmaları mümkün olmayacaktır. Çünkü, "O'nun vuracağı bağı kimse vuramaz".
Ancak, benliğini anlayıp yöneten ve kontrol ederek iş ve faaliyetlerinin sonuçlarını Allah'ın değişmez Kanunları ile gerçekleştiğini gören ve aklını bu şekilde kullanıp Yüce Allah'ı kabul ederek "Huzura" eren insanlara her zaman ve her şekilde Allah'a dönmeleri hatırlatılmakta, bu insanlara doğrudan "Sen O'ndan ve O'da Senden "Hoşnut" olarak Cennetime Gir" şeklinde hitap edilerek Cennet' girmeleri emri verilecektir.
Bütün insanlara Allah'a iman edip iyi işler yapmadıkça daima hayal kırıklığı (hüsran) yaşayacakları bildirilmekte, o nedenle birbirlerine daima doğruyu (hakkı) ve sabırlı olmayı önermelerinin gerektiği öğütlenmektedir.
Asra yemin ederim ki (13/1), (103/1)
İnsan gerçekten ziyan içindedir. (13/2), (103/2)
Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. (13/3), (103/3)
Allah bu kısa ve muhteşem öğüt ile tüm insanları düşünmeye davet etmekte ve onların nasıl "İnsan" olabileceklerini net olarak onl arın dikkatlerine getirmektedir.
Buradaki "Asr" kelimesi ile "Zamana” işaret edilmektedir. Zaman olarak tanımladığımız "Boyut", bu Dünya-Evren ortamında ve muhtemelen ahiret olarak tanımladığımız "Gerçek Ortamda" gerçekleşen ve var olan her şeyin “var olması” ve varlığını sürdürmesi için gereken "İlk" unsurdur. Diğer bir deyimle her şey ancak zaman boyutu ile vardır, ancak zaman boyutunda somut olarak belirir. Zamanın olmadığı bir ortamda "hiçbir Şey" bulunmaz, ortaya çıkamaz ve gerçekleşemez.
Zamanın bu önemi, her şeyin ve zamanın yaratıcısı olan Allah" tarafından akıllarını kullanmalarında “zamanın” ilk düşünecekleri unsur olduğunu insanların dikkatlerine getirmesinden gelmektedir. Zaman olmadan hiçbir şeyin varlığından bahsedilememesi, tüm "Yaratılışların” tamamen “zaman boyutuna” bağlı olduğunu göstermektedir. Bu gerçeği her dönemde yaşamış olan ve gelecek her dönemde yaşayacak olan aklı başındaki tüm insanlar, yaşadıkları her an hissetmektedir.
Yüce Allah, zamanın sahibi ve yaratıcısı olarak tüm yaratılışların da tek “iradesi” ve uygulayıcısıdır. Buna göre Yüce Allah, her şeyi “yoktan” yaratan Tek Yaratıcı Güç” olarak bu ilahi ve gizemli olgu niteliğindeki “Zaman” üzerine yemin ederek, diğer bir ifade ile bu olguyu şahit göstererek, insanlardan tüm ortamlarda yer alan genel zaman olgusuna göre bir "Hiç" kadar “kısa” olan bu ortamda bulundukları zamanı kapsayan “ömürleri” sürecinde “Akıllarını Kullanarak” Allah'a ve Allah'ın her şeyi yaratan "Tek İrade" olduğuna inanmalarını (İman Etmelerini) beklemektedir.
Ancak insana lütfedilen bu "Akıl" unsuru bu kadar muazzam ve muhteşem bir olguyu hissedebilir ve tanımlayabilir. Sadece kendilerine lütfedilen akıl yeteneğini fark edemeyen ve kullanamayan insanlar bu muhteşemliği de anlayamaz ve farkında olamaz. İşte bu durumdaki insanlar bu kısacık yaşamlarını "Ziyan" etmektedirler. Allah bu önemli hususu tüm insanlara bir öğüt olarak hatırlatmaktadır.
Bütün İnsanlara bu öğüt ile özetle, Zamana bakmaları, zamanı anlamaları, zamanın nasıl her şeyin var olmasında etkili olduğunu görmeleri, işte o zamanı yaratan ve o zamanın sahibi olan Yaratıcıyı da böylece biraz olsun algılamaya çalışmaları önerilmekte ve bu gerçeklere yüz çevrilmesi ve önemsenmemesi halinde “Yüce Yaratanı” anlayamayacakları ve bu ortamdaki yaşamlarında daima "Ziyanda" olacakları ihtar edilmektedir. Zira “İnsanların” buradaki varlığının asıl nedeni, onlara verilen "Akıl" ile bu gerçekleri, bu gerçeklerin sahibini ve “yaratıcısını” anlayabilmeleri, hissetmeleri, kabul etmeleri ve Allah'a iman etmeleridir. Ancak bu “düzeye” ulaşabilenlerin "Ziyanda" olmaktan kurtulacakları bildirilmektedir.
Yüce Allah her şeyin yaratılmasını sağlayan “zamanın” ve diğer tüm “unsurların” sahibi olmasının anlaşılması yanında insanların yine "Akıllarını kullanarak” birbirleri ile iyi ilişkiler içerisinde olmalarını, birbirleri ile her durumda iyi işlerde birlikte olmalarını, birbirlerinin "Haklarını” gözetmelerini, birbirlerine hakkı (doğru Yolu) tavsiye etmelerini, birbirlerine sabır etmelerini tavsiye etmelerini aynı derecede kuvvetle önermektedir ve öğütlemektedir.
Sabırlı olmak insanların benliklerinde çok zor hakim olunabilecek bir davranıştır. Zira insan tam olarak anlamış olmasa da buradaki varlığının çok kısa olduğunun daima bilincindedir. Bu husus bilerek ya da bilmeyerek hemen tüm davranışlarını etkiler ve akılcı düşüncelerin öne çıkmasına önemli ölçüde engel olur. Bu nedenle Yüce Allah, bu unsura tüm yaratılışların ilk, tek ve ana unsuru olan Zaman gibi önem verdiğini ve bu değerde dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Aksi halde “İnsan” daima "Ziyanda" olacaktır.
İnsanların bu ortamdaki yaşamlarında yararlandıkları ve elde ettikleri karşısında bu yaşamının ve sağlanan olanakların yaratıcısı ve sahibini anlamaya çalışmamakla Allah’a karşı nankörlük ettiğine işaret edilmektedir.
Harıl harıl koşanlara yemin ederim ki, (14/1), (100/1)
Çakarak kıvılcım saçanlara (14/2), (100/2)
Sabah baskını yapanlara (14/3), (100/3)
Orada tozu dumana katanlara (14/4), (100/4)
Derken orada bir topluluğun ta ortasına girenlere (14/5), (100/5)
İnsan, Rabbine karşı pek nankördür. (14/6), (100/6)
Şüphesiz buna kendisi de şahittir. (14/7), (100/7)
Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür. (14/8), (100/8)
Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı zaman insan düşünmez mi? (14/9), (100/9)
Ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman. (14/10), (100/10)
Şüphesiz Rableri o gün onlardan tamamıyla haberdardır. (14/11), (100/11)
Allah, insanlara kendi yapılarının bazı özelliklerini hatırlatmakta ve bu özellikleri nedeniyle uğrayabilecekleri olumsuzluklara işaret ederek akılları ile bu durumu fark etmelerini, dikkate almalarını, değerlendirmelerini ve nihayet bu olumsuzluklardan kaçınmaya karar verebilmelerini beklemektedir.
İnsanlar, bu ortamdaki yaşam süresinin çok kısa olduğunu çok çeşitli şekillerde ve yaşadıkları olayları hatırladıklarında fark edebilmektedir. Bu husus insanların davranışlarında daima bir şekilde etkili olmaktadır. İnsanlara buradaki yaşamında düştüğü bu telaş nedeniyle aklını kullanmakta ve Allah'ın varlığını ve tek yaratıcı olduğunu anlamakta zafiyet gösterebileceği hatırlatılmakta ve bu durumu fark edemeyecek kadar hırs ve çıkarları için telaşa düşerek birey ve toplum olarak koşuşturan ve diğer insanlara ve insan toplumlarına saldırarak ve müdahale ederek onlara zarar verip zulmeden ve başka hiçbir şeyi gözü görmeyip hiçbir şeye önem vermeyen insanları da, bu ortamda kendilerine sağlanan olanakların, verilen öğütlerin ve etraflarında her an görüp algıladığı gerçeklerin sahibi konusunda gaflete düşmesi nedeniyle de "Nankör" olarak tanımlamaktadır.
Ayrıca da bu insanların kendilerinin de bu nankörlüklerinin şahidi ve bilincinde olduklarına işaret edilmektedir. Burada insanların mal sevgisine aşırı düşkün oldukları belirtilmektedir. Aslında her insanda bu tür bir sevgi ve düşkünlük bulunmaktadır. Ancak, insanlardan bunu fark ederek kendilerini kontrol edebilmeleri ve buradaki bulunuşunun asıl nedenini bulup "Her Şeyin Sahibi" olan Yüce Yaratanı fark edebilmeleri ve O'na iman ederek hareket ve faaliyetlerini buna göre düzenleyebilmeleri beklenmektedir.
İşte insanlar kendilerinden beklenen bu anlayış ve davranışlara akıl yoluyla ulaşabileceğinin bilincinde olmasına rağmen, kendisini tamamen bu mal sevgisinin etkisine bırakırsa bu sevginin etkisi ile Yaratıcı ile arasındaki bağlar zayıflamakta ve nankörlük etmiş duruma düşmektedir. Biraz aklını kullanan insan bu durumu net olarak fark edebilecek yeteneğe sahiptir. O nedenle tüm zamanlarda yaşamış olan ve gelecek tüm zamanlarda yaşayacak olan insanların bu konuda düşünmesi ve durumunu gözden geçirmeleri gerektiğine dikkatleri çekilmektedir.
Özellikle, bu ortam sonrası ile ilgili olarak düşünülmesi ve verilen örnekler ve ip uçlarını değerlendirerek bu ortamdaki hayatını "Yüce Yaratana Nankörlük" etmeden tamamlaması gerekmektedir. Bu konuda insanlara ölüp gittikten sonra mezarlarda bulunanların diriltilip dışarı atıldığı zaman (Ahirette yeniden yaratıldıklarında) ne yaptıkları ve ne yapmadıklarını çok açık hatırlayacaklarına işaret edilmektedir. İnsanların bu örnek üzerinde önemle düşünmesi gereklidir. Zira insana bu ortamdan ölüp gitmeyeceği, daha sonra da "Diriltileceği" ve bu ortamdaki yaşamlarında tabi oldukları ve kontrol edemedikleri hislerinin ve düşüncelerinin "Ortaya Konulacağı" söylenmektedir. İçinde şüphesi olan insanların bir defa daha düşünüp bu söylenen hususlar ile ilgili olarak en azından “Ya öyle ise" demeleri halinde bile hissedeceklerinin onlar için çok önemli bir "Uyarıcı" olacaktır.
Allah "O Günün Sahibi" olarak birer birer gelmiş ve gelecek tüm insanların yeniden diriltilmeleri sırasında her birinin nefislerine uyarak "Kendisi" ile olan bağlarını ne derece fark ettiğinden ve ne derece nankörlük ettiğinden tamamıyla haberdar olduğunu şu anda yaşayan ve gelecek olan tüm insanlara hatırlatmaktadır.
İnsanların bir arada "çokluk" olarak bulunduklarında "çokluk kuruntusuna" kapılarak yaptıkları işlerde veya sahip oldukları düşüncelerde birbirlerinden "güç" aldıkları, böylece yaptıklarından "Gururlandıkları" belirtilmektedir.
Benzer şekilde ölen insanların mezarlıklarını da ölümü kabul etmemecesine ve neredeyse ölüme karşı bir öfke olarak geniş alanlarda, çok sayıda ve abartılı şekiller vererek düzenledikleri, bundan da "gurur duydukları" belirtilmekte ve ölüm ile ilgili bu tür abartılı uygulama yapılmasının doğru olmadığına dikkat çekilmektedir.
Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, (16/1), (102/1)
Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. (16/2), (102/2)
Hayır! Yakında bileceksiniz! (16/3), (102/3)
Elbette yakında bileceksiniz! (16/4), (102/4)
Gerçek öyle değil! (16/5), (102/5)
Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. (16/6), (102/6)
Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. (16/7), (102/7)
Nihayet o gün nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. (16/8), (102/8)
Allah, insanların yapılarında bulunan ve tüm hareket ve faaliyetlerinde etkili olan “bazı dürtüleri” Allah’ın lütfettiği "Akıllarını" kullanarak fark etmeleri ve buna bağlı olarak da bu niteliklerini incelemelerini sağlamak üzere işaret edilen dürtülerin sonuçlarından bazı örnekler vermektedir.
Burada insanların bir arada ve çokluk olarak bulunmalarının onlara ayrı bir güven ve gurur hissi verdiği belirtilmekte ve bu hislerin etkisinde kalarak akıl kullanmadan faaliyetlerini düzenlemeleri halinde nasıl bir sonuca gittikleri gösterilmektedir. İnsanların çokluk olarak bir arada bulunmaları ile “her şeyi” düşünerek kararlaştırmaları sonucunda “tamamen kendi eserleri” olarak yaptıkları, şekillendirdikleri, yönlendirdikleri, inşa ettikleri, kontrol altında tuttukları “hissine kapıldıkları” ve bundan çok güçlü bir şekilde "Gurur" duyduklarına işaret edilmektedir.
Bu durum “çokluk kuruntusu” olarak ifade edilmektedir. Görüleceği gibi bu ortamın yapılanmasında az veya çok kendi faaliyetlinin de bulunduğunu düşünmesi sonucunda insanlara bu ortamda “bulunması” tarifsiz bir gurur vermektedir. Öyle ki, bu ortamdan ayrılmış olan insanlar için de son derecede görkemli ve sanki bu ortamda halen bulunuyormuşçasına mezarlar inşa ederek sanki onların buradan ayrılmadıkları anlamını içlerine sindirmeye kadar bu gururlanmayı ileri götürmüşlerdir.
Bu konudaki en abartılı örnekleri eski Mısır Firavunlarında ve diğer geniş etki alanların hükmetmiş, çok zenginliklere erişmiş, ileri medeniyetler kurmuş olan toplumlarda bugün dahi görmekteyiz.
İşte bu amaçla ölçüsüz bir şekilde "İnsan Gururunun" bir sonucu olarak ortaya çıkarılan geniş yerleşim yerleri ve buralarda ölen insanların ölümlerini kabul etmemecesine ve neredeyse ölüme karşı bir öfke derecesine varan mezarlar, mezarlıkların ziyaret edilmesi Allah tarafından uygun görülmemektedir.
Hz.Muhammed mezarların ancak "İbret" alınması ve insanların "Ölümü" hatırlayarak bu ortamdaki durumu ve yeri ne olursa olsun hareketlerini ve faaliyetlerini ona göre düzenlemesine neden olması amacı ile ziyaret edilmesini öğütlemiştir. Hiç şüphesiz Hz.Muhammed bu Ayetleri aldığında insan gururunun bu aşamasının nasıl tehlikeli sonuçlara götürebileceğini bu öğütleri ile yine "Tüm İnsanlara" anlatmaktadır.
Elmalılı tefsirinde bu Ayette yer alan "Yakın" kelimesinin Arapça "Yakin=Kesin, Tereddütsüz İlim" olarak anlam taşıdığını belirtmektedir. Buna göre Allah, gerçeğin insanların yaptıkları ile “anlamsız” bir şekilde gururlanmaları olmadığına ve bu durumun ancak edinecekleri "Kesin Bilgi ve Bilim" geliştikçe ve çoğaldıkça çok daha açık olarak anlayacaklarına işaret etmektedir.
Bu anlamda insanlara eğer ilerisini ve “Kesin İlim” kapsamda olan ölüm bilgisini bilmiş olsalardı mutlaka cehennem ateşini anlayabilecekleri (görecekleri) hatırlatılmakta ve bu şekilde gururlanmaya devam etmeleri halinde ölüm sonrasında Gerçek Ortamdaki yaşamda yeniden diriltildikleri gün cehennemi çıplak gözle görecekleri bildirilmektedir. Böylece insanlara “yeryüzü” ortamında onlara verilen, lütfedilen iyilikler ve her türlü geçimlikler (nimetler) ile ilgili olarak hesaba çekilecekleri ihtar edilmektedir.
Diğer bir deyimle eğer insanlar ilerisini şüphesiz, tereddütsüz ilimle bilselerdi sayılarının ve malların çokluğu ile öğünerek oyalanmayacaklarına, bilgisizlik ve gurur nedeniyle yanlış yapmayacaklarına, çoklukla öğünmeyeceklerine ve gururlanmakla vakit geçirmeyeceklerine işaret edilmektedir.
Bu nedenle insanlara verilen öğütlerin dikkate alınması ve alacakları kararların, yapacakları hareketlerin ve faaliyetlerin ona göre düzenlenmeleri gerekmektedir.
Evren ve Evren ötesinde bulunan her şeyin bütün "Yaratılışını" gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah'ı" kendilerine "Akıl" verilmiş olmasına rağmen kabul etmeyip inkâr edenlerin yaptıkları duaların (namaz) bir anlamı bulunmadığı ve bu duaları çıkarlarının sürdürülmesini sağlamak üzere "gösteriş" olarak yaptıkları belirtilerek bütün insanlar bu duruma düşmemeleri için uyarılmaktadır.
Dini yalanlayanı gördün mü? (17/1), (107/1)
İşte o, yetimi itip kakar; (17/2), (107/2)
Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; (17/3), (107/3)
Yazıklar olsun o namaz kılanlara (17/4), (107/4)
Ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. (17/5), (107/5)
Onlar gösteriş yapanlardır (17/6), (107/6)
Hayra da mâni olurlar. (17/7), (107/7)
Allah, ilk insanın bu ortamda ortaya çıkmasından itibaren bu ortam ve ötesi ile ilgili olarak "Elçi" olarak görevlendirdiği insanlar vasıtası ile tüm insanlara öğüt ve önerilerde bulunmaktadır. Bu şekilde görevlendirdiği son elçi olan Hz.Muhammed aracılığı ile tüm öğüt ve önerilerini artık değişmeyecek ve bozulmayacak olan bir "Kitap" olarak derlenmesini mümkün kılmıştır. İşte ilk insandan itibaren ve son elçi Hz.Muhammed tarafından derlenmiş olarak tüm insanlara iletilmiş olan Allah'ın öğüt ve önerilerinin tamamı topluca "Din" olarak tanımlanmaktadır ve şekil ve uygulamalara dayanan bir "inanç sistemi" anlamında düşünülmemelidir. Buna göre "Din", bütün "Yoktan” yaratılışın "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" tarafından gerçekleştirildiğini ve kendilerine "Akıl" verilmiş olan bütün insanların bu "gerçeği" kabul edip Allah'a "teslim olmalarını" ifade emekte ve Ayetlerde "İslam" olarak tanımlanmaktadır. Allah "İslam’ın" kendi kadında "makbul" ve "gerçek" olan "Din" olduğunu bütün insanlara bildirmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Buna göre bütün peygamberlerin tüm vahiylerinde bildirdiği Din, "İslam" olmaktadır.
"Hz.Muhammed Peygamber de bu Dinin (İslam’ın) "kurucusu" değildir ve bu Dinin "mensuplarından" biridir yani İslam’ın son peygamberidir."
İslamoğlu Tef. Ders. MAUN SURESİ (01-07) (198-A) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
Yüce Yaratan insanların bu ortamdaki yaşamlarında akıllarını kullanmalarını, akıllarını kullanarak bilgi edinmelerini, bu bilgilerin birikimlerinden yararlanmalarını ve bu ortamı bu bilgileri kullanarak kendi ihtiyaçları ve isteklerine göre şekillendirmelerini ve elde ettiklerinin "Kaynağı" ile ilgili bir fikirlerinin oluşmasını ve tüm bu ortam ve giderek tüm "Diğer Ortamlar" hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmalarını ve sonuçta elde edilen tüm bu "Birikmiş Bilgiler" ile algılanan ve anlaşılan tüm olgu ve oluşumların "Kaynağını" hissedip anlamaları ve "O’na” iman edip teslim olmalarını beklemekte ve bu düzeye erişebilenler "Dini Anlayabilen ve Dine İman Eden" olarak tanımlanmaktadır.
Tamamen bilgi birikimine ve Akıl kullanılmasına dayalı olan "Din" olgusu, yine bu iki ana unsurun anlaşılıp kullanılması sonucunda diğer tüm insanların da kendisi gibi olduğunu, elde ettikleri bilgi ve akıl sahibi olarak "Din" konusunda bir anlayış düzeyine eriştiklerini, bu nedenle de tüm insanlar ile ilişkilerde bu durumun daima dikkate alınarak her insanın diğer insanları aynı değerde görmesi, onlara sevgi göstermesi, kendi hakları ne ise onların da aynı hakları kullanmalarına saygı göstererek haklarının "Gasp" edilmemesi gibi dengelere dikkat etmesinin gerektiğini tüm insanların dikkatlerine getiren “tek en etkili” ve önemli unsur olarak tüm insanlık tarihi boyunca yerini ve etkisini korumuştur.
İşte "Dini Yalanlayanlar" ifadesi ile bu unsuru dikkate almayanların bazı nitelikleri sayılmaktadır. Bu tür insanların "Din" konusunda bilgi düzeyleri yeterli olmadığı için veya akıllarını kullanırken "Din" konusunu yukarıdaki şekilde değil de "Şahsi Çıkarlarını" önemseyerek ve onların esas olduklarına kendisini inandırarak tamamen "Yalanladıkları" ve bunların toplumda da "Yetimi itip kakar, yoksulları doyurmaya teşvik etmez" gibi davranışlarda bulundukları sonucunu doğurduğuna işaret edilmektedir.
Aslında bu durumda olan insanlar kendilerinin bu davranışlarının farkındadırlar ve bulundukları toplumun genel inanışları doğrultusunda hareket ederler. Yani inançlarındaki zayıflıkları nedeniyle toplumdaki dinsel uygulamaları isteksiz bir şekilde yerine getirebilirler veya hiçbir şekilde dinsel uygulamaları yapmazlar. Ya da daha kötüsü olarak şahsi "Çıkar" sağlamak ve çıkarlarını sürdürmek için "İnanmış" görüntüsü vererek toplum içinde “gösteriş” yapmaktadırlar ve bunu da "Dini Uygulamalar" olarak göstermektedirler. Ancak aslında samimi inanca (Takva) sahip olmayan (Münafık) insanların ve toplum yöneticilerinin bu tür davranışlarda bulunarak toplumun inanç yapısı üzerinde son derece "Olumsuz" ve "Zararlı" etkilerinin olacağı bir gerçektir. Bu konuda Halife Ömer'e ait olduğu ifade edilen sözler, bütün insanlar açısından ve de özellikle toplum yönetimi kendilerine "Emanet" edilenler açısından "Ders Alınması" ve asla "Unutulmaması" gereken niteliktedir.
“İnsanın ağzının laf yapmasına aldırmayın. Kim emaneti koruyor ve insanların namusuna saygı gösteriyorsa ona değer verin, işte insan O’dur. Kişinin namaz ve orucuna değil, onun aklına ve sadakatine bakın. Ben imanını ortaya koyan müminden ve küfrünü ortaya koyan kafirden korkmam. Lakin imana bürünmüş münafıktan ve onun başkası adına çalışmasından korkarım.” (Murat Akarsu, Ömer döneminde yönetim ve yöneticilerin uygulamalarından kesitler)
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/623898
Bu durumda olan ve örneğin namaz kılan insanların bu ibadetlerinde de "Samimi ve İçten" olmaları mümkün olmadığından, Allah her şeyden haberdar olarak, "Dini Yalanlayıp" namaz kılanlara, yani bu ibadetleri "Ciddiye Almadan" ve "İnsanları Aldatmak" için yapanlara "Yazıklar Olsun" şeklinde hitap etmektedir. Allah'ın bu şekilde bir hitabına muhatap olmak son derecede aşağılayıcı bir durumdur. Zira, bu anlayışta olan ve sanki ibadetlerini yerine getiriyormuş gibi toplumda görüntü veren insanlar ancak “gösteriş” yapmakta, aslında kendilerinden beklenen "İnsani" davranışta bulunmamaktadırlar.
Bu hususlar özellikle "Kamu Yöneticileri" açısından çok daha fazla önem taşımaktadır. Zira toplumun yönetilmesi ve bu arada toplum kaynaklarının (Devlet Malının) toplum yararına "Kullanılması" kendisine "Emanet" edilmiş olanların bu konulardaki "Görevlerini" kendilerinde çok daha önemli olan "Şahsi Çıkarları" adına ihmal ederek "Suiistimal" etmeleri halinde toplumdaki bütün insanların "Haklarına" el koymuş olmaktadırlar. Bu durum çok açık bir biçimde "Dinin Yalanlanması" olarak tanımlanabilir. Kendilerine toplum yönetimi emanet edilenlerin bu şekilde "Dini Yalanlamaları" ve emanete "Hıyanet" etmeleri halinde ölüm sonrasındaki değerlendirilme ortamına bu yaptıkları "Boyunlarına Asılı" olarak getirilecekleri bildirilmektedir.
Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. (89/161), (3/161
İnsanların, özellikle de toplumun yönetimi kendilerine "emanet" edilen "yöneticilerin" her şeyin tasarımcısı ve yaratıcısı olan Allah ve Allah'ın bütün insanlara bildirdiği uyarı, öğüt ve önerileri dikkate almamaları ve kendi küçük insan aklı ile "Gösteriş" yaparak "diledikleri" gibi davranmaları halinde ancak "kendilerini" kandırdıklarını idrak etmeleri gerekir. Bu konuda kendi küçük akıllarının Yüce Yaratan'ı aldatmaları mümkün değildir. O nedenle akıllarını kullanırken daha "akılcı" davranarak ve asıl gerçekleri araştırarak "hadlerini" aşmamaları gerektiğini anlamalarında, kendileri ve "sorumlu" oldukları toplum açısından çok fayda bulunmaktadır.
Nitekim 1332-1406 yıllarında yaşamış olan Tunus'lu Arap bilim adamı (Aydını) İbn Haldun'un 1377 yılında yazdığı ve sosyoloji biliminin ilk örneği olan "Mukaddime" adlı eserinde Devlet yönetimi ile ilgili olarak çok önem taşıyan hususlara bütün insanları dikkatini çekmiştir. Bu konular gazeteci Yılmaz Özdil tarafından bir yazısında çok özet başlıklar olarak şöyle derlenmiştir.
“Asabiyetlerden birisi, yani, birlikte hareket eden topluluklardan birisi, diğer asabiyetleri bertaraf ederek, mülkü ele geçirir. Ağırbaşlı davranmak yerine, insanın tabiatında var olan her şeye hakim olma dürtüsüyle, iktidarı başkalarıyla paylaşmaz, artık her şeyi kendisi belirler. Şan ve ihtişama tek başına sahip olmak, mülkün tabiatındandır, bir tek kişinin iradesi, bütün kesimlere egemen kılınır. İktidar, devlete dönüşür. Devlete dönüşmek, rahatlık getirir, asabiyet çözülür, coşku kaybolur. Merasim devleti haline gelinir. Konfora dalınır. İsraf artar. Devletin her köşesi, asabiyet mensupları arasında pay edilir. Devletin her köşesi, asabiyet mensuplarının har vurup harman savurduğu şahsi çiftliklerine dönüşür. Devletin manevi temeli ganimetçiliğe kayar.
Kendi çıkarları için dini asabiyeti istismar ederler. Sahtekarlık yaparlar. Devlet tefessüh eder. Yani, kokuşur. Millletin devleti kaybolur. Kamusal ruh yok olur. Devlet, bir güruhun olur. O güruhun menfaati, devletin menfaatinin önüne geçer. Devlet, o güruhu koruma ve kollamaya yönelir. Makam, atama, şan, rütbe ve terfiden başka hiçbir şeyi gözü görmeyen asalaklar ürer. Devletin hazinesine üşüşme olur. Millet bu asalakları doyurmak için elinde avucunda ne varsa verir. Vergi, mahsül, bu asalaklar hepsini doymaz bir iştahla yer yutar. Devletin kasası açıldıkça açılır. Açıkları kapatmak için yeni vergiler konulur, borçlanmaya gidilir. Devleti elinde tutan topluluk acze düşer. Mahv ve zeval vakti gelmiştir. Sonun başlangıcıdır.”
Mukaddime - Yılmaz Özdil - Köşe Yazıları – Sözcü (sozcu.com.tr)
Ancak günümüzde bu eserde belirtilenlere ve bu eserin de temelini oluşturduğu "sonsuza kadar yürürlükte olacak" Kur'an Ayetlerine gereken özenin gösterilmediği ve bu yüzden insanlığın daima bir sorunlar yumağı içinde "doğruyu" bulmaya çalıştığı görülmektedir.
Bu Ayet ile ilgili olarak Prof.Dr.Süleyman Ateş tarafından yapılan tefsir şöyledir:
"Bu âyetlerde namazlarından sehveden, yani namazı önemsemeyen, huzursuz ve gaflet ile, eğlence gibi namaz kılan kimselere esef edilmekte ve namazın, ruhlarını etkilemediği o kimselerin vasıfları belirtilmektedir: Onlar gösterişi seven, gösteriş için ibâdet eden, zekât vermeyen veya birinin ihtiyacı olan bir âleti ödünç vermeyen kimselerdir."
Mustafa İslamoğlu tefsirinde de 4-7 nci Ayetlerin açıklaması aşağıdaki şekildedir.
"Feveylün lil musalliyn; (Maun/4) yazıklar olsun o ibadet edenlere. Namaz kılanlara diye çevirmek pek doğru olmayabilir. İbadet diye genel anlamıyla çevirmek daha doğru olur. Çünkü bu sure Mekke’de indi ve ilk muhatapları da inkarcı müşriklerdi. Yazıklar olsun onlara. Elleziyne hüm ‘an Salâtihim sâhûn;(5) Onlar ki ibadetin, kelime anlamı ile namazın farkında değiller. Niçin yaptıklarını bilmiyorlar. Bilinçsizce yapıyorlar. Amacını, maksadını, gayesini bilmeden yapılan ibadetin nitelemesi bu. Yazıklar olsun, amacını, gayesini, hedefini bilmeden ibadet yapanlar Resulallah’ın ifadesi ile yorulduğu yanlarına kalanlardır. Elleziyne hüm yurâûn;(6) Onlar gösteri yapıyorlardı. Gösteriş diye de çevirebiliriz, ama bir fiil, bir hareket için gösteri demek daha doğru olur. Gösteri yapıyorlar, yani “mış” gibi yapıyorlar. Kılarmış gibi, ibadet edermiş gibi. İçi boş, ruhu yok, cesedine sarılıyorlar, fakat ruhunu öldürmüşler. Ve yemne’ûnel mâ’ûn;(7) ve onlar yardımı engelliyorlar."
https://kurantefsir.wordpress.com/2014/islamoglu-tef-ders-maun-suresi-01-07-198-a/
Burada "namaz kılma" olarak ifade edilen ibadet, genel olarak Allah'ı düşünerek O'na teslim olmayı ve O'na ibadet ve dua etmeyi tanımlamaktadır. Bugünkü şekliyle namaz, Hz.Muhammed'in Miraç olayından sonra kendisi tarafından belirlenmiş ve yalnız veya toplu olarak bu şekle uygun olarak yapılmaya başlanmıştır ve o zamandan beri de bu şekli ile yapılmaktadır. Diğer bir anlatım ile, namaz ibadetinin bugünkü bilinen şekli ile yapılmasından önce İbrahim ve diğer peygamberler tarafından da Allah'a yapılan dualar Kur'an’da "namaz" olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlara "başkasının" günahının yüklenemeyeceği, her insan için ancak kendi "çalışmasından" başka bir şey bulunmadığına işaret edilerek bazı açıklama ve uyarılar yapılmaktadır.
Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez. (23/38), (53/38)
Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. (23/39), (53/39)
Ve çalışması da ileride görülecektir. (23/40), (53/40)
Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. (23/41), (53/41)
Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir. (23/42), (53/42)
Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. (23/43), (53/43)
Öldüren de dirilten de O'dur. (23/44), (53/44)
Şurası muhakkak ki erkek ve dişiden ibaret olan çifti O yarattı. (23/45), (53/45)
Atıldığında bir nutfeden. (23/46), (53/46)
Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. (23/47), (53/47)
Zengin eden de yoksul kılan da O'dur. (23/48), (53/48)
Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur. (23/49), (53/49)
Ve şüphesiz ki önceki Âd kavmini O helâk etti. (23/50), (53/50)
Semûd'u da ve geriye hiçbir şey bırakmadı. (23/51), (53/51)
Daha önce de çok zalim ve pek azgın olan Nuh kavmini. (23/52), (53/52)
Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı. (23/53), (53/53)
Onların başına getireceğini getirdi! (23/54), (53/54)
Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin. (23/55), (53/55)
İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır. (23/56), (53/56)
Yaklaşan yaklaştı. (23/57), (53/57)
Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. (23/58), (53/58)
Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz? (23/59), (53/59)
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! (23/60), (53/60)
Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız! (23/61), (53/61)
Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin! (23/62), (53/62)
İnsanlara her kişinin kendi yaptıklarından sadece kendisinin sorumlu olacağı gerçeği anlatılmaktadır. Buna göre hiçbir kimseye bir başkasının hata ve kusurları ve günahlarının yüklenmeyeceği açık olarak anlatılmakta ve insanın ancak bu Dünya ortamında kendisine iletilen gerçekler ile ilgili çalışmaları sonucunda edineceği olumlu sonuçlar dışında hiçbir şeye sahip olmadığı ve ileride (Ahiret Gününde) bu çalışmasının görüleceği (Değerlendirileceği) hatırlatılmakta ve insanın bu ortamdaki faaliyeti ve işleri ile ilgili olarak değerlendirmenin sonucu "Tastamam" olarak kendisine verileceğine işaret edilmektedir.
Buna göre, "İnsanların" bu gerçekleri bu ortamdaki yaşamları süresince yapacakları her işlem sırasında dikkate almaları gerektiği sonucu çıkmaktadır. İnsanlar "Akıllarını" kullanarak bu durumu ya görecekler veya bu duruma aldırmayacaklardır. Her iki halde de bu tercihlerinin sonucu kendilerine verilecektir. Bu husus ancak insanların Allah'a döndükleri gerçek ortamda gerçekleşecektir. Yani en son varış güldüren ve ağlatan, öldüren ve dirilten, ilk hali bir nutfe (Rahimdeki saf su olan meni) olan insanları erkek ve dişi çiftler olarak yaratan "Rabbine" olacaktır. Bu kesin bir Hükümdür, aklı olmasına rağmen inanmayan "İnsan" bu tercihinin ve kararının sonucuna katlanacaktır.
Bu gerçekler dikkate alındığında ölüm ötesi ile ilgili olarak da insanları tekrar diriltmek de hiçbir şüpheye yer kalmadan Allah'a ait olmaktadır. İnsanların bu ortamdaki yaşamlarında ulaşacakları zenginlik veya yoksulluk da yine Allah tarafından bu ortam için tasarlanan ve düzenlenen kurallar ve sistemler çerçevesinde insanların tercihleri ile verdikleri kararların ve yaptıklarının etkileri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Böylece olan (gerçekleşen) her şey asında “Allah'ın İradesinin” bir sonucudur. Burada esas olan kişinin Allah hakkındaki görüşü ve algılamasıdır. Bu durum sahip olduğu zenginlik ya da yoksulluk ile çelişkili görülebilir. Ancak, bu durum kişinin gerçek ortamdaki zenginliğini (Ödüllendirilmesi) ya da yoksulluğunu (Cezalandırılması) sağlayacak şekilde bu dünya ortamında şekillenmektedir. Bu nedenle, bu ortamdaki zenginliğin "Başarı" olarak, yoksulluğun da "Başarısızlık" olarak değerlendirilmesi, insanların insanca dürtülerinin etkisi nedeniyle daima yanıltıcı olmaktadır.
Bu arada, bütün Eski Kaynaklarda, Bütün Dinsel ve Ruhsal Bilgilerde, ismi önemle vurgulanan ve gökyüzünün en parlak yıldızı olan Şi'ra (Sirius Takım Yıldızı) yıldızına dikkat çekilmekte ve eski inanışlarda (Peygamberlerin Allah ile ilgili olarak bildirdiği bilgilere inanmayanlar tarafından da) Dünya'yı koruyan-gözeten, Dünya İnsanlarını yetiştiren-bilinçlendiren-kotlayan-denetleyen Rabsal (İlahi) ve Ruhsal Hiyerarşinin Merkezi olduğuna inanılarak "Tapınılan" Sirius' takım yıldızının ve oradaki Varlıkların Rabbinin de Allah olduğu gerçeği açıklanmaktadır.
Bu anlamda olmak üzere Allah hakkında kendilerine yapılan uyarılara inanmayan ve kendilerine bu yolda yapılan uyarıları dikkate almayan, zulüm ve azgınlık yapan insan topluluklarından olan, Ad, Semud ve daha önce yaşamış olan Nuh topluluklarının hak ettikleri şekilde, "Helak" edildiği, şehirlerinin altüst edildiği ve geriye bir şey bırakılmadığı tüm insanlara bir ibret olarak hatırlatılmaktadır.
Allah, insanlara tüm bu gerçekler açıklıkla anlatılmasına rağmen, onlara sağladığı nimetlerden (tüm iyilikler ve faydalanılan her şeyden) nasıl şüpheye düşebildiklerinin kendileri tarafından düşünülerek sorgulanmasını istemektedir. Tüm bu gerçekler insanlar için ilk zamandan beri kesin bir "Uyarı" niteliğindedir. Tüm gelecek olanlar da dahil, İnsanların bu ortamdaki kalış süresinin "sonsuz bir zaman" olan gerçek ortam ile karşılaştırıldığında ne kadar kısa bir şey olduğunu fark ederek sonunun iyice yaklaştığını da fark etmesi gerekmektedir. Her insanın buradaki zamanı kendi açısından gerçek ortama göre "bir an" bile sayılamayacak kadar kısa olduğunu, tüm gelecek insanların en sonuncusunun buradaki kalış süresinin de (Kıyamet zamanının) gerçek ortama göre artık çok yaklaştığını görmesi ve bunun gerçekleşmesine ait bilgilerin sadece Allah tarafından bilindiğini idrak etmesi ve tüm bu gerçeklerin insanlara iletildiği "Kur'an" da yer aldığını anlaması gerekmektedir.
Tüm bu gerçekler Kur'an ile tüm insanlara iletilmiş iken, insanların hala bu söze (Kur'an’a) mı şaşırmalarının bir daha düşünülmesi gerekmektedir. İnsanların çoğu, bunları düşünmek ve idrak etmek yerine aldırış etmemektedir, yani gerçekleri görüp yaptıkları karşısındaki durumlarına ağlamaları gerekirken gülmektedirler.
Bu durum insanların ne kadar gaflet içerisinde olduklarını göstermektedir. Allah bu derece açıklıkla insanları düşünmeye ve idrake yönlendirmekte ve aklı olanların “O’nu” idrake ulaşacaklarını ima ederek onları Allah’ı tanımayı, O'na secde etmeyi ve O'na kulluk etmeyi kabul etmelerini önererek" kurtuluşa davet etmektedir.
İnsanlar ancak bu duruma eriştiklerinde "İnsan" olabileceklerdir.
Yüce Allah insanlara neden yarattığını yaşamındaki ve ölüm sonrasındaki aşamaları hatırlatmakta, buna rağmen insanların anlayış ve davranışlarında "Ruhunda" bulunan ve genellikle çıkarlarını gözeten bencil düşünmelerinde "etkili" olan "nefislerine" uyarak "inkarcı” olduklarını bildirerek bu durumdan kurtulmaları için bazı önerilerde bulunmakta ve öğütler vermektedir.
Kahrolası insan! ne inkarcıdır! (24/17), (80/17)
Allah onu neden yarattı? (24/18), (80/18)
Bir nutfeden yarattı da ona şekil verdi. (24/19), (80/19)
Sonra ona yolu kolaylaştırdı. (24/20), (80/20)
Sonra onun canını aldı ve kabre soktu. (24/21), (80/21)
Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir. (24/22), (80/22)
Hayır! Allah'ın emrettiğini yapmadı. (24/23), (80/23)
İnsan, yediğine bir baksın! (24/24), (80/24)
Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. (24/25), (80/25)
Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler bitirdik. (24/26), (80/26)
Üzümler bağları, (24/27), (80/27)
Sebzeler, (24/28), (80/28)
Zeytin ve hurma ağaçları, (24/29), (80/29)
İri ve sık ağaçlı bahçeler, (24/30), (80/30)
Meyveler ve çayırlar. (24/31), (80/31)
Sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir. (24/32), (80/32)
Allah, insanları bulundukları ortamı ve bu ortamın özelliklerini düşünmeye ve anlamaya yönlendirmektedir. Zira bu konuda düşünüp bu ortamın nasıl oluştuğu ve nasıl devam ettiği ile ilgilendiğinde, kendisine lütfedilmiş olan "Akıl" unsuru ile bazı gerçeklere ulaşabileceği ve bu gerçekleri algıladıkça bunların tasarlanıp ortaya çıkmalarında nasıl bir irade ve gücün bulunduğunu da düşüneceğini açıklamaktadır.
Ancak, insanların akıllarını kullanmakta ne derecede menfaat ve gururlu olduklarını da açıkça belirtmekte ve insanların fark etmelerine rağmen her an karşılaştıkları muhteşem irade, tasarım ve olgulara rağmen, bunların kaynağı konusunda kendileri ile çelişkiye düşerek akıllarının onlara önerdiği "Gerçekleri" insanlara ait bir özellik olarak inkâr yoluna gittiklerini belirtmektedir.
İnsanların aslında bu tür gerçeklere ulaşmalarında çok basit kanıtlara dikkat etmelerinin yeterli olduğu en açık şekilde hatırlatılmaktadır. Nitekim insanlara bu ortama nasıl geldikleri konusundaki gerçeklere bir bakmaları, özellikle, bir meni damlacığının şekiller alarak bu ortama çıkarıldıkları, zaman içinde gelişen bu varlığa lütfettiği "Akıl" sayesinde verdiği kararlar ve yaptığı işler sonucunda tüm yaşamında "Kolaylıklar" sağladığı, daha sonra "Tüm İnsanların" bu ortamdan ayrıldıkları ve canı alınan insanın bu ortamda kalan cesedinin toprağa (kabre) konulduğu gerçekleri anlatılmakta ve ölümden sonra "Tüm bu gerçekleri yaratan ve yöneten" olarak dilediği bir zamanda insanları yeniden "Dirilttiği" gerçeğine dikkatleri çekilmektedir.
Bunlara rağmen insanların Allah'ın "Tek ve En Önemli" emri olarak Allah’ı "Tanıma ve O’na Teslim Olma" emrini yerine getirmedikleri belirtilmektedir. İnsanlara, en basit kanıtlardan olarak "Yediklerine" bir bakmaları, onların kendi ilmi ile yağan yağmurlar ile toprağın verimli hale geldiği ve oradan ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin ve hurmalar iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırların tüm insanlar ve insanların hayatlarında çok önemli bir yeri olan hayvanlar için oluşturulduklarını gösterilmektedir. İnsanların her gün birlikte oldukları bu basit olguları bir de bu yönü ile düşünerek bunların oluşma nedenleri ve nasıl oluşup devam ettiklerini anlamaları ve bunların nasıl yönetildiklerini düşünerek tasarlayıcı ve ortaya çıkarıcıyı böylece keşfedip Allah'a iman edip Allah'a teslim olmaları "Emredilmektedir."
İnsanlar her an içinde yaşadıkları yeryüzü ortam ile ilgili "gerçekleri" araştırıp anlamaya, bu düzenin nasıl gerçekleştiğini düşünmeye özendirilmekte ve bütün bunların nasıl oluştuğu konusunda düşünmeleri önerilmektedir.
Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına yemin ederim ki (26/1), (91/1)
Güneşi takip ettiğinde aya (26/2), (91/2)
Onu açığa çıkarttığında gündüze (26/3), (91/3)
Onu örttüğünde geceye (26/4), (91/4)
Gökyüzüne ve onu bina edene (26/5), (91/5)
Yere ve onu yapıp döşeyene (26/6), (91/6)
Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene (26/7), (91/7)
İyilik ve kötülüklerini ilham edene (26/8), (91/8)
Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir. (26/9), (91/9)
Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (26/10), (91/10)
Allah, tüm insanların her an görmekte ve içinde bulundukları hayatta yaşarken şahit oldukları ve birlikte bulundukları Güneş ve kuşluk vaktindeki aydınlık, Güneşi takip eden Ay, Güneş açığa çıktığında Gündüz, Güneş örtüldüğünde Gece ye işaret ederek, tüm Gökyüzü ve gökyüzünü "Bina Edenin" yer yüzü ve yer yüzünü "Yayıp Döşeyenin" ve insan nefsine (özvarlığını açıklayan Ruhlarına) içgüdüsel meyiller, duygular, istekler ve en önemlisi akıl ve irade yetisi gibi birtakım "Kabiliyetler" verenin, böylece ona iyiliklerini ve kötülüklerini "İlham" edenin "Allah" olduğuna yemin ederek, tüm insanların görüp yaşadıkları ve hissettikleri bu gerçekler üzerine dikkatlerini çekmekte ve bu gerçekler üzerinde onları düşünmeye yönlendirmektedir.
Zira insanların bu gerçekler üzerinde düşündükleri takdirde "olağan bir olgu" olarak kanıksadıkları bu olayların nasıl oluştuklarını da düşünecekleri ve sonuçta tüm bu gerçeklerin ardındaki muhteşem tasarım, yürütme, idamelerinin ve birbirlerini dengelemelerinde ve inceliklerinde bulunan "Sınırsız ve Anlatılamaz Güç" konusunda bir anlayışa ulaşacaklarını hatırlatmaktadır.
Yüce Yaratan ayrıca insanların "Kendi Ruhundan" bir esinti olarak "üfürdüğünü" açıkladığı “Ruhlarına” onlardan beklediği "iyilikleri" ve Şeytan tarafından benlikleri (Nefisleri) üzerine yapılacak "dürtüler" nedeniyle yapabilecekleri "kötülükleri" anlayıp ayırt edebilecek kabiliyeti "ilham ettiğini" bildirmektedir.
Allah bu anlayışa ulaşan "Akıllı İnsanlara" yönelerek, işte bu gerçeklere "Yemin Ederim ki" şeklinde vereceği öğünün gerçekliğinin de aynı açıklıkla anlaşılmasını beklemektedir. Buna göre bu kadar etkili bir yeminle “nefsini” kötülüklerden arındıranların kurtuluşa erdikleri, buna karşılık nefsini kötülüklere gömenlerin de ziyan ettikleri öğüt verilerek bütün insanlardan Akıllarını kullanmaları beklenmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'in tüm "Alemlerin Yaratılışı" ile ilgili gerçeklerin açıklanması için bir aydınlanma ve kurtuluş (Alemlere Rahmet) olarak Mekke şehrinde (Belde) diğer insanlarda olduğu gibi babası ile annesinden bir "çocuk" olarak Dünya'ya geldiğini bildirmektedir. Böylece Yüce Yaratıcı Hz.Muhammed'in aslında tüm insanlar gibi "insan" olduğuna özellikle işaret etmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed'e "son peygamberlik" görevini verdiğini, bu nedenle bu beldenin, babasının, annesinin ve kendisinin "ayrıcalıklı" durumda olduklarını insanların "idrak etmesi" için bunlar üzerine yemin ederek bildirmekte, buna göre insanların durumu ve insanlardan beklenenler hakkında öğüt vermekte ve önerilerde bulunmaktadır.
Bu beldeye -ki sen bu beldedesin- yemin ederim ki (35/1), (90/1)
Babaya (35/2), (90/2)
Ve ondan meydana gelen çocuğa (35/3), (90/3)
Biz, insanı zorluklar içinde yarattık. (35/4), (90/4)
İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? (35/5), (90/5)
"Pek çok mal harcadım" diyor. (35/6), (90/6)
Kimse onu görmedi mi sanıyor? (35/7), (90/7)
Biz ona iki göz vermedik mi? (35/8), (90/8)
Bir dil ve iki dudak (35/9), (90/9)
Ona iki yolu göstermedik mi? (35/10), (90/10)
Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. (35/11), (90/11)
O sarp yokuş nedir bilir misin? (35/12), (90/12)
Köle azat etmek (35/13), (90/13)
Veya açlık gününde doyurmaktır. (35/14), (90/14)
Yakını olan bir yetimi (35/15), (90/15)
Yahut aç-açık bir yoksulu (35/16), (90/16)
Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır. (35/17), (90/17)
İşte bunlar sağdakilerdir. (35/18), (90/18)
Ayetlerimizi inkar edenler ise işte onlar soldakilerdir. (35/19), (90/19)
Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir. (35/20), (90/20)
İnanmayan insanlara, Hz.Muhammed’in durumu ve kimsenin inkar edemeyeceği diğer gerçekler delil gösterilerek Allah’a iman ve insanlara bildirdiği Kur’an gibi “inanmadıkları” konuların da o kadar gerçek oldukları birer örnek olarak anlatılmaktadır.
Böylece Yüce Yaratan, insanların bu ortamda karşılaşacağı zorluklarla birlikte yaratılıp var edildiğine işaret etmekte ve insanlardan bu zorlukları düşünerek yeryüzü ortamında kendi yaratılışı üzerinde akıl yürütmesi beklenmektedir. Buna göre insanların akıllarını kullanmaları halinde kendilerine iletilenlerin, "inkâr edemeyecekleri" gerçekler kadar "gerçek" olduklarını anlayabileceklerine ve sonuçta Allah'a ve yaratıcılığına inanıp iman edeceklerine dikkatleri çekilmektedir.
Buna göre İnsanın bu ortamdaki varlığını, duruşunu, elde ettiği zenginliği ve yapabildiklerini görüp hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini sanmasının aslında Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" karşısında bir "Hiç" bile olmadığını anlayabileceği, bu “zannın” ne kadar boş olduğunu görebileceği, yaptıklarının "Kontrol Altında" bulunduğu; kendi yaratılışını incelediğinde de sahip olduğu görme, konuşma ve duyma duyuları ile kendisine gösterilen iyi ve kötü yolları idrak edip ona göre "Akıl Yürütmesi" gerektiği ifade edilmektedir. "
Ancak nefsinin etkisinde kaldığı ve hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini zannedip kendisinden bekleneni başaramadığı “o, sarp yokuşu aşamadı” şeklinde ifade edilmektedir.
Bu şekilde akıl yürütülmesi insanların benlikleri ile hesaplaşması ve nefislerini kontrol ederek kendilerine gösterilen iki yoldan "İyi" olanı bulması bir "Sarp Yokuşa" benzetilmiş ve örnek olarak köle azat etmek, kıtlık günlerinde diğer insanları, yakını olan bir yetimi yahut aç bir yoksulu doyurmak veya giydirmek, Allah'a ve eşsiz yaratıcılığına inanıp birbirlerine sabretmeyi tavsiye etmek ve diğer insanlara acımayı öğütlemek gösterilmiştir.
İnsanlara sahip olduklarından vermesi son derecede zor gelmektedir. Zira yaratılışlarında içgüdüsel olarak Ruhlarına yerleştirilen ve nefis olarak adlandırılan dürtü daima bencilliği öne çıkarmaktadır. İnsanların bu durumu anlayıp Yüce Yaratanın kendisini bu hislerle donattığını ancak kendisine verilen yeteneklerle bunu idrak ederek, "İyi" yolu bulması ve kendisini "Yaratan" Allah’ı algılayıp O'na teslim olmasının beklenmektedir.
Akıllarını böylece kullanıp bu beklentileri yerine getirmeyi başarabilen ve sonuçta Allah'a ve "Eşsiz Yaratıcığına" inanıp "İman" eden ve birbirlerine "Sabretmeyi" tavsiye edip birbirlerine diğer insanlara "Acımayı" öğütleyenler, kendilerinden beklenenleri anlayıp yerine getirenler "Sağdakiler" olarak tanımlanmışlardır.
Birçok Ayette bu gibi insanların gerçek ortamda ödüllendirilecekleri belirtilmektedir. Buna karşılık Ayetlere inanmayıp inkâr edenler ise "Soldakiler" olarak tanımlanmakta ve bu gibi insanların gerçek ortamda kapıları üzerlerine kapatılmış bir ateş ile cezalandırılacakları belirtilmektedir.
Arapçada Sağdakiler deyimi “doğruluk, bilgelik, iyi yüreklilik ve ahlaklı (erdemli) olmayı tanımlamakta, Soldakiler ise doğru, haklı ve geçerli olmayanı (bâtılın) ve erdemsizliği ifade etmekte, sağ veya sol yönün veya tarafın tanımlanmasında kullanılmamaktadır.
İnsanlara bakımlı olmaları, güzel ve temiz giyinmeleri, yiyip içmelerinde israf etmemeleri öğütlenmekte ve hakkında delil olmayan şeyleri insanlara dayatmamaları gerektiği bildirilmektedir.
Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. (39/31), (7/31)
De ki: “Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (39/32), (7/32)
De ki: “Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi (39/33), (7/33)
Allah, insanların bu Dünya hayatında giyim ve yeme içme konularında herhangi bir kısıtlama veya yasaklamanın yapmalarının doğru olmadığına işaret etmektedir. Aksine özellikle Allah'a ibadet ve teslimiyet (Secde) yapılırken ve günlük yaşam sırasında güzel elbiselerin giyilmesini ve bakımlı olmalarını önermektedir.
Güzel elbiselerle süslerin ve yenip içilen "Temiz Rızıkların" İnsanlar tarafından "Kendi İzni ile Yaratılmış" şeyler kullanılarak meydana getirildikleri hatırlatılmakta ve bunların insanlar tarafından "Haram" kılınmasının doğru olmadığına işaret edilmektedir. Bu vesile ile “haram” olan hususun bunların gereksiz yere aşırı olarak kullanılması ve tüketilmesi (israf edilmesi) olduğu açıklanmaktadır.
Allah, insanların kullandıkları, yiyip içtikleri her şeyin Allah'ın lütfu ve merhameti ile yaratılmış olan bu Dünya ortamındaki çeşitli unsurların "Akıllı İnsanlar" tarafından "Keşfedilip Kullanılarak" meydana getirildiklerini ve bu nedenle bunların amaçsız olarak boş yere tüketilmemelerinin (İsraf Edilmemelerinin) gerektiğini, zira bunların nasıl elde edildiklerinin düşünmeden sorumsuzca tüketen insanların "Akıllı" insan düzeyine ulaşamamış olmaları nedeniyle Allah yanında Allah'ın hoşnut olmayacağı durumda olacakları tüm insanlara açıklamaktadır.
Tüm güzelliklerin, güzel elbiselerin ve temiz rızıkların, bu Dünya ortamında ve de özellikle "Kıyamet Gününde" Allah'ı tanıyıp O'na teslim olan, yani Allah'a iman eden "Müminlerin" olacağı açıkça belirtilmektedir. Zira müminler bu güzelliklerin "İnsanlara" Allah tarafından nasıl "Lütfedildiklerini" anlamışlar ve O'na teslim olmuşlardır. Böylece özellikle Kıyamet Gününde yaşanan dehşet ve karmaşa ortamında iman eden müminlerin güzel elbiselerle ve onlara sunulacak olan yiyecek ve içeceklerle ne kadar ayrıcalıklı bir durumda olacakları belirtilmektedir.
Bu açıklamalar dikkate alınarak bu Dünya ortamında giyilen güzel elbiseler ve yenip içilen temiz rızıkları "Haram" saymak insanların haddi olmamaktadır. Böyle bir karar vermek bu anlamda Allah'ın takdiri ile uyuşmamaktadır.
Allah ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi yasakladığını belirtmekte ve insanların Allah tarafından kendilerine lütfedilen bu güzellikleri "Yasaklamalarının" ne derece yersiz olduğunu ayrıca hatırlatmaktadır.
Yüce Allah en güzel isimlerin Allah'ı tanımladığını ve O'na ait olduğunu bildirmekte ve Allah'a o güzel isimlerle dua edilmesini önermektedir.
En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın, onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. (39/180), (7/180)
Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur. (39/181), (7/181)
Kur'an Ayetlerinde yapılan her öğüt, öneri ve uyarılar sonrasında Allah'ın bir ismi veya sıfatı hatırlatılmaktadır. Bunların topluca derlenmesi sonrasında 99 adet isim ve sıfat belirlenmiştir. Derlenen bu isim ve sıfatlar "Esmaül-Hüsna" olarak tanımlanmaktadır.
Allah'a yapılacak dualarda bu isim ve sıfatların inanarak ve samimiyet ile (İhlas) tasdik edilmesi insanların "Yaratıcısına" teslimiyetinin en saf bir ifadesi olacaktır. Yüce Yaratan, kendisine en güzel isimleri ile dua edilmesini bütün insanlara öğütlemektedir. Böylece yapılan duaların "Kabul" edilmesi ümit edilebilecektir.
Allah'ın isimleri hakkında inançsızlık gösterenlerin ve böylece "Eğri Yola Gidenlerin" kendi hallerinde bırakılmaları öğütlenmektedir. Zira bu tür insanların yapmakta olduklarının karşılıkları olarak "Takdir Edildiği Şekilde" cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır.
Öte yandan Allah, tüm insanlara iletmiş olduğu Kur'an bünyesinde açıklanan tüm öğüt, öneri ve uyarılarını daima dikkat ederek "Allah'a" yönelen ve en doğru şekilde "Adaleti" yerine getiren bir "Milletin" her zaman bulunacağına işaret etmektedir. Yani herhangi bir toplumda inançsızlık ve inkarcılar olmasına rağmen Kıyamete kadar daima "Hakka" yönelen ve doğrulukla adaleti yerine getiren bir millet bulunacaktır. İnsanlara akılları ile bu Ayeti düşünerek kendi durumlarını daima araştırmaları ve "Hakka" yönelmeleri önerilmektedir.
Yücelik ve şeref sahibi olmayı isteyen insanlara Yüceliğin ve Şeref hepsinin Allah'ın olduğu ve Allah'ın yardımları için ancak güzel sözlerin Allah'a ulaşacağı bildirilerek iyi işler yapan (amel-i salih) insanlar olmalarının gerektiği hatırlatılmaktadır.
Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır; O'na ancak güzel sözler yükselir, onları da Allah'a amel-i salih ulaştırır; kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur. (43/10), (35/10)
İnsanlara bu ortamdaki "Toplum" halindeki yaşamlarında diğer insanlar arasında izzet (Yücelik) ve şeref sahibi olmak istemelerinin nefislerinde bulunan "Benlik" dürtüsünün sonucu olduğu ve Yücelik ve Şerefin yalnızca Allah'a ait bulunduğu hatırlatılmaktadır.
Buna göre insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde "Üstünlük" iddiasında bulunmalarının Allah'ın "Tek Yüce Varlık" olduğu gerçeği ile çeliştiğine dikkat çekilerek insanlara diğer insanlar ile ilişkilerinde iyi ve güzel işler yapmalarının ve güzel sözler ile iletişimde olmalarının doğru olduğuna işaret edilmektedir. Zira Allah'a ancak güzel sözlerin yükseleceği ve bu güzel sözleri iyi ve güzel işlerin “Allah Katına" ulaştıracağı hatırlatılmaktadır.
İnsanlar ile olan ilişkilerinde diğer insanlara kötülükle tuzak kuranlar için çetin bir azap bulunduğu belirtilmektedir. Allah bu tür insanlara tuzaklarının bozulacağını ifade ederek insanlardan bu Ayetlerden öğüt almalarını ve ders çıkarmalarını istemektedir. Nitekim diğer bir Ayette de iyilikle yaşayanlara daha iyisinin verileceği belirtilmektedir.
Kim iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan emin kalırlar. (48/89), (27/89)
Kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar; "Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!". (48/90), (27/90)
Allah tüm insanlara özel bir hatırlatma yaparak bu Dünya ortamdaki yaşantılarında her konuda "İyilik" yapan ve bu niteliği ile anılanların "İyi" insanlara ölüm sonrasındaki hayatlarında "Daha İyisinin" verileceğini ve onların Kıyamet zamanının "Dehşeti" ile ilgili olarak Kur'an Ayetlerinde açıklanan olaylar ve durumlar karşısında "Korkmayacakları" bildirilmekte, buna karşın bu Dünya ortamdaki yaşantılarında her konuda "Kötülük" yapan ve bu niteliği ile anılanların "Kötü" insanların ise "Yüzükoyun" cehenneme atılacakları belirtilerek bu durumun "Yaptıklarının Karşılığı" olduğunun hatırlatılacağı açıklanmaktadır. İnsanlardan Kur'an Ayetleri ile defalarca yapılan bu tür uyarıları dikkate almaları "Sonuçları gösterilerek" önerilmekte ve "Akıllarını" işleterek bu gerçekleri "Anlamaları" beklenmektedir.
İnsanlara bu ortamdaki yaşamlarında sahip oldukları, görüp yararlandıkları şeylerin çekiciliğine kapılarak bütün bunların "insanlar" için nasıl ve "kim" tarafından mümkün kılındığı üzerinde hiç düşünmeden bütün yaşamını bunlar üzerine kurar ve ölüm sonrasını dikkate almazlar ise, onlardan Allah'ın dilediklerine bu isteklerinden dilediği kadarının dünyada verilebileceği, ancak insanın yeryüzündeki yaşamının bundan ibaret olmadığının da dikkate alınmasının gerektiği bildirilmekte ve bazı önemli öğütlerde bulunmaktadır.
Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. (50/18), (17/18)
Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür. (50/19), (17/19)
Hepsine, onlara da bunlara da Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. (50/20), (17/20)
Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür. (50/21), (17/21)
Allah ile birlikte bir ilâh daha tanıma! sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın. (50/22), (17/22)
Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti, onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. (50/23), (17/23)
Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara rahmet et!" diyerek dua et. (50/24), (17/24)
Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir, eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır. (50/25), (17/25)
İnsanlara bu ortamdaki yaşantılarını "Gerçek" olarak algılamaları sonucunda benliklerinde oluşan bencillik, kibir ve büyüklenme gibi duyguların etkili olabileceği ve sonuçta kendilerine iletilen Yüce Allah'ı ve "Tek Yaratıcı" olduğu "Asıl Gerçeğini" anlamayıp göz ardı ederek bu ortamdaki yaşantılarının hep "İstekleri" doğrultusunda ve devamlı olmasını dileyebilecekleri belirtilmektedir.
Allah bu durumdakilerden "Dilediği" kimseye "Dilediği" kadarını dünyadaki yaşamında hemen verdiğini, fakat sonra da yani ölümü sonrasında onu "Kınanmış ve Kovulmuş" olarak gireceği Cehenneme sokacağını açıklamaktadır. Buna karşılık, Yüce Allah'ın bu ortamın ve ölüm sonrasında yeniden "Diriltileceğini" bildirdiği "Ahiret" ortamının "Yaratıcısı" olduğuna ve ahiret ortamın "Gerçek" olduğuna inanarak orada "İyi" bir şekilde bulunmayı dileyenin ve bir mümin olarak bu Dünya ortamında ona yaraşır bir çaba ile çalışanın bu çalışmalarının Allah katında "Makbul" olduğu, yani takdir edileceği açıkça bildirilmektedir.
Buna göre Yüce Allah, "İhsanının" kısıtlanmış olmadığını ve her dileyene ne diliyor ise ona göre "İhsanda" yani bağışta ve lütufta bulunacağını hatırlatmakta ancak insanlardan bu dileklerinin karşılığında göreceği "Sonuçların" üzerinde "Düşünmelerini" öğütlemektedir.
Allah insanların birbirlerinden farklı olduklarını kiminin kiminden "Üstün" kıldığını, bu üstünlüğün Dünya ortamındaki itibar ve zenginlik nedeniyle değil, fakat ahiret ortamında yaşantısındaki itibar zenginlik ile sağlanabileceğini çünkü ahiretin derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyük olduğunu bildirmektedir.
Yüce Yaratan, "Kendisinden" başka bir ilah bulunmadığını, başka bir şeyin ilah olarak tanınmamasını özellikle ve bir kere daha "İhtar" etmektedir. Bu kesin bir "Uyarı" niteliğindedir. Aksi halde bu ortamda ve özellikle ahiret ortamında "Kınanmış" ve "Terkedilmiş" olarak kalınacağı tüm insanlara "Doğrudan" bildirilmektedir. Ayrıca sadece "Kendisine" kulluk edileceğini yani sadece "Kendisine" tabi olunacağını ve uyulacağını da ihtar etmektedir.
Bunun yanında "Kendisine" gösterilecek "Saygı" ile eşdeğer tutarak insanlara anne ve babalarına "İyi" davranmaları, onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat germeleri için kesin bir dille "Emir" vermektedir. O kadar ki, "Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle" ve "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse şimdi de sen onlara rahmet et! diyerek dua et" şeklinde bu emri daha açık bir şekilde bildirmektedir.
Allah her şeyi "Yaratan" olarak tüm insanların aslında ne düşündüklerini yani "Kalplerindekileri" çok iyi bildiğini; önceden kötülük yapmış olunsa bile kötülükten yüz çevirip "Samimiyetle" iyi olunması halinde, böylece "Tövbe" edenleri son derece "Bağışlayıcı" olduğunu önemle belirtmekte ve her an “doğru yola” yönelmelerinin mümkün olduğunu hatırlatmaktadır.
Yüce Allah "özel olarak" yaratmış olduğu İnsan için "çok merhametli" olduğunu belirterek "İnsanın" ona lütfettiği akıl unsurunun kullanılması ile fayda üreteceği ve faydalanacağı şeyleri ortaya çıkarmasını sağlayan her türlü imkân ve koşulları "hazırlamış" olduğunu açıklamakta ve buna en basit bir örnek olarak gemileri "suda yüzdüren" olduğuna işaret etmektedir.
Rabbiniz, lütfuna nâil olmanız için denizde gemileri sizin için yüzdürendir. Doğrusu O, sizin için çok merhametlidir. (50/66), (17/66)
Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider, O sizi kurtarıp karaya çıkardığında dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür. (50/67), (17/67)
O'nun, sizi kara tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden yahut başınıza taş yağdırmayacağından emin misiniz? sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. (50/68), (17/68)
Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkar etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? sonra, bundan dolayı kendinize bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız. (50/69), (17/69)
Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik, yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık. (50/70), (17/70)
Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar. (50/71), (17/71)
Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır. (50/72), (17/72)
Öte yandan İnsanın ortaya çıkardıklarından (buluşlarından) faydalanması esnasında Allah'ın kendisine her türlü imkân ve koşulları "hazırlamış" olduğunu unutarak kendi benliği ile övünmesi ve elde ettiklerinde Allah’tan başka inandığı bazı güç odaklarının etkili olduğunu sanarak "onlara yalvarır" hale geldiği belirtilmektedir. Bu konuda yine denizden ve gemilerden örnek verilmekte ve "Denizde" başına bir kötü olay (musibet) gelmesi durumunda Allah'tan başka bütün "yalvardıklarının" kaybolup gideceği insanlara hatırlatılmaktadır. Buna rağmen Allah onları kurtarıp "karaya çıkardığında", bu zor durumdan kurtulmalarının Allah'ın onları bu ortam için yürürlüğe koyduğu koşullarla (Allah'ın Kanunları) gerçekleştiğini düşünmedikleri, yine "kibirlenmeye" ve başka güçlere yalvarmaya yöneldikleri bildirilmekte bu nedenle İnsanların çok nankör olduklarına işaret edilmektedir.
Bu durumda olanlar, bir musibetten kurtulmaları sonrasında (karaya çıkmalarından sonra) Allah'ın başlarına bir şey getirmeyeceğinden (yerin dibine geçirmeyeceğinden) veya başlarına taş yağdırmayacağından yahut onları bir kez daha oraya (denize) gönderip üzerlerine bir kasırga yollayarak inkâr etmiş olmaları sebebiyle boğmayacağından emin olup olmadıklarını düşünmeye yönlendirilmekte ve bu durumda kendilerine bir koruyucu veya başlarına gelenlerden dolayı "intikamı almak için" başlarına gelenlerden "sorumlu" gördükleri Allah'ı arayıp soracak bir destekçi de bulamayacakları ihtar edilmektedir.
Yüce Allah Ayetlerinde yeryüzündeki "Halifesi" olarak yarattığını belirttiği insanoğlunu, lütfettikleri ile bu ortam için yürürlüğe koyduğu koşullardan (Allah'ın Kanunları) yararlanarak kara ve deniz taşıtları gibi faydalandıkları şeyleri yapmalarına olanak sağladığını, böylece onları hakikaten şan ve şeref sahibi kıldığını, kendilerine güzel güzel rızıklar verdiğini, yine onları yarattıklarının birçoğundan cidden "üstün" kıldığını açıklamaktadır. Buna göre bu derece önem verilen İnsandan Ayetlerle kendisine bildirilen "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili gerçekleri anlayabilmesinin beklendiğine dikkat çekilmektedir.
Bu beklentilerin gerçekleştirilmesinde düzenli toplumlar halinde yaşam sürmelerinin ve toplum düzeni için kural ve koşulların belirlenmesinin çok fazla önemi ve etkisi bulunmaktadır. Zira İnsanların her konuda bilgi edinmeleri ve edinilen bilgilerin toplanarak "çoğalacak" bilgi birikimlerini kullanılarak ve "paylaşarak" daima yeni ve daha yararlı sonuçlara ulaşılmaları ancak düzenli bir insan toplumu ile mümkün olabilmektedir. Bu durumda toplumun üretkenliği ve İnsandan beklenen anlayışa ulaşabilmesi de ancak liyakatli (Ehil) toplum yöneticilerinin ve önderlerinin varlığına bağlı bulunmaktadır.
Nitekim Yüce Yaratan her insan topluluğunu "önderleri ile birlikte" çağıracağını bildirmekte ve o günde kimlerin Dünyadaki yaşamlarında yaptıklarını açıklayan "amel defteri" sağından verilirse onların en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacakları hatırlatılmaktadır. Diğer bir ifade ile toplum yöneticilerinin "doğru" önderliğinde bilgi kazanımları elde edebilen toplum bireylerinin Allah'ı ve O'nun "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu anlayıp kendilerinden beklendiği gibi insanlık için faydalı işler yapacağına, buna karşılık kötü önderlere tabi olan ve kendilerine iletilen gerçekleri anlayıp araştırmadan Allah'ı inkâr yoluna gidenlerin ise dünyada ve ölüm sonrasında da /Ahirette) kör olacağına, üstelik iyice yolunu şaşırmış halde bulunacaklarına işaret edilmektedir.
Yüce Allah insanların kendilerinin yararına olan şeyler için "Aceleci" davrandığını belirtmekte fakat Allah'a iman etmeyip O'na dönüleceğini beklemeyenleri inkarlarından gelen azgınlıkları içinde bocalar halde bıraktığını hatırlatmaktadır.
Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu, fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız. (51/11), (10/11)
İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize dua eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider, işte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi. (51/12), (10/12)
Yüce Allah insanların kendilerinin yararına olan şeyler için "Aceleci" davrandığına işaret etmekte ve eğer lâyık oldukları cezaları da onların istemesi üzerine aceleyle verecek olsa idi hepsinin de derhal ölüp gitmiş olacaklarını hatırlatmaktadır. Özellikle Allah'a kavuşmayı beklemeyen ve inatla inkâr eden insanların da kendi azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakılacakları ve artık o sapıklıklarından asla kurtulamayacakları bildirilmektedir.
Ayrıca insanların bir başka davranışlarına da dikkat çekilerek başlarına bir belâ veya zarar gelince hemen yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak o zararın giderilmesi için Allah'a yalvardıkları ancak Allah sıkıntılarını kaldırınca da hiç yalvarmamış gibi "Nankörce" bir vaziyet aldıkları hatırlatılmaktadır. Bu şekilde davrananlara bu durumun kendilerine güzel bir hareket imiş gibi gösterildiği açıklanmaktadır. Bu hatırlatmalar ile İnsanlara bu durumlarını fark etmeleri ve "Akıllarını" işleterek böyle durumlara düşmemeleri için düşünmeleri öğütlemektedir.
İnsanlara Dünyadaki yaşamlarında en önemli bir yeri olan "su" konusunda örnekler verilerek doğru yola yönelmeleri önerilmekte ve ölüm sonrasının "esenlik yurdu" olması için yol gösterilmektedir.
Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz, işte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz. (51/24), (10/24)
Allah kullarını esenlik yurduna çağırıyor ve O, dilediğini doğru yola iletir. (51/25), (10/25)
Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır, onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne de bir horluk, işte onlar cennet ehlidirler ve onlar orada ebedi kalacaklardır. (51/26), (10/26)
Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir, onları zillet kaplayacaktır, onları Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur, onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür, işte onlar da cehennem ehlidir, onlar orada ebedi kalacaklardır. (51/27), (10/27)
Yüce Allah insanlara "Dünya Hayatındaki" yaşantısının başlaması ve sona ermesinin "İlahi İradesi" ile gerçekleştiğini, çevresinde meydana gelen gelişmelere işaret ederek hatırlatmaktadır.
Bu ortamda "Yaşam" dediğimiz ve "Canlılık" olarak açıkladığımız her türlü gelişme ve olayın "Su" ile başladığı bir diğer Ayet ile bildirilmektedir.
İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)
Böylece Su'dan yaratılarak başlayan "Yaşam" sürecinde ortaya çıkan İnsanların ve hayvanların "Yiyecekleri" olarak yeryüzü "Bitkilerinin" Allah'ın "Takdiri" ile indirdiği "Su" sayesinde gürleştiklerine ve sonuçta bir gece veya gündüz yine Allah'ın "Takdiri" ile onlara gelen "Emri" ile sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getirildiklerine işaret edilmektedir.
Yeryüzündeki bu "Yaratılış" ve "Yok Oluş" döngüsünü İnsanların bu Dünya Hayatı açısından dikkate almaları gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu Dünya ortamında bir "Su" damlasından oluşturulan madde (beden) yapısına "Ruhu İndirilen" İnsanlar, gelişip güçlenmesinden sonra taşıdığı madde yapısını "Terk" ederek bu ortamdan "Sanki dün yerinde yokmuş" gibi "Yok" olacağını ve tüm bunların "Yaratıcısı" olan Allah’ı düşünmeye yönlendirilmektedir. Yüce Yaratan açıkladığı bu gerçekleri "İyi Düşünecek" kavimler (İnsanlar) için açıkladığına işaret etmekte ve Ayetleri üzerinde düşünerek yaşamlarını ona göre düzenleyebilen bütün "Akıllı" insanları "Esenlik Yurduna" çağırdığını, böylece onları doğru yola iletmeyi "Dilediklerinin" arasına alacağını bildirmektedir.
Ayetlerinde açıkladığı gibi "Güzel" davrananlara Gerçek Ortama döndüklerinde daha güzel ve fazlasıyla karşılık verileceği, onların hor görülmeyecekleri ve en küçük bir olumsuzluk ile karşılaşmayacakları, onların "Cennet Ehli" oldukları ve orada ebedi kalacakları; Ayetleri yalanlayıp "Yaratıcıyı" inkar ederek "Kötülük" yapanlara ise "Misli" ile ceza verileceği, hor görülüp aşağılanacakları, yüzlerinin karanlık geceden bir parçaya bürüneceği, onların da "Cehennem Ehli" oldukları ve orada ebedi kalacakları bildirilmektedir. Cehennem Ehlini Allah'a karşı koruyacak hiç kimsenin bulunmadığı da ayrıca hatırlatılmaktadır.
Bu ortamda yaptıkları doğru olmayan işlerden pişman olan insanlara, önceden bu tür işlerinden (günahlarından) pişmanlık duyarak “iman etmiş” olmaları dışında, sonradan duyulan pişmanlığın bir faydasının bulunmadığı hatırlatılmakta ve bu duruma düşmemeleri için bütün insanlar uyarılmaktadır.
Yunus'un kavmi müstesna, herhangi bir ülke halkı, keşke iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre faydalandırdık. (51/98), (10/98)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (51/99), (10/99)
Yüce Allah’a ve uyarılarını, öğütlerini ve önerilerini tüm insanlara iletilmesi ile görevlendirdiği "Uyarıcı Peygamberlerine" inanmayan, inkar etmekte bilinçli olarak devam eden insanlara, bu yüzden yok edilip azaba uğratılan geçmiş toplumların pişman olarak önceden bundan haberdar olsalardı ve “keşke” iman etmiş olsalardı bu imanlarının kendilerine fayda verecek olduğu hatırlatılmaktadır.
Buna bir "Delil" olmak üzere Yunus Kavminin durumuna işaret edilerek Yunus toplumunun Allah'a iman ettikten sonra üzerlerindeki azabın kaldırıldığı ve Dünya nimetlerinden faydalandırıldıkları bildirilmektedir.
Bu örnek olay ile halen bu durumda olan insanlara bir "Uyarı" daha yapılarak Yüce Allah, "Dileseydi" yeryüzündekilerin hepsinin iman etmelerini sağlayabileceğini bildirmektedir. Buna göre insanların hal ve hareketlerinde ve kararlarında "Serbest" oldukları açıklanmakta ve "Akıllarını" kullanarak kendilerine iletilen "Gerçekleri" görüp "Anlayabilecekleri" bu nedenle onları "Zorla" ikna etmesine gerek olmadığı Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Görüldüğü gibi Allah en önemli "İman" konusu olarak Allah’ın her şeyin "Tek Yaratıcısı" olduğunu insanların Akıllarını kullanarak "Anlayabileceklerini" bildirmekte, buna göre onların buna yeteneklerinin bulunduğu ve iman etmeleri için "Zorlanmalarına" gerek olmadığı, zira onların kendi "İradeleri" ile iman etmelerinin esas olduğu açıklanmaktadır.
Bu gerçeğin Allah'a inanmakla birlikte henüz yeterli bilgi düzeyi ve birikimine erişememiş toplumların diğer insanları "zorla" ve “kendi anlayışlarına göre” imana getirmeye çalışmalarının "Doğru" olmadığına işaret ettiği açıkça görülmektedir. Ancak Dünya üzerindeki bazı "Güç" odaklarının kendi "Çıkarları" uğruna ve “dini unsurları” kendi anladıkları şekilde kullanarak Allah'a inanmakla birlikte henüz yeterli bilgi düzeyi ve birikimine erişememiş toplumları yönlendirdikleri görülmektedir. Sonuçta bu tür “Din” konusunda yeterli düzeye erişememiş toplumlar tarafından özellikle "Cihat" olarak adlandırılarak "Terör" uygulamaları yapılmaktadır. Böylece bu toplumlar henüz gerektiği gibi "Akıllarını" kullanamamakla yaptıkları eylemlerin "Doğru Olmadığını" anlayamamakta ve Dünyayı ekonomik olarak yöneten "Güç Odaklarının" amaçlarına "Hizmet" ettiklerini "Fark" edememektedirler.
Yüce Allah "İman" etmenin de insanların "Kendi" tasarrufunda olduğunu ve aklını kullanmayanların pisliğe, murdarlığa ve iğrençliğe mahkum edileceğini, aklını kullanabilenlerin ise İman etmelerine "İzin" verileceğini açıklamaktadır.
Allah'ın izni olmadan hiçbir kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar. (51/100), (10/100)
Buna göre küfür ve inkarın insanların aklını kullanmamanın bir sonucu olduğu ve "Aklını Kullananların" Yüce Allah'ın "İzni" ile "İman" edebilecekleri açık bir şekilde bütün insanlara iletilmektedir.
Burada bahsedilen "Güç" odaklarının çıkarlarına hizmet eden yeterli bilgi birikimine erişememiş olan "Müslüman" toplumların ve "Yöneticilerinin" hiçbir kişi veya toplumu "Zorla" Müslüman yapma gibi bir durumda olamayacaklarını "Anlamalarının" gerektiği çok önemli bir uyarı olarak dikkate alınmalıdır. Zira "Akıllarını Kullanarak" Kur'an Ayetlerini araştırıp anlamaya çalışmamaları nedeniyle kendi eksik ve olgunlaşmamış olan "İnançlarını" diğer insanlara "Dayatmayı" bir görev olarak düşünen bazı "Müslüman" toplumlar ve "Yöneticileri", Dünya iktisadi yapısında etkili olan Güç Odaklarının isteklerini yerine getirmekte ve çıkarlarına hizmet etmektedirler. Öyle ki "Güç Odaklarının" onlara sağladığı "Çıkarları" uğruna "Müslüman" olanlar da dahil kendilerine "Hedef" olarak gösterilen diğer insanlara ve toplumlara karşı "Cihat" olarak değerlendirdikleri "Terör" uygulamaları yapmaktan çekinmemektedirler.
Oysa Cihat’ın Arapçada “güç ve gayret göstermek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” manasındaki “cehd” kökünden türeyen ve "İnsan nefsine karşı mücadele vermek” ve “Allah’ın rızasına uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı bulunmaktadır. Ancak İslam Ansiklopedisinde “dini emirleri” başkalarına öğretmek anlamında da açıklama yer almaktadır.
"Cihad İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında, fıkıh terimi olarak daha çok müslüman olmayanlarla savaş, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıştır (bk. MÜCÂHEDE)."
https://islamansiklopedisi.org.tr/cihad
Kur'anda Tevbe Suresindeki Ayetlerin bir kısmında "Cihat" kelimesi ile doğrudan "Savaş" kast edilmektedir. Ancak bu Ayetlerin de "Ebu Amir" tarafından kışkırtılan Bizanslıların Medine İslam Devleti üzerine yürümek için bir ordu toplamaları haberinin Hz.Muhammed'e ulaşmasıyla başlayan Tebük Savaşı ile ilgili olduğu yapılan tefsirlerden anlaşılmaktadır.
Buna göre savaş olarak "Cihat", sadece diğer toplumların İman Etmiş Müslüman toplumlara karşı açık bir düşmanlık ile saldırmalarına karşı koyulması olarak tanımlanmaktadır.
Savaşın mubah (serbest bırakılmış, izin verilmiş) olmasını, inanmayanların Müslümanlara karşı harp açmalarına, düşmanlık ve tecavüzde bulunmalarına bağlayan Hanefî hukukçularının dayandıkları deliller de şunlardır:
“Müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın” (et-Tevbe 9/36); “Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşmanlık yoktur” (el-Bakara 2/193) meâlindeki âyetlerin ilkinde İbnü’l-Hümâm’a göre müşriklere karşı girişilen savaş onların müslümanlara savaş açmaları sebebine dayandırılmış, ikincisinde ise savaş, gayri müslimlerin güç ve hâkimiyetlerini zayıflatarak müslümanları dinleri hususunda fitneye düşürmelerine engel olmak maksadıyla emredilmiştir "
https://islamansiklopedisi.org.tr/cihad
Bu konuda "Savaşmak Zorunda Kalması, Savaş Kuralları, Cihat" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.
İnsanlardan çevresinde ve algılayabildiği Evren'de (göklerde ve yerde) nelerin bulunduğunu “aklını kullanıp” anlamaya çalışması ve edindiği bilgilerden gösterilen delillerden ve yapılan uyarılardan yararlanarak Allah hakkında düşünüp ders çıkarması istenmektedir.
De ki: "Göklerde ve yerde neler var bakın, fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz. (51/101), (10/101)
Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: “Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (51/102), (10/102)
Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız. (51/103), (10/103)
De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz ben Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu." (51/104), (10/104)
"Ve hanîf olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma, diye." (51/105), (10/105)
Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma, eğer bunu yaparsan, o takdirde mutlaka sen zalimlerden olursun. (51/106), (10/106)
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur, eğer sana bir hayır dilerse, Allah'ın keremini geri çevirecek de yoktur.
O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir ve O bağışlayandır, esirgeyendir. (51/107), (10/107)
De ki: “Ey insanlar! Size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim” (51/108), (10/108)
Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır. (51/109), (10/109)
Yüce Yaratan insanlara daima yaşamakta olduğu çevresi ile ilgilenmesini ve anlamaya çalışmasını önermektedir. Çünkü Allah "Yaratılış" ile ilgili Ayetlerinde bu Evren ve Dünya ortamının, Adem ve Eşinin Gerçek Ortamdan "İndirileceği" ve onların zürriyetinden gelecek olan bütün "İnsanların" yaşayacakları "Özel Ortam" olarak "Tasarladığını" ve "Hazırladığını" bildirmektedir. Ayrıca Gerçek Ortamda bu “Özel Ortamda" Adem ve Eşinden çoğalacak olan bütün insanların "Ruhlarının" yaratılmış olduğu, onlara topluca "Rabbiniz Değil miyim" diye sorulduğunda tamamının "Evet" cevabı vererek Yüce Allah'a "Teslim" oldukları da Ayetlerde bildirilmektedir. Yine ilgili Ayetlere göre Allah'ın insanların Ruhlarına bu Dünya ortamında Kendisinin "Halifesi" olarak hareket edebilmesi için çok sayıda his ve duygular yerleştirdiği, "Bütün İsimleri Öğretti" şeklinde açıklanmaktadır. Bu duygular arasında ulunduğu çevre ile bütün ilişkilerini sağlayıp yürütmek üzere "Merak" duygusu da yer almaktadır.
İşte bu duygu insanların bu Dünya ortamındaki yaşamlarında "Akıllarını Kullanarak" bilgi edinmek, bilgi biriktirmek ve bunları daima daha iyi bir yaşama ulaşabilmek için gerektiğinde kullanabilmek ve yeni bilgilere erişebilmek ve bunlardan yararlanarak Allah'ın "Halifesi" olarak faaliyette bulunabilmek için en önemli bir "Unsur" olmaktadır. Bu nedenle Ayette insanlara "Göklerde ve yerde neler var, bakın" diyerek "Akıllarını" kullanabilmeleri için uyarıda bulunulmakta ve görüp öğrendiklerinden de "Ders" almaları beklenmektedir. Fakat "Akıllarını" kullanmayı "Akıl Edemeyen" ve bu nedenle Yaratan'a inanmayan bir topluma gördükleri bu "Deliller" ve yapılan "Uyarıların" fayda sağlamayacağına da işaret edilerek insanların "Kibirlenmemeleri" ve daima "Akıllarını" kullanmaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu delil ve uyarılara rağmen kendilerine iletilenlere inanmayanlara ayrıca kendilerinden önce gelip geçmiş olan ve Akıllarını kullanmayıp kibirlerine yenilerek inanmamakta ısrar ve inat eden toplumların karşılaştıkları azap ve cezaların benzerlerinden başkasını mı bekledikleri sorulmakta ve onlara “Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." diyerek uyarıda bulunulmasının Hz.Muhammed'e bildirildiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah "Peygamberlerini" ve aynı şekilde "İman Edenleri" kurtaracağını, "İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız" ifadesi ile bütün insanlara duyurmaktadır. Bu durum bütün insanlar açısından çok önem taşımaktadır. Yüce Yaratan'ın Kendisine "İnanan ve İman Edenleri" ölümlerinden sonraki "Ortamlarda" bu Dünya ortamındaki faaliyetleri sırasındaki hatalarından dolayı azap görmekten ve ceza çekmekten "Kurtaracağını" ve bunun "Kendisinin Kendisine Verdiği" bir "Söz" olduğunu bildirmektedir.
Ancak burada insanlar üzerinde etkili olan "Şeytanın Dürtülerinden" dolayı "Ne yaparsan yap nasıl olsa Allah'a inanırsan kurtulacaksın" şeklinde bir anlam çıkarılması mümkün olduğu düşünülebilir. Bu düşünce inkarda bulunanlara bir fayda sağlamayacağı gibi her şeyden "Haberdar" olan Yüce Allah'ı bir şekilde "Aldatmaya" çalışarak aslında inkarlarını daha da pekiştirmektedir. Bu nedenle insanlar ancak "Akıllarını" kullanarak ve "Bilinçli" olarak Yüce Allah ile ilgili bilgileri derleyip değerlendirerek ve her an deneyimledikleri "Yaratılışları" bu çerçevede anlamaya çalışarak, o "Tek Yaratanı" önce kendi "Vicdanında" hissedip O'na ve yarattıklarına "İnandıkları” takdirde Allah'a “inanmış" olacaklarını unutmamalıdırlar. Bütün insanlar ancak bu şekilde inanılması halinde Şeytan Dürtülerinden "Etkilenmeyecekleri" hatırlamalıdırlar.
'Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna". (54/42), (15/42)
Allah, "Akıllarını Kullanmadan" sadece edindikleri “yetersiz” bilgilere dayanarak ve güvenerek Hz.Muhammed'den ve onun kendilerine ilettiği "Dinden" şüphe duyanlara, Allah'ı bırakıp da onların taptıklarına tapmayacağını, ancak onları ve bütün insanları öldürecek olan Allah'a kulluk ettiğini, kendisine müminlerden (İnananlardan) olmasının, Allah'ın birliğini tanıyan (Hanif) olarak yüzünü dine çevirmesinin ve müşriklerden olmamasının emredildiğini, aksi halde kendisinin de "Zalimlerden" olacağını bildirmesini ve onları böylece "Uyarmasını" Hz.Muhammed'e ilettiğini açıklamaktadır.
u uyarılar çerçevesinde Yüce Yaratan bütün insanlara, Allah'ı bırakıp da insana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapmamalarını, eğer bunu yaparlarsa o takdirde mutlaka zalimlerden olacaklarını, eğer Allah insana bir zarar dokundurursa onu yine Allah'tan başka giderecek bir “güç” bulunmadığını, eğer insana bir hayır dilerse de Allah'ın keremini (lütfunu) geri çevirecek bir “güç” bulunmadığını, Allah'ın hayrını kullarından dilediğine eriştirdiğini ve Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğunu bir defa daha hatırlatmakta ve bu hususlara uyulması için kesin bir ihtarda bulunmaktadır. Tüm bu "Gerçekleri" kapsamak ve anlatmak üzere, Allah Hz.Muhammed'e "Kur'an’ın" bütün insanlara iletildiğini, artık kim "Doğru Yola" gelirse sadece kendisi için geleceğini, kim de saparsa kendi aleyhine sapacağını, kendisinin insanlar üzerine "Vekil" olmadığını ancak bunları iletmekle görevli olduğunu bütün insanlara bildirmesini emrettiğini açıklamaktadır. Allah Hz.Muhammed'e ayrıca kendisine vahyolunana uymasını ve hakimlerin en hayırlısı olan Allah hükmedinceye kadar sabretmesini hatırlatarak görevini yapmasında ona yardımcı olmaktadır.
İnsanların bu ortamdaki yaşamlarında yaptıkları iyiliklerin veya kötülüklerinin karşılığını ölüm sonrasındaki ortamlarda göreceği hatırlatılarak Allah'a iman konusunda İbrahim peygamberin dini örnekler gösterilmekte, bazı uyarılar yapılmakta ve önerilerde bulunulmaktadır.
Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (55/160), (6/160)
De ki:” Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.” (55/161), (6/161)
De ki: “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (55/162), (6/162)
“Allah'ın ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.” (55/163), (6/163)
De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O'ndan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” (55/164), (6/164)
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O bağışlayan merhamet edendir.” (55/165), (6/165)
Yüce Allah, kim bu Dünya ortamında "İyi" insan olarak yaşayıp "İyi" insan olarak anılırsa ve bu "İyilikleri" ile bu ortamdan ayrılırsa, ölümü sonrasındaki yeniden dirilişinde onun için bu "İyiliklerinin" on katının bulunduğunu ve buna karşılık kim de bu Dünya ortamında "Kötü" insan olarak yaşayıp "Kötü" insan olarak anılırsa ve bu "Kötülükleri" ile bu ortamdan ayrılırsa, ölümü sonrasındaki yeniden dirilişinde onun sadece getirdiklerinin dengiyle cezalandırılacağını ve böylece kötülükle gelenlerin haksızlığa uğratılmayacaklarını bütün insanlara bildirmektedir.
llah, ölümleri sonrasında "Huzuruna" çıktıklarında "İyilikle" gelebilmeleri için, bir örnek olarak kendisini "Doğru Yola" ve "Dosdoğru Dine" yani Allah'ın "Bir" olduğunu açıklayan İbrahim'in dinine ilettiğini insanlara bildirmesini Hz.Muhammed'e öğütlemektedir. Buna göre insanların ölüm sonrasında "Kazançlı" olabilmeleri için bu ortamdaki yaşantılarında Hz.Muhammed tarafından iletilenler üzerinde düşünerek "İyilik" sahibi olmaya çalışmaları gerekmektedir.
Hz.Muhammed'den ayrıca yaptığı duaların ve ibadetlerin hepsinin Alemlerin Rabbi olan Allah için olduğunu, Allah'ın ortağının "Bulunmadığını" bunların kendisine "emredildiğini", kendisinin "Müslümanların İlki" olduğunu, Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka Rab aranamayacağını, ayrıca herkesin bu ortamdaki kazancının yalnız kendisine ait olduğunu, hiç bir suçlunun başkasının suçunu yüklenmeyeceğini (Allah'ı inkar ederek işlenen suçların başkasına yüklenemeyeceğini), sonunda bütün insanların Allah'a döneceklerini ve kendilerine iletilen ancak çıkarları ve kibirleri nedeniyle aralarında "Uyuşmazlığa" düşülenlere "Gerçekleri" Allah'ın haber vereceğini insanlara anlatması istenmektedir.
Böylece insanların nasıl "Onlardan Beklendiği Gibi" Allah'a ulaşabilecekleri konusunda bilgi ve öğütler verilmekte ve bu ortamda yaşarken ölüm ötesi "Yaşamlarının" huzuru ve selameti için bütün insanlar uyarılmaktadırlar.
Allah Hz.Muhammed'e hitaben insanlara "Müslümanların İlki" olduğunu söylemesini bildirmektedir. Bu ifade ile Yüce Yaratan geçmişte bu ortamdaki ilk “Akıllı İnsan” olan Adem peygamberden itibaren "Özgün Öğretilerinin" tümünü (Dini) ifade eden "İslam’ı", her anlamda "bütünüyle" kapsayan ve tüm bozulmalardan ve değişimlerden arındırılmış olarak Kur’an ile bütün insanlara iletmiş olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle Allah yanında en "Doğru İnanış" olduğunu bildirdiği "İslam’ı" Kur'an Ayetleri olarak bütün insanlara ileten "Uyarıcı" Peygamber Hz.Muhammed'in bu anlamda ilk "Müslüman" olduğunu bildirmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Buna göre Hz.Muhammed'e ve ona vahiy edilen Kur'an’a inananlar "İslam’a" yani Allah'ın geçmişte ve en son iletmiş olduğu bütün "Özgün Öğretilerini" kapsayan “Doğru Dine” inanmakta ve "Müslüman" olarak adlandırılmaktadırlar.
Bütün insanlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaları gerektiği özellikle hatırlatılmaktadır.
Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı ne evladın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın. (57/33), (31/33)
Yüce Allah, daha önce de birçok "Uyarıcılar" ile bütün insanlara ilettiği gibi, son olarak Hz.Muhammed'e "Vahiy" ettiği ve sadece Allah’ın “Yoktan Yaratıcı Tek Güç" olduğu "Gerçeğinin" dikkate alınmasını ve Allah'a karşı gelmekten "Sakınılmasını" bütün insanlara "İhtar" olarak bildirmektedir.
Ölüm sonrasındaki ortamlarda babanın evladı ve evladın babası adına bir şey ödeyemeyeceği belirtilerek yeryüzündeki yaşamlarında “doğru yolu” bulamamış olarak ölenlerin Ahirette karşılaşılacaklardan çekinilmesini, bunun için de bu Dünya ortamında yaşarken Allah'ın ölüm sonrası yaşanacaklar ile ilgili olarak verdiği sözün "Gerçek" olduğunun dikkate alınmasını bütün insanlara öğütlemektedir.
Allah, insanları sadece dünya hayatının çekiciliği ve güzelliklerine göre yaşamaya yönlendirip sonuçta Allah'ı inkâr etmeye kadar giden "Şeytan'ın" dürtülerine aldanılmamasına da özellikle işaret etmekte ve insanlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaları için "Akıllarını" kullanmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
Bütün insanlar bir zaman sonra ölecekleri hatırlatılarak bu andan önce kendilerine Ayetler ile iletilen Allah ve Yaratılış ile ilgili "gerçekler" üzerinde düşünmeleri, Allah'ı anlamaya çalışmaları ve Allah'a teslim olmalar önerilmektedir.
“Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.” (59/54), (39/54)
“Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline tâbi olun.” (59/55), (39/55)
“Kişinin: “Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim” (59/56), (39/56)
Veya ”Allah bana hidayet verseydi, elbette sakınanlardan olurdum” (59/57), (39/57)
"Yahut azabı gördüğünde: "Keşke benim için bir kez imkân bulunsa da iyilerden olsam!” diyeceği günden sakının.” (59/58), (39/54)
Hayır! Ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştun. (59/59), (39/59)
Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün, kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir? (59/60), (39/60)
Allah, takva sahiplerini kurtuluşa erdirir, onlara hiçbir fenalık dokunmaz, onlar mahzun da olmazlar. (59/61), (39/61)
Allah her şeyin yaratıcısıdır, O, her şeye vekildir. (59/62), (39/62)
Yüce Allah insanları ölümlerinden önce kendilerine verilmiş olan "Akıllarını" kullanarak "Yaratılış" ve "Yaratıcı" ile ilgili olarak bilgi edinmelerini, araştırma yapmalarını ve "Anlamaya" çalışmalarını önermektedir. Böylece İnsanların ölüm sonrasında "Rablerine" döneceklerine işaret edilmekte ve Dünya ortamındaki yaşamlarında iken Allah’ı anlayabilmelerine yönelik çalışmalarında kendilerine bir imkân olarak önerilen bu hatırlatmaları dikkate almaları öğütlenmektedir.
İnsanlardan kendilerine Rablerinden (Allah'tan) indirilenin "En Güzeline" tabi olmaları, üzerinde düşünerek "Tek Yaratıcı" hakkında bilgi edinmeleri ve Allah'ın her şeyi "Yaratan" ve her şeyin "Sahibi" olduğunu idrak ederek O'na "Teslim" olmaları beklenmektedir. Bu anlayışa ulaşılamaması durumunda insanların Şeytanın "Dürtüleri" nedeniyle "Yaratıcısını" inkâr etmesinin mümkün olduğu, şayet böylece "Allah İnancını" kaybederlerse ölüm sonrasında onlara "Yardım" edilmeyeceği önemle hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle insanların Allah'a karşı gelmesi halinde “aşırı” gitmesinden dolayı ölümleri sonrasında bulunacağı ortamlarda kendisine "Yazık" edeceğini, gerçekten alay edenlerden olacağını dikkate almaları gerekmektedir.
Allah Doğru Yolu (Hidayet) verseydi elbette sakınanlardan olacağını düşünenlerin ya da "Azabı" gördüğünde keşke bir kez Dünya'ya geri dönmeye imkân bulunsaydı da iyilerden olacaklarını düşünen ve inkarları nedeniyle pişmanlık duyanların "Aklını Kullanmadığı" hatırlatılarak yeryüzünde yaşarken kendisine iletilenleri dikkate alıp Allah'a "Teslim Olmak" suretiyle sakınmaları öğüt olarak hatırlatılmakta ve "İhtar" edilmektedir.
Yaşarken kendisine iletilenleri dikkate almayıp Allah'a "Teslim Olmaktan" sakınan İnsanlara ölüm sonrasında yüzleşecekleri bu durum temsili olarak açıklanmakta ve bu durumda olanlar için artık hiçbir şekilde "Geri Dönüş" olmayacağı, çünkü bunların kendilerine iletilmiş olmasına rağmen büyüklük taslayarak (Kibirlenerek) Allah'ın Ayetlerini yalanladıkları ve Allah hakkında yalan söyleyip inkarcılardan oldukları hatırlatılmakta ve onların kalacakları yerin "Cehennem" olduğu bildirilmektedir.
Öte yandan Allah, samimiyetle Allah'a inananları "Kurtuluşa" erdireceğini, onlara hiçbir fenalığın dokunmayacağını, onların mahzun da olmayacaklarını bildirmekte ve her şeyin "Yaratıcısı" olduğunu ve her şeyi "Yürüten ve "Faydalanacaklarını Veren" yetkili (Vekil) olduğunu yineleyerek insanları bu yönde düşünmeye teşvik etmektedir. Böylece Aklını kullanan "İnsanlara" verilen bu örnekleri dikkate almaları ve kendilerini "Kurtarmaları" öğütlenmektedir.
Bütün insanlar, bu ortamda yararlandıkları her şeyin nasıl meydana geldiklerini ve devamlı olarak onlardan yararlanabildiklerini düşünmeye yönlendirilmekte ve dikkatleri çekilmektedir.
Size ayetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur, Allah'a yönelenden başkası ibret almaz. (60/13), (40/13)
Haydi, kafirlerin hoşuna gitmese de Allah'a, Allah için dindar ve ihlaslı olarak dua edin! (60/14), (40/14)
Dereceleri yükselten, Arş'ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle ilgili vahyi indirir. (60/15), (40/15)
İnsanlar, çevrelerindeki muhteşem doğa olaylarından biri olan yağmur örnek gösterilerek Allah'ın "Yüceliği" hakkında düşünmeye yönlendirilmektedir. Dünya üzerindeki bütün canlıların "Su" ile ortaya çıktıkları (Yaratıldıkları) Ayetlerde açıklanmaktadır.
İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)
Buna göre sudan yaratılmış olan canlıların yaşamları için gereken "Gıdalarının" da (Rızık) gökten indirilen "Su" ile "Hazırlandığı" belirtilmektedir. "Akıllı" insanların, suyun Dünya ve üzerindeki atmosfer (Havaküre) tabakası arasında devamlı olarak buhar, sıvı ve katı şekillerine girerek canlıların "Rızıklarının" yetişmesini sağlayan bir "Su Döngüsü" olduğunu fark edebileceklerine dikkat çekilmekte ve "Akıllı" insanlar bu emsalsiz "Su Döngüsünün" oluşmasındaki "Tasarım" ve gerçekleşmesindeki "Düzenin" arkasındaki "Güç" üzerinde düşünmeye davet edilmektedir. Bu muhteşem örnekten ancak Allah'a yönelen "Akıllı" insanların ders aldıklarına (İbret) ve ancak onların bu "İhtişamı" görebileceklerine işaret edilerek insanlardan "Akıllarını" kullanmaları ve her şeyin "Yaratıcısını" tanımaları beklenmektedir.
Bu görüşe ulaşanların "Tek Yaratıcı" olan Allah'ı tanıyacağı ve O'na teslim olacağı açıklanmakta ve bütün insanlara, Allah'ı ve Allah'ın "Yaratmış" olduğu her şeyi tanımlayan "Dine” samimiyetle ve içtenlikle inanan (İhlaslı) insanlar olarak, Allah'a "Dua" edip O'na "Teslim" olmaları önerilmektedir.
İnsanların "Kendisini" anlamaya istekli olmaları halinde Allah, "Arş'ın Sahibi" olarak, onların anlama düzeylerini "Yükselteceğini" bildirmekte ayrıca bu konuda insanlara yardımcı olmak üzere, "Dilediği" insanlara (Kullarından Dilediğine) her şeyin "Yaratılmasına" ait "İradesi" ile ilgili "Vahiy" indirdiğini açıklamaktadır.
Allah, gerçekleştirdiği Evrenin ve "İnsanların Yaratılışı", diğer bütün "Yaratılışlar" ve insanların ölüm sonrasında yaşayacakları "Allah'a Kavuşma Günü" hakkındaki "Takdirini" ve "İradesini", Peygamber olarak adlandırdığı ve "Uyarıcı" olarak seçtiği insanlara "Vahiy" ederek bildirdiğini açıklamaktadır. Böylece, insanların Peygamberler ile iletilen "Gerçeklerin" yardımı ile, Allah'ın "İradesi" ile ilgili "Bilgilere" ulaşabilecekleri ve sonuçta bütün insanların bu bilgilere göre hissedecekleri "Azamet" ve "İhtişam" karşısında "Korku" duyarak "Allah" ile ilgili anlayışa sahip olabilecekleri bildirilmektedir.
Allah iman etmeyenlerin kendilerinin aleyhine sapmış olacakları, Allah'ın onları daima gözetlemekte olduğu, sapmayı seçenleri savunmasının gerekmediği bu nedenle onlar üzerinde "Vekil" olmadığını Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Çünkü Yüce Yaratan insanları "akıllarını kullanarak" davranışlarını yönlendiren "kararları" vermelerinde "serbest" bıraktığını, kim doğru yola gelirse ancak kendisi için geleceğini, kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapacağını buna göre kim iyi bir iş yaparsa bunun kendi lehine, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine olduğunu belirtmekte, "dileseydi" onları bir tek düşünceye sahip olarak bir tek millet yapabileceğini, buna göre dilediğini "rahmetine kavuşturacağını" hatırlatarak bütün insanları Allah'ın "rahmetine kavuşanlar" arasında olmaları için doğru yola ulaştıracak kararları alıp Allah'a iman etmeye yönlendirmektedir.
Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir, sen onlara vekil değilsin. (62/6), (42/6)
Şehirlerin anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. Bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir. (62/7), (42/7)
Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı, fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. (62/8), (42/8)
Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir. (62/9), (42/9)
Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. “İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.” (62/10), (42/10)
Kur'an Ayetleri, "Tek Yaratan" Allah tarafından Hz.Muhammed'e hissettirerek (Vahiy Ederek) bu ortamda Hz.Muhammed döneminden itibaren bir süre yaşamalarını takdir ettiği insanlara Arapça olarak ilettiği uyarı, öğüt ve önerileri içermektedir. Hz.Muhammed'den önceki dönemlerde Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerinin görevlendirdiği "Seçilmiş" insanlar (Peygamberleri) aracılığı ile insanlara "Vahiy" olarak bildirildiği; bu "Vahiyler" ve bunlarla ilgili her türlü soruların ve açıklamaların ilk dönemlerde tamamen sözlü olarak sonraları bazı bölümleri yazılı olarak bu Peygamberlerce insanlara aktarıldığı anlaşılmaktadır.
Hz.Muhammed döneminde insanlar arasında önceki Peygamberlere iletilen ve sözlü rivayetler olarak ve yazılı metinler halinde bulunan Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerinin, asıllarından uzaklaşarak anlamlarını yitirmekte olmaları nedeniyle, Yüce Allah'ın "Son" olarak görevlendirdiği "Peygamber" olan Hz.Muhammed'e önceki uyarı, öğüt ve önerilerini de içeren ve onların asıl hallerini "Teyit" eden Kur'an Ayetlerini "vahiy ettiği" yine Kur'an Ayetleri ile bütün insanlara bildirilmektedir.
Buna göre "Son" Peygamberin iletmiş olduğu Allah'ın "Sözleri" de son uyarı, öğüt ve öneriler olmaktadır. Hz.Muhammed döneminden sonra insanların artık sahip oldukları bilgi birikimleri ile kendilerine iletilen Kur'an Ayetlerini "Akıllarını Kullanarak" anlayabilecek düzeye ulaşmış olmaları nedeniyle, son olarak Hz.Muhammed'in bildirdiği "Son İlahi Kitap" olan Kur'an Ayetleri, Hz.Muhammed döneminden itibaren yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanların "Her Birine" ayrı ayrı hitap etmektedir. Bu durumda Hz.Muhammed döneminde olduğu gibi ortaya çıkacak görüş ayrılıklarında, ihtilaflarda ve anlaşmazlıklarda insanların "akıllarını kullanarak" ve sahip oldukları bilgi birikimlerinden yararlanarak Allah'ın Ayetleri ile verilen hükümlerini inceleyip uygun çözümlere ulaşmaları gerekmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara (Kullarına) lütufkâr olduğunu hatırlatarak açıklamalarda bulunmakta ve bundan yararlanılması ile ilgili öğüt ve önerilerde bulunmaktadır.
Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır, O kuvvetlidir, güçlüdür. (62/19), (42/19)
Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız, kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz, fakat onun ahirette bir nasibi olmaz. (62/20), (42/20)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e Ayetlerini insanlara iletirken ona "Yardımcı" olmak üzere; Allah'ın yaratmış olduğu bütün insanlara (Kullarına) lütufkâr olduğunu, bilgisi "Kendisinde" olmak üzere "Dilediğini" rızıklandırdığını, bütün bunları yapmak ve yürütmek için kuvvetli ve güçlü olduğunu hatırlatmaktadır. İlaveten, insanların kendilerine iletilen "Gerçekleri" dikkate alarak onlara "İnanmaları" halinde, ölüm sonrasında kurtuluşa ermek (Ahiret Kazancı) isteyenlerin "Kazancını" arttıracağını ve bu Dünya'da "Dilediği" gibi yaşamayı isteyenlere de bu Dünya'da yararlanacakları bir şeyleri vereceğini, fakat bunlara inanmayıp "Zalim" olanların ahirette bir kazanımlarının (Nasiplerinin) olmayacağını ve şüphesiz bunlara can yakıcı bir azap bulunduğunu bütün insanlara bildirmektedir.
Buradaki "Dilediğine" ifadesi ile kendilerine iletilen Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" konusundaki "Gerçekleri" anlayıp kabul eden ve "İnanan" insanların Allah'ın "Diledikleri" arasında olabileceklerine işaret edildiği söylenebilir. Kur'an’da yer alan Ayetlerin bir "bütün" olarak yorumlanması halinde, bu ve benzer Ayetlerde belirtilen "Dilediğine" ifadesi ile, Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" konusunda "Akıllarını" kullanarak kendilerine bildirilen "Gerçekleri" anlamayı amaçlayan ve "Bilimsel" araştırmalar ve çalışmalar yaparak bu konuda gayret gösteren insanlara işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Buna göre insanların Allah'ın "olumlu" veya "olumsuz" yönde olmak üzere "Diledikleri" arasında olabilmelerinin de kendilerine bildirilen Evren ve Dünya ortamının yaratılmasını ve sürdürülmesini sağlayan ve "Allah'ın Kanunları" olarak belirtilen "gerçeklere" olan ilgisine ve "Yaratıcı Tek Güç" olan Allah'a inanıp inanmaması ile ilgili olabileceği söylenebilir. Bu durumda insanların yararlarına olan şeyleri (rızıkları) bolca elde etmeleri veya gerektiği gibi gayret göstermemeleri sonucunda yeterli rızık elde edememeleri, bulundukları ortamın kural ve koşulları çerçevesinde yapacakları çalışmalar ile bağlantılı olmakta ve her halde Allah'ın "dilediği" sonuç gerçekleşmiş olmaktadırlar.
Bütün bu özellikleri dikkate alındığında insanların, aralarında "Ayrılığa Düştükleri" herhangi bir konuda en doğru hükmün ancak "Allah'a Mahsus" olduğunu hatırlamaları gerektiğine işaret edilmekte ve ellerinde bulunan "Kur'an Ayetlerini" dikkatle, sabırla ve Akılları ile inceleyip en doğru "Hükmü", bu Ayetlerin anlamları çerçevesinde gösterdiği yol ve yönlendirmeleri doğrultusunda verebilecekleri bildirilmektedir. Allah bütün insanlara karşılaştıkları bir kötülüğün karşılığının ona denk bir kötülük olduğunu belirterek bazı uyarılarda bulunmaktadır.
Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir, doğrusu O, zalimleri sevmez. (62/40), (42/40)
Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur. (62/41), (42/41)
Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır, işte acıklı azap bunlaradır. (62/42), (42/42)
Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir. (62/43), (42/43)
Yüce Allah, insanlar arasındaki ilişkilerde bir kötülük ile karşılaşılması halinde o kötülüğü yapanın cezasının da ona denk bir kötülük olduğuna işaret etmektedir. Ancak kötülüğe maruz kalanın bunu yapanı affetmesi ve aralarında barışı sağlaması durumunda onun bu davranışının Allah tarafından ödüllendirileceğini de bildirmektedir.
Bununla birlikte zulme uğrayanın "Hakkını Alması", yani zulme uğrayanın hakkını zulmedenden almış olması durumunda artık onlara yapılacak bir şeyin olmadığı, bildirilmektedir. Ancak Allah insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere "Ceza Vereceğini" ve bunların ceza olarak "Acıklı Azaba" uğrayacaklarını açıklamaktadır. Buna göre kim, Allah'ın zalimleri "Acıklı Azaba" uğratacağını düşünerek, kendi hakkını "Kendisinin" alması yerine sabreder ve affederse, şüphesiz bu hareketinin yapılmaya değer işlerden olduğuna dikkat çekilmektedir.
Görüldüğü gibi anlaşmazlıklar ve haksız uygulamalarla karşılaşan insanların, kendileri açısından çok önemli biz zarar bulunmaması durumunda, haksızlık edenin cezasının Allah tarafından verileceğini de dikkate alarak, bunu yapanları affedip barışı sağlaması halinde, bu davranışının kendisi için ve toplumun genel huzuru açısından çok daha "Hayırlı" olduğuna işaret edilmektedir.
Bir kötülüğün cezasının ona denk bir kötülük olması ve zulme (Kötülüğe) uğrayanın hakkını "Kendisinin" alması halinde artık yapılacak bir şeyin kalmaması, böylece sorunun ortadan kalkmış olacağını belirten Ayetlerin, Hz.Muhammed'in döneminde içinde bulunduğu toplumun bilgi düzeyine ve uyguladıkları geleneklerle ilgili olduğu söylenebilir. Zira, burada getirilen "Düzenleme" ile insanlara, onları affetseler dahi Allah'ın onlara "Cezalandıracağı" iletilerek kendilerine zulümde bulunanları affetmeleri öğretilmekte ve böylece herkesin karşılaştığı kötülüğün cezasını kendisinin vermesi şeklindeki uygulamanın neden olacağı karmaşa ve hasımlıkların azaltılması sağlanmaktadır.
Günümüzde Ayetlerde yer alan insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda "Barış" yolunun özendirilmesi şeklindeki uygulamalar, toplumu yönetenlerce oluşturulan kurallara bağlanarak gerçekleştirilmektedir. Bu amaca yönelik olarak oluşturulan mahkemeler, arabuluculuk, hakemlik gibi uygulamalarla yürürlüğe konulan "Kurallar" toplumun huzuru ve düzenin devamlılığı açısından çok daha etkili olacaktır. Ancak özellikle ve öncelikle bu kurallara toplumun yönetimi kendilerine emanet edilen her düzeydeki yöneticilerin uymaları beklenmekte ve gerekmektedir. Zira yöneticilerin kendileri tarafından ya da önceki yönetimlerce yürürlüğe konulan bu kurallara uymamaları durumunda ortaya çıkacak olan düzensizlik ve adaletsizlik toplumun huzuru ve gelişmesi açısından çok önemli boyutlarda sorunlara neden olacaktır.
Bütün insanların bu uyarıları dikkate alarak yaptıkları işlerin diğerleri açısından bir "Kötülük" olabileceğini, öyle olması halinde ölüm sonrasında insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza olarak acıklı azap bulunduğunu düşünmeleri ve davranışlarında ona göre "Dikkatli" olmaları gerekmektedir. Zira bu uyarılara ve "Kurallara" uyulması karşılaşılacak bireysel ve toplumsal sorunları ve anlaşmazlıkları da azaltacaktır.
Yüce Allah Hz.Muhammed dönemindeki toplumda kendisine karşı gelip iman etmeyenlerin, toplumun savaş edemeyecek olan bir bölümünü (geleneksel olarak hor gördükleri kız çocuklarını) Allah'ın bir parçası (cüzü) olarak nitelendirdiklerini ve böylece "İlk İnsanları" yeryüzüne "indirmeyi" uygun gördükten sonra orada yaşamlarını sürdürmeleri için Evren ve Dünya ortamlarını yaratmış olduğunu sayısız delilleri ile bildirmiş olması karşısında ve bundan ders alarak Allah'ın "nimetlerini" anmaları, Allah'a ve doğru yola yönelmeleri gerekirken, Allah'ı iman etmeyerek Allah'a karşı nankörlük ettiklerini bildirmekte ve bütün insanlara uyarılarda bulunmaktadır.
Ama onlar, kullarından bir kısmını, Allah'ın bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür. (63/15), (43/15)
Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı? (63/16), (43/16)
Onlardan biri, Rahman'a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. (63/17), (43/17)
Süs içinde yetiştirilip savaş edemeyecek olanı mı istemiyorlar? (63/18), (43/18)
Bir kısım insanların, bazı Allah'ın kullarını (kız çocuklarını) Allah'ın bir parçası veya kendisi olarak düşündükleri belirtilmektedir. Böylece Allah'a iman etmemelerine bahane olmak üzere Allah'ın tekliği konusunda şüphe oluşturduklarına, bu nedenle de Allah'a inanma konusunda zaafa düştüklerine işaret edilmektedir.
"Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada birkaç mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine girdiğini) ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış olur. İkincisi "veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk, babasının parçasından hasıl olduğu için onun parçasıdır. Üçüncüsü müşrikler her mabuda bir hisse vermekle Allah'a kullarının bütünü değil, yalnız bir parçasını tanımış, yalnız bir hisse vermiş oluyorlar. Diğer hisseler diğer taptıklarının sayılmış olur. Çünkü insan apaçık çok nankördür, çünkü inkar ve şirk nankörlüğün en açığıdır. Allah'ın hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya yaratıcının yaratığını tamamen kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve nankörlüktür."
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: ZUHRUF SURESİ
Elmalılı M.Hamdi Yazır tarafından yapılan bu tefsirde de açıkça belirtildiği gibi, insanların bu gibi kendi düşünceleri ile Allah konusunda (Mutlaka şeytanın etkisi ile) ileri sürdükleri ve kendilerine ilginç gelen konular, daima Allah yolundan ayrılma ile sonuçlanmıştır.
Bu Ayet ile ilgili olarak Ömer Nasuhi Bilmen aşağıdaki tefsiri yapmaktadır:
"Kendilerine mensub olmalarını bir noksanlık sandıkları âciz kimseleri o Yüce Yaratıcıya nisbet etmekten sıkılmadıklarını bildirerek onların ahmaklıklarını teşhir ediyor. Hak Teâlâ’nın kulları olan melekleri o Ezelî Yaratıcının kızları sanarak gerçeğe aykırı şâhitlikte ve mahlûkata ibâdette bulunduklarından dolayı mes’ul olacaklarını ihtar eyliyor.Bir delile dayanmayan câhilce bir iddiaya cür’et ederek kendilerinin müşrikçe hareketlerinden dolayı mâzur olduklarını ve atalarının yollarını tâkibeder olduklarını ileri sürdüklerini beyân buyurmaktadır Şöyle ki (Öyle iken) yâni O müşrikler, gökleri ve yeri Cenab ı Hak’kın yaratmış olduğunu itiraf ettikleri hâlde (onun için) O Yüce Yaratıcı için (kullarından bir cüz isnad ettiler) O’nun için çocuk ısbâtına kalkıştılar, melekler Allah’ın kızlarıdır dediler (şüphe yok ki,) bu gibi itikatta bulunan bir (insan elbette pek apaçık bir nankördür.) bir küfürbazdır. Hak Teâlâ’nın yüceliğini, mahlûkatı hakkındaki lütfunu inkâr eden, açık bir küfre düşen bir kimsedir Çünkü melekler, birer mahlûktur, birer yaratıktır Çocuk ise babasının bir parçasıdır, onunla aynı cinstir,çocuk mahlûk olunca babasının da mahlûk olması lâzım gelir Halbuki, Allah Teâlâ ezelidir, çocuktan münezzehtir, bütün mahlûkatı yaratmış, olup o Yüce Yaratıcı’nın birer kudret eseridir. Binaenaleyh o Ezelî Yaratıcıya evlâd isnad etmek o Yüce Yaratıcı’nın da mahlûk, cinsine sâhip ve mahlûkatıle aynı cins olduğunu iddiadır ki, bu şirkten başka bir şey değildir"
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - Zuhruf Suresi
Bu yorumlar da dikkate alındığında Hz.Muhammed tarafından yaklaşık 1400 sene önce bütün insanlara iletilen Kur’an Ayetlerinde de açıkça uyarlamalarına rağmen bazı insanların peygamberlerini “insan” oldukları halde Allah'ın (Oğlu) gibi görmeleri, Allah konusunda ne kadar yanlış bilgilerinin bulunduğunu göstermektedir.
Aynı şekilde, meleklerin de cinsiyet ile ifade edilmesi de insanların her şeyi insanca ele almalarından kaynaklanmakta, daha ileri düşüncelere gidememelerinin bir sonucu olarak bu yanlış yönlere gitmelerinin sonucunda bu tür sapmalara yol açmaktadırlar.
Yüce Yaratan ile ilgili olarak insanların "Akıl" işletmemeleri halinde ne kadar "Aciz" oldukları bu açıklamalardan ve diğer birçok Ayetlerdeki "Uyarılardan" anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, Allah ve O'na ulaşmak için tek yol, Kur'an ve diğer Allah kitaplarının gerçek ayetlerinin incelenmesi ve buralarda verilen ip uçlarının akıl kullanılarak değerlendirilmesi ve sonuçta serbest irade ile Allah'ı ve "Tekliğinin” anlaşılarak Allah'a teslim olunmasıdır. Bu duruma erişebilenler artık "İnsan Olmak" düzeyine ulaşabileceklerdir.
Bütün insanlara gelecekteki işleri için kesin ifadeler kullanmamaları zira gelecekteki tüm gelişmelerin kesin olarak bilinemeyeceğini unutmamaları öğüt verilmektedir.
Allah'ın dilemesine bağlamadıkça hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme. (69/23), (18/23)
Bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve: "Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir" de. (69/24), (18/24)
Gelecek ile ilgili her şey Allah'ın ilmi ve bilgisi dahilindedir ve ancak O gelecek ile ilgili “kesin hüküm” sahibidir. Bu öğüt ile insan tarafından yapacakları işler ile ilgili beklentilerinde söz konusu “kesin hüküm” dikkate alınarak kabul ve teyit edilmelidir. Çünkü aksi halde insanın gelecek konusunda yetki sahibi olduğunu “sanmasına” neden olabilir ve geleceğini “kesin olarak” kendisinin tayin ettiği sonucunu doğurabilir. Bu asla doğru değildir ve Büyük Allah'ın “kesin hükmü” ile çelişmektedir.
İnsan aklı gelecek konusunda karşılaşabileceği bütün “olasılıkları” saptayıp her açıdan değerlendirmeleri yapabilecek ve gereken önlemleri kararlaştırarak uygulayabilecek kapasiteye sahiptir. Ancak bu değerlendirmeler ve önlemler yanında kendi “iradesinin dışında” ortaya çıkabilecek konularda bilgi sahibi olmadığını da dikkate alması gerekmektedir. Örneğin “yarın” yapacağına karar verdiği bir konunun gerçekleşmesine engel olacak şekilde bir an sonra bir “kazaya” uğramayacağı veya herhangi bir etken nedeniyle o konunun gerçekleşmesini tamamen mani bir durumun ortaya çıkmayacağını düşünmesi veya bilmesi mümkün değildir. Nitekim Ayette bu durum açıkça ve akıllarını kullanmalarında dikkate almaları için bütün insanlara bildirilmektedir.
Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)
Bu nedenle bütün insanlara gelecek ile ilgili kesin hükümlerde bulunmanın kendini Allah ile kıyaslamak sonucunu doğurabileceği, böylece imanlarını zayıflatabileceği hatırlatılmaktadır.
Bunun sonucu olarak bütün insanlar bu tür kesin hükümlerde bulunmanın "İnsan Olmak" yolunda engel oluşturabileceğini dikkate almaları için uyarılmaktadır. Bu nedenle bütün insanlara gelecek ile ilgili her türlü düşünce ve kararlarını “Allah’ın Dilemesine” bağlamaları önerilmektedir. Gelecek ile ilgili beklentilerin gerçekleşmesinin Allah’ın Dilemesine bağlanması, genellikle “İnşallah” veya “Allah’ın İzniyle” gibi ifadeler ile Yüce Allah’tan talep edilmektedir.
Bütün İnsanlara Yüce Yaratıcının bu yeryüzü ortamında bir süre yaşamalarını uygun görmesi üzerine Evren’i yarattığı ve Evren bünyesinde yeryüzü ortamında yaşamlarını sürdürmelerinde yararlandıkları her şeyi hazırladığı hatırlatılmaktadır.
Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir. (70/18), (16/18)
Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir. (70/19), (16/19)
Yüce Allah, insanlar için yaratmış olduğu bu Evren ve Dünya ortamında hem faydalanacakları ve hem de ihtiyaç duyduklarının "tamamını" karşılayan "nimetlerini", hiçbir "eksiği" bulunmadan ve sayılamayacak kadar çeşitte ve miktarda nasıl oluşturulduklarını görüp "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili "gerçeklere" ulaşmalarında bir örnek olarak, bütün "Akıllı" insanlara hatırlatmaktadır.
Bu "uyarıları" dikkate alarak kendisinin ve Evren ve Dünya ortamındaki çevresinin yaratılışını merak edip incelemeleri halinde, "Akıllı" insanların Allah'ın "gerçekten" insanlar başta olmak üzere tüm "yarattıklarını" çok affedici ve koruyucu olduğunu "fark" ve "idrak" edecekleri bildirilmektedir. Bu amaçla yapacakları gayret ve çabalarında, Şeytan'ın "dürtülerinin" etkisi ile kibirlerine kapılarak Allah'ın "Yaratılışın" sahibi ve "Tek Yaratıcı" olduğunu kabul edilmesi olan "doğru yoldan" onları uzaklaştırabilecek yargılara varmamaları için, bütün "Akıllı" insanlara gizlediklerini de açıkladıklarını da Allah'ın "bildiği" ayrıca ve önemi nedeniyle ihtar edilmektedir.
Allah insanların yeryüzü yaşamlarının aşamaları ve elde edecekleri geçimlikler (rızık) ile ilgili açıklamalar yapmakta ve Allah'ın nimetlerinin inkâr edilmemesini, böylece Allah’a iman edilmesini insanlardan beklemektedir.
Sizi Allah yarattı sonra sizi vefat ettirecek. Daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en kötü çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz ki Allah bilgilidir, kudretlidir. (70/70), (16/70)
Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar, durum böyle iken Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar? (70/71), (16/71)
Bu ortamda yaşamakta olan bütün insanlara belli "bir zaman" sonunda ölecekleri ve bazı insanların daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelmeleri için, ömürlerinin "en kötü çağı" olarak nitelendirilen "ileri yaşlara" kadar yaşatılacakları hatırlatılmaktadır. Böylece insanlara bu ortama nasıl geldikleri, bu ortamdaki yaşam süreleri ve bu ortama gelen herkesin "ölüm zamanı" geldiğinde "öldükleri" üzerinde düşünmeleri ve bu "gerçekleri" dikkate alarak, bütün bu "düzenin" bir "yaratıcısının" bulunduğunu, Allah'ın her anlamda "bilgili" ve "her şeye muktedir (Kudretli) olduğunu "anlamaları" için yol gösterilmektedir.
Aynı şekilde, bu ortamda yaşamakta olan insanlara bazılarının diğerlerine göre daha "fazla" imkân verildiği de bir diğer "gerçek" olarak bildirilmektedir. Buna göre kendilerine daha fazla imkân (Rızık) verilenlerin, bu durumun "Yaratan" tarafından onlara yapılan bir "lütuf" olduğunu fark ederek, varlıklarından "bir kısmını" öncelikle yakın olarak bildikleri (Ellerinin Altındakiler) olmak üzere imkanları "kısıtlı ve az" olanlara vermesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Böylece insanlar arasındaki "varlık dağılımı" arasında çok fazla "fark" olmasının önlenebileceği, çok varlıklı olanların diğerlerinin içinde bulunduğu sıkıntıları anlayıp hissedebilecekleri ve yapacakları bu paylaşımları nedeniyle "huzur" duyarak bir anlamda onlarla "eşit" olabilecekleri açıklanmaktadır.
Bu açıklamalara göre bu şekilde imkanları olan fakat ihtiyaç içinde bulunanlarla varlıklarından bir kısmını paylaşmayanların sahip oldukları "nimetleri" onlara Allah'ın verdiğini "inkâr" etmiş olacakları bütün insanlara "ihtar" edilmektedir.
Allah'ın "Kudreti", içinde bulunduğumuz Evren ve "bir parçası" olarak yaşamakta olduğumuz Dünya ortamının "tabi olduğu" düzen ve bu düzenin en önemli unsuru olan "dengelerle" nasıl sürdürüldüğünün anlaşılması ile bütün insanlar tarafından "her an" deneyimlenmektedir. Buna göre bu "ortamda yaşamaya" başlayan bütün insanların her an bu "düzenin" ve "dengelerin" ile bir "bütünlük" içinde oldukları, buna göre de yaşam sürelerinin bu "düzen" ve "dengeler" ile olan birlikteliğinin ve etkileşimlerinin bir sonucu olarak kısa veya uzun olduğunu söylemek "akılcı" bir yaklaşım olmaktadır.
Benzer şekilde bazı insanların diğerlerine nazaran çok daha fazla "imkanlara" sahip olmalarının da "Akıllarını" kendi "çıkarlarını" her şeyin önünde olmak üzere kullanmaları ve diğer insanların haklarını "gasp ederek" onların kullanabilecekleri imkanlarından pay almaları veya "Akıllarını" bu "düzen" ve "dengelerin" sağladığı olanakları "görmeleri" ve ona göre "doğru" olarak kullanmaları sonucunda meydana geldiği söylenebilir.
Yapılan bu "uyarıların" ve "ihtarların" bütün "Akıllı" insanları "doğru yola" ulaştıracağına dikkat çekilmekte ve bütün "Akıllı" insanlardan buna göre davranmaları beklenmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emrettiğini ve çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasakladığını tutulması gereken bir "öğüt" olarak bildirmektedir.
Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (70/90), (16/90)
Yüce Allah "Akıl" verdiği bütün insanların "İnsan Olmak" onuruna ulaşabilmeleri için "adaletli" davranmalarını istemekte ve onlardan her zaman iyi düşünüp iyi olmayı ve yakınlara yardım etmeyi beklediğini fakat çirkin işlerde bulunmayı, kötülük ve "her konuda" aşırı giderek azgınlık yapmayı da uygun görmediğini hatırlatarak önemli bir "ihtarda" bulunmaktadır.
Burada üzerinde durulması gereken en öncelikli ve önemli hususun "Adalet" olduğuna işaret edilmektedir. Zira adalet her insanın bu ortamda diğerleri ile olan "bütün" ilişkilerinde hiçbir zaman "ihmal" etmemesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Allah, her şeyin "yaratıcısı" olarak, "Adaletin" en "üstün" uygulayıcısıdır. Bu "Üstün Adalet", "Allah'ın bütün yaratılışlarda ve yarattıklarının beraberce bu ortamda "hazırlanan kaynaklardan" yararlanarak yaşamlarını sürdürmelerinde, yani bu ortamda korunma, beslenme ve soylarını sürdürmelerinde, onlara tahsis ettiği "içgüdü" olarak tanımlanan kalıtsal davranış biçimlerinde ne kadar "hassasiyetle" düzenlediğini her türün yaşamının incelenmesinden görülmektedir.
Öte yandan, ilk yaratılışında Allah'ın "Kendi Ruhundan" üflediği “İnsan Ruhuna" içgüdü dışında ayrıca "Akıl" unsuru ile birlikte Allah'a ait diğer “en güzel” duyguları da "yerleştirdiği" Ayetlerde belirtilmektedir. Bu duygular arasında insanların "İnsan Olmaları" için gereken duyguların en önemlisinin "Adalet" duygusu olduğu yine Ayetlerdeki uyarı, öğüt ve önerilerde açıklanmaktadır. Buna göre Yüce Allah'ın yarattığı ve "Allah Adına" işlerde bulunmak (Halife) üzere "geçici" olarak bu Evren ve Dünya ortamına "indirdiği" insanın "Ruhlarına" Akıl unsuru yanında Allah’a ait en özel bir "Duygu" olarak “Adalet Duygusunu” eklediği anlaşılmaktadır.
Allah’a ait bir diğer duygu olan "iyilik" de, insanların "İnsan Olmaları" için çok önem taşıması nedeniyle ve işlerinde ve davranışlarında dikkate alınmak üzere, bütün insanlara önerilmektedir. Böylece esasen Adalet duygusuna sahip olan "insanın" tüm işlerinde "iyilik" ile hareket edeceğine işaret edilmekte ve onlardan bu şekilde davranmaları beklenmektedir. Bu tür bir anlayışa ulaşılması ile insanların yakınlarına da özel olarak "iyi" davranması ve onlara "yardımda" bulunması öğütlenmektedir.
Ayrıca Şeytan'ın insanların "Ruhlarına" onları "doğru yoldan" uzaklaştırmak için Allah'ın "izni" ile eklediği ve "benliklerinin" bir parçası haline dönüştürdüğü "çıkarlarının her şeyden önemli olmasını öngören dürtülerin" bir bölümü olarak insanları "çirkin işlerde" bulunmaya, diğerlerine ve bütün yaratılmışlara "fenalık" ve her konudaki davranışlarında "azgınlık" yapmalarına yol açan "unsurlara" dikkat edilmesinin gerektiği hatırlatılarak bunlardan "sakınmaları", bütün "Akıllı" insanlara "ihtar" edilmektedir.
Görüleceği gibi bu nitelikler bütün insanlar açısından son derecede gerekli unsurları açıklamaktadır. Bu nedenle özellikle de toplumun yönetimi "emanet" edilen her düzeydeki "yöneticilerin" bu nitelikleri taşıyan ve herhangi bir nedenle bunlardan vazgeçmeyecek ve bunları "ilke" olarak benimseyen bir yapıda olan insanlardan seçilmesi, yani yönetim emaneti verilirken "liyakatin" en önemli unsur olarak dikkate alınması, toplumun huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için çok önem taşımaktadır.
Bu durumun toplum hayatında insanlar arasındaki "eşitsizliğin" daha az zarar vermesi açısından ne kadar önem taşıdığı açık bir gerçektir. Özellikle toplumun yönetimi kendilerine “emanet” edilen her düzeydeki yöneticilerin ve özellikle de toplumda “Adalet” dağıtmakla görevlendirilen “Hakimlerin” toplum huzurunun sağlanmasına olan etkileri dikkate alındığında bu konu üzerinde çok daha fazla itina etmeleri gerekmektedir.
Bu nedenle uygulamada Camilerde "imam" tarafından minberden yapılan "Cuma Hutbeleri" sonunda Cuma Duasına katılanlara bir "hatırlatma" olarak okunmakta olan bu Ayetin kendilerine yönetim emaneti verilenlere de “her gün hatırlatılmasında” fayda bulunmaktadır.
Yüce Allah bireyler ve toplumlar arasında yapılan antlaşmalara uyulması gerektiğine dair uyarı ve açıklamalarda bulunmakta ve yapılan antlaşmalarla Allah’ın "kefil" tutulduğu (Allah’a söz verildiği) buna göre "bağlayıcı" olduğu ve Allah katında sorumluluk gerektirdiği hatırlatmaktadır.
Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın, şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir. (70/91), (16/91)
Bir toplum diğer bir toplumdan daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır. (70/92), (16/92)
Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir, yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız. (70/93), (16/93)
Yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, aksi halde sebat etmişken ayağınız kayar da Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle kötülüğü tadarsınız, sizin için büyük bir azap vardır. (70/94), (16/94)
Allah'ın ahdini az bir karşılığa değişmeyin! şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır. (70/95), (16/95)
Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz. (70/96), (16/96)
Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz. (70/97), (16/97)
Bütün insanlara bir konuda aralarında "antlaşma" yaptıktan sonra artık o antlaşma ile kendilerine düşen sorumlulukları (Ahitlerini) yerine getirmelerinin gerektiği bildirilmektedir. Özellikle bu antlaşmayı pekiştirmek amacı ile Allah'ı "şahit" tutarak "yemin edilmesi" halinde, Allah'ın insanların yapacakları şeyleri (Niyetlerini) çok iyi bildiği hatırlatılarak, ahitlerini yerine getirmeyip bu yeminlerini "bozmamaları" önemle ihtar edilmektedir. Bu ihtar ile, insanlar arasındaki ilişkilerde sıklıkla yapılan antlaşmalarda asıl "niyetlerini" gizleyerek diğer tarafın kabul etmesini sağlamak üzere "ona uygun" bir antlaşma yapan fakat daha sonra antlaşmaya uymayıp karşı tarafı "aldatarak" ve onları "zarara" uğratarak bu antlaşma üzerinden "çıkar" sağlayanlar, bu niyetlerinden Allah'ın haberdar olduğu açıklanmaktadır. Böylece sadece kendisine çıkar sağlamayı düşünenler, "asıl niyetlerinin" Allah tarafından "bilindiği" ve "gizli" kalmayacağı hatırlatılarak, böyle bir antlaşma yapmadan önce uyarılmaktadır.
Söz konusu durum, toplumlar arası ilişkiler için de geçerlidir. Günümüzde çok sayıda örnekleri yaşanmakta olduğu gibi, bu ilişkilerde varlıklı ve zengin ülkelerin diğer ülkeler ile olan ilişkilerinde daima varlıklarının ve zenginliklerinin daha da çoğaltılmasını gözettikleri, sanki onların da "yararına" olduğunu belirterek asıl "niyetlerini" gizledikleri ve böylece onları "aldatmak suretiyle kendi çıkarlarını koruyan ve çoğaltan "antlaşmalar" yaptıkları bilinmektedir.
Bu konuda üzerinde önemle durulması gereken bir diğer husus olarak, toplumun yönetimi "emanet" edilmiş olan kişi ve grupların, emaneti almaları sırasında toplum bireylerine vaat ettikleri konuların ve uygulamaların da birer "antlaşma" olduğunun dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle toplumu yönetme emanetinin verilmesi aşamasında adaylar tarafından topluma iletilen ve onların kabulü ile toplum yönetimini "emaneten" alan kişilerin yapılan bu "antlaşmada" çıkarlarını gözeten "gizli" amaçlarının olmaması son derece önem taşımaktadır.
Çünkü önceden böyle bir niyet olmamasına rağmen, toplum kaynaklarının kullanılması sırasında kişisel "zafiyetlerine" ve Ruhlarında bulunan "Şeytan'a Ait" duygulara yenik düşerek daha sonra toplum ile yapılan "antlaşmaya" uyulmayıp "çıkarların" öne alındığına dair insanlık tarihinde çok sayıda örnek bulunmaktadır.
Bu nedenle toplumdaki "Akıllı" insanlar böyle bir "sapmanın" önlenmesi için toplum yönetimini denetleyecek bazı unsurları önceden belirleyip toplum yönetimi kendilerine yetki verilen ve "yönetim" emanet edilenlerin faaliyetlerini ve kararlarını "denetleyici" sistemler geliştirmişler ve bunlara uyulmasını sağlamışlardır. Aynı endişe ile toplumlar arasındaki ilişkilerde de yapılan antlaşmalara uyulmasını sağlamak üzere izleyici ve denetleyici işlevleri bulunan “uluslararası” kurumlar oluşturulmuş bulunmaktadır.
Yüce Allah bu şekilde insanlar arasında ve toplumlar düzeyindeki ilişkilerde antlaşmalara uyulmaması nedeniyle bir "sapma" olmaması için oluşturulan “kurullara” ve uygulanacak "kurallara" uyulması gerektiğine işaret etmektedir. Bu durumun dikkate alınmasının gerektiği, mecazi olarak "ipliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan gibi olmayın" diyerek bütün insanlar uyarılmaktadır. Bu uyarı ile Allah insanları "imtihan ettiğini" bildirmektedir. Buna göre antlaşmalara uyulmaması yüzünden hakkında ihtilafa düşülen hiçbir "şeyin" gizli kalmayacağı ve ölüm sonrasında kıyamet zamanında mutlaka insanlara açıklanacağı hatırlatılarak bu ortamdaki karar ve davranışlarında "dikkatli" olmaları, "hata" yapmamaları ve "zalim" olmamaları bütün insanlara ve özellikle her düzeyde "yönetim emanetini" alanlara ihtar edilmektedir.
Buna göre günümüzde özellikle uluslararası konularda sıkça görüldüğü gibi diğer insanları veya toplumları aldatarak onlara zarar verenlerin bu "asıl" niyetlerini "gizleyerek" antlaşmaya uyacaklarına "yemin etmelerinin" veya onları "ikna" etmek üzere "güvence vermelerinin" gerçekte bir “hile” ve bozgunculuk (fesat) aracı olduğuna işaret edilmektedir.
Diğer Ayetlerdeki ifadeler de dikkate alındığında, sözlerini ve ahitlerini değiştirerek bu gibi davranışlarda bulunanların ve de toplumu yönetenlerin "Zalim" oldukları ve yaptıkları ile insanlara "zulüm" ettikleri söylenebilir. Yüce Allah bu ortamda "zalim" olanların ölüm sonrasındaki ortamlarda hiçbir "yardımcısı" bulunmadığını ve mutlaka "ceza" göreceklerini Ayetlerinde bildirmektedir.
Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)
Öte yandan Yüce Allah insanların bu tür hatalar yaptıklarını, bu durumun insanların Ruhlarında bulunan "Şeytani Hislerin" etkisi altındaki "nefislerine" karşı koyamamaları yüzünden meydana geldiğini belirtmekte ve şayet "dileseydi" bütün insanları hiç "hata yapmayan" ve daima "Kendisine" teslim olmuş "inanan" bir tek insanlar topluluğu (ümmet) olarak yaratmış olacağını açıklamaktadır. Çeşitli Ayetlerde özellikle değinildiği gibi bu açıklama ile Yüce Yaratan her konuda “Yeryüzündeki Halifesi” olarak yarattığına işaret ettiği insanlara bu ortamdaki davranışlarında “Akıllarını” kullanarak “serbest” bıraktığını bildirmekte, hiçbir zaman insanların davranışlarına “doğrudan” müdahale etmemekte ve yaptıklarının sonuçlarından ibret alarak (ders çıkararak) doğru yola yönelmelerini beklemektedir.
Bu arada Allah, kasıtsız olarak ağızlarından çıkıveren yeminlerinden dolayı insanları sorumlu tutmadığını fakat bilerek yaptıkları yeminlerden dolayı sorumlu tuttuğunu açıklamaktadır. Buna göre "doğru olmadığını" bilerek yemin edenlerin veya ettiği yemine uymayanların ailesine yedirdiği yemeğin "orta hallisinden" on fakire yedirmesi yahut onları giydirmesi yahut bir köle azat etmesi ile sorumluluktan kurtulabileceği (kefaretinin ödeneceği) bildirilmektedir. Bunları yerine getiremeyenlerden (bulamayan) üç gün oruç tutması istenmekte ve böylece insanlara gelişi güzel ve her şey için yemin etmemeleri, ettikleri yeminleri korumaları (onlara uymaları) ve Ayetlerini açıklayan Allah'a "şükretmeleri" öğütlenmektedir.
Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz! (112/89), (5/89)
Buna göre Yüce Yaratan insanlara lütfettiği "Akıl" unsurunun Şeytani hisleri tanıyıp onların kendi karar ve davranışlarını etkilemesini "önleyeceği" ve "Akıllarını" kullanarak doğru yola ulaşabileceklerini bildirilmektedir. Bu durumda Aklını kullananların Allah'ın "doğru yola" iletmeyi "dilediği" ve Aklını kullanmayıp "nefsine" uyarak "zalim" olanların ise Allah'ın "saptırmayı dilediği" insanlar olacaklarına ve bütün insanların bu ortamda yaptıklarından mutlaka "sorumlu tutulacaklarına" dikkat çekilmekte, böylece "Akıllı" insanların "Akıllarını" kullanmalarının ne kadar önemli olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu hatırlatma ile insanlar diğerlerini "ikna" etmek üzere ettikleri yeminlere "uymayarak" aralarında bozgunculuğa ve hileli uygulamalarına (fesada) araç etmemeleri için uyarılmaktadır. Aksi halde, doğru yola girmiş ve doğru yolda "sebat etmiş" iken yani doğru yolda yürüyerek kendilerini "kurtarmış" iken, insanları kandırarak onları Allah yolundan alıkoyanların bu nedenle Dünyada kötülüğü tadacakları ve ölüm sonrasında da büyük bir azap görecekleri bildirilmektedir. Böylece Akıllı insanlar Allah'ın doğru yolda olanlar için yapmış olduğu "ahdini" nefislerine uyarak çıkar sağlamak uğruna sahip olacakları "az bir karşılığa" değişmemeleri için uyarılmaktadır. Böylece Allah katında "olanın" bütün insanlar için daha "hayırlı" olduğunda şüphe bulunmadığı, şayet "anlayabilirlerse, "bütün "Akıllı" insanlara bir defa daha bildirilmektedir.
Ayrıca bu ortamdaki bulunan (yanınızdaki) şeylerin tükeneceği ve sona ereceği, Allah katında "olanların" ise devamlı olacağı (bâkidir), ve elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarının verileceğine de işaret edilerek insanlardan bu öneri ve uyarıları dikkate almaları ve ona göre karar verip davranmaları beklenmektedir. Yüce Allah, erkek veya kadın, "Kendisine" ve Hz.Muhammed ile iletmiş olduğu "Ayetlerine" inanarak (mümin olarak) kim iyi davranışlarda bulunursa (amel işlerse) mutlaka onu bu ortamda ve ölüm sonrasında güzel bir hayat ile yaşatacağını ve elbette yapmakta olduklarının "en güzeli" ile bu ortamda ve ölüm sonrasında mükâfatlarını vereceğini (ödüllendireceğini) bütün insanlara ayrıca bildirmektedir.
Bütün insanlara tüm ilişkilerinde güzel söz söylemeleri öğüt verilmekte, onların Dünya ve Ahiret ortamlarında kendilerinden emin olacakları bildirilmektedir.
Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca. (72/24), (14/24)
Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. (72/25), (14/25)
Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan bir ağaca benzer. (72/26), (14/26)
Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar, zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar. (72/27), (14/27)
Yüce Allah bütün insanlara hitaben "güzel söz" ile ilgili olarak meyve veren ağacı örnek göstermektedir. Buna göre kökü yerde sabit olan ve dalları göğe uzanan güzel bir meyve ağacının Allah'ın "izni ile" her zaman meyvesini verdiğine, insanların öğüt almaları için işaret edilmektedir. Ayetteki benzetmelerden, güzel sözün sabit olan kökünün (kaynağının) Yüce Allah olduğu, dallarında verdiği meyvelerin de (yemiş) Allah'ın "Kendisine" inanan ve iman edenlere vaat ettiği "ödüllere" işaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda güzel söz, bir anlamda Ayetler gibi önemli olmaktadır. Bu nedenle de insanlardan güzel sözlü olmaları ve bunda sabit kalarak Allah'a iman etmeleri beklenmektedir.
Diğer yandan, kötü sözün de gövdesi yerden koparılmış o yüzden ayakta durma imkânı olmayan bir ağaca benzediğine dikkat çekilmekte, böylece kötü sözün kaynağının Allah ile ilgisinin bulunmadığı açıklanmaktadır. Bu durum, kötü sözlü olanların Şeytan'ın etkisi altında bulunabileceklerinin bir işareti olarak düşünülebilir. Allah'ı ve Allah'ın insanlara gönderdiği "gerçeklere" inanmayanların Allah ile ilişkilerinin gövdesi yerden koparılmış bir ağaç gibi olacaklarına işaret edilmekte ve onlara bu inkarlarının ancak "kötü söz" olacağı, bunda ısrar etmeleri halinde "zalimlerden" sayılıp "saptırılacakları" bildirilmektedir.
Ayrıca bir diğer Ayetinde de her şeyi işitici ve bilici olduğunu hatırlatarak, bütün insanlara ilişkilerinde açıkça kötü sözler söylemelerini sevmediğini, ayrıca insanların yapmış oldukları bir iyiliği açıklamalarında yahut gizlemelerinde veya bir kötülüğü affetmelerinde, her şeyi yapmaya ve yaratmaya "kadir" olarak Allah'ın da onlar için şüphesiz fazlasıyla "affedici" olacağı bildirmektedir.
Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir. (92/148), (4/148)
Bir iyiliği açıklar yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, şüphesiz Allah da ziyadesiyle affedici ve kadirdir. (92/149), (4/149)
Buna göre insanlara başkaları hakkında onu incitici "kötü" sözler söylemesinin doğru olmadığına işaret edilmektedir. Ancak bir kimsenin "haksızlığa" uğraması durumunda, kendisine söylenen kötü sözleri bildirerek açıklamada veya şikâyette bulunabileceği açıklanarak bu duruma bir istisna getirilmektedir. Öte yandan insanların yapmış olduğu bir "iyiliği" açıklamasında veya gizlemesinde bir sakınca olmadığı belirtilmekte fakat uğradıkları bir haksızlık veya kötülüğü "affetmelerinin" daha hayırlı olabileceğine işaret edilmekte ve Allah’ın böyle davrananlara karşı fazlasıyla affedici olacağı hatırlatılmaktadır.
Allah, böylece "sağlam sözle" iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette "sapasağlam" tuttuğunu, inanmayan zalimleri ise "saptırdığını" açıklamakta ve "dilediğini" yaptığını bildirmektedir. Allah'ın "dilediğini" doğru yola ulaştırması ve dilediğini saptırması konusunda Hz.Muhammed Esed tefsirinde özet olarak aşağıdaki açıklama bulunmaktadır.
"Dilediğini saptırır/sapıklık içinde bırakır; dilediğini de doğru yola yöneltir". "Allah'ın saptırması" ya da "sapıklık içinde bırakması"na ilişkin tüm Kur'ânî atıflar ancak, 2:26-27'de ortaya konan "Allah, kendisine karşı taahhütlerini bozan fasıklardan başkasını saptırmaz" ilkesiyle birlikte düşünülmeli, bu temel üzerinde değerlendirilmelidir"
İbrahim suresi İbrahim oku İbrahim arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Bütün insanlara yeryüzündeki yaşamlarını sürdürmek üzere çabaladığı ve sonuçta Allah'a varacağı hatırlatılarak bazı uyarı ve öğürler verilmektedir.
Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O'na varacaksın. (83/6), (84/6)
Kimin kitabı sağından verilirse (83/7), (84/7)
Kolay bir hesapla hesaba çekilecek; (83/8), (84/8)
Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. (83/9), (84/9)
Kimin de kitabı arkasından verilirse (83/10), (84/10)
Derhal yok olmayı isteyecek (83/11), (84/11)
Alevli ateşe girecektir. (83/12), (84/12)
Zira o, ailesi içinde şımarmıştı. (83/13), (84/13)
O hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sandı. (83/14), (84/14)
Oysa gerçekten Rabbi onu görüyordu. (83/15), (84/15)
Yüce Allah bütün insanlara bu Dünya ortamındaki çaba üstüne çaba göstererek sürdürdüğü yaşantılarının, farkında olmasalar bile, Allah'a doğru bir "ilerleme" olduğunu ve "sonunda" yani bu ortamdan ölüm ile ayrıldıktan sonra Allah'a "varılacağını" hatırlatmaktadır. Buna göre insanların yeryüzündeki yaşamlarında çeşitli amaçlara ulaşmak ve "rahat bir yaşama" kavuşmak için gösterdiği ve çoğu zaman "zorlu" süreçleri içeren "çabaları" ile sonunda Allah'a ulaşacaklarına işaret edilmekte ve onlardan sonunda ulaşacakları Allah'ın "huzurunda" kötü duruma ve pişmanlığa düşmemeleri için bu çabalamaları sırasındaki davranışlarında ve kararlarında kendilerine iletilen "gerçekleri" dikkate almaları önerilmektedir.
Yapılan bu öneri çerçevesinde Kıyamet sürecinde yeniden diriltildiklerinde bu ortamdaki yaşantıları ile ilgili olarak "değerlendirileceklerini" ve yapılacak "değerlendirme" sonunda ölümlerinden önceki Dünya yaşamlarında kendilerinden "beklendiği gibi" Yüce Yaratanın "Tek Yaratan" olduğunu kabul eden ve Allah'a iman ederek bildirdiklerine göre "doğru yolda" bir yaşam geçirenlerin değerlendirme sonuçlarının (Kitabının) kendisine "sağ" tarafından verileceğini, onların "kolay" bir hesaba çekileceklerini, böylece kitabını sağ tarafından alanların sevinçle oradaki Cennet Ehline (Ailesine) döneceklerini bildirmektedir.
Dünya yaşamlarında Yüce Yaratanın "Tek Yaratan" olduğunu kabul etmeyip Allah'ı inkâr ederek "doğru yolda" bir yaşam geçiremeyenlerin değerlendirme sonuçlarının (Kitabının) kendisine "sol" tarafından (ya da arkasından) verileceği, kitabını sol tarafından alanların, derin bir "pişmanlık" duyacağı, "derhal yok olmayı" isteyeceklerine işaret edilmektedir. Zira onların ölümlerinden önce kendisi gibiler ile birlikte bulunmasına güvenerek hiçbir zaman Allah'a dönmeyeceklerini sanmaları ve sahip olduğu servet nedeniyle "şımarmış olmaları" nedeniyle cezalandırılacakları ve mecazen "alevli ateş" olarak tanımlanan Cehennem'e girecekleri bildirilmekte ve insanlar "uyarılmaktadır".
Yüce Allah bütün insanlara Dünya ortamındaki yaşantılarında yaptıkları ve niyetlendikleri her şeyi "bildiğini" ve "gördüğünü" bir defa daha hatırlatarak, "ceza günü" olarak tanımladığı bu "değerlendirme" sırasında artık hiçbir kimsenin bir başkası için hiçbir şey yapamayacağını ve bütün "hükmün" sadece Allah'a ait olduğunu özellikle bildirmekte ve böylece insanların bu değerlendirmenin ne anlama geldiğinin daha iyi anlamalarını istemektedir. Böylece onlara ölüm gelmeden önce durumlarını yeniden ve dikkatle inceleyebilmeleri için bir fırsat vermektedir. Dileyenler bu fırsatı değerlendirerek kendilerine iletilen gerçekler üzerinde (Ayetler) düşünüp doğru yolu bulmaya çaba göstereceklerdir.
Yapılan bu "hatırlatma" ve "uyarılar" ile bütün insanlardan ölüm zamanı gelmeden kendilerine iletilen "gerçekler" üzerinde dikkatle ve "merakla" durmaları, düşünmeleri ve durumlarını ona göre değerlendirip ölüm sonrasında kendilerine Allah'ın vaat ettiği huzura ve kurtuluşa erişme üzere davranış ve düşüncelerini düzenlemeleri beklenmektedir.
Nitekim Evren'in sona ereceği "Kıyamet" ortamında insanların "yeniden yaratılacaklarına", Dünya yaşamları ile ilgili "bilinçlerine" yeniden kavuşacaklarına ve yeryüzündeki yaşamlarında kendilerine bildirilen "gerçekleri" inkâr ettiklerini hatırlayacaklarına işaret edilmektedir.
Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar susacaklardır. (84/12), (30/12)
Ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır, zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir. (84/13), (30/13)
Kıyamet kopacağı gün, işte o gün birbirlerinden ayrılacaklardır. (84/14), (30/14)
İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır. (84/15), (30/15)
İnkâr edenler, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalan sayanlar ise, işte onlar azapla yüz yüze bırakılacaklardır. (84/16), (30/16)
Haydi siz, akşama ulaştığınızda, sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin. (84/17), (30/17)
Ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur. (84/18), (30/18)
Yüce Allah bütün insanlara ölümleri sonrasında karşılaşabilecekleri durumlar ile ilgili olarak bir defa daha örnekler vermektedir. Buna göre "uyarıcı" Peygamberleri ile onlara bildirmiş olduğu gerçekler ile onlardan beklediklerini dikkate almayan ve böylece "günahkâr" olanların ölüm sonrasındaki ortamlarda bu Evren ortamının ortadan kaldırılmasını (Kıyamet) izleyen aşamalarda bu durumlarını "fark edecekleri" ve bu Dünya ortamındaki yaşamlarında "inkarlarına" dayanak olmak üzere konuşarak, yazarak veya diğer yöntemlerle ileri sürdükleri bütün "bahanelerin" nasıl "boş" olduğunu görüp artık tamamen ümitsizlik ve pişmanlık içinde suskun kalacakları açıklanmaktadır.
Bu insanlardan bir kısmının, Allah'ı ve Allah'ın bildirdiklerini inkâr etmeleri yanında sanki bütün gördükleri ve algıladıkları her şeyin bir başka "Güç" tarafından ortaya çıkarıldığını düşünerek anlam veremedikleri veya üstesinden gelemedikleri her türlü şeyi veya olayı kendilerine Peygamberler tarafında iletilen "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile eşdeğer gördükleri (Ortak Koştukları) ve kendi uydurdukları şekillerde Allah'a "ortak koştukları" bu "tanrılarına" ibadet ettikleri (Tapındıkları) hatırlatılmaktadır.
Bu inanışa sahip olanlara "Kıyamet" sürecinde kendilerinin de fark ettikleri "günahlarından" affedilmelerini sağlayacak bir ortaklarının olmayacağı (şefaatçi çıkmayacağı), esasen ortak koştuklarının onların ortaklık iddialarını "inkâr" edecekleri o zaman Allah'a inananlar ile inkâr edenlerin birbirlerinden ayrılacakları kesin bir şekilde bildirilmektedir. Ayrıca, kendilerine bildirilen "gerçekleri" dikkate alarak "iman edip" iyi işler yapanların Cennette "nimetlere ve sevince" mazhar olacakları ve kendilerine bildirilen "gerçekleri" dikkate alamayıp Allah'ın Ayetlerini ve ölüm sonrasındaki "ahiret buluşmasını" yalan sayarak "inkâr" edenlerin ise o zaman "azapla" yüz yüze bırakılacakları da hatırlatılmaktadır.
Yapılan bu hatırlatmalara göre artık Allah'ın her şeyin "Tek Yaratıcısı" olduğunu anlayabileceklerine dikkatleri çekilerek, bütün insanlara akşama ulaştıklarında, sabaha kavuştuklarında, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiklerinde, göklerde ve yerde (Evren ve Ötesinde) her türlü yüceltilmenin (hamd) sadece Allah'a mahsus olduğu ihtar edilerek, Allah'ı anmaları (tesbih edin) öğütlenmektedir. Ayrıca sadece Allah'a ibadet edilmesi ve Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, hizmetlilere ve "kölelere" iyi davranılması gibi "Şeytan Dürtülerinden" uzak durulması bütün insanlara öğütlenmektedir.
Allah'a ibadet edin ve Allah'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez. (92/36), (4/36)
Buna göre Yüce Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi (kibirli olanları) sevmediğini, böylece "İnsan Olmak" için dikkat edilmesi gereken bazı "önemli" konuları açıklamaktadır. Ayette yer alan ifadelerden, insanların "iyi" davranmalarının ve "kibirli" olmamalarının Allah'a ibadet edilmesi olarak değerlendirileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle bütün insanların bu uyarıları dikkate alarak davranışlarını ona göre düzenlemeleri, insanların yaratılış amacı olan Allah'ın varlığını ve Allah'ın "Tek Yaratıcı güç" olduğunu anlayıp kabul etmelerini, böylece "İnsan Olmalarını" sağlayacaktır.
Burada Allah'ın "tesbih edilmesi" ifadesinin, diğer çok sayıdaki Ayetlerde belirtildiği gibi, Müslümanların "namaz" olarak adlandırdıkları ve Ayetlerde "Salat" olarak geçen uygulamayı tanımladığı anlaşılmaktadır. Zira Hz.Muhammed'in Medine'ye "hicretinden" bir yıl önce (621) Allah'a olan saygının gösterilerek Allah'ın "Yüceltilmesini" de kapsamak üzere "uyguladığı" bir "şekilde" Allah'ı "tesbih etmeyı" yerine getirdiği ve bütün "inananların" onlara gösterdiği "şekle" uygun olarak uygulamaları halinde Allah'ı “Tesbih Etmelerinin" gerçekleştirmiş olacaklarını ve o zamandan beri "namaz" veya "salat" olarak tanımlanan bu uygulamanın "Allah'ı Anma" anlamında (Tesbih Etme) yapılageldiği bilinmektedir. Bu konuda Namaz vakitleri ve namaz (Salat) bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Bu nedenle bütün insanlara Kıyamet zamanındaki durum ile ilgili olarak canlandırma şeklinde yapılan açıklamaları dikkate alarak dönüşü olmayan o an gelmeden önce yönlerini Allah'a ve O'nun uyarı, öğüt ve önerilerine çevirmeleri hatırlatılmaktadır.
Allah katından, dönüşü olmayan bir gün gelmeden önce yönünü o gerçek dine çevir! o gün bölük bölük ayrılacaklardır. (84/43), (30/43)
Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur, iyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için hazırlamış olurlar. (84/44), (30/44)
Zira Allah, iman edip iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kafirleri sevmez. (84/45), (30/45)
Sevginin "kaynağı" olan ve Evren ve Dünya ortamını insana olan "Sevgisi" ile yaratmış olan Yüce Allah, insanlara olan bu sevgisi ve "merhameti" nedeniyle Evren ortamının son bulmasından sonraki "Kıyamet" zamanında iman edenler ve etmeyenler olarak "bölük bölük" ayrılacaklarını hatırlatmakta ve ölümlerinden sonraki ortamlarda zor durumda kalmamaları için bütün insanlara yeryüzünde yaşarlarken yönlerini "o gerçek dine" çevirmelerini (Hak Din) öğütlemektedir. Diğer Ayetlerdeki ifadelerden anlaşıldığına göre burada "o gerçek din" olarak "İslam'a" işaret edilmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/3), (19/3)
Bir diğer Ayette Allah, insanların yaratılışlarındaki "fıtrat" üzerinden örnek vererek "Din" ile ilgili daha açıklayıcı bilgi vermektedir. Buna göre insanı "yaratmış" olan Allah, Evrendeki her şeyin sahibidir ve Evrendeki her şey sadece Allah'a boyun eğmiş, teslim olmuş ve her an O’nu anmaktadır. İnsan da bir "yaratılan" olarak böyledir. Allah insanları da evrendeki diğer yaratılmışlarda olduğu gibi, bu "aidiyet" ve "kabul ve teslimiyet" olguları ile (Fıtrat) yaratmıştır ve bu yaratılış hiç değişmemektedir. Yüce Allah böylece "Yaratılış" ile ilgili her şeyin "Kendi İradesi" olduğunu ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak sadece "Kendisinin" olduğunu "Kendisinden" başka herhangi bir "tanrı" veya "ilah" bulunmadığını, insanların yaratılmasının da bu çerçevede gerçekleştiğini ve bütün bunların insanlar tarafından kabul edilmesinin "DİN" olduğunu hatırlatmaktadır.
İnsanlar açısından Allah ile ilgili bu "gerçekler" ile birlikte onlara "Kendi Ruhundan" vermesi (üflemesi) ile oluşturduğu "Ruhlarına" bir "içgüdüsel" davranış yöntemi olarak yerleştirdiği ve onları "Kendisine" yönlendirecek ve "Kendisini Tanımalarını" sağlayacak olan sevgi, merhamet, şefkat, gibi bütün duygular ve verdiği "izin" ile Şeytan'ın "yüklediği" acelecilik, ümitsizlik kin, fesatlık, haset gibi his ve davranışlar yanında insanlara lütfettiği "Akıl" unsuru gibi niteliklerin (fıtrat) farkına varılması ve insanların bunlara göre davranmaları topluca "Din" olarak belirtilmektedir.
Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir, Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (84/30), (30/30)
Ancak, insan kendisine verilen "Akıl" ile serbest bırakılmıştır. Bu nedenle inkâr etmekte veya "iman ederek" iyi işler yapmakta kendi "iradesini" kullanabilmektedir. Yüce Yaratan bu duruma işaret ederek inkâr ederse inkarının kendi "aleyhine olacağını, iyi işler yapanlara gelince onların da ölüm sonrasında kendileri için "cennetteki yerlerini" hazırlamış olacaklarını zira iman edip iyi işler yapanlara "Kendi Lütfundan" karşılık vereceğini ve şüphesiz kafirleri sevmediğini bildirmektedir. Buna göre bütün insanlardan bu uyarıları dikkate almaları beklenmektedir.
İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir. (85/43), (29/43)
Allah bu gibi örnekleri ve benzetmeleri insanlar için verdiğini fakat onları ancak "akıllarını" işleterek bunu "bilenlerin" düşünüp anlayabileceğini hatırlatmakta ve bunlardan başka amaçlar doğrultusunda uygulamalar yapılmaması ve insan toplumlarına hükmetme niyeti ile değişik sonuçlar çıkarılmaması ihtar etmektedir.
Öte yandan insanların Allah'a iman etmelerinin sadece sözle "iman ettik" demeleri ile gerçekleşmeyeceği, zira insanların yeryüzündeki davranışları ve düşünceleri ile "sınanacağı" bildirilmektedir.
İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakı verileceklerini mi sandılar? (85/2), (29/2)
Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir, elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. (85/3), (29/3)
Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? ne kadar kötü hüküm veriyorlar! (85/4), (29/4)
Kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah'ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir. (85/5), (29/5)
Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir. (85/6), (29/6)
İman edip iyi işler yapanların kötülüklerini elbette örteriz ve onlara, yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz. (85/7), (29/7)
Yüce Allah, yeryüzündeki yaşamlarında kendilerine iletilen "gerçekleri" kabul etmeyen ancak çıkarları nedeniyle iman etmiş olduklarını belirtmek için sadece "iman ettik" demelerinin bir faydasının ve öneminin bulunmadığına işaret ederek kişisel ve toplum olarak belli "zorluklar" ile "imtihandan geçirilmeden" bırakılmayacaklarını bütün insanlara hatırlatmaktadır. Buna göre insanların sadece "iman ettik" demekle değil, fakat karşılaşılan "olumsuz" veya "zor" durumlarda da "bilinçli" olarak ve "samimiyetle" Allah'a sığınarak ve Allah'tan yardım istemeleri ile Allah'a olan "inançlarını" göstereceklerine işaret edilmektedir.
Yüce Yaratan geçmişte yaşamış olan bütün insanları da (onlardan öncekileri) imtihandan geçirdiğini, elbette bundan sonra da bu şekilde doğruları ortaya çıkaracağını, yalancıları da mutlaka ortaya koyacağını bildirmektedir. Bu konudaki bir başka Ayet ile insanların, inançlarının "samimiyeti" konusunda ne kadar "doğru" veya "yalancı" olduklarının özellikle "kendileri" tarafından anlaşılmasını sağlamak üzere, kendi hallerinde bırakılmayacakları ve Allah'ın sonunda müminleri sınayarak inançlarında "pis" olanı (murdarı) temizden seçip ayıracağı hatırlatılmakta ve bu uyarılar dikkate alınarak inkar edenlerin Allah'a ve peygamberlerine iman etmelerini öğüt verilmekte ve eğer iman eder ve inançlarını korurlarsa (takvâ sahibi olurlarsa) onlar için de çok büyük bir karşılık (ecir) bulunduğu bildirilmektedir.
Allah, müminleri bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır. (89/179), (3/179)
Diyanet tefsirinde de insanların Müslüman olmaları (iman etmeleri) için yalnızca “inandık” demelerinin yeterli olmadığı açıklanmaktadır.
"Buna göre insanların sorumluluklarını yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek mânada müslüman olmaları için yalnızca “inandık” diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmaları yeterli değildir. Asıl dindarlık, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıkar."
Ankebût Suresi 2-3. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Buna göre yalnızca iman ettiklerini söyleyen fakat "kötülükleri" yapanların, "hesap vermeden" Allah'ın hükmünden kaçabileceklerini düşünerek ne kadar kötü bir hüküm verdikleri belirtilmekte ve kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa onların "iman etmiş" oldukları ve elbette gelecek olan Allah'ın tayin ettiği "ölüm" zamanında (o vakit) "iman etmiş" olarak Allah'a "kavuşacakları" açıklanmaktadır.
Yüce Allah insanların niyetleri de dahil olmak üzere her şeyi "işiten ve bilen" olduğunu bir defa daha hatırlatmaktadır. Bu nedenle insanlara inançlarını sorgulamaları ve karşılaşılan iyi veya kötü "her şeyin" Allah'ın insanlar için hazırladığı bu ortamın var olma ve devam etmesini sağlayan "düzeni" ve kuralları" gereği olduğunu idrak ederek "imanlarını" her türlü kuşkudan (pislik, murdar) arındırmak için benlikleri (nefsleri) ile savaşarak gayret göstermeleri (cihat etmeleri) öğütlenmekte ve bu yolda cihat edenlerin ancak "kendisi" için (kendisinin kurtuluşa ulaşabilmesi için) cihat etmiş olacağı özellikle bildirilmektedir.
Çünkü hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın insanların O’na imanından yararlanacağı bir durum bulunmamaktadır. İnsanların "imanından" ancak insanların "kendilerine" fayda bulunmaktadır. Buna göre Allah'ın ve Peygamberleri ile bütün insanlara ilettiği gerçeklerin (vahyin) "inkâr" edilmesi, aslında insanın kendi kendisini inkârı ve kendisine ihaneti olmaktadır. Yüce Allah bu nedenle "iman edip iyi işler yapanların" yeryüzündeki yaşamlarında iman etmelerinden önce yapmış oldukları kötülüklerini elbette örteceğini ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğini bildirerek bütün insanlara kendilerine bildirilmiş olan gerçekleri (vahiyleri) anlamalarını ve ona göre durumlarını düzeltmelerini öğüt vermektedir.
Yüce Yaratan bütün insanlara anne ve babalarına iyi davranmalarını tavsiye ettiğini bildirmekte ancak Allah'a iman edilmemesini veya Allah'a ortak koşulmasını dayatırlarsa onlara itaat etmemelerini öğüt vermekte ve bunun nedenini açıklamaktadır.
Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır, o zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. (85/8), (29/8)
İman edip iyi işler yapanları, muhakkak salihler içine katarız. (85/9), (29/9)
İnsanlardan kimi vardır ki: "Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar, halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" derler; iyi de Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? (85/10), (29/10)
Allah, elbette iman edenleri de bilir, iki yüzlüleri de bilir. (85/11), (29/11)
Kafirler, iman edenlere: “Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim” derler, halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler. (85/12), (29/12)
Elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir. (85/13), (29/13)
Yüce Allah'ın "takdiri" ile insanların "bir süre" yaşamaları için Evren ve Dünya ortamında hazırladığı "düzenin", insanların bu Dünya ortamında "çoğalarak" çeşitli "ırklara" ve "gruplara" ayrılmaları esasına dayandığı fakat ayrışan her ırk veya gurubun da kendi aralarında "toplum" halinde "bir arada" yaşamalarına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Zira Yüce Yaratan insanların burada çevre koşullarının ve diğer "insansılar" ile birleşmelerinin etkisi ile "çeşitlenerek" çoğalmalarını "öngördüğünü" Ayetlerinde bildirmektedir.
Allah'ın delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır, şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır. (84/22), (30/22)
Öte yandan, "insan ilişkileri" ile ilgili olan Ayetlerin "tamamında" yer alan ifadelerden, insanların daima bir "toplum düzeni" çerçevesinde ve birlikte yaşamalarına yönelik açıklamalar yapılmaktadır.
Bu düzene göre yaklaşık 3 Milyon yıl önce içinde bulunduğumuz "Dünya" ortamında "yaşam sürecinin" başladığı, zaman içinde meydana gelen değişimler ve gelişimler (evrimleşmesi) sırasında "memeliler" olarak adlandırılan türün bir kolunun değişim ve gelişimlerini sürdürerek bugün "kullandığımız" ve "insansı" olarak tanımlanan beden yapısını oluşturduğu anlaşılmaktadır. Genel olarak erkek ve dişi cinsler halinde olan memeliler türünün ve bu türün bir kolu olarak gelişen “insansı yapıların” çoğalmaları sürecinde dünyaya gelen "yavruları" ile bir süre "birlikte" yaşadıkları ve "anne ve babaların" bu sürede "yavrularını" bu ortamdaki yaşamları için gerekli olan bilgi ve becerileri "aktardığı" bilimsel araştırma ve çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilerde açıklanmaktadır.
Bu durumda “İnsansı” yapıların zaman içinde “evrimleşerek” Allah'ın iradesi ile gerçek ortamda yaratmış olduğu ilk "Akıllı İnsanlar" olan Adem ve eşi Havva'nın beden yapılarına uygun bir şekle ulaştırıldığı, böylece "insansı" beden yapılarının bu ortama “indirilen” Adem ve Havva’nın beden yapıları ile tam uyumlu olan “insanlar” olarak "hazırlandıkları", daha sonra da Adem ve Havva’nın neslinden gelen “İnsan” yapıları ile birleşerek bugünkü “Akıllı İnsan” neslinin bu ortamda çoğalarak yaşamaya başladığı söylenebilir. Bu konuda “İnsanın Dünyaya Gelişi” bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
İlerleyen zamanda bu ortamda böylece Dünyaya gelen "çocukların" belli bir güç ve beceriye ulaşıncaya kadar ve daha çok “içgüdüsel” dürtülere göre "anneleri ve babaları" birlikte yaşadıklarını göstermektedir. Böylece Dünya ortamında önceleri anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük grup (Aile) olarak bir arada yaşayan "Akıllı İnsanların" giderek diğer insanlar ve Dünyanın değişik bölgelerinde farklı bedensel özelliklere sahip olan "insansı yapılar" ile de birleşerek çoğalıp çok çeşitli renklerde, ırklarda ve konuşma (dil) özelliklerine sahip "topluluklar" oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Bu durum o zamanlardan bu yana elde edilen bilgi ve becerilerle yeni biçim ve şekiller alarak devam etmiştir ve bu ortam sona erinceye kadar da devam edecektir. Bu süreçte hiç değişmeyen bir konu olarak anne, baba ve çocuklardan oluşan "gurup" toplumun en küçük birimi olarak "önemini" korumaya devam etmektedir.
Yüce Allah insan toplumlarının bu en önemli ve temel yapısında anne ve baba tarafından çocuklarına birlikte oldukları süreçte yaşamları için gerekli olan bilgi ve becerileri "aktardığına" işaret ederek, gelişmekte olan ve kendi kararlarını verebilecek düzeye ulaşan insanlara ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmekte, fakat eğer onlar "hakkında bilgi sahibi olmadığı" bir şeyi Allah'a ortak koşması için zorlarlarsa, onlara itaat etmemesini bildirmektedir.
Bu tür uyarılar ayrıca diğer bazı Ayetlerde de yapılmakta ve belli bir olgunluğa ulaşmış olanların anne ve babasına iyi davranması, verdiği "nimetler" için önce Allah’a sonra da anne ve babasına şükretmesi, Allah’ın "razı olacağı" yararlı işler yapmasının sağlaması ve nesli (zürriyeti) için de iyiliği devam ettirmesi için dua etmesi öğüt verilmektedir.
Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir, çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır, sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. (57/14), (31/14)
Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme, onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır, o zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (57/15), (31/15)
Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik, annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu, taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: “Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm.
Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (66/15), (46/15)
Görüldüğü gibi, insanlara annelerinin kendilerini zahmetle taşıdığını ve doğurduğu, sütten kesilmesi ile birlikte yaklaşık otuz ay bu durumlara dayandığı belirtilerek ana-babalarına iyi davranmalarına fakat onların Allah'a ortak koşmaya "zorlamaları" durumunda onlara "itaat edilmemesine" bir defa daha işaret edilmektedir. Ancak yine de onlarla iyi geçinilmesi ve Allah'a "yönelenlerin yoluna uyulması, ayrıca güçlü çağına erişip kırk yaşına ulaştığında ana-babasına "şükredebilmesi" ve yararlı işler yapabilmesi için "Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm ve elbette ki ben Müslümanlardanım.” diyerek kendisi ve gelecek nesli için dua edip Allah'a olan inanç ve teslimiyetini bildirmesi öğütlenmektedir. Zira sonunda insanların ancak Allah'a "dönecekleri" ve o zaman yapmış olduklarının kendilerine bildirileceği hatırlatılmaktadır.
Bu şekilde verilen öğütler ile insanların ölümleri sonrasındaki ortamlarda "kendi" başlarına kalacakları, bu nedenle "Ahiret" hayatında huzura ve kurtuluşa ulaşmaları için kendilerine iletilen ve Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğunu, ölüm sonrasında yalnızca "Kendisine dönüleceğini", o zaman Dünya'da yaşarken yapmış olduklarını haber vereceğini açıklayan "gerçekleri" dikkate almaları gerektiği hatırlatılmakta ve bütün insanlardan inançlarını yeniden düşünmeleri ve "doğru yolu" bulmaları beklenmektedir.
Bu kapsamda Yüce Yaratan bütün insanlara öğüt vermeye devam ederek "Yarattıklarına" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna "iman" edip (inanarak) iyi işler yapanları muhakkak Salihler (kurtuluşa erenler) içine katacağını bildirmektedir.
Ancak samimi ve bilinçli olarak inanmamakla birlikte sözde "Allah'a inandık" diyenlerin (münafık olanların) bu sözleri nedeniyle inanmayanlar tarafından (Allah uğrunda) gördükleri işkence ve eziyeti Allah’tan gelen bir "ceza" gibi düşündükleri, halbuki Rabbinden (Allah'tan) bir yardım (nusret) gelecek olsa, inanmış olan "müminlere" mutlaka "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" dedikleri açıklanmakta ve bu düşüncede olanlara (münafıklara) Allah'ın herkesin kalbindekileri en iyi bilen olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu örnek ile bütün insanlara Allah'ın elbette "Allah'a gönülden" iman edenleri de iki yüzlüleri de bildiği ve diğer Ayetlerde defalarca açıklanan "Kıyamet" ortamında karşılaşacakları durumları dikkate alarak bu tutumlarının üzerinde "düşünmeleri" önemle ihtar edilmektedir.
Ayrıca, Allah'a inanmayanların (kâfirler) inanmış olanlara, kendilerine uyarak "inkâr" etmeleri halinde onların "günahlarını" yükleneceklerini önerdiklerine işaret edilmekte, halbuki onların hiçbir "günahı" yüklenmeyeceği ve gerçekte onların kesinlikle yalan söyledikleri bildirilmektedir. Bu uyarı ile Allah'a ve Allah'ın bildirdiği "gerçeklere" inanmış ve iman etmiş olanların bu şekilde hazırlanmış olan "tuzaklara" daima "Akıllarını" işleterek uyanık olmaları ve onların ölüm sonrasında "Kıyamet" sürecindeki "hesaplaşma" sırasında kendi yüklerini (veballerini) ve kendi yükleriyle birlikte daha nice yükleri taşıyacakları ve uydurup durdukları şeylerden mutlaka "sorguya çekileceklerini" görüp inanmamaları öğütlenmektedir.
Burada mecazi olarak ifade edilen "günahların yüklenilmesi" ile ilgili olarak günümüzden "örnek" verilmesi gerekirse, inanmayanların "insanlığın" ulaştığı "bilgi birikimleri" ile elde ettiği "gelişmelerin" ve "servetlerin", Allah'ın bu ortamda kurduğu "muhteşem düzen" ve bu düzenin "işleyiş kuralları" sayesinde "Akıl işleterek" sağlandığını göz ardı ederek, bütün bunların Allah'ın "Yaratıcılığı" ile ilgili olmadıklarını ileri sürdükleri böylece inananlar üzerinde sözde "Akla" dayanan inkar bahanesi ürettikleri söylenebilir. Bu nedenle gerçekte onların kesinlikle yalan söylediklerine dikkat edilmesi gerekmektedir.
Bütün insanlara Allah'a iman ile ilgili gerçekleri açıklamak üzere Ayetlerde verilen örneklerin birçok kimseyi saptırdığı ancak birçoklarını da doğru yola yönelttiği bildirilmektedir. Allah'a inanmayıp iman etmeyerek âsi olanların (fasıkların) Ayetlerde yer alan örnekleri kendilerince uygun görmedikleri ve inanmamalarına bahane olarak değerlendirdikleri belirtilmektedir.
Şüphesiz Allah sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır. (87/26), (2/26)
Yüce Yaratan insanlara en zayıf ve kırılgan canlılardan olan sivrisineği ve onun da ötesinde çok daha küçük çaptaki canlı varlıkları "örnek" gösterdiğini bildirmektedir. Buna göre "sivrisinek" örnek verilerek insanlara "yaratılış" ile ilgili bazı gerçekleri anlamaları için açıklama yapılmaktadır.
Bir diğer Ayette de inanmayanların "yaratıcı" olarak Allah'tan başka "yalvardıkları" ve "tapındıkları" şeylerin, hepsi bir araya gelse bile, bir "sineği" bile yaratamayacakları belirtilmekte ve sinek onlardan bir şey kapsa, örneğin kanını emse, bunu ondan geri alamayacakları gerçeğine dikkat çekilmektedir. Böylece yalvaran (isteyen) insanların ve Allah'tan başka yalvardıklarının (kendisinden istenen) ne kadar aciz ve çaresiz oldukları hatırlatılmaktadır.
Ey insanlar! bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: "Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!" (103/73), (22/73)
Allah, insanların yaratılma ve yaratma ile ilgili gerçekleri görüp anlayabilmeleri için Kur'an’da sayısız örnek ve öğüt vermektedir. Bu örnekler "inanan" insanların inançlarını arttırdığı, diğerlerinde ise "belki" bir ilgi ve merak uyandırabileceği söylenebilir. Allah'a ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna inanan ve O'na teslim olan inanmış kimseler, böyle "misallerin" Allah'tan gelen "doğrular" ve "gerçekler" ile ilgili olduklarını bildiklerine işaret edilmektedir. Ancak, inanmamak konusunda inatçı olan bencil insanların bu örnek ve öğütleri "anlayabilmeleri" için "Akıllarını" kullanarak, dikkatle ve anlamak isteği ile incelemeleri gerekmektedir. Aksi halde bu dünya yaşamlarında "kendi görüşlerinin" en doğru olduğun olan inançlarına dayalı olan yapısal nitelikleri nedeniyle bu örnekler ile "Yaratıcının" neyi kastettiğini anlayamayacaklar ve onlardan bir anlam çıkarmakta zorlanacaklardır.
Nitekim, İnanmayan ve inkâr edenlerin Ayette sivrisinek ile ilgili "misal" ile neyin kastedildiğini sorduklarına işaret edilmektedir. Yüce Yaratan onlara bununla birçok kimseyi saptırdığını, birçoklarını da doğru yola yönelttiğini açıklamakta ve verdiği "misallerin" ancak kendilerine iletilen "gerçeklere" karşı gelerek uymayanları (fasıkları) saptırdığını bildirmektedir. Bu nedenle inanmayanların veya iman etmekle ilgili kuşkuları bulunanların bu örnekleri incelemeye başlamadan önce, bunların (Ayetlerin) insanları doğru yola yöneltmek üzere iletildiklerini düşünmeleri gerekmektedir. Buna göre böyle bir niyetle bu misallerin anlamaya çalışılması halinde verilen örneklerin onları "doğru yola" yönlendireceği açıklanmaktadır. Bu niyet olmaz ise, aynı örnekler, kişinin "kibirlenerek" inkârı veya kuşkulanmayı sürdürmesi nedeniyle onu belki de tamamen saptıracaktır. Bu durum insanların "nefisleri" ile ne derece "mücadele" edebileceklerini gösteren bir "sınav" gibi düşünülebilir. Bu nedenle Yüce Yaratan verdiği bu "örnekler" ile ancak "fasıkları" saptırdığını bildirmektedir.
Yapılan bu açıklamalara göre insanlara verilen ilimin "Yoktan Yaratma" konusunda olmadığı açıklanmaktadır. Zira insanların "fayda" sağlamak üzere veya "merak" ederek Evren'in "Yaratılması" ile bu ortamda "zaten" bulunan şeyleri ve varlıkları "Akıllarını" kullanarak değiştirmeleri veya birleştirmeleri suretiyle onlardan "yeni" şeyler meydana getirmelerinin veya varlık türleri elde etmelerinin (insanların yaptıklarının) Ayetlerde "Yaratma" olarak belirtilenler ile "aynı anlamda" tanımlanamayacağı açıklanmaktadır.
Bu nedenle İnsanların bilim ve sanat çalışmaları yaparken ya da herhangi bir sebeple ortaya çıkardıkları "şeyleri" ve elde ettikleri sonuçları "yoktan var etme" anlamında bir "Yaratma" olarak tanımlamamaları gerekir. Yapılan esasen insanların bulunduğu ortamda mevcut olan unsurların "Akıl" yoluyla kullanılarak onlara yeni bir şekil vermeleri ve bu şekilden insanların fayda sağlamaları ve zevk almalarıdır.
Ancak insanların özellikle resim, heykel, müzik eseri veya her tür yapı tasarımı gibi işleri yaparken ya da roman veya hikaye yazarken "hissettikleri" güzellik, estetik ve onlara verdikleri "anlamların" onların "Ruhlarındaki" Allah'a ait "duyguları" ile gerçekleştirdikleri tartışılmaz bir gerçektir.
Bu nedenle söz konusu "eserlerin" ortaya çıkarılmasında bu ortamda zaten bulunan "madde" yapılarından yararlanırken, ortaya çıkardıkları eserlerin hissettikleri "duyguların" katılması, bu duyguları taşıyan ilk eserler olması ve her insanın Ruhlarının niteliklerinin farklı olmasının bir sonucu olarak bu eserlerin aynısının aynı duygularla yapılmasının da mümkün olmaması nedeniyle, bir anlamda Allah'ın güzel unsurlarını (İnsanlara bahşettiği duyguları) açığa çıkarmakta olan her türlü "sanat eseri" o insanlar tarafından sadece bu anlamda "Yaratılmış" sayılabilir ve onların bu eserleri "yarattıkları" söylenebilir. Çünkü böylece bu insanlar bu "eserleri" ile Allah'ın "adına" olarak (Halifesi Olarak) bu "güzellikleri meydana getirmiş olmaktadırlar.
Yüce Allah bütün insanlara düşüncelerinin ve isteklerinin "olması" veya karşılaşılan zorlukların aşılması için Allah'tan yardım istemelerini önermektedir.
Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. (87/45), (2/45)
Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir. (87/46), (2/46)
Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. (87/153), (2/153)
İnananlar, sadece tek hakim ve yaratıcı olan Allah'tan yardım istemelidirler. Zira Ayetlerde bunun dışında yardım istenecek bir 'Yetkili' bulunmadığı açık ve kesin ifadelerle bildirilmektedir.
Ayrıca çeşitli alışkanlık ve geleneksel uygulamalar sonucunda kendilerine peygamberler tarafından bildirilmiş olmasına rağmen başka bir “güçten” yardım istenmesinin, Allah'a olan güven ve iman konusunda kuşkulara yol açabileceği Ayetlerdeki açıklamalardan anlaşılmaktadır. Nitekim Allah'a saygıdan kalbi ürperenler (iman edenler) dışında olan ve Allah’a iman etmeyenlerin Allah’tan yardım istenmesini kibirleri ve bencillikleri nedeniyle zor ve ağır gelen bir görev olarak gördükleri, buna göre Allah’ın yardımcı olacağından kuşku duydukları belirtilmektedir.
Öte yandan insanların günlük hayatlarında uğraştıkları işlerin bir diğer insanın yapacağı bir işleme bağlı olması gibi nedenlerle o kişilerden yardım istenmesi halinde kendisinden yardım isteyen kişilere imkânı bulunanların yardım etmelerinin kendileri açısından da faydalı ve hayırlı olacağı söylenebilir. Ancak İnsanlar arası yardımlaşma konusu olan bu tür durumlar dışında olmak üzere, insanın kendisi ve yakınları için Dünya hayatındaki genel beklentileri, hayalleri, huzurlu ve sağlıklı yaşam sürdürmeleri, Ahiret hayatı ile ilgili istekleri için insanların sadece Allah'tan yardım isteyecekleri ve sabırlı olacakları gerekmektedir.
Bu şekilde inanarak Allah'tan yardım isteyenler, gelişmelerin istedikleri şekilde olmaması durumunda, gelişen durumun kendileri için daha hayırlı olduğuna da inanacaklardır. Zira yardım Allah' tan istenmiştir, O dilediğini takdir etmiştir ve Allah’ın “takdiri” mutlaka daha hayırlıdır.
Allah’tan yardım istenmesi ile ilgili olarak iman edenlere sabır ve namaz ile Allah'tan yardım istemeleri önerilmektedir. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraber olduğu Ayetlerde belirtilmektedir.
Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (88/46), (8/46)
Esasen namaz kılmak, insanlar ile Allah arasındaki iletişimi her an canlı tutmakta ve insanın her an Allah'ı anmasına neden olmaktadır. Nitekim namaz kılan ve Allah ile daima iletişim halinde olan insanlar istek ve beklentilerini sadece Allah'a yaparlar ve sabrederler. Bu nedenle insanlara özellikle inananlara sabredip namaz kılan kişi olmaları ve sadece Allah'tan yardım istemeleri öğüt verilmektedir.
Sabır ve namazın Allah'a inanıp Allah'a saygı duyan ve bu hislerle dolu kalbi hazlı bir ürperti ile bu inanç ve saygıyı ifade eden insanlar dışındakilere son derecede zor ve ağır geldiği, zira insan benliğinde (nefis Yapısı) yer alan kibir düzeyindeki gururunun insana kendisini en üstün gösterdiği ve kendinden başka kimseye tabi olmaması yolunda dürtüklediği anlaşılmaktadır. O nedenle Allah'a inanma yolunda aklını kullanıp inanç sahibi olamamış insanlar için sabretmek ve hele namaz kılmak son derece zor olmaktadır. Çünkü namazda tam bir teslimiyet vardır. İnsan aklı ile yaratıcısına teslim olması gerektiğine karar vermekte ve Allah'a teslim olmaktadır. Bu aşamaya gelemeyen bir insan için elbette teslim olmak düşünülmesi bile imkânsız bir durum olmaktadır.
İnanan ve teslim olan insanlar, sabredip namaz kılar ve her şeyi Allah'tan isteyenler Allah'a kavuşacaklarını ve Allah'a döneceklerini düşünen ve bunu kabul eden kişilerdir.
Yüce Allah bütün insanlara doğru olmayan yollarla ve başkalarının haklarına el uzatılarak "haksız yere" mal edinilmemesini ve bunun için yetkililere bu mallardan verilmemesini (rüşvet) bildirmektedir.
Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere vermeyin. (87/188), (2/188)
İnsan nefsi dünyada mal edinme, zengin olma, ünlü ve güçlü olma, diğerlerine hükmetme ve nüfuzlu olma ve onları yönetme gibi konularda sınırsız bir arzuya sahiptir. İnsanların gelişmesi ve daha müreffeh yaşamaları için her türlü olanağı kullanarak kendi yaşamı için kolaylıklar sağlayan unsurları, alet ve ekipmanı, bunu sağlayan her şeyi yapabilmesi için bu tür dürtü ve isteklerin "itici güç" etkisi bulunmaktadır. Ancak, bu itici gücü sonuna kadar kullanarak diğer insanların yaşantılarına zarar verilmesi de mümkündür. Bu nedenle, itici güç olarak kullanılan bu tür arzuların birer sınırsız "ihtiras" halini almaması, bu gereğin insan beynindeki "akıl" ile idrak edilmesi ve anlaşılması gerekir.
Yüce Allah Ayetinde insanlara "haksızlık yapılarak" mal elde edilmesini doğru bulmamaktadır. Bu uyarı ile, kendi çıkarlarının diğerlerine "zarar" verebileceğini düşünse bile, Şeytan'ın "dürtülerine" karşı koyamadığı için "nefsinde" bulunan bazı duyguların etkisi altında kalan bir kısım insanların, diğerlerinin "mallarından yedikleri" hatırlatılmaktadır. Buna göre insanların sahip olduklarının aslında her bireyin "kendi kişisel malı" olduğuna dikkat çekilmekte ve onların "haksız" bir şekilde "ele geçirilmemesi" veya ellerinden alınmaması (mallarının yenmemesi) önemle "ihtar" edilmektedir. Zira bu uyarılara uyulmaması durumunda toplumdaki diğer insanların da kendi mallarından yemeleri mümkün hale gelmiş olacaktır. Bu konuda bütün insanlara ayrıca diğerlerinin mallarından bir kısmını "yasal" olmayan yollarla ya da onları "aldatarak" ele geçirmek (haram yollarla yemek) için, "doğru olmadığını" bilip dururken, o mallardan toplum kurallarını yürütmekte olan "hükmedici" durumundaki "yöneticilere" veya toplumda "adaletin" gerçekleşmesi ile görevlendirilen "hakimlere" verilmemesinin gerektiği de özel olarak belirtilmektedir.
Ayet ile insanlara kişisel varlılarının onlara ait "özel mülkiyetleri" olduğu, ona "saygı" gösterilmesinin gerektiği belirtilmekte ve bu "kişisel hakka" bir şekilde ele geçirilmemesi (tecavüz edilmemesi) ve "yasal" olmasını (meşru olmasını) sağlamak üzere "karar verici" olan yöneticilere ve hakimlere "çıkar" sağlanmaması (rüşvet verilmemesi) istenmektedir. Çünkü "haksızlık" yapan bir kimse sadece kendisine bir kötülük yapmamakta öncelikle "bir başkasının hakkını" yemektedir. Bu da "Kul Hakkı" olarak tanımlanmakta ve ölüm sonrasındaki yeniden diriltilmelerinde böylece "hak yiyenleri" telafi edemeyecekleri ve "kurtulamayacakları" bir "sorumluluk" karşısında (vebal altında) bırakmaktadır. Bunun yöneticilere ve hakimlere "rüşvet" verilerek yapılması durumunda, rüşveti alarak "hak yenilmesine" izin verenler de aynı şekilde "Kul Hakkı" yenilmesine ortak olarak sorumluluk (vebal) altında kalacaklardır.
Bu nedenle "Akıllı İnsanların" doğru yolda olmalarına yardımcı olmak üzere, nefislerini "kontrol etmeleri" gerekli bulunmaktadır. Bu kontrol "akıl yürütme" ile mümkündür. Ancak, akıl yürütmede yardımcı olmak üzere bazı "Düzeltici" konulara ve örneklere de ihtiyaç bulunmaktadır. Bu anlamda verilen öğüt ve örnekler insanların üzerlerinde düşünerek akıl yürütmeleri ve neden bu tür uyarılara uymaları gerektiğini kendileri bulmalıdırlar.
Kur'an’da sık sık bu tür uyarılar yapılarak arzuların zararlı hale gelmemesi gerektiği hatırlatılmakta ve insanlara örnekler ile bu konudaki ip uçları verilmektedir. Artık insanların bu örnekleri "akılları" ile kullanmaları beklenmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara üzerinde düşünmeleri ve doğru yola ulaşabilmeleri için Ayetlerinde açıklamalar yapıldığına işaret etmekte ve bu anlamda "yetimler" ile ilgili olarak bazı önerilerde ve uyarılarda bulunmaktadır.
Dünya ve ahiret hakkında, sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir. (87/220), (2/220)
Dünya hayatı ve ölüm sonrasını (Ahiret) "merak" eden insanlar, Ayetlerde yapılan "açıklamalar" ile, özellikle bu ortamlarda kendisinin "lehine" olan Allah’ın inananlara vaat ettiği ödülleri ve güzellikleri düşünmeye ve ona göre davranmaya davet edilmektedir.
Bu şekilde "Aklını" kullanarak ölüm sonrasını "düşünen" ve fikirler üreten insanın, Kur'an’ın diğer ayetleri ile birlikte elde ettiği bilgilerden de yararlanarak kendisi için Allah'ın "iyiler" için vaat ettiği sonuçlara ulaşabileceği bildirilmektedir. Bu nedenle insan, yaşamını ve yaşam sonrasını sorgulamalı, Allah'ı, Allah'ın "Yaratıcılığını" ve Ayetlerde açıklanan diğer “gerçeklerin” nasıl tasarlanıp yürütüldüğünü anlamaya çalışmalıdır.
İnsanlara, yetim kalmış çocuklar ile ilgili olarak verilen öğüt, onların iyi bir insan olarak yetiştirilmeleri olarak özetlenmektedir. Buna göre Yetimin topluma kazandırılması ve iyi bir insan olarak yetiştirilmesi görevini öncelikle yakınlarının imkanları uygun ise onların, değil ise toplumun bu tür işlerle ilgili kurumlarının yapması gerektiği belirtilmektedir.
Böylece toplum kurumlarının bu tür sosyal dayanışma olarak nitelenen faaliyetleri insanlara verilen bu öğüdün yerine getirilmesini sağlayacaktır.
Ancak yakınında veya çevresindeki "yetimleri" yetiştirmeleri, onları çaresiz ve yüzüstü bırakmamaları ve daha da iyisi olarak "onların "kardeşleri" olduklarını unutmadan onlarla "birlikte" yaşamalarının çok daha iyi (Hayırlı) olacağı bütün inanlara hatırlatılmaktadır.
Unutulmaması gereken önemli bir konu da insanların dünyadaki faaliyetlerini hangi amaç ve saik ile yaptıklarının sadece kendilerine ait bir sır olduğunu sanmamaları gerektiğidir. Zira insanlara yaptıkları her türlü işlerin, bozgunculuk veya düzenin sağlanması amacına yönelik olduklarının Allah tarafından bilindiği hatırlatılmaktadır. İnsanların “vicdan” olarak adlandırdıkları ve işlem ve faaliyetleri sırasında bu işlemin ne derece diğer insanlara fayda sağladığı ve ne derece diğer insanlara zarar verdiğinin düşünülmesi yeteneği, bu tür hatırlatmaların dikkate alınması ile daha da gelişecek ve işlerinde daha dikkatli olmasını ve daha çok insanların hayrına iş yapmasını sağlayacaktır.
Allah insanlara, bu tür değerlendirme ve vicdan muhasebesini sürekli olarak yapmalarını sağlamak üzere insanlara sürekli zahmet ve meşakkat verilerek zorlanabileceğini hatırlatmaktadır. Yani Allah her şeye muktedir olduğunu, her şeyi yaratan ve her şeyi bilen olduğunu hatırlatmakta ve insanlara zahmet ve meşakkat vererek onları doğru yola zorla da yönlendirebileceğini ancak insanlara sadece öğüt vererek bu tür yönlenmeleri insanların akılları ile bulmalarını beklemektedir.
Yüce Allah bütün insanlara Allah'a iman etmekle Allah'a karşılığının katları ile ödeneceği bir "borç" verdiğine işaret ederek açıklamalarda bulunmakta ve bazı öğütler vermektedir.
Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz. (87/245), (2/245)
Allah’ın yarattığı bütün insanlara “Allah’ı” tanımaları ve anmaları karşılığında bilemeyecekleri kadar katı ile karşılık verileceği belirtilmektedir. Bu durum tüm insanlar için önemli bir işaret ve öğüttür. İnsanların bu bilince kendi gayretleri ile ulaşmaları gerekir. Bu anlamda yaşamları süresince darlık veya bolluk içerisinde bulunmaları üzerinde düşünerek özenle değerlendirmeleri gerekir. Zira Allah'ı tanıyıp O'na teslim olduktan sonra, karşılık olarak (hemen) dünya hayatı ile ilgili kazançlar (bolluk ve zenginlik) beklenmemelidir. Bu tür beklentiler Allah'a olan inanç ve teslimiyet açısından doğru olmamaktadır.
Allah'ın lütfu sadece dünya yaşamında bolluk değildir. Şu anda insanların dünyadaki yaşamlarını "kesin gerçekler" olarak algılamaları ve diğer insanlar ile olan ilişkilerinde bu dünya hayatındaki "varlıklarının" en önemli şey olduğu şeklindeki düşünceleri bu yanılgıya neden olmaktadır.
Ancak, Allah insanlara dünyada elde ettikleri bolluğun onların Allah’ı” tanımalarının bir "karşılığı" olarak düşünülmemesini özellikle belirtmektedir. Zira Allah'ı tanımanın insanların dünyadaki varlık ve durumları ile bir ilgisi yoktur. Allah'ı tanımak dünya varlığı ile ölçülecek bir durum değildir ve bu düşüncede olanlar giderek Allah'ı tanımanın insanlara verdiği yüksek “huzur” ve “kutsallığı” kaybederler.
Bu bakımdan dünya yaşamında karşılaşılan darlık ve bolluk dönemleri insanlar tarafından Allah ile olan bir karşılıklı alış-veriş gibi değerlendirilmemeli, ancak, bu durumların Allah'ın izni ile olduğuna da inanmalıdırlar. Yani, kendisini Allah'ı tanıyıp O'na tam olarak teslim ettiğine inanan bir insanın, dünya yaşamında karşılaştığı darlık veya bolluk durumunun doğrudan Allah ile olan ilişkisinin bir sonucu olduğunu düşünmemeli, ancak darlık veya bolluk durumunun Allah tarafından bilindiğini, bu durumunun ancak Allah'ın "vermesi" ile gerçekleştiğinin idrakinde olmalıdır.
Burada darlığı ve bolluğu Allah'ın "vermesi" ifadesi üzerinde durulması gerekmektedir. Zira bu ortamdaki her türlü olayda olduğu gibi, insanların Yüce Allah kendilerine "Akıl" verilmiş olmasına rağmen yaşamlarında karşılaştıkları "darlık veya bolluğun" kendileri tarafından yapılan faaliyetlerden kaynaklandığını anlamamakta veya dikkate almamaktadırlar. Bu gerçek dikkate alınmadığı için insanların büyük bir çoğunluğu Yüce Allah'ı "uzaklarda" veya daha çok kullanıldığı gibi, "yukarıda" ya da "göklerde" bulunan ve her nedense daha çok "insani" bir "hava" verdikleri bir "ilah" olarak (Göklerdeki Babamız) algılamakta ve bu tür bir anlayışın sonucu olarak ta, Allah'ın istediği zaman istediklerine darlık veya bolluk verdiğini, ya da istediğine yardım edip istediğine etmediğini düşünmektedirler.
Oysa çok sayıdaki diğer Ayetlerin yorumlarında da belirtildiği gibi Yüce Allah bu Evren ve Dünya ortamdaki "her olayı" ve "her şeyi" sadece "Kendi İradesi" çerçevesinde ve "Takdir Ettiği" biçimde "Yarattığını" ve bu "Yaratılışın" bu ortam sona erinceye (Kıyamete) kadar "her an sürdürülmesini" sağlayan belli kural ve koşullara (Allah'ın Kanunlarına) tabi olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Yüce Allah Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" Kur'an Ayetlerinde "İlah yoktur, sadece Allah vardır" olarak kendisi hakkında bilgi vermekte ve başka hiç bir şeyin "Kendisi" ile aynı olamayacağına işaret etmektedir.
Buna göre kendilerine "Akıl" verilen ve bu Evren ortamında Allah'ın "halifesi" olarak Allah'ın adına faaliyetlerde bulunması "İstenen" tüm "Akıllı İnsanlardan" bu değişmez "Allah'ın Kanunlarını" dikkate alarak yaptıkları "her şeyin" bu "değişmez" kurallara ve koşullara göre gerçekleştiğini idrak etmeleri ve karşılaşılan darlık ve bolluk durumlarını bu gerçeklere göre değerlendirerek darlıklara neden olan olayları düşünmeleri ve yapılan "hatalarını" görüp düzeltmeleri, bollukta da "aşırı" giderek kaynakları israf etmemeleri beklenmektedir.
Sonuçta, bolluk içerisinde olan kişi, bu durumu Allah ile olan ilişkisi ve düşüncelerinin bir karşılığı olarak hak ettiğini düşünerek "Şımarmamalı" ve bu durumun Allah'ın izni ile olduğunun idraki ile Kur'an’da belirtilen diğer konularda da dikkatli olarak, örneğin yoksul ve düşkünlere yardım edeceğini ve zekât vereceğini de bilmelidir.
Aynı anlamda olmak üzere darlık içerisinde olan kişi de yine bu durumu Allah ile olan ilişkisi ve düşüncelerinin bir karşılığı olarak hak etmediğini düşünerek "Üzülmemeli" ve bu durumun Allah'ın izni ile "kendi yaptıklarının sonucu" olduğunun idraki ile Kur'an’da belirtilen diğer konularda da dikkatli olarak, durumunu düzeltmek için elindeki tüm imkanları kullanmalı ve hiçbir zaman Allah’a olan “iman ve inancını” kaybetmemelidir. Zira bu darlık durumu, inancının sağlamlaşması için bir işaret olabileceği unutulmamalıdır.
İnsanların en sonunda Allah'a döndürülecekleri insanların hiçbir zaman unutmamaları ve tüm işlerinde her zaman dikkate almaları gereken bir diğer çok önemli anahtar ve gösterge niteliğindedir. Çünkü ancak bu göstergeyi anlayıp idrak edenler yukarıda belirtilen şekilde düşüncelerini tahlil edebilir ve faaliyetlerini “doğru yola” yönlendirebilirler.
Bütün insanlara içindekileri açığa vursalar ya da gizleseler de Allah'ın bunlardan haberdar olacağı ve bunlardan dolayı "sorumlu" oldukları hatırlatılmakta ve Allah'ın affetmeyi "diledikleri" arasında olabilmeleri için önerilerde bulunulmaktadır.
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir. (87/284), (2/284)
İnsanlar, bulundukları bu Dünya ortamında görüp algılayabildikleri "Her Şey" in nasıl oluştuğu ve nasıl devam ettiğini çağlar boyunca incelemişler ve bu konulardaki çalışmalarından elde ettikleri bilgileri derleyip bir sonraki nesillere bırakarak çok önemli bir bilgi birikimi sağlamışlardır. Özellikle 1900 lü yılların başından itibaren bu birikim ve yeni bilgilerin elde edilmesi süreci çok hızlı bir gelişme ivmesi kazanmıştır.
Buna göre gelecek dönemlerde bu bilgi birikiminin ulaşacağı boyut tahmin edilemez bir nitelik taşımaktadır. İnsanlar, bu ortam içerisinde hangi dönemde yaşamış olurlarsa olsunlar, gördükleri ve algıladıkları "Her Şeyin” asıl "Tasarımcısının” ve onların ortaya çıkmalarında ve sürdürülmesinde en önemli unsuru oluşturan ortamlara ve bu ortamlardaki “zaman boyutları” ile olan ilişkilerine ait kurallar ve kanunların "Yapımcısı" ve "Uygulayıcısının” nasıl bir "Büyük Bilinç ve Büyük Güç" olduğunu daha belirgin olarak hissedecekler ve Ayetteki "Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır" ifadesinin anlamını kavrayabileceklerdir..
Bu gerçeği hissedip anlayabilen insanlar, yaptıkları ve düşündükleri "Her Şey" in de Allah'tan kendilerine verilen özellikler sonucunda olduğunu ve bunların tamamının da Allah tarafından bu Dünya'da bulundukları "Her An" bilindiğini ve insanların bunları ne kadar sadece kendilerine saklasalar da bunun sadece kendileri açısından öyle düşünüldüğünü ancak bu gizli olanların da aynı şekilde Allah tarafından bilindiğini idrak edebilen insanlardır.
Ölüm sonrasında "Gerçek Ortama” geçildikten sonra Dünya'da gerçekleştirilen bu işlemler ve fiiller insanlara açık olarak gösterilecek ve kendilerinin birçok defa ve birçok şekilde "Uyarıldıkları" hatırlatılacaktır.
İnsanların bu durumu iyice anlayıp değerlendirmeleri gerekir. Şayet bu yolda bir karar verip bu uyarıları anlamaya çalışırlar ise, Allah'ın "Dilediğini Affeder" özelliğinden yararlanmaları mümkün olabileceğine işaret edilmektedir. Ancak bilerek ve inat ile bu uyarıları dikkate almaması ve hatta bunları hafife veya alaya alması durumunda bu insanların Allah'ın "Dilediğine Azap Eder" özelliği ile karşılaşmaları çok mümkündür. Zira Allah, "Her Şeye” sahip ve "Her Şeye” kadir ve muktedir "Tek Yaratıcı Güç" tür.
Yüce Allah'ın iman edenler ile ilgili vaat edilenleri akılları ve bilgi birikimleri ile anlayabilen ve bunları kendisine "lütfeden" Yüce Allah'ı seven insanlara Allah'ın da onları sevmesi ve günahlarını bağışlaması için kendilerine Kur'an Ayetlerini ileten Hz.Muhammed'e "uymaları" önerilmektedir.
De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (89/31), (3/31)
De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez. (89/32), (3/32)
Bu ortamda yaratılmış ilk 'Akıllı' insan dan itibaren yaşamış olan, halen yaşayan ve bu ortamda yaşayacak en son insana kadar tüm insanların, bunu fark etse de etmese de Allah ile ilgili hisleri ve bağları bulunmaktadır. Zira Allah tüm insanlara kendi "Ruhundan” olarak "Ruh" verdiğini bildirmektedir. Böylece "İnsan" diğer tüm varlıklardan farklı olarak Allah'ın "Bazı Niteliklerine" sahip olmuştur.
“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)
İnsanlar, taşıdıkları bu duyguyu doğru olarak çözebildikleri zaman Allah fikrini daha net olarak algılamaya başlayacaklardır.
Ayrıca Allah, bu ortamda yaratılmış ilk 'Akıllı' insan dan itibaren yaşamış olan, halen yaşayan ve bu ortamda yaşayacak en son insana kadar tüm insanların ruhlarını toplayarak onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" dediğini ve tüm insanların ruhlarının da "Evet, şahit olduk" diyerek Allah'a Allah'ın Tek Yaratıcı ve İnsanların Tek Rabbi olduğuna şahitlik ettiklerini açıklamaktadır.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” “Evet, şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
İşte Allah tüm insanlara, fark etseler de inkâr etseler de Kendisi ile aralarında bir bağ bulunduğunu açıkça belirtmektedir.
Allah fikrine ulaşabilenler de tabii olarak Allah'ın ile ilgili konulara da ilgi duyacaklar ve peygamberler ve Allah Sözü kitaplar üzerinde düşünecekler ve Akıl yürüteceklerdir. Bu aşamaya gelebilen insanlar Yaratıcıları olan Muhteşem Bilinç, Erişilmez Güç, Aklının Alamadığı Her şey olan Allah'a karşı mutlak bir sevgi besleyeceklerdir. Bu nedenle Allah'ı seven insanların da Peygamberler aracılığı ile kendilerine iletilmiş olan Yüce Yaratan'ın öğüt ve önerilerini gayret sarf ederek anlamaya ve onlara uymaya çalıştıkları belirtilmektedir. Bu nedenle Yüce Allah insanlara şayet Allah'ı tanıyor ve Allah'ı seviyorsanız, Allah'ın öğüt ve önerilerine uyunuz demektedir. Zira Allah'a uyulduğunda Allah da bu insanları sevecek ve onları sonsuz merhameti ile affedecektir. Zira Allah insanların idrak edemeyecekleri kadar “Bağışlayan ve Esirgeyen” olduğunu Ayetlerinde defalarca bildirmektedir.
Nitekim son derece "önemli" olması nedeniyle Yüce Allah, insanların Allah'a ve Resul'üne (Hz.Muhammed'e) itaat etmelerini, özellikle de son derece bağışlayıcı ve esirgeyici olan Yüce Allah'ın sevgisine ulaşılması ve günahların bağışlaması için Hz.Muhammed'e uyulmasının önemini hatırlatmakta ve itaat etmeyip yüz çevrilmesi durumunda o insanların "Kafir" durumuna ineceklerine işaret ederek kafirleri sevmediğini açık olarak hatırlatmaktadır.
Allah'ın sevmediği bir insan olmak, bu ortamda hangi konumda olursa olsun, Gerçek Ortamda hayata döndüğünde insanların "Sonsuza Kadar" azap ve sıkıntı içerisinde olmaları sonucunu doğurmaktadır. Bu durum dikkate alınarak, sonsuz bir zaman ortamında son derece rahat ve huzur içerisinde yaşamak şansını, bu sonsuz zamana göre bir "Hiç" olan bu Dünya ortamında "Her Şeyin Yaratıcısı” olan Allah'ı tanımamakla tamamen yitirmenin ne derecede "Akıllı" bir iş olduğu, tüm insanların takdirine bırakılmıştır.
İnsanlara sahip oldukları varlık ve zenginliklerin birçok Ayette açıklanmasına rağmen ihtiyacı olanlar ile paylaşılmasında cimrilik gösterenlere bu tutumlarının onlar için hayırlı olmayacağı bildirilmektedir.
Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (89/180), (3/180)
Ayette bütün İnsanlara, sahip oldukları "varlıkları" kendilerine Yüce Allah'ın verdiği, bunlardan kendi ihtiyaçları için ve fazlasının da ihtiyaç sahiplerine verilerek (zekât, sadaka) Allah yolunda harcanması hatırlatılmaktadır.
Buna göre sahip olunan varlıklardan kendisinin ihtiyaçları için bile harcamayan ve kendi ihtiyacından fazlasını diğer ihtiyaç sahipleri ile paylaşmayarak “cimrilik” yapanlara bu tür davranışlarının kendileri için hayırlı olmadığı, aksine onlar için pek fena olduğu bildirilmektedir. Zira cimrilikte aşırı gidenlerin zamanla bu duruma bağımlı hale geldikleri hatta varlıklarına rağmen yoksulluk ve sefalet içinde yaşadıkları sıkça görülmektedir. Bu nedenle cimrilik yapmanın Şeytani bir "dürtü" olduğunun dikkate alınması ve "Akıl" yolu ile bu davranıştan uzaklaşılması için bütün insanlara öğüt verilmektedir.
Yüce Allah dilek ve istekte bulundukları her şeyi yaratan "Güç" olduğunu özellikle belirterek insanlara bildirdiği uyarıları, öğüt ve önerilerini dikkate almamaktan ve onlara uymamaktan sakınmalarını, birbirlerinden hak talep ettiklerinde adını kullandıkları Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymalarını ve akrabalık bağlarını gözetmelerini ihtar etmekte ve Allah'ın insanlar üzerinde daimî bir gözetleyici olduğu hatırlatılmaktadır.
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. (92/1), (4/1)
Yüce Allah böylece bütün insanlara kendilerinin bu ortamdaki varlığını düşünmeye yönlendirmektedir. Çünkü insanlar "Akıllarını" kullanarak kendi "varlıklarını" düşündüklerinde, bu ortamda bir "madde" yapısına sahip olduklarını, bu madde yapısının "ayrılmaz bir parçası” olan ve "kendi varlığının asıl unsurunu oluşturan “Allah’ın Ruhundan” yüklenmiş “Ruhunun” bulunduğunu ve bu Ruh bünyesinde olmak üzere "benlik" duygusunu (Nefs) hissedecektir.
Bu yönlendirme ile "Büyük Yaratıcı" insanların dikkatlerini "Yaratılış" ve "Kendi Yaratılışı" konularına çekmektedir. İlgili Ayetlerde belirtildiği gibi, niteliklerini hiçbir zaman anlayamayacağımız ancak "saf ve sonsuz enerji kaynağı" olarak algılayabileceğimiz Yüce Allah, "İnsanı" ilk olarak “Allah’a ait” olarak düşünebileceğimiz bir “ortamda" yaratmış olduğunu belirtmektedir. Yüce Yaratıcının "Kendisi" olarak iradesini ve hükmünü yürütmekte olduğunu anlayabildiğimiz bu ortam Ayetlerde "Arş" olarak tanımlanmaktadır.
Buna göre Ayetlerde "Arş" olarak tanımlan ve Allah'ın iradesi ve hükmü altında bulunan bu ortamın niteliklerini anlamamız hiçbir zaman mümkün bulunmamaktadır. Allah'ın iradesi ve hükmü olarak hayalimizin çok ötesinde olan bu "Ortamın", her şey ile ilgili "gerçekleri" açıkladığı ve "kapsadığı" dikkate alındığında, "Tüm Yaratılışların" Allah'ın "İradesine" göre tasarlandığı "Asıl" veya "Gerçek Ortam" olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Allah, ilk olarak iradesini ve hükmünü yürütmek üzere, bir tür "enerji" olduğunu düşünebildiğimiz ve Ayetlerde "Melekler" ve "Cinler" olarak ifade edilen unsurları "Kendisinden" yaratmış olduğunu bildirmektedir. Allah'ın "İradesi" olarak sonsuz sayıda ve nitelikte "tasarladığı" ve gerçekleşmesini hükmettiği (Takdir Ettiği) şeylerin ve işlerin, her an ve kesintisiz olarak Allah ile iletişim halinde olan bu "unsurlar" tarafından yürütülmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda sonsuz sayıdaki "Meleklerin" ve "Cinlerin", Allah'ın kendilerinden istediklerini yerine getirirken, her birinin birbirleri ile "devamlı etkileşim" halinde ve "Tek" bir "Bilinç" altında "birlikte" veya "bağımsız" hareket ettikleri varsayılabilir. Bu durumda Yüce Allah'ın "sonsuz" sayıda yaratmış olduğu Meleklerin müştereken "Tek" bir "Bilince" sahip oldukları ve doğrundan Allah ile "iletişim" halinde olan bu "Bilincin" yönetiminde kendilerine verilen görevleri "tam bir teslimiyetle, eksiksiz, itirazsız ve zamanında" yerine getirdikleri ve Allah'ın emri ile hareket ettikleri sonucuna varılmaktadır.
Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar. (70/50), (16/50)
O'ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece Allah'ın emri ile hareket ederler. (73/27), (21/27)
Yüce Allah'ın "sonsuz" sayıda yaratmış olduğu Cinlerin de aynı şekilde müştereken ve doğrundan Allah ile "iletişim" halinde olan "Tek" bir "Bilince" sahip olmakla birlikte, Yaratıcı Gücün onlara "Kısıtlı" olarak karar verme yetkisi (izni) verdiği ve Cinlerin kendilerine verilen görevleri yerine getirirken bu "yetkilerini" kullandıkları ilgili Ayetlerden anlaşılmaktadır. Yüce Yaratan bu özel durumları nedeniyle Cinlerin de Ahiret ortamında "hesaba çekileceklerini" açıklamaktadır.
Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi. (48/39), (27/39)
Dedi ki: "Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!" (50/62), (17/62)
Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır. (75/13), (32/13)
Melekler ve Cinler ile ilgili bir diğer önemli konu da Meleklerin ve Cinlerin "ölümlü" olmadıkları, bizce bilinen veya bilinmeyen bütün ortamlarda (Alemlerde) her an bulundukları ve hiçbir şekilde "üreyerek" çoğalmadıklarıdır. Zira Ayetlerde Melekler ve Cinlerin öldüklerine ve kendi aralarında bir şekilde "üreme" yoluyla çoğaldıklarına dair herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Buna göre Yüce Allah'ın onları "Kendisinin" belirlediği ve bizim ancak "sonsuz" olarak açıklayabileceğimiz sayıda "yaratmış" olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda Yüce Allah "İnsanı" ilk olarak "Gerçek Ortamda" ve bir tek olarak (bir tek nefisten) yarattığını ve ondan da "eşini" yarattığını, daha sonra "onlar" için hazırlayıp (yaratıp) düzenlediği "Evren" ortamı (Gökler) bünyesinde "Dünya" ortamını (Arz) yaratarak "ikisini" bu ortama gönderdiğini ve bu ortamda ikisinden birçok erkekler ve kadınlar (Akıllı İnsanlar) üretip yaydığını bildirmektedir.
Ayetlerde yer alan ifadelerden Allah'ın "İnsanları" özel olarak "Akıl" unsuru vererek yarattığı ve "Geçek Ortamda" bulundukları sırada "onlarda" anladığımız anlamda bir "cinsiyet" ayırımının bulunmadığı, ancak Şeytan tarafından kandırılarak "yememeleri" gereken meyveyi yedikleri zaman "cinsiyet" ayırımının ortaya çıktığı (ayıp yerlerinin göründüğü) ve bu nedenle ikisinin kendileri için yaratılan Evren bünyesindeki Dünya ortamına gönderildikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda Allah, gerçek ortamda (Arş) yaratmasına rağmen "İnsanların", Melekler ve Cinlerden farklı olarak, başka bir ortama göndererek orada ve oranın "koşullarına" göre "üreyip" çoğalmalarını takdir ettiğini bildirmektedir.
Buna göre Allah insanlara "Kendisinden" verdiği "Akıl" unsurunun "kullanılması" ile ilgili olarak bir "görev" vermiş olmaktadır. Bütün insanların "İnsan Olmak" için başarmak durumunda oldukları bu görev, "İnsanların" ilk yaratıldıkları ortamdan ayrı "özel" bir ortamda "üreyip çoğalarak" bir süre yaşarken, tamamen serbest bırakılan "Akıllarını" kullanarak Allah'ı ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak bütün "Yaratılışın" sahibi olduğu "gerçeğini" kendi "iradeleri" ile "anlamaları" ve "kabul etmeleri" ile yerine getirilmiş olacaktır.
Yüce Yaratıcı bütün bunları gerçekleştiren "Tek İrade" ve "Güç" olduğuna işaret etmekte ve bütün "İnsanlara" onlardan beklenen bu "İnsan Olmak" görevini yerine getirirken onları yaratan (Rableri) olarak "Kendisine" karşı gelinmesinden ve ayrıca Allah'ın adını kullanarak birbirleri için dileklerde bulunulduktan ve sözler verildikten sonra bunlara ve özellikle akrabalık haklarına uyulmamasından "sakınmalarını" öğüt vermekte ve bütün insanlar üzerinde "gözetleyici" olduğunu hatırlatarak "ihtarda" bulunmaktadır.
Öte yandan insanlar ile ilgili "tek nefis" ifadesi, sonsuz sayıdaki Meleklerin ve Cinlerin kendilerine verilen işleri ve görevleri yerine getirirken "Tek" bir "Bilinç" olarak davranmaları gibi, bütün insanlarda da olumsuz duyguların topluca ifadesi olarak aynı "temel" unsurları taşıdıklarını da açıklamaktadır. Buna göre, insanların "nefisleri" Şeytan'ın "Hilesi" ile Allah'ın takdiri sonucunda bu Dünya ortamına gönderilmesi sırasında "Allah'ın İzni İle" Şeytan tarafından "Olumsuz" duygu ve unsurların "Ruhlarına" dahil edildikleri ve bu olumsuz unsurlara topluca "nefis" olarak tanımlandığı varsayılabilir.
Allah, Gerçek Ortamda "Yarattığı" insanın, Şeytan tarafından bünyesine indirilen ve bu Dünya ortamında yaşayacak olan tüm insan neslinde "Aynı" şekilde yer alacak olan ve Ayette "Tek nefis" olarak belirtilen bu olumsuz duyguların İnsanlara lütfettiği "Akıl" unsuru ile "Etkisiz" hale getirilebileceğini çok sayıdaki Ayetlerde tüm insanlara açıklamaktadır. Bu konuda "İnsan Ruhu ve Nefsi" bölümünde bilgi bulunmaktadır.
Nitekim insanlara bu ortamdaki varlığının bir süre sonra sona ereceği ve ölümden kaçınılmasının mümkün olmadığı hatırlatılarak başlarına gelecek iyilik ve kötülükler hakkında bazı açıklamalar ve öneriler yapılmakta ve öğütler verilmektedir.
Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır" de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar! (92/78), (4/78)
Sana gelen iyilik Allah'tandır, başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. (92/79), (4/79)
Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur, yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! (92/80), (4/80)
"Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter. (92/81), (4/81)
Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı. (92/82), (4/82)
Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar halbuki onu Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi onların arasından işin içyüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz. (92/83), (4/83)
Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kafirlerin gücünü kırar. Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir. (92/84), (4/84)
Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir. (92/85), (4/85)
Ayetlerde insanların "ölümü" başlarına geleni bir "kötülük" olarak yorumlamamaları, başlarına gelen her türlü kötülükler için "doğrudan" bir başkasını veya "Peygamberi" itham etmemeleri, kötülüklerin yalnızca kendi eylemlerinin bir sonucu veya başkalarının yaptığı "hataların" sonucu da olabileceğini anlamaları istenmektedir.
Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri bildirmekte olduğu dönemlerde bunlardan hoşlanmayan veya çıkarlarının zedeleneceğinden endişe eden bazılarının, kendilerine iletilenlere karşı gelmek ve "kötülemek" amacı ile, başlarına gelen olumsuzluklardan, hatta ölümlerden onun sorumlu olduğunu ileri sürdükleri anlaşılmaktadır. Buna göre insanların başlarına "kötülüklerin" gelmesinde, önlerindeki çeşitli yollar arasında "yanlış seçim" yapmalarının da etkisinin olabileceğinin düşünülmesi ve karşılaşılan olumsuzlukların veya kötülüklerin "tamamen" başkalarının yaptığı hatalara bağlamaması gerektiğine işaret edilmektedir. Yüce Allah bu nedenle bütün insanlara başlarına gelen iyilik veya kötülük olarak bilinen her şeyin "Allah'tan" olduğunu ancak insanlara gelen "iyiliklerin" insanlara olan merhameti ve lütfu ile gerçekleştiğini, "kötülüklerin" ise insanların yaşamlarında "nefislerine" uyarak yaptıkları "tercihlere" göre meydana geldiğini iletmesini Hz.Muhammed'den istemektedir.
Ayrıca Hz.Muhammed'din bu gerçekleri iletmesi için "elçi" olarak görevlendirdiğinin ve onun bildirdiklerinin "gerçekliğine" şahit olarak "Allah’ın Sözünün" yeterli olduğunu bu nedenle Allah’a ve “İlettiklerine" karşı gelmenin bir anlamı olmadığını hatırlatmakta ve bu "gerçekleri" anlamalarını ve "doğru yola" dönmelerini bütün insanlardan beklemektedir. Bu açıklamaların sonucu olarak ta Hz.Muhammed'e (Resule) itaat edenlerin Allah'a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Yüce Allah itaat etmeyen ve kendilerine iletilen gerçeklerden yüz çevirenlere de Hz.Muhammed'i onların başına "bekçi" göndermediğini bildirerek inanmamakla başlarına gelecekleri kendilerinin "belirlemiş" olacaklarına dikkat çekmektedir.
Ayetteki "Allah'tan" ifadesi, diğer bazı Ayetlerin yorumlarında da belirtildiği gibi, Yüce Allah'ın bu Evren ve Dünya ortamını "İradesi" çerçevesinde ve "Takdir Ettiği" biçimde "Yaratmasını", bu "Yaratılışın" bu ortam sona erinceye kadar (Kıyamet) belli kural ve koşullara (Allah'ın Kanunları) göre "her an" sürdürmesini ve Evren ortamdaki "Her Şeyin" bu kural ve koşullara tabi olarak "meydana gelmesini" veya "gerçekleşmesini" kapsamaktadır. Yüce Allah kendilerine "Akıl" verilmiş olmasında rağmen bu gerçekleri hatırlatarak bütün insanlara bir türlü bunları idrak etmemekle (laf anlamıyorlar) ne bekledikleri üzerinde düşünmelerini ve yaşamlarında arzuları ve beklentileri arasında "dengeli" olmalarını öğütlemektedir.
Yüce Allah, açıkladığı bu "gerçeklere" rağmen insanların hala kendilerine lütfedilen "Akıllarını" kullanarak Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmedikleri için, İnsanı “Allah'ın Halifesi" olarak Evren ortamında hükümdar kılan "Akıl" unsurunu kullanmadıklarına işaret etmekte ve bu nedenle bütün "İnsanları" Ayetleri üzerinde düşünmeye "davet" etmektedir. Ayrıca "İnsanları" bu konuda düşünceye yönlendirirken Ayetlerinin "gerçekleri" ifade ettiğini belirterek eğer Kur'an Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulacaklarını hatırlatmaktadır. Buna göre Kur'an Ayetlerine "doğru" olarak anlam verilebilmesi için, onların bir bütün "anlayış" çerçevesinde olduklarına ve bu nedenle hepsinin "birlikte" düşünülmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Sonuç olarak ancak "böylece düşünülmesi" halinde Kur'an’da bir "tutarsızlık" bulunmadığının anlaşılabileceğine, aksi halde Ayetlerin insanların kendi düşünce ve bekleyişlerine göre anlaşılmasına yol açılabileceğine dikkat çekilmektedir.
Örneğin, Ayetlerdeki insanlara "güven" veren veya "korkutan" hükümler ile ilgili olarak, Hz.Muhammed döneminde yaşayan insanların Ayetleri gerçek anlamlarını bilmeden ve araştırmadan hemen kendilerince hissettikleri biçimde "yaydıkları", halbuki onu Peygamber'e (Resûl'e) veya aralarında "yetki sahibi" kimselere götürselerdi onların arasından işin içyüzünü anlayanların Ayetlerdeki ifadelerin ne olduğunu kendilerine bildirmiş olacakları belirtilmektedir.
Bu nedenle günümüzde de Ayetlerin anlam ve amaçlarının anlaşılması ile ilgili olarak Ayette belirtilen "aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi" ifadesi önem kazanmaktadır. Zira Hz.Muhammed'in bütün insanlara gönderilmiş "son uyarıcı" olduğu kesin olarak bildirilmektedir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Buna göre bütün insanların "Akıllarını" kullanıp "bilgi birikimlerini" geliştirerek Hz.Muhammed'in ilettiği Kur'an Ayetlerinin asıl anlam ve amaçlarını (işin içyüzünü) araştırıp anlamaları gerekmektedir. Böylece bu anlayışa ulaşan insanların Ayetlerdeki ifadelerin ne olduğunu "kendileri" anlamış olacaklardır.
Gerçekten Ayetlerde yapılan açıklamalar ve verilen örnekler dikkate alındığında "Akıllı İnsanlar" uyarılmakta ve yapılan bu uyarılara göre Ayetlerin "okundukları gibi" anlamlandırılmasının ve onların aynı konulardaki diğer Ayetler ile birlikte düşünülmeden yorumlanmasının, "Bir Ayette" yapılan açıklamaların o konudaki bütün "gerçekleri" tam olarak göstermediği belirtilerek, Ayetlerin mutlaka diğer Ayetler ile birlikte bir "bütün" halinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Yüce Allah böylece bütün insanlara yol gösterdiğini, şayet insanlara olan lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azı müstesna insanların çoğunun onları "anlamayı" düşünmedikleri için şeytana uyup gitmiş olacaklarını açıklamaktadır.
İşte bu noktada Yüce Yaratan "Akıllı İnsanların" her birine ayrı ayrı olarak bu konuları "ilke" olarak benimsemesini, çaba göstermesini ve "artık" gerek kendi "nefsinin" gerekse de diğer etkenlerin neden olacağı "zorluklar" ile "savaşmasını", çünkü karşılaşacağı sonuçların ancak kendisinin sorumlu olduğunu ve kendisinden başkasının yaptıkları nedeniyle sorumlu tutulmayacağını bildirmektedir.
Ayrıca Ayetlerin anlam ve amaçlarını anlayacak ölçüde bilgi birikimlerine sahip olanların da diğer Müminleri kendi fikirlerini kabul etmeye "zorlamamaları" fakat onları "Ayetler üzerinde düşünmeye" teşvik etmeleri istenmektedir. Bu öğütlere rağmen diğer Müminler üzerinde "baskı" kurarak onları kendi amaçlarına yönlendirenlere Allah'ın gücünün daha çetin ve cezasının daha şiddetli olduğu hatırlatılmaktadır. Buna göre bütün insanların da Ayetler üzerinde düşünmeye yönlendirilmeleri öğüt verilerek Müminlerin Ayetlere ilgi göstermelerinin sağlanacağı, ayrıca, Allah'ın inanmayanların (kafirlerin) inkarda ısrar etme gücünü kırmasının ümit edilebileceği açıklanmaktadır. Bu nedenle, "Akıllarını" kullanıp "bilgi birikimlerini" geliştirerek, bildiklerini diğer insanlar ile paylaşmak gibi "iyi" bir işe aracılık edenlerin o işten bir nasibi olduğu, yani yaşarken veya ölüm sonrasında güzelliklerden yararlanacağı, ancak kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olacağı, yani yaşarken veya ölüm sonrasında cezalar ile karşılaşacakları, Allah'ın her şeyin karşılığını verici olduğu hatırlatılmakta ve bütün insanlara bu konularda dikkatli olmaları ihtar edilmektedir.
Ayetlerde aynı zamanda Hz.Muhammed'e de karşılaştığı itiraz veya itaatsizlikler nedeniyle endişe veya üzüntü duymaması öğüt verilmektedir. Zira kendisinin ancak Allah'ın "iradesi ile" bütün insanlara Allah'ın uyarı, öğüt ve önerileri olarak bildirmek üzere bir "elçi" olarak görevlendirildiği açıklanmakta ve insanlara ilettiklerine inanmayanların bundan kendilerinin "sorumlu " olacaklarına işaret edilmektedir. Bazılarının onlara "inanmış" göründükleri fakat yanından ayrılınca onun "dediklerinden" başkasını gizlice kurduklarını belirterek Allah'ın onların gizlice kurduklarını "yazdığını" kendisine bildirmekte, onlara aldırmamasını, sadece Allah'a dayanmasını, "vekil" olarak Allah'ın yeterli olduğunu "hatırlamasını" öğüt vermekte ve böylece görevini yapmasında ona yardımcı olmaktadır.
Ayetlerdeki "yetki sahibi kimseler" ifadesi ile, Hz.Muhammed'in ilettiği vahiyleri (Ayetleri), onun yaptığı açıklamalardan da yararlanarak "en iyi" şekilde "anlayacak" ve onlar üzerinde "doğru açıklamalar" yapabilecek kadar "akıllarını kullanabilenlerin" diğer bir Ayet terimi olarak “Aklıselim insanların” kastedildiği söylenebilir. Buna göre Adem ve eşinin bu Dünya ortamına "indirilmesinden" itibaren bu ortamda yaşamaya başlayan "Akıllı İnsanlardan", Kur'an Ayetlerini bir bütün olarak ve birbirleri ile olan bağlarını ve ilişkilerini dikkate alarak incelemelerinin ve yapılacak "yorumlarda" Yüce Allah'ı ve "nitelikleri" üzerinde "düşünmelerinin" istendiği anlaşılmaktadır.
Yüce Allah, Adem ve sonrasında "görevlendirdiği" bütün peygamberleri ile insanlara "bildirdiklerini" ve Hz.Muhammed'e vahiy ettiği Kur'an Ayetlerini "Din" olarak belirtmekte ve bu Din'i "İslam" olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Allah için "İslam'ın" en "doğru" inanç (Din) olduğunu özellikle bildirmektedir. Buna göre Ayetlerde Yüce Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu, bu Evren ve Dünya ortamında ve bunlardan önce de her şeyi ancak Allah'ın "Yarattığı" bu nedenle O'ndan başka "tapınılacak" veya " teslim olunacak "hiçbir güç bulunmadığı, yani Allah'tan başkasına tapınılmamasının gerektiği, ölüm sonrasında insanların yeniden "diriltilecekleri" ve bu ortamdaki yaşamları ve inançları ile ilgili olarak yaptıklarının "hesabını" verecekleri, bütün "Akıllı İnsanlar" açısından "özel önem verilen" hususlar ve "en temel inanç esasları" olarak bildirilmekte ve bütün "Akıllı İnsanlardan" bunları "idrak etmelerinin" beklendiği açıklanmaktadır.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)
Bu durumda İslam "Dininde" bu "en temel" inanç esasları üzerinde hiçbir "görüş ayrılığı" bulunmamalıdır. Aksi halde Allah "doğrudan" inkâr edilmiş olmakta, Allah'a "iman" ve bildirdiklerine "inanç" söz konusu olmamakta ve böylece inanan ve inanmayan insanlar arasında "köklü" bir görüş farkı ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan yapılan bilimsel araştırmalardan elde edilen bilgilere göre, Hz.Muhammed'in vefatından hemen sonraki ilk dönemlerden itibaren Allah'a ve bildirdiği "gerçeklere" inanıp iman etmekle birlikte Hz.Muhammed'in "vahiy" olarak aldığı Kur'an Ayetlerinin okunup anlaşılmasında insanlar arasında "bazı" görüş ayrılıklarının başladığı anlaşılmaktadır. Buna göre aslında "en temel inanç esaslarında" herhangi bir fark" bulunmamasına rağmen, Ayette belirtilen ve "yetki sahibi kimseler" olarak ifade edilenler arasında Ayetlerin "yorumlanması" ile ilgili olarak görüş ayrılıklarının ortaya çıktığı görülmüş ve bunun üzerine yapılacak yorumlarda kimin "yetki sahibi" olacağının belirlenmesinde de bazı sorunların ve anlaşmazlıkların meydana gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Gerçekten Hz.Muhammed'din vefatı sonrasında onun adına, yani Hz.Muhammed'in "vekili" olarak "Müslüman" toplumunun yönetilmesi "emanetinin" kime verileceği kon usunda Müslüman toplumunun ileri gelenleri (sahabeler) tarafından, Kur'an Ayetlerinde belirtildiği gibi, görüş alışverişi (istişare) sonrasında yönetim emanetinin Hz.Muhammed'in en yakın "dava arkadaşı" olan Ebubekir'e verildiği tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Ancak Hz.Muhammed'in vefatının hemen ardından bazı Müslümanlar tarafından damadı Ali'nin Kur'an hükümleri ve Peygamberin sünnetleri doğrultusunda toplumun bir sonraki yöneticisi (İmamı) olması gerektiğinin ileri sürülmesi ile henüz yeni hayata geçmiş olan Müslüman Toplumunda "ilk anlaşmazlığın" ortaya çıktığı ve böylece Müslüman toplumunda ilk "ayrılık" hareketinin "toplum yönetimi" konusunda başladığı görülmektedir.
Bu durumun Kur'an Ayetlerinin yorumlanmasında da etkisi olmuştur. Böylece önceden "yönetim" konusunda başlayan fikir ayrılıkları, daha sonraları Kur'an hükümlerinin ve Peygamberin sünnetlerinin yorumlanmasında ve bunlara bağlı olarak "inanç esasları ve toplumsal uygulamalar" sahasında da derinleşmiş ve Müslümanlık adına toplumda iki ayrı "anlayış" ortaya çıkmıştır. Bu iki anlayışta olanlar Sünni" ve "Şia" olarak (Şii) isimlendirilmektedir. İlk dönemlerde ortaya çıkan bu "iki" hareketin aralarında da zamanla yeni görüş farklılıkları ve ayrılıklar meydana gelmiştir. İslam anlayışında oluşan bu tür "bölünmeler" genel olarak mezhepler, tarikatlar, Cemaatler vb. olarak tanımlanmaktadır. Bu konularda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından yayımlanan araştırmada ve mezhep, tarikat ve cemaat bölümünde açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır.
(Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları 167- İSLAM MEZHEPLERİ TARIHI- Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY Prof. Dr. İbrahim Agâh ÇUBUKÇU-Ankara Üniversitesi Basımevi -Ankara 1985)
Bu durumda "Sünni" hareket mensuplarına göre Hz.Muhammed'in "Halifesi" unvanı ile toplumun yönetimine seçilen Ebubekir'in aynı zamanda Ayetlerin yorumlanmasında "yetki sahibi kimse" olarak belirlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ebubekir'i izleyen dönemlerde de aynı yöntem ile seçilen diğer halifelerin de Ayetlerin yorumlanmasında "yetki sahibi" oldukları söylenebilir. Çünkü bu "halifelerin" Hz.Muhammed'in en "yakınında" bulunarak (Sahabe olarak) onun insanlara bildirdiği Ayetlere göre İslâm’ın ve Kur’an’ın esaslarını bizzat uygulamasına "şahit" olmuşlardır.
Diyanet İşleri kaynaklarında, Hz.Muhammed'in vefatı ve böylece "Dinin Tebliğinin" tamamlanması ile başlayan ve "Hulefâ-yi Râşidîn" olarak tanımlanan Dört Halife döneminde Kur’an’ı korunması, anlama ve yorumlama çalışmalarının yapılması ve Hz.Muhammed'in bu anlamdaki kişisel öğreti ve uygulamalarının (sünneti) belirlenmesi için gayret gösterildiği belirtilmektedir. Bu nedenle söz konusu dönemde ayrıca Müslümanların hızla gelişen fetihler sonucunda farklı gelenek ve kültürlere sahip yeni toplumlarla karşılaşması ve yeni problemlerle yüz yüze gelmesi sonucunda;
•Hz.Muhammed ile birlikte yaşamış olanların (sahâbenin) Dinin uygulanmasında ve ortaya çıkan yeni problemlerin çözümüne ışık tutacak şekilde yorumlanmasında Kur’an ve Sünneti anlama ve yorumlama faaliyetinin ön plana çıktığı,
•Bu faaliyette başta dört halife olmak üzere Kur’an ve Sünnet’i iyi bilen sahâbîlerin etkin rol oynadıkları, bu arada onların temsil ettiği farklı anlayış ve temayüllerin de belirginleşmeye başladığı,
•Dinin anlaşılmasına, Kur’an ve Sünnet’te yer alan hükümlerin yorumlanmasına ve dinî bilgilenmede derinleşmeye yönelik bütün bu çabaların kıraat, tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi ayrı ilim dalları şeklinde kollara ayrılan "dinî ilimler" için bir başlangıç teşkil ettiği,
•İlk halife olan Ebû Bekir'in o zamana kadar çeşitli sahâbîlerin yanında dağınık halde bulunan yazılı Kur’an âyetlerini iki kapak arasında toplatıp ilk "Kur'an Kitabını" meydana (mushaf) getirdiği,
•Kur’an’ın her bölgede kendi "lehçelerine" göre okunması nedeniyle bölgeler arasında karşılıklı suçlamalara varan ihtilâfların artması üzerine üçüncü halife olan Osman'ın Kur’an’ın indirildiği "Kureyş Lehçesini" esas alan ve Hz.Muhammed’den geldiği kesin olan kıraatlere de imkân veren Kur’an nüshalarının yazılmasını ve böylece Kur’an’ın sonraki nesillere "geldiği şekliyle" aktarılmasını sağladığı,
•Hz.Muhammed'in Ayetlerle ilgili açıklamalarını dikkatle takip eden sahâbîlerin Hulefâ-yi Râşidîn döneminde Kur’an âyetlerinin tefsirinde müslümanlara rehberlik ettikleri, onların başlattığı bu faaliyet sonraki nesiller tarafından geliştirilerek sürdürüldüğü ve böylece Kur’an âyetlerinin yorumlanmasında önce Kur’an’la, onda yoksa sünnetle tefsir etme usulünün bu dönemden itibaren takip edildiği, sahabilerin bu yorumları genel olarak kelimelerin anlamlarını açıklama, Ayetlerin iniş (nüzûl) sebebini, birbirlerini etkilemelerini (nâsih veya mensuh) belirtme ve anlatılan tarihî olayları açıklama gibi konularda yoğunlaştırdıkları,
•Hz.Muhammed'den duyulduğu rivayetlerin (hadislerin) değiştirilmelerini (tahrif) önlemek için bazı tedbirlerin alındığı, ilk iki halifenin az hadis rivayet edilmesine büyük özen gösterdiği, örneğin Ömer'in yanlış anlaması muhtemel kişilerden hadis alınmasına karşı çıktığı ve Osman'ın Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde nakledilmeyen hadislerin rivayetini uygun görmediği,
•Kur’an ve Sünnet’i anlama, bunların sınırlı ifade ve hükümleriyle hayatın sınırsız ihtiyaç ve olayları arasında bağ kurmayı sağlayacak yorum metotları geliştirme ihtiyacının doğurmuş olması nedeniyle "içtihad" faaliyetinin başladığı, Hz.Muhammed'in yakın çevresini oluşturan sahâbenin dinî hükümleri anlayış, yorumlayış ve uygulayış biçimleri "sahabi sözü" olarak (kavli) bir "ilim" halinde şekillendiği (fıkıh) ve ayrı bir önem kazanarak sünnete yakın derecede bir kaynak değerine ulaştığı, bu anlamda örneğin Ebû Bekir’in zekât vermemekte direnen ve ayrıca dinden çıkanlarla edenlerle savaşması, Ömer’in sarhoşluk suçunun sünnette belirlenen cezasını arttırması, teravih namazının camide toplu olarak kılınmasını başlatması, Osman’ın cuma namazına dış ezanı ilâve etmesi, mirastan mahrum bırakılmak için ölmek üzere olan kocası tarafından boşanan kadının mirasçılık hakkını devam ettirmesi, Ali’nin esnaf ve sanatkârlara zâyi ettikleri müşteri mallarını tazmin yükümlülüğünü getirmesi gibi uygulamaların fıkıh'ta önemli "kaynak" gösteridiği,
•Değişik sosyal yapı ve kültürlerin İslâm kontrolüne girmesi ve toplumsal ilişkilerin gelişmesinin yeni problem ve anlayışların doğmasına yol açtığı, bunların Kur’an ve Sünnet merkezli dinî öğreti açısından kontrol edilip çözümlenmesi için bazı "yöntemlerin" bu dönemde "re’y" adıyla kullanılmaya başlandığı, kamu hukuku alanında imkân nisbetinde bu toplumlarla istişareye önem verilip uygulama birliği sağlandığı, kişisel alanda ise kişilerin inanç ve davranışlarında daha geniş bir serbestliğinin bulunduğu, böylece "re’y" uygulamasının Kitap ve Sünnet’ten sonra üçüncü bir delil ve kaynak niteliği kazandığı,
özet olarak açıklanmaktadır.
Görüldüğü gibi, Hz.Muhammed'den sonraki dönemlerde bir çok konuda çeşitli görüş ve yorumlama farkları meydana gelmiş ve her görüş ayrı bir uygulama ve yöntemin gelişmesine neden olmuştur.
Nitekim halen Müslüman toplumlarda uygulanan ibadet ve dua ile ilgili "yöntemlerin" ve "biçimlerinin" birbirleri ile "benzer" oldukları fakat tamamen aynı olmadıkları ve aralarındaki bu farklılıkların, "Hulefâ-yi Râşidîn" olarak tanımlanan "Dört Halife" döneminden sonra da Dinin tanımlamasında bu anlayış ve görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasından ve bu ayrılıkların bazı "Din Alimlerince" kendi inanışları ve yorumlarına bağlı olarak belirledikleri kuralları içeren "inanç ve davranış" biçimlerinden (İnanç Mezhepleri) kaynaklandığı bir "gerçek" olarak tarihi belgelerde yer almaktadır.
“Hulefâ-yi Râşidîn döneminde belirginleşen siyasî ve içtimaî gelişmelerle fikrî hareketler II. (VIII.) yüzyılın başlarından itibaren itikadî mezheplerin kurulmasına, ayrıca önce siyasî birer akım niteliğinde oluşan Hâricîlik ve Şiîliğin ilmî muhtevası da bulunan birer mezhep haline gelmesine zemin hazırlamıştır.”
HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Buna göre, "Hulefâ-yi Râşidîn" olarak tanımlanan Dört Halife döneminde Hz.Muhammed'in uygulamaları ve "hatırlandığı kadarı ile" yaptığı "açıklamaların" esas alınarak ve ilgili Kur'an Ayetleri "yorumlanarak" hemen her konuda "uygulama esasları" belirlendiği (fıkıh) ve daha sonraki yorumlamalar ile bazı "değişikliğe" uğramalarına rağmen bu yorumların "genel olarak" günümüze kadar sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
San Diego Üniversitesi Profesörlerinden Ahmet T.Kuru, "Halifelik" uygulamasının "Dinsel" bir temelinin bulunmadığını ifade etmekte ve "siyasi bir yorum" olarak tanımlamaktadır.
"Günümüz Ayasofya ve hilafet tartışmalarına da değinen Ahmet Kuru, bugün gündemde olan hilafet kavramının 11. yüzyıldan itibaren ortaya çıktığını ifade ediyor. Raşid Halifeler olarak adlandırılan ilk 4 halifenin dini saygınlıklarına dayandıklarını ve aslında devlet olmadıklarını söyleyen Kuru, Emevilerle birlikte kurumsallaşan devlet yapısının da dini bir saygınlık iddiası bulunmadığını belirtiyor. Profesör Kuru'ya göre, mevcut hilafet doktrini Şii hanedanlar tarafından sarılan, Bağdat'ta sembolik bir makam olarak varlık mücadelesi veren Abbasi halifesinin talebi üzerine 11. yüzyıldan itibaren kurgulanan, otantik dini temellerden yoksun siyasi bir yorumdan ibaret. 1924'te hilafetin kaldırılması tartışmalarının seküler değil, dini temelde yapıldığına vurgu yapan Kuru, bugün ilan edilmesi durumunda halifeliğin Müslümanları ortak bir liderlik etrafında toplamasının imkânsız olduğu kanaatinde."
Buna karşılık "Şia" hareketinde ise, Ayetlerin yorumlanmasında "yetki sahibi kimselerin" ancak Hz.Muhammed'in "Soyundan" gelen "Masum İmamlar" oldukları belirtilmektedir. Sünni ve Şia inanışları arasındaki farklılıkları konusunda Selçuk Üniversitesinde hazırlanan bir "yüksek Lisans" tezinde oldukça tarafsız ve anlaşılır bir şekilde özetlenmektedir.
(İMAMİYYE ŞİASI’NDA SAHABE ANLAYIŞI YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN Prof. Dr. ZEKERİYA GÜLER HAZIRLAYAN NİGAR BACAK KONYA – 2009)
Bir diğer önemli husus olarak, Ayetlerin içeriklerinin anlaşılması için yapılacak "yorumların" sadece "yetki sahibi kimseler" tarafından yapılabileceğini ileri süren "Sünni" anlayışa göre bu konularda ancak "seçilmiş" insanların "yetkili" olabilecekleri (ezoterik) şeklinde bir algıya yol açması olasılığı üzerinde durulması gerekmektedir. Zira bu konuda yayımlanan bazı kaynaklarda yer alan bilgilere göre Hz.Muhammed'in vefatından itibaren ilk dini hukuk bilginlerinin" bireysel olarak Kur'an Ayetlerine (Nas), Hz.Muhammed’in sözlerine ve yaptıklarına (Sünnetine) göre insanın yaşamını ve toplumsal yaşamını düzenleyici olan dinsel kuralları (Şer'i Emirler) araştırarak ve onların "hukuki" hükümleri hakkında "kişisel" görüşler (içtihad-ı re'y) oluşturarak kendi hükümlerini uyguladıklarına yani "kişisel içtihad" oluşturduklarına işaret edilmektedir.
(Cumhuriyet İlahiyat Dergisi » Makale » Ehl-i Sünnet Kelâmı’nda İcmâ)
(İslam hukukuna giriş-Ankara.edu.tr)
Doç. Dr. Ebubekir Sifil - "İCTİHÂD KAPISINI KİM AÇAR KİM KAPATIR?"
Ancak Hz.Muhammed sonrasındaki ilk dönemlerde yürütülmekte olan "kişisel" görüşler (içtihad-ı re'y) oluşturularak bunlara göre dinsel kuralların (Şer'i Emirler) belirlenmesinin, "ehil" olmayan insanlar tarafından "şahsi çıkarlara" yönelik kural oluşturulması veya çeşitli yörelerdeki bilim insanları (yetki sahibi kimseler) arasında bir "fikir birliği" sağlanamamış olması ya da aynı konuda farklı uygulamaların önerilmesi yüzünden, yaklaşık 850-1000 yılları arasında sona erdirildiği çok sayıdaki araştırmalarda yer alan bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu durum İslam Tarihinde "içtihat Kapısının Kapatılması" olarak yer almış bulunmakta ve halen sürdürülmektedir.
(PDF) İçtihat Kapısı Kapandı Mı?/Was the Gate of Ijtihad Closed? (Wael B. Hallaq) [çeviri]
Bu "yasaklamaya" rağmen, hiçbir dönemde belirtilen "olumsuzlukların" önü alınamamıştır. Sonuçta Kur'an Ayetleri üzerinde "kişiler " veya "bilgi sahibi oldukları" kabul edilenler arasında çok çeşitli "görüş ayrılıklarının" ortaya çıkması devam etmiştir ve halen de devam etmektedir.
Aynı durum "Şia" anlayışında da bu defa Hz.Muhammed'in "soyundan" gelen "Masum İmamlar" üzerinden sürdürülmektedir. Buna göre Ayetlerin içeriklerinin anlaşılması için yapılacak "yorumlarda" sadece Hz.Muhammed'in "soyundan" gelen imamların "yetkili" olabilecekleri (ezoterik) ve hüküm verecekleri kabul edilmektedir. Buna rağmen Şia anlayışında da çok sayıda görüş ayrılıklarının önü alınamamıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Örneğin "imamın" toplum üzerindeki "etkisinin gücü" nedeniyle her imamın ölümünden sonra o imamın oğulları arasında mücadele yaşanmakta ve imamın gücünün "kişisel" niteliklerinden mi yoksa Allah'ın onu "seçmiş" olmasından mı kaynaklandığı gibi konularda tartışmalar yapılmaktadır. Şia hareketindeki anlayış farklılıkları ile ilgili olarak Selçuk Üniversitesinde hazırlanan bir "yüksek Lisans" tezinde özet bilgi bulunmaktadır. (Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume: 2, Sayı/Issue: 1 Haziran/June 2017, ss./pp. 172-195)
Bu tür "farklılıkların" anlaşılabilmesi ve an az düzeye indirilebilmesi açısından Yüce Allah'ın "Bütün İnsanlara" iletilmek üzere Hz.Muhammed'e vahiy ederek bildirdiği Kur'an Ayetlerinin bir "bütün" olarak ve birbirleri ile olan konu ve anlam birliktelikleri ve bağları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak bu anlamda yapılacak çalışmalar sonucunda bu ortamda yaşayan bütün "Akıllı" insanlar en temelde bulunan "gerçekler" hakkında görüş birliğine ulaşabilecekler ve;
•Evren ve Dünya ortamının "yoktan" ortaya çıktığını (Yaratıldığını),
•Bu "Yaratılışı" gerçekleştiren "olağanüstü" ve "Tek" bir "Güç" bulunduğunu,
•Evren ve Dünya ortamının öncesinin ve ötesinin de bu "Yaratıcı Tek Güç" tarafından "Yaratılmış" olduğunu,
•Bu "Gücün" kendisini "Allah" olarak isimlendirdiğini,
•Allah'tan başka "tapınılacak" veya " teslim olunacak "hiçbir" güç bulunmadığını ve Allah'tan başkasına tapınılmamasının gerektiğini,
•Bütün bunların "değişmez gerçekler" olduklarını ve bu gerçeklerin bu ortamda yaşamış olan bütün insanlara "görev" verdiği "uyarıcılar" tarafından sözlü veya yazdırılarak iletildiğini,
•Bu "iletilerin" yeryüzünde yaşayan ve her türlü inanca sahip olan veya hiçbir şeye inanmayan bütün "Akıllı" insanların "her birisine özel" olarak hitap ettiğini,
görebileceklerdir.
Böylece Yüce Allah'ın lütfettiği "Akıl" unsurunun kullanılarak yapılacak "bilimsel" çalışma ve araştırmalar yapılarak en sonunda "İslam İnancının" temelini oluşturan bu "gerçeklere" ile ulaşılabileceğine işaret etmekte ve bütün bu "gerçekleri" Kur'an Ayetlerinde "İslam" olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Allah için "İslam'ın" en "doğru" inanç (Din) olduğunu özellikle bildirmektedir. Buna göre Ayetlerde Yüce Allah'ın her şeyi “yoktan” yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğu, bu Evren ve Dünya ortamında ve bunlardan önce de her şeyi ancak Allah'ın "Yarattığı" bu nedenle Allah'tan başka "tapınılacak" veya " teslim olunacak hiç bir "güç" bulunmadığı, yani Allah'tan başkasına tapınılmamasının gerektiği, ölüm sonrasında insanların yeniden "diriltilecekleri" ve bu ortamdaki yaşamları ve inançları ile ilgili olarak yaptıklarının "hesabını" verecekleri, bütün "Akıllı İnsanlar" açısından "bilimsel" olarak incelenmesi ve bilinmesi gereken "en temel inanç esasları" olarak bildirilmekte ve bütün "Akıllı İnsanlardan" bunları "idrak etmelerinin" beklendiği açıklanmaktadır.
Buna göre "İnanç" konusunda bütün "Akıllı" insanlar arasında bulunan her türlü ayrılık veya farklı düşüncelerin, aslında bu "ortak" ve "değişmez" asıl "gerçeklere" dayandırılarak ele alınması halinde tüm zamanlarda daima "ayrı" olarak değerlendirilmiş olan "İnanç" ile "Bilim" arasında aslında bir "fark" olmadığı ve "temelde aynı esasa" dayandıkları da anlaşılabilecektir.
Ancak bütün bu gelişmelerden görülebileceği gibi, geçmişte "İslam İnancı" konusunda ortaya çıkan "farklılıkların" ve "tartışmaların", insanların bu "en temel inanç esaslarına" inanmakla birlikte, genel olarak Kur'an Ayetlerinin bir "anlayış bütünlüğü" çerçevesinde bulunduklarının ve hepsinin "birlikte" düşünülmesinin "gerekmesi" gibi hayati önem taşıyan konulara dikkat edilmemesi ve birbirleri ile olan ilişkilerinin anlaşılamaması yüzünden insanların Ayetleri kendi fikir ve düşüncelerine öncelik vererek, bir çeşit kişisel içtihatlar geliştirerek okuyup değerlendirmelerinden hatta bunları diğer insanlara da dayatmalarından kaynaklandığı bir gerçektir. Zira bu anlamda okunduklarında Ayetlerin tek başlarına bütün "gerçekleri" tam olarak göstermediği belirtilmekte ve mutlaka diğer Ayetler ile birlikte bir "bütün" halinde değerlendirilmelerinin gerektiğine işaret edildiği görülmektedir.
Bu nedenle, İslam İnancında "Birlik" sağlanması ve görüş ayrılıklarının en aza indirilmesi açısından, bütün insanların "kişisel" olarak "akıllarını kullanarak" onlara bildirilen bu "gerçekleri" anlamaya çalışmaları ve kendi yorumlarını (Kişisel İçtihat) yapmaları özellikle günümüzde ve gelecek zamanlarda son derecede önem taşımaktadır. Yüce Allah bütün "Akıllı İnsanlara", diğer bir Ayet terimi olarak “Aklıselim sahibi olanlara” aslında bu konularda da "izin" verdiği Ayetlerin "birlikte" değerlendirilerek incelenmesi halinde anlaşılmaktadır. Çünkü bu konuda en önemli "işaret" olarak Hz.Muhammed'in Yüce Allah'ın "İradesi" olan "Kur'an Ayetlerini bütün insanlara "en son" olarak ilettiği ve artık başka bir "uyarıcı" veya Peygamber" gönderilmeyeceği" kesin olarak bu Ayetlerde bildirilmiş bulunmaktadır.
Bu durumda bütün "Akıllı İnsanların", bu Ayetlerde açıkça bildirildiği gibi, Yüce Allah'ın "Bütün İnsanları" kendi takdiri ve iradesi ile "en güzel şekilde" ve "Kendi Ruhundan" yarattığının, sadece onlara "özel" olarak "Akıl" verdiğinin ve Yüce Yaratıcı "Tek Güç" olan Allah tarafından bu ortamda Allah'ın adına (Halifesi Olarak) faaliyette bulunacağının bilincine ulaşarak, Allah'ın "en son" olarak kendilerine "bildirmiş" olduğu uyarı, öğüt ve önerilerinin "kendileri" tarafından okunup anlaşılmalarının gerektiğini "idrak ermeleri" gerekmektedir. Zira "İnsanlar", Ayetlerde belirtildiği gibi sahip oldukları bu "eşsiz" nitelikleri ile, ilk yaratıldıkları "Gerçek Ortamda" ve daha sonra "indirildikleri" bu Evren ve Dünya ortamındaki yaşamlarında, kendilerine Allah'ın lütfettiği "Akıl" unsurunun ve akıllarını kullanarak edindikleri "bilgi birikimlerinin" karşılaştıkları "her konuda" ve Ayetlerin "anlaşılmasında" ne derecede "önemli" ve "gerekli" olduklarını anlayabilecek niteliklere ve donanıma sahip bulunmaktadırlar.
Buna göre ancak bu "düzeye" ulaştığında her bir insanın, Ayette belirtilen "yetki verilen kimse" düzeyine ulaşmış olacağı, yani Ayetlerini "doğru" ve onlardan beklendiği "anlamda" anlayıp uygulayabileceği söylenebilir. Henüz insanların "birey" olarak bu düzeye ulaşmadıkları gerçeği karşısında ve aralarında çok "derin" görüş farkı bulunan çok sayıdaki mezhep, tarikat ve cemaatin var olduğu dikkate alındığında günümüzde Kur'an Ayetlerini okuyan fakat "doğru" olarak anlamaktan kuşku duyan "Müslümanların" bu konularda Ayette belirtilen "yetki verilen kimse" olarak "kime" danışabileceklerini belirlemeleri ve ayrıca da kimin veya hangi "kurumun" bu danışmanları tanımlamaya yetkili olduğu konuları hemen hemen imkansız olmaktadır. Müslüman toplumların bu günkü yapıları dikkate alındığında daha uzun bir süre devam edeceği anlaşılan bu fikir ve görüş ayrılıkları nedeniyle "Akıllı İnsanlardan" bunun bilincinde olarak Kur'an Ayetleri üzerinde düşünerek, Allah ve Allah'ın Akıllı İnsanlardan "bekledikleri" konusunda, Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri "bitirdiği" ilk dönemlerde olduğu gibi, "en temel inanç esasları" üzerinde tam bir "görüş birliği" sağlamalarının gerektiğini de "anlamaları" beklenmektedir.
Bu durumda her "Müslüman" toplumda mevcut olan bütün "farklı" görüşlerin ve bu görüşleri temsil eden" mezhep, tarikat veya cemaat" gibi grupların öncelikle "en temel inanç esasları" üzerinden kendi aralarında "fikir birliği" sağlamaya çalışmaları, bu temel esaslar ve sağlanan fikir birliği üzerinden "İslam İnancı" ve "ibadet şekil ve yöntemleri konularında yeni "İcmalar" oluşturarak "toplumdaki" insanlara kesinlikle "zorlama" yapmadan ve uyulup uyulmamasının tamamen kendi kararlarına bağlı olduğunu belirterek "önermeleri" gerekmektedir. Böylece Müslüman toplumunun bireyleri hiç olmazsa "en temel inanç esaslarını" üzerinde bir "anlayışa" ve "görüş ve uygulama birliğine" ulaşabileceklerdir.
Aynı anlamda her Müslüman toplumun kendi içinde oluşturduğu bu "yeni icmaların" tamamının oluşturulacak "toplumlar arası" ortamlarda görüşülerek ve fikir alışverişinde (İstişare) bulunarak ve "İslam İnancı ve İbadet Esasları" olarak bütün inanlara önermeleri ve bütün insanlara bu önerilere uyulup uyulmamasının "Kur'an Ayetlerinin Hükümlerine Göre" sadece onların "Kendi Kararı" olduğunu bildirmeleri halinde, bu günkü çok sayıdaki fikir ve görüş ayrılığını içeren karmaşık yapının çok daha "Akılcı" ve "İnsani" bir düzeye çıkacağı ve "İslam İnancının" en azından "en temel unsurları" üzerinden bir "birlik" sağlanacağı söylenebilir. Zira insanlar, ancak "İnanç ve Bilim" konularında bu düzeyde bir "anlayışa" ulaşmaları halinde "İnsan Olmak" için bir gayret göstermiş olacaklardır.
Bütün insanlara "Yaratılış, Yaratılanlar ve Yaratan" konularında ve yaşamları ile ilgili olarak tüm merak ettikleri "gerçeklerin" Hz.Muhammed'e vahiy edilen Kur'an Ayetleri ile iletildiği belirtilerek bu ortamdaki geçici yaşamları ile ölüm sonrasındaki "sonsuz" yaşamlarında huzurlu ve mutlu olabilmeleri (kendi iyilikleri) için Allah'a ve Hz.Myhammed'in bildirdiği Kur'an'a iman etmeleri öğütlenmektedir.
Ey insanlar! Resûl size Rabbinizden gerçeği getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak iman edin. Eğer inkar ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir. (92/170), (4/170)
İman edip iyi işler yapanlara ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (92/173), (4/173)
Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. (92/174), (4/174)
Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine doğru bir yola götürecektir. (92/175), (4/175)
Yüce Yaratan bütün insanlara Hz.Muhammed'in "gerçeği" getirdiğini, bunda bir "şüphe olmadığını, buna göre kendi iyilikleri için "iman" etmeleri gerektiğini belirtilerek "yol gösterici" bir uyarı yapmaktadır.
Şayet bu "gerçeklerin" inkâr edilmesi halinde Evren'in (gökler ve yerin) şüphesiz Allah'a ait olduğu, geniş "ilim" ve "hikmet" sahibi olan Allah'ın insanların inanmalarına ihtiyacının bulunmadığı, iman edipiyi işler yapanlara bunun karşılığını (ecirlerini) tam olarak vereceği ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edeceği belirtilmekte ve "kibirlenerek" inkâr edenlere (Kulluğundan yüz çevirenlerin) acı bir şekilde azap edeceği, onların kendileri için Allah'tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı ve kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak bir kimse bulamayacakları açıklanmaktadır.
Yapılan bu kesin "uyarının" hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde Allah tarafından Hz.Muhammed'e "vahiy edilen" Ayetlerin, tüm insanları "doğru yola" ulaştıracak apaçık bir ışık (nur) olduğunun "kesin bir delili" olarak indirildiğine işaret edilmektedir. Nitekim, Allah'ın bu uyarıları dikkate alarak akıllarını kullanıp Allah'a "sımsıkı sarılarak" iman edenleri, "Kendisinin" bir merhameti ve ikramı (rahmet ve lütuf) içine daldıracağı ve onları "Kendine Doğru" bir yola (Doğru Yola) götüreceği bildirilmektedir.
Ancak ne yazık ki bu "uyarılara" rağmen, günümüzde insanların Kur'an ile ilişkilerinde bu durum görülebilmektedir. İnsanların çoğu bu konulara nefislerinin etkisi (Şeytan'ın Dürtüleri) altında kalarak çok "yüzeysel" olarak yaklaşmakta ve en kolay ve "bencil" bir davranış olarak ya tamamen her şeyi inkâr etmekte veya onlardan öncekilerin inançlarını üzerinde düşünmeden aynen veya "yozlaştırarak" devam ettirmekte ya da Kur'an’a inanmış olsa da yine nefislerine uyarak öncelikle "benliklerinin" rahatını düşünerek onlardan "Kur'an’ı anlamaları için" beklenen gayreti göstermemektedirler.
Bu nedenle bütün insanların yapılan bu "uyarıları" dikkate almaları ve onlardan beklendiği gibi "doğru yola" ulaşmalarının istendiğinin kendilerine "ihtar" edildiğini anlamaları gerekmektedir.
Nitekim insanlardan Allah'a ve Allah'ın "sözünü" ileten Hz.Muhammed'e iman edilmesini beklemekte ve ona göre davrananlar için büyük ödüllerin bulunduğunu bildirerek açıklamalarda bulunmaktadır.
Allah'a ve Resûlü'ne iman edin, sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın, sizden iman edip de harcayan kimselere büyük mükâfat vardır. (94/7), (57/7)
Peygamber sizi, Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah'a inanmıyorsunuz? halbuki O, sizden kesin söz de almıştı; eğer inanırsanız. (94/8), (57/8)
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. (94/9), (57/9)
Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır; elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir, onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir, bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır. (94/10), (57/10)
Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır. (94/11), (57/11)
Allah, bütün insanlara ve özellikle de "inanmayanlara" Allah'a ve Resul’üne (Hz.Muhammed'e) iman etmelerini önermekte ve Allah'a iman edip, Allah'ın insanlar için bu Dünya ortamında kurduğu kurallar ve koşullar çerçevesinde sahip olarak "tasarrufa" yetkili oldukları "şeylerden" kendi geçimleri için ve ihtiyacı olanlar için "harcamalarını" istemektedir. Zira Allah'ın öğüt ve önerilerine uygun olarak (Allah Yolunda) sahip olduklarından kendisi ve ihtiyacı olanlar için harcayanlara (verenlere) büyük "mükâfat" bulunduğu bildirilmektedir.
Yüce Allah bu ortama "indirilen" ve Adem Peygamberden beri yaşamış ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara, Allah'ın bütün insanların tek Rabbi (tanrısı) olduğuna dair "kesin" söz verdiklerini, bütün insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametli olduğunu, bütün insanları Dünya ortamındaki yaşamlarında karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için" Hz.Muhammed'e apaçık Ayetleri indirdiğini belirtmektedir.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Bu nedenle bütün insanlara, Allah'a ve Resul’üne iman etmelerini ve "üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı" şeylerden harcamaları ile ilgili olarak yaptığı "öğüt ve önerilere" uymalarını hatırlatmaktadır.
Kendilerine önerildiği halde iman edip "Allah Yolunda" harcama yapmayanlara sahip oldukları her şeyin ve göklerin ve yerin (Evren ve diğer yarattıklarının) tamamının (Mirasının) Allah'ın olduğu ve ölüm sonrasında her şeyin dünyada terk edileceği "gerçeği" hatırlatılmaktadır. Bu konuda örnek olarak "iman" edip Hz.Muhammed'n yanında "İslam’ın" yayılmasında maddi fedakarlıkta bulunanlara işaret edilmekte ve "İslam" Dininin güç kazanmasına yol açan Mekke'nin "fethinden" önceki zor ve sıkıntılı dönemlerde mallarını İslam'ın "yayılması için harcayanlara (infak edenler) işaret edilmektedir. Buna göre "fethinden" önceki zor ve sıkıntılı dönemlerde mallarını harcayanların ve savaşanların daha sonra harcayıp savaşanlara eşit olmadığı, onların derecesinin sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksek olduğu, bununla beraber Allah'ın hepsine de en güzel olanı vadettiği bildirilmektedir.
Bu örnek ile bütün insanlara Allah'a ve Hz.Muhammed'e iman etmeleri, bunun için "nefisleri" ile yapacakları mücadeleyi (savaşı) kazanarak sahip olduklarından "ihtiyacı" olanlar için "harcamaları" bildirilmekte ve böylece "nefislerini fethedenlerin" bu öğüdü dikkate almayanlar ile "eşit" olmadıkları belirtilmektedir.
Allah "İman Edenleri" daha önce kendilerine Kitap verilenler gibi zamanla kalplerinin katılaşmaması ve yoldan çıkılmaması için uyarmakta ve bazı öğütler vererek önerilerde bulunmaktadır.
İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir. (94/16), (57/16)
Bilin ki Allah, ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor, düşünesiniz diye gerçekten, size ayetleri açıkladık. (94/17), (57/17)
Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat vardır. (94/18), (57/18)
Allah'a ve peygamberlerine iman edenler işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir, onların mükâfatları ve nurları vardır; inkâr edip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır. (94/19), (57/19)
Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir, tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır, yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir. (94/20), (57/20)
Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun, işte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir.
Allah büyük lütuf sahibidir. (94/21), (57/21)
Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın, şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. (94/22), (57/22)
Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır, çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. (94/23), (57/23)
Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler, kim yüz çevirirse şüphesiz ki Allah zengindir, hamde lâyıktır. (94/24), (57/24)
Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mîzanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. (94/25), (57/25)
İman edenlere Allah'ı "anmalarında" ve Kur'an’ı (vahiylerini) okuyup "anlamalarında" kendilerini çok "bilgili ve yetkili" görüp insanları küçümseyerek büyüklük taslamamalarının gerektiği hatırlatılmakta ve böyle "kibirlenmek" yerine ürpererek "acizliklerini" fark etmelerinin zamanının geldiği belirtilmektedir. Ayrıca daha önce kendilerine "kitap" verilenler gibi olmamaları öğütlenerek "uyarı" yapılmaktadır.
Burada kendilerini "Allah'ın seçkin toplumu" olarak gören ve bu nedenle başından beri kendilerini Allah'ın rızasına "mazhar olmuş" sayan Yahudiler arasındaki "kibirli ruhanîlere" işaret edildiği anlaşılmaktadır. Zira Musa Peygamber döneminden sonra onların üzerinden geçen uzun zaman içerisinde kalplerinin katılaştığı ve birçoğunun "yoldan çıkmış" olduğu belirtilmektedir.
Y
apılan bu "uyarı" ile "iman edenlerin ve inananların" Kur'an’ı okurken ve anlayıp dinlerken Allah'ı düşündükleri ve kendilerine bildirilenleri "hissettikleri" belirtilmekte ve bu sırada ruhlarının "Asıl Sahibi" ile iletişime geçtiği ve insanın bedeninin bu iletişim ile tarifi güç bir haz hissettiği ve hafifçe "ürperdiği" bildirilmektedir.
Allah, bu açıklaması ile iman etmiş ve etmemiş olan bütün insanlara "Allah'a inanmaları", inanmalarından sonra da bu yoldan ayrılmamaları konusunda "ihtarda" bulunmaktadır. Çünkü inanmış olmalarına rağmen insanlar "ürpererek" Allah'ı anmak ve O'na teslim olup ibadet etmekte ihmal gösterirlerse veya “kibirlenerek" büyüklük taslarlarsa, tabii olarak şeytanın da etkisi ile, "Kalplerinin" katılaşacağı ve Allah yolundan çıkabilecekleri hatırlatılmaktadır.
Allah, bütün insanlara ve özellikle inanmayanlara ölümünden sonra yeryüzünü "canlandırmasını" güçlü bir "delil" olarak belirtmekte ve insanların bütün bu "gerçekler" üzerinde düşünebilmelerini sağlamak üzere Ayetlerini ve işaret ettikleri "gerçekleri" açıkladığını bildirmektedir.
Bu açıklamaları dikkate alarak kendilerine "Kur'an" ile bildirilen "gerçekleri" kabul ederek onaylayan (sadaka veren) erkeklere ve kadınlara ve bunun gibi "iman" edip "iyi" işler yaparak Allah'a güzel bir "ödünç" verenlere, verdiklerinin karşılığının kat kat ödeneceğini ve onlar için değerli bir mükâfat ve "ödüllendirmeler" bulunduğunu açıklamaktadır.
Böylece Allah'a ve peygamberlerine iman edenlerin, sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenler olarak, Allah'ın yanında mükâfatlarının ve "kurtuluşa" erişmiş olmaları nedeniyle çevrelerinde ışıkların (nurlarının) bulunduğu açıklanmaktadır. Buna karşı inkâr edip de Allah'ın Ayetlerini yalanlayanların da "cehennemin adamları" olduğu bütün insanlara bir "uyarı" olarak bildirilmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara kendilerine iletilmiş olan uyarı, öğüt ve önerileri dikkate alarak, yaşantıları ve hayat tarzları üzerinde düşünmeleri durumunda bu ortamdaki yaşamlarının (Dünya Hayatı) ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibaret olduğunu göreceklerine işaret edilmektedir. Buna göre Dünya yaşantısının tıpkı bir yağmurun "bitirdikleri" gibi olduğu, insanların (ziraatçıların) hoşuna gittiği ancak sonra da onların kuruyup sapsarı hale dönüşerek "çer çöp" oldukları belirtilmektedir. Böylece bütün insanlara ölüm sonrasında (Ahirette) insanların yeniden diriltilecekleri bildirilerek Dünya hayatının "aldatıcı" bir geçimlikten başka bir şey olmadığı ve orada "Dünya Hayatında" yaptıklarına göre çetin bir azap ve Allah'ın mağfireti ve rızasının bulunduğu hatırlatılarak bütün insanlardan "gerçeklere" yönelmeleri beklenmektedir. Böylece büyük lütuf sahibi olan Yüce Allah bütün insanlardan, "inananlar" için hazırladığı ve "dilediğine" lütfu olarak verdiği genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşmalarını ve Allah'a ve peygamberlerine inanıp "iman ederek" bağışladığı (affettiği) ve lütfunu vermeyi "dilediği" insanlar arasına girmelerini istemektedir.
Burada dünya hayatının "aldatıcı" olması olarak, insanların genellikle Şeytan'ın etkisi altında olan "nefisleri" üzerinde hakimiyet kurmalarında karşılaştıkları "zorluklara" işaret edilmektedir. Zira bu ortamdaki yaşamlarında Şeytan insanları "hoşlanacakları" şeylere yönlendirmekte ve onlara ulaşmasında kendilerine yapılan uyarılara "aldırmadan" ve "bencillik" yaparak istediklerine her koşulda sahip olmaya özendirmektedir. Böylece "Dünya Hayatının" özellikle "Akıllarını" daha çok "varlık" ve "güç" elde etmek için kullanarak kendilerine rahat, keyif ve zenginlikler sağlarken diğer insanlar ile olan ilişkileri ve toplum düzeni açısından ve "kendileri açısından" sebep oldukları "olumsuzlukları" düşünmeyenler için "aldatıcı" olduğu açıklanmaktadır. Zira insanlar bu tür bir yaşam sürdürmeleri halinde mutlaka hata ve kötülük yapacaklardır. Bu nedenle Allah'a ve Hz.Muhammed'e iman edilmesinin insanları bu "aldatıcı" yaşam konusunda uyardığı belirtilmekte ve bütün insanlardan yaşamlarını bu açıdan gözden geçirmeleri ve ona göre ölüm sonrasındaki durumlarını düşünmeleri beklenmektedir. Böylece insanların bu Dünya ortamındaki yaşamalarının asıl amacı olarak, yaşamlarında yapacakları “iyi İşler” ve “Yaratıcıyı” tanıyarak her şeyin O’nun “İradesinin” eseri olduğunu idrak etmeleri ve “aldatıcı” dürtülerden arınarak “İnsan Olmak” için “bir süre” bu ortamda bulunduklarını unutmamaları gerekmektedir.
Ayrıca yeryüzünde insanların başına gelen herhangi bir kötü olayın (musibet) meydana gelmesinden (yaratılmasından) önce, bir "kitapta" yazılı olduğu bildirilmektedir. Bunun şüphesiz Allah'a göre "kolay" olduğu hatırlatılarak bu Evren ve yeryüzü ortamında meydana gelen her olayın ve her şeyin Allah'ın "İradesi" olarak "Arş" ortamında (Levh-i Mahfuz) belirlendiği (Kitapta bulunduğu) ifade edilmektedir.
Bu ifade ile Yüce Allah'ın Evren'in yaratılması, sürdürülmesi ve sonlandırılması ile ilgili her şeyin "İradesi" ile düzenlediği "kurallara" ve "koşullara" göre gerçekleştiği bir defa daha açıklanmaktadır.
Bu durumda bu Evren ve yeryüzü ortamında yaşayan insanlar, bu ortamın nitelik ve özelliklerini tanımak ve akıllarını kullanıp ona göre iş yapmak durumundadır. Bu durumda yapılaşma, ulaşım, beslenme, giyim vs. gibi insanlarca yürütülen bütün konularda, bu ortamın "Yaratıcı" tarafından konulmuş olan "kural ve koşullara" göre oluştuklarının ve diğer yaşama (Ahiret) ait olayların da Ayetler ile kendilerine bildirilen "gerçekler" çerçevesinde gerçekleştiklerinin ve "doğru" olduklarının her an dikkate alınması gerekmektedir.
Yüce Allah bu uyarıları insanların sahip olduklarının "kendilerinin becerisi" olduğunu düşünerek "şımarmamaları" gerektiğine dikkat çekmek üzere yaptığını belirterek bu ortamdaki kural ve koşulları, dolayısı ile "Yaratanı" dikkate almadıkları için kendini beğenip böbürlenen kimseleri "sevmediğini" açıklamaktadır. Bu nedenle insanlardan kaybettiklerine (elinizden çıkana) üzülmemeleri istenmektedir.
Böylece insanların kazandıklarının ve ellerinden çıkanların Evren ortamında geçerli olan Allah'ın "değişmez" kural ve koşullarına göre meydana geldiğini düşünmeleri gerektiğine işaret edilmektedir.
Bu uyarıları dikkate almayanların "cimrilik" ettikleri ve insanlara da cimriliği emrettikleri belirtilmekte ve bu şekilde Allah'tan yüz çevirenlere şüphesiz Allah'ın zengin ve yüceltilmeye (hamda) lâyık olduğunu unutmamaları ihtar edilmektedir.
Yüce Allah, "Kendi Halifesi" olarak yaratmış olduğu "Akıllı İnsanlara" sahip oldukları "Bilgi Birikimleri" ile anlayabilecekleri şekilde "Açık Delillerle" Peygamberler (Uyarıcılar) gönderdiğine ve toplum yaşamlarında "Adaleti" yerine getirmeleri için insanların devamlı olarak başvuracakları "Bilgileri" bu Uyarıcılara "Vahiy" olarak "İndirdiğine (Kitap) işaret etmektedir. Ayrıca çok daha önemli bir hatırlatma olarak da Evren ve yeryüzündeki bütün dengeleri sağlayan kural ve koşulları (mîzanı) düzenlediğini açıklamakta ve insanların "Akıllarını" kullanmaları ve bulundukları Evren ve Dünya ortamının "Düzeni" ve "Dengesi" ile ilgili (Mîzanı) bütün konuları araştırmaları, Yüce Allah "Varlığının" ve "Yaratıcılığının" açık "Delillerini" akılları ile görmeleri ve anlamaları gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Bu konuda bir örnek olarak "Demir" gibi çok çeşitli unsurların "Cennet Ortamındakilere Benzer" niteliklerle bu Dünya ortamında da "Hazırlandığı" belirtilmektedir. Buna göre, "Gayb" ile ilgili bir "Gerçek" olarak Allah'ın "Tek Yaratan" olduğuna (Allah'ın Dinine) ve bu "Gerçeği" bütün insanlara ileten Peygamberlerine "İnanılmasının" Allah'a iman edenlerin ve iman edenlere yardım edenlerin belirlenmesi için, diğer bir ifade ile Allah'ın maddî ve manevî olarak lütfettiklerini "doğru yolda" kullananlar olarak da tanımlayabileceğimiz "gerçek müminlerin" belirlemesi için açık bir "Delil" olduğu açıklanmakta ve şüphesiz Allah'ın "Kuvvetli" ve daima "Üstün" olduğu bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Allah'a iman etmeyip inkâr edenlerin ve insanları da Allah'a iman etmekten alıkoyanların işlerinin, söz ve davranışlarının faydasız ve boş olduğu belirtilmekte ve insanlara doğru yola yönelmeleri ile ilgili açıklamalar yapılmaktadır.
İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır. (95/1), (47/1)
İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. (95/2), (47/2)
Bunun sebebi, inkar edenlerin bâtıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır, işte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. (95/3), (47/3)
Ey iman edenler! eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. (95/7), (47/7)
İnkâr edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. (95/8), (47/8)
Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir, Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. (95/9), (47/9)
Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yere batırmıştır, kafirlere de onların benzeri vardır. (95/10), (47/10)
Bu, Allah'ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır, kafirlere gelince, onların yardımcıları yoktur. (95/11), (47/11)
Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar; inkar edenler ise faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler, onların yeri ateştir. (95/12), (47/12)
Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mu? (95/14), (47/14)
Müttakîlere vadolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır; orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır, hiç bu, ateşte ebedi kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu? (95/15), (47/15)
Yüce Allah bütün insanlara Allah'ı inkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini "boşa çıkardığını" bildirmektedir. Buna göre Allah'ı inkâr edenlerin gerçek ve geçerli olmayan kanaat ve düşüncelere sahip olmaları (batıla uymaları) sebebiyle yaşarken yaptıkları "iyi işlerin" ölümleri sonrasındaki "değerlendirme" esnasında "boşa çıkacağı" yani hiçbir değerinin olmayacağı açıklanmaktadır.
İnsanların yaratılışı ile ilgili Ayetlerde Şeytan'ın ilk insanlar olan Adem ve Havva'yı yanıltarak onların hata yapmalarına ve Cennet ortamından "indirilmelerine" yol açtığı belirtilmektedir. Bu Ayetlerde yer alan açıklamalardan insanların Allah yolundan alıkoyulmasında en önemli etkenin "Şeytan" olduğu bildirilmektedir. Allah'ın "Yaratılış" ile ilgili "iradesini" yürütmekle görevli olarak yaratmış olduğu bir çeşit "enerji" olarak anlayabileceğimiz Şeytan, bu ilk insanların "nefislerinde" bulunan "merak" duygusundan yararlanarak onları "meraklarına" yenilmelerini sağlayıp hata yapmaya yönlendirdiği anlaşılmaktadır.
İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (16/17)
Bu durumda insanların kendi nefislerine hakim olamamalarının onları Allah yolundan alıkoyduğu dikkate alındığında, insanlardan bu ortamdaki yaşamlarında "nefislerini" her an onları Allah'ı anmaktan ve Allah yolundan alıkoymak için uğraşan "Şeytan'ın" etkilememesi için "mücadele" etmeleri (cihat etmeleri) beklenmektedir
Öte yandan, Allah'a ve Hz.Muhammed'e gerçek (hak) olarak indirilene (Kur'an) inanıp iman ederek bu ortamda yaşarken yararlı ve iyi işler yapanların hata ve noksanlarının (günahlarının) "örtüleceği" ve ölüm sonrasındaki Ahiret ortamında "hallerinin düzeltileceği" belirtilmektedir. Buna göre inkâr edenlerin gerçek ve geçerli olmayan kanaat ve düşüncelerinin (batıla uymalarının), iman edenlerin ise Allah'tan gelen hakka (doğru yola) uymalarının bu duruma sebep olduğu bütün insanlara kendi yaşamlarından ders alacakları "örnek" olarak belirtilmekte ve böylece bütün insanlara ölümlerinden önce bu ortamda yaşarlarken Allah'a iman edip etmeme arasındaki gerçekleri dikkate alarak davranışlarını ona göre değerlendirmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu uyarı ve açıklamalar ile Allah'a iman edenler ve inkâr edenler ile ilgili sonuçlara bir "delil" olarak işaret edilerek bütün insanlar Allah'a "iman etmeleri" için "uyarılmakta" ve özendirilmektedir. Nitekim Allah'ın bildirdiği "gerçeklere" iman edenlerin, bu "imanları" ile diğer insanlara örnek ve önder olarak Allah'a yardım etmeleri halinde, Allah'ın da bu insanlara yardım edeceği ve yanlış yollara sapmalarını önleyeceği (ayaklarını kaydırmayacağı) bildirilmekte; buna karşılık İnkâr edenlerin hakkının "yıkım" olduğu ve Allah'ın onların yaptıklarını, Allah'ın indirdiğini (Kur'an’ı) beğenmemeleri nedeniyle, "boşa çıkardığı" tekrar edilmektedir.
Ayrıca inkâr edenlere ve bütün insanlara yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu (Allah'ın onları yere batırdığını) görmeleri öğüt verilmekte ve hala inkarda devam eden kafirlere de sonlarının onların benzeri gibi olacağı ihtar edilmektedir. Bu uyarıların aslında Allah'ın sonsuz "merhameti" ile inananların yardımcısı olmasından dolayı yapıldığı belirtilerek bunları dikkate almayan kafirlerin yardımcılarının bulunmadığı yeniden hatırlatılmaktadır.
Yapılan bu hatırlatmalar yanında bu ortamdaki yaşamlarında Allah'a inanıp iyi işler yapanların "ödül" olarak muhakkak altlarından ırmaklar akan "cennetlere" konulacağına ve Allah'tan gelen apaçık bir delil (Ayetler) üzerinde bulunarak onlara "iman edenlerle" nefsinin dürtülerine uyarak yaptıkları kötü işleri kendisine güzel görünen ve heveslerine uyan kimse gibi olmayacağına dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda müminlere (muttakilere) artık başka bir ölüm olmadan yaşayacakları vaat olunan Cennet'te, bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar, süzme baldan ırmaklar bulunduğu ve her çeşidinden meyvelerin onların olacağı, ayrıca Allah'ın onları Dünya yaşamlarında yaptıkları hata ve noksanlarını bağışlayacağına işaret edilmektedir.
Buna göre "Müminlerin", yapılan "uyarılara" inanmayarak Dünya yaşamlarında Allah'ı inkâr etmeleri yüzünden ölümleri sonrasında mecazi bir canlandırma olarak "ateşte" ebedi kalan ve "bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler" olarak tanımlanan inkâr edenler ile bir olmadığı hatırlatılmaktadır. Ayrıca inkâr edenlerin yeryüzündeki yaşamlarını sürdürmek amacına yönelik olarak Allah'ın bütün insanlara "lütfettiği" dünyadaki olanaklardan "bilinçsizce" faydalanarak onlardan "hayvanların yediği" gibi yedikleri ve onların ölüm sonrasında ceza görecekleri (onların yeri ateştir) açıklanmaktadır.
Burada içenlere "lezzet" veren "şaraptan ırmaklar" olarak yapılan tanımlamada belirtilen "şarabın" insanların binlerce yıl öncesinden bu yana "üzümden" elde ettikleri şarap olmasına rağmen, içenleri "sarhoş" etmeyen aksine lezzet veren bir nitelikte olduğuna işaret edilmektedir. Buna göre Cennet ortamında insanlara "sunulacak" olan şarabın sarhoş edici bir nitelikte olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu konularda "Cennet'in Özellikleri" ve "Cennet Hayatı" bölümlerinde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Böylece bütün insanlara kendilerine bildirilen "gerçekler" doğrultusunda "iman" etmeleri gerektiği üzerinde düşünmeleri "ihtar edilerek" doğru yola yönelmeleri öğüt verilmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara "Tek Yaratıcı Güç" olarak Evren ve Dünya ortamının yaratılması ve ölüm sonrasındaki ortamlarda karşılaşacakları sonuçların Dünya ortamındaki yaşamları ile ilgili olduğunu bildiren çok sayıdaki Ayetlerinde açıkladığı bazı "gerçeklere" yeniden dikkat çekmekte ve insanları akıllarını kullanarak bunlar üzerinde araştırma ve incelemeler yapmaya ve edindikleri bilgilere göre "Yaratılış" hakkında fikir edinmeye yönlendirmektedir.
Rahman (97/1), (55/1)
Kur'an'ı öğretti. (97/2), (55/2)
İnsanı yarattı. (97/3), (55/3)
Ona açıklamayı öğretti. (97/4), (55/4)
Güneş ve Ay bir hesaba göre (hareket etmekte) dir. (97/5), (55/5)
Bitkiler ve ağaçlar secde ederler. (97/6), (55/6)
Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. (97/7), (55/7)
Sakın dengeyi bozmayın. (97/8), (55/8)
Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın. (97/9), (55/9)
Allah, yeri canlılar için yaratmıştır. (97/10), (55/10)
Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır. (97/11), (55/11)
Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. (97/12), (55/12)
O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/13), (55/13)
Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. (97/14), (55/14)
Cinleri öz ateşten yarattı. (97/15), (55/15)
O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/16), (55/16)
O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir. (97/17), (55/17)
Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/18), (55/18)
İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. (97/19), (55/19)
Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar. (97/20), (55/20)
O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/21), (55/21)
İkisinden de inci ve mercan çıkar. (97/22), (55/22)
Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/23), (55/23)
Denizde yüce dağlar gibi yükselen gemiler de Allah'ındır. (97/24), (55/24)
Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/25), (55/25)
Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. (97/26), (55/26)
Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak. (97/27), (55/27)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/28), (55/28)
Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)
O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/30), (55/30)
Ey insan ve cin! sizin de hesabınızı ele alacağız. (97/31), (55/31)
Hal bu iken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/32), (55/32)
Ey cin ve insan toplulukları! göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin, ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz. (97/33), (55/33)
Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/34), (55/34)
Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve yardımlaşamazsınız. (97/35), (55/35)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/36), (55/36)
Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman, (97/37), (55/37)
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/38), (55/38)
İşte o gün insana da cine de günahı sorulmaz. (97/39), (55/39)
O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/40), (55/40)
Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar. (97/41), (55/41)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/42), (55/42)
İşte bu, suçluların yalanladıkları cehennemdir. (97/43), (55/43)
Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar. (97/44), (55/44)
Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/45), (55/45)
Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır. (97/46), (55/46)
Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? (97/47), (55/47)
İki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur. (97/48), (55/48)
Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/49), (55/49)
İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır. (97/50), (55/50)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/51), (55/51)
İkisinde de her türlü meyveden çift çift vardır. (97/52), (55/52)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/53), (55/53)
Hepsi de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar, iki cennetin de meyvesinin devşirilmesi yakındır. (97/54), (55/54)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/55), (55/55)
Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur. (97/56), (55/56)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/57), (55/57)
Sanki onlar yakut ve mercandırlar. (97/58), (55/58)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/59), (55/59)
İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir? (97/60), (55/60)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/61), (55/61)
Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır. (97/62), (55/62)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/63), (55/63)
Bu cennetler koyu yeşildirler. (97/64), (55/64)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/65), (55/65)
İkisinde de durmadan fışkıran iki kaynak vardır. (97/66), (55/66)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/67), (55/67)
İkisinde de her türlü meyveler, hurma ve nar vardır. (97/68), (55/68)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/69), (55/69)
İçlerinde huyu güzel yüzü güzel kadınlar vardır. (97/70), (55/70)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/71), (55/71)
Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş hûriler vardır. (97/72), (55/72)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/73), (55/73)
Bunlara onlardan önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur. (97/74), (55/74)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/75), (55/75)
Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel döşemelere yaslanırlar. (97/76), (55/76)
Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (97/77), (55/77)
Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir. (97/78), (55/78)
Ayetlerde kendilerine "Akıl" verilmiş olan insanların elde ettikleri bilgiler çerçevesinde çevresindeki her şeyin yaratılışında bu "Muhteşem Yaratıcı Gücün" etkisini göreceklerine işaret edilmekte ve bu tür araştırmaların ve incelemelerin bu ortamın sona ereceği zamana kadar sürdürülmesi "bütün insanlardan" beklenmektedir.
Yüce Allah sonsuz merhameti ile "Kendisine" inanan inanmayan bütün insanlara bu ortamdaki yaşamları için yararlanacakları her şeyi verdiğini (Rahman olduğunu) bildirmektedir. Buna bağlı olarak Evren'i, Dünya'yı ve henüz bilgi sahibi olmadığımız bunların "ötesinde" bulunanları yarattığını, “Yoktan” yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu, "Yaratılış" ile ilgili bilgilerin bir bölümünü ilk olarak Arş ortamında (Gerçek Ortamda) yarattığı ve bu Dünya ortamına ilk "Akıllı" insanlar olarak gönderdiği Adem ve eşi Havva'ya ve onlardan itibaren geçmişte yaşamış olan insanlara da gönderdiği "uyarıcılar ve peygamberler" aracılığıyla ilettiğini, son olarak bu bilgileri Hz.Muhammed'e Kur'an Ayetleri ile "vahiy ettiğini" açıklamaktadır. Ayrıca Hz.Muhammed'e, onun toplumuna ve sonra da Evren ortamının sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün "akıllı insanlara", söz konusu bilgileri (gerçekleri) anlayabilmeleri için Kur'an Ayetlerini açıklamayı da yine Kur'an Ayetleri ile "öğrettiğini" bildirmektedir.
Bütün insanlara "Akıllarını" kullanarak "Yaratılış" ile ilgili Ayetleri araştırmaya "yönelmeleri" için güneşin ve ayın "bir hesaba göre" hareket etmekte oldukları, bitkilerin ve ağaçların "Yaratıcıya" secde ettikleri, her an hayranlıkla izledikleri göğü Allah'ın "yükselttiği" ve gökyüzündeki dengeyi (mîzanı) Allah'ın koyduğu örnek olarak gösterilmektedir.
Bunun yanında bütün insanlara yapacakları araştırma ve incelemelerde verilen bu örneklerde sözü edilen "denge" üzerinde önemle durulmasının ve "bozulmamasının" gerektiği önemle hatırlatılmakta ve "ihtar" edilmektedir. Çünkü ilgili Ayetlerde ayrıca bildirildiği gibi, Evren ve onun bir parçası olan Dünya ortamında "İnsanların" yaşamlarını sürdürmelerine olanak sağlamak üzere gerek duyacakları ve yararlanacakları "her şey" Yaratıcı Güç tarafından tasarlanarak eksiksiz olarak hazırlanmıştır (Nimetler) ve insanların faydalanmalarına sunulmuştur.
Bu nedenle insanlardan, bilgisizce, hoyratça ve "çıkarları" için "açgözlülükte" hiçbir sınır tanımadan bu dengeleri "bozacak" davranışlarda ve “müdahalelerde" bulunmaları sonucunda büyük "sorunlara" neden olabilecekleri bildirilmekte ve güneş ve ayın hareketleri, bitkilerin ve ağaçların bulundukları çevre ile uyumlu olarak gelişmeleri ve döngüleri (secde etmeleri), insan yaşamı için hayati olan atmosferdeki (havaküre) bileşimlerin dengeleri örnek alınarak bu ortamda yapılacak her türlü işlemin ve müdahalenin Evren ortamının "genel dengesi" açısından birbirlerine "bağlı" olduklarına dikkat edilerek "yapılması" beklenmektedir. (Bu konularda Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.)
Öte yandan, insanlar arasındaki işlemlerde de "denge" unsurunun "hakkaniyet" ölçüsüne bağlı olduğuna işaret edilerek, insanların "haklarına" saygı gösterilmesi gerektiği, alışverişlerde ölçüyü adaletle tutmaları ve eksik tartmamaları bildirilerek hatırlatılmaktadır. Bu örnek dikkate alınarak bütün insanlardan diğerlerinin de "kendileri" gibi bir "birey" olduklarını ve kendilerine bir haksızlık yapıldığında nasıl hissedeceklerine ve ancak verilen öğütler dikkate alındığında toplum düzeninin sağlanabileceğine dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah yeryüzünü "canlılar" için yarattığını bildirmektedir. Buna göre, "gerçek ortamda" yarattığı "İnsanın" bir "benzeri" olarak insanların "beden" yapılarının bu ortamda yaşamasına uygun hale gelmesi için geçirdiği gelişme ve değişimler (Evrimleşme) çerçevesinde, bu ortamda çok çeşitli "canlıları" yarattığını, ayrıca bu canlıların ve insanların hayatlarını sürdürmelerinde yararlandıkları meyve ve hurma ağaçlarını, yapraklı daneleri, hoş kokulu bitkileri yarattığını hatırlatmakta ve "Akıl" verdiği insanlardan yararlandıkları ve kendilerine bildirilen bütün bu "gerçeklerden" hangisini yalanlayabileceklerini "söylemelerini" böylece "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" hakkında "düşünmelerini" istemektedir.
Bu suredeki Ayetlerde otuzbir defa tekrarlanan ve "O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" şeklinde tercüme edilen "Febieyyi âlâ rabbikumâ tukezzibân" cümlesindeki "âlâ" kelimesinin Allah'a ait sonsuz ve sınırsız "güç ve kudret" manasında olduğu ve "rabbikuma tukezziban" ifadesinin de "ikinizin Rabbi" ve "inkâr edebilir misiniz" anlamını taşıdığı tefsirlerde belirtilmektedir. Burada "ikinizin Rabbi" ifadesinin ise bazı tefsirlerde "insan ve cin" ve bazılarında ise "kadın ve erkek insanlar" şeklinde yorumlandığı görülmektedir. Buna göre insanların belirtilen "gerçeklere" dikkatlerini çekmek üzere çok sayıda tekrarlanan bu Ayetin, tefsircilerin çoğunluğu tarafından kabul edildiği gibi, "O halde ikinizin de "Rabbi olan" Allah'ın hangi nimet ve kudretini inkâr edebilirsiniz" olarak anlamlandırılmasının ve "ikinizin de" ifadesinin de kadınlar ve erkekler olarak insanlara yönelik olduğunun kabul edilmesinin daha "doğru" olacağı söylenebilir. Zira Kur'an Ayetleri bu ortamda yaşayan kadın ve erkek bütün "insanlara" hitap etmekte ve onlara halen bulundukları Evren ve Dünya ortamı ve ölüm sonrasında yeniden diriltildiklerinde bulunacakları "Ahiret" ortamları ile ilgili "gerçekleri" bildirmektedir.
Allah insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattığını ve cinleri de "öz ateşten" yarattığını burada yeniden açıklamakta ve "Akıl" verdiği insanlardan yararlandıkları şeylerden (nimetlerden) ve kendilerine bildirilen bütün bu "gerçeklerden" hangisini yalanlayabileceklerini "söylemelerini" böylece "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" hakkında "düşünmelerini" istemektedir.
Yüce Yaratan ayrıca iki doğunun ve iki batının "Allah'ı" olduğunu belirterek, "yıl" olarak tanımladığımız "zaman" döngüsündeki her bir günde güneşin doğuşunu ve batışını Dünya ortamının "farklı" noktalarında gerçekleştirdiğine işaret etmektedir. Bu durum Dünya ortamına benzer olarak diğer bütün galaksilerdeki gezegenlerde de ışıklı ve karanlık durumların her gezegene özel süreçte olan dönemlerde farklı "doğuş" ve "batış" noktalarında oluştuğunu da göstermektedir. Öyleyse, "Akıl" verdiği insanlardan yararlandıkları şeylerden (nimetlerden) ve kendilerine bildirilen bütün bu "gerçeklerden" hangisini yalanlayabileceklerini "söylemelerini" böylece "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" hakkında "düşünmelerini" istemektedir. (Bu konuda Evrendeki ve Dünyadaki Fizik Yasaları bölümünde açıklama bulunmaktadır.)
Bu Ayetlerin yer aldığı ve “Rahman” olarak adlandırılan surenin son bölümünde Allah’a iman eden “müminler” için Cennet ortamlarında daha önce ne bir insan ne bir cinin dokunmadığı ve otağlar içinde yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanan huyu güzel yüzü güzel kadınların ve sahiplerine tahsis edilmiş hurilerin bulunduğu açıklanmaktadır.
Bu surede ve diğer bazı surelerde de yer alan Ayetlerde güzel kadınlar, kızlar veya huriler olarak belirtilerek yapılan betimlemelerin, insanların yeryüzünde bir süre olan yaşamlarında “çoğalmaları” ile ilgili cinsel faaliyeti ile ilgisinin bulunmadığı ve ancak ölüm sonrasında yeniden diriltildiklerinde Allah’a iman edenlerin duyacakları sonsuz huzur ve “haz” konusunun hissedilebilmesi amacı ile yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu konuda “Cennet Hayatı” ile ilgili bölümlerde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
İnananlara Hitap Edenler
Yüce Allah çok sayıdaki Ayetlerinde "İman Etmiş" olan müminlere ayrıca ve özellikle hitap ederek bulundukları "doğru yoldan" sapmamaları için uyarılar yapmakta, öğüt ve önerilerde bulunmaktadır.
Böylece iman edenlere yapılan uyarı, öğüt ve öneriler bazı ana başlıklar altında derlenmiştir.
İnananlardan Beklenenler ve İstenmeyenler
Söyle: “Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (59/10), (39/10)
De ki: “Bana, dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.” (59/11), (39/11)
“Bana müslümanların ilki olmam emrolundu.” (59/12), (39/12)
De ki: “Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım.” (59/13), (39/13)
De ki: “Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim.” (59/14), (39/14)
Hz.Muhammed'in ilettiği Kur'an’a "İnananlara" artık bundan sonra Allah'a karşı gelmekten sakınmaları öğütlenmektedir. Burada yeryüzü (Arz) olarak yapılan tanımlama ile Allah'ın bildiğimiz yeryüzüne ve bilmemizin imkânı bulunmayan diğer bütün ortamlarına ve bu anlamda "Cennetlerine" işaret edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre "Yeryüzünde" ve ölüm sonrasında bulunulacak olan "Geniş Yerlerde" Dünya ortamındaki yaşamlarında iyilik yapanların iyilik bulacağı, herhangi bir nedenle karşılaşılan zorluklara ve acılara sabrederek "İmanından" ayrılmayanlara da sayısız ödüller verileceği belirtilmektedir.
Hz.Muhammed'e, bu öğütleri insanlara iletilmesinin ve kendisine de bütün "Yaratılışların" tek "Yaratıcısının" yalnız Allah olduğuna (Dine) inanması ve Allah'a teslim olarak ibadet etmesinin (Kulluk) emredildiği, bütün insanlara açıklanmaktadır. Buna göre, bütün "Yaratılışların" tek "Yaratıcısının" yalnız Allah olduğuna inanan ve Allah'a teslim olarak ibadet edenler "Müslüman" olarak adlandırılmakta ve Hz.Muhammed'e de, insanlara iletilmek üzere "Vahiy" olarak aldığı Kur'an Ayetlerine "İlk İnanan" olarak, "Müslümanların İlki" olmasının emredilmektedir. Böylece, bütün "Yaratılışların" tek "Yaratıcısının" yalnız Allah olduğuna inanılması ve Allah'a teslim olarak ibadet edilmesi "Din" ve bu Dine inananlar da "Müslüman" olarak tanımlanmaktadır.
Buna göre Hz.Muhammed'in, Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini bütün insanlara ileten "İlk Müslüman" olarak, Allah'a karşı gelmesi halinde ölüm sonrasında yaşanacak "Büyük Günün" azabından "korktuğunu", Dininde "İçtenlikle Samimiyetle" ancak Allah'a ibadet ettiğini bütün insanlara bildirilmesi vahiy edilmektedir. İnsanlardan Hz.Muhammed'in iletmiş olduğu "Dine" onun gibi "Samimiyetle" inanarak "Yalnız" Allah'a "İbadet" etmeleri ve onun gibi "Müslüman" olmaları, böylece bu ortamdaki yaşamlarında "Huzura" kavuşarak ölüm sonrasındaki "Gerçek Kurtuluşa" ulaşmaları beklenmektedir.
Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzurnâ" deyin, dinleyin. Kafirler için elem verici bir azap vardır. (87/104), (2/104)
Ehl-i Kitaptan kafirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. (87/105), (2/105)
Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (87/107), (2/107)
Yoksa siz de daha önce Musa'ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur. (87/108), (2/108)
Arapçada "Rainâ" kelimesinin değişik anlamlara gelmesi nedeniyle, inanmayanların bundan yararlanarak inananları alaya almaları ve küstahlaşmaları üzerine Allah, aynı anlamı veren bir başka sözcüğü önermiştir. Ayrıca inanmayanların, inanan kişilerin bir iyilik ile karşılaşmalarını veya iyi durumda olmalarını istemeyecekleri açıklanmaktadır.
Burada çok önemli bir işaret olarak Allah'ın bazı ayetlerin yerine daha iyisini getirdiğinin belirtilmesidir. Bu husus, özellikle insan ilişkileri ve toplumsal düzen ile ilgili konulardaki Ayetlerin incelenerek, aynı konuda olanların birlikte ele alınmasını ve geliş zamanına göre bunlardan öncekilerinin yürürlükten kaldırıldıklarının veya unutulması gerektiğinin anlaşılması gereğidir.
Muhkem bir ayet olan bu Ayetin Kur'an Ayetlerinin anlaşılabilmesi açısından "Anahtar" olarak kullanılması gerekir. Çünkü Yüce Yaratan Peygambere "vahiy ettiklerinin" hükmünü kaldırması veya o Ayeti unutturmasının da "Kendi" tasarrufunda ve yetkisinde olduğunu, zira "Kendisinin" her şeye "Kadir" olduğunu bildirirken yaratmış olduğu "Evren'in" mülkiyetinin ve hükümranlığının da sadece "Kendisinde" olduğunu delil olarak göstermekte ve insanlar için "Kendisinin" dışında ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulunmadığını önemle hatırlatmaktadır.
Bu durumun önemine işaret olarak insanlara Musa toplumunun "inanmaktaki" tereddütleri nedeniyle bahane olarak ona yönelttiği gibi sorular mı sormak istedikleri, yani Hz.Muhammed'in ilettiklerinden kuşku mu duydukları sorularak bu durumun inkar (Küfür) olduğu ve imanı böylece küfürle değiştirmeleri halinde Allah'ın yolundan (dosdoğru yoldan) sapmış olacakları açıkça ihtar edilmektedir.
Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin. (87/172), (2/172)
İnsanların bu "Dünya" ortamındaki yaşantılarının belli bir zaman ile sınırlı olmasında, bu ortamda bulunan ve insan hayatını kısıtlayan birçok etkenin bulunması en önemli role sahiptir. Bu nedenle, insanların daima temiz olan gıdaları yemeleri gerekir.
Bu bir uyarı ve dikkate alınması gereken çok önemli bir husustur. Zira, bu hususa uyulmaması, insanın buradaki zamanını kısaltan sonuçları doğuracaktır. Allah insanları bu konuda net olarak uyarmakta ve bu uyarıyı anlayan inanmış insanların da bu bilinç ile Allah’a şükür (teşekkür) etmelerini beklemektedir.
De ki:" Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak Allah'a teslim oluruz."(89/84), (3/84)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)
Yüce Allah bütün "Akıllı İnsanlara" uyarı, öğüt ve önerilerini Hz.Muhammed'e vahiy ettiği Kur'an ile "son olarak" açıkladığını ve bunların bütününün "Din" olarak tanımlayarak bu Dine "İslam" adını verdiğini açıklamakta ve bundan başka herhangi bir inancı veya dini kabul etmeyeceğini açık bir şekilde ve kesin olarak Ehli Kitab'a ve müminlere (Müslümanlara) hatırlatmaktadır.
Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. (89/102), (3/102)
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve Allah'ın nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. (89/103), (3/103)
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (89/104), (3/104)
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. (89/105), (3/105)
Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyle ise inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (89/106), (3/106)
Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedi kalacaklardır. (89/107), (3/107)
İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez. (89/108), (3/108)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır. (89/109), (3/109)
Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu, içlerinde iman edenler var; çoğu yoldan çıkmışlardır. (89/110), (3/110)
Böylece Allah'a iman etmiş olan müminlere "Allah'ın Yolu" olan "Doğru Yoldan" ayrılmamalarını, Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkmalarını ve ancak Müslümanlar olarak can vermelerini öğüt vermektedir.
Ayette belirtilen "Allah'tan Korkmak" ifadesi, Allah'ın rahmet, merhamet ve sevgisinden mahrum kalmaktan ve bu nedenle de Allah’ın gazabından, azabından ve Cehenneminden korkmak olarak açıklanabilir.
Allah'a ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna inanmış ve iman etmiş olanlara bazı Ayetlerde "Allah'ın İpi" olarak ifade edilen İslam'a sımsıkı sarılarak "ayrılıklara" düşmemeleri ihtar edilmektedir.
Burada Arap toplumuna önceleri birbirlerine "düşman" iken Hz.Muhammed'in ilettiği Allah'ın uyarı, öğüt ve öneriler ile "birlik" oldukları, "gönüllerinin" birleştirildiği ve "kardeş" oldukları, bunun Allah'ın bir "nimeti" olduğu ve böylece mecazen "ateş çukuru" olarak belirtilen toplum barışına zarar veren "çekişme" hallerinden "kurtarıldıkları" hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma ile Allah'ın Yolu veya "doğru yol" olarak tanımlanan İslam'ın bütün "insanlık" için de aynen Allah'ın bir lütfu (nimeti) olduğu "Ehli Kitaba" da bildirilmektedir.
İman etmiş olanlara ayrıca aralarından bütün insanlara İslam'ın Allah'ın bir lütfu (nimeti) olduğunu bildirerek onları "hayra" çağıracak ve iyiliği emredip kötülüklerden men edecek bir "topluluk" bulundurmaları önerilmektedir. Ayrıntılı olarak açıklanmamakla birlikte bu topluluğun bilgili ve aklıselim insanlardan oluşturularak çeşitli şekillerde ve ortaya çıkan fırsatlarda Allah’a iman etmeyen ve Hz.Muhammed’in bildirdiği Kur’an’a inanmayan veya karşı gelenlere İslam hakkında bilgi vermesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
İslam'ın insanlar arasında daha fazla yaygınlaşması için bu tür faaliyette bulunanların "kurtuluşa" ereceklerine işaret edilmektedir. Ancak diğer Ayetlerde açıklandığı ve Hz.Muhammed'e önerildiği gibi, bu faaliyet esnasında insanlar üzerinde "zorlamalarda" bulunulmayacağının ve özellikle de "şiddet" uygulanılmayacağının unutulmaması gerekmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara ölüm sonrasında "Kıyamet" sürecinde yeniden diriltildiklerinde nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı zamanı düşünmelerini öğüt vermekte ve özellikle iman ettikten sonra doğru yoldan ayrılarak ölenlere "inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı!" denileceğini bildirmektedir. Ancak o zaman yüzleri ağaranların (iman edenlerin) ise Ayetlerde vaat edildiği gibi Allah'ın rahmeti içinde (Cennet Ortamlarında) olacakları ve orada ebedi kalacakları açıklanmaktadır.
Yüce Allah bu "gerçeklerin" bütün insanlara iletmesi için Hz.Muhammed'e okuduğu Ayetler olduğuna dikkat çekmekte ve hiç bir kimseye haksızlık etmek istemediğini bildirmektedir. Buna göre bütün insanlara bu Ayetleri dikkatle okuyup anlamalarının, onlardaki "gerçekleri" idrak ederek Allah'a iman etmelerinin gerektiği, zira göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın olduğu ve bütün işlerin dönüp dolaşıp Allah'a varacağı hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, bütün "Akıllı İnsanlara" ilettiklerinin tamamının "Din" olduğunu, bu Dinin "Kendisinin" her şeyi “Yoktan” yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu bu "gerçeklerle" ilgili uyarı, öğüt ve önerilerini topluca "İslam" olarak adlandırdığını, bundan başka herhangi bir inancı veya dini kabul etmeyeceğini açık bir şekilde kesin olarak bütün insanlara "ilettiğini" ve böylece "İslam’ı" bütün insanların "iyiliği" için ortaya çıkardığını açıklamaktadır.
Allah böylece bu ortamda yaşayacak olan bütün insanların "iyiliği" için, Allah, Yaratılış ve Yaratıcı ile ilgili gerçekleri açıklayan İslam'ı ortaya çıkardığını, ve İslam'a iman edenlerin (müminlerin) iyiliği emredenler kötülükten men edenler ve Allah'a inananlar olarak "en hayırlı" toplum olduğuna işaret etmekte ve Allah'ın her şeyin "yaratılışındaki" amacını ve her şeyi yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğu "gerçeğini", yani "İslam’ı" anlatarak insanları Allah'ın Yoluna (Doğru Yola) yönelteceklerine işaret edilmektedir.
Bu nedenle Ehli Kitab'ın bu amaç ve gerçekleri dikkate alarak Allah'ın bütün insanlara "son" olarak bildirdiği gerçeklere inanmış olmalarını onlardan beklediğini, onların buna inanmadıklarını, şayet inanmış olsalardı bunun onlar için çok "iyi" olacağını anlayacaklarını belirterek pişmanlık duyacaklarını bildirmektedir.
Allah, müminleri bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırdeder. O halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır. (89/179), (3/179)
Ayette Yüce Allah Müslümanların şu andaki durumlarında bırakmayacağını ancak gelecekte nasıl bir gelişme olabileceğini de (gayb) bildirmeyeceğini açıklamaktadır. Gerçekten de şu anda yeryüzündeki insanların hemen tamamının "Dindar" olduklarını söylemelerine rağmen, bireysel veya toplumsal ilişkilerinde peygamberleri tarafından iletilen "Allah'ın Ayetlerine" göre davranmamaları sonucunda Allah'a iman edilmesinde "birlik" sağlayamadıkları görülmektedir. Zira Allah'a iman konusunda Hz.Muhammed'den önceki peygamberlerin bildirdikleri "Ayetlerin Asıllarının" zaman içinde insanların her türlü "çıkarları" uğruna değiştirilmesinin veya ortadan kaldırılmasının sonucu olduğu tarihi kayıtlardan ve yaşanmış olaylardan anlaşılmaktadır.
Allah'a iman konusundaki bu durumun Yüce Allah'ın görevlendirdiği Hz.Muhammed ile bütün insanlara "son olarak" yeniden topluca derleyerek gönderdiği uyarı, öğüt ve önerilerini açıklayan Kur'an Ayetlerininde de belirtilmesine rağmen, halen sürdüğü söylenebilir. Böylece bir kısım insanlar ve oluşturdukları "gruplar", Hz.Muhammed'in ilettiği Kur'an'ı da reddetmeleri sonucunda, Allah'a iman ile ilgili olarak ortaya çıkardıkları "karmaşık" ve "belirsiz" ortamdan yararlanarak karar ve davranışlarında daima "kendilerine" her türlü "çıkar sağlamayı" amaç edinen bir anlayış geliştirmişler ve bunu sağlamak üzere de kendilerince belirlenen "kurallar" koymuşlardır. Sonuçta bu "çıkar" grupları kendi koydukları "kurallara" ve "şartlara" göre işlem yaparak diğer insanların durumlarını hiçe sayarak her türlü "dayatma" yapmak hatta "silahlı müdahalede" bulunmak suretiyle onlara ait doğal kaynaklar üzerindeki hakları ele geçirerek zengin ve güçlü toplumlar oluşturmuşlardır.
Bu durumun sonucu olarak zengin ve güçlü toplumlar tarafından oluşturulan ve yönetilen "güç ortamı" nedeniyle "İman" konusunda aralarında "birlik" sağlayamamış olan topluların ve özellikle de Müslüman toplumların sahip oldukları doğal kaynaklarına ve "zenginliklerine" ulaşamadıkları, daha da kötüsü olarak onları sömürerek "zenginleşen" güçlü toplumların etkisinde kalarak kendi aralarında da düşmanlık yaptıkları görülmekte ve yaşanmaktadır.
Ayetteki ifadelerden Yüce Allah'ın zengin ve güçlü toplumlarca "sömürülen" iman etmiş "Müslüman" toplumları ve Müslüman olmamakla birlikte "sömürülen" diğer toplumları "bulundukları durumda" bırakmayacağına işaret edilmektedir. Buna göre bütün insanlara ve yeterli imanı bulunmayan Müslümanlara Allah'a ve "son" peygamber olan Hz.Muhammed'e "samimiyetle" iman edilmesi öğütlenmekte ve Allah'a ve Ayetlerine iman edip samimiyetle inananlar (takva sahibi olanlar) için çok büyük ecir (kazanç) bulunduğu bildirilmektedir.
Bu durumda "İnanan" toplumlarda ve Müslüman olan toplumlarda zamanla meydana gelen bozulmalar ve inanç sapmaları sonucunda karamsarlık veya umutsuzluk oluşması halinde, sonuçta Allah'a ve Ayetlerine iman edip samimiyetle inanmaları halinde mağdur olmayacakları ve bu durumlardan ancak Allah'a ve Peygamberlerine iman edilmesi ile çıkıla bilineceği açıklanmakta ve kurtuluşun bu şekilde olabileceği bildirilmektedir. Ancak bulunulan durumlarından kurtuluşun gelecekte nasıl bir "şekilde" olabileceğinin (gayb) bildirilmeyeceği açıklanmakla bu toplumlara "akıllarını kullanarak" içinde bulundukları durumu fark etmelerinin ve ona göre çözüm ve kurtuluş yollarını düşünerek uygulamalarının gerekli olduğu hatırlatılmaktadır.
Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. (89/190), (3/190)
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler,"Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" (89/191), (3/191)
"Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur." (89/192), (3/192)
"Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!" (89/193), (3/193)
"Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vaadinden caymazsın!" (89/194), (3/194)
Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. " Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler, andolsun ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli Allah'ın katındadır." (89/195), (3/195)
İnkârcıların diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! (89/196), (3/196)
Azıcık bir menfaattır o. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! (89/197), (3/197)
Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedi olarak kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki daha hayırlıdır. (89/198), (3/198)
Allah’a ve "Yaratıcılığına" delil olarak göklerin ve yerin (Evrenin) yaratılmasının ve Dünya ortamında gece ve gündüzün meydana gelmesinin Allah'a dair "Delillerden" oldukları ve bunlarda "Aklını" kullanan (Aklıselim olan) insanlar için "gerçekten" açık dersler bulunduğu bildirilmektedir. Aklını kullananların ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken, her zaman Allah'ı andıkları ve göklerin ve yerin (Evrenin) yaratılışı hakkında derin derin düşündükleri belirtilmekte ve Allah'a ve yaratıcılığına inanıp iman ettiklerine işaret edilmektedir. Buna göre "İman Edenlerin" her an Allah'ı "anarak yüceltmelerinin" aynı zamanda "Allah'a teslimiyeti" ve "Allah'a İbadeti" ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Gerçekten de savaş veya benzer zorlu durumlarda iman edenlerin böylece Allah'ı anarak O'nu yüceltmeleri ile onlardan beklenen "salat" dualarını da (namaz) yerine getirmiş olacakları diğer bir Ayette yer almaktadır.
Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. (92/103), (4/103)
Tefsirlerde genel bir yaklaşım olarak Ayette “Namazı bitirince” şeklinde tercüme edilen bölümün “Namazı kılmak istediğinizde” şeklinde bir anlam taşıdığı belirtilmektedir. Bu durumda “zorlayıcı koşullarda" Allah'ın anılması ve yüceltilmesi olan namazın ayakta, oturarak ve yatarak ta "kılınabileceği” anlaşılabilmektedir. Kıyas yoluyla hastalık vb. mazeretlerde de namazın böyle kılınabileceği sonucuna varılmıştır.
Buna göre sıkıntılı ve zorlu bir durum olan savaş sırasında, Allah'ın "anılarak yüceltmesi" olan Salat’ın (namaz) ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken de yerine getirilebileceği, böylece iman edenlerin Allah'ı "daima" anabilecekleri belirtilmektedir. Ancak bu sıkıntı ve zorluklardan kurtulup "huzura" kavuşunca da "insanlardan" namazı (salat) dosdoğru kılmaları istenmekte ve namazın müminler tarafından belli vakitlerde yerine getirilmesinin istendiği (farz olduğu) hatırlatılmaktadır.
İman edenlerin göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünerek fark ettikleri "ihtişam" karşısında; “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil-rüsvay etme; şüphesiz sen vaadinden caymazsın!” diyerek "dua" ettikleri belirtilmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah'ın bu dualarına karşılık, birbirlerinin soyundan gelen "eşit insanlar" olarak ister erkek ister kadın olsun Allah yolunda çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağını, Allah yolunda eziyete uğrayanların, yurtlarından çıkarılanların, savaşarak ölenlerin kötülüklerini örteceğini ve onları Allah'tan bir mükafat olarak, içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağını, bunun Allah tarafından bir "mükafat" olduğunu, zira Allah'a imanın karşılığının en güzelinin Allah'ın katında olduğunu bildirdiği açıklanmaktadır. Ayette geçen hicret ettiler ifadesinin aynı zamanda Allah'ın Hz.Muhammed'e vahiy edip bildirdiklerine inanarak Şeytanın dürtülerine maruz kalan nefislerini sevaba ve itaate yönelten müminleri de kapsadığı düşünülebilir.
İman edenlere bir uyarıda bulunulmakta ve Allah'ı ve Allah'ın bütün insanlara ilettiği "gerçekleri" inkâr edenlerin serbestçe diyar diyar dolaşmaları ve bolluk ve refah içinde yaşamaları karşısında, sanki bu Dünya yaşamında refah içinde yaşamaları için mutlaka "iman etmiş" olmalarına gerek olmadığını düşünerek, imanları ile ilgili kuşkuya düşmemeleri ve onların bu durumlarına aldanmamaları gerektiği bildirilmektedir. Nitekim diğer bir Ayette de inkâr edenlerin "inkârlarına" rağmen "serbest" bırakılarak diledikleri gibi yaşamalarının onlar için güzel ve hayırlı bir şey olmadığı, böylece Allah'ın onlara "inkarlarını" sürdürmeleri nedeniyle sadece "günahlarının artması" için bu fırsat verdiği bildirilmekte ve onlar için yaşamlarında ve ölümleri sonrasındaki ortamlarda alçaltıcı bir azap bulunduğu da hatırlatılmaktadır.
İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (89/178), (3/178)
Buna göre inkâr edenlerin "görünen" bu "aldatıcı" yaşamlarının, aslında burada onların gerçekleri görebilmelerini sağlayacak olan "Akıllarını" kullanmalarına engel olduğuna ve genellikle "meşru" olmayan yollarla elde ettiklerinin ölüm sonrasında iman edenlere vaat edilenler karşısında "azıcık bir menfaat" niteliğinde bulunduğuna işaret edilmekte ve bu nedenle de ölüm sonrasındaki ortamlarda (sonuçta) onların varacakları yerin "en kötü varış yeri" olan Cehennem olduğu açık olarak bildirilmektedir. Buna karşılık, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan ebedi olarak kalacakları cennetlerin bulunduğu ve Allah'a iman eden "iyi" kişiler için Allah katındaki "nimetlerin" daha hayırlı olduğu hatırlatılmaktadır.
Yapılan bu açıklama ve uyarılar ile İman eden müminlerden "imanlarını" koruyup "Akıllarını" kullanarak ve "çok çalışarak" Dünya hayatında "refaha" ve "bolluğa" ulaşmaları beklenmektedir.
Ayrıca bazı Ayetlerde Allah'ın "Kendisini" inkâr edildiğini" veya "ortaklar koşulduğunu" gördüğü, duyduğu, bildiği halde insanlardan farklı olarak hemen cezalandırma yoluna gitmediği, her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi iradesine (hikmetine) göre ve dilediği zaman hükmünü icra ettiği, bunu genellikle bütün insanlara "doğru yola" yönelebilmelerine "fırsat" tanımak ve onları "sınamak" için yaptığı ve verdiği "hükmünü" ölümleri sonrasına ertelediği belirtilmektedir. Buna göre bütün insanlar, görüp şahit oldukları kötülükleri yapan ve diğer insanların haklarını ele geçirenlerin (gasp eden) bazılarının hemen dünyada cezalandırılmama durumuna aldanarak “Nasıl olsa herkesin yaptığı yanına kalıyor” gibi bir yanılgıya düşmemelerinin gerektiği hatırlatılmakta ve uyarılmaktadır.
Ey iman edenler! Sabredin; sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz. (89/200), (3/200)
Bu "özel uyarı" Ayetinde Yüce Allah iman etmiş Müslümanlara başarıya erişebilmeleri için sabretmeleri, kararlılıkta (sebat etmekte) birbirleri ile yarışmaları, her türlü zorluklara, olumsuz durumlara ve "düşmanlıklara" karşı "uyanık" olmaları ve Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine göre davranmaları (Allah'tan korkmaları) gerektiğine işaret edilmektedir. Nitekim "Asr" Suresinde "İnsan Olmak" için gerekenler en "özlü" şekilde bildirilmektedir.
Asra yemin ederim ki (13/1), (103/1)
İnsan gerçekten ziyan içindedir. (13/2), (103/2)
Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır (13/3), (103/3)
Buna göre iman edenlere, yüzleştikleri acılara, zorluklara ve sıkıntılara göğüs germenin, katlanmanın, dayanmanın ve direnmenin ifadesi olarak "sabırlı" olmalarını ve birbirlerine de "doğru" ve "sabırlı" olmalarını önermeleri öğüt verilmektedir.
Yüce Allah "iman eden" insanların bazı niteliklerini bir defa daha açıklarken, erkek ve kadın arasında bir fark olmadığına da dikkat çekmektedir.
Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (90/35), (33/35)
Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (90/36), (33/36)
Buna göre Ayetlerde iletilen "gerçeklerin" kadın veya erkek olsun herkes için aynı derecede anlam taşıdığına işaret edilmektedir. Buna göre bazı Ayetlerde erkeklere veya kadılara hitap edilerek yapılan açıklama, uyarı, öğüt veya önerilerin her kes tarafından dikkatle okunarak erkek veya kadın herkesten onlara "uymaları" beklenmektedir.
Ayette Allah'a teslim olan (Müslüman), Allah'ı ve bildirdiklerini kabul eden (Mümin), yalnız Allah'a ibadet eden (Taat), doğru olan, sabreden, mütevazi olan, sadaka veren, oruç tutan, ırzlarını (namuslarını) koruyan, Allah'ı çok zikreden (anan) olarak bazı niteliklerine değinilen iman edenlerin Allah'ın "affetmesine" ulaşacakları ve Allah'ın onlar için büyük bir ödül (mükâfat) hazırladığı bildirilmektedir. Bu ödüle sahip olmak üzere inanmış erkek ve kadınların Allah'ın Ayetlerinde bir konu hakkında yer alan "hükmüne" ve onları iletmekle görevli Hz.Muhammed'in (Resulü) bir konu hakkında Ayetlere dayanarak verdiği "hükümlere" inanmaları gerektiği ve bunlar dışında inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkının bulunmadığı hatırlatılmaktadır. Bu nedenle de Allah'a (Ayetlerine) ve Resulüne karşı gelindiği takdirde apaçık bir "sapıklığa" düşüleceği bildirilerek bütün insanlar ve özellikle "iman etmiş" olanlar uyarılmaktadır.
Bu çok önemli uyarılara göre herhangi bir yanlış veya eksik anlamaya yol açılmaması için Ayetlerin bir "bütün" halinde değerlendirilmesi ve özellikle bir konuda bir Ayette belirtilen "hükmün" diğer Ayette veya Ayetlerde "birbirlerini tamamlayan" nitelikte yer alan hükümler ile birlikte dikkate alınması gerekmektedir. Aynı şekilde Hz.Muhammed'in yaşadığı dönemde çevresindekiler tarafından sorulan sorular veya karşılaşılan durumlar ya da anlaşmazlıklar nedeniyle kendisine baş vurulduğunda Ayetler çerçevesinde onlara verdiği cevap veya yaptığı uyarı veya öğütlerin de (Hadisler) mutlaka bu konuda uzman ve bilgi sahibi olan "bilim insanları" tarafından bir hataya meydan vermeyecek şekilde incelenmelerinin gerektiği son derece önem taşımaktadır. Zira herhangi bir kişinin "bilmeden" veya tam olarak "hatırlamamasına" rağmen, belli bir konuda Hz.Muhammed tarafından verildiğini ileri sürdüğü bir hükmün doğruluğunun kanıtlanması mümkün olmadığı için, bu "söylentilerin" iyi niyetli olmayanlarca kendi "çıkarları" için kullanıldığı, hatta bu çıkarları için bazı hükümlerin Hz.Muhammed'e atfedilerek "uydurulduğu" bilinmektedir. Bu durumda olanların Allah ve Resulüne karşı geldikleri ve apaçık bir sapıklığa düşmüş oldukları açıkça bildirilmektedir.
Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin. (90/41), (33/41)
Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. (90/42), (33/42)
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur, melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. (90/43), (33/43)
Kendisine kavuştukları gün, Allah'ın onlara iltifatı, "Selam" dır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır. (90/44), (33/44)
Yüce Yaratan kendilerine Hz.Muhammed tarafından iletilen uyarı, öğüt ve önerileri kabul edip "Allah'a iman edenlere", bu inançlarının daima güçlü olabilmesi için, Allah'ı çokça zikretmelerini (anmalarını) öğüt vermektedir. Bu durum, ilgili Ayetlerde de belirtildiği gibi, müslimanların günün çeşitli zamanlarında Allah'ı "yücelterek" ve "adını anarak" yapmakta oldukları "Dualar" ile (Salad) yerine getirilmektedir.
Buna göre inananlara (Müslümanlara) bu "Duaların" önemi bir defa daha hatırlatılarak onlardan özellikle sabah ve akşamları Allah'ı "çokça" tesbih etmeleri (anmaları) beklenmektedir. Çünkü Kur'an Ayetlerinin topluca ve birbirleriyle olan bağları dikkate alındığında, "İnsanların" yaratılış amaçlarının bu ortamlarda bir süre yaşayıp kendilerine verilen "Akıllarını" kullanarak her şeyin "Tek Bir Yaratıcı Güç" tarafından "yaratılmış" olduğu ve bu Evren ve Dünya ortamının sadece "İnsanlar" için yaratıldığı "gerçeğini" anlamaları olduğu belirtilmekte ve "İnsanlardan" bu "gerçeği" idrak etmelerinin istendiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Yüce Allah, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için bu "gerçeği" anlayabilmeleri için "merhamet" ettiğini, insanlar üzerine "rahmetini gönderdiğini" açıklamakta ve bütün ortamlarda Allah'ın takdir ettiği bütün işleri yapan (İradesini Yürüten) meleklerinin de "İnsanlara" bu anlayışa ulaşabilmeleri için doğru yola ulaşmalarında yardım ettiklerini ve bu yolda yaptıkları yanlışlıkların affedilmesi için Allah'tan insanlar adına "af" dilediklerini (istiğfar" ettiklerini) bildirmekte ve Allah'ın müminlere karşı çok merhametli olduğu hatırlatılmaktadır. Bçylece "doğru yola" ulaşmış olarak bu ortamdan ayrılacak olan "müminlere" Allah'ın "iltifatı" olarak onları "Selamlayacağı" ve onlara çok değerli mükâfat hazırladığı (Ödüllendireceği) bildirilmektedir.
Ey iman edenler! siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın, nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı, o, Allah yanında şerefli idi. (90/69), (33/69)
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (90/70), (33/70)
Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur. (90/71), (33/71)
Allah'ın "Yarattıklarını" ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu açıkladığı uyarı, öğüt ve önerilerine inananlara (müminlere), Hz.Muhammed'i Musa Peygambere eziyet edenler gibi "incitmemeleri" ve onlar gibi olmamaları hatırlatılmaktadır.
Musa peygamberin toplumunun sıklıkla ona karşı geldikleri, iftira ettikleri, ona zorluk çıkardıkları ve hatta ona eziyet ettikleri Kur'an Ayetlerinde ve "Eski Ahit" metinlerinde belirtilmektedir. Yüce Allah bu duruma iman edenlerin dikkatini çekerek aynı hataları işlememeleri için onları uyarmakta ve bu gibi durumlardan "kaçınmalarını" öğüt vermektedir. İman edenlere verilen bu öğütlere uymaları, bunun için "Allah'tan Korkmaları" ve daima "doğru söz söylemeleri" bildirilmekte ve bu uyarılara göre davranmaları halinde Allah'ın onların işlerinizi düzelteceği ve günahlarını bağışlayacağı hatırlatılmaktadır. Buna göre Allah ve Resulüne itaat ederlerin büyük bir kurtuluşa ermiş olacakları bildirilmekte ve bütün insanlardan da yapılan bu açıklamalara göre "İman Etmeleri" beklenmektedir.
Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl ile aranızda yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir. (92/29), (4/29)
Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa onu ateşe koyacağız; bu ise Allah'a çok kolaydır. (92/30), (4/30)
Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız. (92/31), (4/31)
Allah'ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var.
Allah'tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir. (92/32), (4/32)
Her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir. (92/33), (4/33)
Yüce Allah insanlara diğerlerinin sahip oldukları üzerinde haksız olarak elde edip kullanmamalarını, tüketmemelerini ve bir anlamda onları "sömürmemelerini" ihtar etmektedir. İnsanların Ruhlarında özellikle Şeytan tarafından Allah’ın izni ile yerleştirilmiş olan ve topluca "nefis" olarak adlandırılan duyguların onları "yapmamaları" istenenlere yönlendirdiği Ayetlerde defalarca hatırlatılmakta ve "Akıl" kullanılarak bunların fark edilmesi ve bunlardan kaçınılması gerektiği hatırlatılmaktadır. Zira yapılan bu ihtarlara uyulmaması durumunda, herkes bu duyguların etkisine kapılarak kendi çıkarları doğrultusunda davranacaklarından, "İnsanların" beraberce yaşamaları için gereken düzen ve ortam asla sağlanamayacaktır.
Bu nedenle insanlara, karşılıklı anlaşmaya dayanan ticaret yoluyla da olsa, başka bir kimsenin mal varlığını haksız şekilde tüketmekten alıkonuldukları bildirilmekte ve bu tür davranışlar ile insanların ancak kendilerini "öldürdüklerine" dikkat çekilmektedir. Burada yapılan uyarıların dikkate alınmaması ile yapılan "haksızlık", mecazi olarak insanın kendisini öldürmesine benzetilmekte, yani yaşamı süresince yaptığı bütün "iyi" işlerin, "iyi izlenimlerin" ve sahip olduklarının tamamen "yok" olacağı bildirilmektedir.
Ayetlerin devamında toplumdaki erkek ve kadın olarak herkesin kazandıklarının onların "nasipleri" olduğu, bu nasiplerin anne ve babalarına "varis" olmalarından da gelebileceği, yani sahip olduklarının anne ve babalarından kalanlar nedeniyle onlara "nasip" olabileceği belirtilmekte ve bütün insanlar gerek fert ve gerekse toplum olarak diğer insanların sahip oldukları nedeniyle onları varlık ve zenginlik yönünden "üstün" kılan şeyleri hasretle ve imrenerek arzu etmemeleri gerektiği hatırlatılmakta ve böylece "büyük" günahlara girmemeleri için uyarılmaktadır.
Yüce Allah "düşmanlık ve haksızlık" ile bu şekildeki davrananları "cezalandıracağını" açıklamakta (ateşe koyacağız) ve bunun Allah'a çok kolay olduğunu özellikle "inanmayanlara" önemle bildirmektedir. Ancak içinde bulundukları bu durumu fark edip Allah'ın "yasakladığı" bu ve benzer "büyük" günahlardan kaçınılması halinde, Allah'ın diğer "küçük" günahları "örteceği" ve bu pişmanlıkları nedeniyle doğru yola yönelenleri "Cennet" ile ödüllendireceği de (şerefli bir yere sokacağı) belirtilmektedir. Böylece bütün insanlardan Ayetlerini incelemeye önem vermeleri ve anlamaya çalışmaları beklenmektedir. (Burada geçen Şeytan ve Nefis konularında ilgili bölümlerde bilgi bulunmaktadır.)
Burada insanlık tarihinde yapılan bazı "zalimce" ve "haksız" uygulamaların insan toplumlarına ne kadar "zarar" verdiğinin hatırlanmasında fayda bulunmaktadır. Gerçekten bu konuda "nefsinin ve "bencilliğinin" etkisi altında kalan bazı "hırslı" ve "açgözlü" olan ve özellikle bu niteliklerini kullanarak içinde bulunduğu toplumun yönetimlerini ele geçirmiş olan insanların, öncelikle kendilerine "çıkarlar" sağlamak için kendi toplumlarını "zenginlik" vaat ederek bu amaçlarına yönlendirdikleri ve "bütün insanların" yararlanması gereken "doğal kaynakların" bulunduğu bölgelerde bulunan diğer toplumlarla "anlaşmalar" yaparak onların bu "zenginliklerini" kendilerine ve kendi toplumlarına "aktardıkları" bilinmektedir. İnsanlık tarihine "sömürgecilik" olarak geçen uygulamalar ile ilgili "gerçekler" bu konuda en gerçekçi örnekler olarak sayılabilir.
Aslında bu durum günümüzde de devam etmekte ve bu şekilde "zengin" olmuş toplumların ve onların "yöneticilerinin", bütün insanların yararlanması gereken her türlü konularda ne kadar "olanak" varsa onlara sahip olarak diğer insanlara "haksızlık" yapmayı sürdürmektedirler. Buna göre insanlardan bu ve benzer Ayet hükümlerini ve yapılan "uyarıları" özellikle "Akıllarını Kullanarak" dikkatle incelemeleri, anlamaya çalışmaları öğüt verilmekte ve önerilmektedir. Bu nedenle de Kur'an Ayetleri "tüm zamanlar" için geçerli olmakta ve bütün insanların onları bu anlamda ele alarak anlamaları gerekmektedir.
Bu durum doğal kaynaklara sahip olan toplum yöneticileri açısından çok daha önem taşımaktadır. Bunların diğer toplum yöneticilerinin sağladığı şahsi çıkarlar uğruna toplumun doğal kaynaklarını haksız yere kullandırmaları, yönettikleri toplumun bütün fertlerinin haklarını gasp etmiş olmaları sonucunu doğurmakta ve çok ağır bir sorumluluk altına girmelerine neden olmaktadırlar. Böylece bütün "İnsanlardan" Allah'ın onları bu tür yanlışlıklardan ve hatalardan "esirgeyici" olduğunu unutmamaları, bu ve benzer uyarıları "Akıl" yoluyla anlamaya çalışmaları, davranışlarında "Akılcı" olmaları ve başkasının mal varlığına imrenmemeyi öğrenerek "İnsan Olmaları" beklenmektedir.
Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır. (92/86), (4/86)
Yüce Allah bütün insanlara, özellikle de "iman edenlere", aralarında "yakınlık" kurabilmeleri ve birlikte "huzur" içinde olabilmelerinin önemli bir unsuru olarak, birbirlerini iyi dileklerle "selamlamalarını" önermektedir. Adem Peygamber sonrasından itibaren toplum olarak yaşamakta olan insanların, onlara karşı herhangi bir "kötü niyet" taşımadıklarının ve kimseye zarar vermeyeceğinin ifadesi olarak, herhangi bir sözle veya davranışla diğer insanları "selamladıkları" bilinmektedir. Buna göre selam daima bir "iyi dilek" ve "güven" ifadesi olmuştur. Kur'an Ayetlerinde de insanların bu ortamdaki ve ölüm sonrasındaki ortamlardaki "yaşamları" ile ilgili açıklamalarda "selam" ve "selamlaşma" önemli bir yer tutmaktadır. Gerçekten özellikle ölüm sonrası olaylar ile ilgili "mecazi" olarak yapılan canlandırmalarda bu ortamda yaşarken iman edip iyi işler yapanlara "selam" verileceği ve onların birbirleri ile de "selamlaşacakları" açıklanmaktadır.
İki taraf arasında bir perde ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde umarak cennet ehline: "Selam size!" diye seslenirler. (39/46), (7/46)
İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada karşılaştıkça söyledikleri "selam" dır. (72/23), (14/23)
Özellikle tüm "Müslüman" toplumlarda Ayetteki "Selam Size" ifadesi, insanların birbirlerine olan "iyi dileklerinin" belirtilmesi yanında onlarla birlikte "Cennete" girmelerinin "temennisi" olarak kullanılmaktadır.
Ayette Cennet'te insanların karşılaştıklarında da birbirlerine "Selam" diyecekleri bildirilmektedir. Çünkü "Selam", bu ve benzer Ayetlerdeki ifadeler dikkate alındığında insanları her çeşit kötülüklerden ve zorluklardan uzak tutan (salim kılan), her türlü tehlikelerden kurtaran (selamete çıkaran) ve aynı zamanda iman edip iyi işler yaparak Cennet'e giren insanlara selam eden (kutlayan) anlamında olmak üzere Yüce ve Tek Yaratan olan "Allah'ı" tanımlayan ve aynı zamanda Allah'ın "güzel isimleri" olarak kabul edilen sıfat ve nitelikleri arasında bulunmaktadır. Bu sıfat ve nitelikler (Esma-ül Hüsna) olarak adlandırılmaktadır. (Esma-ül Hüsna ile ilgili olarak Allah'ın Nitelikleri ve Sıfatları bölümünde bilgi bulunmaktadır.)
Bu nedenle Müslüman toplumlarda insanlar, Cennet ortamındaki bu "selamlaşmayı" yaparak birbirlerine bir anlamda Cennet'e ulaşmalarını dilediklerine ve aynı zamanda kendilerinden onlara ancak barış ve esenlik geleceğine işaret etmektedirler. Bunun için "Selam" denilmesi yeterli olmakla birlikte, Arapça olarak "Es selamünaleyküm" diyerek kişi veya topluluğa selam verilmesi ve onların da "aleykümselam" diyerek aynı ile karşılık vermeleri bir "gelenek" olarak sürdürülmektedir. Ancak böylece "selam" verenlerin öncelikle kendi inançlarında ve hislerinde içtenlikle "samimi" olmalarının gerektiği anlaşılmaktadır. Zira selam verilenler onları bu anlamda değerlendirmektedir. Aksi halde belli bir "kötü niyetin" gizlenmesi amacı güdüldüğünde insanlar göründükleri gibi davranmamış ve karşı tarafı "kandırmış" olacaklardır.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (101/18), (59/18)
Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın onlar yoldan çıkan kimselerdir. (101/19), (59/19)
Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, isteklerine erişenlerdir. (101/20), (59/20)
Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün, bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. (101/21), (59/21)
Yüce Allah HzMuhammed tarafından kendilerine iletilen "gerçeklere" inanıp Allah'a iman edenlerin yaşamlarını zaman zaman gözden geçirerek iman ve inançlarında herhangi bir değişme veya sapma olmaması için dikkatli olmalarını, diğer bir deyişle "Allah'tan Korkmalarını" önermektedir. Böylece İman edenlerin "Allah'tan Korkmak olarak" olarak belirtilen Kur'an Ayetlerinde açıklanan gerçekleri yaşantılarında daima dikkate almalarının bu ortamdaki yaşamlarında onların daima "doğru yolda" olmalarını sağlayacağı ve ölüm sonrasındaki ortamlarda da onları sonsuz huzura ve kurtuluşa götüreceği ve vaat edilen ödüle kavuşturacağı, çünkü Allah'ın insanların bu ortamdaki yaşamlarında yaptıklarından "haberdar" olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle iman edenlerden, "Aklını" kasten yanlış kullandıkları için Allah'ı unutarak "doğru yoldan" çıkan ve bu yüzden Allah'ın da neyin "iyi" olduğundan "habersiz" bıraktığı (kendilerini unutturduğu) kimseler gibi olmamaları beklenmekte ve onların "yoldan çıkmış" oldukları bildirilmektedir.
Yapılan bu hatırlatmalar ve uyarılar ile ölüm sonrasında insanların "kendileri" ile yüzleşecekleri duruma dikkat çekilerek sonuçta gidilecek yerler olarak Cennet ve Cehennem gerçeklerine işaret edilerek bu ortamlardaki insanların aynı olmayacağı, Cennet'e ulaşanların "isteklerine kavuşanlar" olacağı bütün insanlara, Dünya'da yaşarken dikkate almaları için açıklanmakta ve ihtar edilmektedir.
Allah, "yaratılış" gerçeklerini açıklayan Kur'an’ın bütün insanlar için ne kadar "önemli" olduğunu anlayabilmelerini hayal edebilmelerini göstermek üzere, Kur'an Ayetlerindeki açıklamaların "yaratılışın" özünü ifade ettiğini mecazi bir canlandırma olarak açıklamaktadır. Yüce Allah bu canlandırma ile bütün yaratılışın ve bu anlamda Evren'in yaratılmasının temel unsurlarını "esasen" yaratmış olduğuna, halen ancak atom altı parçacıklar olarak tanımlayabildiğimiz bu temel unsurlara olan kusursuz ve sınırsız "hakimiyeti" bulunduğuna, sadece "Kendisinin" yaratılışı gerçekleştiren "güç" olduğuna işaret etmekte ve bütün iman edenlerden, özellikle de bütün insanlardan "yaratılış" konusunda "düşünmelerini" beklediğini bildirmektedir.
“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (102/55), (24/55)
Namazı kılın; zekâtı verin Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz. (102/56), (24/56)
İnkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacaklarını sanmayasın! onların varacağı yer cehennemdir, ne kötü varış yeri! (102/57), (24/57)
Yüce Allah iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, onlardan önce kendilerine iletilen gerçeklere inanan bazı toplumları sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği din olan "İslam'ı" onların iyiliğine olarak insanlar arasında yerleştirip koruyacağını ve inançları yüzünden başlarına herhangi bir korku dönemi gelse dahi onlara güven sağlayacağını vadettiğini, çünkü onların Allah'a itaat (kulluk) ettiklerini ve hiçbir şeyi Allah'a eş tutmadıklarını açıklamaktadır. Böylece Allah'ı inkâr eden ve İslam’a karşı olanların İslam'ın gelişmesine karşı yapacakları her türlü engellemeleri ve düşmanca davranışları karşısında inananlara "güvence" verildiği belirtilerek artık bundan sonra inkâr edenlerin, Allah'ın verdiği bu söze inanmamakla, asıl büyük günahkâr olacakları bildirilmekte ve bütün insanlar "doğru yola" yönelmeye teşvik edilmektedir.
İman edenlere, Allah'ın müminlere olan "vaadinin" insanların bulundukları ortamlarda nefislerine (Şeytan'ın Dürtülerine) karşı akıllarını kullanmamaları yüzünden çıkar elde etmeye ve sürdürmeye yönelik olarak davranmalarının, Allah'ın koyduğu değişmez kural ve koşullar nedeniyle, onlardan beklenen ahlaki davranışlarının bozulmasına ve toplumların çöküşüne neden olmalarına yol açtığı ve bunun sonucunda da toplumların "korku dönemleri" yaşayabilecekleri hatırlatılmakta ve bu nedenle her zaman yeryüzünde yaşayacak olan "İslam Dinine" olan inançlarının karşılaşabilecekleri "korku dönemlerinden" çıkmalarında bütün insanlara "güven" sağlayacağı belirtilmektedir.
Öte yandan inkâr edenlerin, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacaklarının sanmamaları, çünkü onların varacağı yerin en kötü varış yeri olan cehennem olacağı özellikle hatırlatılmaktadır. Ayrıca söz konusu "güvenin" sağlanması ve Allah'ın "merhametine" erişilmesi için bütün insanlara Dinin en temel unsurları olarak Allah'a "dua" etmeleri (Namaz), ihtiyaçlarından fazlasını onlara ihtiyacı olanlarla paylaşmalarını (Zekat) ve "İslam’a" yönelerek kendilerine "doğru yolu" ileten Hz.Muhammed'e uymaları öğüt verilmekte ve önerilmektedir.
Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra sizden üç defa izin istesinler, bunlar, mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir; bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur, birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz; işte Allah âyetleri size böyle açıklar. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (102/58), (24/58)
Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler, işte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah alîmdir, hakîmdir. (102/59), (24/59)
Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri teşhir etmeksizin elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur, iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. (102/60), (24/60)
Âmâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Sizin için de gerek kendi evlerinizden gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarını uhdenizde bulundurduğunuz yerlerden yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur, toplu halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize selam verin, işte Allah, düşünüp anlayasınız diye size âyetleri böyle açıklar. (102/61), (24/61)
Hz.Muhammed'e "vahyettiği" Ayetler ile Yüce Allah'ın, o dönemlerde onun da içinde bulunduğu ve daha çok geleneklere göre yaşamakta olan toplumun, Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu ve her şeyin tek "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olduğu gerçeğinin bildirilmesi yanında, toplumsal olarak "İnsanca" yaşamalarını ve "İnsan Olmak" için gereken nitelikleri kazanmalarını sağlamak ve toplumsal davranışlara çeki düzen vermek üzere uyarı, öğüt ve önerilerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ayetlerde "canlandırma" olarak yapılan açıklamalarda aile içi davranışlarda dikkate alınmak üzere örnekler verilmektedir. Buna göre, henüz "ergenlik" çağına girmemiş olan çocuklar ve torunlar ile o dönemlerde aileden sayılan ve "ellerinin altında bulunanlar" olarak tanımlananların (hukuken sorumlu olduğu yakınlar, kadın erkek hizmetçiler, köleler ve cariyeler), ailenin büyüklerinin "özel" ve "gizli" olan kişisel zamanlarında onların yanlarına girerken "izin" istemeleri gerektiği açıklanmaktadır. Bu zamanlar özellikle sabah namazından önce, öğleyin dinlenildiği (soyunduğunuz) vakit ve yatsı namazından sonra olarak belirtilmektedir. Ayrıca, çocuklar ergenlik çağına girdiklerinde ilgili Ayetlerde, insanların kendi evlerinden başka evlere girerken geldiklerini fark ettirip "izin almaları" ve ev halkına "selam vermeleri" gerektiği, şayet orada hiçbir kimse yok ise izin verilinceye kadar oraya girilmemesi, eğer "Geri dönülmesi" istenirse de hemen oradan dönülmesi olarak açıklandığı gibi, izin istemelerinin gerektiği belirtilmekte bir anlamda çocuklara bu yönde telkinde bulunulması istenmektedir.
Ey iman edenler! kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin, bu sizin için daha iyidir, herhalde düşünüp anlarsınız. (102/27), (24/27)
Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin, eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah yaptığınızı bilir. (102/28), (24/28)
Yapılan bu "uyarılar" aynı zamanda sonraki dönemlerde yaşayan ve Evren'in sona ereceği zamana kadar da yaşayacak olan insanlar açısından da önem taşımaktadır. Çünkü insanların Ruhlarına Allah'ın "izni" ile eklenmiş bulunan Şeytan'ın dürtüleri her an insanların davranışları üzerinde "etkisi" bulunmaktadır. Yüce Allah insanların bu ortamdaki "çoğalmalarını" sağlayan "cinsel" faaliyetini herhangi bir mevsim veya yaş sınırına bağlı olmadan "sağlıklı" oldukları sürece sürdürmelerine imkân verdiği bilinmektedir. Bu nedenle insanlar yaşamlarında uzun bir süre cinsel anlamda "canlı" olabilmekte ve toplumsal ve geleneksel kurallara göre uygun görülmemesine rağmen, sırf "nefislerinin" tatmini için karşı cinsler ile "çocuk sahibi olma" dışında sadece keyif almak (haz duymak) amacıyla ilişkiye girmekte ve böylece "Akıllarını" kullanmakta zayıflık göstererek Şeytan'ın en "tehlikeli" dürtülerinden olan şehvet duygusunun önüne geçememektedirler.
Ayetlerin "indirildiği" dönemlerde çok daha fazla "aldırış edilmediği" anlaşılan bu durumun toplum düzenine zarar verecek nitelikte olması nedeniyle o dönem insanlarına toplumda ve aile içindeki davranışlarda "dikkat edilmesi gereken" hususlar açıklanmaktadır.
Buna göre, özellikle erkeklerin kim olursa olsun veya hangi yaşta bulunursa bulunsun tüm "kadınları" ve "kızları" istediklerinde cinsel birliktelik yaşayabilecekleri "varlıklar" olarak gördüklerine dikkat çekilmekte ancak bunun "doğru olmadığı" bildirilmektedir. Böylece insanlar arasındaki davranışlarda Şeytan'ın bu en "tehlikeli" dürtülerinden olan duygusunun önüne geçilmesi ve aklın kontrolünde tutulması gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu durum günümüzde yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan bütün insanlar açısından he önem taşımaktadır ve her dönemde toplum düzenine zarar verecek niteliktedir. Zira açıklandığı gibi insanların "kontrolsüz" olarak "şehvet" duygularına tabi veya bağımlı olmaları, buna bağlı olarak yine Şeytan'ın insanları doğru yoldan ayıracak olan "kıskançlık, haset, kin, intikam" gibi duygularını öne çıkaracaktır. Görüleceği gibi, Yüce Allah insanların "zayıflık gösterebilecekleri" bu duruma dikkatlerini çekmekte ve meydana gelebilecek olumsuzlukları kendilerine yapılan uyarıları dikkate alarak önlemelerini istemektedir.
Ancak günümüzde bu konularda insanların, belki o zamanlardan da daha fazla ve "aşırı" olarak, bu uyarılara "aldırış etmedikleri" ve bunun sonucu olarak çok sayıda anlaşmazlıklar, düzensizlikler ve gelişi güzel yaşam tarzlarının benimsenmesi yanında sağlık sorunlarına neden olunduğu da bilinmektedir. Bu yüzden Ayetlerde yapılan önerilenlerin insanlara düşünmeleri, üzerinde durmaları ve toplum düzeninin sağlanarak "sağlıklı" bir şekilde sürdürülmesi için yapıldığının unutulmaması ve her alanda olduğu gibi bazı duyguların "kontrol" altında tutularak kişisel ve toplumsal zararlara neden olacak davranışlardan kaçınılması gerekmektedir.
Bu arada bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların açıklanan durumlarda cazibe ve güzelliklerini (zinetleri) teşhir etmeksizin elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir sorumluluk (vebal) bulunmadığı fakat, yine de sakınarak "iffetli" davranmalarının kendileri için daha hayırlı olacağı hatırlatılmaktadır. Benzer bir durum olarak gözleri görmeyenlere (Âmâya), bedensel engellilere (topala) ve hastaya da belirtilen kısıtlama veya uyarılara tam olarak uyamamış olmaları yüzünden bir sorumluluk bulunmadığı (güçlük olmadığı) belirtilmektedir. Böylece bu durumda olanlara yapamayacakları görev yüklenmeyeceğine ve yapamadıklarından dolayı günahkâr olmayacaklarına işaret edilmektedir.
İman edenlere ve buna kıyasen bütün insanlara gerek kendi evlerinizden gerekse babalarının, annelerinin, erkek kardeşlerinin, kız kardeşlerinin, amcalarının, halalarının, dayılarının, teyzelerinin evlerinden veya anahtarlarını yanlarında (uhdenizde) bulundurdukları yerlerden yahut dostlarınızın evlerinden toplu halde veya ayrı ayrı yemelerinde de bir sakınca olmadığı toplum düzeni açısından "uygun" görülen bir "sınırlama" olarak önerilmektedir. Bu amaçla veya "ziyaret" gibi diğer nedenlerle belirtilen akrabaların veya başka insanların evlerine girildiğinde de Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama, bolluk, bereket ve esenlik dileğinin ifadesi olarak kendinizden (birbirinize) selam verilmesi öğütlenmektedir.
Yüce Allah insanlar arasındaki dostluk ve iyi ilişkilerin gelişmesine ve toplum düzeninin sağlanmasına vesile olmak üzere yarattığı İnsanlar ile ilgili her şeyi bildiğini (alimdir), onlarla ilgili her şeye hakîm olduğunu, her şeyin nedenini ve bilinmeyenlerinin sahibi (hikmet sahibidir), bilen, hükmeden ve işiten olduğunu hatırlatarak yapılan bu uyarı, öğüt ve önerileri üzerinde düşünülüp anlaşılabilmesi için Ayetlerini böyle açıkladığını bildirmektedir. Buna göre "İnsanlardan" akıllarını kullanıp kendilerine iletilen Ayetleri dikkate almaları ve onlardan beklenenleri anlayıp ona göre davranarak "İnsan Olmak" için doğru yola yönelmelerinin beklendiği anlaşılmaktadır.
Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın. Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (103/77), (22/77)
Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi, babanız İbrahim'in dininde Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O gerek daha önce gerekse bunda size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın, O, sizin mevlânızdır ne güzel mevladır ne güzel yardımcıdır. (103/78), (22/78)
Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanan ve iman eden müminlere Allah'a ibadet etmeleri öğüt verilmektedir. Bu konuda Hz.Muhammed'e indirilen Ayetlerde belirtilen uygulamalar İbrahim Peygambere bildirilen ibadetler ile çok benzerlik göstermektedir. Günümüzde söz konusu ibadetler Hz.Muhammed tarafından toplumuna gösterildiği şekil ve esaslara göre uygulanmaktadır. Yüce Allah iman edenlere bu imanlarını korumalarını, Allah'a ibadet etmelerini, hayır işlemelerini, karşılaşacakları zorluklar ile mücadele (cihat) etmelerini, böylece Allah yolunda bulunacaklarını zira "iman edenlerin" Allah'ın "seçtiği" insanlar olarak onlara imanlarını korumalarında, İbrahim'in dininde olduğu gibi, zorluk yüklemediğini ve yardımcı olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah böylece "doğru yola" ulaştıklarına Hz.Muhammed'in "şahit" olması ve iman edenlerin de diğer insanlara "şahit" olmaları için, gerek daha önce insanlara iletilmiş olan kitaplarda ve gerekse Kur'an’da "iman etmiş" olanlara "Müslümanlar" adını verdiğini açıklamaktadır.
Ayrıca bu şekilde onurlandırılan "Müslümanlardan" özellikle namazı kılarak, zekâtı vererek ve Allah'a sımsıkı sarılarak ibadet etmelerini beklediğini belirtmekte ve iman edenlerin ve bütün insanların Allah'ı (Mevla’sı) olduğunu, ne güzel "Mevla" ve ne güzel yardımcı olduğunu bir defa daha bildirmektedir.
Ey iman edenler! mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın, kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. (104/9), (63/9)
Herhangi birinize ölüm gelip de: “Rabbim! beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. (104/10), (63/10)
Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (104/11), (63/11)
Yüce Allah iman edenlere sahip oldukları güzel şeyler ve varlıklar olarak mallarının ve çocuklarının onları Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermemelerini öğütlemekte ve kim bunu yaparsa işte onların ziyana uğrayanlardan olacakları ihtar edilmektedir. Bu "uyarıya" dikkat edilmemesi durumunda sahip oldukları şeylerin insanların imanlarını zayıflatabilecek ve doğru yoldan ayrılmalarına neden olabileceğine işaret edilmekte ve bunların aslında birer "imtihan" sebebi olduğu hatırlatılmaktadır. Buna göre sahip olunan varlık veya çocuklar ile "kibirlenilmemesi" gerektiği ve asıl olanın Allah'a, Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna, bu gerçeklerin kendilerine Hz.Muhammed tarafından iletildiğine ve büyük mükâfatın (ödülün) Allah'ın katında bulunduğuna iman edilmesi olduğu bildirilmektedir.
Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır. (88/28), (8/28)
Ayrıca iman edenlere ve bütün insanlara, ölüm anı geldiğinde iyilikler yapıp ihtiyacı olanlara yardımda bulunarak (sadaka verip) iyilerden olduktan sonra ölmeleri için Allah'tan biraz daha süre istemelerinden önce, Allah'ın lütfettiği geçimliklerden (rızıktan) gösterdiği ve önerdiği şekilde (Allah Yolunda) harcamalarını, diğer bir deyimle sadaka verip iyilerden olabileceklerini, çünkü Allah'ın eceli geldiğinde hiç kimsenin ölümünü ertelemediğini ve insanların bu ortamda yaşarken yaptıklarından haberdar olduğunu bir uyarı, öğüt ve öneri olarak bir defa daha iletilmektedir.
Ey iman edenler! aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın, iyilik ve takvâyı konuşun, huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun. (105/9), (58/9)
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Ey iman edenler! size "Meclislerde yer açın" denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin, size "Kalkın" denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (105/11), (58/11)
Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz, bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir; şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (105/12), (58/12)
Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin‚ Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (105/13), (58/13)
Yüce Allah iman etmiş olanlara aralarında gizli konuşacakları zaman günahı, düşmanlığı ve "Peygamber'e" karşı gelmeyi değil fakat sadece iyilik ve "doğru yol" ile ilgili konuları (takvâyı) konuşmalarını istemekte ve Allah'ın "huzuruna toplanacaklarını" hatırlatarak bu gibi davranışlarda bulunmamalarını öğüt vermektedir. Ayrıca gizli konuşmaların Şeytan'ın iman edenleri üzmek için kullandığı "dürtülerinden" olduğunu, ancak Allah'ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremeyeceğini bu nedenle müminlerin Allah'a dayanıp güvenmelerinin yeterli olacağını bildirmektedir
Tefsirlerde genellikle Hz.Muhammed'in bulunduğu toplantılarda iman edenlerin etrafını sardıklarına, daha sonraki dönemlerde de camilerdeki toplu ibadetler sırasında insanların oluşturdukları kalabalık nedeniyle meydana gelen sıkışmalara işaret edildiği ve onlardan yer açmaları istendiğinde yer açmaları, kalkmaları istendiğinde kalkmaları önerilmektedir. Böyle davranarak insanları rahatlatanların iman etmiş ve bilgili (ilim verilmiş) oldukları belirtilerek Allah'ın da onlara genişlik vereceği ve onları derecelerle yükselteceği bildirilmekte ve Allah'ın bütün insanların yaptıklarından haberdar olduğu hatırlatılmaktadır.
Burada Hz.Muhammed döneminden örnek verilmekte, ancak genel anlamda ibadet sırasında düzenin sağlanması yanında asıl konu olarak, insanların yaptıklarından "haberdar" olan Allah'ın insanların mutluluğu ve iyiliği için çalışan ve gerekli olanakları sağlayanlara bu dünyadaki ve öteki dünyadaki yaşamlarında bütün "iyilikleri" arttıracağına da işaret edilmektedir. Böylece özellikle iman edenlerden bütün insanların iyiliği, mutluluğu ve huzuru için çalışmaları önerilmekte ve bu durumda imanlarının güçleneceği ve dünya ve ahiret yaşamlarında "doğru yolda" olacakları bildirilmektedir.
Yine Hz.Muhammed toplumunda İman edenlere "Peygamber" ile özel (gizli) bir şey konuşacakları zaman bu konuşmadan önce bir düşküne yardım etmeleri (sadaka vermeleri) önerilmekte ve bunun iman edenler için daha hayırlı ve uygun (temiz) olacağı bildirilmektedir. Şayet verilecek sadaka olarak bir şey bulamazlar ise, Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğu hatırlatılmaktadır. Yapılan bu öneri ile toplumun fertlerine, esasen gizli konuşmaların Şeytan'ın iman edenleri üzmek için kullandığı "dürtülerinden" olduğu belirtilerek, önem taşımayan ve olur olmaz konularda Hz.Muhammed'in yanına girip onun çalışmalarını az da olsa aksatmamaları gerektiği bildirilmektedir.
Sadaka vermekten çekinenler Allah'ın onları "affetmiş" olduğu belitilerek Hz.Muhammed ile yapacakları "gizli" görüşmenin gerekliliği konusunda düşünmeye yönlendirilmekte ve Allah'ın yaptıklarından haberdar olduğu belirtilerek artık namazı kılmaları zekâtı vermeleri, Allah'a ve Resulüne itaat etmeleri istenmektedir.
Bu uyarının genel anlamda bütün insanlarca da örnek olarak alınması gerekmektedir. Buna göre insanlardan aralarındaki ilişkilerinde özellikle de toplumda her türlü yönetim kademesinde bulunanlar ile yapacakları görüşmelerde "gereksiz yere" şahsi sorunlarını konuşmamaları ve insanların zamanlarının boş yere veya gereksiz şeyler için işgal etmemeleri istenmektedir.
Ey inananlar! kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun, onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır. (107/6), (66/6)
“Ey kafirler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz” (107/7), (66/7)
Ey iman edenler! samimi bir tevbe ile Allah'a dönün umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar; Onların önlerinden ve sağlarından nurları aydınlatıp gider de "Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin" derler. (107/8), (66/8)
Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran onların varacağı yer cehennemdir, o gidilecek yer ne de kötüdür! (107/9), (66/9)
Allah, inkar edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi, bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı, onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. (107/10), (66/10)
Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi, o: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti. (107/11), (66/11)
İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi), Biz ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti; o gönülden itaat edenlerdendi. (107/12), (66/12)
Yüce Allah inananlara uyarıda bulunarak nefislerinin dürtülerine karşı durmalarını, böylece kendilerini ve aile bireylerini ölüm sonrasında azap görmemeleri için (yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten) korumalarını hatırlatmaktadır. Bu durumu açıklayan diğer Ayetlerde de açıklandığı gibi, azap görecek olanların bundan kurtulmalarının imkânsız olduğu çünkü onların azap görecekleri ortamlarda acımasız, güçlü ve Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapmakla görevlendirilen "meleklerin" bulunduğu ve onlara karşı gelemeyecekleri bir canlandırma olarak bildirilmektedir.
Bu nedenle, "doğru yoldan" uzaklaşarak "inkara" yönelen ve böylece "kafir" olarak ölenlerin ölüm sonrasındaki ortamlarda "özür" dilememeleri gerektiği belirtilerek artık bunun bir anlamı ve faydasının olmayacağı, ancak hayatta iken "işlediklerinin cezasını çekecekleri bildirilmekte ve ölüm gelmeden önce bu uyarılar üzerinde düşünüp yanlışlıklardan ve hatalardan kaçınmalarının gerektiği özellikle iman edenlere hatırlatılmaktadır. İman edenlere ayrıca istemeyerek de olsa yapılan hatalar için pişmanlık duyup tekrarlamamaya karar vererek (tevbe) Allah'a dönmeleri önerilmekte, böylece Allah'ın yaptıkları kötülüklerini örtmesinin ümit edilebileceği ve ahiret ortamında "Peygamberi" ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı "günde" onları altlarından ırmaklar akan "cennetlere" sokacağı bildirilmektedir.
Tövbeleri kabul edilenlerin cennete gönderilmelerinde yollarının önlerinden ve sağlarından imanlarının ışığında (nurlar) aydınlatılacağı ve cennete ulaşmaları için Allah'a "Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin" diyerek dua edecekleri temsili olarak bir canlandırma ile açıklanmaktadır.
Öte yandan Yüce Allah Hz.Muhammed'e inanmayan "kafirler" ile mücadele (cihat) etmesini, bu mücadelede kendisine bildirilenlerin ışığında gerektiğinde "sert" davranmasını ve onlara ölümleri sonrasında varacakları yerin gidilecek "ne kötü" bir yer olan "cehennem" olduğunu bildirmesini istemektedir. Hz.Muhammed'e verilen bu öğüt ile iman edenler kendilerinin ve aile bireylerinin "doğru yoldan" uzaklaşarak "inkara" yönelip "kafir" olmamaları için ayrıca uyarılmaktadır.
Bu konu ile ilgili olarak önceki bazı Peygamberlerin eşleri ile Meryem örnek verilmektedir. Buna göre Salih kişiler olan Nuh ve Lut Peygamberlerin eşlerinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettikleri, kocalarının Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadığı ve onlara ateşe girenlerle birlikte ateşe girmelerinin söylendiği ve onların "cezalandırıldıkları" açıklanmaktadır. Buna karşılık Firavunun karısının Allah'tan kendisini ondan ve onun işinden koruması ve zalimler topluluğundan kurtarması ve cennetine kabul etmesi (cennette bir ev yapması) için dua ettiği, İmran kızı olan Meryem'in de iffetini korumuş olduğu, ona "Ruhundan üflediği" ve gönülden itaat edenlerden olarak Allah'ın sözlerini ve kitaplarını tasdik ettiği ve böylece onların "ödüllendirildikleri" belirtilmektedir.
Böylece iman edenlerden ve kıyasen bütün insanlardan kendilerine Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarıları ve verilen öğüt ve önerileri dikkate alarak yaşamlarını yanlışlık veya hatalara yer vermeden ve sonuçta "ödüllendirilecekleri" şekilde düzenlemeye gayret etmeleri beklenmektedir.
Ey iman edenler! yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? (109/2), (61/2)
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır. (109/3), (61/3)
Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever. (109/4), (61/4)
Allah'a iman etmiş olanlara yapmayacakları şeyleri "yapacakmış" gibi söylememeleri için uyarıda bulunulmakta ve bunun Allah katında ancak "nefretle" karşılanacağı hatırlatılmaktadır. Bu uyarı ile Allah'a iman edenlerin kendilerine bildirilen gerçeklere uymayı kabul etmelerine rağmen, herhangi bir nedenle önlerine çıkan "fırsatlar" karşısında nefislerine hakim olamayıp "yapmamaları gereken" şeyleri söylememeleri ve doğru yoldan sapmamaları gerektiğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü "yapılmaması" gereken şeylerin inanıp iman ettikleri Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine "karşı" olduğunun iman edenler tarafından bilinmesi ve anlaşılmış olması beklenmektedir. Bu nedenle yapılmayacak şeylerin söylenmesinin bilerek "yalan" söylemek olduğu ve Allah katında "nefretle" karşılandığı bildirilmektedir.
Ayrıca iman edenlerin her türlü zorluk ve olumsuzluklar karşısında Allah yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi birlikte olarak (saf bağlamaları) mücadele etmeleri (savaşmaları) gerektiğine de işaret edilmekte ve Allah'ın "sağlam" bir "birliktelik" halinde olarak mücadele eden müminlerden hoşnut olduğu (sever) bildirilmektedir. Böylece iman edeneler ve bütün insanlara daima doğru ve dürüst davranmaya yönelmelerinin gerektiği hatırlatılmaktadır
Söz konusu uyarı, toplumun yönetiminin emanet edildiği yöneticilerin belirlenmesi açısından çok daha önemli olmaktadır. Zira toplumun yönetimine talip olanların bazılarının toplum açısından yararlı olan ancak aslında yapmayacakları veya yapamayacakları şeylere toplumun dikkatini çekmek suretiyle insanlara "yalan" söyleyerek "yönetim" kademelerini ele geçirmeleri ihtimali bulunmaktadır. Böylece bu tür insanların yönetim emanetini almaları sonrasında "diledikleri" şekilde toplumu yönetmelerinin ne kadar "tiksindirici" olduğuna dikkat çekilmekte ve toplum bireylerinden yönetimi "emanet" edecekleri insanları bu açıdan araştırmaları ve ancak "güvenli" olduklarından "emin olduklarına" bu emaneti vermeleri beklenmektedir.
Öte yandan iman edenlere yapılan bu uyarı ile aynı zamanda aslında iman etmemiş olmakla birlikte çıkarlarını korumak amacıyla iman etmiş gibi görünen ve davranan "münafıklara" da yapmayacakları şeyleri söylemelerinin mümin toplumda ancak nefretle karşılanacağı bildirilmektedir.
Ey iman edenler! sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? (109/10), (61/10)
Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz, eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (109/11), (61/11)
İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar, işte en büyük kurtuluş budur. (109/12), (61/12)
Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih, müminleri müjdele. (109/13), (61/13)
Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: “Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir?” demişti, havârîler de: “Allah yardımcıları biziz” demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkar etmişti, nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik böylece üstün geldiler. (109/14), (61/14)
Yüce Allah iman edenlere onları ölümleri sonrasında (ahirette) acı bir azaptan kurtaracak bir alışveriş (ticaret) olarak Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanıp malları ve canları ile Allah yolunda zorluklara karşı mücadele (cihat) etmelerini, bunun daha hayırlı olduğunu anlamalarını öğütlemekte, bu takdirde karşılık olarak Allah'ın günahlarını bağışlayacağını, zemininden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyacağını ve işte bunun en büyük kurtuluş olduğunu bildirmektedir. Nitekim bu durum bir diğer Ayette de açıkça bildirilmektedir.
Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine cennet karşılığında satın almıştır, çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! o halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin, işte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. (113/111), (9/111)
İman edenlere sevecekleri başka bir şey olarak Kur'an Ayetlerinin anlaşılmasında ve daha önce onu anlamamış insanlar arasında hızla yayılmasında Allah'ın yardımcı olacağını, bunun Allah'a İman edenlerin zaferi olacağını (feth) müjdelemesini Hz.Muhammed'e bildirdiğine işaret edilmektedir.
İman edenlere ayrıca Meryem oğlu İsa'nın takipçilerine (havârîlere) kimlerin Allah'a giden yolda kendisine yardımcı olduğunu sorması ve onların da Allah yolunda onun yardımcıları olduklarını bildirmelerini örnek olarak hatırlatılmakta ve İsrail oğullarından bir kısmının inandığı ve bir kısmının da inkâr ettiğini, sonuçta inananları inkarcılara (düşmanlarına) karşı desteklediği böylece iman edenlerin üstün geldikleri bildirilmektedir. Böylece İman edenlere sonuçta "üstün" olacakları açıklanarak Allah yolundan (doğru yoldan) sapmamaları ve ayrılmamaları öğütlenmektedir.
Allah'ın size olan nimetini, "Duyduk ve kabul ettik" dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir. (112/7), (5/7)
Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışandır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir. (112/8), (5/8)
Allah, iman eden ve iyi şeyler yapanlara söz vermiştir; onlara bağışlama ve büyük mükâfat vardır. (112/9), (5/9)
İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir. (112/10), (5/10)
Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler. (112/11), (5/11)
Yüce Allah "Akıllı İnsanlar" olarak yarattığını açıkladığı Adem ve eşi Havva ile ilgili Ayetlerinde, Gerçek Ortamdaki yaşamlarında "Şeytan" ile ilgili sınavlarında başarılı olamamaları nedeniyle, onların "bir süre" yaşamak üzere yeryüzüne "indirilmelerini" ve "Akıllı İnsanlar" olarak orada "çoğalmalarını" takdir ettiğini açıklamaktadır. Allah ayrıca Evren'in sona ereceği zamana kadar yeryüzünde yaşayıp çoğalacak olan bütün "Akıllı" insanların yeryüzündeki soylarına (zürriyetine) yerleştirilecek olan "Ruhlarını" yaratarak "huzuruna" getirdiğini, onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunu ve bütün insanlara ait "Ruhların" da "evet şahit olduk" diyerek cevap verdiklerini, bütün "İnsan Ruhlarının" bu cevaba böylece "şahitlik" ettiklerini bildirmektedir.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da, “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Buradaki Ayette iman edenlere ve yeryüzünde yaşamış ve Evren'in son bulacağı zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara bu ortamda yaşamaya başlamadan önce yaklaşık olarak dört aylık cenin halinde iken bünyelerine Allah'ın bir "nimeti" olarak yüklenen (üfürülen) ve Allah'a "duyduk ve kabul ettik" anlamındaki verdikleri bu "söz" hatırlatılmakta ve Allah'ın "Şüphesiz" insanların niyetlerini ve kalplerin içindekini bildiği ihtar edilmektedir.
Öte yandan Yüce Allah, peygamberlerinin ve Hz.Muhammed'in onlara iletmiş olduğu uyarı, öğüt ve önerilerine (indirilene) inandıklarını ve iman ettiklerini bildirmektedir. Bu durumda Allah'ın bu yeryüzü ortamında bir süre yaşamalarını "takdir ettiği" bütün insanlara, bu "şahitlikleri" ile Allah'a ve aynı zamanda hiçbiri arasında ayırım yapmadan bütün peygamberlerine, meleklerine ve kitaplarına da "İşittik, itaat ettik, Ey Rabbimiz, affına sığındık. Dönüş sanadır" diyerek "söz" verdikleri ve iman ettikleri hatırlatılmaktadır.
Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik, Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler. (87/285), (2/285)
Bu gerçeğe işaret edilerek iman edenlere (ve kıyasen bütün akıllı insanlara), ölüm sonrasındaki ortamlarda hayal kırıklığına ve azaba uğramamaları için, Allah'ın kendilerinden beklediği gibi daima "doğrulukta" olan (hakkı ayakta tutan), adaletle şahitlik eden kimseler olmaları hatırlatılmaktadır. İman edenlere ayrıca, yaptıkları nedeniyle bir topluluğa duyulan kin veya nefret duygularının onlara karşı âdil davranmamaya itmemesi gerektiğine işaret edilmekte ve daima "Adaletli" olmaları önerilmektedir. Ayette böyle davranılmasının "Allah korkusuna" daha çok yakıştığı, akdi davranışlarda bulunarak Allah'a isyandan sakınılması gerektiği çünkü Allah'ın insanların yaptıklarını en doğru olarak (hakkıyla) bildiği özellikle belirtilmektedir. Nitekim Allah'ın iman eden ve iyi şeyler yapanlara, Allah'ı inkâr ve Allah'a ortak koşulması gibi durumlar dışında, hata ve günahlarından bağışlama ve en güzel (büyük mükâfat) şekilde ödüllendirmeye "söz" verdiği açıklanmakta, Ayetleri yalanlayıp inkâr edenlerin "cehennemlik" oldukları hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah İman edenlere bir örnek olarak müminlerin Hz.Muhammed önderliğinde Kabe'yi ziyaret etmeyi kararlaştırdıklarında, çıkabilecek bir engel veya çatışmanın üstesinden gelebilecek (baş edebilecek) hemen hiçbir şeyleri bulunmamasına rağmen, kendilerine engel olmaya (onlara el uzatmaya) kalkan "kafirler ordusunun" Allah'ın müminlere olan yardımları (ganimetleri) sayesinde onlara saldırmadıklarını arkalarına dönüp kaçtıklarını (ellerini onlardann çektikleri) sonra da bir dost ve yardımcı da bulamadıklarını hatırlatmaktadır.
O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir. (111/24), (48/24)
Hudeybiye Anlaşması olarak bilinen bir olay üzerinden açıklanan bu durumun, Allah'ın bildirdiklerine inanıp iman edenlere "yardımcı olduğuna" dair olan, öteden beri süregelen ve hiç değişmeyecek "Allah'ın Kanunu" olduğuna ve Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulunmadığına işaret edilerek, iman edenlere sahip oldukları Allah'ın nimeti olan "doğru yoldan" ayrılmamaları (Allah'tan korkmaları) ve yalnızca Allah'a güvenmeleri gerektiği bildirilmektedir.
Ayetteki ifadeler günümüzde Yahudi ve Müslüman toplumlar arasında devam etmekte olan önemli bir sorun açısından her iki toplum ve bu toplumlar üzerinde etkili olan siyasi güçlere de bir uyarı niteliğindedir. Buna göre bütün "Akıllı" insanların, İslam tarihi açısından çok önem taşıyan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya karşı Dünya ekonomisine hakim olan siyasi güçlerin çıkarları doğrultusunda "Yahudi" toplumu tarafından sürekli gerçekleştirilen taciz ve saldırılar karşısında bu bölgenin de bulunduğu vatanları ellerinden alınmış olan "Müslüman" toplumun duyduğu kinlerinin etkisi ile onlara karşı giriştikleri mücadelenin "adil davranma" olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde düşünmeleri gerekmektedir. Buna göre bu bölgede, sadece burada yaşayan her iki toplum tarafından kararlaştırılacak, yürütülecek ve onların barış ve huzur içinde birlikte yaşamalarını sağlayacak "Adil" bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Ayetteki ifadelerin bu bölgede yaşayan Müslüman toplumuna, şayet böyle bir düzenin sağlanması halinde, kin ve nefretlerine hakim olmalarının ve "adil davranmalarının" gerektiğine işaret edilmektedir.
Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. (112/51), (5/51)
Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün.
Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır. (112/52), (5/52)
İman edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden olmuşlardır. (112/53), (5/53)
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir. (112/54), (5/54)
Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler. (112/55), (5/55)
Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır. (112/56), (5/56)
Ey iman edenler! Sizden Önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz. (112/57), (5/57)
Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır. (112/58), (5/58)
Şöyle de: “Ey kitap ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.” (112/59), (5/59)
De ki: “Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lânetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” (112/60), (5/60)
Yanınıza inkarla girip yine inkarla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir. (112/61), (5/61)
Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür! (112/63), (5/63)
Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri ne kötüdür! (112/63), (5/63)
Yüce Allah, kendilerine "gerçekler" vahiy edilerek "kitap" verilen Yahudileri ve Hristiyanların Hz.Muhammed'e inanmamakta birleştiklerini, bu anlamda birbirlerinin dostu olduklarını hatırlatılarak tüm "İman Edenlere", böylece Hz.Muhammed'in Allah'ın "vahyi" olarak bütün insanlara bildirdiği "İslam Dini" ile alay ve oyun konusu yapanları ve kafirleri, özellikle Allah'a olan iman ve inançları ile ilgili konularda "dost" edinmemelerini, "mümin" olmanın gereği olarak önermekte ve Allah'ın öğüt ve önerilerini daima hatırlarında bulundurmalarını (Allah'tan Korkmalarını) bildirmektedir. Zira Allah'ın tüm insanlara son olarak bildirdiği gerçeklere (Kur'an’a) inanmayanların "zalimler topluluğu" olduğuna, bu nedenle onlara artık doğru yolun gösterilmeyeceğine işaret edilmektedir.
İman edenler arasında imanı zayıf olanların (kalplerinde hastalık bulunanların) akıllarını kullanmamaları yüzünden başlarına bir felâketin gelmesinden korkarak onlarla beraber (dost) olmaları (onların arasına koşuştukları) ve onlara uymaları halinde onlardan olacaklarına dikkatleri çekilmekte ve bu durumda olan "münafıkların", Allah’ın Hz.Muhammed’e yardım ederek ona fetihler (zaferler ve başarılar) verdiğini veya "Katından" bir emir ile onu "yücelttiğini" gördüklerinde, "içlerinde gizledikleri" bu ikili davranışlarından pişmanlık duyacakları açıklanmaktadır.
Ayrıca "iman etmiş" olanların, kendileri ile beraber olduklarına yemin eden Yahudi ve Hristiyanların bütün yaptıklarının boşa gittiğini ve kaybedenlerden olduklarını, onlarla birlikte (dost) olmaları halinde kendilerinin de doğru yoldan sapmaya yöneleceklerini, bütün yaptıklarının boşa gideceğini ve kaybedenlerden olacaklarını söyleyerek aralarındaki münafıkları uyardıkları belirtilmektedir.
Bu nedenle bütün iman edenlere, "Allah'ın Dininden" dönerlerse ve onları "dostları" ve manevî önderleri olarak kabul ederlerse, onların yerine Allah'ın sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda cihat eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir toplum getirileceği belirtilerek, dikkatli olmaları öğüt verilmektedir. Yüce Yaratan bunun Allah'ın dilediğine verdiği lütfu olduğunu ve Allah'ın lütfunun ve ilminin geniş olduğunu bildirmektedir. Ayrıca iman edenlerin "dostunun" ancak Allah, Resulü (Hz.Muhammed) ve inanıp Allah'ın emirlerine boyun eğerek, dua ederek (namazı kılarak) ve zekâtı vererek "iman edenler" olduğu bildirilmektedir. Böylece Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinenlerin Allah'ın tarafını tutanlar oldukları ve şüphesiz "üstün gelecekleri" bildirilmekte ve iman edenler sahip olduklarının "değerini" anlamaya yönlendirmektedir.
Yüce Allah iman edenlere, dua için (namaz) çağrıldıklarında Yahudiler ve Hristiyanlar ile Allah'ı inkâr eden "kafirlerin" bu çağrıyı alay ve eğlence konusu yaptıklarını, bu davranışın onların kendilerine "kitap" verilmiş olmasına rağmen düşünemeyen bir toplum olmalarından kaynaklandığını bildirmekte ve iman edenlerin yalnızca Allah'a, kendilerine indirilene (Kur'an’a) ve daha önce diğer peygamberlere indirilenlere inandıkları için mi kendilerinden hoşlanmadıklarını onlara (kitap ehline) sormalarını öğüt vermektedir. Çünkü, şayet değiştirmemiş olsalardı, onlara indirilmiş olan Kitaplardaki Ayetlere" göre, çoklarının yoldan çıkmış kimseler olduklarını görmüş olacakları açıklanmaktadır.
Böylece Allah'ın merhametinden çıkardığı (lânetlediği), gazap ettiği ve aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimselerin Allah katında yerlerinin daha kötü olduğu ve bunların doğru yoldan daha fazla (ziyade) sapmış bulundukları belirtilmektedir. Kendilerine "Kitap" verilmiş olanlardan müminleri ve İslam'ı alay ve eğlence konusu yapanların, iman edenlerin yanlarına "inkarla girip yine inkarla çıktıkları" halde Allah'a ve Hz.Muhammed'e "inandık" dedikleri ancak Allah'ın gizlediklerini daha iyi bilmekte olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle iman eden "Müslümanların onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını ve bu yaptıkları ne kadar kötü olduğunu iman edenlerin görebileceklerine işaret edilmektedir. Böylece Yahudilere ve Hristiyanlara, Allah'ın içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde indirdiği "Tevrat" ve İsa Peygambere "vahiy edilen "gerçeklerin" yer aldığı “İncil" ile bildirilenlere uymalarını ve Tevrat ve İncil'in "asılları" ile hükmeden ve işledikleri kötülüklerden, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten men eden din adamlarını ve âlimlerini (Zahidileri, Bilginleri) dinlemelerini önermeleri, iman eden "Müslümanlardan" istenmektedir.
Burada maymunların ve domuzların hayatta kalma, üreme, barınma gibi konuları "içgüdüleri" çerçevesinde ve diğer duygusal durumları ile ilgili olarak kendilerine özgü davranışlarda bulunduklarına ve bu davranışlarının "Akıllı" insanlar açısından tuhaf veya aykırı olduğuna işaret edilmekte ve böylece maymunlara ve domuzlar taparak "azgın" davranışlarda bulunanların mecazi bir benzetme ile maymunlar, domuzlar gibi davrandıkları ve "insan toplumunda" tuhaf ve aşağılık bir duruma düştüklerine işaret edilmektedir. Bunların ve ayrıca Allah'ı inkâr edip kendi akıllarınca Allah'a tepki göstermek ve hatta meydan okumak için Şeytan'a tapınan veya Şeytana tapınanlara (Tağut) özenerek onlara tabi olanların da Allah katındaki yerlerinin yoldan çıkmışlardan daha kötü olduğu belirtilmektedir.
De ki: "Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse de. Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz." (112/100), (5/100)
Yüce Allah tüm insanlara yaşamlarında yiyecek, içecek veya davranışlarında birçok şeyin pis ve kötü olduğunu belirtmekte ve bu durum insanların tuhafına gitse de veya bir şekilde insanlar bu pis ve köyü şeylerden hoşlansalar da pis ve kötü ile temiz ve iyi şeylerin bir olmadığını açıklamakta ve "akıl sahiplerine" Allah'ın gösterdiklerine karşı gelmekten sakınmaları (Allah'tan korkunuz ki) halinde Dünya ve Ahiret yaşamlarında kurtuluşa ereceklerini hatırlatmaktadır.
Bu uyarı ile İman edenlere ve tüm insanlara bütün iyi ve temiz şeylerin "helal kılındığına" işaret edilerek, bazı kimselerin kendi akıllarınca ve özellikle bazı amaç ve niyetlerine ulaşmak için onları kendisine ve diğer insanlara "haram kılmamaları" ve aynı şekilde pis ve kötü yiyecek, içecek veya davranışları kendisine ve diğer insanlara "helal kılmamaları" ihtar edilmektedir. Buna göre tüm insanlara Dünya ve Ahiret yaşamlarında huzura ve mutluluğa (kurtuluşa) ulaşabilmek için "Akıllarını" kullanmaları ve Allah'ın gösterdiklerine karşı gelmekten sakınmaları (Allah'tan korkunuz ki) gerektiği bildirilmektedir.
Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir. (112/101), (5/101)
Sizden önce de bir toplum onları sormuş, sonra da bunları inkar eder olmuştu. (112/102), (5/102)
Yüce Allah o dönemde etrafında bulunanların Hz.Muhammed'e Ayetlerinde açıkça yer almayan bazı konularda yerli yersiz soru sormamalarını öğüt vermektedir. Zira o dönemde yapılması ya da sakınılması gereken konuların yer aldığı Ayetlerin bazı olaylara ve Hz.Muhammed'e sorulan sorulara göre "vahiy edildiği" anlaşılmaktadır. Bu nedenle bazı müminlerin günlük işlerle ilgili, önemsiz, çok basit konularda Hz.Muhammed'e gelişi güzel soru soru sorduklarında Hz.Muhammed'in söyleyeceklerinin "Ayet" gibi algılanmasının mümkün olduğuna dikkat çekilmekte ve "yersiz" sorulardan ve ısrarcı tavırlardan kaçınmaları istenmektedir. Çünkü bu durumda Hz.Muhammed'in bu tür yerli yersiz sorulara vereceği cevabın duyanlar veya yorumlayanlar tarafından, aslında "Ayet" olmadığı halde ve hoşlarına gitmeyecek olsa bile, mutlaka yapılması gerektiğini düşünüp kendilerince "yeni farzlar" icat edebilecekleri belirtilmektedir. Böyle bir durumun önlenmesi açısından soruların Ayetler indirilirken ve Ayetlerin hükümleri ile ilgili olarak sorulması halinde cevaplandırıldığı açıklanmaktadır.
Yüce Allah esasen çok affedici olduğunu, hata ve yanlışlıkları nedeniyle insanları cezalandırmakta aceleci olmadığını ve bu tür soruları "iyi niyetle" sordukları için onları affettiğini bildirmekte ve önceki dönemlerde de bir toplumun peygamberlerine böyle soruları sorduğunu, ancak kendilerine verilen açıklamalar bekledikleri gibi olmadığı (hoşlarına gitmediği) veya onlara bazı yeni yükümlülükler getirdiğini "düşündükleri" için bu defa onları "inkar" ettiklerini hatırlatarak açıklanırsa hoşlarına gitmeyecek olan şeyleri sormamalarını iman edenlere öğütlemektedir.
Bu durumda iman edenlere ve tüm insanlara "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili olan "Dini" hükümlerde sadece Hz.Muhammed'in tüm insanlara iletmek üzere aldığı vahiylerde (Ayetlerde) açıklananlara uymaları, akıllarına gelen diğer konulardaki "sorular" ile ilgili cevapları da yine Ayetleri "Akıllarını" kullanarak incelemek suretiyle bulabileceklerine işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Diyanet tefsirinde ve Muhammed Esed tefsirinde bu konuda üzerinde durulması gereken bazı" uyarılar" bulunmaktadır.
"Hz. Peygamber’in yukarıda aktarılan ifadesinden de anlaşıldığı üzere, buradaki mesaj Kur’an’ın indirildiği dönemle sınırlı olmayıp, bütün zamanlarda müminlerin şu hususa dikkat etmeleri gerekir: Dinî yükümlülükler konusunda herkes Resûlullah’ın buyruklarını olabildiğince yerine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıdır. Tarihî tecrübeler de burada insan psikolojisine ışık tutan önemli bir uyarının bulunduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyette ve hadiste önceki toplumlardan bazılarının kendilerine bildirilen dinî yükümlülükleri âdeta yetersiz bularak daha fazla yükümlülük isteyen bir tavır içine girdiklerinden, sonra da bunlar üzerinde görüş ayrılığına düşüp asıl vecîbeleri de terkeder hale geldiklerinden söz edilmektedir. Müslüman toplumlarda da bu psikolojinin etkisiyle zaman zaman asıl dinî vecîbeleri bırakıp yeni yükümlülük arayışı içine girildiği ve dinin aslında olmayan hususların temel dinî yükümlülüklerden daha önemli hale getirildiği gözlenmektedir."
Mâide Suresi 101-102. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
"Peygamberin, [kendisine emanet edilen] mesajı tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü olmadığını ve Allah, sizin açıktan yaptığınız her şeyi ve bütün gizlediklerinizi bildiğini açıklayan Ayet çerçevesinde ve "Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim" (bu surenin 3. ayetinde geçmiştir) cümlesi ile birlikte okunduğunda, müminlerin, Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in açık şekilde ortaya koydukları emirlerden "ilave" kurallar çıkarmaya çalışmamaları gerektiğine işaret eder, çünkü bu onlara "zorluk çıkarabilir" -yani, (yüzyılların akışı içinde ortaya çıktığı gibi), müminlere, Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in mütevatir emirlerinde hukukî kurallar olarak vazedilmiş olanların üstünde ve dışında ilave yükümlülükler getirdiğine işaret edilerek arzu edilmeyecek bazı sonuçlar ihtiva eder şekilde yorumlara neden olabileceği belirtilmekte ve Peygamber'in "Kur'an Ayeti olarak" ne emrederek ne de yasaklayarak hiç sözkonusu etmediği şeyler serbest bırakılmış (mübâh) demektir, yani, ne yasaktır, ne de zorunludur; emrettiği şeyler zorunludur (farz), yasakladığı şeyler ise gayrimeşrudur (harâm); ve bize yapılmasını emrettiği şeyler yalnızca gücümüz ölçüsünde bizi bağlayıcı olduğu açıklanmaktadır."
Maide suresi | Maide oku Maide arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Buna göre Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri (Ayetleri) insanlara iletmesinin yanında çevresindekiler ile Ayet hükümleri dışındaki konularda yaptığı "sohbetlerde" kendisine sorulanlara karşılık olaraksöylediklerinin mutlaka uyulması gereken "Dini" hükümler olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Hz.Muhammed'in vefatından yaklaşık olarak 200 sene sonra toplumun yönetimleri kendilerine "emanet" edilen ve "iman zayıflıkları" yüzünden nefislerine yenilen bazı "İslam" toplumu yöneticilerinin, çıkarlarına ve amaçlarına ulaşmayı ve sürdürmek üzere toplum üzerinde "hakimiyet" kurmak ve sürdürmek için Hz.Muhammed'in bu toplantılarda söylediklerini ve davranışlarını "hadis" ve "sünnet" olarak tanımlayıp "mutlaka uyulması gereken" kurallar halinde "derlettikleri" tarihi bilgilerden ve belgelerden anlaşılmaktadır.
Bu derlemelerin bir bölümünün Hz.Muhammed tarafından "söylendiği" ve "uygulandığı" bir "gerçek" olmakla birlikte, bu "gerçeğe" uymayan ve yüzbinleri bulan çok fazla sayıda "yeni" ve "ilave" kuralların yöneticilerin istek ve "telkinleri" doğrultusunda yazıldığı ve bunların büyük bir bölümünün halen insanlara öğretildiği de bilinmektedir.
Bu tür uygulamalar sonucunda "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" tarafından tüm insanlara bildirilen ve topluca "Din" olarak tanımlanan "Yaratılışa" ait açıklamalara ve uyarı, öğüt ve önerilerine (Ayetlerine) yönelik olan "uygulamaların" bir takım "din bilginlerince" kendilerinin daha çok ve daha ileri düzeylerde iman ettiklerini ifade etmek üzere abartılarak ek uygulamalar ihdas ettikleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan toplumda güç sahibi olan çevrelerin de insanları kendi amaçlarına ve çıkarlarına göre davranmaya yönlendirilmelerini sağlamak için Hz.Muhammed tarafından "vahiy dışında" ve etrafındakilerle sohbet sırasında söylediği "rivayet edilen" sözlere zamanla abartılarak eklemeler yapıldığı "İslam Tarihine" ait kayıt ve belgelerde görülebilmektedir. Nitekim Muhammed Esed tefsirinde bunların "yazan" hukukçu veya "ulemanın" şahsi görüş ve düşüncelerinin etkili olduğu, hatta Kur'an’ın son verdiği geçersiz uygulama ve karmaşıklıklara yeniden hayatiyet kazandırdığına işaret edilmektedir.
"Birçok hukukçumuz (fukahâ'), kendi sübjektif kıyas yöntemleriyle insanların dinî yükümlülüklerini (tekâlîf) gereksiz yere genişletmişler, böylece, [Kur'an'ın] apaçık dilinin sona erdirdiği güçlüklere ve karmaşıklıklara yeniden hayatiyet kazandırmışlardır: Bu da, birçok Müslümanın ve yönetimlerinin İslam Hukuku'nun bütünlüğünden uzaklaşmalarına yol açmıştır"
Maide suresi | Maide oku Maide arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Esasen bu tür abartılı ve insanları yönlendirmeye yönelik uygulamalar günümüzde de sürdürülmekte ve "Ehl-i Kitap" olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyan öğretilerinde ve diğer tüm "dini" inanışlarda bulunmaktadır. Bu durumda tüm insanlara "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili olan "Dini" hükümlerde sadece Hz.Muhammed'in tüm insanlara iletmek üzere aldığı vahiylerde (Ayetlerde) açıklananlara uymaları önerilmektedir.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun. (113/119), (9/119)
Yüce Allah bu açıklamaları ile tüm insanlara ve iman edenlere, "Ahiret" ortamlarında karşılaşacaklarını belirttiği "kötü" durumlara düşmemeleri için, daima Allah'ı anarak Hz.Muhammed'e vahiyettiği “Kur'an Ayetleri” ile yaptığı uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate almalarını, diğer bir ifade ile "Allah'tan Korkmalarını" ve daima "doğrular" ile beraber olmalarını özellikle hatırlatmaktadır.
Fitne Çıkaranlar ve Bozguncular ile İlişkiler
İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. (87/204), (2/204)
O, dönüp gitti mi yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. (87/205), (2/205)
Böylesine "Allah'tan kork!" denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. Ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir! (87/206), (2/206)
İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. (87/207), (2/207)
Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır. (87/208), (2/208)
Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah azîzdir, hakîmdir. (87/209), (2/209)
İnsanların Dünya hayatı ve onun güzellikleri ile ilgili olarak ortaya koyduğu ve geliştirdiği şeyler, bu Dünya yaşamının rahat, refah ve konforlu bir şekilde geçmesi için gerekli ve beklenen faaliyetleri arasındadır. Ancak, her şeyin bunlardan ibaret olduğu ve bunların da sadece insan aklı ile yapıldığı ve bu nedenle herkesin sadece bunlar için çalışması ve bunları elde etmek için yaşaması gerektiği gibi bir düşünceye kapılmak, insanların asıl gerçek durumu anlama ve arama konularında isteksizliğe ve gereksizliğe götürebilmektedir.
Bu şekildeki düşüncelere yönlendirilen insanlar, ancak bu konuda çok ileri gitmiş ve tüm düzeni kendi amaç ve çıkarlarına göre düzenlemiş ve böylece başka hiçbir zümre ve topluluğa imkân ve fırsat bırakmayan ve bu sayede elde ettiği tüm Dünya varlığı ve zenginliklerini her an daha fazla çoğaltma gayreti içerisinde olan ve bu güçleri ile tüm Dünya toplumlarını yönlendiren zümrelerin ve toplulukların işlerini kolaylaştırmakta ve bilmeden onların bu amaçlarına hizmet etmektedirler. Bu tür insanlar ve insan toplulukları, çıkarları için diğerleri üzerinde onların değer verdikleri şeylerden bahsederek ve onlara değer verdiklerini göstererek manevi açıdan da etkili olurlar ve sonuçta kendi amaç ve çıkarlarını korurlar; hatta hiç çekinmeden samimiyetlerini belirtmek üzere Allah'ı dahi kendilerine şahit tutarlar. Yüce Allah bu gibi insanları Ayetlerinde "münafık" olarak tanımlamaktadır.
Bunlar inananlar için hasımların en “tehlikeli” olanlardır. Bu tür insanlar, bir işin başına geçtiklerinde kendi çıkarları için yeryüzünde ortalığı fesada verirler ve insan nesillerinin bu amaçlarına hizmet etmelerini sağlamak üzere bozulmaları için (Ahlak çöküntüleri, uyuşturucu bağımlılıkları, kolay para için amaçları doğrultusunda taciz, cinayet vs. gibi işlerde kullanma vs. gibi) çalışırlar. Ancak, bu tür insanlar bu dünya hayatında çok çekici bir yaşam örneği gibi görünmelerine rağmen, iç dünyalarında tam bir felaket durumdadırlar. Zira bu tür insanlar bilerek bu işleri yaparlar ve Allah ile ilgili bir fikirleri yoktur ve Allah'tan bahsedilince ve "Allah'tan kork" denilince benlik ve gururları onlara yaptıklarını çok güzel gösterir ve edindikleri dünya varlıkları nedeniyle benlik ve gururları giderek daha katılaşır. Bu tür gelişmede en büyük etki Şeytan'dan gelmektedir. Bunlar artık Şeytan'ın etkisi altındadırlar.
Yüce Allah bu durumda olanlara "ceza ve azap" göreceklerini, çok "kötü" olan cehennemin onlara yeteceğini hatırlatmaktadır. Allah’ın bunları sevmediği ve gerçek ortamda ancak ceza ile karşılaşacakları Ayetlerinde defalarca bildirilmektedir.
Öte yandan, Allah bu "münafıklara" Allah'tan başka ilah olmadığını, geleceği hakkında hiçbir şüphe olmayan "Kıyamet" zamanında bütün insanları bir araya toplayacağını ve hiçbir kimsenin sözünün Allah'ın sözünden daha doğru olmadığını hatırlatmakta ve iman etmiş "mümin" olanlara da Allah'ın bütün insanlara "bildirdiklerinin" gerçekliğini "sözde" kabul etmiş görünen ama yine de doğru ve yanlış (hak ile bâtıl) arasında dürüstçe bir seçim yapmak istemeyen "münafık" insanların inançlarının samimiyeti hakkında "iki gruba" ayrılarak mütereddit olmamalarını öğüt vermektedir.
Allah -ki ondan başka hiçbir tanrı yoktur- elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır! (92/87), (4/87)
Size ne oldu da münafıklar hakkında iki guruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla yol bulamazsın! (92/88), (4/88)
Yüce Allah kendi ettikleri yüzünden onları baş aşağı ettiğini (küfürlerine döndürdüğünü) bildirmekte ve ayrıca da hiç kimsenin Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmesinin mümkün olmadığını çünkü Allah'ın saptırdığı kimse için asla doğruya ulaşmasını sağlayacak bir yol bulunmadığını hatırlatmaktadır.
Buna karşılık bazı insanlar ise, akılları ile tam olarak inandıkları ve teslim oldukları Allah'ın kendilerinden hoşnut olmasına önem verirler ve bu dünyada elde ettikleri şeylerin geçici olduğunu idrak ederek bu mallarını ihtiyaç sahipleri ile paylaşırlar.
Bu paylaşım, kendi nefislerini kontrol edebilmeleri ile mümkündür. Zira bir anlamda bu dünyada sağlanan varlıklardan kısmen de olsa vazgeçilmesi nefsini feda etmesi demektir. Böylece nefsini feda edebilenler, varlıklarından bir bölümünü diğer ihtiyaç sahipleri ile paylaşmaktan ve yine bir anlamda varlıklarından bir bölümünü feda etmekten ancak huzur ve mutluluk duyarlar. Allah, insanlara böylece ilgi ve merhamet duyan ve aklı ile bu şekilde yaşayan insanlara sonsuz şefkat duyar.
İnsanların bu tür bir anlayışa erişmeleri ve çoğunluk olarak bu tür bir anlayışa sahip olmaları insanların "apaçık" düşmanı olan "Şeytan'ın" peşinden gitmelerine engel olur ve Dünya ve Ahiret yaşamlarında onlara Barış sağlar. Allah, tüm insanları bu şekilde Barışa (İslam’a) çağırmakta ve onlara en özlü ve açık bir davette bulunmaktadır. Bu davet "doğru Yol" dur. Bu davete uyanlar "İnsan" olmuşlardır. Bilerek ve isteyerek bu daveti reddedenler ancak Şeytan'ın etkisi altındadırlar. Kendileri ne kadar inkâr etseler de Şeytan onları yönlendirmektedir. Bu durumdan ancak akıl yürüterek çıkabilirler.
Görüldüğü gibi, Şeytan Allah'ın izni ile insanları bu şekilde etkilemektedir. Bu nedenle Şeytanlar tüm insanların düşmanıdır, onları Allah konusunda yanıltır ve Dünyadaki güzel ve insana güç ve zenginlik veren şeyleri insanlara aşırı şekilde sevdirerek onları "Tek Yaratıcı Güç" sahibi olan Allah fikrine ulaşmalarına engel olmaktadır. Bu şekilde benlik ve çıkarlarına esir olarak Şeytan'ın etkisi altında bulunan İnsanların Allah konusunda Kur'an ve Hz.Muhammed tarafından belirtilen açık işaret ve delillere rağmen, ulaştıkları barış yolu olan İslam'dan sapmaları, yani tamamen yüz çevirmeleri veya bazı konularda nefislerine tabi olarak doğru yoldan ayrılmaları ancak kendilerine zarar verecektir. Zira "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah, aslında insanların kendisine inanmalarına da ihtiyaç duymamaktadır. Hiçbir şey Allah'a zarar veremez ve Allah'ın üstünlüğü ile kıyaslanamaz. O Ancak Aziz ve her şeye hakimdir, her şey Allah'ın "hükmü" altındadır.
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar! (92/44), (4/44)
Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir. (92/45), (4/45)
Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak "İşittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lânetlemiştir, artık pek az inanırlar. (92/46), (4/46)
Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize iman edin. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir. (92/47), (4/47)
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah iftira etmiş olur. (92/48), (4/48)
Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık girmez. (92/49), (4/49)
Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu yeter! (92/50), (4/50)
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla iman ediyorlar, sonra da kafirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar! (92/51), (4/51)
Bunlar, Allah'ın lânetlediği kimselerdir; Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın. (92/52), (4/52)
Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi vermezlerdi. (92/53), (4/53)
Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik. (92/54), (4/54)
Onlardan bir kısmı İbrahim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter. (92/55), (4/55)
Şüphesiz âyetlerimizi inkar edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştireceğiz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir. (92/56), (4/56)
İnanıp, iyi işler yapanları da içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu bir gölgeye koyarız. (92/57), (4/57)
Burada "Kendilerine Kitap'tan nasip verilenler" olarak tanımlananların, peygamberleri tarafından bildirilenlerin yer aldığı uyarı, öğüt ve önerilerin "kitap" olarak iletildiği toplumlar (Ehli Kitap) ve Hz.Muhammed tarafından insanlara iletilen Kur'an’a inanan "Müslüman" toplumlarda yaşamakla birlikte gerçekten iman etmiş olmadıkları için henüz "doğru yola" yönelmemişler ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Ayetlerde bu durumda olanlar hakkında bazı gerçeklere değinilmekte ve "iman edenlere" bu gerçekler ile ilgili açıklayıcı ve "uyarıcı" bilgiler verilmektedir. Zira onlardan beklendiği gibi iman etmemiş olanların toplumda diğer insanlar üzerinde "kendi fikirlerini" kabul ettirmeye çalışacaklarına dikkat çekilmektedir. İman edenlere kendilerine iletilen gerçekleri kendi düşüncelerine göre "değiştirenlerin" böylece doğru yoldan ayrıldıkları ve "sapıklığı" satın aldıklarına işaret edilerek iman edenlerin de yoldan çıkmalarını istedikleri belirtilmekte, bunlara karşı nasıl hareket edeceklerine dair "örnekler" ile doğru yoldan ayrılmamaları ihtar edilmekte ve öğüt verilmektedir. İman edenlere ve böylece bütün insanlara, Allah'ın bu şekilde davrananların onların "düşmanları" olduğu ve bu düşmanları onlardan daha iyi bildiği açıklanmakta ve "gerçek bir dost" ve bir "yardımcı" olarak da Allah'ın yeterli olacağı önemle hatırlatılmaktadır.
Örnek olarak Yahudilerden bir kısmının kelimeleri yerlerinden değiştirip dillerini eğerek, bükerek "İşittik ve karşı geldik, dinle, dinlemez olası" olarak “râûnâ” dedikleri, böylece inananları aşağılayıp "dine" saldırdıklarını, eğer "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" anlamında “râinâ” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacağını fakat "gerçeği" kabul etmemeleri (küfürleri) yüzünden bunu yapmadıkları, böylece dilleriyle oynayarak Hz.Muhammed'in ilettiği inancın yanlış olduğunu ima etmeye çalıştıkları, bu sebeple de Allah'ın onları lânetlediği ve artık imanlarının "pek az" olduğu açıklanmaktadır.
Muhammed Esed tefsirinde Yahudilerin inançlarının "pek az" olması ifadesi ile, onların sadece kendilerine ve Allah katında sahip olduklarını iddia ettikleri sözde "imtiyazlı" durumlarına inandıklarına işaret edildiği belirtilmektedir.
Bakara suresi | Bakara oku Bakara arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Bu nedenle özellikle "Ehl-i Kitap" olarak tanımlananlara, Ayetlerde belirtildiği gibi geçmişte bazı "cezalar" verildiği ve "lanetledikleri" hatırlatılmakta ve bu durumlara düşmemeleri için Hz.Muhammed'e bütün insanlara iletmesi için "indirilenlerin" onlara da geldiği belirtilerek, onlara gelenleri doğrulamak üzere "iman etmeleri" önerilmekte ve öğüt verilmektedir. Ayrıca, Allah'ın emrinin mutlaka yerine geleceğine işaret edilerek inatla iman edilmemesinin bir yararının ve etkisinin olmayacağına dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah iman edenlere kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamadığını, bunun dışında iman edip iman edip iyi işler yapanların "dilediği kimse için" tövbesini kabul edeceğini, lütfundan onlara, fazlasını vereceğini bildirmektedir. Buna karşılık inanmayanlara (Kafirlere) çetin bir azap bulunduğunu açıklamaktadır. Çünkü Yüce Allah "Kendisine" ortak koşan kimsenin "iftira ederek" büyük bir günaha girdiğini bildirmektedir.
Bu durumda "İnanan" fakat kötü işlere dalmış olan insanlar tövbe ederlerse, onların ancak Allah tarafından bilinen bu durumlarından ve kötülükten vazgeçmeleri ile Allah'ın tövbesini kabul edeceğini (dilediği) insanlar arasında olabilecekleri, dileklerinin ve dualarının (Tövbelerinin) kabul edilebileceği ve "Affedilebilecekleri" bildirilmektedir. Bu arada yaptıkları ile kendi kendilerini temize çıkaranlara yani kendisince ondan beklendiği gibi "iman" ettiğine inananlara Allah'ın "dilediğini" temize çıkardığı ve hiç kimseye kıl payı kadar haksızlık görmeyeceği hatırlatılmaktadır.
Buna rağmen Ehl-i Kitabın ve kendilerine Kitap'tan nasip verilenlerin (bazı Müslümanların) Allah üzerine yalan uydurdukları, bunun apaçık bir "günah" olduğu ve bunun Ayetlerde bildirildiği gibi onların "cezalandırılmaları" için yeterli olacağı belirtilmektedir.
Öte yandan, Ehl-i Kitabın ve kendilerine Kitap'tan nasip verilenlerden "bazılarının" Putlara ve bâtıla, yani "uydurdukları tanrılara" iman ettikleri sonra da inkâr edenlerin (kafirler) Allah'a iman edenlerden daha doğru yolda bulunduklarını söylediklerine işaret edilmektedir. Burada İbrahim Peygamber ve ondan sonraki peygamberler tarafından kendilerine "Kitap" verilen toplumlara işaret edildiği, özellikle de Ehl-i Kitap olarak tanımlanan Musevi inancına sahip olanların (Yahudilerin) ve İsa peygambere inananların (Hristiyanların) kendilerine iletilen gerçekleri "değiştirmelerinin" kastedildiği söylenebilir.
Somut bir durum olarak, İsa peygamberden yaklaşık 200 sene sonra bazı Hristiyan “Din Adamları” tarafından Yahudilerin kitabı olan Tevrat hükümlerinden bazıları (Eski Ahid) ile "birleştirilerek” İsa Peygamberin ve onun annesi Meryem'in "tanrı" olarak kabul edildiği “İncillerin” yazıldığı (Yeni Ahid), aslında Musa ve İsa peygamberlere “Allah Sözü” olarak “vahiy edilen” ve “asılları” bulunamayan bu “Kitapların” böylece değiştirildikleri ifade edilebilir.
Buna ilaveten Müslüman toplumlarda "doğan" ve böylece "Kendilerine Kitap'tan nasip verilenler" olarak tanımlanan bazı insanların da daha önce onlara "gerçekler" iletilmiş olmasına rağmen, özellikle yaşadıkları zenginlik ve bu ortamda ne için bulunduklarını düşünmeyen yaşam tarzları nedeniyle, putlara ve bâtıla iman ettikleri sonra da kafirlerin Allah'a iman edenlerden daha doğru yolda olduklarını ileri sürdüklerine işaret edilmektedir. Yüce Allah bunları lânetlediğini (lütuflarından ve rahmetinden uzaklaştırdığını) ve artık bu kimselerin bir yardımcılarının bulunmadığını bildirilmektedir.
Yüce Yaratan bu gibi affından ve merhametinden uzaklaştırdığı kişilere hitap ederek onların insanlara "hükmetmeye" yetkilerinin bulunup bulunmadığını, yani "mülkten ve hükümranlıktan" bir nasiplerinin olup olmadığını sormakta ve böyle bir yetkilerinin veya nasipleri olsaydı bile, onların insanlara çekirdek filizi kadar bir şey bile vermeyecek bir yapıda olduklarını açıklamaktadır.
Bu durumdakilerin aslında Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset ettiklerini, oysa İbrahim peygambere vermiş olduğu Kitap ve bilgi (hikmeti) ile ona ve "soyuna" büyük bir hükümranlık bahşettiğini ve "doğru yolu" gösterdiğini ancak onlardan bir kısmının İbrahim'e inandığını kiminin de ondan yüz çevirdiğini ve ondan yüz çevirenlere kavurucu bir ateş olarak cehennemin yeterli olduğunu hatırlatmakta ve iman eden Müslümanlara bunları ve Allah'ın daima üstün ve hakîm olduğunu dikkate alarak "lanetlenmekten" sakınmalarını öğüt vermektedir. Böylece iman edenlere de içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağını, orada onlar için tertemiz eşler bulunduğunu ve onların orada huzur içinde yaşayacaklarını (koyu bir gölgeye koyacağını) bildirmektedir. (Tertemiz eşler konusunda Cennet Hayatı bölümünde bilgi bulunmaktadır.)
Yapılan bu uyarılar ve açıklamalar ile Müslümanlar "doğru yolu" bulmaları ve doğru yoldan “ayrılmamaları” için Ayetlerini "Akıllarını Kullanarak" anlamaya çağırılmaktadır.
İman Edilmesi
Allah’a iman edenlerin “Allah’ın Dostu” oldukları ve onların üzülmeyecekleri belirtilmektedir.
Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. (51/62), (10/62)
Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. (51/63), (10/63)
Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir. (51/64), (10/64)
İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah'a varır. (57/22), (31/22)
Yüce Allah, "Uyarıcılar" ile iletmiş olduğu öğüt ve önerilerini "Akıllarını" işleterek dikkate alan ve bütün "Alemleri" Kendi "İradesi ve İlmi" ile "Yaratmış" olduğuna inanan İnsanların "Allah Dostu" olduklarını belirtmekte ve onlara ölüm sonrası ortamlar ve durumlar nedeniyle bir korku olmadığını ve onların üzülmeyeceklerini bildirmekte ve bu şekilde "İman" etmiş insanları "Takvaya Ermiş" olarak tanımlamaktadır.
Takvaya eren insanlara bu Dünya ortamındaki ve ölüm sonrası "Ahiret" ortamındaki yaşantılarında "Müjdeler" bulunduğu, bunun "Büyük Kurtuluş" olduğu bildirilerek Allah'ın sözlerinde bir "Değişme" olmayacağı ayrıca açıklanmaktadır. İnsanların bu bildirimleri ve açıklamaları düşünmeleri ve buna göre "Büyük Kurtuluşa" ulaşabilmek üzere "Allah'ın Dostu" olmaya gayret etmeleri ve Yüce Yaratıcıyı anlamaları gerekmektedir. İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimsenin, gerçekten en sağlam kulpa yapışmış olduğu bildirilmektedir. Zira bütün işlerin sonunun Allah'a varacağına inananlar, Dünya yaşamında ve ölüm sonrasında "Huzurlu" ve en iyi "Konumda" bulunacaklarından "Emin" olacaklardır.
Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakınanlar onlardır. (59/33), (39/33)
Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey vardır, işte bu, iyilik edenlerin mükâfatıdır. (59/34), (39/34)
Böylece Allah, onların geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtecek ve yaptıklarının en güzeline denk olarak mükâfatlarını verecektir. (59/35), (39/35)
Yüce Allah "Doğruyu Getiren "Hz.Muhammed'i ve ona inanan insanları, Allah'ın "Yaratıcılığına" ve "Birliğine" inanıp Allah'a karşı "Kötülükten Sakınanlar" olarak tanımlamakta ve onlara Allah'ın katında "Diledikleri" her şeyin "Ödül Olarak" bulunduğunu bildirmektedir. Burada Dünya yaşamlarında "Allah'a İnanıp" kötülüklerden sakınarak iyilik edenlere bu ortamda yaşarken ve ölümleri sonrasında istedikleri ödüllerin verileceği açıklanmaktadır. Ancak özellikle bu Dünya ortamında bir "İyilik" edildiğinde, karşılıklı bir alışveriş gibi, kendilerine "Diledikleri" bir şeyin "Ödül" verilmesi beklenmemelidir.
Zira, iyilikte bulunan insanların kendileri için "Diledikleri" bir şeyin "Ödül" olarak verildiğini her zaman fark etmesi mümkün değildir. Diğer bir deyişle yapılan iyilikler karşılığında insanların kendi "Hayallerine" göre "Belirli" bir ödül "Beklemesi" doğru olmamaktadır. Örneğin sağlıklı olarak yaşam sürdürmesi ya da bir yerden beklenmedik bir iyilik veya yardım görmesi o insana verilen bir "Ödül" olabilir. Öte yandan, Dünya yaşamlarında Allah'ın "Yaratıcılığına" ve "Birliğine" inanıp "Kötülükten Sakınarak" iyilik edenlere ölümlerinden sonraki hayatlarında nelerin ödül olarak verileceği Ayetlerde bildirilmektedir. Allah'ın bunların geçmişte (Dünya Yaşamlarında) yaptıkları "Diğer" en kötü hareketlerini bile örteceği ve yaptıklarının en güzeline denk olarak ödüllerinin (Mükâfatlarını)vereceği açıklanmaktadır.
İman edenlere söyle: Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar, çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır. (65/14), (45/14)
Allah'ı tek ilah ve yaratıcı olarak tanıyıp O'na inanan insanlar, bu konuda hata yapanları ve inanmayanları bağışlayacaklardır. Hiçbir şekilde zor kullanılması gerekmemektedir. Bunun tek istisnası, inanan toplum üzerine zalimce yapılan saldırı ve tek taraflı olarak inanan toplumlara savaş açılmasıdır. Çünkü Allah insanların ve toplumların yaptıklarına göre tek tek değerlendirileceğini ve her insanın ve toplumun yaptığına göre cezalandırılacağını bildirmektedir.
Bu durumda kendilerinin “Din” konusunda “yetkili” veya “bilgili” olduğunu düşünen insanların ve toplumların diğer insanların kendi düşüncelerine uymaya yönlendirmelerinin ve buna zorlamalarının gerektiğine dair kendilerine bir görev atfetmeleri yersizdir. Çünkü Kur’an Ayetlerinde kimseye hatta sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'e dahi bu konuda yetki verilmemiştir. Nitekim Yüce Allah Hz.Muhammed’e sadece bir “Uyarıcı” olduğunu ve ona ve tüm insanlara ilettiklerine inanmayanların cezasını Allah’ın vereceğini bildirmektedir.
Sen sadece bir uyarıcısın. (43/23), (35/23)
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Eğer seni yalanlıyorlarsa onlardan öncekiler de yalanlamışlardı, peygamberleri onlara açık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. (43/25), (35/25)
Sonra ben, o inkar edenleri yakaladım, cezam nasıl oldu! (43/26), (35/26)
Bu nedenle Allah'ın insanlara “İslam’ın” amacı olan “İnsan Olmak” görevini verdiğini “akıllarını kullanarak” insanların kendilerinin anlamaları gerektiğine işaret edilmekte ve insanlardan bu “gerçeği” hiçbir zaman akıllarından çıkarmamaları beklenmektedir.
Nitekim Allah bugüne kadar sayısız peygamberi ve bilinen bilinmeyen yazılı metinleri bu amaçla göndermiştir. Bu nedenle zamanla insanların akıl düzeylerinin giderek gelişmesi sonucunda artık peygamber gönderilmesine gerek kalmadığı Hz.Muhammed’in “son peygamber” olduğuna işaret edilerek Allah tarafından bildirilmiştir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Yine Allah, Hz.Muhammed'e gönderdiği Kur'an’ın insanların akılların kullanarak görevlerini bulmak ve yapmak konularında kıyamet gününe kadar bir öğüt, uyarıcı ve yol gösterici olacağını belirtmektedir. İnsanlara düşen bu “gerçeği” anlamaktır ve her insan bu hususu kendisi araştırıp bulacaktır. O nedenle bu gerçeği bulamamış olanlara ancak dua edilerek kendi başlarına bu görevi bulmalarının dilenmesi dışında bir şey yapılamayacaktır. Bu nedenle “İnsan Olmak” görevini anlayıp yürütemeyenleri zorla belli bir “inanca” yönlendirmemek gerekmektedir.
Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz. (85/57), (29/57)
İman edip güzel işler yapanları, muhakkak ki onları, içinde ebedi kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. İyi işler yapanların mükâfatı ne güzeldir! (85/58), (29/58)
Onlar, sabreden kimselerdir ve yalnız Rablerine güvenip dayanmaktadırlar. (85/59), (29/59)
Yüce Allah bütün insanların (her canın) öleceğini (ölümü tadacağını) ve ölüm sonrasında "Kendisine döndürüleceklerini" hatırlatmakta ve "Kendisine" ve insanlara bildirdiği "gerçeklere" iman edip onlara göre "güzel" işler yapanların sabredenler ve yalnız "Rablerine" güvenip dayananlar olduklarına işaret ederek, onları içinde sonsuza kadar (ebedi) kalacakları altlarından ırmaklar akan "cennet köşklerine" yerleştireceğini ve onların ödüllerinin ne güzel olduğunu bildirmektedir.
Ayette özellikle insan "can" olarak ifade edilmektedir. Bu “uyarı” ile Allah'a inanan ve iman edenlere ve bu ortamda yaşamakta olan bütün insanlara mutlaka "ölecekleri" hatırlatılarak her an bir şekilde şahit oldukları "Ölüm" halinin başlı başına çok çarpıcı ve "önlenemez" olan bu "Gerçek" üzerinde düşünmeleri önerilmektedir. Böylece insanların "ölümü" gerçekleştiren "Gücün" önceden canlılara nasıl "Hayat" verdiği ve insanların ölüm sonrasında yeniden "Diriltilmeleri" olayının da bir "Hayal" olmadığı ve nasıl olabileceği konusunda bazı sonuçlara ulaşabilmeleri mümkün olabilecektir.
Ayetlerde "tatmak" olarak hissedileceği belirtilen "ölümün" bir "yok oluş" olmadığı, ancak bir çeşit boyut değişimi olarak Allah'a "döndürülme" ile ilgili "değişimleri" kapsadığı düşünülebilir.
Yüce Yaratan, "öldüren" ve "dirilten" olduğunu, "Bilinen ve Bilinemeyen Her Şeyin" yaratıcısı olarak namının (şanının) en yüce olduğunu, her şeyin mülkünün "Kendi Elinde" bulunduğunu, adının "Allah" olduğunu ve O'ndan başka tanrı bulunmadığını, buna göre bütün zamanlarda (önünde de sonunda da) saygı duyulup yüceltilmelerin, her şeye hükmetmenin (hakimiyetin) sadece O'na ait bulunduğunu ve bütün "yaratılışın" ve bu anlamda bütün insanların ancak O'na geri döneceklerini (döndürüleceğini), en sonunda "dönüşün" yalnız Allah'a olacağını kesin bir şekilde açıklamakta ve bildirmektedir.
Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! siz de O'na döndürüleceksiniz. (41/83), (36/83)
İşte O, Allah'tır, O'ndan başka tanrı yoktur. Önünde de sonunda da hamd Allah'ındır, hüküm Allah'ındır ve ancak O'na döndürüleceksiniz. (49/70), (28/70)
Sadece O'na döndürüleceksiniz. (87/245), (2/245)
Dönüş yalnız Allah'adır. (89/28), (3/28)
Belirtildiği gibi Ayetteki "can" ifadesi ile insanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Ancak genel olarak "can" tanımlaması ile, dünyadaki diğer "canlıların" ve Evrende bulunan tüm "varlıkların" yapılarındaki enerji esaslı unsurların da ifade edildiği düşünülebilir. Buna göre Allah'ın yaratmış olduğu "Bilinen ve Bilinemeyen" her şeyin bir "sonu" vardır ve en sonunda tamamı Allah'a döndürülecektir. Yani Allah, yarattığı her şeyi ancak "O’nun" bileceği bir şekilde ve nitelik ve koşullarını "O’nun Bildiği" bir ortama geri alacaktır. Bu ortam aslında her şeyin "İlk" yaratıldığı yerdir.
Ayetlerde "ilk yaratılışların" ve "her şeyin yaratılışının" tasarlandığı ve aynı zamanda "Allah'ın Kendisi" ya da "Zatı" olarak düşünülebilen bu yer veya ortam Ayetlerde "ARŞ" olarak adlandırılmakta ve oraya ait bilgiler de "Gayb" olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda Gayb, "Bilgisi sadece Allah'ın katında olan ve insanlarca bilinmeyen" olarak ifade edilebilmektedir.
Öte yandan ölüm sonrasında bu dünyada Allah'ı tanıyan ve iyi işler yapanların, ebedi olarak kalacakları "Cennete" girmek üzere kıyamet sürecindeki "yeniden yaratılma" sırasında verilecek olan "Canın" niteliğinin, yeniden ölüm olmadığı için, buradan farklı olabileceği ve bu şekilde "Allah'a Döndürülme" gerçekleştiğinde verilecek olan başka nitelikli "canlılığın" Allah yanında ölüm olmadığından, sürekli olacağı anlaşılmaktadır.
Buna göre bütün insanlara ölüm sonrasındaki "gerçekleri" anlamaya çalışarak o zaman karşılaşacakları azap ve eziyetleri düşünerek pişmanlık duymamaları için bu ortamdaki yaşamlarında Ayetler ile yapılan uyarı ve verilen öğütleri dikkate almaları ve yaşantılarını ona göre düzeltip düzenlemeleri önerilmekte, böylece insanlardan "doğru yolu" yani Allah'a giden yolu bulmaları ve özellikle "mümin" olanlardan "doğru yoldan" ayrılmamaları beklenmektedir.
Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. (87/214), (2/214)
İnanan insanlar, Dünya hayatında her türlü olumsuzluklar ile de karşılaşabilirler. Bu durum gerek kendilerinin gerek se atalarının akıllarını kullanarak yaptıkları ile ilgili olabilir. Bu bakımdan, inanan kişilerin kendilerince olumsuz olarak düşündükleri durumlar ile karşılaşmaları halinde bu durumu özel olarak incelemeleri ve bu duruma neden olabilecek konuları bulmaya çalışmaları ve bulabildikleri nedenleri değerlendirerek bunlardan vaz geçmeleri gereklidir.
Allah, ancak bu anlayış ve idrake ulaşılması ile insanlara vaat ettiği "Cennet" ortamlarına girebileceklerine işaret ederek karşılaşılan yoksulluk ve sıkıntılar nedeniyle "bunaldıklarında" yapacakları "özeleştirilerin" onlara yol göstereceğine işaret edilmekte ve belirledikleri hata ve noksanlıklarından "pişman" olarak vaz geçmeleri (Tövbe) öğütlenmektedir. Tövbe kararının alınmasında Allah'tan yardım istenmesi, bu konuda en önemli destek ve moral olacaktır. Bu gibi durumları idrak ederek ve bilinçli olarak Allah'tan inanarak yardım talep edilmesi durumunda, Allah'ın yakın bir zamanda nasıl yardımcı olduğu, Allah'ın gösterdiği ve yönlendirdiği olaylarla kolayca görülebilecektir.
Yeminlerinizden dolayı Allah'ı (Allah'ın adını), iyilik etmenize, O'ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın, Allah işitir ve bilir. (87/224), (2/224)
Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lakin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah gafurdur, halimdir. (87/225), (2/225)
İnsanların, Allah'a inanma, diğerlerine yardım ve iyilik etme ve insanların aralarını düzeltme gibi konularda, verdikleri bazı sözler ve ettikleri yeminleri bahane ederek isteksiz davranmaları veya bunlardan kaçınmaları doğru değildir.
Verilen sözler ve edilen yeminler Allah'ın tanınması, O'na inanılması ve itaat edilmesi ile insanların iyiliğine olan işlemlerde bir engel değildir ve bu nedenle bahane edilmemelidir.
İnsanların bilerek ve kasten yemin etmeleri durumunda, bunun sonuçlarından sorumlulukları bulunmaktadır. Bu şekilde yapılacak yeminin o konuda Allah'ın "şahit" gösterilmesi olduğunun dikkate alınması ve özellikle kendisinin ve diğer insanların zararına olabilecek konularda yemin edilmesi halinde "sorumlu tutulacağının" unutulmaması gerekmektedir. Böyle bir "kasıt" olmadan bir konuda "boş yere" yemin edilmemesi daha doğru olacaktır. Bu nedenle gereksiz yere Allah'ı şahit tutarak yemin etmekten kaçınılması ve Allah'tan af dilenmesi önerilmektedir.
Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerdir. (87/254), (2/254)
Allah'ı tanıyıp Allah'a inanan ve Allah'ın her şeyi tasarlayıp yarattığına ve yaratılanların varlıklarının sürdürülmesi için gereken düzen ve ortamları da yarattığına ve her şeye hakim olduğuna inanan insanlara, artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (yaşamlarındaki son gün) gelmeden önce inanmalarının bir işareti ve kanıtı olarak dünyada geçirdikleri günlerde hayatlarını sürdürmeleri için kazanmaları gerektiği hatırlatılmakta ve kazandıklarından yapacakları harcamaların "Hayırlı" işlerde ve yollarda yapılmasının gerektiğine işaret edilmektedir.
Allah’ın verdiği geçimliklerin “hayır yolunda” harcanması gerek harcamayı yapan gerekse diğer insanlar için daima "İyi ve Faydalı" sonuçlar verecek faaliyet ve işler yapılmasını ifade etmektedir.
Buna göre kazanılan geçimliklerin (rızıkların) ancak hayır yolunda harcandığında insan için değerli olacağı belirtilmektedir. Çünkü savurganlıkla yapılan harcamalar hiçbir kimseye fayda getirmemektedir. Yüce Allah'ın kurduğu bu ortamın kural ve koşullarına göre yürüyen düzende nasıl her işlem ve hareket yeni bir duruma neden oluyor ise, “hayır olarak” harcananlar hayırlı (olumlu) ve hayır olmayan şekilde harcananlar ise hayırsız (olumsuz) sonuçlar vermektedir. Bu gerçeği ancak iman edenler net olarak görebilmektedir.
İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler. (87/277), (2/277)
Ey iman edenler! Allah'tan korkun. (87/278), (2/278)
Akılları ile idrak ederek, bilinçli olarak ve isteyerek Allah'ı Tek Yaratıcı olarak tanıma ve O'na inanıp teslim olarak O'na şükran ve övgülerini sunma olarak kısaca tanımlanabilecek olan "İman" etmek, Allah'ın insanlardan beklediği en önemli husustur. Bu dünya hayatında bu şekilde iman edebilmiş insanlar Kur'an’ın çeşitli yerlerinde yer alan uyarılarda belirtildiği gibi, namaz kılacaklar (Dua edip övgülerini sunacaklar) ve zekât (Mal ve zenginliklerinin bir bölümünü diğer insanların faydasına sunacaklar) vereceklerdir. Böylece iman edebilen insanlar, artık Gerçek Ortam ile ilgili olarak oraya nasıl gidileceği, orada neler olacağı gibi konularda bir korku ve endişe duymayacaklar ve üzülmeyeceklerdir. Çünkü bu insanların ödülleri, Allah tarafından verilecektir.
Tüm bu uyarıların insanlar tarafından iyi değerlendirilmesi ve dikkate alınması gerekmektedir. Aksi halde "Her Şeyi” yaratan ve sahibi olan Allah bildirilen delillere ve uyarılara rağmen iyi değerlendirilmemiş ve anlaşılamamış olacaktır. İşte o zaman Allah'tan korkulması gerekir.
Nitekim Yüce Allah iman etmiş olanlara sevdikleri şeylerden ihtiyaç sahiplerine yardım olarak (Allah yolunda) harcamadıkça tam anlamda "iyi insan" niteliğine eremeyeceklerini hatırlatmakta ve bu şekilde harcanacak her şeyi Allah'ın tam olarak ve hakkıyla bildiğini açıklamaktadır.
Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir. (89/92), (3/92)
Böylece iman etmiş insanlara Allah'a olan "imanlarının", ihtiyaç içinde olanlara karşı "duyarlı" hale gelmedikçe iyi ve eksiksiz olamayacakları hatırlatılmaktadır
Kafirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının! (89/131), (3/131)
Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız. (89/132), (3/132)
Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! (89/133), (3/133)
Allah'a ve Hz.Muhammed ile bütün insanlara bildirdiği yaratılış, uyarı, öğüt ve önerilere inanıp "iman edenlere," sahip oldukları bu imanın değeri hatırlatılmakta ve bu değerlerden saparak inanmayanlar (kafirler) için "hazırlanmış" olan azap ve eziyetten (ateşten) sakınmaları önemle önerilmektedir. Buna göre "ateşten" kurtulmanın ancak Allah'ın merhametine ve cömertliğine (rahmetine) kavuşulması ile gerçekleşeceği ve bunun da ancak Allah'a ve Allah'ın bildirdiklerini insanlara ileten Hz.Muhammed'e "itaat" edilmesi ile mümkün olduğu bildirilmektedir. Böylece iman etmiş olanlara, samimiyetle ve içtenlikle inananlar (takvâ sahipleri) için hazırlanmış ve genişliği gökler ve yer (Evren) kadar olan "Cennete" koşmaları öğütlenmektedir.
Bu Ayetler ile hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar bütün insanlara da bir "uyarı" yapıldığı söylenebilir. Yüce Yaratan Adem'den itibaren geçmişteki bütün insan topluluklarına "nice" peygamberler ve uyarıcılar görevlendirdiğini (gönderdiğini), onların insanlara Allah'ı ve "Tek Yaratan" olduğuna dair "deliller" göstererek Allah'ın "öğretilerini" bildirdiklerini, bunlara inanmayanlara "cezalarını" verdiğini ve inananlara ise her açıdan yardım ettiğini açıklanmaktadır.
Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. (84/47), (30/47)
Birçoğu tamamen yok olan ancak halen yeryüzünün çeşitli bölgelerindeki bazı toplumlarda yürütülen ve daha çok gelenek halini almış bir kısım "inanç" uygulamalarında birbirlerini izleyerek Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur'an’da ismi geçen diğer peygamberler tarafından insanlara bildirilen ve "son" olarak Hz.Muhammed ile bütün insanlara iletilen Kur'an’da (Allah'ın Öğretilerinde) yer alan namaz, oruç, hac, kurban gibi bazı uygulamaların "izlerinin" bulunduğu görülmektedir.
Buna göre söz konusu Ayetler ile bir şekilde önceki nesillerden gelen inanç uygulamalarını sürdürmekte olan insanlara Allah'ın öğretilerinin "son" ve "doğru" şekli olan Kur'an Ayetlerini incelemeleri, yürütmekte oldukları inançlarını ve ellerindeki "belgeleri" bu Ayetlerin amaç ve anlamları çerçevesinde değerlendirmeleri öğütlenmektedir. Böylece artık bu konudaki son "öğreti" olan Kur'an Ayetlerinin kendi inanışlarını kapsadığını, ilah olarak düşündüklerinin aslında "Allah" olduğunu görebilecekleri ve bu nedenle de Allah'a inanmaları halinde esasen kendi inançlarının gereklerini de yerine getirmiş olacakları belirtilmektedir. Böylece Allah'a ve Hz.Muhammed'e itaat ederek ölüm sonrasında huzura ve rahmete kavuşacaklarına aksi halde azap ve eziyet çekeceklerine işaret edilmekte ve "Doğru Yola" yönelmeleri istenmektedir.
İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.", şu kadar var ki, İbrahim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. “Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (91/4), (60/4)
“Rabbimiz! Bizi, inkar edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” (91/5), (60/5)
Andolsun onlar sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir, kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, hamde lâyık olandır. (91/6), (60/6)
Yüce Allah, İbrahim Peygamber ve onunla beraber olanlar ile ilgili Ayetlerinde açıkladıklarında bütün insanlar için gerçekten "güzel bir örnek" bulunduğuna işaret ederek insanları bu Ayetler üzerinde düşünmeye yönlendirmektedir. Bu Ayetlerde Yüce Allah'ın "Peygamber" olarak kavmine gönderdiği İbrahim'in, Adem'den sonra bu ortamda yaşamış olan insanlara "uyarıcılar" tarafından iletilen ve her şeyin "Tek Yaratan" tarafından "yaratıldığı" esasına dayanan inanışın zamanla değişerek bozulduğunu görüp onları uyardığı ve toplumuna Allah'ın Ayetlerinde "İslam" olarak tanımladığı bu "gerçek" dışında başka bir "inanışın" doğru olmadığını açıkladığı belirtilmektedir.
Bu Ayetlerde ayrıca İbrahim ve onunla beraber olanların, inanmayanları "tanımadıklarını" ve onlardan ve "Tek Yaratıcı" olan Allah'ı bırakıp taptıklarından "uzak" olduklarını, bu nedenle de inanmayanlarla aralarında sürekli bir düşmanlık ve öfke belirdiğini içinde yaşadıkları topluma "açıkça" bildirdikleri belirtilmektedir.
Ayrıca İbrahim'in kavmine bildirdiği ve bazı Ayetlerde "İbrahim'in Dini" olarak da değinilen ve Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğunu açıklayan bu "inanışa" iman edenlerin (müminlerin), bu inancın temelini oluşturan "kabuller" olarak yalnız Allah'ın "galip" geldiğini ve "bilinmeyenlerin" sahibi olduğunu kabul edip Allah'a dayandıklarını, Allah'a yöneldiklerini ve sonunda Allah'a döneceklerini söyleyerek ve geçmişteki "bilgisizlikleri" nedeniyle yaptıkları hataları için Allah'tan af dileyerek "dua" ettikleri bildirilmektedir.
İbrahim peygamberin babasının da "inanmayanlar" arasında olduğu ve İbrahim'in babasına onun için Allah'tan "af dileyeceğini" fakat Allah'tan ona gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücünün yetmeyeceğini bildirdiği açıklanmaktadır.
Bu açıklamalara göre İbrahim Peygamber ile ilgili Ayetlerde belirtilenlerin, içlerinde Allah'ı ve ölüm sonrasını (Ahireti) merak edip öğrenmek isteyenler için "güzel" bir örnek olduğu görülmektedir. Yüce Allah insanlara "Akıl" unsuru" lütfetmiştir. Bu nedenle insanlar Ayetlerde yer alan bütün bu uyarı, öğüt ve önerileri incelediklerinde verilen örneklerin bir "anlamı" olduğunu idrak edecekler ve böylece Allah'ın yolu (Doğru Yol) olan "İslam’a" yöneleceklerdir. Yüce Allah kim bu "gerçeklerden" yüz çevirirse bunun Allah'a bir hiçbir etki veya zarar olmayacağını (zengindir) hatırlatmakta, sadece Kendisinin "yüceltilerek" anılmaya (hamde) lâyık olduğunu bildirmekte ve iman edenlerden bu "gerçekleri" unutmamalarını istemektedir.
Bu nedenle iman edenlere ve özellikle de bütün insanlara Allah'a, Peygamberine (hz.Muhammed'e), Peygamberine indirdiği Kitap'a (Kur'ana) ve daha önce indirdiği kitaplara da inanıp iman etmeleri (gerçekliklerini kabul etmeleri) öğütlenmekte ve bu kitaplarda açıklanmış olmasına rağmen Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar edenlerin tam manasıyla "sapıtmış" oldukları bildirilmektedir.
Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır. (92/136), (4/136)
Buna göre İbrahim Peygamber ve sonrasında kendilerine kitap indirilen peygamberler tarafından bütün insanlara bildirilen ve ilgili Ayetlerde Allah'ın "İslam" olarak adlandırdığı belirtilen "gerçeklerin" aslında bütün insanların bu ortamda "bulunmalarının" nedeni olduğu, bu nedenle insanların kendilerine iletilen bu "gerçekleri" inkâr etmelerinin ancak "sapıklık" olarak tanımlanabileceği açıklanmaktadır.
Bu uyarının önemle "dikkate alınması" ve onlara göre "doğru yola" dönülmesi kendilerine "Akıl" verilmiş olan bütün insanlardan beklenmektedir.
İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir. (94/16), (57/16)
İman edenlere Allah'ı "anmalarında" ve Kur'an’ı (vahiylerini) okuyup "anlamalarında" kendilerini çok bilgili ve yetkili görerek insanları "küçümseyip" büyüklük taslamamalarının gerektiği hatırlatılmakta ve böyle "kibirlenmek" yerine ürpererek "acizliklerini" fark etmelerinin zamanının geldiği belirtilmekte, ayrıca daha önce kendilerine "kitap" verilenler gibi olmamaları öğütlenerek "uyarı" yapılmaktadır.
Burada kendilerini "Allah'ın seçkin toplumu" olarak gören ve bu nedenle başından beri kendilerini Allah'ın rızasına "mazhar olmuş" sayan Yahudiler arasındaki "kibirli ruhanîlere" işaret edildiği anlaşılmaktadır. Zira Musa Peygamber döneminden sonra onların üzerinden geçen uzun zaman içerisinde kalplerinin katılaştığı ve birçoğunun "yoldan çıkmış" olduğu belirtilmektedir.
İman edenlere yapılan bu "uyarı" ile bütün insanlara "iman edenlerin ve inananların", Kur'an’ı okurken ve anlayıp dinlerken Allah'ı düşündükleri ve kendilerine bildirilenleri "hissettikleri" belirtilmekte ve bu sırada ruhlarının "Asıl Sahibi" ile iletişime geçtiği ve insanın bedeninin bu iletişim ile tarifi güç bir haz hissettiği ve hafifçe "ürperdiği" bildirilmektedir. Allah, bu açıklaması ile iman etmiş ve etmemiş olan bütün insanlara "Allah'a inanmaları", inanmalarından sonra da bu yoldan ayrılmamaları konusunda "ihtarda" bulunmaktadır. Çünkü inanmış olmalarına rağmen insanlar "ürpererek" Allah'ı anmak ve Allah'a teslim olup ibadet etmekte ihmal gösterirlerse veya "kibirlenerek" büyüklük taslarlarsa, tabii olarak şeytanın da etkisi ile, "Kalplerinin" katılaşacağı ve Allah yolundan çıkabilecekleri hatırlatılmaktadır.
İnanmayanlar ile İlişkiler
Allah’a iman edenler inkâr edenleri (kafirleri) sırdaş (dost) edinmemeleri için uyarılmaktadır. Allah’ı inkâr edenlerin dost edinilmemesini bildiren bu uyarının aslında bütün insanlar açısından da dikkate alınması gerektiği anlaşılmaktadır.
Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır. (89/28), (3/28)
Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz. (89/118), (3/118)
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında "İnandık" derler; kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: "Kininizden ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir." (89/119), (3/119)
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. (89/120), (3/120)
İnsanlar arasında benzer nitelikleri taşıyan grupların kendi aralarında anlaşmaları, etrafındaki insanlar ile aynı şeylere önem vermeleri, aynı şeyleri sevip aynı şeylerden kaçınmaları gibi müşterek anlayışlara sahip olmaları böylece aralarında çok önemli bir güven ve bağlılık duygusu oluşturmaları sonucunda mümkün olabilmektedir. Benzer anlayışa sahip insanlar ile birlikte olmak ile gelişen bu tür duygular insanların yapılarında bir korunma içgüdüsü olarak yer aldığı gibi, Ruhlarında da kendine benzer hislere ve anlayışlara sahip insanlar arasında bulunması sonucunda bir “toplum birliği” bilinci şeklinde gelişme göstermektedir. Böylece Dünya üzerindeki tüm İnsanlar arasında benzeştiklerinden ötürü genel anlamda güvene dayalı ilişkiler kurulabilmektedir.
Ancak insanların birbirlerine olan güven duygusunun en üst düzeyde gelişmesini ifade eden "Dostluk" kavramı ise, doğal olarak değer yargıları, çeşitli konulardaki anlayışları ve bunların birikimi ile yönlendirilmiş olan faaliyetleri aynı doğrultuda olan insanlar arasında çok etkili ve daha yoğun olarak gelişecektir. Dostluk kavramında en önemli yeri tutan güven hissi, insanların dostları ile olan temaslarında hiçbir endişe duymadan tüm hislerini ve şahsi sırlarını ve en önemlisi de zayıf noktalarını ortaya çıkarabilmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan dost insanlar birbirlerine tereddütsüz biçimde "Açık" olduklarından, iman edenlere kendileri gibi gördükleri "dostları" dışındakileri "sırdaş" edinmemeleri öğütlenmektedir.
Hz.Muhammed tarafından iletilen Ayetlere inanıp iman edenlerin, kendileri dışındakileri sırdaş edinmemeleri için yapılan bu uyarıların genel anlamda bütün insanlar açısından da dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü aynı düşünceleri taşımayan veya aynı inanç değerlerine sahip olmayan ve bu nedenlerle "dost" olarak tanımlanamayan insanların daima "çıkarları" için davrandıkları, fenalık etmekten asla geri durmadıkları, karşılarındakilerin hep sıkıntıya düşmelerini istediklerine, kinlerinin ve düşmanlıklarını içlerinde (kalplerinde) sakladıklarına işaret edilerek bu durumun ilişkilerde dikkate alınmasının gerektiği belirtilmektedir.
Yüce Allah Ayetlerini bu nedenle özellikle iman edenlere üzerinde düşünüp anlamaya çalışmaları için "açıkladığını" bildirmektedir. Zira, Allah'a ve bütün insanlara ilettiklerine inanmayanlar Allah'a inanan ve Allah'a iman edenleri sevmedikleri halde, iman etmiş "mümin" insanların onları sevdikleri ve Allah'ın bildirdiği bütün kitaplara inandıkları belirtilmektedir.
Ayrıca inkâr edenlerin müminlerle karşılaştıklarında "İnandık" demelerine rağmen kendi başlarına kaldıklarında ise kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırdıkları açıklanmakta ve onlara kinlerini sürdürmeleri (Kininizden Ölün) fakat Allah'ın kalplerinin içindekini hakkıyla bildiğini hatırlatması Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Bununla birlikte kafirlerin (inanmayanların) müminlere bir iyilik dokunsa bunun onları tasalandıracağı ve bir musibet gelse buna da sevinecekleri belirtilerek iman edenlere sabırlı olmaları, imanlarını korumaları halinde onların hilelerinin kendilerine hiçbir zarar vermeyeceği ve Allah'ın onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmış olduğu, yani isteseler de bir kötülük yapamayacakları bildirilmekte ve "doğru yoldan" ayrılmamaları öğütlenmektedir.
Yüce Allah iman edenlere inkâr edenleri (kafirleri) sevgi göstererek sırdaş (dost) edinmemelerini bir defa daha hatırlatmaktadır.
Ey iman edenler! eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin, oysa onlar, size gelen gerçeği inkar etmişlerdir, rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim, sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur. (91/1), (60/1)
Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır zaten inkar edivermenizi istemektedirler. (91/2), (60/2)
Allah'a inanarak ve Allah'ın yolunda karşılaştığı "engelleri" aşarak (savaşmak) Allah'ın "rızasını" kazanmaya çalışan "iman edenlere", Allah'a inanmayan ve inananlar üzerinde etkili olarak onları kendi düşüncelerine yönlendirmek isteyenlerin Allah'ın "düşmanı" olduğu, bu nedenle bunların iman edenlerin de düşmanı olduklarına işaret edilmekte ve olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmemeleri gerektiği yeniden belirtilmektedir. Çünkü onların Hz.Muhammed'e vahiy edilen "gerçeği" inkar ettikleri belirtilerek Hz.Muhammed'i ve iman edenleri insanların "Rabbi" olan Allah'a inanmaları nedeniyle "yurtlarından" yani bulundukları şehir olan Mekke'den çıkardıkları hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah şayet iman edenlerden çıkarları için veya karşılık bekleyerek onlarla gizlice dost olmayı düşünen olursa iman edenlerin ve aslında bütün insanların saklı tuttukları ve açığa vurduklarını "en iyi bilen" olarak, açıktan göstermese bile bu gibiler ile "dostluk" ilişkisi kuranların "doğru yoldan" sapmış ve "zalimlerden" olacaklarına dikkat çekilmektedir. Zira iman edenlerin bunlar ile "dostluk" kurmaları halinde, onların çeşitli bahaneler ve yöntemler ile iman edenleri kendi yollarına döndürebilecekleri (iman edenleri ele geçirebilecekleri), bunu gerçekleştirdiklerinde de iman edenlere "düşman kesilecekleri", elleri ve dilleri ile kötülükte bulunacakları ve sonuçta da iman edenlerin "inkar" etmelerini isteyecekleri açıklanmaktadır. Bu nedenle iman edenlere Allah'a inanmayanlardan etkilenerek bu duruma düşmemeleri ihtar etmektedir.
Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (91/7), (60/7)
Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz çünkü Allah, adaletli olanları sever. (91/8), (60/8)
Öte yandan, iman edenlerin yaptıkları duaların kabulü veya imanlarının denenmesi nedeniyle, çok bağışlayan ve çok esirgeyen olan Yüce Allah'ın her şeye "gücü yeten" olarak, iman edenlere "düşman" olanlar ile iman edenler arasında bir "dostluk" meydana getirebileceği de hatırlatılmaktadır. Böyle bir durumda iman edenlerle savaşmamaları, onları yurtlarından çıkarmaya çalışmamaları gerektiğine işaret edilerek, onlarla bu hususları sağlayacak nitelikte antlaşmalar yapmak suretiyle "emin" olunması halinde, Allah'ın adaletli olanları sevdiği gerçeği dikkate alınarak o toplumlara iyilik yapılabileceği ve onlara adil davranılabileceği belirtilmektedir.
Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar, kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır. (91/9), (60/9)
Ey iman edenler! kendilerine Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin, zira onlar, kafirlerin kabirlerdekilerden ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir. (91/13), (60/13)
Yapılan bu uyarılar ile, Yüce Allah'ın "sadece" iman edenlerle din uğrunda savaşanları, iman edenleri yurtlarından çıkaranları ve çıkaranlara yardım edenleri dost edinmelerini yasakladığı bildirilmektedir.
Buna göre Yüce Allah'ın bu gibiler ile iman edenler arasında önceki Ayette belirtilen "istisnai" bir uygulamaya izin vermediği ve onlarla bir "dostluk" meydana getirmeyeceği anlaşılmaktadır.
Ayrıca kendilerine yapılan uyarı, öğüt ve önerilere (Gerçeklere) uymayanların Allah'ın "düşmanı" olmaları nedeniyle Allah'ın "gazap ettiği" bir toplumu (kavmi) dost edinmemeleri özellikle belirtilmektedir.
Çünkü bunlara uymayarak Allah'ın "düşmanı" olanların, her şeyi inkâr edenlerin (kafirlerin) ölen insanlardan (kabirlerdekilerden) tamamen "ümit kestikleri" gibi, ölüm sonrasında insanların yeniden diriltilmelerinden (Ahiret Ortamından) ümit kesmiş oldukları bildirilmektedir. Bu nedenle insanlardan kendilerine iletilen "gerçekler" üzerinde durmaları, anlamaya çalışmaları ve onlara gösterilen "doğru yola" yönelmeleri beklenmektedir.
Bu tespitler dikkate alındığında, Allah'a inanan kişilerin, kendileri gibi Allah'a inanan kişilerle ilişkileri, bu konuda tamamen farklı düşünen ve çıkarlarını her şeyin önüne alarak Allah'a inanmayan (Kafir) kişilere göre birçok farklılık göstereceği açıkça görülmektedir.
Bu nedenle de Allah'a inanan "Mümin" kişilerin, Allah'a inanmayanlar ile belirtildiği nitelikte bir dostluk kurmalarının ne kadar tehlikeli olabileceğini işaret edilerek Allah'a inanan Mümin insanlara hatırlatılmakta ve Mümin insanların Allah'a inanmayanlar (Kafir) ile dostluk kurmamaları ve ilişkilerde son derece "dikkatli" ve daima "uyanık" olmaları beklenmektedir.
İlk akıllı insandan itibaren insanlar, taşıdıkları "nefis" olarak tanımlanan ve kendi çıkarlarını (Egosunu) her anlamda en ön planda tutmayı dürtükleyen unsurun etkisi ile, daima bu çıkarların sağlanmasına yönelik olarak faaliyette bulunmuşlar ve onlara en büyük hediye olarak verilmiş olan "Akıl" unsurunu da bu çıkarların sağlanmasına yönelik olarak kullanmışlardır.
Bu durumun etkisi ile çıkarlarını gözeten insanlar, diğer insanlar ile olan ilişkilerinde oluşturulan güven sonucunda tüm zafiyetini ortaya koyan bir insanın bu durumundan yararlanmak üzere ona dost görünmüş ve fakat asıl amacı doğrultusunda bu dostluktan yararlanarak kendi çıkarları için bu dostluğu ve bu dostluktan sağladığı bilgi ve faydaları kullanmışlar ve böylece diğer insanlar aleyhine kendilerine çıkar sağlamışlardır.
İnsanlık tarihi bu tür olaylar ile doludur ve bu tür asıl amacını gizleyerek insan ilişkilerini diğer insanların dostu gibi görünüp onlardan yararlanan kişiler maalesef toplumlarda "Önder" konumlara erişmişlerdir. Bu tür bir beceri, insanlara varlık, itibar ve şöhret sağladığı için çok ilgi görmüş, adeta bir ilim haline getirilerek "Politika veya Siyaset" olarak tanımlanmıştır. İşte bu tür durumlar ve uygulamalar insanlığın bu günkü bilgi birikimi düzeyinde dahi giderek daha etkili bir şekilde sürmekte ve tüm insanlara bu şekilde "bencilce" davranmalarının "En İyi" ve "En Doğru" düşünce tarzı olduğu fikrinin "cazip geldiği" görülmektedir.
Ancak İnsanın, bu ortamdaki yaşamında onu "huzura" kavuşturacak olan asıl "gerçeğin" her şeyi "istediği gibi" ve "çıkarları doğrultusunda" yapabilmek olmadığını, bu ortamda "tesadüfen" bulunmadığını ve ondan kendisi ve etrafındaki her şeyin araştırıp "asıl gerçeğe" ulaşmasının beklendiğini anlayabilmesi için, diğer bir deyişle "İnsan Olmak" için "burada" bulunduğunu anlaması gerekmektedir.
Nitekim burada yer alan Ayetlerde, üzerinde durulması gereken "asıl" ve "temel" konulara insanların dikkatleri çekilmektedir. Bunlardan en önemlisi, bir insanın sahip olduğu bilgi birikimini taşıdığı Akıl ile birleştirip tam bir netlikte tüm yaratılışların tasarlayıcısı ve yaratıcısının Allah olduğunu idrak etmesi ve Allah'a inanması ve Allah'a teslim olması durumunda, kişisel çıkarlarının bu teslim oluş karşısında önemini kaybetmesi ve bu çıkar duygularının daha geri planlara atılabilmesidir. Zira, bu idrake erişmiş bir insanın çıkarları için değil bir diğer insana, yaratılmış herhangi bir şeye zarar vermesi mümkün bulunmamaktadır. Çünkü bu idrake erişen insanlar, Kur'an’ın ve daha önce insanlara gönderilmiş olan Allah Sözü kitapların kendisine ilettiği şekilde Gerçek Ortamda (Ahiret) yeniden yaratılacağını ve bu Dünya hayatında yaptığı tüm işlerin sorumluluğunu taşıdığını, bu arada diğer yaratılmışların zararına yaptığı işlerden de sorumlu tutulacağını bilir ve bunlara tüm benliği ile inanır ve ona göre hareket ederler.
Bu nedenle, çıkarı için diğerlerine zarar verebilen insanlar, ne kadar Allah'a (veya kendi anlatımları ile Tanrı'ya) inandıklarını ileri sürseler de gerçek anlamda Allah'a inanmamış durumdadırlar. Allah'a inanmayan insan çıkarı uğruna her şeyi yapabilecek bir varlık durumundadır.
Aslında elbette insanlar taşıdıkları bu nefis unsuru ile bu ortamda daha iyi yaşam sürdürmek için ellerindeki imkanları değerlendirecekler ve huzur ve rahat içerisinde yaşayacaklardır, ancak bunu temin için diğer insanlara ve yaratılmışlara zarar verilmesi ve onların zararına olmak üzere onlardan yararlanılması, inanmış bir insandan beklenilmemektedir.
İkinci önemli konu da tüm bunları bilmesine rağmen, nefsine yenilerek çıkarları için Allah'a inanmayanlardan "dost" edinenler ve böylece, ister istemez diğer insanların ve yaratılanların zararına da olsa inanmayanlar ile birlikte hareket edenlerin asla tam olarak Allah'a inanmış olmalarının mümkün olamayacağı (Kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar gerçekte bu tanımlamaların ancak diğer insanları aldatarak onlar nezdinde inanmış görünmeleri bu durumu değiştirmeyecektir.) insanlara hatırlatılmakta ve bu tür insanların Allah yanında bir değerinin bulunmadığı belirtilmektedir. Bu nedenle iman edenlere "kafirlere uyulmaması" önerilmekte, aksi halde onların iman edenleri gerisin geriye döndürecekleri, böylece imanlarını kaybederek eski dinlerine dönerek hüsrana uğrayacaklarına dikkat çekilerek ihtar edilmektedir.
Ey iman edenler! eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz. (89/149), (3/149)
Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır. (89/150), (3/150)
Bu gibi insanların Gerçek Ortamdaki yeni yaşamları sırasında Allah'ın merhameti ve şefkatine sığınmaları da mümkün görülmediği çok sayıdaki Ayetlerde belirtilmektedir. Bu nedenle kafirlere uyanlara Allah'ın (mevlânız) yardımcıların en hayırlısı olduğu bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Öte yandan, Ayette yer alan "kafirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır" ifadesine göre ancak kafirlerden gelecek tehlikelerden sakınılması amacıyla onlar ile ilişki kurulabileceğine işaret edilmektedir. Buna göre, Allah'a inanmış bir kişi veya bu nitelikteki bir toplum bireyleri, Allah'a inanmayan ve güçlerini kullanarak diğer insanları ve toplumları kendi çıkarları doğrultusunda yöneten ve onları kullanan toplumdan gelecek tehlikeler söz konusu olduğunda, yeterli gücü toplamak üzere ve onlara karşı güvenle direnip gelecek tehlikeleri giderebilecek düzeye ulaşıncaya kadar bilinçli bir şekilde geçici olarak onlarla ilişki veya temas kurulabilecektir.
İnsanlar, son dönüşün yalnız Allah'a olacağını, yani gerçek ortamda sadece Allah'a hesap verileceğini dikkate almalı ve bu ortamdaki işlerimizin sorumluluklarını ona göre Akıllı olarak üstlenmelidir. Bu konuda Allah'a inanan insanlar çok daha bilinçli olarak bu ortamdaki faaliyetlerini düzenlemeli ve her işinde ve fiilinde "Dönüşün” sadece Allah'a olacağının bilinci ile hareket etmelidir.
Allah'a ve Peygamberine düşman olanlar, işte onlar en aşağıların arasındadırlar. (105/20), (58/20)
Allah: “Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir. (105/21), (58/21)
Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin, işte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir; onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır, iyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır. (105/22), (58/22)
Yüce Yaratan iman edenlere Allah'a ve Peygamberine düşman olanların (inkâr edenlerin) en "aşağıların" arasında olduklarını hatırlatmakta, ancak Allah'ın ve elçilerinin (peygamberlerinin) mutlaka ve daima "galip geleceğini" ve Allah'ın şüphesiz güçlü ve galip olduğunu kesin olarak bildirmektedir.
Ayrıca, "Akıllarını Kullanarak" Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa, "Allah'a ve Resulüne" düşman olanlarla (inkar edenlerle) dostluk etmeyeceklerine (ettiğini göremeyeceğine) işaret edilmektedir. Allah böylece iman edenlerin kalplerine "iman yazdığını" ve katından bir ruh ile desteklediğini belirtmektedir. Burada Allah'ın Ruhundan indirdiği "İnsanların Ruhlarında" yer alan Allah'a ait tüm güzel duyguların ve "Elest" toplantısında Allah'a verdikleri ve Allah'ın yaratılanların "Rabbi" olduğuna dair "sözün" hatırlanması ve ona göre düşünülerek davranılması, iman edenlerin kalplerine "iman yazılması" olarak ifade edilmektedir.
Yüce Allah böylece kalplerine "iman yazdığı" ve katından bir ruh ile onları desteklediği insanları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağını, onların orada ebedi kalacaklarını ve onlardan "razı olduğunu" onların da Allah'tan hoşnut olduklarını; çünkü onların Allah'ın tarafında olduklarını, sadece Allah'ın tarafında olanların "kurtuluşa" ereceklerinin de iyi bilinmesini özellikle iman edenlere ve bütün insanlara açıklamaktadır.
İnsanların Öldürülmemesi
Yüce Yaratan haklı bir sebep olmadıkça (Savaş gibi) insanların öldürülmemesini emretmektedir.
Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velîsine yetki verdik, ancak bu velî de kısasta ileri gitmesin, zaten o, alacağını almıştır. (50/33), (17/33)
Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. (87/190), (2/190)
Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir. (87/191), (2/191)
Sizin de kendileri gibi inkar etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. (92/89), (4/89)
Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza bela ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir. (92/90), (4/90)
Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı dalarlar. Eğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik. (92/91), (4/91)
Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. (92/92), (4/92)
Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. (92/93), (4/93)
Yüce Allah, "haklı bir sebep" olmadıkça, saygı değer ve hürmetli kıldığı "cana" kıyılmamasını, yani diğer insanların öldürülmemesini istemektedir. Burada "can" olarak yaşayan (canlı) insana işaret edilmekte ve her insanı "hürmete layık" kıldığını açıklamaktadır.
Yüce Allah'ın anne rahmindeki ilk oluşumunda "can" verdiği her insana dört aylık ilen "Ruhundan Üflediğini" Ayetlerinde açıkladığı dikkate alındığında, "İnsan Hayatının" Yüce Allah tarafından bir anlamda "kutsanmış" olduğunun idrak edilmesi ve "İnsan Hayatına" hürmet ve saygı gösterilmesi gerekmektedir. Buna göre Yüce Allah şayet bir kimse haklı bir sebep olmadan "zulüm" olarak öldürülürse, onun velisine "kısas" yetkisini verdiğini bildirmektedir. Bu açıklama ile, haklı bir neden olmadan öldürülen insanın yakın akrabalarına (Velisinin) katili aynı şekilde öldürmesine yetki (Kısas izni) verildiği anlaşılmakta ancak aynı zamanda bu velinin de kısasta "ileri" gitmemesi istenmektedir.
Bu durumda öldürenin "katil" olmakla zaten büyük bir günaha girdiği ve ölüm sonrasında bu günahın cezasını çekeceği (alacağını almış olacağı) ve Allah'ın vereceği "cezanın" çok daha "adil" olduğu dikkate alınarak ve kısasta ileri gitmemek için verilen kısas yetkisinin kullanılmamasının önerildiği düşünülmelidir.
İnsanların "haklı bir sebep" olmadıkça öldürülmemeleri gerektiği açıklanmakta ve insanların "zulüm” olarak öldürülmelerinin ise öfke, kıskançlık, çıkar peşinde olma vb. gibi "Şeytani" dürtüler sonucunda "Akıl" kullanılmadan yapılan işlerin sonucu olduğu belirtilmektedir. Bu açıdan bakıldığında "haklı bir sebep" olarak yalnızca "İnanan" topluma karşı "Savaş" açılması durumuna işaret edildiği söylenebilir. Nitekim savaş ile ilgili diğer Ayetlerde belirtildiği gibi, "İnançları" yüzünden saldırıya uğramaları durumunda, "İnanmış" olan toplumun da saldırganlara karşı savaşması beklenmekte ve bu savaşın "Allah" yolunda yapılmış olacağı hatırlatılmaktadır.
Bu durumda iman edenlere savaş açarak bulundukları yerden çıkaranların oradan çıkarılmaları için iman edenlerin mücadele (cihat) etmeleri istenmektedir. Müminleri bulundukları yerlerden çıkarmak için uğraşanların bu amaçla iman edenler arasında "fitne" yayabilecekleri belirtilerek bu durumun adam öldürmekten daha "kötü" olduğuna dikkat çekilmektedir. Buna göre mümin toplumlarda bozgunculuk yaparak (fitne çıkararak) onları zayıflatmaya ve sonuçta kendilerine tabi olmaya zorlayanlarla da mücadele (cihat) edilmesinin gerektiği ve bu mücadele sırasında "zaruri" olarak onların "öldürülebilecekleri" anlaşılmaktadır.
Öte yandan, "Allah'a ve Hz.Muhammed'e İnanan" topluma karşı "Savaş" açılması yanında insanların öldürülmelerinde bir diğer "haklı bir sebep" olarak, Allah'a ve Resulüne (Hz.Muhammed'e) inanmayıp kendilerine bildirilen "gerçekleri" inkar ederek (onlara karşı savaşarak) insanlar için yeryüzündeki yaşamlarındaki en doğru (hak) olan düzeni bozmaya çalışanların "cezalarının", ancak ya öldürülmeleri ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleri olduğuna işaret edilmektedir. Böylece cezalandırılmaları ile onların yeryüzünde rezil olarak ve aşağılanarak yaşayacakları ve onlar için ölüm sonrasında da büyük azap bulunduğu açıklanmaktadır.
Ancak Allah'ın çok bağışlayıcı ve insanları kötülük yapmaktan koruyucu “esirgeyici” olduğu hatırlatılarak yaptıklarından pişman olup tövbe edenlerin cezalandırılmamaları ve yapılacak “iyileştirici” düzenlemeler ile topluma kazandırılmaları istenmektedir.
Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır, onlar için ahirette de büyük azap vardır. (112/33), (5/33)
Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (112/34), (5/34)
Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. (112/35), (5/35)
Hz.Muhammed'in aldığı son Ayetlerden olduğu dikkate alındığında belirtilen öldürülme, asılma ve diğer cezalandırılma şekillerinin, o zamanlarda çevresinde bulunan insanların bilgi düzeyleri çerçevesinde "ikna edilebilmelerini" ve kendilerine iletilenlere "uymalarını" sağlamak üzere en "etkin" bir "uyarı" yöntemi olduğu söylenebilir. Buna göre zamanımızdaki bilgi düzeyi açısından Allah'a ve Hz.Muhammed'e inanmayıp inkar ederek toplumda fitne çıkaran, bozgunculuk yapan insanların, çıkarılacak toplum kuralları ile, Ayette belirtildiği gibi öldürülmeleri veya aşağılık duymaları için uzuvlarının kesilmeleri yerine, "pişmanlık" duyup durumlarını düzeltmelerine fırsat verilmesinin, bugün yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlık açısından daha "doğru" olabileceğinin dikkate alınması gerekmektedir.
Yüce Allah böylece "iman edenlere" ve aslında tüm insanlara Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate almalarını (Allah'tan korkmalarını), Peygamberi ile bildirdiklerini dikkate alarak kendilerinden beklenenleri anlayıp onlara uyarak kurtuluşa (doğru yola) yönelmek için mücadele (cihat) ve gayret etmelerini öğüt vermektedir.
Diğer yandan, Mescid-i Haram (Kâbe) ile ilgili olarak özel bir hüküm getirilerek bu bozguncular ve fitneciler Allah'ın Evi olan bu özel mekanda müminlerle savaşmadıkça, onlarla savaşılmaması önerilmekte, eğer onlar müminlere savaş açarlarsa o zaman "zaruretten" savaş açılabileceği ve saldırganların "Yakalandıkları Yerde" öldürmeleri gerektiği, zira kafirlerin cezasının böyle "öldürülmek" olduğu, ancak bunu yaparken bile "Aşırı Gidilmemesinin" gerektiği açıklanmaktadır.
Günümüzde toplumların ya da fertlerin sadece "Açgözlülük" hırsları ile diğer insanlar veya toplumlar üzerinde baskı kurmaları ve direnen kişilere veya toplumlara karşı saldırılarda bulunarak veya "Savaş" açarak insanların vahşice yani çok aşırı gidilerek nasıl "öldürüldükleri", tüm insanlar tarafından üzerinde düşünülmesi gereken toplumsal bir "Sorun" olarak önümüzde durmakta ve sık sık karşılaşılmaktadır.
İşte ancak bu tür nedenler ile saldırıya uğranılması karşısında saldırganlara aynı şekilde cevap verilmesi, inananları yurtlarından çıkarmaları durumunda inananların da onları işgal ettikleri "yurtlarından" çıkarılması sırasında "Zaruretten" o saldırgan insanların "Öldürülmesi" mazur görülmektedir. Nitekim Mescid-i Haram'da inananlar ile savaşılmadıkça inanan topluma karşı tavır alan toplumlara karşı savaşılmaması öğütlenmektedir.
Bu ifadelerden inanan toplumları "Savaşı İlk Başlatan" durumunda olmamaları gerektiğine işaret edilmekte ve inananlara karşı savaş açılırsa "Onların" öldürülmeleri istenmektedir. Zira hem inanmamış olan hem de inanan topluma karşı inançları yüzünden baskı kurarak "Savaş" açanlar (Kafirler) bu şekilde öldürülerek cezalandırılmış olacaklardır.
İman edenlere özel bir uyarı yapılarak sahip oldukları çeşitli güç ve imkanları kullanıp inanan insanların "Kendileri Gibi" inkâr etmelerini isteyenler ile dostluk ilişkileri kurmamaları önerilmektedir. Bunlardan Allah yolunda göç edinceye kadar, yani Hz.Muhammed tarafından bütün insanlara iletilen Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini anlayıp iman edinceye kadar veya en azından bunlara inanıp iman etmiş olan müminlerin inançlarına saygı gösterip onları kendileri gibi inkar etmeye zorlamayacaklarını kabul edinceye kadar hiç birinin "dost edinilmemesi" öğüt verilmektedir.
Şayet bu gibiler müminlerin kendileri gibi inkâr etmelerini ve böylece "inkarda" onlarla eşit olmalarını isterlerse, öncelikle onlara Allah'ın yoluna "göç etmelerinin" bildirilmesini, eğer bu önerilerden yüz çevirirler ve müminleri "fitne" ve "savaş" yoluyla inkara zorlamakta ısrar ederlerse, onların yakalanıp öldürmeleri ve hiçbirinin dost ve yardımcı edinilmemesi istenmektedir. Ancak onların "müminler" ile aralarında "antlaşma" bulunan bir topluma sığınmaları yahut iman edenlerle veya kendi toplumlarıyla savaşmak istemeyip (yürekleri sıkılarak) iman edenlere teslim olmaları (size gelenler) halinde, bu hükmün uygulanmaması (müstesna tutulması) istenmektedir.
Yüce Allah şayet dileseydi onların iman edenlere bela olmalarına ve iman edenlerle savaşmalarına engel olmayacağını hatırlatarak onların savaşmamaya veya teslim olmaya karar vermeleri, bir tarafa çekilip iman edenlerle savaşmamaları ve barış teklif etmeleri durumunda, iman edenlere artık onların aleyhinde bir yola girme, yani bu durumu dikkate almayıp onları "öldürme" hakkını vermediğini bildirmektedir.
Öte yandan hem iman etmiş olan hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen bazı başka toplumların da bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Bu ifade ile "inkâr" etmiş olduklarını açıkça göstermeyen, inançlarını belli etmeyen, ancak özellikle Müslümanlar arasında "iman etmiş" gibi görünenlerin dıştan göründükleri gibi kabul edilmeleri ve inkâr ettiklerine dair açık ve kesin bir "delil" bulunmadıkça onlara iman edenler (mümin) gibi davranılması önerilmekte ancak bunların "görünüşteki" Müslümanlıklarının "samimi" olmadığı bildirilmektedir.
Bu nedenle de bunların müminleri hükümleri altına almayı amaçladıkları, sahip oldukları çeşitli güç ve imkanları kullanıp müminlere "kendi değer yargılarını" kabul ettirmeye çalıştıkları ve "inkarda" onlarla eşit olmalarını istedikleri için "müminler" arasında "fitne" çıkarılmasına neden olacak her "fırsattan" yararlandıkları (ona baş aşağı dalarak) hatırlatılmaktadır. İman edenlere "uyanık" olmaları ve bu gibi imanları üzerine yapılacak her türlü saldırı ve niyetleri olan toplumları "uzak" tutmaları önerilmekte ve eğer uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayıp rastladıkları yerde öldürmeleri için "apaçık yetki" verildiği belirtilmektedir.
Bu ifade ile insanların öldürülmelerinin sadece "savunma amaçlı" olduğu ve insanların öldürülmelerine yol açan savaşa veya silahlı çatışmalara ancak "savunma amaçlı" olmak üzere "izin" verildiği açıkça anlaşılmaktadır.
Bu durumun dışında, yani bir insanın kasıt olmadan ve "yanlışlıkla" öldürülmesi dışında, bir müminin bir mümini öldürmeye hakkının olamayacağı ihtar edilmektedir. Kasıt olmadan ve yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekl olduğu belirtilmektedir.
Buradaki ifadelerin Hz.Muhammed dönemindeki toplumun bilgi ve gelenek yapılarına göre o toplumun fertleri tarafından kolayca anlaşılabilmesine yönelik olduğu görülmektedir. Günümüz koşullarında ve toplumların ulaştığı genel bilgi düzeyi dikkate alındığında, yanlışlıkla bir insanı öldürenin "adil" bir şekilde yargılanmasının ve ölen tarafın ailesine, bu durumun kastedilmeden ve yanlışlıkla meydana geldiği konusunda "ikna" edilmelerini ve "razı" gelmelerini sağlayacak bir "karşılık" verilmesinin (Diyet) genel "Kamu Hukuku" çerçevesinde bir "düzene" sokulmasının önerildiği ve Ayette "mümin" olarak yapılan tanımlama ile de aslında "bütün insanların" kastedildiği anlaşılmaktadır. Ancak yanlışlıkla bir kimseyi öldürene de "tövbe" etmesi (tövbe) ve Allah'tan tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutmasının gerektiği bildirilmektedir.
Öte yandan, insanların "kasten" öldürülmesi durumunda ise, bir insanı (mümini) kasten öldürenin cezasının içinde ebediyen kalacağı cehennem olduğu, Allah'ın ona "gazap ettiği", onu "lânetlediği" ve onun için büyük bir azap hazırladığı açık ve kesin olarak ifade edilmekte ve bütün insanlardan bu duruma düşmemeleri beklenmektedir. Bu konu ile ilgili özel bir Ayette samimiyetle Allah'a iman edenlerin (takva sahiplerinin) yapılan bu ihtar ve uyarıları dikkate alarak kendilerini diğer bir "insanı" öldürecek kadar olan "öfkelerinden" alıkoydukları (öfkelerini yuttukları), insanları affettikleri ve Allah'ın böyle güzel davranışta bulunanları "sevdiği" belirtilmektedir.
O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (89/134), (3/134)
Yüce Allah ayrıca İsrailoğulları'na yaptığı bir uyarıyı bütün insanlara hatırlatarak haksız yere bir kimseyi öldürenin bütün insanları öldürmüş olacağını bildirmekte ve bu durumun ne kadar önemli ve ciddi olduğuna işaret etmektedir. Zira "öfke" duygusunun Şeytan'ın insanlar üzerinde en fazla "etkili" olduğu bir "dürtüsü" olduğu unutulmamalıdır. İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: ”Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. (112/32), (5/32)
Yüce Allah bu "uyarılarda" bulunmakla, müminlere "savaşa" çıkılması sırasında bile, karşılaştıkları durumu açıkça kavramaya çalışmalarını ve kendilerine selam veren, Müslüman olduğunu söyleyen, savaştan vazgeçip teslim olan ve barış teklif edenleri "iyi anlayıp" dinlemelerini öğütlemektedir. Böylece bu niyette olduklarını ifade edenlerin, bu dünya yaşamının "geçici" kazançlarına duyulan isteklerin etkisi ile Müslüman olmadıklarına karar verilip öldürülmelerinin doğru olmadığı bildirilmekte ve böyle davranıldığında Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler bulunduğuna işaret edilmektedir.
Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek "Sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (92/94), (4/94)
İman etmiş olanlara ayrıca kendilerinin de önceden bu gibi durumlara düştükleri, o zaman Allah'ın onlara lütfu ile yardımcı olduğunu düşümeler ve bir zamanlar kendilerine davranılmasını bekledikleri gibi kendilerine karşı olanları ve düşmanlarını iyi anlayıp dinleyerek onlara "şefkatli" olmaları hatırlatılmaktadır. Böyle davranıldığında korku veya çıkarları nedeniyle kendileri gibi olduklarını izlenimi vererek aralarında yaşayanlara zaman içinde "Müslüman" olmalarına fırsatı verilmiş olacağı hatırlatılmaktadır.
İsrailoğullarına ve Ehli Kitaba Hitap Edenler
Ehli Kitap ifadesi ile genellikle kendilerine "Allah Sözü” vahiy edilmiş olan Musa, Davud ve İsa peygamberlerin dinine (ilettiklerine) inanan insanlara hitap edildiği anlaşılmaktadır. Ancak Kur'an Ayetlerinin genel olarak ve birlikte incelenmesinde geçmişteki insanlara da çeşitli zamanlarda ve şekillerde uyarıcılar ve peygamberler ile "Allah Sözünün" iletildiği görülmektedir.
Buna göre, Yüce Allah Adem'den itibaren yeryüzünde yaşamış olan bütün toplumlara Allah'ın her şeyi "yaratan" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu bildirmek üzere uyarıcı veya peygamber gönderdiğini ancak zamanla insanların nefislerindeki duygulara tabi olarak bu bildirimleri değiştirdikleri için asıl amaçlarından uzaklaştıklarını, bu nedenle bazı toplumların "yok edildiklerini" ve onların yerine gelenlere de uyarıcılar ve peygamberler gönderdiğini Ayetlerinde açıklamaktadır. Peygamberler ve uyarıcılar tarafından bu bildirimler ile sözlü veya yazılı olarak "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçekler" bütün insanlara iletilmişlerdir. Bu durumda geçmiş bütün "Akıllı" insan toplumları bir anlamda "Ehli Kitap" olarak tanımlanabilir.
Bu nedenle, gerek Musa, Davud ve İsa peygamberlere vahiy edilenlerden derlenen "Kitaplarda" ve gerekse önceki toplumlara iletilenlerden günümüze ulaşan “Belgelerde” yer alan öğütlerin ve önerilerin Müslümanlar dahil tüm dinlere mensup insanlar tarafından dikkatle incelenmeleri, ana fikirlerinin anlaşılmaları ve bunlarda Kur'an Ayetleri ile bildirilenler ile uyuşmayan veya tamamen "karşı" olan durumları mevcut ise bu öğütlerin Kur'an Ayetlerine göre "yorumlanmaları" gerekmektedir.
Nitekim günümüzde Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık inanışları dışında Budizm, Hinduizm, Taoizm, Şintoizm, Konfüçyüsçü lük gibi çeşitli inançlara sahip çok önemli sayıda insanlar yaşamaktadır. Bu insanların ve geçmişte kalan ve halen hiçbir uygulaması veya inananı kalmamış olan Dinlere ait inanış ve ibadet yöntemlerinin, çok önceden onların geçmiş nesillerine "iletilenler" ile ilgili olduğu ve çok sayıdaki uyarı, öğüt ve önerilerinden bir kısmının Kur'an Ayetleri ile "uyumlu" oldukları görülebilir.
Bu durum, Yüce Allah'ın "Yaratılış" ile ilgili bilgileri ve her şeyi yaratanın "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" olduğunu, bu "gerçeği" Adem peygamberin yeryüzünde ortaya çıkmasından itibaren "görevlendirdiği" uyarıcı ve peygamberleri ile bütün "Akıllı" insanlara ilettiği uyarı, öğüt ve önerileri ile bildirdiğini göstermektedir. Buna göre Yüce Allah’ın bu bildirdiklerinin bütün insanlara "Allah'ın Yolu" olarak “aynı gerçekleri” açıklayan gerçek ve doğru “Din" olduğu (Hak Din) ve bu Dini de "İslam" olarak adlandırdığı bildirilmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
İnsanlara "son" olarak iletilen Kur'an’da verilen öğüt ve önerilerin, çoğu zaman Hz.Muhammed'in peygamber olarak insanların arasında bulunduğu zamanlarda kendisine sorulan sorular veya meydana gelen olaylar ile de ilgisi bulunmaktadır. Ancak, bu şekilde Ayet olarak insanlara iletilen uyarı, öğüt ve önerilerin hükümleri sadece o soruya cevap veya o olayın açıklanmasına münhasır olarak değerlendirilmemeleri, benzer konu ve olaylarda da dikkate alınmaları ve en önemlisi içerdikleri asıl anlam ve amaçlarının anlaşılmaları gereklidir.
Buna göre Hz.Muhammed’e vahiy edilen Kur’an “bütün insanlara” hitap etmekte ve Allah’ın uyarı, öğüt ve önerilerini bildirmektedir. Ancak bir kısım Ayetlerinde kendilerine peygamberleri tarafından bildirilenlere (Ehli Kitap) ve ilgili Kur'an Ayetlerinde kendilerine bir şekilde “Allah Sözü” ulaştırılmış olduğu belirtilenler de dahil olmak üzere bazı toplumlara özel olarak hatırlatmalarda bulunmaktadır.
Nitekim Allah kendilerine Tevrat ve İncil iletilmiş olan “Ehli Kitap” toplumuna doğrudan hitap ederek bu topluma daha önce gönderdiği öğüt ve önerilerini hatırlatmaktadır.
Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. (39/157), (7/157)
De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (39/158), (7/158)
Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır. (39/159), (7/159)
Böylece Ehli Kitap toplumlarına Kur'an’ın Allah'ın gerçek bir "Kelamı" yani sözü olduğu özellikle hatırlatılmaktadır. Buna göre “kendilerine bildirilenlerde” yaptıkları değişikliklerin düzeltilerek “doğru yolu” bulmaları için Allah’ın sözünü onlara ileten onları kötülükten meneden, onlara temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılan, Allah’a imandan saparak altında kaldıkları “ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirlerini” indiren Allah’ın elçisi “ümmi” Peygamber Hz.Muhammed’e inanıp ona uyanların “kurtuluşa” erecekleri bildirilmektedir. Bu nedenle tüm insanların bu Ayetleri bu anlamda değerlendirmeleri ve onlara inanıp "İman" etmeleri beklenmektedir.
Öte yandan Allah, Musa peygamberin kavminden yapılan bu uyarıları dikkate alıp doğru yolu bulan ve doğru yol üzerinde adil davranan bir topluluğun bulunduğuna işaret etmektedir. Yani bu toplumdan Hz.Muhammed tarafından iletilen vahiylerine inanıp iman edenlerin de bulunduğu açıklanmaktadır. Bu insanların kurtuluşa erdiklerine işaret edilerek halen doğru yolu bulamamış insanlara yol gösterilmektedir.
Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, "Asânı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı, her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. "Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin." Ama onlar bize değil kendilerine zulmediyorlardı. (39/160), (7/160)
Onlara denildi ki: “Şu şehirde yerleşin, ondan dilediğiniz gibi yiyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.” (39/161), (7/161)
Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik. (39/162), (7/162)
Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor, hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk. (39/163), (7/163)
İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: “Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle”. (39/164), (7/164)
İsrailoğulları'nın on iki kabileye ayrıldığını açıklayan bu Ayet ile ilgili olarak Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde, bu kabilelerin İbrahim'den sonra gelen nesilden olan Yakup'un on iki evladı ile ilgili olduğu belirtilmektedir.
"Yakub Aleyhisselâm'ın oniki evlâdından meydana gelmiş oniki kabîle vardır ki, bunlara "Esbat" denilmiştir. Çünki bir kimsenin oğlunun oğullarına torunlarına
"Esbat" denilir. İşte bunlar oniki sibta, kabîleye ayrılmış bulunuyorlardı."
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - Araf Suresi
Bu konu Musevi kaynaklarına da teyit edilmektedir.
"The Tribes of Israel are the traditional divisions of the ancient Jewish people. Biblical tradition holds that the twleve tribes of Israel are descended from the sons and grandsons of the Jewish forefather Jacob and are called "Israel" from Jacob's name given to him by God. The twelve tribes are as follows: Reuben, Simeon, Judah, Issachar, Zebulun, Benjamin, Dan, Naphtali, Gad, Asher, Ephraim and Manasseh."
https://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Judaism/tribes.html
Buradaki ifadede Allah'ın Yakup’a "İsrail" adını verdiği anlatılmaktadır. Nitekim, tüm kaynaklarda Yakup "İsrail" olarak tanımlanmaktadır. Kur'an'ı Kerim'de de "İsariloğulları" ifadesinin Yakup ve onun soyundan gelenler olarak tanımlandığı söylenebilir.
Musa'nın Yakup'tan yaklaşık 243 sene sonra İsrail Kavimlerine Yönetici-Uyarıcı (Peygamber) olarak gönderildiği anlaşılmaktadır. Musevi kaynaklara göre Musa'nın Yakup (İsrail) soyundan geldiği aşağıdaki şemada belirtilmektedir.
Buna göre on iki İsrail Kabilesinin her birisinin ilk yöneticilerinin Yakup'un oğulları oldukları, ancak bunların daha sonra kendi yöneticileri bulunmasına rağmen birbirlerinden çok ayrılmadan yaşam sürdükleri ve Musa'nın Peygamberliğini tanıdıkları ve ona uydukları anlaşılmaktadır. Bu durum Ayetlerde "Musa'nın Kavmi" olarak tanımlanmaktadır.
Allah, Kavminin Musa'dan kendilerine "Su" bulmasını istediğini ve ona her kabilenin ayrı olarak yararlanabilecekleri su kaynakları bulması için yardımcı olduğunu açıklamaktadır. Ayrıca bu insanlara rahat bir yaşam sağladığını ve "Rızık" verdiğini, bu duruma rağmen Musa Kavminin "İsyankâr" davrandıklarını ve bu davranışları ile kendilerine zulmettiklerini ve zarar verdiklerini belirtmektedir. Böylece Musa Kavmi ile ilgili olarak yazılan kitaplarda ve geleneksel efsanelerde yer alan konulara açıklık getirilmektedir.
Yüce Allah, Musa tarafından kavmine iletilen uyarı ve öğütlerinden örnekler vererek, onlara deniz kıyısında bulunan "şu şehirde" yerleşmelerini, ondan sağladıklarını diledikleri gibi yemelerini, yaptıkları hatalardan ötürü Allah'a sığınarak O'ndan "bağışlanmalarını" istemelerini, kibir yapmamaları ve Allah'a teslim olmaları halinde (kapıdan eğilerek girin) hatalarının bağışlanacağını, "iyilik" yapanlara ileride lütfunu ve cömertliğini (ihsanını) daha da artıracağını ve onlardan saygı, itaat ve teslimiyet beklendiğini açıklamaktadır.
Ancak Yüce Allah bu toplumdan "zalim" olanların Allah'a adanmış olan "dinlenme" gününde (Şabat) çalışılmayacağı ve Allah'a ibadetle geçirileceğine dair sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiklerini ve böylece zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdiğini açıklamaktadır. Şabat yani dinlenme günü ile ilgili olarak Tevrat'ta Allah'ın Dünya'yı altı günde yarattığı ve yedinci gün dinlendiği bildirilmektedir. Musevi inancına göre bu "dinlenme" gününün Cumartesi olduğu kabul edilmekte ve bugün bir işle uğraşılmaması gerekmektedir.
“8 Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa.
9 Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın.
10 Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB'be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancı hiçbir iş yapmayacaksınız.
11 Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü'nü kutsadım ve kutsal kıldım.
(Bölüm 20, Yasa)”
http://www.incil.biz/tevrat-zebur-incil/
Ayette deniz kıyısında bulunan bu şehir halkından bir kısmının söz verdikleri "Allah'a adanmış" olan dinlenme gününe saygısızlık gösterip balıkları avlayarak çalışmak suretiyle haddi aştıkları, aslında balıkların tatil günü (Sebt) denizde görünürken diğer günlerde kaybolmaları nedeniyle Allah'ın onları sınadığı (imtihan ettiği) açıklanmaktadır.
Buna göre Allah'ın sınırlarını aşmaktan sakınanların “Sebt” gününe uymayanları durdurmaya çalışan kimselere "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz" diye sorduklarında öğütlerde ve uyarılarda bulunanların Allah'ın emrini yerine getirmek ve bunların belki sakınmalarını sağlamak için öğüt verdiklerini belirttiklerine işaret edilmektedir.
Aslında bu durumun, Kıyamet gününe kadar yaşayacak olan tüm insan toplulukları için aynen geçerli olduğu bu şekilde tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Kıyamete kadar tüm toplumların "Son Uyarıcı" olan Hz.Muhammed aracılığı ile iletilen Kur'an içeriğinde yer alan ve Allah'ın tüm insanlara ilettiği "Öğüt ve Önerileri" dikkate almaları beklenmektedir. Bu öğüt ve önerileri anlayıp ona göre Allah'ı tanıyan ve O'na teslim olan insanlar "Gerçeği" anlamış olacaklardır. Diğerleri önceki kavimlerin karşılaştıkları gibi "Cezalandırılacaklardır". Bu cezalar öncekilere verilenler ile "Aynı" olmayabilir ancak durumlarına göre şu an tanımlayamayacağımız bir şekilde olacağı muhakkaktır.
Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. (39/165), (7/165)
Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” dedik. (39/166), (7/166)
Yüce Allah İsrailoğullarından yapılan bütün uyarıları unutarak zulüm edenlere karşı onları kötülükten men edenleri kurtardığını belirtmekte, kendilerine yasak edilen şeyleri yapmakta küstahça diretip kötülük yapmaya devam edenleri (zulmedenleri) şiddetli bir azaba uğrattığını ve sonra da onlara "Aşağılık maymunlar olun” dediğini açıklamaktadır.
Allah, İsrail Oğulları kavminden yapılan uyarıları unutup "Zulmedenleri" cezalandırılmaları sırasında "Kötülükten Men Edenler" olarak tanımladığı Allah'a iman etmiş olan ve Allah'ın uyarı, öğüt ve önerileri doğrultusunda hareket eden insanları kurtardığını açıklamaktadır. İnsan yapısında (nefsinde) bulunan "Gurur" unsurunun etkisinden kurtulamayan ve yasak ettiği şeylerden vaz geçmeyenlerin "Maymun" olarak "aşağılandığı" hatırlatılmaktadır. Buradaki Maymun Olmak tanımlaması ile Allah’ı inkâr eden bu insanların yaşamları boyunca "nefislerinin" etkisinde olacaklarının kast edildiği düşünülebilir. Zira bilindiği gibi hayvanlar bu Dünya ortamındaki yaşamlarında hayatta kalmak için yiyecek bulma ve çoğalma gibi "içgüdüleri" ile hareket etmektedirler.
Buna göre davranışlarında Allah’ın İnsanlara lütfu olan "Akıl" unsurunu fark etmeyenler hayatta kalmak içgüdüleri ile yaşayan ve özellikle “insansı” yapı olarak gelişmesini tamamlamamış olan “maymunlara” benzetilmektedirler. Nitekim insanlar sahip oldukları “Akıl” unsuru ile bulundukları ortama en iyi uyum sağlayıp hayatta kalma ve çoğalma faaliyeti dışında bu ortamı kendi yaşamları açısından çok daha üst düzeyde "Düzenleme" kabiliyeti ile donatılmış olduğunu "Fark Etmiş" ve bu kabiliyetini her an elde ettiği yeni bilgileri kullanarak çok daha fazla geliştirebilmiştir. Bu düzeye ulaşan insan, "Aklını" kullanarak yaptığı bu faaliyetlerinden elde ettiği bilgiler ile "Yüce Yaratan" ile ilgili bir "Fikir" geliştirme düzeyine ulaşmıştır. Böylece Allah tarafından iletilen öğüt ve önerileri bu açıdan değerlendirebilmiş ve onlara "Uyarak" algıladığı "Yaratıcısı" ile bir şekilde "İletişim" kurabildiğini görmüştür.
Bu nedenle kendilerine iletilen "Yaratıcının" öğüt ve önerilerine uygun davrandığında kendisine iletilenlerin "Gerçekler" olduğunu da kabul etmiştir. Bu anlayışa ve "Teslim" olmaya "Akıl" kullanmalarına rağmen ulaşmak istemeyen yani akılarını nefislerinin emrine veren ve kendisine iletilenleri "Yok" sayanların bir hayvandan farkının olamayacağı, çok açık bir şekilde anlaşılmasını sağlamak üzere "İnsana En Çok Benzeyen" bir hayvan olan "Maymun" örneği ile anlatıldığı ifade edilebilir.
Görüldüğü gibi, Musa kavminin bu itaatsiz ve saygısız davranışları için verilen örnek aslında Musa'dan sonra yaşamış olan ve "Kıyamet" gününe kadar yaşayacak olan bu durumdaki tüm insanlar için geçerli olmaktadır. O nedenle verilen bu örneklerin küçümsenmemesi ve "Akıl" yolu ile ve dikkatle değerlendirilmesi tüm insanlar için gereklidir.
Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir. (39/167), (7/167)
Onları gurup gurup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik. (39/168), (7/168)
İsrailoğullarının gösterdiği saygısız ve itaatsiz davranışlar nedeniyle sadece yukarıdaki Ayetlerde belirtilen cezalandırılmalarının yanında bu şekilde devam etmeleri halinde onların üzerine “En Kötü Eziyeti Yapacak Kimseleri" göndereceğini ve böylece "Kıyamet Gününe" kadar "Rahat" olamayacakları bu cezanın yapılan saygısızlık ve itaatsizlikler yüzünden verildiği belirtilmektedir.
Ancak içlerinden "ilimde" derinleşmiş olanların, Allah'a ve Allah'ın "Son Uyarıcı" olan Hz.Muhammed'e "vahiy" olarak indirip "Tüm İnsanlara" göndermiş olduğu "Yegane Kurtuluş Yolu" olan Kur'an’ı ve ondan önce "indirilenleri" kabul (iman) edip Allah'a "Dua" edenlerin (namaz) kazançlarından fazlasını ihtiyacı olanlar ile paylaştıklarına (zekat) ve Allah'a ve ahirete inanarak "mümin" olduklarına işaret edilmekte ve böylece Kendisine "Teslim" olarak kendini kurtarmayı "Akıl" edenleri, "çok bağışlayan ve pek esirgeyen olarak", bağışlayıp esirgeyeceğini ve onlara pek yakında (ölümleri sonrasında) büyük mükâfat vereceğini çok açık bir şekilde İsrailoğulları’na (Yahudilere) ve tüm insanlara açıklamaktadır.
Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz. (92/162), (4/162)
Ayrıca Ayette İsrailoğulları'nın tüm yer yüzüne "Grup Grup" dağıtıldığı, onlardan iyi kimselerin de aşağılanmış olanların da bulunduğu anlatılmaktadır. Bu kavime verilen cezaların ve yapılan iyiliklerin kendilerini "Doğru Yola" yani Allah'ın Hz.Muhammed'e "vahiy etmiş" olduğu Kur'an'da yer alan öğüt ve önerilerine dönebilmelerini sağlamak için bir "İmtihan" olarak verildiği ve bu durumu "İdrak" etmelerinin beklendiği söylenebilir.
Onların ardından da şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâla aklınız ermiyor mu? (39/169), /7/169)
Kitab'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. (39/170), (7/170)
İsrailoğulları'nın sonraki nesillerinden Hz.Muhammed zamanına ulaşmış olanlar, Musa'ya iletilmiş olan vahiyleri "Nasıl Olsa Bağışlanacağız" düşüncesi ile ve "Dünya Malı" karşılığında değiştirerek hüküm veren ve bunlardan çıkar sağlayan "Kötü" kimselerin geldiğine işaret edilmektedir. Onlara "Kitapta" Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylememeleri için söz verdikleri ve Ahiret yurdunun sakınanlar için daha hayırlı olduğunu “Kitaplarından” okudukları hatırlatılmaktadır. Allah’ın Kitap’a (Kur’an) sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanların böylece böyle iyiliğe çalışanların kazandıklarını (ecrini) zayi etmeyeceği açıklanmaktadır.
Bu vesile ile tüm İsrail Oğullarına hala "çıkar" sağlamak karşılığında Allah'ın Ayetlerinde tahrifat yapılmaması gerektiğine akıl erdirmediklerine işaret edilerek Ahiret ortamının (Yurdunun) sakınıp Allah'a iman edenler için daha hayırlı olduğu bir defa daha açıklanmaktadır. Bu durumda olan Yahudi toplumuna Hz.Muhammed tarafından iletilen Kitaba (Kur'an) sarılmaları ve "En Önemli İbadet" olarak bildirilen namazı dosdoğru (İnanarak ve Teslimiyet İle) kılmaları öğütlenmektedir.
Bazı tefsirlerde iyiliğe çalışanlar, Tevrat'ın hükümlerini değiştirmeyen, onu geçim vâsıtası yapmayan, İslâmiyet'i kabul etmiş bulunanlar olarak tanımlanmaktadır.
http://www.tahavi.com/tefsir/007d.html
Yüce Allah Tevrat hükümleri kendilerine “ağır ve zor” gelen İsrail Oğullarının bu hükümleri kabule yanaşmamaları nedeniyle dağı (Tur Dağı) onların üzerine gölge gibi kaldırdığını ve ancak onlara verdiğine (Tevrat) kuvvetle tutunmaları ve içindekilere uymaları halinde bu tehditten kurtulacaklarını bildirdiğini açıklamaktadır.
Bir zamanlar dağı İsrailoğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. "Size verdiğimi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki korunasınız" dedik. (39/171), (7/171)
Ayette belirtilen "Dağın Kaldırılması" olayı ile ilgili olarak Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde şu özet açıklamaya yer verilmektedir.
"Rivayete göre İsrail oğulları öyle dağın başları üzerine kalktığını görünce son derece korkmuşlar, her biri sol kaşı üzerine yıkılarak sağ gözü ile ona bakmağa başlamışlar. Hâlâ Yahudilerin sol kaşları üzerine secde ederek sağ gözleriyle yukarıya bakar oldukları bilinmektedir. Böyle bir secdedir ki, bizden cezanın kaldırılmasına sebep olmuştur, derler."
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - Araf Suresi
Bu konuda Elmalılı tefsirinde ise aşağıdaki açıklama bulunmaktadır.
"Tevrat hükümleri ağır ve çetin olduğundan dolayı İsrailoğulları, bunları kabule yanaşmamışlar, Allah da Tûr'u üzerlerine kaldırmış, kabul ederseniz ne âlâ, yoksa bu dağ tepenize inecek denilmiş, dağın durumunu görünce hepsi düşüp sol kaşları üzerine secdeye kapanmışlar ve secdede de dağın üzerlerine düşme korkusundan sağ gözleri ile de bir taraftan dağa bakarlarmış. İşte bunun için Yahudiler secde edecekleri zaman böyle yaparlar ve "Bu secde bizi cezadan kurtaran secdedir." derlermiş.
İsrailoğulları'nın aykırılıklarını, zor ve baskı görmeyince hakka boyun eğmeme huylarını anlatan bu kıssanın hatırlatılmasındaki mânâ, Allah'ın hükmüne ve kudretine karşı koymanın mümkün olamıyacağını, gönül rızasıyla itaat etmeyenlerin, nihayet zorla boyun eğmeye mecbur olageldiklerini ve o dayanılması mümkün olmayan zorlama ve baskı mucizesinin hükmü unutulmamak gerektiğini bildirmektir.
Çünkü o ve onun gibi ilâhî baskıların her zaman mümkün bulunduğunu ve asıl insanlığın, o duruma düşmeden, hürriyet içinde ve gönül rızasıyla hakkın emrine boyun eğmede ve kitaba sarılmada olduğunu anlatmaktır. Gerçi her isyanda dağlar yerinden oynayıvermez, her vakit Musa'nın mucizesi gibi bir mucize olmaz, fakat Allah'ın emrini tanımayan ve hakkın koyduğu ahkam ile mücadele etmek sevdasında bulunanların şunu bilmeleri gerekir ki, Allah Teâlâ, her zaman için dağlar kadar belaları insanların başına yıkmaya kâdir bir yücelik sahibidir."
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: ARAF SURESİ
Bazı Yahudi kaynaklarına göre, Allah'ın Musa'ya gönderdiği "Emir" ya da uygulanması gereken fiil ve kurallar sayısının 613 olduğuna işaret edilmekte ve Yahudiliğin "Kanun" kitabı olan "Talmud" için "Dayanak" olduğu belirtilen ve yazılmasında ilk sözlü ve geleneksel anlatımları ve derlemeleri kapsayan "Misnah" öğretilerine göre bu 613 emrin en küçüğünün dahi önemli olduğu ve "Yaratıcının" beklediği yöne iletebileceği belirtilmektedir. Çünkü insanların bu emirlerin hangisinin "Yaratıcı" katında daha önemli olduğunun bilemeyecekleri ifade edilmektedir.
Buna göre, Tevrat hükümlerine itaat etmeyen İsrailoğulları’na "Dağın Kaldırılması" olarak tanımlanan "Olağanüstü" bir durumun Allah'ın izni ile oluştuğu ve kendilerine iletilen Kitaba uymaları halinde bu tür olaylardan kurtulabileceklerinin hatırlatıldığı Kur'an Ayetinde belirtilmektedir.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?" dememeniz için. (39/173), (7/173)
Belki inkardan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. (39/174), (7/174)
İsrailoğulları toplumunun önce kendilerine gönderilen Tevrat içeriğine karşı durmaları ve itaatsizlik yapmaları ve sonra Tevrat metinlerinde tahrifat yaparak aslından farklı bir nitelik vermeleri nedeniyle bu Kur'an Ayeti ile "İlahi Bir Gerçek" hatırlatılarak onlara açık bir "Uyarı" yapılmaktadır.
Buna göre, Adem ve Eşinin Gerçek Ortamdaki ilk yaratılışları sonrasında Şeytan karşısındaki yenilgileri yüzünden Allah'ın takdiri ile "Yeniden Oluşturulan" bu Evren ve Dünya ortamına gönderilmeden önce bu ortamda yaşayacak olan tüm "Akıllı" insanlara, Şeytan ile yapacakları mücadelelerinde en önemli "Güç Kaynağı" olarak "Tek Yaratıcı Gücün" Allah olduğu ve Kıyamete kadar yaşayacak olan "Tüm İnsanların" bilinçlerine "Allah'a İnancın" yerleştirildiği "Gerçeğinin" İsrailoğulları toplumuna ve tüm insanlara en açık şekilde anlatılmaktadır.
Böylece bu Ayet hükmü ile Kıyamet gününe kadar yaşayacak olan tüm insanların "Haberimiz Yoktu" veya "Bizden öncekiler Allah'a ortak koşmuşlardı biz de öyle yaptık" gibi bir mazerete sığınmalarının mümkün olmadığına tüm insanların dikkatleri çekilmektedir.
Bu gerçeği anlayabilen insanların artık "İnkâr" etmelerine imkân yoktur.
Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. (39/175), (7/175)
Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir, kıssayı anlat; belki düşünürler. (39/176), (7/176)
Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür! (39/177), (7/177)
Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır. (39/178), (7/178)
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar, işte asıl gafiller onlardır. (39/179), (7/179)
Allah Hz.Muhammed’e, kendisine Ayetler verilmesine rağmen onlara uymayan insanların o nedenle Şeytanın yoluna girip "Azgınlardan" olacaklarını Yahudi toplumuna hatırlatmasını öğütlemektedir. Tabii olarak bu öğüt aslında tüm insanlar için aynen geçerlidir. Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde Ayette değinilen ve örnek verilen şahıs ile ilgili olarak şu bilgi yer almaktadır;
"Bir rivayete göre böyle bir fecî âkibete mâruz kalan şahıs, Bel'anı Ibni Bavra'dır. Bu Ken'an ilinde zorbaların bulunduğu bir köyde yaşıyordu. İlim ve marifet sahibi idi, iyi hâl sahibi olarak tanınırdı. Fakat bu köye yönelen Musa aleyhinde dua etmek için kavmi kendisine müracaat etmişler, hediyeler vermişler, bunun tesîriyle o Yüce Peygamber aleyhine dua etmiş, din dairesinden çıkmış, bu yüzden şeytana uyarak İlim ve marifetten mahrum kalmıştır. İşte dünyalık için dinini feda edenlerin ibret almaya değer akibeti!"
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - Araf Suresi
Ayette tanımlanan insanın durumu dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğin durumuna benzetilmektedir. Allah Hz.Muhammed'e bu olayı (Kıssayı) durumlarını düşünmelerini sağlayabileceği ve belki Ayetlerini (Ve Kur'an Ayetlerini) inkardan vaz geçebilecekleri ihtimali bulunduğundan yine de Yahudi toplumuna anlatmasını iletmektedir.
Bu durumun Elmalılı tefsirinde yer alan açıklaması şu şekildedir:
"Fakat âyet şunu gösteriyor ki, kıssadan maksat herhangi bir şahsın tarifi değil, onun halini dile getirmek ve karakterini söz konusu etmektir. Madem ki, o heva ve hevesine uydu, dinden sıyrılıp çıktı ve insanlık bakımından alçaldı, işte artık onun temsili bir köpek temsili gibidir, sen onu sevketsen de kehler, bıraksan da kehler, yani onu yorsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur, hiçbir zaman ıstıraptan, acıdan kurtulamaz. Köpeğin en aşağılık hali de başka hiçbir hayvanda bulunmayan bu soluyuştur.
İşte o kimsenin halindeki düşüş, köpeğin mesel olmuş olan bu aşağılık hali gibidir. Yani alçalmanın en son kertesidir. "Onları uyarsan da, uyarmasan da birdir." (Bakara, 2/5). İşte bu mesel âyetlerimizi inkâr eden o kavmin meselesidir, ki onlar, "Tevrat'ı miras alan ve onu şu alçak dünyanın çıkarlarına değişen o bozuk nesildir." O inkârcı kavimdir. İşte sen onlara bu kıssayı anlat ki, belki biraz düşünürler. İçlerinde bundan ders alacaklar bulunur. Yani sen, bu ihtimali de hesaba katarak anlat."
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: ARAF SURESİ
Allah, Ayetlerini yalanlayan ve böylece kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumunun ne kadar kötü olduğunu bir defa daha üzerinde durarak hatırlatmaktadır.
Allah böylece günümüz insanlarına ve Kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlara da "Anlamaya Çalışmadan ve Araştırmadan" Kur'an Ayetlerini yalanlayan ve inkâr edenlerin durumu ile ilgili çok açık bir "Uyarıda" bulunmaktadır. Kurtuluşa (Hidayete) ulaşmak için, Allah'a inanmak, Ayetlerini okuyup anlamaya çalışmak ve Ayetlerin anlamlarını anladıktan sonra verilen öğüt ve öneriler doğrultusunda iş ve işlem yapmaya "Akılları" ile "Karar" vermek suretiyle Allah'ın "Hidayete Erdirmesini" mümkün kılmak gerekmektedir.
Aksi halde Allah'ın "Şaşırtmış" olduğu "Ziyana" uğramış kulları arasına girilecektir. Allah, akıllarını kullanamayan bu nitelikteki insanların birçoğunun bu durumda olacaklarını ve bu durumdaki insanların "Cehennem" için yaratılmış olacaklarını açıklamakta ve bunların kalpleri varken "Gerçeği" kavrayamadıklarını, gözleri varken "Gerçeği" göremediklerini ve kulakları varken "Gerçeği" işitemediklerini, bu anlamda bunların "Hayvanlardan" farksız olduklarını hatta daha da "Şaşkın" olduklarını ve "Gaflet" içinde bulunduklarını bildirmektedir.
Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü birbiri ardınca yetiştirmişizdir. (49/51), (28/51)
Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler. (49/52), (28/52)
Onlara okunduğu zaman: “Ona iman ettik, çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir, esasen biz daha önce de müslüman idik” derler. (49/53), (28/53) İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki defa verilecektir, bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar. (49/54), (28/54)
Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz” derler. (49/55), (28/55)
Allah, düşünüp öğüt alınması için tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e birbiri ardına "Vahiy" ederek gönderdiği Ayetlerine daha önce kendilerine "Kitap" verilenlerin de "İman Edeceklerine" yani "Esasen İman Etmek" durumunda olacaklarına işaret edilmektedir. Çünkü bu Ayetler okunduğu zaman kendilerine daha önce iletilenler ile "Özünde" aynı unsurları taşıdığını, özellikle de "Tek Yaratıcının" varlığını ve O'na "Teslim Olunmasının" gerektiğini görecekleri ve bu durumda esasen kendilerinin daha önce de "Teslim Olmuş" kimseler yani "Müslüman" olduklarını ifade edecekleri belirtilmektedir.
Yüce Yaratan ayrıca "ehli kitap" olarak belirttiği "kendilerine kitap verilen" toplumlar ile açıkça "zulmedenler" dışında en "güzel yoldan" mücadele edilmesini, diğer bir ifade ile en güzel şekilde "tartışarak" gerçeklerin anlatılmasını öğütlemektedir. Bu tartışmalarda Kur'an Ayetlerinde bildirildiği gibi, onlara "indirilene de iman ettiklerini", kendilerinin ve onların "tanrılarının" aynı Allah olduğunu belirterek kendilerinin Allah'a teslim olduklarını söylemeleri istenmektedir.
İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: “Bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.” (85/46), (29/46)
"İşte böylece sana bu Kitab'ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kafirler bile bile inkar eder." (85/47), (29/47)
Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın, öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. (85/48), (29/48)
Hayır, o kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder. (85/49), (29/49)
Allah'ın Kur'an Ayetlerine iman etmiş olanlara (Müslümanlara), aslında Kur'an ile ehli kitab'a iletilen "kitapların" tamamının "Kendisi" tarafında görevlendirilen "peygamberlere" vahiy edildiğini söylemelerine işaret etmesi ile, "Müslümanlar" ile ehli kitap toplumlarının arasında bir şekilde "iletişim kurulmasının" beklendiği düşünülebilir. Yüce Allah Hz.Muhammed'e önceki kitapları "tasdik eden" bu Kur'anı indirdiğini, buna göre önceki "Kitapların" bildirdiklerinin Kur'an Ayetleri ile "kapsandığını" belirterek "önceki kitaplara" iman eden ehli kitabın ve Hz.Muhammed'in toplumundan da nice kimselerin aslında Allah'ı "tamamen" inkâr etmediklerine, bu nedenle sonunda Kur'an Ayetlerini duyduklarında onların da Allah'a ve "Kur'an’a" iman etmelerinin beklendiğine dikkat çekilmektedir. Zira Yüce Allah Kur'an Ayetlerini ancak nefislerinin etkisi ile kendi fikirlerinin "doğru" ve "üstün" olduğuna inanların (kafirlerin) bilinçli olarak "inkâr" edeceklerini ve inkarlarını inatla sürdüreceklerini bildirmektedir.
Burada Kur'an’da yapılan "İslam" ve "Müslüman" tanımlamaları üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir. Bu tanımlamaların özünde Allah'ın ve "Tek Yaratıcı" olduğunun "Akıl" yoluyla anlaşılarak, algılanarak ve hissedilerek "Kabul Edilmesi" ve Allah'a "Teslim Olunması" bulunmaktadır. Bu "Gerçek" Adem Peygamber ve daha sonra zaman zaman görevlendirilmiş olan diğer "Uyarıcılar" tarafından bu Dünya ortamında yaşamış olan tüm insanlara iletilmiş bulunmaktadır.
Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler. (87/133), (2/133)
Bu konuda "Son Uyarıcı" olarak görevlendirilen Hz.Muhammed tarafından daha önceki Uyarıcılar tarafından iletilmiş olan "Gerçekleri" kabul ve "Tasdik" ederek iletilen "Gerçeğin" de aslında daha önce yaşamış olan insanlara iletilenler ile "Özünde" aynı olduğunu anlamaları tüm insanlardan beklenmektedir. Daha önce yaşamış olan, halen yaşamakta olan ve bugünden sonra yaşayacak olan insanlara işte bu "Özünde" aynı olan "Gerçek" olarak iletilenlerin Kur'an’da "İslam" olarak tanımlandığı ve bu Gerçeği kabul edip "Allah'a" teslim olanların "Müslüman" oldukları hatırlatılmaktadır.
Elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. (87/41), (2/41)
Bu konuda Mustafa İslamoğlu tarafından yapılan tefsirde aşağıdaki özet açıklamalara yer verilmektedir.
“Bu ayet, İslam ve Müslüman teriminin yeniden ele alınıp Kur’an a göre anlamlandırılmasını şart koşuyor. Kur’an da Süleyman’dan İbrahim’e, Musa’dan Nuh’a kadar bütün Müslümanlar, bütün peygamberler ve onlara uyan bütün insanlar Müslüman olarak nitelendirilirler. O halde Müslüman olmak sadece son peygamberin getirdiği vahye mensup olmak değil, tüm peygamberlerin getirdiği vahye mensup olmaktır. Onun için tüm peygamberlerin getirdiği hakikatleri tasdik etmektir. Nuh’a iman edenler de bizim kadar Müslüman idiler. İbrahim’e iman edenler de bizim kadar Müslüman idiler. Lût’un müminleri de bizim kadar Müslüman idiler. O nedenle İslam insanlığın değişmez değerlerine verilen öbür isimdir. İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Müslüman ise Allah’a teslim olan kişidir.”
https://kurantefsir.wordpress.com/2012/11/09/islamoglu-tef-ders-kasas-29-59122/
Daha önce kendilerine "Kitap" verilenlerden (Ehli Kitap) Allah’a "İman" etmiş olanların bu imanları ile kötülüğü iyilikle savdıkları, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcadıkları, bu imanlarını sorgulayan boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirip “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz” dedikleri belirtilerek "İki" defa ödüllendirileceklerine işaret edilmektedir.
Biz, Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğulları’na: "Benden başkasını dayanılıp güvenilen bir rab edinmeyin" diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık. (50/2), (17/2)
Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli! şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi. (50/3), (17/3)
Biz, Kitap'ta İsrailoğulları’na: “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız” diye bildirdik. (50/4), (17/4)
Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik, bunlar, evlerin arasında dolaşarak aradılar; bu, yerine getirilmiş bir vaat idi. (50/5), (17/5)
Sonra onlara karşı size tekrar verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık sayınızı daha da çoğalttık. (50/6), (17/6)
Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler. (50/7), (17/7)
Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kafirler için bir hapishane yaptık. (50/8), (17/8)
Ayetlerde İsrailoğulları’na hitap edilerek doğru yola ulaştıracak bir kurtuluş (Hidayet) rehberi olarak Musa Peygambere toplumuna ileteceği bilgilerin (Kitabın) verildiği açıklanmakta ve çok şükreden bir kul olan Nuh ile birlikte gemide taşıdığı kimselerin nesli oldukları ve "Allah'tan başkasını dayanılıp güvenilen bir "Rab" edinmemeleri" hatırlatılmaktadır.
Allah, Nuh'un gözetiminde gemiye bindirip tufandan kurtardığı birkaç müminin çocukları olan İsrailoğulları’na (ve bu vesile ile bugünkü insanlara da) yalnız bunu düşünseler bile "Allah'tan" başka vekil edinilemeyeceğini anlayabileceklerini, doğrusu o Nuh'un çok şükreden bir kul olduğunu ve her durumunda şükrettiğini hatırlatarak "Nankörlük" etmemelerini bildirmektedir.
Ancak Yüce Yaratan İsrailoğulları’na yer yüzünde iki defa fesat çıkarıp azgınlık edeceklerini Musa tarafından onlara iletilen "Kitapta" bildirdiğini, bunlardan ilkinin zamanı gelince üzerlerine güçlü kuvvetli kullarını gönderdiğini, onların İsrailoğullarını öldürmek üzere evlerin arasında dolaşıp durduklarını ve bunun Kitapta belirttiği vaadin yerine getirilmesi olduğunu açıklamaktadır.
Allah Ayetlerinde daha sonra günahlarından tövbe etmiş olan İsrailoğullarının tekrar galibiyet ve zafer verdiğini, varlıklara, servete ve oğullara kavuşturarak "Güçlerini" arttırdığını, sayılarını da çoğalttığını ve yapacakları iyilikler ile kötülüklerin kendilerine ait olacağını bildirdiğini açıklamaktadır. Şayet İsrailoğullarının yeniden fesat çıkarıp azgınlık derecesinde "Kibirlenmeleri" halinde, kendilerine bildirilmiş olan diğer cezalandırma zamanının gelmiş olacağını belirtmekte ve güçlü toplumların daha önce girdikleri gibi mescidlerine (Süleyman Tapınağı) girecekleri ve ellerine geçirdikleri her şeyi tahrip ederek yüzlerini kara çıkaracaklarını ihtar etmektedir.
Bu gibi felâketlerden ibret alarak hallerini düzeltmeye çalışanların ise merhametine kavuşacaklarını, küfür ve isyanda dönüp kalanların da tekrar felâkete uğratılacaklarını ve ebediyen kafirler için bir hapishane olarak hazırladığı cehenneme atılacaklarını açıklamaktadır. Böylece Yüce Allah kendilerini sizi böylece yükseltmesine karşılık İsrailoğulları'ndan bunun kadrini bilmelerini beklediğini bildirmiş olmaktadır.
Gerçekten Tarihte İsrailoğulları'nın serkeşlik yapıp kabardıkları, hakka itaatten kaçınarak kibirli tarzda hareketlerde bulundukları, dik başlılıkta, zulüm ve bozgunculuk yaptıkları bazı olaylar yer almaktadır.
Tarihi kayıtlardan bu Ayetler ile ilgili olarak İsrailoğulları tarafından fesat çıkarma ve azgınlık derecesinde kibirlenmeleri ilgili olarak "Gerçekleşen" olaylardan birincisinin Şa’ya Peygamberi öldürmeleri ve kendilerini Allah’ın azabı ile uyaran Ermiya Peygamberi hapsetmeleri olduğu; İsrailoğulları üzerine gönderilen güçlü kuvvetli kulların ise Ninova ahalisinden olan Sencarip ile ordusu veya Amâlika kavminin kralı Calut (Goliath) olduğu; o kuvvet sahiplerinin İsrailoğullarının âlimlerini öldürdükleri, Tevrat’ı yaktıkları, mescitlerini tahrip ettikleri ve onlardan çok sayıdaki kişiyi esir aldıkları anlaşılmaktadır. Bu mağlûbiyetten bir müddet sonra Danyal'ın Buhtunnasr’a tabi olanlara galip gelerek İsrailoğullarını esirlikten kurtardığı, İsrailoğullarının bozgunculuktan vaz geçip tövbe ederek af dileğinde bulundukları ve kendilerine hâkim olan Davud'un düşmanları olan Calut’u öldürdüğü ve böylece onları mağlûp etmiş olan kavimlere karşı tekrar galip gelerek yeniden bir devlete ve hâkimiyete kavuştukları kaydedilmektedir. Tarihi kayıtlara göre fesat çıkarma ve azgınlık derecesinde kibirlenme ile ilgili "Gerçekleşen" olaylardan İkincisi olarak, İsrailoğulları'nın yine isyana başladıkları, Peygamberlerine karşı geldikleri ve sonuçta Zekeriyya ve Yahya Peygamberleri öldürdükleri anlaşılmaktadır. Bu ikinci isyanları yüzünden de üzerlerine “Hardun”veya “Cerdus” adındaki Babil hükümdarının musallat olduğu ve o muhterem Peygamberlerin intikamını alarak İsrailoğulları'nın yurtlarını harap ettikleri görülmektedir. Ayrıca Yahudilerden Konstantin adındaki Rum hükümdarının da intikam almış olduğu bilinmektedir.
http://www.tahavi.com/2018/04/08/isra-suresi/
Günümüzde ne yazık ki Yahudi toplumunun Ayetlerde açıklanan duruma benzer faaliyette bulunduğu görülmektedir. Yahudi toplumunun bu davranışları ile kendilerine iletilen gerçekleri bir yana bırakıp ihtiraslı yöneticilerinin peşinden giderek “yine dönmeleri” ve bu tutumlarını sürdürmeleri halinde Yüce Allah’ın Yahudi toplumunu yine cezalandıracağı Ayetinde açıkça belirtilmektedir. Böyle bir durumda İsariloğullarından olan Yahudi toplumunun “kafir” olarak sayılacağı ve “kafirler” için bir hapishane yaptığı açıklanan cehennem ile cezalandırılacağı bildirilmektedir.
Kendilerine kitap verdiklerimiz onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerine ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar. (55/20), (6/20)
Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya Allah'ın ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler! (55/21), (6/21)
Yüce Allah, Hz.Muhammed'den önce görevlendirdiği Peygamberler tarafından toplumlarına bildirilen "Kitaplarında "Hz.Muhammed ile ilgili bilgilerin bulunduğunu, öyle ki bu bilgilere göre bu toplumların onu "Kendi oğullarını tanıdıkları gibi" tanıdıklarını açıklamaktadır. Zamanla bu "Kitapların" önemli ölçüde değişikliklere uğraması ve bu yüzden insanlara iletilen öğüt ve önerilerin anlaşılmalarının "Zorlaşması" üzerine Yüce Allah'ın Hz.Muhammed'i "Son Peygamber" olarak görevlendirdiği ve önceki Peygamberleri ve onların "Kitaplarını" doğrulayan "Son Öğüt ve Önerileri" bildiren "Kur'an’ı" ona ilettiği Ayetlerdeki ifadelerden görülmektedir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Buna göre önceki Peygamberlere ve ilettiklerine inanmayanlar gibi Kur'an’a inanmayıp Ayetlerini yalanlayanlardan ve "Yalan" sözlerle Allah'a iftira edenlerden daha "Zalim" kimse bulunmadığı ve onların kendilerine "Ziyan Ettikleri" bildirilmektedir. (Bu konudaHz.Muhammed bölümünde ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.)
Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık.
Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz. (55/146), (6/146)
Eğer seni yalanlarlarsa de ki: “Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber Allah'ın azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz.” (55/147), (6/147)
İslam Ansiklopedisinde Musa Peygamberin toplumu olan Yahudilerin Dinî açıdan başlangıç noktası konusunda bazı bilgiler yer almaktadır.
“Yakup’un ya da “tanrı” tarafından verilen ismiyle İsrail’in on iki oğlundan neşet eden İsrailoğulları’nın Mûsâ peygamber tarafından Mısır’daki kölelik evinden kurtarılıp Sîna yarımadasına götürülmeleri ve burada atalarının Tanrısı ile ahit yapılarak O’ndan Tevrat’ı almaları (Sînâ vahyi) kabul edilmektedir. Musa Peygambere iletilen Tevrat ile ilgili olarak da; Tevrat ismi geniş anlamıyla Mûsâ peygambere Sînâ’da Tanrı tarafından verildiği kabul edilen bütün yazılı ve sözlü öğretileri (Tevrat ve Talmud), Ahd-i Atîk olarak bilinen yazılı yahudi kutsal kitap literatürünün tamamını (Tanah) ve her dönemin ihtiyaçları doğrultusunda gelişerek bugüne kadar gelen yahudi hukukunu ifade eder. Geleneksel yahudi inancına göre Tanrı, Mûsâ peygambere yazılı Tevrat’a ilâveten onun yorumunu şifahî olarak bildirmiş ve Şifahî Tora adı verilen bu Tevrat nesilden nesile aktarıldıktan sonra milâdî III. yüzyılın başlarından itibaren yazıya geçirilmiştir. Tanah yahudilerin tasnifine göre toplam yirmi dört (Josephus’a göre yirmi iki), Katolikler’in tasnifine göre ise otuz dokuz kitaptan müteşekkil zengin muhtevalı bir literatürdür, tek bir kişi tarafından belli bir dönemde yazılmayıp uzun asırlar içerisinde kaleme alındığı için dilinde ve üslûbunda farklılıklar söz konusudur.”
https://islamansiklopedisi.org.tr/yahudilik
https://islamansiklopedisi.org.tr/yahudilik#2-kutsal-metinler-ve-dini-literatur
Yüce Allah, Musa Peygamberin toplumu olan Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldığını, sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldığını; bu "Yasakların" kendilerine iletilenlerde ve Allah ile yapılan "Ahit" hükümlerinde yer alan "Gerçekleri" değiştirip yanlış bilgiler aktarmak suretiyle insanları Allah yolundan "Çevirmek", menedildikleri halde "Faizi Almak" ve haksızlıkla ile insanların "Mallarını Yemek" suretiyle yapmış oldukları "Zulümleri" yüzünden onlara verilen "Ceza" olduğunu bildirmektedir. Ayrıca bu yasakların inatla sürdürdükleri bazı günahlara karşı sadece onlara "özgü bir ceza" olduğunu, bu nedenle onlara "zulmetmediğini" fakat, onların yaptıkları ile kendilerine haksızlık ettiklerini açıklamaktadır.
Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık, biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine haksızlık ediyorlardı. (70/118), 16/118)

Allah, elbette her zaman bütün insanlara "Doğruyu Söyleyenin" Kendisi olduğuna dikkat çekerek, Yahudi toplumunu ve bütün insanları bu "Cezanın" nedenleri üzerinde düşünmeye yönlendirmekte ve düşünce ve davranışlarını buna göre düzenlemeleri gerektiğine işaret etmektedir. Allah Hz.Muhammed'e şayet kendisini yalanlarlarsa onlara Rablerinin geniş bir rahmet sahibi olduğunu, bununla beraber Allah'ın azabının suçlular topluluğundan uzaklaştırılamayacağını söylemesini vahiy ettiğini açıklamaktadır. Ancak suç işlemekten tövbe edilerek vazgeçilmesi ve durumlarını düzeltmeleri halinde çok bağışlayan, pek esirgeyen Allah'ın merhametiyle onları doğru yola ileteceği de belirtilmektedir.
Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri, çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir. (70/119), 16/119)
Bu Ayet ile ilgili olarak Muhammed Esed tefsirinde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.
"En’âm Sûresi’nin (146) ıncı âyeti celilesinde (anlatmış olduğumuz şeyleri Yahudilere haranı kılmış idik) bu onların hak ettikleri bir cezadan ibaret idi (ve onlara biz) bunları haram kılmakla (zulmetmedik) bu hürmet onların haklarında bir adalet, bir menfaat gereği idi (Fakat onlar kendi nefslerine zulmeder oldular) böyle bir haramlığı gerektiren hareketlerde bulundular, Peygamberlerine âsi oldular, mahlukata tapınmak cehaletini bile gösterdiler. Yani, bu sureden kısa bir süre önce vahyedilmiş olan 6:146'da sözü edilen şeyler. Cümlenin başındaki "Ve" bağlacı bu ayetin yukarıda 114. ayetteki "Allah'ın size rızık olarak bahşettiği temiz ve meşru şeylerden payınızı alın" ifadesiyle olan bağlantısına işaret etmektedir. Bu iki ifade bir arada, gerçekten iyi ve sağlığa uygun olan hiçbir şeyin müminlere yasak olmadığını (6:145); Yahudilere konan perhiz türünden bazı yasaklama ve kısıtlamalarınsa inatla sürdürdükleri bazı günahlara karşı sadece onlara özgü bir ceza, bir tedîb olduğunu göstermektedir (karş. 3:93).”
Nahl suresi Nahl oku Nahl arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Nitekim bir diğer Ayette bu duruma işaret edilerek Allah'a "Teslim" olarak kendini kurtarmayı "Akıl" edenleri, "çok bağışlayan ve pek esirgeyen olarak", bağışlayıp esirgeyeceğini ve onlara pek yakında (ölümleri sonrasında) büyük mükâfat vereceğini çok açık bir şekilde İsrailoğulları'na (Yahudilere) ve tüm insanlara açıklamaktadır.
Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz. (92/162), (4/162)
Buna göre Musa Peygamberin iletilerinde değişiklik yaparak insanlara "Zulmeden" Yahudi toplumuna yasaklanan temiz ve iyi yiyecekler ile ilgili hükümlerin de bu "Zulmün" farkına varılarak sona erdirilinceye kadar devam edeceği anlaşılmaktadır. Öte yandan, son olarak Hz.Muhammed aracılığı ile bütün insanlara rehber ve yol gösterici olarak "İndirilen" Kur'an Ayetlerinde, önceki dönemlerde insanlara Peygamberler aracılığı ile iletilmiş olan bütün "İlahi" öğüt ve önerilerin (Kitapların) "Gerçek" olduğu bildirilmektedir. Buna göre Tevrat'ın indirilmesinden önce Yakup peygamberin (İsrail) sağlık durumu nedeniyle kendisine yasakladıkları dışında, her türlü yiyeceğin İsrailoğulları’na helal olduğu, daha sonra Yahudilerin insanları Allah yolundan alıkoymaları ve birtakım haksız davranışları yüzünden "ceza olarak" birçok temiz yiyeceğin Tevrat’ta kendilerine haram kılındığı, bunun Tevrat'ta yazılı olduğu ve Tevrat'ın aslını getirip onu okuduklarında bunun görülebileceğine ve artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa onların "zalimlerin ta kendisi" olduklarına işaret edilmektedir.
Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğulları’na helal idi. De ki: "Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun." (89/93), (3/93)
Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler. (89/94), (3/94)
Nitekim Kur'an Ayetinde Yahudilere insanlara zulüm yaparak birçok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksızlık ile insanların mallarını yemeleri yüzünden önceden kendilerine helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeylerin onlara haram kılındığı açıklanmaktadır.
Bu nedenle Tevrat'ta yapılan değişiklik veya tahrifatın o konulardaki Kur'an Ayetlerine bakılarak "Düzeltilmeleri" gerekmektedir. Kur'an bu anlamda Musa Peygambere iletilenleri de doğrulamakta olduğundan, Yahudi toplumuna yasaklanan yiyecekler ile ilgili hükümlerin de Allah'tan af dilenip "Tövbe" edilmesi halinde, artık Kur'an ile bildirilen şekilde uygulanmaları gerekmektedir. Aksi halde Ayette belirtilen ve Musa Peygamber tarafından toplumuna iletilen "Özgün" iletilerde yer aldığı anlaşılan bazı hayvanlarla ilgili "Yasaklama" hükümlerinin halen geçerli olduğu söylenebilir.
Yüce Allah Yahudilere Allah'a karşı yalan uydurmamalarını ihtar etmekte, Tevrat'a ve Kur'an’da açıklanan "gerçekleri" yalanlayanların ancak "zalimler" olduklarını bildirmekte ve Allah'ın doğruyu söylediğini, öyle ise Allah'a (hakka) yönelmiş olarak İbrahim'in dinine uymalarını, İbrahim'in müşriklerden olmadığını onlara (Yahudilere) hatırlatmasını Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
De ki:" Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim'in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi." (89/95), (3/95)
Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksızlık ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; (92/160), (4/160)
Ve içlerinden inkara sapanlara acı bir azap hazırladık. (92/161), (4/161)
Yüce Allah Ayetlerinde İsrailoğulları’na hitap ederek peygamberleri ile bildirdiği uyarı, öğüt ve önerilerinin değiştirilmeden ve bozmadan" dikkate almaları gerektiğini onlara ve bütün insanlara ihtar etmektedir.
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. (87/40), (2/40)
Elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. (87/41), (2/41)
Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. (87/42), (2/42)
Ayetlerde Yüce Allah’ın İsrailoğulları’na vermiş olduğu “nimetler” hatırlatılmakta ve Allah'a verdikleri "sözü" yerine getirmelerinin beklendiği açıklanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı tefsirinde bu konu özet olarak belirtilmektedir.
“Kur’an-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde de Allah’ın İsrâiloğulları’ndan değişik konularda, meselâ Tevrat’a sımsıkı sarılacaklarına (Bakara 2/63), namazı kılacaklarına, zekâtı vereceklerine, peygamberlere inanacaklarına, muhtaçlara Allah rızası için borç vereceklerine (Mâide 5/12), kendilerine indirilen kitabı gizlemeyip insanlara okuyacaklarına (Âl-i İmrân 3/187) dair söz aldığı bildirilmektedir.”
“Buna göre Allah İsrâiloğulları’ndan “Allah’a kulluk edip O’na ortak koşmayacaklarına, doğru olduklarına ilişkin kanıtlar getiren peygamberlere iman edeceklerine, Allah’ın hükümlerine ve kanunlarına boyun eğeceklerine”, özellikle kendi milletlerinden olan Hz. İsmâil’in soyundan gelen Hz. Muhammed’e inanacaklarına ilişkin söz almıştır.”
Bakara Suresi 40. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Bu durumda İsariloğullarına Allah’ın verdiği her türlü fayda sağlanan şeyleri (nimetler) daima hatırlamaları, verdikleri sözleri yerine getirmeleri böylece Allah'ın “inanan” insanlara "vadettiklerini" vereceğinin bilinci ile "Sadece" Allah'tan korkmaları gerektiği bildirilmektedir.
Böylece Ayetlerde İsrailoğullarından Kur'an’ın, ehli kitabın elindeki daha önce yine Peygamberler aracılığı ile gönderilen "Allah Kitaplarını” tasdik edici olarak gönderildiğine inanılması, Kur'an Ayetlerinin "Bilerek" inkâr edilmemesi ve doğru ile yanlış, hak ile batıl (geçerli Olmayan her şey) herhangi şekilde olabilecek bir menfaat uğruna birbirlerine karıştırılmaması doğruların gizlenmemesi beklenmekte ve bu amaçla Ayetlerinin değiştirilmemesi ihtar edilmektedir.
Ayetlerde İsrailoğulları’na hitap edilmekle birlikte aslında bütün insanlara da öğüt verilmektedir. Buna göre her şeyden üstün ve her şeyin yaratıcısıdır olan Yüce Allah insanların korktukları her şeyin de “tek” yaratıcısı ve sahibi olduğu, insanların korktukları her şeyi yaratanın da Allah olduğu buna göre sadece Allah'tan yardım istenmesinin ve sadece Allah'ın yardım edebileceğinin bilinmesi gerekmekte ve buna göre de Allah'ın "İnsanların Algılama Kabiliyetleri Ötesindeki Muhteşem Bilinç ve Güç" olduğu hissedilerek O'na karşı gelmekten korkulması ve sakınılması istenmektedir. Bununla birlikte bütün insanların "Ruhlarının" gerçek ortamdaki yaratılışlarında Allah'ın insanların tek ilahı (Rabbi) olduğuna dair söz vermiş olduğu da "unutulmamalıdır.”
Kur'an’a inanılmaması, "Çok Değerli" bir şeyin çok az bir karşılık ile satılmasına benzetilmektedir. Özellikle daha önce Allah Kitabı verilmiş olan insanların, bu kitabı olduğu gibi tasdik eden Kur'an’ı inkâr etmemeleri beklenmektedir. Böyle bir inkarın sonucundan korkmak gerekir. Çünkü doğruluğu şüphe götürmeyen (Hak olan) Kur'an’ın, artık geçerli olmayanlar (Batıl) ile karıştırılmaması ve doğruluğu şüphe götürmeyenin gizlenmemesi gerekmektedir.
İnsanlara Kur'an’dan önce gönderilmiş olan kitaplar, zaman içerisinde insanlar tarafından çeşitli nedenler ile değişikliklere uğratılmış ve sonuçta asıl amaç ve anlamları konusunda tereddütler ortaya çıkmıştır. Buna karşılık Kur'an’ın 22,5 yıl süre ile ve o zaman ve çevrede yaşayan tüm insanların şahitliğinde Hz.Muhammed tarafından aktarılmıştır. Aynı zamanda yazılı belgeler haline getirilen ve sonrasında bu belgeler derlenerek bugüne kadar hiçbir değişiklik yapılmadan insanların elinde bulunan Kur'an’ın doğruluğundan kimsenin şüphe etmesi mümkün bulunmamaktadır.
Birçok örnekte de görüleceği gibi, insanların Akıllarını kullanarak doğru şekilde hareket etmesi gerekmektedir. İnsanların bu şekilde açıklanan doğruları inkâr etmeleri ve kendilerine Peygamberler aracılığı ile gönderilen öğüt ve önerileri inkâr yoluna gitmeleri Kur’an Ayetlerinde üzerinde en çok durulan ve çok önem verilmesi gereken bir konudur. Zira insanlar “Akılları” ile her türlü fikirleri geliştirmek ve ona göre hareket etmekte "Serbest" bırakılmıştır. Bu yeteneklerini bu şekilde Allah’ı “bilerek İnkâr" ederek kullanılması, insanların Allah karşısında Allah ile “iddialaşması” olarak yorumlanabilecek bir durumu meydana getirmektedir.
Oysa, bu çok özel "Akıl" yeteneğinin tüm olasılıkları içerecek şekilde kullanılması sonunda ulaşılabilecek "Tek" sonuç, Allah'ın “varlığı” ve Allah'ın "Her Şey" in sahibi ve yaratıcısı olduğudur, "Hak" veya "Gerçek" olarak tanımlanan durum budur. (Burada Allah’ın varlığı “madde veya varlık” şeklinde düşülmemesi gerekmektedir. Bu konuda Allah ölümünde açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır)
Sonuç olarak "İnsanların” aklını kullanarak doğruyu (Hak'kı) idrak etmek yerine yanlış ve geçersiz olanı (Batıl'ı) tercih etmemesinin gerektiği çok önemle hatırlatılmaktadır. Özellikle daha önce kendilerine "Kitap" gönderilmiş olan toplumların Kur'an’ı inkâr etmemelerinin gerektiğini hatırlamaları beklenmektedir. Bu şekilde gerçekliği konusunda şüphe bulunmayan Kur'an Ayetlerinin inkâr edilmesi "Ayetlerin Az bir karşılık" ile satılması olarak tanımlanmakta ve bu nedenle çok önemli bir uyarı yapılmaktadır.
Kur'an Ayetlerinin gerçekliğini inkâr ederek mevcut konumlarını ve itibarlarını koruyacaklarını düşünen kişi ve toplumlar, bu şekilde hareket etmekle, Gerçek Ortamda kurtuluşlarını sağlayacak olan çok değerli bir "Yol Gösterici Rehberi” Dünya'da sahip olmayı düşündükleri karşılığında (Az Bir Karşılık) satmış olmaktadırlar. Bu konuda Allah'ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğu unutulmamalı ve Allah'a karşı gelmekten korkulmalı ve sakınılmalıdır.
Yüce Allah Hz.Muhammed’e vahiy ettiği "Hak" olan Kur'an’a iman edilmesini ve Ayetlerde belirtilen ibadetleri yerine getirmelerini İstariloğullarına (Musevilere) ve dolayısı ile tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. (87/43), (2/43)
Sizler Kitab'ı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? (87/44), (2/44)
Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. (87/45), (2/45)
Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir. (87/46), (2/46)
Musevilerin (ve tüm insanların) inanan ve iman edenler ile birlikte Allah'a yapılan en samimi ve doğrudan ibadet olan namazı tam olarak kılmaları, zekât vermeleri ve Allah önünde eğilmeleri beklenmektedir.
Namaz aslında "Allah'a Yapılan Dua" anlamını taşımaktadır. Hz.Muhammed, bu duanın zaman ve şekillerini "Miraç" olayının gerçekleşmesinden sonra, bizzat uygulayarak insanlara göstermiştir. Burada bu olaylara şahit olan Musevilerin Hak olan Kur'an’a ve Hz.Muhammed tarafından getirilen ibadetlere iman etmeleri ve bu ibaretleri gereğince yerine getirmelerinin doğru olduğuna işaret edilmekte ve dolayısı ile tüm insanlara da hatırlatılmaktadır.
Buna göre Yüce Yaratıcıya dua, teşekkür ve teslimiyetin ifadesi olan "namaz" kılınmalı, zekât verilmeli ve Allah'ın huzurunda eğilenler (Diğer İnananlar) ile birlikte eğilerek Allah'a teslim olunmalıdır. Bu anlayışa sahip olunmaması ancak "Allah" kavramının anlaşılamadığını göstermektedir. Namaz ve zekât gibi ibadetler, Allah'ın hissedildiğinin ve Allah'a teslim olunduğunun en yalın işareti niteliğindedir. Bu durumda olan “Allah’a İman” eden insanlar öncelikle Allah'a sonsuz saygıda bulunurlar ve Allah'ı her anışlarında ve hatırlayışlarında "Kalpleri Ürperir". Bu nedenle, Allah'a yapılan ibadetler ve özellikle namaz ve zekât ibadetleri, bu düzeydeki insanlar için çok huzur ve zevk veren bir durumdur ve daima istekle yerine getirilirler. Bu insanlar kesinlikle Allah'a kavuşacaklarını ve sonuçta Allah'a döneceklerini düşünen ve bunu içten bir teslimiyet ile kabul edenlerdir. Bu anlayışta olmayan kişiler için namaz ve zekât ibadetleri ve diğer ibadetlerin yapılması "Zor ve Ağır" gelecektir.
Tevrat'ı okuyan ve insanlara buna göre öğütler veren bilgin kişilerin, Tevrat'a göre de Kur'an’ın "Hak" olduğunu bildikleri halde bunu unutmaları akıllı bir davranış olarak görülmemektedir. Bu kişilerden Akıllarını kullanmaları ve doğruyu görmeleri beklenmektedir.
İnsanlar tüm isteklerini namaz (Dua) ile ve "Sadece" Allah'tan istemelidir ve sabretmelidir. Zira Allah'ın Kanunları değişmez. Buna göre, yapılan Dua ve istekler o kişinin bazı hareket ve fiillerinin şeklini ve zamanını etkileyecek ve bu etkileşimin sonuçlarına göre olaylar gelişecektir. Bu gelişimin namaz ve dua ile İstekte bulunanın dileği doğrultusunda olup olmayacağı ve ne zaman gerçekleşeceği konusunda insanlara önceden bilgi verilmemektedir.
Bu nedenle insanlar dua ve isteklerini samimiyet ile ve inanarak ve sadece Allah'a yapmalı ve sonra sabır göstermelidir. Zira şayet duaları kabul görürse, kendi hareketleri ve etrafında oluşan işlemler sonuçta o noktaya doğru gelişecektir.
İnsanın yapısında acelecilik vardır. Sabır göstermek te bir şekilde Allah'a inanarak Allah'a teslim olmayı göstermektedir. Nitekim, Ayette namaz kılmanın, dua etmenin ve sabır göstermenin inanmayan insanlar için çok zor ve ağır gelen bir görev olduğu ayrıca belirtilmektedir. İnanç ile ve bilerek ve isteyerek sadece Allah'a namaz kılan, Dua eden ve sonra sabır gösteren insanlar; "Kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve Allah'a döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kişiler" olarak tanımlanmakta ve Dua, namaz ve Sabır göstermenin ne Allah'a inanma konusunda ne derecede önemli olduğu ayrıca belirtilmektedir.
Özellikle bilgi sahibi olanlar, Allah'ın Kitabını okuduktan sonra oradaki gerçekleri fark edebilecek durumdadırlar. Bu gerçekleri idrak etmiş olmalarına nağmen, insanlara iyilikleri emredip öğütler verirken, öte yandan kendileri açısından menfaat sağlamak, yönetmek, güç sahibi olmak için bunları göz ardı etmemeli ve bu öğütlerin kendileri için de tutulması gereken öğütler olduklarını unutmamalıdırlar, bu kişiler özellikle akıllarını daha çok itina ederek kullanmalıdırlar.
Bu ifadeler, inanç ve diğer herhangi bir konuda insanlara öğüt verecek, yönetecek, karar verecek konumda olan “aklı selim” sahibi "bilgin" insanlar ve özellikle de toplumun yönetimi kendilerine emanet edilen “yöneticiler” tarafından, yürüttükleri işlemlerde ve verdikleri kararlarda öncelikle ve özellikle göz önünde bulundurulmalıdır.
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın. (87/47), (2/47)
Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz. (87/48), (2/48)
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın. (87/122), (2/122)
Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler. (87/123), (2/123)
Ayetlerde Allah'ın "Gerçek" ve "Tek Yaratıcı" olduğunun bilinmesi ve kabullenilmesi olarak özetlenebilecek "Doğru Yolu” tüm insanlara gösterecek olan "Peygamberlerin” çoğunun Yüce Yaratanın büyük bir lütfu olarak “İsrailoğulları" toplumundan gönderildikleri belirtilmekte ve İsrailoğullarından bu durumun bilincinde olmaları beklenmektedir.
Kur'an ve diğer Allah Kitaplarının içeriklerinde "Tek Yaratıcı ve Her şeyin Sahibi Allah" kavramının bu ortamda “Ruh ve Akıl” taşıyan "ilk Akıllı İnsan" olan Adem ile başlatıldığı ve daha sonra Nuh ve İbrahim’e uzanan soyundan gelen bir çok insanın Peygamber olarak görevlendirildiği ve bu "Doğru" inancın bu şekilde günümüze kadar ulaştırıldığı anlaşılmaktadır.
İsrailoğulları olarak tanımlanan toplum o sırada Dünya üzerinde yaşayan diğer toplumlardan bu anlamda, yani “Tek Yaratıcı ve Her şeyin Sahibi Allah” fikrinin gelecek nesillere iletilmesi görevini üstlenmesi nedeniyle çok farklı ve Kur'an’ın ifadesi ile "Üstün Kılınan" bir konumda bulunmaktadır. Zira, İsa ve daha sonra Hz.Muhammed gönderilinceye kadar, "Tek Yaratıcı ve Her şeyin Sahibi Allah" fikri en geniş anlamda bu toplumda yaşatılmış bulunmaktadır.
Ancak İsrailoğullarının önceki zaman içerisinde insanlar arasındaki bu "üstünlüğünün" sonradan kendilerine gelen "ilimi" değiştirmeleri yüzünden sürdürülemediği, bu nedenle Ahiret ortamında yaşanacak olan ve hiç kimsenin başkası namına bir şey ödeyemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, hiç kimsenin hiç kimseye affedilmesini dilemesinin (şefaatinin fayda) vermeyeceği ve hiçbir yardım da görmeyecekleri zamandan (günden) sakınmaları (korkmaları) gerektiği ve "doğru yola" yönelmelerinin ancak bu uyarıların dikkate alınması ile mümkün olabileceği kendilerine hatırlatılmaktadır. Aslında bu hatırlatmalar bütün insanlar için de dikkate alınması gereken bir "Uyarı" niteliğindedir.
İsrailoğulları’na Allah tarafından verilen nimetlerden birisi de "Akıl" unsurunu çok üst düzeylerde kullanmaları ve çok zeki olmalarıdır. Nitekim, o dönemlerde ve hatta halen günümüzde de ticaret ve parasal konularda son derecede etkili ve ileri düzeyde yetenekli olarak yaratılıştan özelliklere sahip kılınmışlardır.
Ancak, bu özelliklerini daima gurur vesilesi yapmaları ve bu özelliklerini çok sevmeleri sonucunda daima "nefis" unsurlarının etkisinde kalarak akıllarını bu yolda ve nefislerinin doğrultusunda kullanmışlardır. Yüce Allah bu ayetler ile onların konuyu doğrudan anlayabilecekleri parasal yönü ile dikkatlerine getirmektedir. Nitekim hiçbir kimsenin bir diğeri için bir ödemede bulunamayacağı, hiçbir kimseden parasal bir karşılık alınmayacağı, kişilerin affı ve onlara yardım ve merhamet edilmesinin ancak Allah'ın izninde olacağı bir günün geleceği açıklanmaktadır. Bu nedenle İsrailoğulları olarak bu ayette işaret edilen ve bu özellikleri taşıyan insanların bu konu üzerinde bir defa daha düşünmeleri ve parasal güçlerinin kendileri açısından değerini bir defa daha iyice anlamaya çalışmaları gerekmektedir ki, bu güç sonunda kendi aleyhlerine olabilir.
Günümüzde, bu toplumun önde gelen yöneticileri, Tevrat'ta kendilerine ifade edildiğini ileri sürerek, önceki nesillerinin yaşadıkları yerler ve bölgeler üzerinde hak iddia etmektedirler. Büyük İsrail gibi bir “hedef” gösterilerek bu yerlerin zamanla tamamen kendi kontrolleri altına geçmesini dini bir amaç olarak gelecek nesillerine de aktarmaktadırlar. Ancak, Ortadoğu, Fırat Havzası ve Mekke dolaylarını kapsayan bu "Hedef" Kur'an ile son bulmuştur. Kur'an’da bu topluma verilen üstünlük ve imtiyazlar karşılığında alınan tavırlar anlatılarak bu toplumun bir şekilde Yüce Yaratan'a karşı durdukları hatırlatılmakta ve bu toplumun kurtuluş yolunun, diğer tüm insanlarda olduğu gibi, ancak Tevrat'ı ve İncil'i teyit eden Hz.Muhammed'e indirilen Kur'an ile bulunabileceği çok net ve biraz da sert bir şekilde belirtilmektedir.
Çok ilginç olarak, günümüzde bu toplumun önde gelen unsurlarının denetimindeki finansal kurumların “Siyonizm” hareketi ile “kontrolü” altına aldığı “Dünya'nın En Güçlü Devleti” tarafından “Büyük Ortadoğu Projesi” adı altında bu “hedefe” ulaşılmaya çalışılmaktadır.
Ancak ilgili Kur'an Ayetleri, İsrailoğullarının kendilerine verilenlerin değerini Allah'a karşı durarak değersiz hale getirdikleri için artık "Üstün" bir konumlarının kalmadığına ve diğer insanlar ile aynı durumda bulunduklarına işaret etmektedir. Bu nedenle de bu toplumun önderlerinin bu gerçeği anladıkları ve yapılan bu çok anlamlı "Öğütleri” dikkate alarak "Mütevazi" olabildikleri takdirde İnsanlar arasında birlikte yaşamaya katkıları olabilecektir. Buna karşılık söz konusu hedef ile ilgili olarak inatlarını sürdürdükleri sürece, "Medeniyetler Arası Çatışma" devam edecek ve gerek bu Dünya yaşamlarında ve gerekse Dünya sonrası yaşamlarında Allah'tan ancak "Ceza" bekleyeceklerdir.
Ayetlerdeki uyarılardan İbrahim Peygamber sonrasındaki dönemlerden itibaren “Allah” kavramını anlayıp insanlara iletmeleri nedeniyle kendilerine “üstünlük” verilen bu toplumun "Akıllarını” daima çıkarları için kullanıp kutsal kitaplarında değişiklikler yaparak düştükleri yanlışlığı yine "Akıllarını” kullanarak anlamaları beklenmektedir.
Bu açıklamalara göre halen bu şekilde hareket eden İsrailoğulları (Yahudi toplumunun bir kısmı) dahil tüm insanlardan, hiçbir varlığın ve zenginliğin geçerli olmadığı, hiçbir kimsenin bu yaşamda sağladığı varlığı ile kendisi veya bir başkası için bir ödemede bulunamayacağı, hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat (Affedilme) kabul edilmeyeceği, fidye alınmayacağı ve onlara asla yardım da yapılmayacağı bir günün geleceğini hatırlamaları ve böyle bir günün nasıl olabileceğini düşünmeleri beklenmekte ve bu günün dehşetini hissederek ondan sakınmaları ihtar edilmektedir.
Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (87/109), (2/109)
Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür. (87/110), (2/110)
Yahudi ve Hristiyanların kendilerine Musa ve İsa aracılığı ile gelmiş olan Allah Kitaplarında da yer almasına rağmen, kendilerine “hakikat” apaçık belli olduktan sonra kıskançlıklarına boyun eğip Hz.Muhammed'in insanlara bildirdiği Kur'an’a inanılmaması için insanları ikna etmeye çalışmışları açıklanmaktadır. Bu nedenle, “Ehli Kitap” olarak belirtilen bu insanlara bu tür kışkırtmalara itibar etmemeleri ve Allah'ı anarak ve Allah'a "dua" ederek (namaz kılarak), zekât vererek imanlarını sağlamlaştırmaları öğütlenmektedir.
Bu durum bugün için de geçerlidir ve Allah’a ve Hz.Muhammed’e ve ona indirilen “Allah’ın Sözü” Kur’an’a inanmayan insanlar var oldukça her zaman da geçerli olacaktır. Bu nedenle bütün insanlara verilen öğütleri dikkate almaları önerilmekte, bunun yanında “kendileri için” bile olsa yaptıkları her iyiliğin insanların yapmakta olduklarını noksansız “görmekte” olan Allah'ın katında bulunduğu bildirilmektedir.
Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitab'ına çağırılıyorlar da sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor. (89/23), (3/23)
Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır. (89/24), (3/24)
Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur? (89/25), (3/25)
Kendilerine Allah’ın Sözü olan “Kitap” verilenlerin özellikle Yahudilerin, Allah'ın Kitabı olan Kur'an’a davet edildikten sonra ateşin (ölüm sonrasındaki azabın) onlara sadece sayılı günlerde dokunacağını ileri sürdükleri ve uydurdukları bu tür bahanelerin onları yanılttığına işaret edilerek, Kur’an’a inanmaktan cayıp yüz çevirdikleri ve kendi bildikleri gibi yaşama geri dönmeyi tercih etikleri bildirilmektedir.
Bu durumun kendi dinlerinin kitabı olan Tevrat üzerinde Cehennem ateşinin Yahudilere sayılı birkaç gün dokunacağı şeklinde yaptıkları değişiklikler sonucunda düzenledikleri hükümlere inanmalarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ayetlerdeki uyarılara göre ve insanlardan uydurdukları bu düzenlemelerin kendilerini yanıltmakta olduğunun bilincine varmaları beklenmekte ve bu anlayışa erişememeleri halinde, gelmesinden şüphe edilmeyen kıyamet gününde tüm insanların toplandıkları zaman, hiçbir haksızlığa uğratılmadan onlara bu Dünya ortamında kazandıklarının karşılığı ödendiğinde, elde ettikleri karşısında çok pişmanlık duyacakları çok açık olarak hatırlatılmaktadır. Diğer bir ifade ile, bu toplum insanları, tüm insanlara ve tabii olarak kendilerine de iletilmiş olan Allah Kitabı Kur'an yerine, önceki nesilleri tarafından değişiklik yapılarak bazı hükümler eklenen ve bu hali ile bu Dünya yaşamlarında hoşlarına giden yaşamı tercih ettiklerinde, gerçek ortamdaki yaşamlarında onlara rahatlık ve mutluluk verecek hiçbir şey ellerinde kalmamış olacağı ve bu tercihlerinden ötürü pişmanlık duyacakları hatırlatılmaktadır.
De ki: "Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: "Şahit olun ki biz müslümanlarız!" deyiniz. (89/64), (3/64)
Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? (89/65), (3/65)
İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz. (89/66), (3/66)
İbrahim ne yahudi, ne de hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi. (89/67), (3/67)
İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur. (89/68), (3/68)
Ehl-i kitaptan bir kısmı istediler ki, ne yapıp edip sizi saptırabilsinler. Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varmazlar. (89/69), (3/69)
Ey ehl-i kitap! görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın ayetlerini inkar edersiniz? (89/70), (3/70)
Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? (89/71), (3/71)
Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana sabahleyin inanıp akşamleyin inkar edin. Belki onlar dönerler." (89/72), (2/72)
Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. De ki:" Doğru yol ancak Allah'ın yoludur." Yine "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de." De ki:" Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir." (89/73), (3/73)
Rahmetini dilediğine ayırır. Allah üstün lütuf sahibidir. (89/74), (3/74)
Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar. (89/75), (3/75)
Hayır! Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever. (89/76), (3/76)
Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır. (89/77), (3/77)
Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde:" Bu Allah katındandır," derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar. (89/78), (3/78)
Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kul olun!" demesi mümkün değildir. Bilakis: " Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe halis kullar olunuz. " (89/79), (3/79)
Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin, diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size kafirliği emreder mi? (89/80), (3/80)
Hani Allah, peygamberlerden: "Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz" diye söz almış, "Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik" cevabını vermişler, bunun üzerine Allah:" O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim," buyurmuştu. (89/81), (3/81)
Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir. (89/82), (3/82)
Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu halde onlar, Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na döndürüleceklerdir. (89/83), (3/83)
De ki:" Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz."(89/84), (3/84)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)
De ki:" Ey ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın ayetlerini inkar edersiniz? " (89/98), (3/98)
De ki:" Ey ehl-i kitap! görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir." (89/99), (3/99)
Allah, insanlara çeşitli zamanlarda Kendisi ve yarattıkları ile ilgili öğretici, düzeltici ve yönlendirici bilgiler göndermiştir. Bu bilgileri tüm insanlara iletmek üzere de yine insanlar arasından bazılarını özel olarak bilgilendirmiş ve bu bilgilerin diğerlerine ulaştırılması için onları görevlendirmiştir. Yaratılan ilk "Akıllı" insan olan Adem'den itibaren önceleri her nesilden birisinin, daha sonraları da giderek açılan bir zaman aralığında olmak üzere belirlenen insanların bu şekilde "Peygamber" olarak Yüce Allah'ı tanıtan ve insanlara anlatan faaliyetlerde bulunduğu görülmektedir.
Bu peygamberlerden bazılarına ayrıca "Kitap" indirildiği belirtilmektedir. İnsanların akıl kullanmada gösterdikleri gelişme ve geliştirdikleri yöntemler paralelinde diğer insanlara iletilecek olan Allah'ın öğüt ve önerileri de bu aşamalarda yazılı hale getirilmiş ve böylece insanların kolayca ulaşabildikleri bir nitelik kazanmıştır. Bu kitapların Peygamberler tarafından özel bir yöntem olan “vahiy” yolu ile "Algılandıklarını" ve bu şekilde kendilerinde biriken bilgileri etrafındakilere ileterek "Yazılı" hale getirdikleri ve böylece "Allah’ın Sözü” olan "Kitapların” oluşturuldukları düşünülebilir. Bu şekilde oluşturulduktan sonra bu Kitapların başka kopyalarının hazırlanmış olması da mümkün bulunmaktadır.
Bu varsayıma, insanlara en son gönderilen Peygamber olan Hz.Muhammed (S.A.V.) tarafından Kur'an’ın 23,5 senede nasıl algılandığı, nasıl insanlara aktarıldığı ve nasıl insanlar tarafından ezberlenip saklandığı gerçeğinden hareket ile varılması mümkündür.
Bu şekilde Allah'ın kendisine ilettiği öğüt ve önerileri algılayan ve onları yazılı hale getiren "önceki" peygamberlerin hitap ettiği insan topluluklarına Kur'an’daki Ayetlerde "Ehli Kitap" olarak hitap edilmektedir. Bu şekilde somut olarak Allah sözü, öğüt ve önerilerini öğrenen insanların kendilerine ulaştırılan Allah Sözüne itibar ederek onu anlamaya çalışmaları ve ona yaşamları ile ilgili hususları da ona göre değerlendirmeleri beklenmiştir.
Kur'an Ayetlerinde geçmişte yaşamış ve bu şekilde yazılı olarak Allah Sözü ve Önerisi almış olan insanlara, bu son Allah Sözü olan Kur'an Ayetleri ile kendi zamanlarından hatırlatmalar yapılmakta ve onların teyidi ile bu aşamada onları tamamlayıcı ve "Düzeltici" olarak bu Ayetleri dikkate almaları beklenmektedir. Nitekim, önceki "Kitaplardaki” ana unsurun da Allah'ın "Tek" ve her şeyin "Yaratıcısı" olduğu, sadece O’na tapınılacağı ve ibadet edileceği, "O’na hiçbir şeyin eş olarak tanımlanamayacağı ve eşdeğer tutulamayacağı, O’ndan başka hiçbir şeyin "İlahlaştırılamayacağı" şeklindedir. Bir Allah sözü olan "Allah Kitabı’nın bunlardan başka bir fikri insanlara iletmesini düşünmek mümkün değildir.
Bu nedenle Ayet bu durumu kendilerine daha önce Allah Sözü Kitap gönderilmiş olan "Ehli Kitap" a hitaben açık bir şekilde teyit etmekte ve Kur'an’ın önceden gönderilmiş olan Allah Sözü Kitaplarda yer alan hususları taşıdığını belirterek tüm insanların “Allah'ın Sözü” üzerinde müşterek bir anlayışa gelmeleri ve Allah Kitaplarında bulunması mümkün olmayan konulardan “Kur'an Ayetleri' dikkate alınarak uzaklaşmaları istenmekte ve böylece Allah'ın İnsanlara olan iletilerinin aslında aynı oldukları ve onları iyi anlamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Burada özellikle Hristiyan inancına dikkate çekilerek İsa Peygamberin ve annesi Meryem'in "tanrılaştırılmasının" doğru olmadığına işaret edildiği görülmektedir. Zira bu durum Allah'tan başkasına tapılmaması, O'na hiçbir şeyin eş tutulmaması ve Allah'ı bırakıp da insanlardan bazlarının (kimimiz kimimizi) ilâhlaştırması olarak özetlenen müşterek anlayış ile çeliştiğine işaret edilmektedir. Bu nedenle Allah'a ve Allah Sözü kitaplara inanan “Müminlerin”, Ehli Kitaptan bir kısmının kendilerine yapılan davete ve açıklamalara rağmen Kur’an Ayetlerine itibar etmeyip "Yüz Çevirenlere" hitaben "Şahit olunuz ki biz Müslümanlarız" diyerek “doğru Yolu” göstermeleri önerilmektedir.
Böylece, kendilerinin "Müslüman" olduklarını ve diğer insanlar ile aynı durumda olmadıklarını ve Allah'a olan inanç ve imanlarını bu şekilde ifade edeceklerini belirtmektedirler. Zira Ayetlere göre aslında İlk Akıllı insandan beri Allah'ın insanlara gönderdiği uyarıcılar ve peygamberler tarafından Allah'ın Tek ve her şeyin Yaratıcısı olduğuna ve her şeyin tekrar Allah'a döneceğine inanılması ve Allah'ın insanlara gönderdiği "Söze” saygı duyularak itaat edilmesi gibi esaslar "İslam" olarak tanımlanmakta ve bu fikir ve anlayışı kabul edenler de Müslüman (İslam’a inanmış) olarak adlandırılmaktadır.
En bilinen anlamı ile "Ehli kitap", Allah Sözü olarak tanımlanan, Yahudi ve Hristiyan dinlerini açıklayan, Tevrat Zebur ile İncil olarak isimlendirilen ve Musa, Davud ve İsa Peygamberler tarafından iletilen "Kitapları” kendilerine rehber edinin insanları tanımlamaktadır.
Bu toplumlarda yaşamış olan insanlar, daha önce ilk defa "Tek Allah" fikrini insanlara ileten İbrahim ile ilgili olarak bu muhterem peygamberin kendi dinlerinden olduğunu belirtmişler ve onu sahiplenmişlerdir. Kur'an Ayetlerinde bu hususa işaret edilerek, Tevrat ve İncil'in İbrahim'den sonra indirildiğini hatırlatılmakta, İbrahim'den sonraki dönemlerde insanların kazandıkları bilgi ve deneyimleri ile “Tek Yaratan Allah’ı” kavrayıp daha açık bir şekilde anlayabilmeleri için Tevrat ve İncil'in insanlara gönderildiğine dikkat çekilmekte ve insanların bu durum üzerinde düşünmelerinin gerektiği belirtilmektedir.
Bu vesile ile insanların bilgi sahibi olmadıkları konularda da tartışmalara girdikleri ve bunun insanların her konuda bilgili ve iddialı bir durumda bulunmak istemesinden ileri geldiğine işaret edilerek, bilinmeyen konularda boşuna tartışmalara girilmemesi, "Her Şeyi” ancak Allah'ın bildiği ve insanların her şeyi bilemedikleri gerçeği göz önünde bulundurularak bu konularda Allah Sözü olan Kur’an Ayetlerinin dikkate alınması öğütlenmektedir.
Kur'an Ayetlerinde İbrahim'in Yahudi veya Hristiyan olmadığı, ancak Allah'ı "Bir" olarak tanıyan ve Allah’a dosdoğru "Teslim Olan" bir inanan (Müslüman) olduğu çok açık olarak belirtilmektedir.
İbrahim ne yahudi, ne de hristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi. (89/67), (3/67)
Bu şekilde Allah'a, tekliğine ve her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğuna inanıp Allah'a bu inanç ile "Teslim" olunması genel anlamda "İslam" ve bu anlamda Allah'a teslim olanlar da "Müslüman" olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, İsa'nın öğretileri doğrultusunda olsa da Allah'ı yukarıdaki anlamda tanıyıp ona teslim olanlar da Müslüman tanımına girmektedir. Allah bu anlamda ancak bilerek kendisini inkâr edenleri inananlardan ayırmaktadır ve İbrahim'in de inanan bir Müslüman olduğunu ve Allah’a inanmayan "Müşriklerden" olmadığını açıkça tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Tüm bu açıklamalardan sonra insanların İbrahim'e en yakın olanlarının kendisini bu anlamda anlayabilenler ve ona bu anlamda uyabilenler olduğu ve bu hususu tüm insanlara ileten Hz.Muhammed'e inananların da yine İbrahim'e en yakın olanlar olduğu belirtilmektedir.
Yüce Allah, insanlara öğüt ve önerilerini iletmeleri için görevlendirdiği peygamberlere ve onların ilettiklerine ve bunun sonucunda Allah'a, tekliğine ve her şeyin tasarlayıcısı ve yaratıcısı olduğuna inananların yani "Müminlerin” dostu olduğunu Kur'an Ayetinde ehli kitaba ve dolayısı ile tüm insanlara iletmektedir.
Buna rağmen “Ehli Kitap” olarak tanımlanan toplumlardan bir bölümünün Hz.Muhammed'e ve onun getirdiklerine inananları bu inançlarından saptırmak istediklerine işaret edilmektedir. Ancak gerçek inancın (Hak Din) ve Allah'ı anlamak ve tanımakta tek ve gerçek yolun yukarıda tanımlanan anlamı ile "İslam" olduğu düşünüldüğünde, Allah’a iman eden müminleri bu inançlarından saptırmakta ısrar ederek aslında kendilerini saptırmakta oldukları belirtilmektedir.
Yüce Allah'ın tek tasarlayıcı ve yaratıcı olduğu, her an yaratmakta olduğu ve bu gerçeğe göre her şeyin sahibi olduğunun kabul edilerek O'na teslim olunmasını ifade eden "İslam’ın" gerçek “Doğru Yol” olduğu Ayetlerde kesin olarak bildirilmekte ve “İslam” dışındaki tüm inanışların bu doğru yoldan ayrılmayı yani sapmayı ifade ettiği için kabul edilmeyeceği bildirilmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/5), (5/5)
Buna göre kendilerine iletilen “Kitapta da” Hz.Muhammed’in insanlara Yüce Yaratan'ın uyarı, öğüt ve önerilerini (Allah Sözünü) ileteceği belirtilmiş olmasına rağmen, çıkarlarına ve gururlarına yenik düşerek bu “gerçeğin” inkar etmeleri ve Hz.Muhammed tarafından getirilen öğretilere inananları da bu inançlarından saptırmaya çalışmaları aslında Ehli Kitabın böylece kendilerini saptırdığı sonucunu doğurmaktadır. Nitekim Allah bu insanlara yaptıklarını Ayetlerinde açıkça hatırlatmasına rağmen bu tutumlarını o kadar benimsemişlerdir ki, kendilerinin doğru yoldan “sapmış” olduklarını fark edemedikleri anlaşılmaktadır.
Bu durum Ehli Kitap toplumlarını yönlendiren ve yöneten dini önderler ve onlara tabi olan yöneticiler açısından çok daha önem taşımaktadır. Zira bu “bilgin” kişiler Allah'ın çağlar boyunca görevlendirdiği peygamberlerine “bütün insanlara” iletilmek üzere hangi öğüt ve önerileri "Vahiy" ettiğini yani gönüllerine sindirdiğini görüp bilmektedirler. Bu nedenle kişisel veya toplumsal çıkarları açısından kendi koydukları kuralları ortaya çıkarmasına veya çıkarlarının ortadan kaldırılmasına neden olacağı için bu gerçeklerin (Ayetlerin) insanlara iletilmiş olmasına tahammül edememelerinden dolayı Hz.Muhammed'i ve insanlara son olarak bütün önceki kitaplarda yer alan Allah Sözlerini “topluca” kapsayan Kur'an Ayetlerini bile bile inkar etmekte ve bilinçli bir şekilde doğruyu eğri ile karıştırarak ve gerçeği gizleyerek etkili oldukları toplum insanlarının da doğru yola ulaşmalarını engellemektedirler.
Gerçekten geçmiş dönemlerde Ehli Kitap olarak tanımlanan toplumlardaki ektili yönetici konumundaki dini liderler Müslüman olup Allah’a iman eden "Müminleri” bazı yolları önererek etkilemeye çalışmışlardır ve Buna bir örnek olarak Ehl-i kitaptan bir grubun sabahleyin Hz.Muhammed aracılığı ile Müminlere indirilmiş olan Kitap'a inanmış görünmelerini ancak aynı gün akşamı da inkar ettiklerini göstermelerini önerdikleri, böylece müminlerin kendi inanışlarına dönebileceklerini düşündükleri Kur'an Ayetlerinde belirtilmektedir.
Böylece Müminlere, kendilerine indirilenin onlar tarafından önce ilgi duyulduğu ve fakat incelendikten sonra inanılacak nitelikte olmadığı için hemen aynı gün inkâr edildiği gösterilecektir. Yani bunda inanılacak bir şey yok şeklinde bir mesaj verilerek Müminlerin de kafaları karıştırılması ve tam inanmış olmayanların da böylece bu inanışlarından döndürülmesi amaçlandığı açıklanmaktadır. Bu tür gayretlerini günümüzde de sürdürülmekte olduğu unutulmamalıdır.
Buna göre Ehli Kitap olarak tanımlanan toplumlardaki ektili yönetici konumunda bulunan dini liderlerin bu toplumlarda yaşayan ve Allah’a iman etmiş “müminlere”, Kur’an ile onlara bildirilmiş olan “Dinlerinin” benzerinin başka herhangi bir kimseye de verildiğini yahut Allah’ın huzurunda müminlere karşı deliller getireceklerini ileri sürerek başka “Din” önermelerine inanmamaları öğüt verilmektedir. Çünkü onların bu ve benzer bazı yolları önererek Allah’a iman edenlerin Hz.Muhammed'in öğretilerine uymalarına engel olmak istedikleri belirtilmektedir.
Yüce Allah böylece bu tür etkilenmelere karşı durabilmeleri için Müminlere Kur’an ile kendilerine bildirilen gerçeklere (Dine) uymalarını, dinlerine (İslam’a) uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmamalarını, "Doğru Yolun” ancak Allah’a giden yol olduğunu, lütuf ve ihsanın Allah'ın elinde bulunduğunu, onu dilediğine verdiğini, verdiklerinin sınırsız olduğunu, rahmetinin geniş olduğunu ve Allah’ın her şeyi hakkıyla bildiğini hatırlatmaktadır.
Burada Yüce Allah Ehli Kitap toplumlarını Musa, Davud ve İsa'nın tüm insanlara Allah'tan aldıkları ilham ve vahiyler ile ilettikleri "Kitapların” sonradan insanlar üzerinde etkili olabilmek ve onları yönetip topluma hakim olabilmek uğruna çeşitli şekillerde değiştirilmesini ve hatta büyük bir bölümünün bu tür insanlar tarafından yazılarak bu metinlerin hala "Kutsal Kitap" olarak diğer insanlara dayatılması ve bundan çıkar sağlamaları karşısında, bunu yapan insanların ölümleri sonrasında “Gerçek Ortamda” bu çok değerli peygamberlerin huzurunda nasıl bir durumda kalacaklarını düşünmeye yönlendirmektedir.
Bu durumda “Ehli Kitap” olanların Musa ve Davud Peygamberlere "Allah'ın Sözü" olarak iletilen "Kitapları" sonraki nesillere neden aktaramadıkları, aksine birtakım insanların kendi fikirlerine göre Allah'ın Sözü ile ilgisi olmayan, "gerçek" oldukları hiçbir delile dayanmayan eklemelerin ve değişikliklerin yer aldığı kitapları neden yazdıkları ve Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarının aslı ile ilgisi kalmayan bu yazıları neden "Kutsal" olarak kabul ettikleri sorulduğunda bunlara nasıl cevap vermeleri gerektiğini hayatta iken düşünmeleri ve durumlarını incelemeleri gerekmektedir.
Nitekim Yahudilere ve kendilerini "Hristiyan" olarak nitelendiren insanlara, ölümleri sonrasında "peygamberlerinin" karşısına getirildikleri zaman onların bildirdikleri vahiylerde (Kitaplarda) bulunmamasına rağmen, Uzeyr ve İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna dair "insanlar" tarafından yazılan yazıların doğruluğunu neden araştırmadıklarını ve bu durumun böyle olduğuna hangi delile dayanarak kanaat getirdiklerini sorduğunda bu insanların ne diyeceklerini şimdiden düşünmeleri gerekmektedir. Zira, Ayetlerde Yahudilerin ve Hristiyanların Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini (Uzeyr) ve Meryem oğlu Mesih’i (İsa) rabler (Tanrı) edindikleri, halbuki onlara indirilen "Kitaplarda" ancak "tek ilâha" kulluk etmelerinin emir olunduğunun bildirildiği açıklanmaktadır.
Yahudiler, “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesîh Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Daha önce kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! (113/30), (9/30)
Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (113/31), (9/31)
Yüce Allah bu konudaki Ayetlerinde Dünya ortamından "Kendi Katına" yükselterek "Vefat" ettirmesinden sonra İsa'ya bu durumu sorduğunu ve ondan böyle bir şeyi toplumuna ve insanlara "İletmediği" cevabını aldığını bütün insanlara açıkça ve tartışmaya gerek kalmayacak bir şekilde bildirmektedir.
Allah: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin", buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (112/116), (5/116)
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin”, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (112/117), (5/117)
Yüce Allah "özel" olarak ilettiği bu Kur'an Ayetinde bu konuda tüm insanları ve özellikle İsa'ya "Tanrılık" izafe edenleri yeniden düşünmeye davet etmektedir.
Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir, O, tek ve kahhâr olan Allah'tır. (59/4), (39/4)
Allah'ın "Tekliği" açısından, tüm insanları doğru yolu iletmekle görevlendirilen İsa Peygamberin insanları ikna etmesi için böyle bir nitelik taşıması gerekmemektedir. Zira İsa'dan önce aynı şekilde görev verilen tüm geçmiş peygamberlerin hiç birisi için hiçbir zaman "Tanrı" veya "Tanrının Oğlu" gibi bir nitelik yakıştırılmamıştır, buna gerek duyulmamıştır.
Allah yukarıdaki Ayet ile, dileseydi "Mutlaka" İsa'yı değil, fakat dilediğini "Evlat" olarak seçecek bir konumda ve durumda olduğunu tüm insanlara hatırlatmaktadır.
Bu noktada özellikle Musa ve Davud peygamberlerin iletmiş oldukları ve şu anda "Eski Ahit" olarak isimlendirilen "Vahiylerinin" bu peygamberlerin kavimlerinde yönetimde bulunan "Din Adamları" tarafından zaman içinde "değiştirildiklerine" işaret edilmektedir. Böylece bu peygamberlere "Vahiy Edilen" ve yazılı hale getirilmiş olan "Tevrat" ve "Zebur" olarak anılan metinlerin asıl kelimelerinden ve cümlelerinden farklı bir yapıya büründükleri kabul edilmektedir. Zira Yüce Allah Ehli Kitap olarak Musevi ve İsevi inanç ve öğretilerine iman etmiş olanlara, Allah'ın bu yaptıklarını "görüp dururken", niçin Musa ve İsa peygamberlere vahiy edilenlerin "doğru" olduğunu teyit eden ve Hz.Muhammed'e vahiy ettiği "Ayetlerini" inkar ettiklerini ve onlara böylece esasen görüp bildikleri halde niçin Hz.Muhammed'e inanmayıp "Allah'ın yolunu" eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkıştıklarını sormakta ve Allah'ın bu yaptıklarından habersiz olmadığını bildirerek onlara "uyarıda" bulunmaktadır.
Bunda, Musevi inanışlarını yöneten dini kesimlerin insanlar üzerindeki etkinliklerini devam ettirmek istemeleri en önde gelen olasılık olarak değerlendirilebilir. Böylece Musevi Din Adamları "Musevi Toplumunu" sürekli ve etkili bir şekilde kontrol edebilmekte ve yönlendirmektedir. Bunun yanında Müslüman toplum üzerinde de kendi inanışlarını kabul ettirmeye çalışarak etkinlik alanlarını bütün insanlar üzerinde genişletmeyi amaçladıkları görülmektedir.
Zira, Tevrat bilgilerine göre (Yaratılış), Musa'dan yaklaşık 1300 yıl sonra İsa'nın ve 2000 yıl sonra da Hz.Muhammed'in "Peygamber" olarak ortaya çıkışı, Musevi Din Adamları tarafından kendi etkinliklerinin zayıflaması anlamına gelmektedir. Bu anlamda İsa peygamberin öğretilerinin (İncil) yer aldığı "Kitabın" aslının hiçbir şekilde bulunamamasında bu endişelerinin etkili olduğu ve "özellikle" bu "asıl" yazılı belgelerin ortaya çıkmamasının sağlandığı düşünülebilir.
Bu arada Hz.Muhammed'e vahiy edilen Kur'an Ayetlerinin nasıl "derlendiklerinin" açıkça bilinmesi karşısında bunların "doğruluğu" konusunda "kuşku" bulunmamasının çok daha önemli bir "Tehlike" olarak algılandığı görülmektedir. Bu nedenle Musevi Din adamları tarafından İsa peygambere iletilenlerin derlenmesinde "etkili" olarak bunları düzenledikleri "Tevrat" ile bir şekilde "bütünleştirmiş" bulunmaktadır. Böylece "Kitabı Mukaddes" adı verilerek bir anlamda bu iki inanç "birleştirilmiş" olmaktadır. Musevi ve İsevi inançlarını "yönetenler", bu suretle Hz.Muhammed ile "bütün İnsanlara" bildirilmiş olan "İslam’a" inanan “Müslümanlık” inancının genişlemesine engel olmaya çalışmaktadırlar. Ehli Kitabın kendilerine de iletilen Allah'ın yolunu görüp bildikleri halde Hz.Muhammed'e iletilenleri eğri göstermeye yeltenerek ona inanan müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkıştıkları ve Allah'ın bu yaptıklarından habersiz olmadığı Ayette bildirilmekte, böylece Ehli Kitap Allah tarafından açıkça uyarmakta ve bundan vaz geçmeleri "ihtar" edilmektedir.
Ayetlerden anlaşılacağı gibi, Yüce Allah önceki peygamberler ve uyarıcılar ile gönderdiği kitaplarda ve iletilerde, bütün "Akıllı İnsanlara" Allah'ın her şeyi "yaratan" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu hatırlatmakta ve Ehli Kitaba Allah ile insanlar arasında müşterek olan bir söze (İslam’a) gelmeleri, Allah'tan başkasına tapmamaları, Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları, Allah'ı bırakıp da her hangi bir şeyi ilâhlaştırmamaları, İbrahim peygamber ile ilgili çekişmemeleri, zira Tevrat ve İncil'in kesinlikle ondan sonra indirildiğini buna göre İbrahim’in Yahudi veya Hristiyan ve müşriklerden de olmadığı fakat Allah'ı tanıyan ve İslam’ı öneren dosdoğru bir Müslüman olduğu, İbrahim'e en yakın olanların ona uyan Hz.Muhammed ve Allah'a iman edenler oldukları ve Allah'ın "müminlerin" dostu olduğu ihtar edilmektedir.
Böylece Yüce Yaratan bütün "Akıllı İnsanlara" ilettiklerinin tamamını gerçek Din (Hak Din) olarak tanımlamaktadır.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. (89/85), (3/85)
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/5), (5/5)
Buna göre Yüce Yaratan bu Dinin "Kendisini" anlattığını, uyarı, öğüt ve önerilerini "son olarak" açıkladığını ve "İslam" olarak adlandırdığını bildirmekte ve bundan başka herhangi bir inancı veya dini kabul etmeyeceğini açık bir şekilde ve kesin olarak bildirmektedir.
Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevkederler. (89/101), (3/101)
Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resûlü de aranızda iken nasıl inkara saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. (89/101), (3/101)
Ey iman edenler! Allah'tan, Allah'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. (89/102), (3/102)
Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve Allah'ın nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. (89/103), (3/103)
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (89/104), (3/104)
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. (89/105), (3/105)
Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü. İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kafir mi oldunuz? Öyle ise inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (89/106), (3/106)
Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler; orada ebedi kalacaklardır. (89/107), (3/107)
İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez. (89/108), (3/108)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp dolaşıp Allah'a varır. (89/109), (3/109)
Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. içlerinde iman edenler var; çoğu yoldan çıkmışlardır. (89/110), (3/110)
Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez. (89/111), (3/111)
Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. (89/112), (3/112)
Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar. (89/113), (3/113)
Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır. (89/114), (3/114)
Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir. (89/115), (3/115)
Kendilerine kitap verilenlerden bir gurubun (Ehli Kitabın), Hz.Muhammed ile "bütün İnsanlara" bildirilmiş olan “İslam" inancının genişlemesine engel olmaya çalıştıklarına işaret edilmekte ve bu guruba uymaları halinde onların iman etmiş olanları yeniden inkarcılığa sevk edecekleri bildirilmektedir. İman edenlere Allah'ın Ayetleri kendilerine okunurken, üstelik Allah Resulü de kendilerine aralarında iken onları yeniden inkarcılığa sevk etmeye çalışan Ehli Kitap'tan bir gruba uyarak "inkara" sapmalarının ne kadar "yanlış" ve "yersiz" olacağı belirtilmektedir.
Çünkü Yüce Allah kitap verilenlerin "açık delil" olarak kendilerine peygamberler geldikten sonra ayrılığa düştüklerini, halbuki peygamberlerin ilettikleri ile onlara ancak dini yalnız Allah'a has kılarak ve “tek Yaratıcı Güce” inananlar (Hanifler) olarak Allah'a kulluk etmeleri, Allah'a teslim olup dua etmelerini, namaz kılmalarını ve zekât vermelerini emrettiğini, bunun "sağlam din" olduğunu bildirdiğini (İslam) açıklamaktadır. Ayrıca, Ehl-i Kitap’tan veya Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan (müşriklerden) olan "inkarcıların" içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşinde olacaklarını (azap çekeceklerini) ve onların toplumun en kötüleri (şerlileri) olduklarını Ayetlerinde belirtmektedir.
Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. (100/4), (98/4)
Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanîfler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur. (100/5), (98/5)
Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkarcılar, içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşindedirler, işte halkın en şerlileri onlardır. (100/6), (98/6)
Allah'a iman edenlerin de kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmamaları öğütlenmekte ve onlar için büyük bir azap bulunduğu bildirilmektedir. Buna göre iman edenler bu duruma düşmemeleri için uyarılmakta ve iman edenlere ve bütün insanlara Allah'a "bağlanırlarsa" kesinlikle "doğru yola" iletilmiş olacakları da önemle hatırlatılmaktadır
Yüce Allah bütün "Akıllı İnsanlara" uyarı, öğüt ve önerilerini "son olarak" açıkladığını ve bunların bütününün "Din" olarak tanımlayarak bu Dine "İslam" adını verdiğini açıklamakta ve Ehli Kitab'a "bildirdiği" gibi, bundan başka herhangi bir inancı veya dini kabul etmeyeceğini açık bir şekilde ve kesin olarak müminlere de (Müslümanlara) hatırlatmaktadır.
De ki:" Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz."(89/84), (3/84)
Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır (89/85), (3/85)
Böylece Allah'a iman etmiş olan müminlere "Allah'ın Yolu" olan bu "Doğru Yoldan" ayrılmamalarını, Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkmalarını ve ancak Müslümanlar olarak can vermelerini öğüt vermektedir. Ayette belirtilen "Allah'tan Korkmak" ifadesi, Diyanet yayınlarında Allah'ın rahmet, merhamet ve sevgisinden mahrum kalmaktan ve bu nedenle de Allah’ın gazabından, azabından ve cehenneminden korkmak olarak açıklanmaktadır.
Diyanet Dergi | Diyanet - Aylık Dergi - Aile - Çocuk - İlmi Dergi - Bülten
Allah'a ve O'nun "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna inanmış ve iman etmiş olanlara "Allah'ın İpi" olarak ifade edilen İslam'a sımsıkı sarılarak "ayrılıklara" düşmemeleri ihtar edilmektedir. Burada Arap toplumuna, önceleri birbirlerine "düşman" iken Hz.Muhammed'in ilettiği Allah'ın uyarı, öğüt ve öneriler ile "birlik" oldukları, "gönüllerinin" birleştirildiği ve "kardeş" oldukları, bunun Allah'ın bir "nimeti" olduğu ve böylece mecazen "ateş çukuru" olarak belirtilen toplum barışına zarar veren "çekişme" hallerinden "kurtarıldıkları" hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma ile Allah'ın Yolu veya "doğru yol" olarak tanımlanan İslam'ın bütün "insanlık" için de aynen Allah'ın bir lütfu (nimeti) olduğu "Ehli Kitaba" da bildirilmektedir.
İman etmiş olanlara ayrıca aralarından bütün insanlara İslam'ın Allah'ın bir lütfu (nimeti) olduğunu bildirerek onları "hayra" çağıracak ve iyiliği emredip kötülüklerden men edecek bir "topluluk" bulundurmaları önerilmektedir. İslam'ın insanlar arasında daha fazla yaygınlaşması için bu tür faaliyette bulunanların "kurtuluşa" ereceklerine işaret edilmektedir. Ancak diğer Ayetlerde açıklandığı ve Hz.Muhammed'e önerildiği gibi, bu faaliyet esnasında insanlar üzerinde "zorlamalarda" bulunulmayacağının ve özellikle de "şiddet" uygulanmayacağının unutulmaması gerekmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara ölüm sonrasında "Kıyamet" sürecinde yeniden diriltildiklerinde nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı zamanı düşünmelerini öğüt vermekte ve özellikle iman ettikten sonra doğru yoldan ayrılarak ölenlere "inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı!" denileceğini bildirmektedir. Ancak o zaman yüzleri ağaranların (iman edenlerin) ise Ayetlerde vaat edildiği gibi Allah'ın rahmeti içinde (Cennet Ortamlarında) olacakları ve orada ebedi kalacakları açıklanmaktadır.
Yüce Allah bu "gerçeklerin" Hz.Muhammed'in bütün insanlara iletilmek üzere okuduğu Ayetler olduğuna dikkat çekmekte ve böylece hiç bir kimseye haksızlık edilmediğini bildirmektedir. Buna göre bütün insanlara bu Ayetleri dikkatle okuyup anlamalarının, onlardaki "gerçekleri" idrak ederek Allah'a iman etmelerinin gerektiği, zira göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın olduğu ve bütün işlerin dönüp dolaşıp Allah'a varacağı hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, bütün "Akıllı İnsanlara" ilettiklerinin tamamının "Din" olduğunu, bu Dini "Kendisinin" her şeyi yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu açıklayarak bu "gerçeklerle" ilgili uyarı, öğüt ve önerilerini bildiren "İslam" olarak adlandırdığını, bundan başka herhangi bir inancı veya dini kabul etmeyeceğini açık bir şekilde kesin olarak bütün insanlara "ilettiğini" ve böylece "İslam’ı" bütün insanların "iyiliği" için ortaya çıkardığını açıklamaktadır. Buna göre İslam inancında olan müminlerin, iyiliği emredenler kötülükten men edenler ve Allah'a inananlar olarak "en hayırlı" toplum olduğuna işaret etmekte ve Allah'ın her şeyin "yaratılışındaki" amacını ve her şeyi yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğu "gerçeğini", yani "İslam’ı" anlatarak insanları Allah'ın Yoluna (Doğru Yola) yönelteceklerine işaret edilmektedir. Allah böylece bu ortamda yaşayacak olan bütün insanların "iyiliği" için Kendisi ile ilgili gerçekleri açıklayan İslam'ı ve İslam'a iman eden "müminleri" ortaya çıkardığını, bu nedenle müminlerin "en hayırlı" toplum olduklarına dikkat çekmektedir.
Bu nedenle Ehli Kitap’ın bu amaç ve gerçekleri dikkate alarak Allah'ın bütün insanlara "son" olarak bildirdiği gerçeklere inanmış olmalarını onlardan beklediğini, onların buna inanmadıklarını, şayet inanmış olsalardı bunun onlar için çok "iyi" olacağını anlayacaklarını belirterek pişmanlık duyacaklarını bildirmektedir.
Öte yandan Ehli Kitap içinde kendilerine gönderilmiş olan "Kitaplardaki" bilgilerin Allah'ın bütün insanlara "son" olarak bildirmiş olduğu Kur'an Ayetlerinde açıklanan gerçeklerle "uyumlu" olan hükümlerine "iman" edenlerin bulunduğuna da dikkat çekilmektedir. Örneğin İsa Peygamberin Allah'ın oğlu olduğuna inanmayan ve böylece yalnız Allah'a iman edenlerin bulunduğu ve bunların da "iman etmiş" olacakları, öte yandan çoğunun Kur'an Ayetlerinde açıklanan gerçeklerle "uyumlu" olmayan hükümlerine inandıkları ve bunların "yoldan çıkmış" oldukları açıklanmaktadır.
Ehli Kitap'tan olan ve "yoldan çıkmış" olarak nitelendirilenlerin Hz.Muhammed'e inanan ve "İslam" dinini kabul etmiş olanlara (müminlere) bir zarar veremeyecekleri, ancak Hz.Muhammed'e inanmamakla onları "incitmiş" olacakları açıklanmaktadır. Yüce Allah buna örnek olarak Ehli Kitap'ın müminlerle savaşa girecek olsalar arkalarını dönüp kaçacaklarına ve kendilerine yardım da edilmeyeceğine işaret etmektedir. Yüce Allah, Ehli Kitap'ın Ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri, böylece Allah'a isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmaları nedeniyle, Hz.Muhammed'in iletmiş olduğu Allah'ın "ahdine" ve "inanan insanların" himayesine "sığınmadıkça" kendilerinin aşağılanacağını (zillet), Allah'ın hışmına uğramış ve miskinliğe mahkum edilmiş olacaklarını bildirmektedir.
Bu açıklamalar Hz.Muhammed'e inanmayan Ehli Kitap ile ilgili bulunmakla birlikte, Müslümanlara da doğru olanı yapan, eğri olandan alıkoyan ve gerçekten Allah'a "iman eden" bir topluluk olmalarının ve bu niteliklerini sürdürmelerinin gerektiği hatırlatılmaktadır.
İslam'ın ilk dönemlerinde belirtilen vasıfları taşıyan "Müslümanlar" Yahudi ve Hıristiyanlara karşı verdikleri mücadelelerde çok başarılı olmuşlar, onların yurtlarını fethederek oralara "İslam" inancını götürmüşlerdir. Ancak tarihi olaylar Müslümanların inançları doğrultusunda yaşamayı terk ettiklerinde bu vaadin geçerliliğini kaybettiğini göstermektedir. Nitekim, sonraki dönemlerde ve özellikle son birkaç yüz yıldaki gelişmeler dikkate alındığında, Ehli Kitap'ın bu Dünya ortamının kural ve koşullarını inceleyerek elde ettikleri bilgiler sayesinde doğal kaynakların keşfedilmesi ve onlardan yararlanarak insan hayatının kolaylaştırılmasını sağlayacak buluşlar gerçekleştirdikleri ve böylece çok daha "zengin" ve "güçlü" konumlara ulaştıkları görülmektedir.
Bu durumda, Müslümanların da Allah'ın "Halifesi" olarak bu ortamda bulunduklarını hatırlayıp her alanda "çok çalışarak" ve sahip oldukları "nitelikler" sayesinde bütün insanların yararlanacakları "şeyleri" bulabileceklerine ve çok faydalı olacak işleri yapabileceklerine de dikkat çekildiği söylenebilir. Buna göre Müslümanlara çok çalışmaları halinde sahip oldukları "nitelikleri" ile karşılaştıkları her türlü zorluklar ile "savaşa girerek" daima "galip" ve "önde" olacakları hatırlatılmakta ve kendilerinden "beklendiği gibi" davranmaları öğütlenmektedir.
Öte yandan Yüce Yaratan Ehli Kitap'tan olanların hepsinin bir olmadığına, onların içinde istikamet (doğru yol) sahibi bir topluluk bulunduğunu, onların gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın Ayetlerini okuduklarını, bunların Allah'a ve ahiret gününe inandıklarını, iyiliği emredip kötülükten men ettiklerini, hayırlı işlere koşuştuklarını ve bunların "iyi" insanlar olduklarını bildirmektedir. Buna göre sözü edilen "İyi İnsanların" ellerindeki "Kitapları" bu anlayış ile "arındırarak" okudukları ve doğruluğunu kabul etmeseler dahi, Hz.Muhammed'e "indirilen" Allah'ın "Sözü" olan Kur'an ile "çelişmeyen" uygulamalar yaptıkları ve anlaşılmaktadır. Yüce Allah bu anlayışta olanların yaptıklarını "hayır" olarak nitelendirmekte ve hiçbir "hayrın" karşılıksız bırakılmayacağına işaret ederek samimiyetle Allah'a inananları (takvâ sahiplerini) çok iyi bildiğini bütün insanlara bildirmektedir.
Ayrıca yeryüzünde yaşayan Musevi, Hristiyan veya bir "Yaratan" bulunduğunu bir şekilde "kabul eden" herhangi bir inanışta olan (Budizm ve benzeri gibi) ve daima iyilik düşünen, yardım eden ve iyi ve güzel işler yapanların (Muhsin Olanların) ödüllerinin (Ecir) inandıkları Rablerinin (Allah'ın) katında bulunduğu bütün insanlara özellikle hatırlatılmaktadır.
Yahudiler yahut Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin de. (87/111), (2/111)
Bilakis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de üzüntü çekerler. (87/112), (2/112)
Böylece bütün insanlara inandıkları "Rablerinin" aslında "Allah" olduğu açıklanmakta ve daima iyilik düşünmeyi, yardım etmeyi ve iyi ve güzel işler yapmayı (Muhsin Olmaları) sürdürmeleri öğütlenmektedir.
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler, yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! (89/187), (3/187)
Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. (89/188), (3/188)
Yüce Allah bu Ayetler ile Ehli Kitap'a hitaben Hz.Muhammed'in gelişinin hem Eski Ahit’te, hem de Yeni Ahit’te (Kitâb-ı Mukaddes) önceden haber verdiğini ve onlardan bu haberi, günümüzde de fiilen yaptıkları gibi, örtbas etmelerini ve gizlemelerini değil, onu insanlara açıklamalarını istediğini ve onlardan bu konuda "söz aldığını" bildirmektedir.
Ancak diğer bazı Ayetlerde Yahudilerin bir Peygamberin Allah tarafından gönderilmiş olduğunun bir kurban kesmesi ve yapacağı dua üzerine gökten bir ateşin indirilip o kurbanı yakması ile ispat edileceği şeklinde bir inanca sahip olduklarına değinilerek, önceki peygamberlerde olduğu gibi gökten inen ateşin yiyeceği (yakacağı) bir kurban getirmedikçe Hz.Muhammed'e peygamber olarak inanmayacaklarını söyledikleri belirtilmektedir.
"Doğrusu Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle de: "Size benden önce mucizelerle dediğiniz ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, ya onları niçin öldürdünüz? " (89/183), (3/183)
Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi. (89/184), (3/184)
Bu konuda Muhammed Esed tefsirinde Talmud sonrası Yahudilerin, "Allah, yakılarak sunulan bir kurban getirmedikçe, hiçbir elçiye inanmamamızı bize emretmiştir" diyerek kendilerine vaat edilen “Mesih’in” Musevî ayinlerini eski bütünlüğü içinde yeniden hayata geçireceğine inandıkları ve bu yüzden Tevrat'a dayalı Hukuk'a her açıdan uymayan birini peygamber olarak kabul etmeyi reddettikleri belirtilmektedir.
Ali İmran suresi | Ali İmran oku Ali İmran arapça türkçe
Elmalılı tefsirlerinde de Yahudilerin Allah tarafından gönderildiğini iddia eden bir peygamber ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe kendisine iman etmemelerine dair söz aldığını yani böyle emir ve tavsiye ettiğini belirttikleri, buna göre Hz.Muhammed’e bu mucizeyi gösterdiği takdirde onu peygamber olarak tanıyacaklarını dedikleri belirtilmekte ve bu konuda ayrıntılı bilgi verilektedir.
KUR'AN-I KERİM, ELMALILI TEFSİRİ: AL-İ İMRAN SURESİ
Yüce Allah Ayetinde Hz.Muhammed’den daha önce de dedikleri mucizelerle nice peygamberin geldiğini, şayet doğru söylüyorlarsa neden o peygamberleri öldürdüklerini Yahudilere sormasını istemektedir. Hala onların kendisini yalancılıkla itham etmeleri halinde, bunu yadırgamamasını, zira kendisinden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberlerin de Yahudiler tarafından yalancılıkla itham edildiklerini bildirmektedir. Ayrıca, Yahudilerden ve Hristiyanlardan (Ehli Kitap'tan) bu şekilde ettiklerine sevinen ve yapmadıkları ile övülmek isteyenlerin "azaptan" kurtulamayacaklarını ve onlar için elem verici bir azap bulunduğunu açıklamaktadır.
Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: "Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah'a güzel borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur." (112/12), (5/12)
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. (112/13), (5/13)
"Biz Hristiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir. (112/14), (5/14)
Ey ehl-i kitap! Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. (112/15), (5/15)
Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir. (112/16), (5/16)
"Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh'tir" diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır. De ki: “Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir. Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyla kadirdir.” (112/17), (5/17)
Yahudiler ve Hristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: “Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız.” O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır. (112/18), (5/18)
Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki: "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. (112/19), (5/19)
Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah'ın size nimetini hatırlayın: zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi. (112/20), (5/20)
“Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.” (112/21), (5/21)
Onlar şu cevabı verdiler: “Ya Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.” (112/22), (5/22)
Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi:” Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.” (112/23), (5/23)
"Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" dediler. (112/24), (5/24)
Musa: "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi. (112/25), (5/25)
Allah, "Öyleyse orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme" dedi. (112/26), (5/26)
Yüce Allah "İsrailoğulları’na" şayet Allah'a ibadet ve dualarını (namazı) dosdoğru yapmaları, ihtiyaçlarından fazlasını muhtaçlara vermeleri (zekâtı vermeleri), peygamberlerime inanıp onları desteklemeleri halinde, bu iyi ve onlardan beklenen iman ve davranışlarının karşılığında Allah'a "borç" vermiş gibi olacaklarını, böylece Allah'ın onların günah ve hatalarını örteceğini ve onları zemininden ırmaklar akan cennetlerine sokacağını, ancak artık bundan sonra "inkar" yolunu tutanların ise doğru yoldan "sapmış" olacağını bildirmek üzere on iki "İsrail Kabilesine" birer "uyarıcı ve denetleyici" gönderdiğini ve onlardan kendilerine bildirilenlere uyacaklarına dair "söz" aldığını bildirmektedir.
Bu durum Tevrat'ta Musa'ya on iki kabilenin her birinden bir öncü kişiyi İsrailoğulları'nın işgalinden önce "Kenan topraklarında istihbarat yapmak üzere" göndermesini emrettiği şeklinde yer almaktadır. (Sayılar xiii, Sayfa 446)
Ancak Yüce Allah Yahudilerin "Kenan" bölgesinde bulunan güçlü kabilelerden duydukları korku ile "nefislerinin" etkisinde kalarak kendilerine iletilenleri "tahrif" etmeleri (kelimelerinin yerlerini değiştirmeleri), ayaklanma girişiminde bulunmaları ve böylece verdikleri "sözlerinden dönmeleri" yüzünden onları lanetlediğini (merhametinden uzaklaştırdığını) ve iman hislerini (kalplerini) katılaştırdığını açıklamaktadır. Bu nedenle onların kendilerine öğretilenlerin (ahkamın) önemli bir bölümünü unuttuklarına da işaret ederek Hz.Muhammed'e, içlerinden pek azı hariç olmak üzere, onlardan daima bir hainlik göreceğini, ama yine de onları affetmesini ve aldırış etmemesini, şüphesiz Allah'ın iyilik edenleri sevdiğini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Yüce Allah Yahudilere yaptığı uyarıların benzeri olarak "Biz Hristiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almış olmasına rağmen onların da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin ve Kitap'ın) önemli bir bölümünü unuttuklarına işaret etmekte, bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldığına işaret etmekte ve ölümleri sonrasında (yakında) onlara yaptıklarını haber vereceğini bildirmektedir.
Nitekim, Allah'ın Meryem oğlu Mesih olduğunu söyleyen Hristiyanların şüphesiz imandan çıktıklarına (kafir olmuşlardır) yemin etmekte ve şayet öyle ise onlara Allah Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kimin bir şey yapabileceğini sormasını ve bu "gerçeği" iyice anlayabilmeleri için göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin (Tüm Evrenin) mülkiyetinin Allah'a ait olduğunu, dilediğini yarattığını ve her şeye tam manasıyla kadir olduğunu onlara hatırlatmasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Ayetlerde "kendilerine kitap verilenler" olarak (Ehl-i Kitap) tanımlanan Yahudi ve Hristiyan toplumlara Hz.Muhammed'in onlara ve aslında diğer Ayetlerdeki ifadelerden anlaşıldığı üzere bütün insanlara, kendilerine bildirilmiş olan ellerindeki "Kitaplardan" tahrif ederek veya kelimelerin yerlerini değiştirerek "gizlemekte" oldukları birçok şeyi açıklamak üzere, Allah'ın Hz.Muhammed’e Allah'tan bir “nur” ve apaçık bir kitap olan "Kur'an" ile "gerçekleri vahiy ederek” bildirdiği ve bildirilen bu gerçekleri anlayamamış birçoklarını da “izni” ile "affettiği" bildirilmektedir.
Ehli Kitap’a ve bu bağlamda bütün insanlara ayrıca, Allah'ın "bildirdiği" gerçekleri dikkate alıp "iman" ederek Allah'ın onlardan razı olmasını (Allah'ın Rızasını) arayanların bu "imanlarının" onları kurtuluş yollarına götüreceği ve onları "Allah'ın İradesiyle" karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola ileteceği bildirilmekte ve Allah'ın dilediğini bağışladığı ve dilediğine azap ettiği, ayrıca Evrende (göklerde, yerde ve ikisinin arasında) ne varsa mülkiyetinin Allah'a ait olduğu ve ölüm sonrasında (sonunda) da ancak Allah'a "dönüleceği" bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Ayrıca Yahudilerin ve Hristiyanların Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia ettikleri de belirtilerek öyle olsa idi yaptıklarından ve inkarlarından (günahlarınızdan) dolayı onlara niçin azap edildiğini düşünmeleri önerilmektedir. Yapılan bu uyarılar üzerinde düşündüklerinde Yahudilerin ve Hristiyanların da ancak Allah'ın yarattığı insanlardan başka bir şey olmadığını görecekleri bildirilmektedir.
Bu durum bütün insanlar açısından da unutmamaları gereken bir ihtar ve uyarı niteliğindedir. Buna göre bir toplumda hangi konumda bulunurlarsa bulunsunlar ya da hangi ırk veya etnik kökenden olurlarsa olsunlar, bütün insanlara bu durumları nedeniyle diğer insanlardan özel bir üstünlüğe sahip olmadıkları ihtar edilmektedir. Çünkü aksi halde yeryüzünde çeşitli toplumlar halinde yaşamakta olan insanlar arasında gerek kendi toplumları bünyesinde gerekse de toplumlar arası temas ve ilişkilerde "Akıllı İnsanlara" yakışmayan çatışmalara ve sorunlara neden olunacağı hatırlatılmaktadır.
Yüce Yaratan Yahudi ve Hristiyanlara "Peygamberlerinin" onları uyarmasını takiben hiçbir peygamberin gelmediği uzun bir aradan sonra insanlara "gerçekleri" bildirmek üzere kendilerine ve "Tüm İnsanlığa" Hz.Muhammed'i gönderdiğine işaret etmekte ve böylece bir "uyarıcının" gelmediğini bahane etmemeleri için ihtarda bulunmaktadır. Yapılan bu uyarı ile Allah'ın dilediğini yapmaya kâdir olduğu bir defa daha özellikle Yahudi ve Hristiyan toplumlarına ve bu vesile ile bütün insanlara hatırlatılmaktadır.
Bu bağlamda Musa peygamberin toplumuna, Allah'ın onlara lütfettiklerini hatırlamalarını, zira bütün insanlara gerçekleri iletmek ve onları uyarmak üzere peygamberlerini onların arasından çıkardığını ve onları insanlara hükümdarlar kıldığını, böylece yeryüzünde (Alemlerde) hiçbir kimseye vermediğini onlara verdiğini bildirdiği belirtilmektedir. Ayrıca onlara "vatan olarak" takdir ettiği (yazdığı) mukaddes toprağa girmelerini ve artık doğru yoldan ayrılmamalarını (arkanıza dönmeyin) yoksa bütün bu "Allah'ın Lütfettiklerini" kaybederek onları ulaştırdığı "doğru yoldan" dönmüş olacaklarını ihtar ettiği açıklanmaktadır.
Ancak İsrailoğulları toplumunun bu mukaddes topraklarda (Kenan'da) yerleşen güçlü kabilelerden duydukları korku ile kendilerine Musa peygamber tarafından yapılan bunca uyarılara ve aralarından Allah'ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişinin de bu güçlü kabilenin üzerine "kapıdan girmelerini" böylece oraya girdiklerinde artık "zaferi" kazanmış olacaklarını açıklamalarına ve eğer Allah'a inananlar (müminler) iseler ancak Allah'a güvenmelerini önermelerine rağmen, Musa Peygamberin toplumunun onlar oradan çıkmadıkça oraya asla girmeyeceklerini ve ancak onlar oradan çıkarlarsa oraya hemen gireceklerini ileri sürdükleri, hatta daha da ileri gittikleri ve Musa Peygambere küstahça "şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" diyerek Musa peygambere karşı ayaklanma girişiminde bulundukları bildirilmektedir.
Muhammed Esed tefsirinde, Ayette yer alan "Onların üzerine kapıdan girin" ifadesi ile Tevrat'ta anlatıldığı gibi (Sayılar xiv, 6-9, 24, 30, 38) onlara "cepheden saldırarak" hücum edilmesinin önerildiği ve iki kişinin de on iki "İsrail Kabilesine" gönderilen uyarıcı ve denetleyicilerden Yeşu ile Kaleb oldukları, böylece gerçek samimi iman ile dünyevî bencillik arasındaki farklılığın gösterildiği belirtilmektedir.
Maide suresi | Maide oku Maide arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Toplumunun böylece kendisine karşı gelmesi üzerine Musa Peygamberin "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" diye dua ederek Allah'tan yardım istediği, bunun üzerine Yüce Allah'ın İsrailoğulları’na vatan olarak bildirdiği "mukaddes toprakların" onlara kırk yıl yasaklandığı ve bu sürede yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmalarının uygun görüldüğü ve artık yoldan çıkmış toplum için üzülmemesini Musa Peygambere bildirdiği açıklanmaktadır.
Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder" dedi (112/27), (5/27)
"Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (112/28), (5/28)
"Ben istiyorum ki, sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur." (112/29), (5/29)
Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu. (112/30), (5/30)
Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu. (112/31), (5/31)
İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler. (112/32), (5/32)
Yüce Yaratan yeryüzünde yaşamasını takdir ettiği Adem'in iki oğlu ile ilgili olayın "gerçeğini" ders ve örnek alınması için toplumuna anlatmasını istediğini Musa peygambere bildirmektedir. Buna göre Adem'in iki oğlu da Allah'a birer kurban takdim ettikleri, birisinden olanın kabul edildiği diğerinden ise kabul edilmediği, bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyen kardeşin kıskançlık yüzünden diğerini öldürmeye yemin ettiği açıklanmaktadır. Adem'in diğer oğlunun ise, Allah'ın ancak samimiyetle iman edenlerden (takva sahiplerinden) yapılan "takdimleri" kabul edeceğini, öldürmek için elini uzatsa bile kendisinin ona öldürmek için el uzatmayacağını, ancak "zalimlerin cezası" olarak Allah'tan hem kendisinin hem de onun kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olmasını dilediğini söyleyerek ona "doğru yolu" hatırlattığı bildirilmektedir. Kardeşinin öldürülmek üzere iken yaptığı bu uyarısına rağmen, yemin eden kardeşin nefsine (Şeytan'a) yenilerek onu öldürdüğü açıklanmaktadır. Böylece bu ortamda yaşamaya başlayan ilk "Akılı" insanların Şeytan ile olan mücadelesinde ilk yenilgiyi aldığı belirtilmekte ve bütün "Akıllı" insanlara nefisleri ile mücadele ederek doğru yoldan ayrılmamaları, aksi halde "kaybedenlerden" olacakları hatırlatılmaktadır.
Meydana gelen bu olayın devamı olarak kardeşini öldüren ve cansız bedeni karşısında ne yapacağını bilemeyen bu insana yeri eşeleyen bir karganın gönderildiği, böylece ölenlerin toprağa "gömülmeleri" gerektiğinin gösterildiği açıklanmaktadır. Buna göre, hayvanları içgüdü olarak ölenlerini toprakla buluşturduklarına işaret edilerek insanlara da öldüklerinde toprağa karıştırılmalarının (gömülmeleri) gerektiği öğretilmiş olmaktadır.
Öte yandan kardeşini, yani aslında bir diğer insanı "kıskançlık" gibi yoktan yere bir sebeple öldüren kardeşin bu yaptığı yüzünden hiç bitmeyecek derin bir "pişmanlık" duyarak "azap içinde" olacağına (vicdan azabı ile yananlardan olacağına) işaret edilmektedir. Yüce Allah bu yüzden kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olacağını, ayrıca her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olacağını İsrailoğulları'na öğüt verdiğini bildirmektedir. Ancak Allah'ın Peygamberlerinin onlara böylece "apaçık" deliller getirmiş olmalarına rağmen, bundan sonra da onlardan çoğunun yine yeryüzünde aşırı gitmekte oldukları da hatırlatılmaktadır. Nitekim özellikle günümüzde yaygın bir uygulama olarak cesetlerin yakılarak kül haline getirilmesinin aslında bu ortamın "doğal döngü" kuralları ile uyuşmadığı söylenebilir. Çünkü ölen canlıların toprakla buluşturulmalarının bu ortamın "doğal döngü" kurallarından olduğu, örnek olarak bir karganın yeri eşeleyerek bütün insanlara gösterilmiş olmaktadır.
Ayetlere göre peygamberlerin "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili gerçekleri bildirmek üzere Allah'ın görevlendirdiği "uyarıcı insanlar" olduklarına işaret edilmekte ve Musa Peygamberin toplumuna bildirdiği ellerindeki "Kitaplardan" tahrif ederek veya kelimelerin yerlerini değiştirerek "gizlemekte" oldukları birçok şeyi onlara ve bütün "Akıllı" insanlara açıklamak üzere Hz.Muhammed'in gönderildiği bildirilmektedir.
İsrailoğulları’na yapılan ancak aslında ve aynı zamanda bu ortamda yaşayan ve yaşayacak olan tüm "Akıllı" insanlara da yapıldığı anlaşılan bu uyarılara ve verilen öğüt ve önerilere göre bütün insanlardan, kendilerine peygamberlerin bildirdikleri bu "uyarı, öğüt ve öneriler" üzerinde düşünmeleri, onların anlam ve amaçlarını anlamaya çalışmaları ve inanış ve davranışlarını bunlara göre gözden geçirip "doğru yola" yönelmeleri ve bu "gerçeklere" göre davranmaları beklenmektedir.
Yüce Allah Yahudilerin “Üzeyir Allah'ın oğludur”, Hristiyanların da “Mesih (İsa) Allah'ın oğludur” dediklerine işaret ederek onlara her şeyin "Tek" yaratıcısı olduğunu, göklerde ve yerde (Evren'de ve ötesinde) ne varsa her şeyin sahibi olduğunu "ihtar" etmektedir.
Yahudiler, “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Daha önce kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! (113/30), (9/30)
Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (113/31), (9/31)
Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. (113/32), (9/32)
O, müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir. (113/33), (9/33)
Ey iman edenler! hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! (113/34), (9/34)
Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeyleri tadın!" (113/35), (9/35)
Yüce Allah peygamberler için "Allah'ın Oğlu" şeklinde yapılan tanımlamaların, "Tek" yaratıcısı olarak göklerde ve yerde ne varsa her şeyin sahibi olarak insanlar arasından "Çocuk" sahibi olmasının ne kadar mantıksız ve yakışıksız olduğuna ve bu düşüncede olanların "Allah'ı" inkâr ettiklerine işaret ederek hiçbir delil veya esasa dayanmayan ve daha önce inkar etmiş (kafir olmuş) kimselerin sözlerine benzeyen bu söylediklerinin ancak onların "ağızlarıyla geveledikleri" sözler olduğunu ve hiçbir değerinin ve anlamının bulunmadığını bildirmektedir. Üstelik bu söylediklerine "inanmakla" Allah'a olan iman ve inançlarından döndüklerini belirterek onlar üzerine beddua etmektedir.
Ayetlerde Yahudilerin ve Hristiyanların Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini (Üzeyir) ve Meryem oğlu Mesih'i rabler (Tanrı) edindikleri, halbuki onlara indirilen "Kitaplarda" ancak "tek ilâha" kulluk etmelerinin emir olunduğunun bildirildiği açıklanmaktadır. Bu nedenle "Kitaplarında" kendilerine açıklanmış olanları dikkate almayan Yahudilere ve Hristiyanlara, Allah'tan başka tanrı olmadığı, Allah'ın ortak koştukları şeylerden uzak olduğu gerçeği yeniden hatırlatılmaktadır.
Yahudilerin ve Hristiyanların Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini (Üzeyir) ve Meryem oğlu Mesih'i "Tanrı" edindiklerine dair olan bu “boş sözlerle” kendi uydurdukları inanışlarının Allah'ın Ayetlerinden daha "doğru" olduğunu iddia ederek, sanki Allah'ın "Yaratıcılığını" ifade eden "nurunu" gölgede bırakmak (ağızlarıyla söndürmek) istediklerini gösterdikleri açıklanmaktadır. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da "her an yaratmakta" olan Allah'ın "nurunu" tamamlamaktan asla vazgeçmediği dikkate alınması gereken bir "ihtar" olarak "tüm insanlara" bildirilmektedir.
Yüce Allah inanmayanların hoşlarına gitmese de "Kendi" dinini (İslam'ı) insanlarca "oluşturulan" ve "Yaratılış" ile ilgili olarak hiçbir esasa ve delile dayanmayan bütün dinlere "üstün" kılmak ve önceki peygamberlere vahiy ettiği "Kitaplarda" yer alan "Yaratılış" ile ilgili "gerçekleri" onaylamak için Hz.Muhammed'i (Resulünü) doğru yolu gösteren gerçek Din (İslam) ile gönderen olduğunu tüm insanlara bildirmekte ve bu "uyarıları" dikkate almaları, üzerinde düşünmeleri ve "Akıllarını" kullanarak gerçeğe ulaşmaya çalışmaları için tüm insanlara açıklamaktadır.
Ayrıca, günümüzde mescitlere zarar vererek Müslümanların buralara girmelerinin engellemekte olan Yahudi hahamlarından ve rahiplerinden "birçoğunun" böylece insanların mallarını haksız yollardan yedikleri (el koydukları) ve insanları Allah yolundan engelledikleri belirtilmekte ve böylece elde ettikleri varlıkları, (altın ve gümüşü) yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlara elem verici bir azap müjdelenmektedir.
Bu şekilde ele geçirilen paraların vereceği elem verici bir azap, mecazen cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları yanları ve sırtlarının dağlanacağı olarak belirtilmekte ve o zaman onlara "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir, artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!" denileceği bildirilmektedir.
Yaklaşık 1400 yıl öncesindeki insanlara yapılan bu ve benzer "uyarıların" iyice anlaşılabilmesinin ancak karşılaşacakları "korkuyu" ve "dehşeti" gözlerinde canlandırmaları ile mümkün olabilmesi nedeniyle, Ayetlerde "mecazi" anlatımlara sıklıkla yer verildiği ve o dönemde yaşamış olan insanlara Hz.Muhammed'in aldığı vahiylerin gösterdiği gerçekleri anlamalarının böylece sağlandığı anlaşılmaktadır.
Günümüzde de yeterli düzeyde bilgi birikimine ulaşamamış insanlara Ayetlerin açıklanmasında bu "mecazi" canlandırmaların “Tarikatlar” bölümünde ayrıca açıklandığı gibi tarikatların "siyasi" ve "maddi" çıkarlarına yönelik olarak en etkili şekilde ve özellikle bilinçli olarak kullanıldığı görülmektedir.
Allah'a İnanmayanlara ve Ortak Koşanlara Hitap Edenler
Yaratılış ile ilgili bölümünde açıklandığı gibi, tüm Yaratılışlar "Tek Yaratıcı Güç" tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu "Yaratıcı Güç" kendisine "Allah" olarak hitap edilmesini Kur'an Ayetleri ile tüm insanlara bildirmiştir. Bu tür Ayetlerin değerlendirmesinde kendilerine lütfedilen "Akıl" sayesinde "Yaratılış" konusunda her an yeni bilgilere ulaşmakta olmaları nedeniyle insanların Ayetlerde belirtilen her konudaki "Yaratma" eylemi, tüm Yaratılış konuları ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah kavramı ile ilgili olarak "Gelecek Zamanlarda" daha açık bir şekilde "Anlayışa" ulaşacakları söylenebilir
Örneğin bu tür Ayetlerde açıklanan yer küre ve hava küre su döngüsü, yer yüzünün insanlar için "En Uygun" koşullara sahip olması, yer yüzünde dağların ve diğer oluşumların meydana gelmesi ve bu durumun devamlı "Değişime" uğraması ancak daima en uygun bir şekilde “dengede” kalması, bazı denizlerde iki ayrı su niteliklerinin diğerine karışmaması, insanların tüm bu olayları araştıracak ve yönetecek şekilde "Hakim" bir durumda olması, yer yüzünde ve uzayda yol bulması, gibi bir çok konunun nasıl "Gerçekleştiği" yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda daha açık olarak "Anlaşılmış" bulunmaktadır.
Ayetlerde her şeyin "Hiç Yoktan Yaratıcısı" olarak "Tek Yaratıcı Güç" kavramına işaret edilmekte ancak bazı insanlar tarafından "Allah" kavramının yerine "yaratılışın" ve "yaratıcı" konuları ile birlikte aynı anlamda olmamasına rağmen, Ayetlerde bildirilen "niteliklere" sahip olmayan ve çok çeşitli başka anlamlar da verilen "Tanrı" kavramı veya "Doğa" tanımlaması kullanılmakta ve böylece "Allah" kavramı inkâr edilmektedir. Bu konuda "Allah'ın Nitelikleri ve Sıfatları" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.
İnsan "Aklı" ile bu tür çalışmaların sürdürülmesi ve her an yeni bilgiler ulaşılarak "Bilgi Birikiminin" çok üst düzeylere çıkması sonucunda "İlk Başta Yaratılmanın" ve "Yaratmanın Tekrar Edilmesinin" nasıl gerçekleştiğinin ve bunları yapanın "Kim" olduğunun da "Anlaşılması" mümkün olabilecektir. İnanmayanlar işte o zaman "Allah'tan başka bir tanrı mı var?" sorusuna "Doğru" bir cevap verebileceklerdir.
Allah ve Tanrı Kavramları
Bu Dünya ortamında "Yaşamın" başlamasından sonraki uzun süreçte ortaya çıkan "Memelilerin" evrimleşip çeşitlenmeleri sonucunda giderek insan şekline doğru evrim geçiren "İnsansı" yapıların sahip oldukları "Hayatta kalmak ve çoğalmak" içgüdüleri ile "Zekalarını" geliştirdikleri varsayılmaktadır.
Bu "İnsansı" yapıların yaşadıkları ortamlarda karşılaştıkları ve "Anlayamadıkları" durum ve olayları "Gerçekleştirdiklerine" inandıkları ve maddi olarak varlığını gördükleri herhangi bir "Şeye" veya "Canlıya" veya "Kendi Yaptıkları" heykel ve nesnelere, yani "Putlara" özel bir "Kutsiyet" verdikleri ve "Her Şeyden Üstün" olduklarını düşünerek onlara "Bağlılık" gösterdikleri; bunları "Tanrı" olarak kabul edip tapındıkları hatta bu Kutsalları "Memnun" etmek adına sahip oldukları şeylerden onlara "İkram" ettikleri veya kendilerinden bazılarını "Kurban" ettikleri yapılan araştırmalardan elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır.
Böylece bu "İnsansı" yapıların "Kutsallık" verdikleri ve saygı gösterdikleri şeyler veya canlılara "Tapınma" şeklinde bir çeşit ibadet geliştirmeleri giderek "Vazgeçilemez" bir "Örf" halini almış ve çeşitli insan "Irklarının" yaşadıkları "Toplumlarda" taşıdıkları özelliklere de bağlı olarak çok çeşitli şeyleri ve insanları bile "Tanrı" olarak benimsemiş bulunmaktadır.
Yaklaşık olarak 10-12.000 yıl önce kendisine "Ruh verilen ve Akıl taşıyan" ilk insan olan Adem'in ve eşinin "Yaratan" konusunda ilk bilgilerin taşıyıcısı olarak "Bu Ortamda" ortaya çıktığı, bunların Dünya’ya getirdikleri "Çocuklarının" o sırada esasen "Uzun Zamandan Beri" bu ortamda bulunan "İnsansı" yapılar ile temas ve "İlişki" kurmaları ile "Ruh ve Akıl" taşıyan ilk insanların "Çoğaldıkları" ve bu gelişmenin "Akıllı" insanların "Yaratan" ile ilgili bilgileri paylaşmalarına ve üzerinde "Düşünmelerine" neden olduğu söylenebilir. (Adem ve Havva'nın bu Dünya ortamında "Ortaya Çıkmaları" ile ilgili olarak "İnsanın Dünya'da Yaratılışı" bölümünde ayrıntılı inceleme yapılmıştır.)
Ancak zaman içinde bu "Ruh ve Akıl" taşıyan insanların Yüce Allah’ın “Ruhlarına” yerleştirmesi ile sahip oldukları "Yaratan" konusundaki fikir ve düşüncelerinin, yeryüzündeki yaşam sürecinde açıklayamadıkları "Doğa" olaylarının, geçmiş nesillerince uygulanan "Geleneklerinin", özellikle de "Kişisel Çıkar" güdülerinin güçlenmesi sonucunda kendi aralarındaki ilişkilerin "Bozulmasının" etkileri ile "Zayıfladığı" ve “Değişikliğe" uğradığı Kur'an Ayetlerindeki eski toplumlar (Kavimler) ile ilgili açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Böylece "Yaratılış" ile ilgili "Gerçeklerin" zayıflaması ve değişikliğe uğraması sonucunda toplumlarda "Yaratan" konusundaki düşünceler de değişik biçimler almış ve eski dönemlerden kalan geleneklerin sürdürülerek çeşitli "Nesneleri" hatta insanları Yaratıcı (Tanrı) olarak benimsemelerine yol açtığı tarihi ve bilimsel kaynaklardan anlaşılmaktadır. Nitekim artan bilgi düzeylerinin de etkisi ile hemen her konu için (örneğin "Gök Tanrısı" veya "Ay Tanrısı" gibi) bir Tanrı olduğu "Çok Tanrılı" dönemler ya da "Doğaya Tapınmalar" gibi çeşitli konuları kutsallaştırıp "Tanrılaştırmalar" yaşanmıştır. Bu şekilde giderek çoğalan “Tek Yaratan” gerçeğinden sapmaların "Düzeltilmesini" sağlamak üzere, "Allah" tarafından "Görevlendirilen" insanlara (Peygamberler) zaman zaman "Vahiy" yoluyla "Doğru Yolun" yeniden öğretildiği ve onların aracılığı ile toplumlara "Hatırlatıldığı" yine Kur'an Ayetlerinde belirtilmektedir.
Yapılan bu "Uyarılara" rağmen, bilgi birikimlerinin çok hızlı bir şekilde artış gösterdiği son bin yıllık dönemde çok büyük "Maddi" gelişmelere ulaşan insanların önemli bir bölümünün, elde ettikleri bilgileri ve sahip oldukları bilgi birikimlerini kendi "Yorumlarına" göre değerlendirip "Kibirlenmelerinin" ve kişisel çıkarlarına daima öncelik vermelerinin etkisi ile, her şeyin yaratıcısı olduğu tüm Peygamberler tarafından kendilerine ifade edilen ve Kur'an’da açıklanan "Tek Yaratıcıyı" bu ortamda maddi olarak "Göremedikleri" için algılamakta zorlandıkları ve bir şahsiyet vererek tanımlanmaya çalıştıkları görülmektedir.
Bu nedenle özellikle Hz.Muhammed Peygamber öncesi "Tek Tanrılı" Dinlerde "Tek Yaratıcı" olarak sanki bu ortamdaki bir "Varlık" gibi "Varsayılan" ve "Göklerdeki Babamız" gibi bir "Şahsiyet" verilen bir nevi "Tanrının" varlığı kabul edilmektedir. Günümüzdeki Dünya nüfusunun %31 ini teşkil eden Hristiyan inancında olanlar tarafından bu konuda biraz daha ileri gidilerek İsa Peygamberin "Tanrının Oğlu" olarak bu "Tanrı Babanın" Dünya ortamında görünen "Varlığı" olduğunun yani İsa Peygamberin de "Tanrı" olduğunun kabul edildiği bilinmektedir.
Tek Yaratan kavramının bu şekilde "Gerçek" anlamını giderek kaybedip daha çok insan "Hayaline" dayanan "Tanrı" haline dönüşmesi nedeniyle, yaklaşık 1.400 sene önce Allah Arabistan'da okuma yazma bilmeyen "Hz.Muhammed" adındaki bir insanı görevlendirerek ona "Vahiy" yoluyla "Öğrettiği" Kur'an ile "Allah" kavramının gerektiği gibi algılanması ve anlaşılması için tüm insanları bu defa "Son" olarak "Uyardığını" Kur'an Ayetlerinde bildirmektedir.
Ancak, yapılan bu "Son Uyarının" bazı insanlar tarafından Kur'an’da belirtilen ve Evren ve Dünya ortamında bulunan çok sayıdaki delilin dikkate alınmaması ve üzerinde önemle durulmaması yüzünden halen gerektiği gibi algılanamadığı ve anlaşılamadığı görülmektedir. Zira "Son Uyarı" sonrasındaki bu dönemde hala bazı insanların İsa Peygamberi "Tanrı" olarak tanımlanan "Göklerdeki Babanın" Dünya ortamında görünen "Varlığı" olduğunu yani İsa Peygamberin "Tanrı" olduğunu kabul ettikleri; bazı insanların ise "Kibirlerini" en ileri noktalara taşıyarak başarılı oldukları konularda kendilerini o konunun "Tanrısı" olarak gördükleri ve ifade ettikleri bilinmektedir.
Örneğin "Tanrı" sözcüğünün Rock Tanrısı, Boks Tanrısı, İlah ya da İlahe (Tanrıça), Aşk Tanrıçası gibi şekillerde anlatımı "Güçlendirmek" için ve üstelik "Cinsiyet" unsuru da katılarak kullanıldığı bilinmektedir. "Tanrı" sözcüğünün bu şekilde olması gereken anlamı dışında kullanılmasında "İnsan Kibrinin" etkisi bulunmaktadır. Oysa Kur'an’a göre "Allah" bizlere Kendisini insanlar tarafından "Hayal" edilen ve "Tanrı" olarak ifade edilen tüm "Şeyleri" de yaratan ve doğal olarak onların "Sahibi" olan "soyut" bir "Bilinç" olarak hissettirmektedir. Bu durumda "Tanrı" sözcüğü "Tek Yaratan" olan Allah'ı tanımlamakta yetersiz kalmaktadır.
Bu konuda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınlarından olan Kur'an-ı Kerim'in Yüce Meali ve Çağdaş Tefsiri isimli kitabın 20. sayfasında özet olarak aşağıdaki bilgi verilmektedir.
“Allah, yüce Rabbin, en büyük adıdır. Allah'ın doksan dokuz adı vardır. Fakat onların hepsi bu adın sıfatıdır. Onlar 'sıfat bildirir. Bu ise Cenabı Hakk'ın bütün sıfatlarını kendinde taşır. Araplar, İslam’dan önce de Allah'ı tanırlardı. Fakat Allah'ın yanında, şefaatçi bildikleri birtakım putlara da taparlardı. Bunlara dalı (çoğulu âlihe) derlerdi. Allah adiyle yalnız yüce Tanrıyı kast ederlerdi. Allah için ilâh adını da kullanırlardı. İlah hem Allah için hem de putlar için kullanılan ortak bir isimdi. Bu bakımdan Allah adı, Türkçeye tanrı diye çevrilemez. Tanrı, ilâh adının karşılığıdır. Tanrı kelimesiyle Allah da kast edilebilir, tanrı diye tapınılan diğer yaratıklar da. Kullananım maksadı ne ise o anlaşılır. Fakat puta Allah denmez. Allah adı, yüce “Rabbe” mahsus, diğer bütün sıfatları ve isimleri içinde taşıyan çok büyük bir isimdir. Kur'ân-ı Kerim’in İngilizce tercümelerinde de Allah adı aynen kullanılmıştır.“
http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/622.pdf
Bu durum muhteşem bir "Özet" olarak, "Son Uyarıcı" olan Hz.Muhammed Peygamber tarafından tüm insanlara iletilen Kur'an’da Allah'ın "Tekliği", hiçbir şeye "Muhtaç Olmadığı" ancak her şeyin Allah'a "Muhtaç Olduğu", Allah'ın "Doğurmamış ve Doğmamış Olduğu" ve tekliğinin "Benzersiz" ve "Kendine Mahsus" olması nedeniyle "Hiçbir denginin" bulunmadığı ifadeleri ile bildirilmektedir.
De ki: “O, Allah birdir" (22/1), (112/1)
"Allah sameddir." (22/2), (112/2)
"O, doğurmamış ve doğmamıştır." (22/3), (112/3)
"Onun hiçbir dengi yoktur.” (22/4), (112/4)
Görüldüğü gibi "Tanrı" kavramı "İnsansı" dönemlerden itibaren insanlık tarihi boyunca çok gelişigüzel ve karmaşık bir biçimde ve daha çok "İnsan İlişkilerine" odaklı olarak çok sayıdaki durum ve olaylar için "Üstün" bir gücü tanımlamak için veya "Üstünlük" ifadesi olarak kullanılmıştır. Bu nedenle "Tek Yaratıcıyı" tanımlamakta yetersiz kalmış ve "Neyi" ifade ettiği her zaman tam olarak belli olmayan bir konuma gelmiştir. Bu haliyle Tanrı kavramının her türlü noksan sıfatlardan "Uzak" olan "Tek Yaratıcı Allah" ile aynı anlamda kullanılması mümkün bulunmamaktadır. Yani Tanrı hiçbir şekilde "Allah" değildir ama Allah Tanrı kelimesi ile ifade edilen her şeyi kapsamaktadır. Bunun en gerçek ifadesi Kur'an Ayetinde "Tanrı yoktur ancak Allah vardır" şeklinde bildirilmektedir. Ayrıca bir diğer Ayette “sizin ilahınız bir tek Allah'tır” ifadesi ile bu durum tartışmasız olarak açıklanmaktadır.
İşte O, Allah'tır, O'ndan başka tanrı yoktur. (49/70), (28/70)
“Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (45/98), (20/98)
İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, rahmandır, rahîmdir. (87/163), (2/163)
Bu çerçevede Peygamberler tarafından tüm insanlara Evren ve Evren Ötesi her şeyin "Tek Yaratıcısı" olduğu iletilen Kur'an'da anıldığı adıyla Allah'ın insanlar tarafından bu Dünya ortamının bir Varlığı gibi düşünülüp "Tanrı" olarak tanımlanması "Akıllı" insanların bir bölümünün ve özellikle de "Bilim" insanlarının inançlarının giderek zayıflamasına ve sonuçta tüm bu kavramları, yine kişisel çıkarları ve kibirlerinin de etkisi ile, tamamen inkar etmelerine ve "Dinsizliği" seçmelerine neden olduğu söylenebilir.
Bu durum özellikle "Günümüzde" çok daha güçlü olarak yaygınlaşmaktadır. Ancak insanların inanmamalarının daha çok burada belirtilen "Tanrı" kavramı ile ilgili olduğu söylenebilir. Zira Evrenin ortaya çıkması, Güneş Sistemi ve özellikle Dünya ortamındaki hayatın ve "Türlerin Çeşitliliği" gibi "Gerçeklerin" insanlar tarafından "Hayal Edilen" ve "Tanrı" olarak tanımlanan bir "Şahsiyet" ve bu ortam koşullarına göre insanların maddi olarak varlığını "Gördüğü" bir "Şey" veya "Canlı" tarafından yapılmış olduğunun kabul edilmesi, düşünen "Akıllı" insanlar açısından gerçekten inanılması imkânsız bir durum olmakta ve "Mantıksız" bulunmaktadır.
Bu konuda önemli "Dinsizlerden" olan Richard Dawkins'in "Tanrı Yanılgısı" kitabında neden Tanrı bulunmadığı anlatılırken insanlar tarafından Tanrı kelimesi ile olağanüstü gücü ile Evren ve Dünya ortamındaki her şeyi yarattığına inanılan ancak sanki bu ortamdaki bir "Varlık" gibi kendisine "Baba" denilerek bir "Şahsiyet" izafe edilen "İnsan Biçimli" bir "Varlığın" kast edildiği görülmektedir. (Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı Sayfa 42-43)
Burada açıklandığı gibi bir "Tanrı" kavramına inanan ve "Yaradılışçı" olarak tanımlananların "Doğal" olayların ve varlıkların "Rastlantısal" değil fakat "Bir Tasarımcı" tarafından "Yaratıldıklarına" olan inanışları karşısında, "Tanrı" kavramına inanmayan Dawkins ve aynı görüşte olanlar tarafından Charles Darwin'in ileri sürdüğü Doğal Seçilimin "gerçek olanı” açıkladığı belirtilmekte ve "Doğal Seçilimin" Dünya bütünündeki her değişikliği dikkate alarak kötü olanı çürüğe çıkardığını ve güzel olan her şeyi koruduğunu ve ayıkladığını, tüm organik varlıkların gelişiminde her nerede ve her ne zaman bir fırsat yakalarsa sessiz ve acımasız bir "Görevi" üstlendiği anlatılmaktadır. (Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı Sayfa 116 ve 152)
Burada yapılan değerlendirmelere göre, İslam Dininin hiçbir araştırma yapılmadan "Yahudi orijinalinin katı tek tanrıcılığına dönülmesi" olarak anlatılması, diğer Dinlerde anlatılanlar ile "Aynı" olduğunun varsayılması ve Hz.Muhammed Peygamber ile getirilen "Allah" kavramının üzerinde durulmayıp dikkate almamak suretiyle "Geçiştirilerek" tarif ettikleri "Tanrı" kavramı ile "Aynı" olarak düşünülmesi, "İnkar Edilenin" sadece "Tanrı" kavramı olduğunu göstermektedir. Bu durumda "Tanrının" inkâr edilmesi ile Allah’ın da inkâr edilmiş sayılamayacağının "Farkında" olmamaları "Allah" kavramının “doğru” olarak anlaşılmasını engellemektedir.
Richard Dawkins ayrıca kitabında İslam konusunda kafa kesip kadınları kırbaçlayan "Taliban" uygulamalarından örnekler vererek "İslam’ın" bu anlamda algılanmasına yardımcı olmaktadır. Bu durum yazarın bu tür değerlendirmeleri yaparken "İslam" ile ilgili bir araştırma yapmadığını ve hiç bilgisinin bulunmadığını göstermektedir.
Dünya'ya hakim olmayı amaçlayan "Gruplara" hizmet eden ve kendisinin de mensubu olduğu "Batı" toplumlarındaki yöneticiler tarafından yönlendirilen ve bilgi birikimi ve bilgi düzeyi bu odaklar tarafından "Kasten" son derecede "Geri Bırakılmış" olan "İslam" toplumlarında, yine kendilerinin "İslam’ı Baskı ve Kontrol Altına Almak" için oluşturdukları ve destekledikleri bir takım "Fanatik" unsurlar tarafından yapılan "Aptalca ve Mantıksız" olaylardan "Yararlanılarak" İslam konusunda “değerlendirmeler” yapılması aslında düşünür ve bilgili (entellektüel) olan "Akıllı" hiç bir insan tarafından "Kabul Edilmemesi" gereken bir durumdur.
Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, ne yazık ki bugün İslam Ülkelerinde yaşayanların önemli bir çoğunluğu da, İslam konusundaki bilgisizlikleri yüzünden bu tür yaklaşımlar karşısında "İslam’ın" aslında ne olduğunu kendileri de bilemedikleri için, doğru bir değerlendirme yapmaktan aciz durumda bulunmaktadır.
Kur'an Ayetlerine göre İslam, "Yaratan" bir "Gücün" varlığına inanmak ve Ayetlerde “Allah” olarak adlandırılan bu "Gücü" sahip oldukları bilgi birikimlerini ve "Akıllarını” kullanarak anlayıp kabul etmek ve O'na "Teslim Olmak" olarak anlaşılmalıdır. Bu "Gerçekler" yukarıda özetle değinildiği gibi, kendisine "Ruh verilen ve Akıl taşıyan" ilk insan olan Adem'den itibaren bu Dünya ortamında yaşayan tüm toplumlarda "Yaratıcının" izni ile "Uyarıcılık" yapmış olan ve "Peygamber" olarak tanımlanan insanlar tarafından halen yaşamakta olan ve gelecekte de yaşayacak olan "Tüm İnsanlara" iletilmiştir.
Bu durum Kur'an Ayetlerinde "Doğru Yol" olarak belirtilmekte, Allah'ın “Her Şeyi Hiç Yoktan” yaratan "Tek Yaratıcı Güç" olduğu “İslam” inancının “özü” olarak ifade edilmekte ve bu anlamda kendilerine bildirilen gerçekleri “Akıllarını” kullanarak anlayıp “İslam’a” inananlar da "Müslüman" olarak tanımlanmaktadır.
Genel olarak İslam toplumlarının içinde bulundukları "Olumsuz" duruma ve İslam’ı "Terör" odağı olarak gösterme konusunda yürütülmekte olan "Baskılara" ve "Dayatmalara" rağmen özünde "Yaratılış" ve "Yaratan" konusunda en "Akılcı" bilgilere sahip olması nedeniyle Dünya'daki "Müslümanların" sayısı büyük bir hızla çoğalmakta ve 2050 yılında Hristiyanların sayısına ulaşacağı tahmin edilmektedir.
http://www.pewforum.org/2015/04/02/religious-projections-2010-2050/
Doğal Seçilim ile ilgili açıklamaların yer aldığı söz konusu kitaba göre Doğal Seçilimin bir muhasebeci gibi her kuruşun hesabını yapan ve anlamsız oyunlara tahammülü olmayan "Doğa" tarafından yürütülüp yönlendirildiği belirtilmektedir. Bu durumda Doğal Seçilimi "Yürüttüğü ve Uyguladığı" belirtilen "Doğanın" bu işlemin yürütülmesini sağlamak üzere hangi zamanda ve hangi koşullara altında bir fırsat yakaladığına "Nasıl" karar verdiğinin üzerinde durulması gerekmektedir. Yapılan değerlendirmede açıkça belirtilmese de bu fırsatların "Tesadüfen" ortaya çıkmakta olduğuna işaret edilmek istenmektedir. Böyle bile olsa bu defa tesadüfen ortaya çıkan bu "Fırsat" Doğa tarafından nasıl "Algılanmakta" ve bu fırsat ile ilgili olarak yapılacak "Değişimlerin" neler olduğuna ve ne kadar değişim olacağına "Doğa" hangi "Yeteneği" ile "Karar" vermektedir? Karar verdiğini düşünsek bile hangi niteliğini kullanarak bu değişimi hangi "Tasarıma" göre veya neye göre "Yürütmekte" ve durdurmaktadır? Kitapta tüm bu soruları cevaplayabilecek açıklamalara rastlanmamakta ve bir taraftan "Tanrı Yoktur" denilirken diğer taraftan "Nasıl" olduğu açıklanmamakla birlikte her şeyin "Doğa" tarafından bir şekilde "Tasarlanarak" yürütüldüğü belirtilmektedir. İşte asıl "Gerçek" hiç "Değinilmeyen" bu "Nasıl" sorusunun cevabında bulunmaktadır. Bu konuda Daha ayrıntılı inceleme "Evren ve Dünya" bölümünde yer almaktadır.
Bu durumda bu Evren ve Dünya ortamını "Yaratan" ve tüm işlemleri "Yürüten" bir "Gücün" varlığı kabul edilmekte fakat Kur'an Ayetlerine göre "Allah" olarak tanımlanan bu "Güç" onun yerine "Doğa" olarak kabul edilmekte ve tanımlanmaktadır. Böylece "Tanrıyı" inkâr edenler Doğa'yı inkâr edemediklerine göre tüm bu işleri yapan "Doğa'nın" bunları "Nasıl" yaptığının tek cevabı olan "Allah'ı" da inkâr edememektedirler.
Görüldüğü gibi bu anlamda bu ve benzer kitaplarda "Tanrı" olarak ifade edilen ve varlığı kabul edilmeyen "Şey", Evren ve Evren Ötesi her şeyin "Tek Yaratıcısı" ve "Yöneticisi" olarak Kur'an'da anılan "Allah" değildir. İnsanlar kendilerine lütfedilen "Akıllarını" işleterek yapacakları "Bilimsel" çalışmalarını sürdürmek suretiyle Allah ile ilgili olarak ve Allah'ın izin verdiği kadarı ile daha açık bilgilere ulaşabilecek ve "Gerçekleri" anlayabileceklerdir. Bu konuda "Allah" bölümünde daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
Şimdi Ayette belirtilen ifadeyi yeniden hatırlamakta fayda bulunmaktadır:
Allah'tan başka bir tanrı mı var! de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (48/64), (27/64)
Aslında "Tanrı" olarak tanımlanan "Hayali" bir varlığın bulunmadığı "Allah'a" inanan tüm "Akıllı" insanlar tarafından da kabul edilen bir "Gerçek" niteliğindedir. Bu gerçek Kur'an Ayetlerinde "Allah'a" inanmanın çok önemli bir "Delili" olarak gösterilmekte ve defalarca "Tanrı Yoktur ancak Allah Vardır" ifadesi ile tüm insanlara duyurulmakta ve aksini iddia edip başka bir Tanrının da var olduğunu söyleyenlere "Kesin Delil" getirmeleri ihtar edilmektedir.
Allah'a İnanmayanlara Hitap Edenler
Geçmiş nesillerin Allah'ı tanıma konusunda yaptıkları ve bilerek yaptıkları yanlışlar sonucunda inkârcı durumuna düşmeleri ve bu durumdan yine bilerek çıkmak istememeleri, diğer bir deyişle akıllarını kullanmamaları nedeniyle, daha bu dünyada iken artık “devamları” uygun görülmeyenlerin nasıl yok edildikleri bazı Ayetlerde örnek olarak bildirilmektedir.
Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helâk etmişizdir, kurtuluş var mı? (34/36), (50/36)
Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. (43/44), (35/44)
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi; peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi, zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler. (84/9), (30/9)
Bu tür Ayetlerin özellikle Allah’a inanmayanlar tarafından incelenmeleri ve insan nefsinin onu nerelere sürüklediği, akıl yolu ile nefislerinin kontrol edilmemesi durumunda, ölümlerinden önce daha bu Dünyada iken bile beklemedikleri olaylar ile karşılaşabileceklerini daima hatırlamaları gerektiğine işaret edilmektedir. Bu hatırlayışları somutlaştırmak üzere Kur'an’da örnek olaylar ve hikayelere yer verilmektedir. Bunların bu anlayış altında gerek bireysel olarak gerekse toplumsal olarak değerlendirilmeleri ve "akıl kullanılarak gerekli önlemlerin alınması insanlardan beklenmektedir.
Nitekim Allah, Hz.Muhammed ile göndermiş olduğu Kur'an Ayetlerine inanmayıp yalanlayanları (bir şekilde) helak edeceğini bir uyarı olarak Ayetlerinde tüm insanlara bildirmektedir.
Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz. (39/182), (7/182)
Onlara mühlet veririm; (ama) benim cezam çetindir. (39/183), (7/183)
Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. (39/184), (7/184)
Göklerin ve yerin hükümranlığın, Allah'ın yarattığı her şey ve ecellerinin yaklaşmış olabileceği hususunda düşünmediler mi? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? (39/185), (7/185)
Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır. (39/186), (7/186)
Ancak bu mahvetme, bitirme işleminin zamanı konusunda bilgi vermemekte, bunlara bir süre mühlet verdiğini belirtmektedir. Zira çok sayıdaki Ayetlerde de açıklandığı gibi Allah’ı ve Ayetlerini yalanlayan insanların "Akıllarını" kullanmayı "Akıl Etme" ihtimalini daima açık tutmakta ve inkarcılara dahi "Gerçeği" idrak etme şansını vermekte ve bu şanslarını kullanmayı akıl edemeyenleri ise zor bir ceza beklediğini de hatırlatmaktadır.
İnanmamakta ve yalanlamakta olanların bir bahane olarak Hz.Muhammed'in "Deli" olduğunu ileri sürmelerine karşı Ayette kesin bir şekilde Hz.Muhammed'de delilik bulunmadığını görebileceklerini bunun için "Düşünmeleri" gerektiğini açıklamakta ve böylece Hz.Muhammed'in "Apaçık Bir Uyarıcı" olduğunu tekrarlamaktadır.
Allah, inkarcıları "Kendisi" ile ilgili olan "Delillere" işaret ederek onları bu konuda "Düşünmeye" yeniden davet ve teşvik etmektedir. Onlara kısa bir süre sonra ecellerinin gelmiş olabileceğini dikkate almaları ve bu konuya bir an önce eğilmelerinin gerektiği ve ayrıca Kur'an'dan sonra artık bu konuda başka bir "Söz" kalmadığı hatırlatılmaktadır.
"Şaşırmışlar" olarak tanımlanan inkâr edenlere, bu kadar "Hatırlatma" sonrasında hala yalanlamalarında devam etmeleri halinde artık onlara bir yol gösterenin bulunmadığı ve onların böylece "Azgınlıklar içinde Şaşkın" olarak bırakılacakları belirtilmektedir.
Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona yaraşmazdı da onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. (41/69), (36/69)
Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye. (41/70), (36/70)
Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık, bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır. (41/71), (36/71)
Bu hayvanları onların emrine verdik, onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. (41/72), (36/72)
Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır, hâla şükretmezler mi? (41/73), (36/73)
Allah'a ve tüm insanlara "Ayetlerini" iletmek üzere görevlendirdiği Hz.Muhammed'e inanmayan insanlar, Kur'an Ayetlerinin "Emsalsiz Ahengi" nedeniyle şaşkınlık yaşamalarına rağmen ve Ayetlerin ilettiği anlamlar üzerinde durmak yerine Hz.Muhammed'in ezberlediği bir "Şiiri" okuduğunu ileri sürerek küçümsemişlerdir. Bu durum halen yaşayan ve "İnanmayan" insanlar tarafından da aynı veya benzer "Küçümseme" ifadeleri ile devam etmektedir.
Bu Ayetlerde Hz.Muhammed tarafından iletilenlerin yaşayan insanların "Uyarılması" ve bu uyarılara rağmen inanmayanların (Kafirlerin) hak edecekleri "Cezayı" göstermek ve bu konuda inkarda ısrar edenlerin bu cezaları hak edeceklerinin kendilerine iletilmesi için "Allah’tan" gelmiş "Öğütleri" içeren "Kur'an" olduğu, "Ona" şiir öğretilmediği ve bu çok önemli "Öğüt ve Uyarıların "Hz.Muhammed tarafından bir Şiir olarak "Uydurulmuş" olmasının "Onun" kişiliği ve şahsiyeti ile "Uyuşmadığı" ve bu yakıştırmanın "Yaraşmadığı" açık bir şekilde belirtilmekte, ayrıca "İnanmayan" insanlar tarafından "Tek Yaratıcı olan Allah" gerçeğinin daha kolay anlaşılabilmesi için "Yaratılmış" olan diğer canlılar ve hayvanlardan örnekler verilmektedir.
Bu anlamda Allah'ın İnsanların bu Dünya ortamındaki yaşamları açısından "Fayda Sağlamaları" için "Takdir Ettiği" ve ona göre "Tasarladığı" çeşitli hayvanları yaratmış olduğuna işaret edilmektedir. İnsanlara da "Allah'ın lütfu ile kendilerine "Bahşedilmiş" olan Akıl kullanma ve buna bağlı olarak bilgi biriktirme yetenekleri sayesinde bu hayvanlardan işlerini kolaylaştırılması yanında yiyecek ve içecek "Besin" kaynağı olarak, ısınmak, ayrıca at ve eşekleri de bir şey taşıtmak, bir yere gitmek ve varlık ve zenginlik unsuru (zinet) olmak gibi konularda yararlandıkları hatırlatılmaktadır.
Hayvanları da O yarattı, onlarda sizin için ısıtıcı ve birçok faydalar vardır, onlardan bir kısmını da yersiniz. (70/5), (16/5)
Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken bir güzellik vardır. (70/6), (16/6)
Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir. (70/7), (16/7)
Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye. Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice yaratır. (70/8), (16/8)
Allah'ı ve Allah'ın "yarattıklarını" inkâr edenlerin bu durumu düşünmeleri ve şu anda bilemeyecekleri ve insanlara faydalı olacak daha nice "diğer şeylerin" bulunduğunu "İdrak" ederek Allah'a teşekkür etmelerinin gerekmekte olduğuna dikkatleri çekilmektedir.
Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın. (48/80), (27/80)
Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin, ancak ayetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin. (48/81), (27/81)
O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. (48/82), (27/82)
O gün, her ümmet içinden ayetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler. (48/83), (27/83)
Nihayet geldikleri zaman Allah buyurur: “Siz benim ayetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?” (48/84), (27/84)
Yaptıkları haksızlıktan ötürü, o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar. (48/85), (27/85)
Allah, Ayetlerini tüm insanlara "Öğüt ve Önerilerini" iletmekle görevlendirdiği Hz.Muhammed'e hitaben inanmayanları "Ölü" veya "Sağır" olarak nitelendirerek onlara işittiremeyeceğini ve duyuramayacağını, ayrıca nefisleri ve kibirleri nedeniyle "Allah" ile ilgili "Gerçekleri" bunca delile rağmen "Körler" gibi görmeyenleri de bu tutumlarından çevirip "Doğru Yola" getiremeyeceğini, bu "Gerçekleri" ve doğru yola ulaştıran öğüt ve önerilerini ancak "İnanıp Teslim Olanlara" duyurabileceğini açıklamaktadır. Buna göre Allah Peygamberi Hz.Muhammed'e böyle "İnanmayanlar" ile ilgili olarak onlara eziyet edilmesine veya onları "Zorla" inandırmaya çalışmamasına gerek olmadığını iletmektedir. Zira Allah her "Akıllı" insana "Ruhundan" ruh vermiş ve bunu fark edebilmelerini sağlayacak "Yegâne" yetenek olarak da "Akıl" unsurunu bahşetmiştir. Buna göre onlardan "Akıllarını" işleterek "Kendisini" anlamaları ve "Hissetmeleri" beklenmektedir.
Ancak kendilerine iletilenlere ölü gibi duyarsız, sağır gibi kayıtsız ve ilgisiz kalarak ve sapıklıklarından ötürü doğru yolu kör gibi görmeyerek "Allah'ı" ve Allah'ın öğüt ve önerilerini inkâr edenlerin "Ölüm Ötesi" ile ilgili olarak kendilerine iletilen "Bir gün hesap verecekleri ve azaba çarptırılacakları" şeklindeki uyarı sözleri başlarına geldiğinde, yerden yürüyen bir şeyin (dabbe) kendilerine Allah’ın Ayetlerine kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyleyeceği belirtilmektedir. Buna göre inanmayan insanların "Ölüm" anında, "Hayal bile edilemeyecek" kadar onları dehşete düşürecek "Yürüyen" bir "Şeyin" yerden çıkarıldığını "Algılayacakları" ve bu "Şeyin" onlara "Allah'ın Ayetlerine kesin bir iman getirmemiş oldukları" gerçeğini "Söyleyeceği" anlaşılmaktadır.
Sonrasındaki Kıyamet ortamında da Allah'ın Ayetlerini yalan sayan "İnanmayanların" toplu olarak "Hesap Verecekleri" yere sevk edilecekleri, orada bunlara Allah’ın Ayetlerini, ne olduğunu kavramadan yalan saydıkları hatırlatılacağı, değilse neden onları inkar ettiklerinin sorulacağı, ancak kendilerine yapılan "Uyarıları" yok sayarak yaptıkları haksızlıktan ötürü “inanmadıkları” azaba uğrayacaklarını bildiren "O söz" gerçekleşmiş olduğundan, artık onların "Konuşamayacakları" tüm inanmayanlara ve tüm insanlara hatırlatılmaktadır.
Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır. (50/44), (17/44)
Biz, Kur'an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz. (50/45), (17/45)
Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz, sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini yâdettiğinde onlar, canları sıkılmış bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler. (50/46), (17/46)
Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!" dediklerini çok iyi biliriz. (50/47), (17/47)
Baksana; senin için ne türlü benzetmeler yaptılar! bu yüzden saptılar ki, artık yolu bulamayacaklardır. (50/48), (17/48)
Yüce Allah inanmayanlara bir defa daha örnekler vererek uyarılarda bulunmaktadır.
Allah'ın "Tesbih" edilmesinin Ayetlerin indirildiği zamanda yaşayan veya günümüzde yaşamalarına rağmen bilgi birikimleri yeterli olmayan insanlar tarafından sahip oldukları bilgi düzeyi çerçevesinde ancak doğrudan gördükleri olaylar ile bağ kurarak anlaşılabileceği söylenebilir. Örneğin rüzgarda bir ağacın eğilmesi ve yapraklarının çıkardığı sesler ya da kuşların ötüş şekilleri gibi görsel ve işitsel her şeyin Allah'ın tesbih (Allah'ın şanının yüceliğini anmak) edilmesi olarak algılandığı ve öyle düşünüldüğü görülmektedir. Bilgi düzeyi arttıkça insanlar etrafındaki ve uzaktaki (Uzay) yapıların niteliklerini çok daha fazla anladıkları zaman onlardaki oluşum yani "Yaratılış" unsurlarının asıl "Bağlı" oldukları yer ile nasıl "Her An" bir çeşit "İletişim" halinde olduklarını (Yaratıcısını nasıl Tesbih ettiklerini) çok daha somut bir şekilde anlayabileceklerdir.
Ayette inanmayan insanların bu duruma kibirlerinin ve Akıllarını işletmeyerek Şeytanın yönlendirdiği nefislerine uyup kendilerince uygun gördükleri şekilde sorumsuzca yaşam sürmelerinin ve "Ahirete" inanmamalarının neden olduğu ve bu yüzden Kur'an Ayetlerini okuduğunda Hz.Muhammed ile onların arasına "Gizleyici" bir "Örtü" çekilerek onların Ayetleri umursamalarına veya anlamalarına engel olunduğu ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık verildiği bildirilmektedir. Böyle bir duruma düşen insanların Kur'an'da Allah'ın birliği anıldığında canları sıkılmış bir vaziyette gerisin geri dönüp gittikleri belirtilmektedir. Yüce Allah bu insanların Hz.Muhammed'i dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zalimlerin: "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!" dediklerini çok iyi bildiğini; ayrıca Hz.Muhammed için ne türlü benzetmeler yaptıklarını, bu yüzden doğru yoldan saptıklarını ve artık doğru yolu bulamayacaklarını açıklamaktadır. Bu durum günümüzde de birçok insanlarca aynı şekilde yaşanmaktadır. Bu ve diğer Kur'an Ayetleri inanmamakta direnenler için önemli bir uyarıcı niteliği taşımaktadır.
Görüldüğü gibi Yüce Yaratan, o "Muhteşem Güç" tüm insanlardan böyle bir durumda olmamaları için kibirlerini aşıp Kur'an Ayetlerine az düzeyde de olsa ilgi göstermelerini ve Akıllarını işleterek "Yaratıcısını" anlamaya çalışmalarını beklemektedir.
Yaratılış ile ilgili bölümlerinde açıklandığı gibi, bu Evren ve Dünya ortamındaki "Her Şeyin" şu anda "Atom Altı Parçacıklar" olarak tanımlayabildiğimiz madde yapısının en alt unsurlarından meydana geldiği yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Söz konusu en alt veya en küçük unsurlar bir çeşit "Enerji" taşımaktadırlar ve bunların belli "Koşullara" göre ve belli "Zamanlarda" birbirleri ile "Etkileşimleri" sonucunda bizim madde dediğimiz yapılarını oluşturmaktadırlar. Evrendeki madde yapılarının en alt unsuru olarak bahsedilen "Enerjinin" ne zaman ve hangi diğer en alt unsur ile ne şekilde "Etkileşime" gireceği ve sonuçta birlikte ne tür bir "Yapıyı" meydana getireceği ve bu yapının ne şeklide varlığını sürdüreceği ve sonuçta hangi başka bir şekle dönüşeceği ile ilgili tüm değişim ve gelişimlerin her bir en alt unsurun taşıdığı "Enerjinin" bünyesinde "Hazır" olduğunu dikkate almak gerekmektedir.
Bu noktada sözü edilen "Enerjinin", aslında "Yüce Yaratan" tarafından “Tasarlanan" bir "Şeyi" oluşturmak ve bu oluşumları sürdürmek veya değişime uğratmak için birbirleri ile "İletişimi" ve "Etkileşimi" sağlamak üzere, Evrendeki en alt unsurların "Bünyelerine" bir şekilde "İndirilmiş" olduğunu (Halen yoğun olarak kullandığımız kablosuz bağlantılar gibi) söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu şekilde "Her An" yürümekte olan "Yaratılış", "Gelişim" ve "Gelişim" faaliyetini sağlayan "Enerji" ve onun sağladığı "İletişim" ve "Etkileşim" faaliyeti nedeniyle yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes ve her şey Allah'ın "Gerçek” ve "Tek Yaratan" olduğunu bir şekilde “Teyit” veya "Tesbih" etmektedir. Bu nedenle Allah'ı övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki, Yüce Allah “bildirdiklerinin” dışında, tamamen anlayabilmeleri için yeterli olmayacağını açıklamaktadır.
O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)
Buna göre insanların ulaşacakları bilgi birikimlerinin ve sahip olacakları olanaklarının “Yaratılmışların” her an yapmakta oldukları tesbihlerin "İlahi Niteliklerinin" Allah’ın Ayetlerinde bildirdikleri ile sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre insanlardan Ayetleri “anlayabilmek” için bilgi birikimlerini ve akıllarını kullanarak özellikle gayret göstermelerinin gerekli olduğuna işaret edilmektedir.
Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar yok mu, (51/7), (10/7)
İşte onların, kazanmakta oldukları yüzünden varacakları yer ateştir! (51/8), (10/8)
Yüce Allah'a ve "Tek Yaratan" olduğuna inanmayan ve Ayetlerinde insanlara iletmiş olmasına rağmen gaflete düşerek her şeyin bu Dünya hayatından ibaret olduğunu düşünüp bu hayata razı olan ve onunla rahat bulanların bu nedenle Dünya ortamından ayrıldıktan sonra varacakları yerin "Ateş" olduğuna işaret edilmektedir. Bu uyarı Kur'an da birçok Ayette ve birçok defa yapılmaktadır. Bu Ayetlerde "Ateş" olarak yapılan tanımlamalar ile, insanların bu inkarları sonucunda her şeyi "Yaratan" muhteşem bir "Gücü" tanımamaları ve bu şekilde Allah'la iddialaşarak meydan okumalarının sonucu olarak karşılaşacakları "Eziyet" simgesel olarak belirtilmektedir.
Nitekim bu konu ile ilgili Ayetlerde Allah’a ve Peygamberlerine inanmayanlara ölüm sonrasını anlayabilmelerine yardımcı olmak üzere, orada karşılaşacakları çeşitli durumlar canlandırmalar yapılarak açıklanmakta ve bu açıklamalar üzerinde düşünmeleri bütün insanlardan ve özellikle Allah’a inanmayanlardan beklenmektedir.
“Doğru iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. (51/48), (10/48)
De ki: "Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır, ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. (51/49), (10/49)
De ki: “Ne dersiniz? Allah'ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse. Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar!” (51/50), (10/50)
“Başınıza bela geldikten sonra mı Allah'a iman edeceksiniz, şimdi mi? Halbuki onu istemekte acele ediyordunuz?” (51/51), (10/51)
“Sonra o zulmedenlere, "Ebedi azabı tadın!" denilecek. Kazanmakta olduğunuzdan başkasının karşılığını mı bulacaksınız?” (51/52), (10/52)
"O bir gerçek midir?" diye senden haber istiyorlar. De ki: “Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz gerçektir ve siz âciz bırakacak değilsiniz.” (51/53), (10/53)
Zulmeden herkes yeryüzündeki bütün servete sahip olsa elbette onu feda eder ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez. (51/54), (10/54)
Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır, yine bilesiniz ki, Allah'ın vaadi haktır, fakat onların çoğu bilmez. (51/55), (10/55)
O hem diriltir hem de öldürür ve yalnız O'na döndürüleceksiniz. (51/56), (10/56)
Kur'an Ayetleri ile kendilerine iletilen "Gerçeklere" ve bu Ayetlerdeki uyarılara "İnanmayan" insanların, bu uyarıları hafife alarak ve kibirlenerek "İnkarcıların" görecekleri "Azap" ve diğer "Yaptırımlara" ait vaatlerin ne zaman olacağını Hz.Muhammed'e sorduklarına işaret edilmektedir. Allah, bu tür hafife ve alaya alma girişimleri karşısında görevini yerine getirmede yardımcı olmak üzere Allah'ın dilemesi dışında kendisine bile ne bir zarar ne de bir menfaat veremeyeceğini onlara bildirmesini Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
Ayrıca, her toplumun bir sonu olduğunu ve bu son geldiği zaman artık ne bir saat geri kalacağı ne de ileri gideceğini de hatırlatmaktadır. Aynı şekilde inanmayanların uğrayacağı takdir edilmiş olan "Azap" ve diğer "Cezaların" geceleyin veya gündüzün gelmesinin bir şeyi değiştirmeyeceği, bunun zamanını öğrenmelerinin kendilerine bir fayda sağlamayacağı ihtar etmekte ve asıl olanın ihtar edilen azaptan ve cezadan korkarak bir an önce davranışlarını düzeltmeleri olduğu açıklanmaktadır. Zira başlarına istemekte acele ettikleri bir bela geldikten sonra iman etmelerinin bir yararı olmayacağı, aldıkları öğütleri dikkate alarak "Şimdi" düşünüp iman etmeleri hatırlatılmaktadır.
Sevgili Peygamberimizin "Vahiy" olarak "Aldığı" ve topluma ilettiği Ayetlere ve bu Ayetleri "vahiy eden" Yüce Allah'a inanmak istemedikleri için özellikle "Azap" konusundaki uyarıların gerçek olup olmadıklarını soranlara, Ayetlerde açıklananların "Şüphesiz" gerçek olduğunu ve onların ve "hiçbir gücün" bunların gerçekleşmesini "Aciz" bırakamayacaklarını bütün insanlara iletmesi Hz.Muhammed'e önerilmektedir.
İnanmamakla öncelikle kendine "Zulmedenlerin" yeryüzündeki bütün servete sahip olsalar bile azaptan kurtulmak için onu "Feda" edecekleri ancak bunun azabı görmelerine mâni olamayacağı, için için "Yanacakları" yani "Pişman Olacakları" bildirilmektedir. Dünya ortamındaki yaşamlarında verdikleri kararlar ile Ayetlerde belirtilen azabı görecek olanların bu duruma "Kendilerinin" neden olmaları nedeniyle haklarında pişmanlığın fayda etmeyeceği, o inkarcılar ve diğer insanların her birisinin hak ettiklerini görecekleri ve aralarında "Adaletle" hüküm verileceği ve haksız yere onlara "Zulmedilmeyeceği" de ayrıca hatırlatılmaktadır. Allah'a ve ilettiklerine inanmayan veya inanmakta şüpheli olanlara, göklerde ve yerde olan her şeyin Allah'ın olduğu ve Allah'ın vaadinin mutlaka yerine geleceğinin bilinmesinin gerektiği, üzerinde düşünülüp yaşamları sona ermeden "Doğru Yola" ulaşabilmeleri için tekrar ve özellikle öğütlenmektedir. Fakat tüm bu uyarılara rağmen onların çoğunun bu gerçekleri kibirleri ve bencillikleri yüzünden bilmediklerine işaret edilerek insanlardan "Akıllarını" kullanıp "Dirilten ve Öldüren" Allah'a döndürüleceği gerçeğini görmeleri beklenmektedir.
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki: "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kafir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler. (52/7), (11/7)
Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek, mutlaka "Onun gelmesini engelleyen nedir?" derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır. (52/8), (11/8)
Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur. (52/9), (11/9)
Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti" der, çünkü o şımarıktır, kibirlidir. (52/10), (11/10)
Ancak sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir, işte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır. (52/11), (11/11)
Yüce Allah Evren Ötesinde Gerçek Ortam olarak tanımlanan "Arş Ortamda" yaratmış olduğu insanların bir süre "Kalacakları" bu Evren ve Dünya ortamını Arş Ortamına "Bağımlı" ve "Uyumlu" olarak uzunluğunu ve niteliklerini ancak "Kendisinin" bileceği "Altı Aşamada" veya "Zaman Biriminde" yarattığını hatırlatarak (Bu konuda Evren ve Dünyanın Yaratılışı bölümünde bilgi bulunmaktadır) insanlara ilettiği Ayetlere inanmayanların, kendilerine ölümden sonra "Diriltilecekleri" söylendiğinde bunun bir "Büyü" olduğunu söyleyeceklerini açıklamaktadır. Ayrıca inanmayanların bir özelliği olarak onlara inandıklarında azabı bir süreye kadar kaldırılacağı söylendiğinde de alaycı bir şekilde ve küçümseyip "Onun gelmesini engelleyen nedir?" diyerek "Allah'a" ve ilettiği "Gerçeklere" inanmamakta devam ettikleri bildirilmektedir.
Yüce Allah insanların yapılarında bulunan duygulara göre hareket ederek sahip oldukları ve hoşlandıkları şeylerden ve güzelliklerden ayrılmaları halinde "İyi ve Kötü" her şeyin "Allah’tan" geldiğini unutarak tamamen ümitsiz ve nankör olacaklarını ve kendilerine dokunan bir zarardan kurtulduktan sonra yine "İyi ve Kötü" her şeyin "Allah’tan" geldiğini unutarak bunun kendi eseri olduğuna inanıp şımarık ve kibirli olacaklarını hatırlatmaktadır.
Ayette bütün insanlara İyi ve kötü her şeyin Allah'tan geldiği özellikle hatırlatılmaktadır. Bunun nedeni Allah'ın lütfettiği "Akıl" ile "Donatılmış olan "Akıllı" insanların bu ortamda bulunurken Allah'ın "Halifesi" olarak yani Allah'ın namına ve adına iş ve işlem yaparken oluşturduğu "Etkileşimlerin" esasen Evren’in yaratılması “aşamasında” Allah tarafından tasarlanmış ve hazırlanmış bir “Karşı Tepkisinin” bulunmasıdır. Buna göre bu Evren ve Dünya ortamın var olması ve sürdürülmesi, Ayetlerde “Allah’ın Kanunları” olarak ta belirtilen bu "Düzen" ve "Kanunlar" çerçevesinde ve oluşan herhangi bir “Etkinin” mutlaka bir "Tepki" ile etkileşimi sayesinde mümkün olmaktadır.
Örneğin bir konuda aklını kullanıp çok çalışarak bir başarı elde edilmesi insanı sevindirmektedir. İnsanın bu sevinci yaşarken kendisinin başarısı olarak hoşlanacağı şeyler elde etmesi ya da elde ettiği şeyin kendisinin neden olduğu veya başka etkenlere bağlı olarak kaybedilmesi halinde, bu olanların Allah tarafından tasarlanıp yürütülen Evrenin "Düzeni" ve "Kanunları" çerçevesinde yapmış olduğu “etkilere” karşı meydana gelen bir "Tepkinin" sonucu olduğunu kendisine "Yaratılışında" bahşedilen "Akıl" ile idrak etmesinin gerektiği hatırlatılmaktadır. Buna göre insanlardan kendisine bahşedilen “Aklını” kullanarak elde ettikleri için bu “Aklı Bahşedeni" hatırlayıp O'na teşekkür etmesi ve kaybettikleri için de yine kendisine bahşedilen “Aklını” kullanarak "Sabretmesi" ve bu durumdan kurtulmaya çalışması beklenmektedir. Böylece elde edilenleri kendisine mal ederek “Şımarmaması” ve özellikle de "Kibirlenmemesi”, aynı şekilde kaybedilenler için de ümitsizliğe düşmemesinin ve karşılaşılan her durumda “Aklını” kullanmasının gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu gibi "İnanmayanlara" ölüm sonrasında kendilerine "Azap" geldiğinde bir daha ondan kurtulamayacakları ve alaya aldıkları şeylerin çepeçevre onları "Kuşatacağı" ihtar edilmekte ve onlardan bu gerçekleri Dünya ortamındaki yaşamlarında dikkate almaları beklenmektedir. İnanmayanların bu tutumlarındaki inatlarının sahip oldukları ve "Akıllarını" işletmedikleri için kurtulamadıkları "Şımarık" hallerinden ve "Kibirlerinden" kaynaklandığı belirtilmekte ve Akıllarını kullanarak başlarına gelenlere sabreden ve güzel işler yapanların böyle olmadıkları ve onlar için bir bağış ve büyük bir mükafat bulunduğu bildirilerek Allah'a inanma konusunu bir defa daha düşünmeleri önerilmektedir.
Dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen! Sen mutlaka bir mecnunsun!" (54/6), (15/6)
"Eğer doğru söyleyenlerden idiysen, bize melekleri getirmeliydin." (54/7), (15/7)
Biz melekleri ancak hak ile indiririz, o zaman onlara mühlet verilmez. (54/8), (15/8)
Muhammed'e bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı. (55/8), (6/8)
Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. (55/9), (6/9)
Hz.Muhammed'in "İnsanlara" ilettiklerinin içerikleri ve anlamları üzerinde düşünmeyip "Anlamaya" çalışmamaları nedeniyle, bunların bir "İnsan" tarafından söylenmesini kabul edemeyenlerin, onun aklının başında olmadığını (Mecnun) ileri sürdüklerine işaret edilmektedir. Ancak "Olağanüstü" şeylerin karşısında "İtaat" veya "İnanma" eğiliminde olan bu insanların, kendilerine iletilenlerin içeriklerininve derinliklerinin bir "İnsan" tarafından söylenmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle de bunların ancak "Melekler" tarafından iletilmelerinin mümkün olduğunu düşündükleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle kendilerine söylenenlere ancak Melekler tarafından iletilmiş olması halinde inanabileceklerini söyleyip Hz.Muhammed'e inanmadıkları açıklanmaktadır.
Burada inanmayanların Hz.Muhammed'den getirmesini istedikleri "Melekleri", Hz.Muhammed'e "Vahiy" eden ve ilgili Ayetlere göre Yüce Yaratan'ın bu Evren ve Dünya ortamının yaratılması, sürdürülmesi ve sona erdirilmesi ile ilgili "Tasarruflarını" yürüten ve gerçekleştiren "Güçler" olarak değil, fakat sadece gözleri ile "Görebilecekleri" ve de özellikle "İnsan Üstü" bir varlık olarak hayal ettikleri anlaşılmaktadır.
O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh her iş için iner dururlar. (25/4), (97/4)
Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. (43/1), (35/1)
Görüldüğü gibi inanmayanların Hz.Muhammed tarafından iletilen Ayetlere ancak kendilerinin "Hayal Ettikleri" ve "Görebilecekleri" varlıklar tarafından "Doğrudan" ve bir "Mucize" olarak iletilmesi halinde inanabileceklerini ileri sürdükleri açıklanmaktadır. Buna bir örnek olarak kendisine inanmayıp ondan yüz çevirenleri, daha önceki dönemlerde inanabilmeleri için "Meleklerin İndirilmesi" gerektiğini bahane ederek, onun için Peygamberleri tarafında kendilerine gönderilenleri inkâr ettiklerini ileri süren ve bu yüzden cezalandırıldıkları açıklanan Ad ve Semud toplumlarının başına gelenler ile uyarması Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: “İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!” (61/13), (41/13)
Peygamberler onlara önlerinden ve arkalarından gelerek: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyin” dedikleri zaman, "Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz" demişlerdi. (61/14), (41/14)
Ancak Yüce Allah, Meleklerin ancak "Kendi İradesini" yürütmek için "İneceklerini" ve onlar "İndirildiği" zaman artık hiçbir şey için zaman olmayacağını, özellikle inanmayanlar ile ilgili iradesi gerçekleştiğinde esasen artık her şeyin "Sona Ermiş" olacağını bildirmektedir.
Bu Ayet ile ilgili olarak Mustafa İslamoğlu tefsirinde özet açıklama yapılmaktadır.
"Biz melekleri ancak ve ancak hakikatin gerçekleşmesi için indiririz. Yani kesin bir hakikat için, cezayı kesmek için indiririz. Veya kestiğimiz cezayı infaz etmek için. Yani biz melekleri onların keyfine göre indirmeyiz diyor ayet. Onlar isterdi diye melek indirecek değiliz. Biz melek indireceksek bizim belirlediğimiz bir görevi yapmak için indiririz. Eğer dedikleri gibi olsaydı o zaman da onlar için asla erteleme olmazdı. Onun için ayetin bu son cümleciğinden dolayı burada ki elhakk’ı, kesilen cezanın infazı biçiminde anlamak doğru olur."
https://kurantefsir.wordpress.com/2012/02/10/islamoglu-tef-ders-hicr-014-4483/
Günümüzde yaşayan bazı inanmamış insanlar da ancak "Görebildikleri" şeylere inandıklarını, göremediklerine ve böylece "Yaratana" ve Allah'ın yaratmış olduğu diğer varlıklara da (Melekler) bu nedenle inanmadıklarını ileri sürmektedirler. Bu durumda olan insanların kendi "Benlikleri" ile taşıdıkları duygu ve düşünceleri üzerinde "Düşünmeleri" gerekmektedir.
Rablerinin ayetlerinden onlara bir ayet gelmeyedursun, o ayetlerden ille de yüz çevirirler. (55/4), (6/4)
Gerçekten onlar, kendilerine hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir. (55/5), (6/5)
Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık. (55/6), (6/6)
Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkar ediciler: “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir,” derlerdi. (55/7), (6/7)
Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri şey kuşatıvermişti. (55/10), (6/10)
De ki: “Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!” (55/11), (6/11)

Ayetlerde belirtildiği gibi inanmamakta ısrar eden insanların genel bir özellikleri olarak, Kur'an Ayetlerinin kendilerine iletilmesi veya okunması halinde mutlaka o Ayetlerden yüz çevirdiklerine dikkat çekilmektedir.
Dünya ortamında yaşamaya başlamalarından itibaren "Benliklerinde" bulunan "Kibir" duygusunun etkisinden kurtulamayan bazı insanlar, çağlar boyunca Peygamberler tarafından kendilerine iletilen Allah'ın öğüt ve önerileri karşısında bunların "Gerçekliklerine" inanmamışlardır. Bu durum günümüzde de devam etmekte ve insanların çoğunluğu söz konusu öğüt ve önerilere "Kibir" duygularının etkisi altında kalarak "Akıl" kullanma gibi çok değerli bir nitelik taşımalarına rağmen hiçbir araştırmaya gerek duymadan "İnanmamakta" ve onlardan yüz çevirmektedirler.
Allah, inanmamakta devam eden insanların "Kibirlerinin" onları nasıl ve ne derece etkilediğini insanlara göstermek üzere, şayet doğruları ve gerçekleri (Hak) açıklayan "Kur'an’ı" yazılmış bir kitap olarak indirmiş ve onların bu kitabı elleriyle tutmuş olsalar bile yine de inkar edeceklerini ve “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir,” diyeceklerini Hz.Muhammed'e ilettiğini açıklamaktadır. Bu nedenle insanların "Kibirlerini" fark ederek etkisinden kurtulmaları, böylece Kur'an’ı ve "Yaratıcıyı" inkâr ederken defalarca düşünmeleri gerektiğine işaret edilmektedir. Ayrıca, geçmişte olduğu gibi bütün insanlara "Yaratan" ve "Yaratılışları" ile ilgili doğruları ve gerçekleri (Hak) açıklayan "Kur'an’ı" inkâr edip yalanlayanlar ve alay edenler için Allah'ın Ayetlerinde bildirdiği haberlerin, (Yani kıyamet ve ahiret azabını ya da azaplar ve felâketlerin) daha dünyada yaşarken (Yakında) veya ahirete gittikleri zaman başlarına geleceği açıklanmaktadır.
Yüce Yaratan Hz.Muhammed'e ondan önceki Peygamberlerle de alay edildiğini, bu yüzden Peygamberlerle ve onların ilettikleri Allah'ın öğüt ve önerileri ile alay edenleri alay ettikleri şeyin (Azabın) kuşatıverdiğini bildirmekte ve daha önce kendilerine verilen ve bolluk içinde yaşamaları sağlanan nice nesillerin de "İnkar Ederek" işledikleri günahlar sebebiyle helâk edildikleri ve onların yerine başka nesillerin getirildikleri (Yarattığını) hatırlatmaktadır.
Yüce Allah, gönderdiği öğüt ve önerileri inkâr eden ve Peygamberlerini yalanlayan toplumların sonlarının nasıl olduğunu anlamaları için Hz.Muhammed'in insanlara yeryüzünde dolaşarak onlardan "Kalanları" görmelerini söylemesini bildirmektedir. Böylece bütün insanlardan öncekilerin sonlarından "İbret Almaları", kendilerine iletilen "Gerçekler" üzerinde "Akıllarını İşleterek" düşünmeleri, ona göre davranışlarına "Doğru" bir yön vermeleri ve "Yaratanın" inkâr edilmesi halinde karşılaşılacak olan bu tür hatalardan kaçınmaları beklemektedir.
Ayetlerde yer alan ve özetle "Azap" veya "Helak" olarak tanımlanan bir tür cezalandırılma olaylarının, günümüzde yaşayan insanlar açısından "Doğa Olaylarından" ziyade toplum yaşamlarında dengelerin bozulması, sağlık sorunları, huzursuzluk, tatminsizlik, kargaşa, isyan, fakirlik vb. gibi olumsuzluklar şeklide görüleceği söylenebilir.
Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor, "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar. (55/12), (6/12)
Gecede ve gündüzde barınan her şey Allah'ındır. O her şeyi işitendir, bilendir. (55/13), (6/13)
Allah, inanmayıp inkâr edenlerin cevaplanmasında ne kadar çaresiz olduklarını görmeleri için Hz.Muhammed'in inkarcılara "Göklerde ve Yerde Olanların" kime ait olduklarını sormasını ve bu sorunun tek ve kesin bir cevabı olduğu için hemen arkasından da kısa ve net bir şekilde “Allah’ındır” şeklinde cevap vermesini istediğini bildirmektedir. Böylece İnkâr Edenler, her gün gördükleri Evren'i oluşturan "Yıldızların" ihtişamını ve Dünya üzerindeki muhteşem varlıkların nasıl meydana geldiklerini "Düşünmeye" ve onların bir "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olduğunu "Anlamaya" yönlendirilmektedir.
Yüce Allah insanlara sonsuz "Merhameti" etmeyi "Kendisine Farz Kıldığını" belirtmektedir. Yüce Allah bu ifade ile, kendisinin "Halifesi" olarak yaratmış olduğu insanların benliklerine yerleştirmiş olduğu "Akıl" unsurunun çalıştırılması ile onların bu "Gerçekleri" anlayabileceklerini, Şeytan tarafından etki altına alınan ve "İnkâr Eden" insanların da "Akıllarını" kullanarak "Göklerde ve Yerde Olanların Yaratıcısının ve Sahibinin Allah Olduğunu" bulabileceklerini, bu nedenle Peygamberler aracılığı ile bu "Gerçekleri" anlamalarını sağlamak üzere bütün insanlara "Merhamet" ettiğini açıklamaktadır.
Öte yandan, "Göklerde ve Yerde Olanların Yaratıcısı ve Sahibi" olarak "Varlığında şüphe olmayan" kıyamet gününde insanları mutlaka toplayacağını da özellikle belirtmekte ve bu bunlara inanmayanların kendilerini ziyana sokanlar olduğuna bütün insanların dikkatlerini çekmektedir. Yüce Yaratan Göklerde ve Yerde (Evrende) olan her şeyin onların "Yaratıcısı" olarak "Kendisine" ait olduğunu belirttiği gibi yine "Yaratıcısı" olduğu bütün zamanların ve bütün zamanların içinde durup yaşayan her şeyin de "Kendisine" ait olduğunu ve her şeyi işittiğini ve bildiğini açıklamaktadır.
Buna göre insanlardan yapılan bu açıklamalar üzerinde "Akıllarını Kullanarak" düşünmeleri ve Yüce Allah'ın "Tek Yaratan ve Her Şeyin Sahibi" olduğunu, hiçbir kimsenin açık ve gizli söz ve fiillerinin o Yüce Yaratıcıya gizli kalmayacağını "Anlamaları, diğer bir ifade ile "İnsan Olmaları" beklenmektedir.
Onların, ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen!.. (55/27), (6/27)
Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir, zira onlar gerçekten yalancıdırlar. (55/28), (6/28)
Bu Ayetlerde "İnanmayan" insanların ölüm sonrasındaki "Kıyamet" ortamında karşılarında "Ceza" olarak kendilerini bekleyen "Ateşi" gördüklerinde pişman olacakları ve kendilerine yaşarken iletilmiş olan Allah'ın öğüt ve önerilerini (Ayetlerini) yalanlamayan insanlar olabilmeleri için Dünya ortamına geri gönderilmelerini dileyecekleri açıklanmaktadır. Ancak, "Hayat bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz." diyerek kendilerine iletilen "Gerçeklere" inanmayanların pişmanlık duyup "Geri Dönmelerini" istemelerinin bir faydası olmayacağına ve mümkün bulunmadığına işaret edilmektedir. Zira bu insanların, yaşarken "Akıllarını" kullanmayıp "Kibirlenerek" kendilerine iletilen "Gerçeklere" inanmamakla esasen "Yalancı" olduklarını; "Geri Gönderilseler" bile benliklerinde oluşturdukları "Sabit Fikir" nedeniyle inançsızlıklarını değiştirmeyeceklerini ve yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerini Hz.Muhammed'e bildirerek görevini yaparken bu gibilerin durumlarını dikkate alması gerektiği hatırlatmaktadır.
Buradaki "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" şeklindeki "Pişmanlık" ifadelerinden, insanların Dünya ortamında yaşarken beden yapılarında yer alan "Beyinlerinde" deneyimledikleri "Benliklerinin" ve sahip oldukları "Bilinçlerinin", ölüm sonrasında "Dünyadaki" beden yapılarına benzer fakat "Gerçek Ortam" koşullarına göre "Kıyamet" zamanında "Yeniden Diriliş" ile "Var Edilecek" olan "Yeni Beden Yapılarında" devam edeceği anlaşılabilmektedir.
Ayetlerde Ölüm sonrası ortamlarda karşılaşılacak deneyimler ile ilgili olarak yapılan bu ve benzeri canlandırmaların anlaşılabilmesi için insanların ilk "Yaratılması" ve buna bağlı "Gelişmelerin" özet olarak belirtildiği "İnsanın Yaratılışı ve Sonu" bölümünde yer alan açıklamaların incelenmesi gerekmektedir.
Onlar, "Hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz." demişlerdi. (55/29), (6/29)
Rablerinin huzuruna getirildikleri zaman sen onları bir görsen! Allah: “Bu hak değil miymiş?” diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler.
Allah da “Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!” diyecek. (55/30), (6/30)
Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki "Dünyada iyi amelleri terketmemizden dolayı vah bize!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! (55/31), (6/31)
Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? (55/32), (6/32)
İnsanların bu Dünya ortamında yaşarken deneyimledikleri "Ruhlarının" ölüm sonrasında gerçek ortamda yeniden "Diriltildiklerinde" devam ettiği bütün "Akıllı" insanlara yeniden hatırlatılmaktadır. Dünya yaşamlarında iken "Hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz bir daha da diriltilecek değiliz." diyerek Allah'ı ve Allah'ın Ayetleri ile işaret ettiği bütün "Yaratılışları" inkar edenlere Allah'ın huzuruna getirildiklerinde yeniden diriltilme doğru olup olmadığının sorulacağı ve onların da Dünya yaşamlarındaki inkarlarını "Hatırlayacakları" ve bu "Bilinçle" içinde bulundukları "Gerçeklik" karşısında çaresizlik içinde ve pişmanlık duyarak "Rabbimize ant olsun ki evet!" diyecekleri açıklanmaktadır. Yüce Allah inkâr edenlerin ve Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanların gerçekten ziyana uğrayacaklarını, ansızın gelecek olan "Kıyamet" zamanında (Gerçek Ortamda) yeniden diriltildiklerinde "Pişmanlık" duymalarının onlara bir fayda sağlamayacağı ve onların inkarlarından dolayı azap çekecekleri kesin bir şekilde bildirilmektedir.
Bu nedenle halen yaşamakta olan ve "Kibirlenerek" Allah'ın varlığı ve tek yaratıcı olduğu "Gerçeklerine" inanmamakta ısrar eden insanlardan "Yüklendikleri" şeyin ne kadar "Kötü" olduğuna işaret edilerek bu "Uyarıları" dikkate almaları ve ona göre karar ve davranışlarını gözden geçirmeleri beklenmektedir. İnsanlara ölüm ve sonrası ile ilgili olarak iletilen "Gerçekler" dikkate alındığında Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğu ve ancak Allah'a ve Allah'ın öğrettiği "Gerçeklere" inanan (Muttaki) insanlar için ölüm sonrasının çok daha güzelliklerle ve huzurla dolu (Hayırlı) olduğu bir defa daha hatırlatılarak insanlara "Akıllarını" kullanmaları ve onlara iletilenleri "Anlamaları" öğütlenmektedir.
Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! dediler. De ki: Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler. (55/37), (6/37)
Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır.
Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler. (55/38), (6/38)
Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir. (55/39), (6/39)
De ki: "Ne dersiniz; size Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse size, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz " (55/40), (6/40)
Bilakis yalnız Allah'a yalvarırsınız. O da kendisine yalvardığınız belayı dilerse kaldırır; ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. (55/41), (6/41)
De ki: "Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir!"
Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar! (55/46), (6/46)
De ki: “Söyler misiniz; size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur?” (55/47), (6/47)
Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler. (55/48), (6/48)
Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. (55/49), (6/49)
De ki: “Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum.
Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” De ki: “Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (55/50), (6/50)
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost ne de bir aracı vardır; belki sakınırlar. (55/51), (6/51)
Bir "İnsan" olan Hz.Muhammed'in Allah tarafından Ruhsal Bedeninde "Hissettirerek" ilettiği bazı öğüt ve önerileri (Vahiyler) almasını ve bunları yaşadığı toplumun insanlarına iletmesini "İmkansız" bir durum olarak değerlendiren ve böyle bir şeyin ancak "İnsan Üstü" niteliklere sahip olunması halinde mümkün olabileceğini düşünen toplumundaki insanların, gönderilenlere inanabilmeleri için Hz.Muhammed'in onlara Allah'tan bir "Mucize" indirmesini istedikleri anlaşılmaktadır.
Yüce Allah, Evren olarak adlandırdığımız ve yeryüzünün de içinde bulunduğu bu "Devasa" madde ortamının "Yaratıcısı" olarak her türlü "Yaratılmanın" ve "Değişimlerin" temelini oluşturduğu Atom Altı Parçacıklar üzerinde insanların sahip oldukları bilgi ve deneyimleri ile açıklamalarının mümkün olmadığı her türlü tasarrufta bulunabileceğini; yani "Mucize" olarak tanımlayabildiğimiz görüp algılayabildiğimiz her şeyi dilediğinde ve istediği biçimde her an değiştirebileceğini bütün insanlara hatırlatmaktadır.
Bu "Gerçek" durumun ancak kendilerine "Akıl" verilen ve bu Aklı kullanabilen insanların kendilerine iletilenleri merak ederek inceleme yapmaları halinde ve "İzin Verildiği" kadarı ile bilinebileceğine, fakat insanların "Çoğunun" bilgilerini bu şekilde kullanmamaları nedeniyle bu "Gerçekleri" bilemeyeceklerine dikkat çekilmekte ve İnsanlardan "Akıllarını" kullanarak etrafındaki her şeyi incelemeleri istenmektedir. Sadece bir örnek olarak yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsinin ancak insanlar gibi topluluk olduklarına dikkat çekilmekte ve bunlar üzerinde araştırma yapılması halinde birçok "Mucize" görebileceklerine işaret edilmektedir.
Yüce Yaratan, Ayette "Kitap" olarak değindiği yeryüzündeki "Yaşam" ile ilgili olarak hiçbir şeyi eksik bırakmadığını, sonuçta hepsinin toplanıp onları "Yaratmış" olan "Rablerinin" huzuruna getirileceklerini açıklamaktadır. Buna göre inkâr edenlerden bu örnekler üzerinde araştırmalar yaparak "Neyi" inkâr ettikleri üzerinde düşünmeleri ve "Yaratılış" ile ilgili "Gerçekleri" anlamaya çalışmaları beklenmekte, aksi takdirde Ayetleri yalanlayanların "Karanlıklar" içinde kalmış sağır ve dilsizler gibi olacakları bildirilmektedir.
Burada Yüce Allah'ın kimi dilerse onu şaşırtacağı ve dilediği kimseyi de doğru yola ileteceği hatırlatılmakta ve insanların ancak kendilerine iletilen "Gerçekleri" anlamaları ve onların sahibi olan Yüce Yaratan'ı hissedip O'na "İnanarak" teslim olmaları halinde onları "Doğru Yola" iletmeyi "Dileyeceği" insanlar olabilecekleri, inanmayanların da "Şaşırtmayı" dileyeceği insanlar olacakları yeniden bütün insanlara bildirilmektedir.
İnanmayanlara bir başka örnek olarak Yüce Allah Hz.Muhammed'den onlara, doğru sözle cevaplandırılmak üzere, Allah'ın azabı gelse veya o kıyamet gelip çatıverse Allah'tan başkasına mı yalvaracaklarını sormasını istediğini ve onların da çaresizlik içinde ve bilakis yalnız Allah'a yalvaracaklarını söyleyeceklerini bildirmektedir. Bu tür davranışın günlük hayatımızda karşılaşılan çok çeşitli olumsuzluklar için de geçerli olduğu biraz düşünüldüğünde görülebilmektedir. Nitekim İnsan ne kadar inkâr ederse etsin karşılaştığı bir felaket veya büyük bir olumsuzluk karşısında ister istemez "Yaratıcısını" hatırlamakta ve Allah'tan "Yardım" istemektedir. Bu durum Allah'ın bu ortamda yaşamasını "Takdir Ettiği" bütün insanların Ruhlarını "Soylarından Çıkararak" Gerçek Ortamdaki toplaması sırasında onlara sorduğu "Ben Rabbiniz Değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Şahit Olduk" cevabı ile ilgilidir. İnsanlar bu ortamda kibirlenerek kendine lütfedilen "Akıl" unsurunu kendi küçük anlayışları doğrultusunda kullanıp "Yaratıcısını" inkâr etse bile, böyle durumlarda elinde olmadan Yaratıcısına "Sığınmaktan" kaçınamamaktadırlar. Yüce Allah, böyle düşünenler de dahil olmak üzere insanların kaldırılması için kendisine yalvardıkları belayı "Dilerse" kaldıracağını ve onların artık ortak koştukları şeyleri unutarak doğru yola döneceklerini bildirmektedir. Yüce Allah "Dilemediği" sürece inanmayanların kendilerine iletilen "Gerçekler" karşısında kulaklarını sağır, gözlerinizi kör eder ve kalplerini de mühürlerse onları bu durumdan geri dönmelerinin ancak yine "Allah’ın Dilemesi" ile mümkün olacağını, bunları geri verebilecek başka bir tanrının (Gücün) bulunmadığını Allah ile ilgili açık ve anlaşılır bir "Delil" olarak açıkladığını bildirmekte ve buna rağmen hala gerçeklerden yüz çevirenleri bir defa daha "Uyarmaktadır". Ayetlerde yapılan açıklamalarla karşılaşılan "Belayı" kaldırmasını "Dilemesi" için Yüce Allah bütün insanları ve özellikle inkâr edenleri kendilerine iletilen öğüt ve önerileri dikkate alarak davranış ve anlayışlarını ona göre değerlendirmeye ve "Yaratan" ile ilgili olarak "Düşünmeye" davet etmektedir.
Bu açıklamalar ile ilgili olarak Yüce Allah bütün insanlara, Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse ancak "Allah'ı" inkâr ederek "Zalim" olan toplumun helâk olacağını, bu duruma düşülmemesi için müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdiği "Peygamberlerine" kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku olmayacağını ve onların üzüntü de çekmeyeceklerini açıklamaktadır.
Öte yandan Ayetlerini yalanlayanların yoldan çıkmalarından dolayı azap çekeceklerini insanlara anlatmasını bir "Görev" olarak Hz.Muhammed'den istediğini bildirmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed'in bu görevi yapması nedeniyle Allah'ın hazinelerinden kendisine verilmediğini, bilinmeyenleri de (Gaybı) bilmediğini, kendisinin bir "Melek" olmadığını, sadece vahyolunana uyduğunu toplumuna iletmesinin ondan istendiği açıklanmakta ve Hz.Muhammed'in insanlara “Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz" diye sorarak onları bütün bu iletilenler üzerinde "Düşünmeye" yönlendirmesi istenmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara ilettiği "gerçekleri" dikkate alıp okuyarak onların en doğru (Hak) olduğunu "bilenler" ile bunlara aldırmayıp "kör" kalanlar gibi olmadıklarını ve bunu ancak "Akıl" sahiplerinin anlayabileceğini özel olarak açıklamaktadır.
Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse kör kimse gibi olur mu? ancak akıl sahipleri anlar. (96/19), (13/19)
Buna göre Dünya ortamında yaşayacak olan "Son İnsana" kadar bütün insanların bu uyarılar ve yönlendirici açıklamaların üzerinde düşünerek Allah'a "Teslim Olmaları" beklenmektedir.
Yüce Allah, ölümlerinden sonra Rablerinin (Allah’ın) huzurunda toplanacaklarından korkanları, bir diğer ifade ile Hz.Muhammed'in ilettiği Kur'an Ayetlerine inanmamalarına rağmen inananlar gibi ölümden sonraki hayat inancını benimseyen önceki "Vahiylerin" mensuplarını (Yahudiler ve Hristiyanlar gibi) ve bu konuda kesin bir inanca sahip olmamakla birlikte ölümden sonraki hayatın olabileceğini kabul eden bilinmezcileri (agnostics) Kur'an Ayetleri ile uyarmasını ve onlara "Rablerinden" başka ne bir dost, ne de bir aracı olmadığını hatırlatmasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Böylece Kur’an Ayetlerine inanmamakla beraber ölüm sonrasını "düşünen" ve buna göre "Allah" hakkında belirsiz bir anlayışa sahip olanların bu uyarılarda etkilenerek tamamen "İnkar" yoluna gitmekten sakınabileceklerine dikkat çekilmektedir.
Buna göre inanmayanların, "Yaratanı" idrak edebilmelerinin ve "Allah'a” yönelebilmelerinin yol göstericisi olarak, ölüm sonrasını düşünmeye davet edildikleri söylenebilir.
Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (55/60), (6/60)
O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler. (55/61), (6/61)
Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız Allah'ındır ve O hesap görenlerin en çabuğudur. (55/62), (6/62)
Yüce Allah insanların günlük yaşamlarında fark etmedikleri ve çok doğal olarak deneyimledikleri konulara dikkatlerini çekmekte ve özellikle "İnanmayan" insanları "Varlığının" bir "Delili" olarak bunların üzerinde düşünmeye yönlendirmektedir. Örnek olarak uyku halinin bir anlamda "Ölüme" benzediği ve uyanmanın da bir çeşit "Diriliş" olduğuna dikkat çekilmektedir. Allah'ın takdir edip bu ortamda "Yaratmış" olduğu bütün "Canlılar" açısından "Düzenlediği" yaşam koşullarından olan bu durum örnek gösterilerek, ölüm sonrasında yeniden dirilişinin bir "Gerçek" olduğu yaşamı boyunca her gün tekrar tekrar Akıllı İnsanlara hatırlatılmaktadır.
Her türlü "Yaratılışı" gerçekleştiren Yüce Allah böylece bu ortamdaki bütün canlılar için her an deneyimlemekte oldukları "Yaşam Düzeninin" sahibi ve düzenleyicisi olduğunu, bütün canlıların ve doğal olarak bütün insanların "Ecelleri" tamamlandığında (Ölüm Sonrasında) Allah’a "Döneceklerini", kendilerine "Akıl" verilmiş olan insanların gündüzün ne yaptıklarını "Bildiğini" ve sonunda onlara yaptıklarını haber vereceğini kesin bir şekilde açıklamaktadır. Böylece Yüce Yaratan, yarattıklarının (Kullarının) üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibi olduğunu, insanlara "Akıllarını" kullanmalarında yol göstermek ve onları "Doğru Yola" ulaştırıp yanlış yapmalarını önlemek üzere Uyarıcılar (Koruyucular) gönderdiğini, nihayet ölüm geldiğinde vazifelerinde kusur etmeyen elçilerinin (Görevli Meleklerin) onun canını aldıklarını, sonra insanların gerçek sahipleri olan Allah'a döndürüleceklerini ve insanlardan buna göre davranmalarını beklediğini bildirmektedir.
Yüce Allah bu açıklamaları ile hükmün yalnız O’na ait bulunduğunu ve Allah'ın hesap görenlerin en çabuğu olduğunun hatırdan çıkarılmaması gerektiğini "Bütün" insanlara işaret etmekte ve "Allah'ı" inkâr edenlerin de "Akıllarını" işleterek kendilerine "İletilenler" üzerinde düşünmelerini ve inanmamalarını dayandırdıkları hususlar ile karşılaştırmaları halinde "Gerçeklere" ulaşabilecekleri açıklanmaktadır.
De ki: "Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır ki? O'na gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız" diye dua edersiniz." (55/63), (6/63)
De ki:” Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız.” (55/64), (6/64)
De ki: "Allah'ın size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz! (55/65), (6/65)
Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil değilim." (55/66), (6/66)
Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz. (55/67), (6/67)
Yüce Yaratan'ın insanların Ruhlarına "Arş" ortamında "Yerleştirdiği" bütün soyut "Olumlu" duygulara ve bu yapıya Allah'ın "İzni" ile Şeytan olarak adlandırılan "Melek" tarafından eklenen (Şeytan konusunda Melekler ile ilgili bölümlerde daha açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır) diğer bütün "Olumsuz" dürtü ve duygulara göre bu Dünya ortamındaki yaşamlarını sürdürdükleri bu konulardaki Ayetlerde açıklanmaktadır. Ayetlerden ayrıca Dünya ortamının "Akıllı" insanların burada yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olan bitki örtüsünü ve diğer canlıları kapsayan bütün unsurları ile "Hazırlandığı" anlaşılmaktadır.
Buna göre, "Akıllı" insanların yeryüzünde yaşamaya başlamalarından (indirilmesinden) önce Dünyada hayatın başladığı ve Akıllı İnsanların bu ortamdaki yaşamlarında "Kullanacakları" bedensel yapısının “canlılar” olarak sınıflandırılan türlerden "Evrimleşerek” hazırlandığı ve "İlk İnsansılar” olarak tanımlanan bu yapıların bu süreçte devamlılıklarını sağlamak üzere beslenme, barınma, korunma ve üreme gibi "içgüdüsel" davranış biçimlerini "Geliştirdikleri" söylenebilir.
Dünyada hayatın başlamasından itibaren bütün yaşam formlarının hayatta kalabilmeleri ve yaşamlarını sürdürebilmeleri ve türlerinin devamı için Tek Yaratan Allah tarafından "İlk Yaratılışlarında" beslenme, barınma, korunma ve üremelerini sağlamak ve sürdürmek üzere bünyelerine yerleştirilen ve "içgüdü" olarak tanımlanan davranış biçimlerini "Geliştirdikleri" Bilimsel çalışmalar ile kanıtlanmış bulunmaktadır.
Nitekim Evren ve Dünya ortamındaki bu gelişim (Evrimleşme) sürecinin tüm yaşam formları için aslında halen devam etmekte olduğu ifade edilmektedir. Canlıların bu "içgüdüsel" davranışları ile karşılaştıkları tehlikelere karşı durabildikleri ve kurtulmaları için çaba gösterdikleri ve bu çabanın yeterli olmaması durumunda yaşamlarını yitirdikleri bu ortamdaki her türlü canlılar için her an gözlenebilmekte ve bu konularda "Akıllı İnsanlar" tarafından sayısız "Belgeseller" yapılarak bütün insanların "Bilgi Birikimlerine" eklenmektedir. Buna göre bir "içgüdüsel" davranış olarak "Bir Arada" yaşam sürdürmekte olan "İnsansı" bedenlerde olduğu gibi "Akıllı" insanların da "Anlayamadığı" bir ortamda "Tek Başına" kalmaları halinde, büyük bir "Korku" yaşayacağına ve "içgüdüsel" bir davranış olarak bilemediği tehlikelerle karşılaşacağını düşünerek bu durumdan kurtulabilmelerine "Çare" arayacaklarına işaret edilmektedir.
Bu duruma bir örnek olarak karanın ve denizin karanlıklarında kalan insanların karşılaşacakları ve ne olduğunu bilemedikleri "Tehlikeler" nedeniyle korku ve endişe hissedecekleri bildirilmekte ve Hz.Muhammed'e insanı böyle bir durumdan "Kimin" kurtarabileceğini inanmayanlara sormasını önermektedir. Çünkü bu durumda kalan insanların hangi inançta veya inançsızlıkta olursa olsunlar, Gerçek Ortamdaki Ruhlarının "Toplantısında" onlara sorulan "Ben Rabbiniz Değil miyim?" sorusuna "Evet, Şahit Olduk" cevabını vermiş olduklarını "Hatırlayacaklarına" ve ister istemez Yaratıcısına "Sığınmaktan" kaçınamayacaklarına ve Allah'a gizli gizli yalvararak "Eğer bizi bundan kurtarırsan ant olsun şükredenlerden olacağız" diye dua edeceklerine işaret edilmektedir.
Bir diğer örnek olarak Allah'ın insanlara üstlerinden (gökten) veya ayaklarının altından (yerden) bir azap (Tufan, deprem gibi) göndermeye ya da insanları birbirlerine düşürüp birbirlerine (Kiminin Kiminize) hıncını tattırmaya gücünün yeteceğini Hz.Muhammed'in insanlara hatırlatması istenmektedir. Bu hatırlatması ile Allah, Doğa Olaylarında olduğu gibi, toplum fertleri arasında veya toplumlar arasındaki görüş farklılıkları ve anlaşmazlıklar için Akıllarını" kullanmayı düşünmeden kin ve hırsları ile davranmaları durumunda, insanları birbirlerine düşürebileceğini de (Hınçlarını Tattırmaya) bildirmektedir.
Yüce Allah verdiği bu örnek ve hatırlatmalar ile, karşılaşacakları bütün sıkıntıların insanların davranışlarının bu ortamın "Genel Kuralları" ile olan "Etkileşimlerinden" kaynaklandığını ve bunlardan ancak Yüce Allah'tan yardım istenmesi ile giderilebileceğine işaret edilmektedir. Zira Ayetlerdeki ifadelerden Evren ve dünya ortamında meydana gelen “Doğa Olaylarının” Allah’ın “yaratılış iradesi” çerçevesinde oluşturduğu genel kurallara (Allah’ın Kanunları) bağlı olduğu ve “özel unsurlar” olarak düşünebileceğimiz “Melekler, Cinler ve Şeytanlar” tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
Buna göre insanların yeryüzünde karşılaşacakları bütün sıkıntıların Evren ve Dünya ortamında yürümekte olan Genel Kuralların (Allah’ın Kanunları) üzerinde “düşüncesizce” yaptıkları davranışların “etkilerinin” sonucu olarak meydana geldiğine dikkat çekilmekte ve bu gibi durumlardan ancak bu “gerçeğin” anlaşılması ile kurtulabilecekleri yani onları sadece "Allah'ın" kurtarabileceğini anlamaları için Ayetlerini "Açıkladığını" Hz.Muhammed'e ve "Bütün İnsanlara" bildirmektedir.
İnsanlardan ve özellikle inanmayanlardan bu örnekler üzerinde "Hissederek" düşünmeleri, anlamaya çalışmaları ve durumlarını gözden geçirip inançlarını sorgulamaları beklenmektedir.
Allah, Kur'an’da yer alan bütün bu açıklamalar, örnekler ve uyarıların doğru (Hak) olduğuna, buna rağmen insanların yine onu yalanladığına ve "Ortak Koştuklarına" işaret emekte ve Hz.Muhammed'e onların vekili olmadığını söylemesini istediğini bildirmektedir. Ayrıca Kur'an’da haber verilen her olayın belli bir zamanda gerçekleşeceğine işaret edilmekte ve insanların bu ortamdaki yaşam süresinin sona ermesi ile (Yakında) inkâr ettikleri "Gerçeği" bilecekleri bildirilmektedir. Buna göre inanmayanların "Yakında" gerçekleşecek olan ölüm ötesinde karşılaşacakları azap ve kötü durumları karşısında Hz.Muhammed'in onlara kefil olmayacağı insanlara iletilmektedir. Böylece inanmayanlar bu durum hakkında da düşünerek ona göre davranışlarını düzenlemeye yönlendirilmektedir.
Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun aranız açılmış ve sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir. (55/94), (6/94)
Yüce Allah bütün insanlara bir gün "Öleceklerini" hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma ile insanlar, bu ortamdaki varlıklarını nasıl elde ettiklerini hatırlamaya ve "Ölüm" sonrasında bunları "arkalarında bırakacaklarına" dikkat çekilerek, "Yaratan" tarafından kendilerine iletilen "Gerçekler" üzerinde düşünmeye yönlendirilmektedir. İnanmayanların inanmamak için kendilerince "Uydurdukları" nedenlerin "Doğru" olduğunu ya da Allah'tan başka şeylere kutsallık vererek onların "Tapınılacak İlah" olduklarını düşünen insanların ölüm sonrasında büyük pişmanlık duyacakları bildirilmektedir. Buna göre, Ayette "Ortakları" olarak tanımlanan ve onları "Affedeceklerini" sandıkları kurtarıcılarının da (Şefaatçilerini) yanlarında olmayacağı, zira artık aralarının açılmış olacağı ve "Tanrı" sandıkları şeylerin "Kaybolup" gitmiş olacakları, özellikle inkar eden insanlarca dikkatle araştırılarak "Anlaşılması" gereken "Açık bir Gerçek" olarak açıklanmaktadır.
Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde nasıl dönersiniz! (55/95), (6/95)
O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan pek iyi bilen Allah'ın takdiridir. (55/96), (6/96)
O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık. (55/97), (6/97)
O, sizi bir tek nefsten yaratandır. Bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık. (55/98), (6/98)
O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır. (55/99), (6/99)
Yüce Allah "Tek Yaratıcı" olduğuna insanların ve de özellikle inanmayanların dikkatlerini çekmek ve "Yaratılış" ile ilgili fikir sahibi olmalarına yardımcı olmak üzere etrafındaki "Her Şey" ile ilgilenerek onların ve özellikle de "İnsanların" nasıl meydana geldiklerini ve nasıl varlıklarını sürdürdüklerini araştırmalarını beklemektedir. Allah bazı örnekler vererek Evren ve Dünya ortamındaki sayısız çeşitlilikte olan her şeyin tabi olduğu "Yaratılış Gerçeklerine" ulaşmalarını sağlamak üzere, insanlara lütfettiği "Akıllarını" kullanarak onları "Yaratılış" üzerinde düşünmeye yönlendirmektedir. Verilen örneklerde bitkilerin tohum üreterek devamlılıklarını sürdürdüklerine işaret edilirken, bitkilerin cansız hale (Ölü Hale) dönüştüğü tohumun belli koşulların oluşmasına bağlı olarak yeniden "Dirildiği" açıklanmakta, bu durumun ölen diğer canlılar açısından da benzer şekillerde yaşandığına dikkat çekilmektedir.
Buna göre İnsanların yaşadığımız Dünya ortamındaki "Yaşam Koşulları" kapsamında olmak üzere, yeryüzünün sabah aydınlanması ile gece karanlığa girmesini insanların “çalışma” ve “dinlenme” zamanı olarak ve Güneşin ve Ayın hareketlerinin de “zamanın hesaplanmasında” birer "Hesap Ölçüsü" olarak değerlendirilmek üzere "Takdir Ettiğini" bildirmekte ve bunlar üzerinde düşünülmesini beklemektedir.
Evren'in yaratılması ile ilgili olan ve halen devam eden "Yaratılış" sürecinde çok sayıda "Maddesel" varlıkların oluştukları ve özellikle son birkaç yüz yılda yapılan bilimsel çalışmalarda bunların önemli bir bölümünün nasıl meydana geldikleri hakkında insanların bilgi sahibi oldukları ve bunlara göre tanımlamalar yapıldığı bilinmektedir.
Buna göre "Yıldız" olarak isimlendirilen madde yapılarının ve diğer bilinen-bilinmeyen bütün oluşumların Evren'in meydana gelmesi (Yaratılması) sürecinin şu andaki (Zamanımızda) aldığı şekiller olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde Evren'in doğal oluşum sürecinde ortaya çıkan "Yıldızların" aynı zamanda kara ve denizin karanlıklarında yol bulmalarında insanlara yardımcı oldukları da belirtilmektedir. Bu anlamda Allah, yıldızların bu ortamdaki "Yaşam Koşulları" kapsamında "İnsanlar İçin" yaratıldıklarını, bunların aziz olan ve her şeyi pek iyi bilen Allah'ın takdiri olduğunu, insanların bunlar üzerinde düşünerek "Bilen" toplumlar olmaları için bunları Ayetlerinde geniş bir şekilde açıkladığını bildirmektedir.
Allah, varlığının bir delili ve "Göstergesi" olarak insanların nasıl "Yaratıldıklarına" ve insanların bir "Kalma" yerinin ve bir de "Emanet Olarak Konulacak" yerin bulunduğuna dikkatleri çekilmektedir.
İnsanın yaratılışına dair diğer ilgili Ayetlerde de açıkladığı gibi Allah insanları Kendi Zatının "Bünyesi" olan "Arş" ortamında (Gerçek Ortamda) bir tek nefisten (Adem'den) yarattığını, bu ortamın Dünya ortamına gönderilmelerinden önce insanların "Ruhlarının" ve Dünya ortamında ölümlerinden sonra bünyelerindeki "Ruhlarının" devam edeceği "Bedensel Yapıları" ile sonsuz yaşam sürmek üzere yeniden "Diriltilecekleri" bir "Kalma" yeri olduğunu hatırlatmaktadır. Yüce Yaratan ayrıca, insanların "Sonsuzluğu" deneyimleyecekleri bu "Gerçek Ortam" dışında bir de bünyelerindeki "Ruhlarının" devam edeceği ve özel olarak hazırlanmış olan "Bedensel Yapıları" ile "Bir Süre" bulunacakları (Emanet olarak konulacakları) yerin, yani içinde yaşadığımız bu Dünya ortamının bulunduğunu hatırlatmakta ve insanların bunlar üzerinde düşünerek "Anlayan" toplumlar olmaları için Ayetlerinde bunları "Ayrıntılı" bir şekilde açıkladığını bildirmektedir.
İnsanların ve de özellikle inanmayanların dikkatlerini çekmek, "Yaratılış" ile ilgili fikir sahibi olmalarına yardımcı olmak ve etrafında gelişen olayların neden ve nasıl gerçekleştiklerinin anlaşılabilmesini sağlamak üzere, bu Dünya ortamının bu günkü halini almasında en önemli unsurun "Su" olduğuna işaret edilmekte ve bu ortamdaki hayatın "Tamamının" bütün aşamalarında bağlı olduğu "Su Döngüsüne" dikkat çekilmekte ve gökten indirilen suyun kaynaklarda birikerek türlü ekinlerin yetiştirilmesini sağladığı, o suyun hem insanlara içecek olduğu hem de hayvanların gıdaları olarak otlatılacağı bitkilerin yetiştiği sonra da onların "Kırıntı" haline döndüğü açıklanmaktadır.
Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiriyor, sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün, sonra da onu kuru bir kırıntı yapar; şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için bir öğüt vardır. (59/21), (39/21)
Gökten suyu indiren O'dur, ondan hem size içecek vardır hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler. (70/10), (16/10)
Su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir, işte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır. (70/11), (16/11)
Bu arada Allah'ın insanlar için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden "Su" sayesinde ve bitirdiğine (geliştikleri) dikkat çekilmektedir. Örnek olarak gösterilen bunların ve diğer tüm bitkilerin çeşitlerine, aynı çeşitte olanların farklarına, gelişmelerine ve meyve verme aşamalarına göre incelenmeleri halinde, "İnanan" toplumlar için bunlardan alınacak "Derslerin" ve öğrenilecek "Sırların" bulunduğu bildirilmektedir.
Öğrenilecek "sırlar" arasında olmak üzere, şu anda tüm bitkilerin (aleminin) yapıları ile diğer hayvan ve canlı yapılarının ayrıca "cansız" olarak tanımlanan bütün "madde" yapılarının ve sonuç olarak Evren'i oluşturan bütün madde yapısının "aynı unsurları" taşıyan Atom Altı Parçacıklardan meydana geldiği kesin olarak bilinmektedir. Bu durumdan alınacak "Dersler" diğer sırların öğrenilebilmesi için de yol gösterecektir.
Allah'a Ortak Koşanlara Hitap Edenler
Kur'an'da Allah'ın "Tek Yaratan" olduğu "Gerçeği" ile ilgili sayısız delil bulunmasına rağmen Allah'ı kabul etmeyip kendilerince yürüttükleri ve "Görünen Şeylere" dayalı mantık ile çeşitli olayları veya hayvanları hatta üstün gördükleri İnsanları Allah ile aynı anlamda olmak üzere, bu ortamdaki şeylerin "Yaratıcısı" ve "Sahibi" olarak değerlendirip onları "İlah" ya da "Tanrı" olarak kabul ettikleri, böylece onların kendilerine “peygamberler” tarafından bildirilen Allah gibi olduklarına inanarak onlardan yardım göreceklerini düşündükleri açıklanmakta, bu durum Ayetlerde "Allah'a Ortak Koşulması" olarak belirtilmektedir.
Buna göre yeterli düzeyde bilgi birikimine ulaşamamış insanların, bir “Yaratıcı” bulunduğunu düşünmekle birlikte kendilerine “Peygamberler” tarafından “Her Şeyi Yoktan Yaratan Tek Yaratıcı Güç” olarak iletilen ve açıklanan “Allah” kavramı yerine, “daha kolay” anlamaları nedeniyle “Yaratılış” olgusunu “görünür” halde olan bazı “üstün” gördükleri şeyleri “Yaratıcı İlah” olarak kabul ettikleri söylenebilir.
Akıllı İnsanlar yer yüzünde ortaya çıkmalarından itibaren bulundukları bu ortam ile ilgili olarak gözlemler yapmışlar ve bilgi edinmişlerdir. Edinilen bilgilerin değerlendirilip biriktirilmesi ve yeniden kullanılarak yeni bilgilere ulaşılması ile "Buluşlar" yaparak "Gelişimlerini" sürdüren İnsanlar bu süreçte anlam veremedikleri yani "Henüz Anlayamadıkları" olaylar ve nesneler karşısında kendilerini zayıf ve savunmasız hissetmişler ve bu olay ve nesnelere bir "Üstünlük" atfederek onlardan kendilerini "Korumalarını" ve yaşantılarında "Yardımcı" olmalarını istemek için çeşitli "İnanış" şekilleri geliştirmişlerdir.
Edinilen bilgi birikiminin çoğalması ile "Çözümledikleri" olayların ve nesnelerin nasıl meydana geldiklerini ve taşıdıkları nitelikleri "Anlaşılması" sonucunda bu tür "İlkel" inanışların yerini "Gerçek Bilgiler" almaya başlamış ve sonuçta günümüz insanının bu tür araştırma ve çözümlemeler en üst düzeylere ulaşmış bulunmaktadır. Bu gelişim sürecinde insanlar arasından genellikle yaşadıkları toplumda bulunan bazı kişilerin bu ortamın bir "Yaratıcı" tarafından "Meydana Getirildiği" ve bu nedenle bu Yaratıcıya inanılmasının ve Allah'a "Tabi" olunmasının gerektiği şeklinde bilgiler verildiği ve "Uyarılar" yapıldığı görülmüştür.
Günümüzde insanlığın ulaştığı bilgi düzeyi "Çözümlemeyen" olay ve nesnelerin sayısını çok azaltmıştır ve insanlar artık Dünya ortamının da içinde bulunduğu "Evren" ortamı ile ilgili çok önemli ve geniş bilgi düzeyine erişmiş bulunmaktadır. Bu bilgilere göre bu ortamları oluşturan "Madde" yapısı konusunda da en uç noktalara ulaşıldığı söylenebilir.
Bu bilgiler ışığında "Yaratılış" konusu özel bir yerde bulunmaktadır. Buna göre "Tüm" Evrenin "Madde" olarak tanımladığımız "Yapılardan" oluştuğu görülmektedir. Bu "Madde" yapısının "Nasıl ve Nerede" Tasarlandığı, Başlatıldığı, Sürdürüldüğü ve bu günkü duruma geldiği yani özetle nasıl ve nerede "Yaratıldığı" ile ilgili olarak yapılan ve halen sürdürülen "Bilimsel" çalışmalara göre, tüm Evrenin "Atom" olarak tanımlanan en küçük madde yapılarının belli bir düzenle "Birleşmelerinden" oluştuğu ve bu Atomların da "Atom Altı Parçacıklar" olarak tanımlanan daha alt düzeydeki "Madde" yapılarından oluştukları ifade edilmektedir. Bu noktada Tüm Evreni ve bu arada Dünya ortamını ve tüm bu ortamlarda bulunan tüm canlı veya cansız olarak nitelendirdiğimiz "Şeyleri" sürekli olarak "Her An" meydana getiren ve devamlı olarak bir "Yenisi" bulunan en "Temel" yapının "Yaratılış" konusunun "Aslını" oluşturduğu söylenebilir. İşte bu asıl Öz'ün, "Allah'ın" kendi "Zatına" ait olan ve "Tüm" Evren ortamının "Yaratılmasını" gerçekleştiren bir "Sır" olduğu söylenebilir. Bu nedenle her "Maddi" yapının temelini oluşturan bu "Sır" aynı zamanda "Allah" olarak adlandırılmaktadır.
İnsanın bu bilgilere ulaşmasından sonra hala eski dönemlerde olduğu gibi "Tanımlayamadığı" ve "Çözümleyemediği" olay ve nesnelere bir "Özellik" vererek onlardan "Korunma" ve "Yardım" istemesi ve onlara "İbadet" etmesi; yani sahip oldukları "Akıl" unsuruna rağmen "Kibirlenerek" Allah'a inanmayıp Allah'ın dışında bir "Yaratıcı" olduğuna inanması taşıdığı "Akıl" unsuru ile uyuşmamaktadır.
Allah bu durumda olan insanların "İbadet" ettikleri "Şeylerin" bu ibadetlerini tanımayacaklarını ve onlara "Hasım" olacaklarını çok kesin bir ifade ile bildirmekte ve Akıllarını kullanarak bu uyarılar üzerinde "Düşünmelerini" beklemektedir. Yapılan bu uyarıları dikkate almayanları (Kafirler) saptıkları bu yolda iyice sıkıştırmak üzere "Şeytanları" gönderdiğini Allah Hz.Muhammed'e hitaben açıklamaktadır. Buna göre, inanmayan ve inanmamakla birlikte Allah'ın varlığını "İnkâr" eden insanların bu durumlarını değiştirmedikleri ve ısrarla inkarlarını sürdürdükleri sürece daha fazla inkara ve inançsızlığa yönlendirilecekleri açıklanmaktadır. Bu Ayetlerin "Tek Yaratıcı" konusunda kuşku duyan insanlara düşünerek bu durumlarını değerlendirmeleri için bir "Uyarı" oldukları söylenebilir.
Allah Hz.Muhammed'e "Vahiylerle" insanlara yaptığı açıklamaların ve uyarıların onların göreneklerine göre sahip oldukları inanışlar açısından kabul edemeyen ve yapılan bu uyarılara karşı gelerek "Başka" tanrılar "Edinmekte" devam eden kendi toplumundaki insanların bu durumunu “bildiğini” belirtmekte ve onlar için daha fazla gayret göstermesine gerek olmadığını ve faaliyetine diğer insanları uyarmak üzere devam etmesinin daha faydalı olacağını hatırlatmaktadır. Ayrıca, samimiyetle inanların heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda toplanacağı ve Günahkârların da susuz olarak cehenneme sürüleceği gün, "Tek Yaratıcı" olan Allah'a inanıp kabul eden ve Rahman nezdinde söz ve izin alanlardan başkalarının insanların "Affedilmelerine" aracılık etmelerine güçlerinin yetmeyeceği tüm insanlara hatırlatılmaktadır.
Ayetlerde Allah'a ortak koşanların kendilerince belirlenen "İlahların" Allah ile aynı nitelikleri bulunduklarına ve Allah gibi oldukların inandıkları açıklanmakta, ancak Allah gibi (Allah’a Ortak) gördükleri bu ilâhların onlara yardım etmeye güçlerinin yetmediği, çünkü düşündükleri şeyleri de esasen "Allah’ın Yaratmış" olduğuna işaret edilmektedir. Bu inanca sahip olan insanların böylece aslında Allah'ın yaratmış olduğu "Şeylerin" sanki Allah gibi niteliklere sahip "İlah veya tanrılar" olduklarını ileri süren düşüncelerin ortaya çıkmalarına yardım eden "Askerler" oldukları belirtilmektedir.
Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler. (41/74), (36/74)
Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez, aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerlerdir. (41/75), (36/75)
O halde onların sözleri sakın seni üzmesin, kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz. (41/76), (36/76)
İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık, bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. (41/77), (36/77)
Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor. (41/78), (36/78)
De ki: “Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (41/79), (36/79)
Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur, işte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. (41/80), (36/80)
Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? evet! elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır. (41/81), (36/81)
Bir şey yaratmak istediği zaman Allah'ın yaptığı "Ol!" demekten ibarettir, hemen oluverir. (41/82), (36/82)
Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! siz de O'na döndürüleceksiniz. (41/83), (36/83)
Allah bu durumdaki insanların bu inanışları karşısında Hz.Muhammed'e bu durumun "Kendisinin" bilgisi dahilinde olduğunu ve üzülmemesi gerektiğini iletmekte, böylece Hz.Muhammed’in kendisine "vahiy edilmiş" olan "Ayetlerin" yani "Gerçeklerin" tüm İnsanlara iletilmesi gibi son derece önemli ve ağır görevi yerine getirirken iç yapısının da son derecede rahat ve sağlıklı olmasını sağlamaktadır.
Allah bu Ayetleri ile Hz.Muhammed'in bu görevini tam olarak yerine getirebilmesi için ona yardımcı ve destek olmaktadır. Bu anlamda Allah'ın "Tek Yaratan" olarak varlığına ve inanmayan veya bu konularda şüphe duyan insanlara hitap etmekle birlikte yine tüm insanlara iletilmek üzere bir örnek ve delil olarak bu Dünya ortamında "Meni" sıvısından nasıl ortaya çıktıkları "Hatırlatılmakta" ve bu durumun dikkatle incelenmesi beklenmektedir. Zira bu ve diğer tüm "Mucizevi" yaratılışların nasıl işlediklerinin incelenip anlaşılması halinde Allah'ın "Fark Edilmesinin" mümkün olacağına işaret edilmektedir.
Araştırmalar yaparak yaratılışların işleyiş aşamalarını gözlemlemesine rağmen tüm "Yaratılışların" bir tek "Yaratan" tarafından tasarlanıp "Allah'ın" ortaya koyduğu "Kurallar" çerçevesinde oluştuklarını kabul etmeyen ve "Yaratıcı" fikri ile ilgilenmeyen insanların Allah'a "Düşman Kesilmiş" olacakları belirtilerek son bir "Uyarı" yapılmaktadır.
Yüce Allah devamla, bu tür düşünce taşıyan insanların kendi yaratılışlarını "Unutarak" her şeyin tek ve mutlak yaratıcısı ve sahibi olan Allah'a bu Dünya ortamındaki durumu esas alıp "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyerek "Kendi Aklınca" Allah'a karşı bir örnek veya tez ileri sürdüklerine işaret etmekte ve onlara "De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” şeklinde uyarı yapmasını emretmektedir. Bu uyarı, Ayetlerde tanımlanan ve henüz Allah'ı ve tek yaratıcı olduğunu "kabul etmemiş" olan tüm insanlar için en açık ve en "Doğrudan" yapılmış bir "İhtar" niteliğindedir ve bu ihtarı dikkate almayanların Ayetlerde açıklanan "Sonuçlar" ile yüzleşecekleri bildirilmektedir.
Allah, inanmayanlar veya şüphe duyanlar da dahil olmak üzere "Kendisini" anlamalarını "Beklediği" insanlara, Ayetlerde yer alan "Rahim ve Rahman" olduğunu, yani tüm insanlara karşı sonsuz "Merhametli" olduğunu hatırlatarak devamlı bir şekilde "Varlığı ve Yaratıcılığı" ile ilgili örnekler vermektedir. Nitekim Allah bu "Yaratıcılığı" ile yeşil ağaçtan çıkarttığına işaret ettiği "Ateş" ile insanların bu Dünya Ortamındaki "Gelişmesinde" en önemli unsurlardan birisi olan "Petrol" ve türevlerinin insanlar tarafından "Keşfetmelerine" imkân sağladığını somut bir "Örnek" olarak hatırlatmaktadır.
Yaratıcılığı ile ilgili olarak Allah "Her Türlü Yaratma" gücüne dikkat çekerken "İlk Defa" yarattıklarının "Benzerlerini" yaratmaya da muktedir olduğunu tüm insanlara hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmadaki "Benzeri" ifadesi, inançsızlar tarafından "Çürümüş Kemikler" yani ölmüş insanlar üzerinden yapılan yorumlara karşılık olmakla birlikte, "Tüm Alemlerin Rabbi" olan Allah'ın "Evren ve Ötesi" olarak tanımlayabileceğimiz ne kadar "Alem" yaratmış ise ve tüm bu "Alemlerde" neleri yaratmış ise onların "Benzerlerini" yaratmaya "Kadir" olup olamayacağını insanlara sormakta ve insanları bu "Gücü" hakkında "Düşünmeye" yönlendirmektedir.
Yüce Allah yaratıcılığına inanmayan insanlara, "Yaratmış" olduğu ve "Gökler ve Yer" olarak tanımladığı "Evren ve Ötesini" en somut bir "Delil" göstererek bu yaratılışların "Bir Benzerlerini" yaratmaya "Muktedir" olduğu gerçeğini "O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır" şeklinde doğrudan ve en çarpıcı bir biçimde ifade etmektedir.
Ayette belirtilen "onların benzerlerinin" yaratılması ifadesi, şu anda ve bu ortamdaki algılama ve bilgi düzeyimiz ile varlık ve nitelikleri ile ilgili olarak bir fikir sahibi olamayacağımız ve ancak "Ölüm Ötesinde" görüp anlayabileceğimiz "Ortamlar" ve bu ortamlardaki "Yaratılışlar" olarak düşünülmelidir. Kur'an'da bu ortamlardan bazıları Berzah, Kıyamet Ortamı, Cennetler ve Cehennem olarak adlandırılmakta ve bazı nitelikleri belirtilmektedir.
Allah, bu noktada insanlara eşsiz bir "Yaratılış" açıklaması vermektedir. "Bir şey yaratmak istediği zaman Allah'ın yaptığı "Ol!" demekten ibarettir. Hemen oluverir" olarak tanımlanan bu "Yaratılış" sürecinin anlaşılması için bu ortamdaki "Düzen" dikkate alındığında "Hücre" ve "Molekül" yapılarındaki "En Alt Yapı Taşları" ile ilgili bilgilerden yararlanılması gerekmektedir.
Bu durumda "Evrenin Yaratılışı”, Allah’a ait olan Arş ortamında canlı ve cansız olarak tanımladığımız "Her Şeyin" kendine özel bir "Madde Varlık" şeklinde "Ortaya Çıkması" ve “Sürdürülmesi” sürecini ifade etmektedir. Öte yandan Evren ortamında bir şeyin Ortaya Çıkması "Zaman" olarak adlandırılan bir "Boyut" yapısı gerektirmektedir. Zira bu ortamda her şey ancak "Zaman" ile meydana gelebilir ve değişebilir. Buna göre “zamanın akışı” Evrendeki tüm oluşumların “ilk” ve "asıl” unsuru olmaktadır. (Bu konuda "Evrenin Yaratılması" ve “Zaman” bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.)
Evrenin ve "Arş Ortamı" bünyesindeki her şeyin bu şekilde başlayan "Yaratılış Döngüsü", Allah'ın "Her An" göndermekte olduğu "Etkiler" ile oluşturduğu “Kural ve Koşullara” göre "Her An" devam etmektedir. "Yaratılış" olayı "Allah’ın İradesi" ile devamlı iletişimde olarak Evrenin son bulacağı zamana kadar devam edecektir. Nitekim “Yaratılış” konusundaki Ayetlerde açıklanan bilgilerin bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar ile sağlanan gerçekleri onayladığı görülebilmektedir.
Bu açıklamalar karşısında her şeyi “Yoktan” yaratan “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’tan başka şeylerin de “Yaratılış” konusunda Allah’ın yanında Allah gibi “Yaratıcı” olarak düşünenlere, onların yerdeki hangi şeyleri yarattıklarını, bu konuda onlara böyle bir yetenek mi (Kitap) verildiğini ve o kitapta bir delile mi dayandıklarını sorması Hz.Muhammed’e önerilmektedir.
De ki: “Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var! Yahut biz onlara, bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar?”, hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vadetmiyorlar. (43/40), (35/40)
Yaratılış konusundaki bu duruma rağmen Allah'a inanmayıp başka "Şeylere" tapınıp ibadet eden insanlar “zalimler” olarak tanımlanmakta ve bu şekilde ancak diğer insanları aldattıkları belirtilmektedir.
Diğer bazı Ayetlerde Allah’a “Eşdeğer” güçlere inananların (Ortak Koşanların) kendilerine “itibar ve kuvvet” sağladıklarını da düşündükleri açıklanarak bütün insanlara bunlar üzerinde düşünmeleri ve "Yaratılış" konusunda doğrulara ve gerçeklere ulaşabilmeleri için yol gösterilmekte uyarı ve önerilerde bulunulmaktadır.
Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet olsun diye, Allah'tan başka tanrılar edindiler. (44/81), (19/81)
Hayır, hayır! onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar. (44/82), (19/82)
Görmedin mi? Biz, kafirlerin üzerine, kendilerini iyice sevkeden şeytanları gönderdik. (44/83), (19/83)
Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için teker teker sayıyoruz. (44/84), (19/84)
Takvâ sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda topladığımız gün, (44/85), (19/85)
Günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz gün, (44/86), (19/86)
Rahman nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaata güçleri yetmeyecektir. (44/87), (19/87)
Yüce Allah böylece Allah’a “Eş” tutarak edindikleri “tanrıların” onların yapacakları ibadetlerini tanımayacaklarını ve “gerçek ortamda” yeniden yaratıldıklarında onlara karşı düşman (hasım) olacaklarını açıklamaktadır. Çünkü Evren ve yeryüzündeki “her şeyi” Allah’ın yarattığı hatırlatılmakta ve böylece Allah’a “Ortak Koşanların” ancak Şeytan’ın etkisinde olduklarına işaret edilmektedir. Yüce Yaratan insanların bu tür “yanlış” inanç ve davranışlarından haberdar olduğunu belirterek samimiyetle Allah’a iman edenlerin (Takva Sahibi) ve iman etmeyen günahkarların toplandığı gün (Yeniden Yaratılışlarında) Allah’ın ve “izin verdiklerinin” dışında başkalarının günahları affetmeye güçlerinin yetmeyeceği bir uyarı olarak bütün insanlara ihtar edilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'de hitap ederek inanmayanları, ortak koşanları ve aynı zamanda bütün insanları "Allah'ın Gerçekliği" konusunda düşünmeye yönlendirecek bazı "Uyarılarda" bulunmaktadır.
De ki: “Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?” (48/59), (27/59)
Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik, Allah'tan başka bir tanrı mı var! doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. (48/60), (27/60)
Yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, arz için
sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! doğrusu onların çoğu bilmiyorlar (48/61), (27/61)
Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! (48/62), (27/62)
Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (48/63), (27/63)
Yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (48/64), (27/64)
Ayetlerde yapılan uyarılar ile tüm insanların "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile O'na ortak koştuklarının "Hangisinin" daha "Hayırlı" olduğunu kıyaslamaları önerilmektedir. Örnek olarak tüm insanların göklerin ve yerin yaratılması sürecinin, havaküredeki "Düzene" tabi olarak gökten su indirilmesinin ve o suyla yer yüzünde oluşan tüm bitki örtüsünün çeşitliliğinin incelemeleri istenmektedir. Bir ağacı bile bitirmeye güçlerinin bulunmayan insanlara bu muhteşem olaylar üzerinde düşünerek "Tek Yaratan" olarak Allah'a mı yoksa O'na ortak ettiklerine mi "İnanmalarının" daha "Hayırlı" olduğu sorulmaktadır.
Bu örnekler üzerinde düşünmeyen ve yapılan uyarıları dikkate almayan inanmayanlara "Allah'tan başka bir tanrı mı var" diye özellikle sorularak onların "Sapıklıkta devam eden bir güruh" oldukları bildirmektedir.
Ayetlerde devamla, yeryüzünün oturmaya (İnsan Yaşamına) elverişli kılınması, aralarından nehirler akıtılan sabit dağların oluşturulması ve iki deniz arasına engel konulması gerçekleri, Allah'ın "Tek Yaratan" olarak "Gerçekliği" ve insanların hayallerinde oluşturdukları "Tanrı" kavramı arasında hangisinin "Daha Hayırlı" olduğu konusunda "Kıyaslama" yapılması istenen diğer hususlar olarak tüm insanların "Dikkatlerine" getirilmekte ve yeniden tüm insanlara "Allah'tan başka bir tanrı mı var" sorusu sorulmakta inanmayanların çoğunun bu gerçekleri ve doğrusunu bilmedikleri belirtilmektedir.
Ayetlerde defalarca açıklanan "Tek Yaratan" olan Allah ile insanların hayallerinde oluşturdukları ve Allah'a ortak koştukları "Tanrı" kavramı arasında hangisinin "Daha Hayırlı" olduğu konusunda "Kıyaslama" yapılması için ayrıca kendisine yakarıldığı zaman karşılık verenin, sıkıntıyı giderenin, insanları yeryüzünün hakimleri kılanın, insanlara karanın ve denizin karanlıkları içinde yolu bulduranın, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderenin, ilk baştan yaratanın, sonra yaratmayı tekrar edenin ve insanları hem gökten hem yerden rızıklandıranın "Kim" olduğuna işaret edilerek "Allah'tan başka bir tanrı mı var" sorusu tekrarlanmakta ve tüm insanlar düşünmeye yönlendirilmektedir.
De ki: “Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (48/65), (27/65)
Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır, dahası, bu hususta şüphe içindedirler, bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler. (48/66), (27/66)
İnkârcılar dediler ki: “Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten çıkarılacak mıyız?” (48/67), (27/67)
“Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” (48/68), (27/68)
De ki: “Yeryüzünde gezin de günahkârların akıbeti nice oldu, görün!” (48/69), (27/69)
Onların yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma. (48/70), (27/70)
Onlar: “Eğer doğru sözlü iseniz bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” derler. (48/71), (27/71)
De ki: “Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.” (48/72), (27/72)
Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler. (48/73), (27/73)
Rabbin elbette onların kalplerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. (48/74), (27/74)
Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın. (48/75), (27/75)
Allah, inanmayanların ölüm ve ötesi ile ilgili olarak ileri sürdükleri "Hiçlik" veya "Yok Olma" gibi açıklamaların doğru olmadığına, "Ahiret" hakkındaki bilgilerinin "Yetersiz" olduğuna, bu hususta şüphe içinde bulunduklarına ve bunun da ötesinde onların ahiretten yana "Kör" olduklarına işaret ederek ölüm sonrasında ne zaman "Diriltileceklerini" de bilemeyeceklerini, "Bilinmeyeni" sadece "Kendisinin" bildiğini ve başka kimsenin bilinmeyen (Gayb) hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtmektedir. İnkarcıların ölenlerin "Toprak" olduktan sonra diriltilme konusunu bir "Masal" ve "Allah'a İnanmaları" için kendilerine yapılan bir korkutma veya "Tehdit" olarak düşündükleri açıklanmakta ve onlara geçmiş "İnkârcı" toplumların nasıl "Sonlandıklarına" bakmaları hatırlatılmaktadır.
Yaratan Allah, Hz.Muhammed Peygambere bu tür karşı koymalar nedeniyle tasalanmamasını ve onların kurdukları "Tuzaklardan" ötürü sıkıntı duymamasını ve insanlara "Ayetlerini" iletmekte Kendisine yardımcı olacağını bildirmektedir.
İnkarcıların Allah'ın Ayetlerini "Tüm İnsanlara" ileten Hz.Muhammed Peygambere "Bu tehdit ne zaman gerçekleşecek" şeklinde alaycı sorular soracakları açıklanmakta ve onlara bir an önce gelmesini istedikleri şeyin bir kısmının yakında başlarına geleceği bildirilmektedir.
Bu durum günümüzde de devam etmektedir. Düşündükleri bir tanrının varlığını ve bilgilerinin yetersizliği nedeniyle tanrı olarak anladıkları Allah'ı da inkâr edenler aynı şekilde ölüm sonrası ortamların (Ahiret) bir "Masal" olduğunu ve ölüm sonrasında sadece "Yok" olunacağını ileri sürmektedirler. İnkâr edenlerin Ayetleri "Akıllarını İşleterek" incelediklerinde "Yok" hakkında da hiçbir şey bilmediklerini, zira "Yokluğun" sadece "Yaratan Allah" tarafından bilindiğini ve bilmedikleri bir şeye dayanarak kendilerine iletilen "Gerçekleri" kabul etmemelerinin de aynı şekilde "Mantıksız" olduğunu anlayacaklardır. Bu konuda kibirlerine uyup ısrar etmeleri durumunda "Tehdit" veya "Dayatma" olarak algıladıkları "Gerçeklerin" bir kısmı ile karşılaşacaklarını da düşünmeleri gerekmektedir. Allah, Ayetlerinde bildirdiği "Gerçekleri" görebilen insanlara karşı lütuf sahibi olduğunu ve bunu onlardan "Beklediğini" ve insanların kalplerinin gizlediklerini d açığa vurduklarını da "Bildiğini" hatırlatarak yine de insanların çoğunun bu “lütfuna” şükretmediğini bildirmektedir.
Buradaki en önemli vurgu, Allah'ın insanların kalplerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da "Bildiğini" çok açık bir şekilde tüm insanlara hatırlatmasıdır. Buna göre kalben inkâr etmesine rağmen inandığı görüntüsü vererek çıkar sağlamaya çalışanların bu hususu dikkate almaları bir şekilde "İhtar" edilmektedir. Bu arada insanların "Gizli" amaçlarına ulaşmak için diğerlerine zarar verecek şekilde yaptıkları eylemlerin ve özellikle kendilerine toplumu yönetilmesi "Emanet" edilen her kademedeki insanların toplumun bilgisi dışında çeşitli amaçlarına ulaşmak veya çıkar sağlamak için "Gizli" olarak yaptıkları eylemlerin, diğer insanlar ve toplum tarafından anlaşılmamasını sağlasalar bile, Allah tarafından bilindiği açıkça "Hatırlatılmaktadır". İnsanların "Gizli" işlerinin ve ayrıca bu Evren ve Dünya ortamında görüp bildiklerimiz ve göremeyip bilemediklerimizin "Tamamının" Yaratan tarafından "Bilindiği" Kendi Ortamında Kendi "İlmine" göre bir ortamda (Bir Kitapta) bulunduğu belirtilerek açıklanmaktadır. Buna göre insanların "Gizli" işlerinin Yaratan tarafından "Bilindiğini" düşünerek diğer insanların zararına onlardan saklı işler yapmamaları öğütlenmektedir.
O gün Allah onları çağırarak: “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?” diyecektir. (49/62), (28/62)
Aleyhlerine söz gerçekleşmiş olanlar: “Rabbimiz! Şunlar azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık, berî olduğumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bize tapmıyorlardı” derler. (49/63), (28/63)
"Ortaklarınızı çağırın!" denir, onlar da çağırırlar; fakat kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler, ne olurdu doğru yola girselerdi! (49/64), (28/64)
O gün Allah onları çağırarak: “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” diyecektir. (49/65), (28/65)
İşte o gün onlara bütün haberler körleşmiştir; onlar birbirlerine de soramayacaklardır. (49/66), (28/66)
Fakat tevbe eden, iman edip iyi işler yapan kimseye gelince, onun kurtuluşa erenler arasında olması umulur. (49/67), (28/67)
Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir. (49/68), (28/68)
Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. (49/69), (28/69)
İşte O, Allah'tır, Allah'ndan başka tanrı yoktur. Önünde de sonunda da hamd Allah'ındır, hüküm Allah'ındır ve ancak Allah'a döndürüleceksiniz. (49/70), (28/70)
De ki: “Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka size bir ışık getirecek tanrı kimdir? Hâla işitmeyecek misiniz?” (49/71), (28/71)
De ki: “Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek tanrı kimdir? Hâla görmeyecek misiniz?” (49/72), (28/72)
Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı, ki geceleyin dinlenesiniz, Allah'ın fazlu kereminden arayasınız ve şükredesiniz. (49/73), (28/73)
O gün Allah onları çağırarak: “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?” diyecektir. (49/74), (28/74)
Her ümmetten bir şahit çıkarır: “Kesin delilinizi getirin!” deriz, o zaman bilirler ki hakikat Allah'a aittir ve uydurageldikleri şeyler de kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır. (49/75), (28/75)
Biz, geceyi ve gündüzü birer ayet olarak yarattık, nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz, her şeyi açık açık anlattık. (50/12), (17/12)
O, geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, gündüzü aydınlık kılandır, şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır. (51/67), (10/67)
Allah bu Dünya ortamında yaşamış olan, yaşamakta olan ve bu ortamın sonuna kadar yaşayacak olan insanlardan "Gerçek" ve "Tek Yaratan" olduğuna inanmayanların ve Allah’ın “ortakları” olan tanrılara inananların (Ortak Koşanların) ölümlerinden sonra nasıl bir durumda olacaklarını açıklamakta ve onlara “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede" diye soracağını bildirmektedir. Bu sırada Allah'ı inkâr edenler kendilerine Allah'ı inkâr etmelerine neden olan telkinleri yapanları ve "Tapındıkları" kimseleri ve "Şeyleri" suçlamaları halinde, bu telkinleri yapan ve esasen inkarları nedeniyle "Azap" görmelerine karar verilmiş olanlar kendileri nasıl azmışlar ise onları da öylece azdırdıklarını ancak bu durumdan sorumlu olmadıklarını ve onları zorlamadıklarını, onların aslında kendilerine değil "Arzularına" göre tapındıklarını Allah’a iletecekleri açıklanmaktadır.
Bu durumda Allah’a “Ortak” edinerek yeryüzündeki yaşamlarında kendilerine sayısız delil gösterilmesine ve ayrıca "Uyarıcı" olan Peygamberler aracılığı ile Yüce Yaratan'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu ile ilgili "Gerçekler" konusunda defalarca bilgi verilmesine rağmen, kibirlerine yenilip bu "Gerçekleri" inkâr edenlerin ve daha da kötüsü esasen kendileri de "Yaratılmış" olan kişilere veya kendileri tarafından "Yapılan" şeylere (Putlara) heveslerinin ve arzularının çekiciliğine (süslü gösterdiği) uyarak kutsallık atfedip onlara "Tapınmayı" seçenlerin, ölüm ötesindeki ortamda "Yeniden Diriltildikleri" zaman bu inkarlarına neden olan kimseleri veya şeyleri suçlayarak bulundukları durumdan kurtulamayacakları açıkça bildirilmektedir.
Nitekim esasen "Yaratılmış" olan kişileri veya kendileri tarafından "Yapılan" şeyleri Allah'a "Ortak" koşanlara ölüm ötesindeki ortamda "Yeniden Diriltildikleri" zaman ayrıca "Ortaklarınızı çağırın!" denileceği, onların da tapındıkları bu "Ortakları" çağıracakları fakat bu "Ortakların" kendilerine cevap vermeyecekleri ve azabı görecekleri hatırlatılmaktadır. Ayrıca Allah'ın ortak koşanları çağırarak “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” diye soracağı, o "Müşriklerin" de birbirlerine bakarak bir cevap vermeğe kâdir olamayacakları; ancak hayatta iken tövbe eden, iman edip iyi işler yapan kimselerin "Kurtuluşa Erenler" arasında olmayı ümit edebilecekleri bildirilmektedir.
Allah tüm insanlara bir uyarıda bulunarak "Dilediğini yaratan ve Seçen" olarak şayet "Kendisinden" başka birine de veya izni ile insanların yaptıkları şeylere de tapınılmasını isteseydi bunu insanlara "Kendisinin" iletmiş olacağını açıklamaktadır. Ayrıca Allah’a ortak koşanların Peygamberlik görevine kimin getirileceği ve Peygamberlerce bildirilenlerin dışında kime "Tapılacağı" konularında seçim hakkının bulunmadığını, peygamberlerin ortak koştukları ile hiç ilgisinin olmadığını (Münezzeh), onların ve tüm insanların sinelerinde gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini ve şanının "Yüce" olduğunu bildirmektedir.
Böylece Yaratılmış olan kişileri veya kendileri tarafından "Yapılan" şeyleri Allah'a "Ortak" koşanlara ve doğal olarak "Tüm İnsanlara" varlığın gerçek sahibi olan Allah'tan başka tanrı olmadığı, bu ortamda ve ölüm sonrası ortamlarda övgü ve senanın (Hamd), hükmün ve son sözün yalnızca O’na ait olduğu ve sonunda tüm insanların ancak Allah'a döndürüleceği bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah inanmayanlara sayısız delillerinin yanında örnek olarak bu ortamda Allah geceyi "Kıyamet" zamanına kadar aralıksız sürdürdüğünü insanların düşünmelerini istemekte ve Allah'tan başka bir ışık getirecek tanrının kim olduğunu sormaktadır. Aynı şekilde bu ortamda Allah gündüzü "Kıyamet" zamanına kadar aralıksız devam ettirdiğini insanların düşünmelerini istemekte ve Allah'tan başka istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek tanrının kim olduğu sorulmaktadır. İnsanlar bu sorular üzerinde düşünmeye teşvik edilerek "hala işitmeyecek misiniz" ve "hala görmeyecek misiniz" diye sorulmaktadır.
Allah sonsuz merhameti ile insanların "Bir Süre" yaşamaları için kararlaştırıp yaratmış olduğu bu Dünya ortamında gerek duyacakları dinlenmeleri için geceyi ve üstünlük, cömertlik, iyilik sahibi olarak fayda sağlayan, yenilebilen ve içilebilen ve kendisinden faydalanılan maddi ve manevi her şeyi aramaları ve şükretmeleri için gündüzü yarattığını bildirerek düşünmelerini istemektedir. Ayrıca gece ve gündüzün bu Dünya ortamındaki yaşam süresinde akmakta olan "Zaman" boyutunun en önemli bir "Başvuru" noktası olduğuna işaret edilmekte ve Zaman boyutunun yaşamın çeşitli evreleri ve yapılan uygulamalardaki önemi ile ilgili olarak "Sayısal" esaslara göre "Tanımlamalar" yapılmasına olanak sağladığı açıklanmaktadır.
Zira insanların akıllarını işleterek düşünmeleri halinde Allah ile ilgili olarak daha somut bilgi edineceklerine işaret edilmekte ve böylece daha açık bir "Allah" fikrine ulaşmaları insanlardan beklenmektedir.
Özel olarak işaret edilen bu delillerin "İnanmayanlar" ve Allah'a ortak koşan "Müşrikler" üzerinde onları düşünmeye yönlendirecek bir etki yapması beklenmekte ve bunun yanında ölüm ötesi ortamda karşılaşılacak duruma bir defa daha işaret edilerek, O gün Allah'ın onları çağırarak: “Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani nerede?” diyeceği; her ümmetten bir şahit çıkararak “Kesin delilinizi getirin!” diyeceği, o zaman inanmayanların ve müşriklerin uydura geldikleri şeylerin (putlar) de kendilerinden ayrılıp kaybolduklarını görecekleri ve "Hakikatin Allah'a ait olduğunu" bilecekleri hatırlatılmaktadır.
Bu gerçekler, halen yaşamakta olan insanlara "Fırsatları Varken" doğru yola girebileceklerini çok çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da kendisi meleklerden kız çocuklar mı edindi! gerçekten siz, çok büyük bir söz söylüyorsunuz. (50/40), (17/40)
Biz, onların akıllarını başlarına toplamaları için bu Kur'an'da türlü şekillerde tekrar ettik, fakat bu, onlara, daha da kaçıp uzaklaşmaktan başka bir şey sağlamıyor. (50/41), (17/41)
De ki: “Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı.” (50/42), (17/42)
Allah, onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur. (50/43), (17/43)
Hz.Muhammed'in toplumunda özellikle ondan önceki dönemlerde erkeklerin iyi, kızların kötü olduğuna dair olan katı inanış nedeniyle erkek çocuklara daha çok değer verdikleri ve kendilerini yüceltme ve övünç vesilesi yaptıkları, buna karşılık Hz.Muhammed'in ilettiği Ayetlere inanmadıklarını kendilerince ifade etmek için Yüce Allah'ın meleklerden kız çocuklar "Edindiğini" söylediklerine işaret edilmektedir.
Yüce Allah inançsızların böylece "Çok Büyük" bir söz söylediklerini ve bu sözlerinin çok büyük bir sorumluluk getireceğini hatırlatmaktadır. Zira burada iki ayrı "İftira" bulunmaktadır. Öncelikle bu “iftirada” bulunanların Yüce Yaratan'ın kendi ortamında ve takdir ettiği diğer ortamlarda tüm maddi ve maddi olmayan yapıların oluşturulması ve sürdürülmesini yürütmek üzere Evren ortamının yaratılmasından çok daha önce "Yaratmış" olduğu "Meleklerin" bu Dünya ortamındaki "Canlıların" çoğalmalarını sağlayan "Dişi Cinsiyete" sahip oldukları, sonra da Allah'ın meleklerden "Kız Çocukları" edindiğinin ileri sürüldüğü anlatılmaktadır. Bunların hiçbir bilgiye ve delile dayanmayan son derece ağır ve çirkin ifadeler oldukları belirtilmekte ve bir başka Ayetinde de açıkladığı gibi Yüce Allah bu şekildeki bir düşüncenin "İnsafsızca" olduğunu bildirmektedir.
Demek erkek size, dişi Allah'a öyle mi? (23/21), (53/21)
O zaman bu, insafsızca bir taksim! (23/22), (53/22)
Bu durumun yapılan uyarı ve ihtarlara rağmen "Kibirlerinin" ve Şeytanın yönlendirdiği "nefislerinin" etkisini "Akılları" ile anlayıp karşı duramamaları nedeniyle ortaya çıktığı, böylece onların “doğru yoldan” daha da "Kaçıp Uzaklaşmalarına" yol açtığı belirtilmektedir. Yüce Allah Kur'an’daki Ayetleri ile bu gibi düşüncelere sahip olanlara "Akıllarını Başlarına Toplamaları" için "Defalarca" çok çeşitli uyarı ve ihtarlarda bulunduğunu belirtmektedir.
Burada günümüzde benzer bir durumun başka bir şekilde sürdürüldüğünü ifade edebiliriz. Bilindiği gibi İsa Peygamber tarafından iletilen Yüce Allah'ın öğüt ve önerilerinin yazılı olduğu "Asıl" belge yani asıl "İncil" kitabına "Henüz" ulaşılamamıştır. Halen İsa'ya ve onun öğretilerine inanan, "Hristiyan" olarak adlandırılan ve Kur'an’da "Ehli Kitap" olarak tanımlanan toplumlarda sonraki dönemlerde onun öğretilerini izleyenler tarafından oluşturulan "İnciller" bulunmaktadır. Bu kitaplarda İsa'nın "Allah'ın Oğlu" olduğu ileri sürülmektedir. Görüldüğü gibi bu durumda da Yüce Allah'ın bu defa "Erkek" bir çocuk edindiği inancı bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın yaratmış olduğu canlılar ve insanlar gibi "Çocuk Edinmesi" Ayette açıklandığı şekilde "Çok Büyük" bir söz niteliğindedir ve bu sözlerinin de çok büyük bir sorumluluk getireceğini hatırdan çıkarmamak gerekir. Özellikle İsa Peygamberin “babasız” olarak doğması nedeniyle Meryem'in ve onun oğlu olan İsa'nın "Allah'tan başka iki Tanrı" olarak kabul edilmesinin ne kadar büyük ve önemli bir "Sorumluluğa" neden olacağı Ayetlerdeki ifadelerden açıkça görülebilmektedir. Ayetlerde defalarca yapılan uyarı ve ihtarlarda belirtildiği gibi tüm insanların "Akıllarını Başlarına Toplamaları" Şeytanın yönlendirdiği "nefislerinin" etkisini "Akılları" ile anlayıp karşı durmaları ve Allah'ın "Tek" yaratan olduğunu unutmamaları gerekmektedir. Kur'an Ayetinde İsa'nın bu durumu toplumuna açıkça bildirdiği açıklanmaktadır.
Allah: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin", buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (112/116), (5/116)
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin”, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (112/117), (5/117)
Yüce Allah Ayetinde bu ve benzer inanışta olanlara "Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı o takdirde bu ilâhların Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklarını" hatırlatmakta, bunun üzerinde bir defa daha düşünmelerini tavsiye etmekte ve bu tür anlayışta olanların söyledikleri şeylerden münezzeh (yaratılmışların özelliklerinden arınmış ve uzakta) ve son derece "Yüce" ve "Ulu" olduğunu açıkça hatırlatmaktadır.
Yüce Allah her şeyin "Tek Yaratıcısı" olarak Allah'ı bırakıp da bir anlamda O'nun ile "bir tuttukları" şeylere inananlara, ne kadar anlamsız ve boş şeylere inandıklarını göstermek üzere, istek ve ihtiyaçları için “tanrı olarak ileri sürdüklerine” yalvarmalarını önermektedir.
De ki: “Allah'ı bırakıp da ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir ne de değiştirebilirler." (50/56), (17/56)
Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar, çünkü Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır. (50/57), (17/57)
Böylece Allah ile bir tuttuklarının (Ortak Koştuklarının) insanların sıkıntılarını ne uzaklaştırabilecekleri ne de değiştirebilecekleri tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Zira Allah gibi düşündükleri "şeyler" aslında insanlar tarafından çeşitli malzemelerle yapılmış olduklarından Allah'a ait hiçbir niteliğe sahip değildirler. Nitekim Allah'ın yaratmış olduğu diğer varlıklar ve canlılar tanrı olarak düşünülse bile onların “zaten” her an kendilerini yaratmış olan Allah’a daha yakın olabilmenin arayışı içinde Allah'ın merhametini (rahmetini) umarak ve azabından da korkarak Allah'ı andıkları (tesbih ettikleri) çok sayıdaki Ayetlerde bildirilmektedir. Buna göre bütün insanlara "Yaratan" bir şekilde inkâr edenlere olan azabının, hafife alınamayacak ve sakınılması gereken acı ve alçaltıcı büyük bir azap olduğu da ayrıca ihtar edilmekte ve aynı zamanda iman etmeyenlere de Dünya ortamında kazandıkları ün ve servet gibi şeylerin de Allah'ı bırakıp edindikleri dostlarının da ölüm sonrasındaki ortamlarda onlara hiçbir fayda vermeyeceği bildirilmektedir.
Onların hepsini bir araya toplayacağımız, sonra da Allah'a ortak koşanlara: "Siz ve koştuğunuz ortaklar yerinizde bekleyin" diyeceğimiz gün artık onların aralarını tamamen ayırmışızdır ve onların ortakları derler ki: "Siz, bize ibadet etmiyordunuz." (51/28), (10/28)
“Bu yüzden bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz sizin tapmanızdan tamamen habersizdik." (51/29), (10/29)
Orada herkes geçmişte yaptıklarını karşısında bulur, artık onlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülmüşlerdir, uydurmakta oldukları şeyler de onları terkedip kaybolmuştur. (51/30), (10/30)
De ki: “Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? işi kim idare ediyor?” "Allah" diyecekler. De ki: “Öyle ise sakınmıyor musunuz?” (51/31), (10/31)
“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl döndürülüyorsunuz?” (51/32), (10/32)
İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki "Onlar inanmazlar" sözü gerçekleşmiş oldu. (51/33), (10/33)
De ki: “Ortak koştuklarınız arasında, ilk defa yaratacak, arkasından onu yeniden döndürecek biri var mı?” De ki: “Allah ilk defa yaratıp onu yeniden döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız!” (51/34), (10/34)
De ki: “Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı?” De ki: "Hakka Allah iletir. Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?” (51/35), (10/35)
Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir. (51/36), (10/36)
Allah'a ortak koşarak uydurdukları şeylere veya olaylara tapan ve ibadet edenlere Gerçek Ortama döndüklerinde koştukları ortaklar ile beklemeleri söylendiği zaman "Aralarının" tamamen "Ayrılacağı" haber verilmektedir. Böylece Kur'an Ayetlerinin insanlara iletilmesinden sonra Ayetleri dikkate almayıp uydurdukları şeylere tapan tüm insanlara taptıkları şeylerin Gerçek Ortamda kendilerine ibadet etmelerini yalanlayacakları, bu duruma Allah'ın "Şahit "olduğunu iletecekleri açıklanmaktadır. Ayrıca "Orada" herkesin yaşamlarında yaptıklarını karşısında bulacağı, artık "Uydurmakta" oldukları şeylerin "Kaybolmuş" ve gerçek sahibi olan Allah'a döndürülmüş olacağı hatırlatılmakta ve bir defa daha durumlarını "Düşünmeleri" öğütlenmektedir.
Yüce Allah Kendisine ortak koşarak "Asi" olanlara bu ortamda öncelikle "Nefes" almalarına imkân veren hava olmak üzere su, güneş ısısı, radyasyon, manyetik, kütle çekim gücü gibi etkileri ve unsurları gökten ve bu etkilerin ve unsurların da katılımı ile su, hayvanlar, bitkiler ve maden ve mineraller gibi unsurları ve maddeleri yerden elde ederek yararlandıkları ve "Rızık" olarak adlandırdığı şeylerin nasıl meydana geldiklerini düşünmelerini önermektedir. Ayrıca insanın beden yapısının bu durumda olmasını "Takdir" edenin ve "Tasarımı" ile gerçekleştirenin (Sahibinin) kim olduğunu; ölü niteliğinde bekleyen tohumdan, erkek ve dişi unsurlardan canlıları "Çıkaranın", canlı (Diri) varlıkları "Ölü" hale getirenin kim olduğunu, yani Evren ve Dünya ortamındaki "İşleyişin" hangi kurallara göre ve "Kim" tarafından nasıl "Yürütüldüğünü" düşünmeleri için "Kendisine" ortak koşarak "Asi" olanlara sormasını Hz.Muhammed'e iletmektedir.
Her şeyin “Tek” Yaratanı olan Yüce Allah Hz.Muhammed'e ayrıca "Kendisine" ortak koşarak "Asi" olanlara ortak koştukları arasında birini "Yok" iken ilk defa "Yaratacak" ve sonra onu ölümünden sonra yeniden hayata döndürecek birisinin olup olmadığını, kendilerini "Doğrulara" ve "Gerçeklere" iletecek olanın bulunup bulunmadığını sormasını ve ilk defa yaratıp ölümden sonra onu yeniden döndürenin ve "Doğruya "iletenin "Allah" olduğunu onlara bildirmesini istemektedir. Böylece onları "Hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?" diye düşünüp nasıl saptırıldıklarını ve nasıl yanlış hüküm verdiklerini anlamaya yönlendirmektedir.
Asi olarak tanımlananların bu sorulara verilecek cevap vermekten "Aciz" olduklarını ve Gerçek Ortamda "Yaratılmaları" sırasında Allah'ın "Gerçek" ve "Tek Yaratan" olduğunun "Ruhsal" yapılarına "Yerleştirmiş" olması ve bu durumu "Kabul Etmiş" olmalarının etkisi ile "Allah'ı" hatırlayacakları ancak "Kibirleri" yüzünden bunu dile getirmeseler de bu sorulara cevaben "Allah" diyecekleri bildirilmektedir.
Yüce Allah bu durumda olanlara "Ruhlarında" hissettiklerinin bütün insanların gerçek "Rabbi" olan "Allah" olduğunu ve bu gerçekten ayrışılması halinde geriye sadece "Sapıklık" kalacağını bir defa daha hatırlatmaktadır. Ayrıca Ayetlerde bu kadar açık olarak iletilen "Gerçeklere" rağmen başka şeyleri Allah ile bir tutarak Allah’a ortak tutanlara “Allah'a karşı gelmekten (âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz? o halde nasıl sapıklığa döndürülüyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?" diye sorarak ihtarda bulunmakta ve onlardan bu durumun farkına varmalarını beklemektedir.
Önemi nedeniyle Allah’a ortak koşanlara "Akıllarını" işletmeyip tüm bu uyarı ve ihtarlara rağmen nefislerine yerleştirilen "Dürtülere" uyarak kendilerine iletilen gerçekleri "Görmezden Geldikleri" ve bu madde ortamında "Görüp Algıladıkları" dışında hiçbir şeye "İnanmadıkları" için "Yoldan Çıkmış" olacakları, insanların çoğunun "Zandan" başka bir şeye uymadıkları, şüphesiz zannetmenin haktan ve bilimle elde edilenlerden hiçbir şeyin yerini tutmayacağı bir defa daha açıklanmakta ve insanlardan bu durumu fark ederek "Doğru Yolu" arayıp bulmalarının beklendiği bildirilmektedir. Allah böylece "Asilerin" yapmakta olduklarını pek iyi bilen olduğunu bütün insanlara önemle hatırlatmaktadır.
Aslında bu Evren ve Dünya ortamı sona erinceye kadar yaşayacak olan bütün "Akıllı" insanların "Akıllarını" işleterek bu sorular üzerinde durarak "Yaratılış" ve "Yaratan" konularını "Anlamaya" çalışmaları gerekmektedir. Bu ortamdaki "Düzeni" incelemek yerine sahip oldukları sınırlı bilgilerine dayanarak Ayetlerin işaret ettiklerini dikkate almayan ve böylece "Yoldan Çıkan" ve "Kibirlenen" insanlar için Ayetlerde ne kadar yol gösterilse de "Onlar İnanmazlar" şeklinde söz edildiği insanlara hatırlatılmakta ve bu duruma düşmemeleri öğütlenmektedir.
İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır, Allah'tan başka ortaklara tapanlar neyin ardına düşüyorlar! doğrusu onlar, zandan başka bir şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. (51/66), (10/66)
Yüce Allah birçok Ayetinde göklerde ve yerde ne varsa hepsinin "Tek Yaratıcısı" olduğunu ve "Sahibi" olduğunu bildirmekte ve bu değişmez "Gerçeği" devamlı olarak ve gösterdiği "Sayısız" delilleri ile "İnsanların" dikkatlerine getirmektedir. Buna rağmen kendilerine lütfedilen "Akıl" unsuruna sahip iken "Gerçeği" görmeyip Allah'tan başka ortaklara tapanların "Neyin ardına düştüklerini" sormakta ve doğrusu onların "Zannettiklerinin" ardına düştüklerini ve böylece "Gerçeği" kabul etmeyip sadece "Yalan" söylediklerini bildirmektedir. İnsanlardan bu tür Ayetleri dikkatle inceleyerek ve Akıllarını işleterek kendilerine iletilen "Gerçekleri" araştırıp anlamaları beklenmektedir.
Kim, dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. (52/15), (11/15)
İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; yaptıkları da boşa gitmiştir, yapmakta oldukları şeyler bâtıldır. (52/16), (11/16)
Rabbin tarafından açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitap'ı bulunan kimse midir? Çünkü bunlar ona inanırlar. Zümrelerden hangisi onu inkar ederse işte cehennem ateşi onun varacağı yerdir, bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir;
Fakat insanların çoğu inanmazlar. (52/17), (11/17)
Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? onlar Rablerine arz edilecekler, şahitler de: "İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir" diyecekler. Bilin ki, Allah'ın lâneti zalimlerin üzerinedir! (52/18), (11/18)
Onlar, Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir, ahireti inkar edenler de onlardır. (52/19), (11/19)
Onlar yeryüzünde âciz bırakacak değillerdir; onların Allah'tan başka dostları da yoktur, onların azabı kat kat olacaktır çünkü onlar ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı. (52/20), (11/20)
İşte onlar kendilerini ziyana uğrattılar, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti. (52/21), (11/21)
Şüphesiz onlar, ahirette en çok ziyana uğrayanlardır. (52/22), (11/22)
İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehlidir, onlar orada ebedi kalırlar. (52/23), (11/23)
Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir, bunların hali hiç eşit olur mu? hâla ibret almıyor musunuz? (52/24), (11/24)
Yüce Allah, Kur'an’ın insanlara nasıl iletildiğinin ve içerdiklerinin "Bilgisine" sahip olmadıkları ve bu nedenle bu konuda "Yorum" yapamayacak durumda oldukları halde Kur'an’ı yalanlamakta olan ve kendilerine iletilen gerçeklere aldırmayıp "Ahirete" ve her şeyi yaratan "Allah'a" inanmayıp yalnız dünya hayatını ve güzelliklerini isteyen "İnkarcılara" bu Dünya ortamındaki işlerinin karşılığının “hiçbir zarara uğratılmadan” tam olarak verileceğini fakat ahirette ateşten başka hiçbir şeylerinin olmayacağını bildirmektedir.
Buna göre bu Dünya hayatında Akıllarını sadece bu Dünya hayatını en iyi şekilde geçirmeye ve güzelliklerini elde etmeye yönelik olarak işleterek zenginlik ve refaha ulaşan fakat bütün bunların ve her şeyi "Yaratanın" bir lütfu olduğunu aklına getirmeyen ve kendisine bu gerçekleri hatırlatanlara da inanmayan "İnkarcıların" bu Dünya ortamında gayretlerinin karşılıklarının verileceği ancak "İbadet" adına ne yapmışlarsa batıl (yok) olacağını ve boşa gideceğini anlamaları ve görmeleri beklenmektedir. Buna göre Yüce Allah’ı ve "Yarattıklarını" inkar edenlerin bu ortamda zenginlik ve refaha ulaşmalarına yönelik olarak yaptıkları işlerinin karşılığını eksiksiz olarak görmelerine "İzin" verildiğine işaret edilmekte, ancak bunların bir şekilde "İbadette" bulunmalarının hiç bir değerinin olmadığı ve ölüm sonrasında sadece "Ateşe" sahip olabilecekleri kesin ve açıkça ihtar edilerek bu durumda olanların bu ve benzer uyarıları dikkate almaları ve sonlarının "Ateş" olmaması için çalışmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Nitekim Yüce Allah kimin inandığını ve kimin inanmadığını ve "Bozgunculuk" yaptığını en iyi "Bilen" olduğunu ayrıca bütün insanlara bildirmektedir.
Yüce Allah’ı ve "Yarattıklarını" inkâr edenlerin Allah’ın Ayetleri ile bildirilen “gerçeklerin” apaçık belgesi olan Kur’an’a dayanan kimse ile eş değerde olamayacağı ve Allah’tan bağımsız bir mutlu bir yaşamın düşünülemeyeceği belirtilmektedir. Zira Hz.Muhammed’e Allah katından bir şahidin (Cebrail Meleği) duyurduğu belgenin (Kur’an’ın) daha önce de Musa Peygamberin vahyinin geldiği yerden (kaynaktan) geldiği, tüm vahiylerin kaynağının “aynı” olduğu açık bir şekilde bildirilmekte ve ancak bu “birliği” fark edenlerin bu vahye (Kur’an’a) inandıkları hatırlatılmaktadır.
Diğer bir ifade ile Hz.Muhammed’in Allah'ın katından bir "Şahidin Okudukları” olarak ifade edilen vahiy edilenlerden alıp bildirdiklerinden oluşan açık "Delillere" dayananların (Kur’an’a inananların), hem de bir rehber ve rahmet olarak Musa'ya vahiy edilen Kitabı da ortada iken, inkarcılar gibi olmadıkları ve onların Allah'a ve Allah'ın ilettiği Kur'an’a "İnandıklarına" işaret edilmektedir.
Yüce Allah buna rağmen insan toplumlarında kim Kur'an’ı inkâr ederse onun ölüm ötesinde varacağı yerin cehennem ateşi olduğu bir defa daha hatırlatarak bundan şüphe duymamasını zira bunun Allah tarafından bildirilmiş "Gerçek" olduğunu bütün insanlara bildirmek üzere Hz.Muhammed'e ilettiğini açıklamaktadır. Allah, yine de ve insanların çoğunun bütün bu hatırlatmalara ve iletilenlere inanmayacaklarını da bildiğini ve bu nedenle "Elçilik" görevini yaparken ümitsizliğe kapılmamasını Hz.Muhammed'e öğütlemektedir
Yüce Allah, kendilerine "Uyarıcılar" tarafından iletilmiş olmasına rağmen Allah'ın bütün insanlara ilettiklerinin "Yalan" olduğunu ileri sürerek Allah'a karşı "Yalan" uyduranları "Zalim" olarak tanımlamakta ve bunun ötesinde bir "Zalimlik" olmadığını bildirmektedir. Bu Zalimlerin insanları Allah'ın yolundan alıkoymak ve O'nu "Eğri" göstermek istediklerine ve ahireti inkâr ettiklerine dikkat çekilmektedir. Onların yeryüzünde Allah'ı âciz bırakamayacakları ve onların Allah'tan başka yardım isteyecekleri dostlarının da bulunmadığı hatırlatılmaktadır. Bu tutumları nedeniyle bu Zalimlerin ölüm sonrasında görecekleri "Azabın" kat kat olacağı, çünkü onların "Akıllarını İşletmemeleri" yüzünden kendilerine hayatta iken iletilen "Gerçekleri" göremedikleri ve onlara "Aldırmadıkları" hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle Allah'a karşı yalan uyduran “Zalimlerin” kendilerini ziyana uğrattıkları ve uydurmakta oldukları şeylerin de Allah'a döndürüldüklerinde kendilerinden kaybolup gideceği ve şüphesiz onların Ahirette en çok "Ziyana Uğrayanlar" olacakları bildirilmektedir. Bu Dünya ortamında bu şekilde "Zalim" olanların ölüm sonrası ortamlarda Rablerine "Arz Edilecekleri" ve "Şahitlerin" de: "İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir" diyecekleri açıklanmakta ve Allah'ın lânetinin zalimlerin üzerine olduğunun "Bilinmesi" ihtar edilmektedir.
Burada geçen "Şahitlerin" birçok Ayette bildirildiği gibi insanların yeryüzündeki yaşantılarındaki bütün davranışlarının ve yaptıklarından Allah'ın "Haberdar" olmasını sağlayan ve "Kendisi" tarafından bu işler için görevlendirilen, bildiğimiz "Madde" yapısında olmayan ve çeşitli Ayetlerde "Melek" olarak adlandırılan "Unsurlar" oldukları söylenebilir. Esasen Allah birçok Kur'an Ayetinde bunların ilettikleri ile her an her şeyden haberdar olduğunu bildirmektedir.
Allah her şeyi bilmektedir. (87/282), (2/282)
Allah yapmakta olduklarınızı bilir. (87/283), (2/283)
Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. (89/5), (3/5)
Buradaki amaç, kibir yüklü ve kendisinden başkasına değer vermeyen "İnsan Benliğinin" yani "nefsinin" ölüm sonrasındaki "Allah'a Döndürülme" olayının gerçekleşmesi olan yeniden yaratılış sırasında bu yaptıklarının bu unsurlar tarafından kendisine "İtiraz Edemeyeceği" bir şekilde ve Yüce Yaratan'ın "Huzurunda" gösterilerek bildirilmesi olduğundan insanların hayatta iken bu durumu dikkate almaları için önemli bir "Uyarı" olmasıdır.
Buna göre bütün insanların bu ve benzer şekilde diğer Ayetlerde yer alan "İhtarları" dikkate alarak bu Dünyadaki yaşamlarında "Akıllarını Kullanıp" içerisinde bulunduğu ortamı ve bu ortamın oluşumu ve özelliklerini düşünerek kendisine “Uyarıcılar” tarafından iletilmiş olan "Gerçekleri" değerlendirmeleri ve sonuçta "Yüce Yaratan" ile ilgili olarak bir fikir edinmeleri gerekmekte ve onlardan bir "İnsan Olarak" bu tür davranış beklenmektedir. Yüce Allah'a "İnanıp" da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlerin "Cennet Ehli" oldukları, onların orada "Ebedi" kalacakları hatırlatılmakta ve bu iki zümrenin yani inananlar ile inanmayanların durumunun kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibi olduğuna ve bunların halinin "Eşit" olamayacağına işaret edilerek insanlara "Hâla ibret almıyor musunuz?" sorusu yöneltilmektedir. Buna göre, kendilerine yapılan bu kadar uyarıyı dikkate almayan insanların ölüm sonrasında her şeyi Yaratan'ın "Lanetine" muhatap olacaklarını da unutmamaları gerekmektedir.
Bu nedenle insanların kendilerine en son olarak iletilmiş olan Kur'an Ayetlerini dikkatle incelemeleri, Akıllarını kullanarak "Anlamaya" çalışmaları ve inanmayan "Çoğunluk" içinde yer almayıp ölüm sonrasındaki ortamlarda kendini "Kurtaranlar" arasına girmeleri gerektiğini bir defa daha düşünmeleri ve ona göre bu ortamdaki yaşamlarına yön vermeleri için yol gösterilmektedir.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur, sonra kafir olanlar Rableri ile denk tutuyorlar. (55/1), (6/1)
Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de Allah'ın katında muayyen bir ecel vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. (55/2), (6/2)
O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir, ne kazanacağınızı da bilir. (55/3), (6/3)
Yüce Yaratan, "Yaratıcılığı" ile ilgili "Deliller" olarak gökleri ve yeri yarattığını, karanlıkları ve aydınlığı var ettiğini açıklamakta ve bütün bunları "Gerçekleştiren" olarak her türlü "Övgü ve Yüceltmenin" sadece "Kendisine" yapılabileceğini bütün insanlara açıkça bildirmektedir.
Bunca delile ve kendilerine iletilen öğüt ve önerilere (Ayetlere) rağmen insanların bir kısmının kendilerince bazı insanları, kendi yaptıkları eşyaları veya bazı doğa olaylarını "Yaratan" olarak "Kendisi" ile denk tutarak hala "İnanmamakta" olduklarına işaret etmekte ve yine kesin bir delil olarak insanları bir "Çamurdan" yarattığını, onların ölüm zamanını takdir ettiğini, Evren'in de belli bir sonunun bulunduğunu bütün insanlara bildirmesine rağmen insanların hala Allah hakkında şüphe ettiklerini açıklamaktadır.
Yüce Yaratan, bunca delile ve kendilerine iletilmiş olan öğüt ve önerilere rağmen "İnanmayan" insanlara yol gösterecek bazı açıklamalar yapmaktadır. İnsanların "Akıllarını" işleterek bunların üzerinde düşünmeye, sahip oldukları bilgilerden yararlanarak düşüncelerini gözden geçirmeye ve anlatılanlar üzerinde sürekli araştırma ve incelemeler yaparak onların nasıl gerçekleşmiş olduklarını "Anlamak" için çalışmaya yönlendirmektedir. Sonuçta bütün insanlardan "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili olarak Allah'ın göklerde ve yerde tek Allah olduğu, gizlenenleri ve açıklananları ve ne kazanacaklarını da bildiği "Gerçeğine" ulaşmaları beklenmektedir. (İnsanın yaratılması ile ilgili olarak "Gerçek Ortamda Yaratılmışlar" ve "İnsanın Dünya'ya Gelişi" bölümlerinde açıklamalar bulunmaktadır.)
De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim!” De ki: “Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma!” (55/14), (6/14)
De ki:” Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün azabından korkarım.” (55/15), (6/15)
” O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah onu esirgemiştir. İşte apaçık kurtuluş budur.” (55/16), (6/16)
” Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, Şüphesiz O herşeye kadirdir." (55/17), (6/17)
“O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.” (55/18), (6/18)
Allah, "Kendisi" ile ilgili bazı delilleri göstermek üzere, toplumundaki inanmayan veya inanmakta kuşkuları olan insanlara hitap ederek, gökleri ve yeri (Evreni) yoktan var edenin, yedirdiği halde yedirilmeyenin Allah'tan başkası olmadığını, kendisine "Müslüman Olanların İlki" olmasının emredildiğini ve "Sakın Müşriklerden Olma" denildiğini bu nedenle sadece Allah'a inandığını ve Allah'tan başkasını "Tanrı" olarak dost edinmediğini ve "Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (Kıyametin) azabından korkarım" diye söylemesini Hz.Muhammed'e ilettiğini bildirmektedir.
Her dönemde insanlardan bir kısmı benliklerindeki "Kibir" ve "Şüphe" duygularının etkisi ile "Yaratan" konusunda kuşku duymuştur ve gelecek dönemlerde de edindikleri onca bilgi birikimine rağmen kuşku duymaya ve böyle bir "Gücü" inkâr etmeye devam edeceklerdir.
Kur'an Ayetlerinde insanlara en önemli "Gerçek" olarak daima "Yaratıcılığı" ve "Nitelikleri" ile ilgili örnekler verilerek onlardan "Akıllarını İşletip" bu konularda düşünmeleri istenmektedir. Zira Allah bu ortamda kendisinin "Halifesi" olarak yaşamasını takdir ettiği insanlara "Tek Yaratan" olan "Kendisini" anlamalarını sağlamak üzere "Kendi Ruhundan" indirdiği "Akıl" unsuru verdiğini yine Ayetlerinde açıklamaktadır. Buna göre örneğin buradaki Ayetlerde Evren'in yoktan var edilmesi ile ilgili olarak insanlardan edindikleri bilgi birikimleri çerçevesinde düşünmeleri ve bunun "Nasıl" gerçekleşmiş olabileceğini araştırıp anlamaya çalışmaları beklenmektedir. Çünkü insanların bu "Yoktan Var Edilme" olayının nasıl "Eşsiz" bir "Güç" ile gerçekleştiğini, ancak taşıdıkları "Akıl" unsurun yardımı ile bulmaları mümkün olabilecektir. Benzer şekilde bu Dünya ortamındaki bütün canlıların var olmalarını ve yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaçları olan besinleri her zaman bulabilmelerini (Yedirdiği) sağlayan "Gücün" kendisinin "Yedirilmeye" ve hiçbir şeye "İhtiyacının Bulunmadığını" insanların anlayabilmeleri ancak taşıdıkları "Akıl" unsurun yardımı ile bulmaları mümkün olabilecektir
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ayrıca "Kıyamet" zamanında ancak Allah'ın "Esirgediklerinin" azaptan kurtulmuş olacağını, insanlar için bunun apaçık bir "Kurtuluş" olduğunu, insanların zarara uğramalarının veya hayır verilmesinin ancak "Allah'tan" geldiğini ve eğer Allah insanı bir zarara uğratırsa onu "Kendisinden" başka giderecek olmadığını ve eğer insana bir hayır verirse bunu da geri alacak bulunmadığını, Şüphesiz Allah'ın her şeye kadir olduğunu, Allah'ın kullarının (İnsanların) üstünde her türlü tasarrufta bulunduğunu, hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olduğunu Allah’a iman etmeyen ve “gerçekliğinden” şüphe edenlere iletmesini bildirdiğini açıklamaktadır. İnsanların Hz.Muhammed'e bildirilen bu açıklamaları dikkate aldıklarında "Akılları" ile Allah ve yaratıcılığı üzerinde fikir sahibi olabilecekleri bir defa daha hatırlatılmaktadır.
De ki: “Hangi şey şehadetçe en büyüktür?” De ki:” benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” De ki: "Ben buna şahitlik etmem, O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım" de. (55/19), (6/19)
Hz.Muhammed'in Kur'an Ayetlerini iletmekte olduğu toplumun kendilerine iletilen "Ayetlerin" doğruluğu ve gerçekliği ve neden Hz.Muhammed'in kendilerine "Ayetleri" iletmekle görevlendirildiği ile ilgili olarak "Şüphe" duydukları ve emin olabilmeleri için ondan kendilerine bir "Şahit" göstermesini bekledikleri anlaşılmaktadır.
Yüce Allah, bu konularda kuşku duyanları ve inanmayanları düşünmeye yönlendirebilmesi için Hz.Muhammed'den hangi şeyin şehadetçe en büyük (En Büyük Şahit) olduğunu onlara sormasını istediğini ve bu soruya verilecek tek ve kesin cevabın "Allah" olduğunu kendisine bildirdiğini açıklamaktadır. Bu açıklama ile insanların benliklerindeki "Duyguların" etkisi ile Hz.Muhammed şahit olarak kimi gösterse bu defa onun şahitliğinden şüphe edileceğine dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah böylece Hz.Muhammed'in Peygamberliğinin ve aldığı "Vahiylerin" doğru ve gerçek olduğuna sadece ve ancak "Kendisinin" şahitlik edebileceğini bildirmekte ve bundan kuşku duyanları ve inanmayanları düşünüp bu "Şahidin" sadece ve ancak "Kendisi" olduğunu anlamaya yöneltmektedir.
Ayrıca bu Kur'an’ın, kendine lütfedilen "Akıl" unsurunu fark edemeyip "Kibir" duygusuna kapılarak bu gerçekleri kuşku ile karşılayan, kabul etmeyen ve inkâr eden toplumundaki insanları ve ulaştığı herkesi her şeyin "Tek Yaratıcısı", her şeyi "Bilen" ve her şeyin "Sahibi" olan "Allah" ile uyarması için kendisine vahyolunduğunu ve bu “gerçekleri” insanlara iletmesi için Hz.Muhammed'e bildirdiğini açıklamaktadır.
Burada "Ulaştığı Herkesi" ifadesi ile Kur'an’ın Hz.Muhammed'den sonra bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün "İnsanları" Yüce Allah ile "Uyarmaları" için indirildiğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi günümüzde insanların ulaştığı iletişim ve haberleşme olanakları bile şu anda bu ortamda yaşayan bütün insanların istedikleri takdirde "Her An" bu "Eşsiz Mucize" olan Kur'an’a kendi “dillerinde” okumaları mümkün bulunmaktadır. İletişim ve haberleşme olanaklarının bundan sonraki dönemlerde ulaşacağı düzeylerin bugün deneyimlenenlerden çok daha ileride olacağı kesindir. Buna göre Kur'an Ayetlerinin artık bu ortamda her "İnsana" ulaşmış olduğunu, buna göre de bütün insanları "Muhatap" aldığını ve bütün insanları "Uyarmak" üzere Yüce Allah tarafından "İndirildiğini" söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Ayetler ile ayrıca bütün İnsanlara iletilen bu "Gerçeklere" inanmayıp inkar edenlerin "Neyi" kabul etmediklerini önemle düşünmelerinin ve özellikle Allah ile beraber "Başka Tanrılar" olduğuna "Şahitlik Edilmesinin" daha da kötü bir durum olduğuna işaret edilmekte ve Hz.Muhammed'e bunlara şahitlik etmediğini, Allah'ın ancak "Tek" bir Allah olduğunu ve kendisinin onların ortak koştukları şeylerden kesinlikle "Uzak" olduğunu toplumuna ve bütün insanlara söylemesinin emredildiği belirtilmektedir.