

İNSAN OLMAK
İNSAN OLMAK İÇİN BURADAYIZ
HZ.Muhammed
KONU BAŞLIKLARI
Hz.Muhammed’in ve Ailesi İle İlgili Özel Durumlar
Peygamberliğinin İlk Zamanlarında Karşı Duruşlar
Yüce Allah'ın Hz.Muhammed’e Destekleyici Öğüt ve Önerileri
Görevi ile İlgili Genel Hususlar
Sabretmesi, İnanmayanlara Üzülmemesi, Güçlü Olması
Güçlüklere ve Sorunlara Dayanması ve Kararlı Olması
Savaşmak Zorunda Kalması, Savaş Kuralları, Cihat
Azimli, Kararlı ve Ruhsal Yapısının Güçlü Olması
Hz.Muhammed'in Sadece Bir Uyarıcı Olması
Kur’an’da Hz.Muhammed İle İlgili olağanüstü Olaylar
Mağaraya Sığınan Gençler (Ashabul Kehf)
Dünyanın Doğusunu ve Batısını Dolaşmış Olan Adam (Zülkarneyn)
Hz.Muhammed'in Soyu ve Ailesi
Kur’an Ayetlerinde Hz.Muhammed’in soyu ve ailesi ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi yer almamakta, sadece münferit Ayetlerde özel olarak değinilen konularda açıklama veya uyarı niteliğinde bilgiler verilmektedir.
Ancak oldukça yakın bir geçmişte yaşamış olan Hz.Muhammed’in soyu, ailesi ve hayatı hakkındaki ayrıntılı bilgiler, genellikle “İlahiyat” bilimi kuruluşları tarafından yapılan araştırmalara dayanarak yazılan çok sayıda kitap, makale ve eserlerde ve derlenen “hadislerde” yer almaktadır. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan eserlerden, örneğin İslam Ansiklopedisinden yararlanılabilir.
https://islamansiklopedisi.org.tr/muhammed
Halen yeryüzünde bulunan ve Evren ortamının sona ereceği zamana kadar “yeryüzünde” yaşayacak olan bütün “Akıllı İnsanların” Adem ve Havva soyundan çoğaldıkları, “gerçek ortamda” yaratılan ruhlarına “Şahitlik” ettikleri “Allah” kavramının yerleştirilmiş bulunduğu ve insanın yaratılışına itiraz eden “Şeytanın” ise onları Allah kavramından uzaklaştırmak üzere anlam kargaşasına neden olarak “etkili” olduğu diğer bölümlerde ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Gerçekten tarih boyunca insanlar çeşitli etkenlerle Allah'ı inkâr edecek kadar değişimlere uğrayıp bozulan anlayışlarını ve davranışlarda bulunmuşlardır. Bu nedenle Yüce Allah’ın onları yeniden “Doğru Yola” ulaştırması için Adem ve Havva'nın soyundan gelen “Akıllı İnsanlardan” bazılarını "Uyarıcı" veya “Peygamber” olarak görevlendirdiği Ayetlerde bildirilmektedir. Nitekim Kur’an’dan önceki tüm kutsal kitaplarda ve diğer tarihi belgelerde İbrahim’in de bu “Peygamberlerden” olduğu belirtilmektedir
Hz.Muhammed'in İbrahim Peygamberin soyundan geldiği, bütün İslam Tarihçilerinin eserlerinde ve diğer tarihi kaynaklarda belirtilmektedir.
Bu konuda yapılan araştırmalar çerçevesinde Adem ve İbrahim Peygamber arasındaki soy bağı aşağıdaki şemada belirtilmektedir.
http://quran-sunnah.blogspot.com/2013/02/family-tree-from-adam-as-to-prophet.html
İlahiyatçı ve İslam Tarihi Profesörü İbrahim Sarıçam tarafından hazırlanan İbrahim Peygamber ile Hz.Muhammed arasındaki "soy ağacı" çalışmasında, Hz.Muhammed'in Adem’in ve İbrahim Peygamberin “soyundan” geldiğini gösterilmektedir.
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/İbrahim_Saricam
Bir başka kaynakta Hz.Muhammed’in Aile yapısı şema olarak topluca açıklanmaktadır.
https://www.islamveihsan.com.peygamberimizin-annesi-babasi-ve-ailesinin-isimleri.html



Hz.Muhammed'in Ailesi İle İlgili Özel Durumlar
Hz.Muhammedin Eşlerinin Müminlerin Annesi Gibi Olması
Yüce Allah önemli bir husus olarak Hz.Muhammed'in eşlerinin müminlerin "anneleri" gibi olduğunu belirtmektedir.
Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır, eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır; bunlar Kitap'ta yazılı bulunmaktadır. (90/6), (33/6)
Buna göre çevresindeki "müminlere" Hz.Muhammed'in eşlerine anneleri gibi saygılı olmaları istenmekte ve gösterilmesi gereken bu "saygı" nedeniyle Hz.Muhammed'den ayrılan veya ondan sonraya kalan eşlerini kendilerine "eş" olarak almamaları (nikahlamamaları) ihtar edilmektedir.
Hz.Muhammed’in Eşlerini Uyarması
Yüce Allah ayrıca "Son Peygamber" olarak görevlendirdiği Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" Ayetlerinde eşlerine bazı "uyarılarda" bulunmasını bildirmektedir.
Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: “Eğer dünya dirliğini ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim.” (90/28), (33/28)
Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (90/29), (33/29)
Ey peygamber hanımları! sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır, bu, Allah'a göre kolaydır. (90/30), (33/30)
Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz ve ona bol rızık hazırlamışızdır. (90/31), (33/31)
Ey Peygamber hanımları! siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz, eğer korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır; güzel söz söyleyin. (90/32), (33/32)
Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (90/33), (33/33)
Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. (90/34), (33/34)
Buna göre Hz.Muhammed'e, eşlerinden Dünya yaşantısını dileyenler yani "yeni bir yaşam" isteyenler olursa onlara evlenirken söz verilen boşanma bedellerini (Mehir) verip güzellikle boşayabileceğini, fakat yaşamlarında Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu dilerler ise, onlara Allah'ın "güzel davrananlar" için büyük bir mükâfat hazırladığını söylemesini istemektedir. Bu durumda eşlerinin bir nedenle başka bir hayat tarzını arzulamaları durumunda onları "zorla" tutmaması Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Bu öneri bütün insanlar açısından da dikkate alındığında, Ayetteki hükmün boşanmak isteyen erkekler için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre erkeklerin kadın eşlerini geçerli bir nedenle boşanmak istemeleri halinde, boşanmak isteyen erkeklerin öncelikle eşlerinin bu boşanma için "rızalarını" almaları ve "mehir" olarak tanımlanan boşandıklarında zor durumda kalmamaları için evliliğin başında onlar için ayrılan uygun miktardaki paralarını veya mallarını (günümüzde nafaka olarak adlandırılmaktadır) ödeyerek maddi ya da manevi açılardan onları "mağdur" etmemeleri gerekmektedir.
Bu konu özellikle erkek hakimiyeti olan toplumlarda kadınların yasal haklarının erkeklere göre yetersiz düzeyde olması yüzünden daha çok önem taşımaktadır. Zira erkeklerin boşanmayı dileyen eşlerini zorla tutması veya boşandıktan sonra onun davranışları üzerinde kendisine "hak" tanıyarak taciz edip rahat bırakmaması, Kur'an Ayetlerinin insanların yaşam tarzları konusundaki genel "olumlu" yaklaşımlarına ters düşmekte ve bu tutumun sürdürülmesi de ancak "zulüm" olmaktadır. İnsanlara zulmedilmesi ise, "kul hakkı" niteliğindedir ve Yüce Allah’ı inkâr edilmesi ve "Kendisine" ortak koşulması ile bir tutmakta ve asla bağışlamadığını bildirmektedir. Buna göre eşlerine zulmedenlerin de bağışlanmayacağına işaret eden bu önemli uyarıyı, erkek veya kadın bütün insanların özellikle dikkate almaları gerekmektedir.
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır. (92/116), (4/116)
İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir, onları (başka) bir yola iletecek de değildir. (92/168), (4/168)
Allah, Hz.Muhammed'e verdiği böylesine önemli ve eşsiz görevin eksiksiz olarak yerine getirilmesi için ona daima yardımcı ve destek olduğunu Ayetlerinde belirtmektedir. Burada da herhangi bir olumsuzlukla karşılaşıp "duygularına" meyil etmemesinde yardımcı olmak üzere, onun eşlerine özel olarak uyarılarda bulunmaktadır.
Buna göre Hz.Muhammed'in eşlerinden kim açık bir hayasızlık yaparsa, Ahirette onun azabının iki katına çıkarılacağı, bunun Allah'a göre kolay olduğu, buna karşılık kim Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatının iki kat verileceği ve ona bol rızık hazırlandığı hatırlatılarak onu zorlayacak durumlardan kaçınmaları ihtar edilmektedir. Ayrıca onların toplumdaki kadınlardan herhangi biri gibi olmadıkları, eğer yanlış yapmaktan korkarlarsa evlerinde oturmaları, özellikle “toplum içinde” çekici bir eda ile konuşmamaları, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmamalarının gerektiği, zira kalbinde hastalık bulunanların ümide kapılabilecekleri açıklanmakta ve dua etmeleri (namaz kılmaları), zekâtı vermeleri ve Allah'a ve Resulüne itaat etmeleri, güzel söz söylemeleri ve davranışlarını ona göre düzenlemeleri istenmektedir.
Eşinin Hatası Üzerine Ettiği Yeminin Bozulabileceği
Yüce Yaratan’ın "yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğu gerçeğini bütün insanlara bildirmesi için "Peygamber" olarak görevlendirdiği Hz.Muhammed'in de bir "İnsan" olduğuna dikkat çekilmekte ve eşine söylediği bir “sözün” başkalarına iletilmesi üzerine duygusal ve ani kararla yaptığı yeminin bozabileceği açıklanmaktadır.
Ey Peygamber! eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (107/1), (66/1)
Allah yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır, O, bilendir, hikmet sahibidir. (107/2), (66/2)
Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti, Peygamber bunu ona haber verince eşi: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi, Peygamber: “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi” dedi. (107/3), (66/3)
Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, çünkü kalpleriniz sapmıştı ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir; bunların ardından melekler de yardımcıdır. (107/4), (66/4)
Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir. (107/5), (66/5)
Ayetlerden Hz.Muhammed'in eşleri arasında birisine söylediği gizli bir sözden diğerlerinin haberdar olması üzerine meydana gelen olaylara üzülerek bir müddet onlarla olan ilişkilerine ara vermeye “yemin ettiği” anlaşılmaktadır.
Yüce Allah, “helal” kıldığı eşleri ile olan ilişkilerinden ettiği “yemin” yüzünden uzaklaşmasına (kendisine haram emesine) gerek olmadığını, bu nedenle yapmış olduğu yeminini bozmasının sakıncasının bulunmadığını (meşru olduğunu) açıklamakta ve bilen, hikmet sahibi, bağışlayan ve çok esirgeyen olduğunu kendisine hatırlamaktadır.
Söz konusu olay ile ilgili olarak, eşlerinden birine söylediği gizli bir sözün o eş tarafından başkalarına haber verildiği, Allah'ın bunu kendisine açıklaması üzerine Hz.Muhammed'in o eşine bu sözün bir kısmını bildirdiği ve eşinin bunu nasıl bildiği sorusunu da Allah'ın kendisine ilettiği şeklinde cevapladığı belirtilmektedir.
Bu olayın “gizli sözü açıklayan ve dinleyen” olarak ikisinin de niyet ve düşüncelerindeki (kalplerindeki) sapmadan dolayı meydana geldiği açıklanmakta ve eğer Peygamber'e karşı birbirlerine arka verirlerse onun dostu ve yardımcısının Allah, Cebrail, melekler ve iyi müminler olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle eşlerinin bu olaydan dolayı Allah'a pişmanlıklarını iletmelerinin (tevbe) gerektiği açıklanmakta ve eğer Allah'a tevbe ederlerse affedileceklerine işaret edilmektedir.
Öte yandan şayet eşleri kendisini boşamak isterlerse Allah'ın kendisine onlardan daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebileceği olaydaki eşlerine açıklanmak üzere Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Ayetlerde açıklanan bu olayda geniş anlamda erkek ve kadın bütün müminlere birlikteliklerini sağlıklı olarak sürdürmeleri için dikkate almaları gereken uyarılar bulunmaktadır. Buna göre evlilik yapan erkek ve kadının "birlikteliğinin" Allah katında izin verilmiş ve uygun (helal) olduğuna işaret edilmekte ve eşlere bundan kendilerini alıkoymamaları, eşler arasındaki herhangi bir konuda bir şeyi yapmaya veya yapmamaya "yemin" edilmemesi, şayet yemin edilse bile gerektiğinde bu yeminin bozulması, eşler arasındaki gizlilik taşıyan konuların paylaşılmaması, boşanmamım düşünülmesi halinde onların daha uygun, daha iyi ve imanlı eşler bulabileceklerinin dikkate alınması önerilmektedir. Çünkü Yüce Allah'ın her şeyi bilen, hikmet sahibi, bağışlayan ve pişmanlık duyanları çok esirgeyen olduğunun unutulmaması gerekir.
Yüce Allah'ın bunları, Hz.Muhammed'in "Ev Halkı" olarak (Ehl-i Beyt) onlardan sadece günahı gidermek ve onları tertemiz yapmak için istediği açıklanmakta ve evlerinde okunan Allah'ın ayetlerini, onların anlamlarını, işaret ettiği gerçekleri (hikmeti) hatırlamaları öğüt verilerek davranışlarında Allah'ın şüphesiz her şeyin iç yüzünü bildiğini ve her şeyden haberi olduğunu daima hatırda tutmaları istenmektedir.
Yapılan bu uyarılar ile yeryüzünde "eşler" olarak yaşamakta olan bütün "Akıllı İnsanlara" da yol gösterilmekte ve "günahlardan temizlenmeleri" için bir hatırlatma yapılmaktadır. Burada ve diğer Ayetlerde yer alan uyarı, öğüt ve öneriler ile belirtilenlerde ana unsur olarak insanlardan daima makul olmaları, aşırı gitmemeleri ve "Yaratıcıyı" her işlerinde ve daima "anmaları" beklendiği bildirilmektedir.
Evlatlığından Boşanmış Olan Kadın İle Evlenmesi
Hz.Muhammed'in içinde yaşadığı Arap toplumunda bir "gelenek" uyarınca evlatlık olan erkeklerin eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde (boşandılarında) "hür" kalan kadınların başka erkeklerle evlenmelerinin iyi karşılanmadığı ve bu durumda evli iken ve daha sonra eşinden boşanan kadınların "yeniden evlenmelerinde" güçlük yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: “Eşini yanında tut, Allah'tan kork!” diyordun, Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde müminlere bir güçlük olmasın; Allah'ın emri yerine getirilmiştir. (90/37), (33/37)
Allah'ın, kendisine helal kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebal yoktur, önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir. (90/38), (33/38)
O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter. (90/39), (33/39)
Allah, Hz.Muhammed'in evlat edinerek ona iyilik ettiği kişiye (Zeyd) güzellikler (nimet) verdiğini, ona "geçimsizlik" yaşadığı eşini yanında tutmasını ve ona iyilikle davranarak Allah'ın uyarılarına göre davranmasını (Allah'tan Korkmasını) nasihat ettiğini belirtmektedir. Ancak Hz.Muhammed'in aralarındaki geçimsizlik ve uyumsuzluk yüzünden ayrı kalmaları halinde Zeyd'in eşinin Arap Gelenekleri nedeniyle mağdur olmaması için onu nikahlayabileceğini düşündüğü, fakat bu durumu insanlardan çekinerek içinde gizlediği belirtilerek bu durumu Allah'ın açıklayacağı, bu nedenle insanlardan değil asıl Allah'tan korkmasının gerektiği Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır. O nedenle Yüce Allah Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu nikahına almasında bir günah olmadığını ve onu "kendisine nikâhladığını" bildirmektedir. Yüce Allah böylece diğer insanlara da evlilik ilişkilerini kestiklerinde evlatlıklarının "eski eşleri" ile evlenmelerinde müminlere bir sakınca (güçlük) bulunmadığını açıklamakta ve Hz.Muhammed'in o kadını nikahına alması ile "Emrinin" yerine getirildiğine işaret etmektedir. Bu uygulama ile Yüce Allah "evlatlık" erkekler ile evli iken daha sonra eşinden boşanan kadınların "yeniden evlenmelerinde" bir sorun olmadığını (helal olduğunu) topluma "göstermesi" için Hz.Muhammed'in "evlatlığı” Zeyd ile evli olan ve daha sonra ondan boşanan eşini ona "nikahladığını" bildirmektedir.
Yüce Allah, bu Ayetlerinde kendisine "helal kıldığı" şeyler için Hz.Muhammed'e herhangi bir vebal olmadığını, bunun "Allah'ın Adeti" olarak daha önce gelip "Peygamberler" arasında da böyle uygulandığını ve Allah'ın emrinin bütün peygamberler açısından mutlaka yerine gelecek yazılmış bir kader olduğunu bildirmektedir. Buna göre Ayetler ile iletilen ve "Peygamberlere dair" olan uygulamaların bu anlamda düşünülmesi bütün insanlardan beklenmektedir. Zira Allah'ın insanlara "gerçekleri" iletilmesi için "görevlendirdiği" o peygamberlerin Allah'ın gönderdiği emirleri duyurdukları, yanlış yapmamak veya hataya düşmemek için Allah'tan korktukları, Allah'tan başka kimseden korkmadıkları açıklanmakta ve peygamberler dahil olmak üzere her kes için "Hesap Görücü" olarak Allah'ın yeterli olduğu bildirilmektedir.
Ayrıcalıklı Olarak Eş Alabilmesi
Bu arada Yüce Allah, sadece Hz.Muhammed'e mahsus olmak üzere Ayette ona bazı "ayrıcalıklar" verdiğini belirterek Ayetlerinde belirttiği kadınları kendisine "helal" kıldığını açıklamaktadır.
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygamber'e hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere. Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (90/50), (33/50)
Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın, boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur; böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine senin üzerine bir günah yoktur; böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir, Allah hakkıyla bilendir, halîmdir. (90/51), (33/51)
Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helal değildir. Allah her şeyi gözetler. (90/52), (33/52)
Hz.Muhammed'e onlardan dilediğini geriye bırakabileceği (almayacağı) dilediğini de yanına alabileceği bildirilmekte, boşadığı hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almasında ve bu nedenle onların mutlu olmalarına veya üzülmemelerine sebebiyet vermesinde bir günah bulunmadığı bildirilmektedir. Hz.Muhammed'in bu konuda verdiği karara (senin verdiklerine), mutlu olanların ve üzülenlerin hepsinin razı olmalarının daha uygun olduğu açıklanmakta ve Allah'ın insanların kalplerinde olanı bildiği, çünkü Allah'ın hakkıyla bilen ve sabırlı, temkinli ve yumuşak huylu (halîm) olduğu hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah görevi nedeniyle güçlüklerle karşılaşmaması ve hiçbir sıkıntıya maruz kalmaması için bazı ayrıcalıklar tanıdığını bildirdiği Hz.Muhammed'e, "eş edinme" ile ilgili olarak tanıdığı bu ayrıcalıklar dışında artık başka kadınlarla evlenmesinin ve güzellikleri hoşuna gitse bile bunların yerine başka hanımlar almasının ona helal olmadığını, ancak elinin altında bulunan cariyelerin (Kadın Köleler) yerine başka cariyeler alabileceğini bildirmektedir.
Amcasının Allah’ı İnkârı Nedeniyle Eziyet Çekeceği
Hz.Muhammed'in amcası olan ve ona inanmayıp Allah'ı inkar eden Ebu Leheb ile ilgili olarak başına gelenler ve gelecekler bu konuya “özel” Ayetlerde hatırlatılmaktadır.
Ebu Leheb'in iki eli kurusun! (6/1), (111/1)
Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. (6/2), (111/2)
O, alevli bir ateşte yanacak. (6/3), (111/3)
Odun taşıyıcı olarak karısı da. (6/4), (111/4)
Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde. (6/5), (111/5)
Hz.Muhammed'in muhteşem Fatiha suresini insanlara iletmesini takiben amcasının bu vahiyleri inkârı üzerine vahiy olunduğu ifade edilen bu surede, amcasının ve ona uyan karısının Muhterem Peygamberimiz Hz.Muhammed'e karşı tavır alması ve en kötüsü olarak bu anlayışta olan insanlara inkârlarında yardım etmesi nedeniyle malının ve kazandıklarının “kuruyacağı” ve Ahiret ortamında eziyet çekeceği (ateşte yanacak) bildirilmektedir.
Bu ayetlerde yer alan olaylar veya insanlar ile ilgili anlatım ve açıklamalar, o dönemde olayların içerisinde yaşamış olan insanlar için doğrudan bir uyarı ve öğüt niteliği taşımaktadır.
Buna göre “inkâr” eden insanların pişman olup gerçekleri kabul etmedikçe, Allah nazarında “kendilerinden hoşnut olunmayan” bir durumda olacakları, ölümleri sonrasında gerçek ortama geçildiğinde de bu tutumları nedeniyle ceza ve eziyet görecekleri, o dönemde ve daha sonraki zamanlarda “Ebu Leheb” gibi iman etmeyen “tüm insanlara” hatırlatılmaktadır. Diğer bir ifade ile Allah’ın inkârda ısrar eden insanlar kendi durumları ile uyuşan ceza ve eziyete muhatap olabileceklerdir.
Hz.Muhammed'in Peygamberliği
Yüce Allah, her şeyin "yaratılışı" ile ilgili bilgileri ve her şeyin yaratıcısı (Tek Yaratıcı Güç) olduğunu, uyarı, öğüt ve öneriler olarak (Öğretiler) Adem peygamberden sonra bu Dünya ortamında yaşamaya başlayan ve günümüze kadar giderek çoğalarak yaşamlarını sürdüren "Akıllı İnsanlara", içlerinden "uyarıcı insanlar" olarak görevlendirdiği "Peygamberler" ile bildirdiğini çok sayıdaki Ayetlerinde açıklamaktadır. Ancak zamanla insanların Şeytan'ın dürtülerine uyarak bu "Öğretileri" dikkate almadıkları için "gerçeklerden" uzaklaştıkları ve toplum düzenlerinin bozulduğu ve sonuçta azaba uğradıkları ve cezalandırıldıkları da yine Ayetlerde ayrıntılı şekilde belirtilmektedir.
Nitekim son olarak yaklaşık 1400 yıl önce de Allah’ın “en güzel şekilde” yaratarak "Akıl" verdiği insanlara, "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ve "Yaratıcılığı" hakkındaki "gerçeklerin" hatırlatılarak onların uyarmasının ve iman edenlere de “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah (Rableri) katında yüksek bir doğruluk makamı olduğunun müjdelenmesinin, içlerinden bir adama "vahiy" edilerek bildirildiği açıklanmaktadır.
İçlerinden bir adama: “İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele” diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kafirler: “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler? (51/2), (10/2)
Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek Arş'a istivâ eden Allah'tır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır, o halde O'na kulluk edin, hâla düşünmüyor musunuz? (51/3), (10/3)
Buna göre Allah, bütün insanlara olan uyarı, öğüt ve önerilerini ve "Yaratılış" gerçeklerini (Kur'an Ayetlerini) bütün insanlara "bildirmesi" için ve bu “gerçekleri” idrak edebilmelerinde "yol göstermek" üzere, "içlerinden bir adam" olan Hz.Muhammed'i seçtiğini ve onu "Peygamber" olarak "görevlendirdiğini" bildirmektedir. Ancak bu durumu kabul etmeyip ilettiklerini inkâr edenler bu gelişmeleri önlemek amacı ile her türlü faaliyeti denemişler, onu aşağılamak için sihirbaz demişler düşmanlık yapmışlar hatta daha da ileri giderek zaman zaman acımasızca şiddete ve zulme başvurmuşlardır.
Yüce Yaratan “Yaratıcılığı” ile ilgili "Gerçekleri" tüm insanlara bildirmesi ve onları “uyarılması” için "İçlerinden" bir “adamı” görevlendirdiğini ve bu gerçeği kabul edip "İman" edenlere "Katında" yüksek bir doğruluk "Makamı" müjdelediğini açıklamakta ve bu durumun şaşılacak bir şey olmadığının "Akıllı" insanlarca anlaşılabileceğine işaret etmektedir. Buna karşılık kendilerine iletilen "Öğüt ve Önerileri" Hz.Muhammed'in sihirbazlık yaptığını söyleyip kabul etmeyen ve böylece inkâr edenlere de gökleri ve yeri altı günde yarattığını sonra da işleri yerli yerince idare ederek Arş'a istiva ettirdiğini hatırlatmaktadır. Ayrıca “izni” olmadan hiç kimsenin insanların "Affedilmeleri" için aracı (Şefaatçi) olamayacağını ve böyle bir lütufta bulunamayacağını belirtmekte ve buna göre sadece Kendisine "Kulluk" edilmesi gerektiğini, yani Allah'ı ve “Tek Yaratıcı Güç” olduğunu kabul edip O'na "Teslim" olunması gerektiğini kesin bir şekilde tüm insanlara bildirmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" ve daha önce tüm insanlara bildirdiklerini de kapsayan "Kur'an" ile bütün "Akıllı" insanlara Allah'ın Yolu'nu (doğru yolu) son defa" olarak bildirmekte ayrıca Hz.Muhammed'i bütün yaratılmışlara, "merhametinin ve şefkatinin" uygulayıcısı (Alemlere Rahmet) olarak "gönderdiğini" açıklamaktadır.
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (73/107), (21/107)
Kur'anda Hz.Muhammed ile ilgili belki de en önemli bir "tanımlama" olarak onun "Âlemlere Rahmet" olarak gönderildiği bildirilmektedir.
"Alemlere Rahmet" ifadesi ileHz.Muhammed'in, "bütün yaratılmışların Allah'ın yaratıcılığı ile gerçekleştiğini bütün insanlara bildiren" olarak, bütün insanlara "doğru yolu" gösterdiği ve birbirlerini ve bütün "yaratılmışları" sevmeyi ve korumayı "tavsiye ettiği" açıklanmaktadır. Zira diğer yaratılmışlar (Evren ve bünyesindeki her şey) ancak kendisine "Akıl" verilmiş olan "İnsan" için var edilmiştir ve Allah Hz.Muhammed'i bütün insanların peygamberi olarak göndermiştir. Buna göre Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed, "Son Uyarıcı" olarak kendisine "vahyedilenleri" iletmekle Evren'in sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan "Bütün İnsanlara" kurtuluşa ve mutluluğa ermenin yollarını göstermiş ve bildirmiştir.
Peygamber Hz.Muhammed'in "Alemlere Rahmet" olarak nitelendirilmesi ile ilgili olarak Diyanet ve Muhammet Esed tefsirlerinde aşağıdaki özet açıklamalar bulunmaktadır.
"Hz.Muhammed bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber, dolayısıyla âlemlere rahmettir. Onun getirdiği Kur’an çağlar üstü, evrensel bir kitaptır; soy sop, ırk veya kültürel çevre farkı gözetmeksizin bütün insanlığa hitap etmekte, herkese doğru yolu göstermektedir; akıl ve sağduyuya hitap edip insanları birlik, beraberlik, kardeşlik, adalet, eşitlik ve yardımlaşmaya çağırmaktadır. Âlemlere rahmet olmasının bir sonucu olarak insanlara birbirlerini, hayvanları, bitkileri sevmeyi; ekolojik dengeyi korumayı tavsiye etmiştir. İnsanlara kurtuluş ve mutluluğa erme yollarını öğreten yine odur. Onun vasıtasıyla insanlar dünya ve âhiret hayatı bakımından birçok iyilik elde etme imkânı bulmuşlardır."
Enbiyâ Suresi 107. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
“Kur'ânî vahyin evrenselliği onun üç özelliğinden ileri gelmektedir; ilki: Kur'an mesajı, soy-sop, ırk ya da kültürel çevre gözetmeksizin bütün insanlığa hitab etmektedir; ikincisi: özellikle insanın akıl ve sağduyusuna hitab etmekte ve dolayısıyla ancak gözü-bağlı insanların inanabileceği türden doğmalar önermemektedir; ve nihayet: bilinen bütün dinî metinlerin tersine, Kur'an, ondört
yüzyıl önce vahyedildiği günden bugüne tek kelimesi değiştirilmeden ulaşan ve bundan böyle de değiştirilmeden kalacak olan tek kitaptır; çünkü Kur'an, "onu [tüm tahriflere karşı] muhakkak ki, Biz koruyacağız" vaadi doğrultusunda eksiksiz kaydedilmiş ve bugünlere eksiksiz ulaştırılmış tek vahyî mesajdır (karş. 15:9 ve ilgili 10. not). Bu üç özelliği sayesindedir ki Kur'an ilahî vahyin son evresini temsîl etmektedir ve bu vahyi insanlığa ulaştıran Peygamber de peygamberlerin sonuncusudur. (Kur'ânî deyişle, peygamberlerin "mührü, hatemi", karş. 33:40.)
.......bir elçi olarakHz.Muhammed (s), Kur'an'da (21:107) "[Allah'ın] bütün dünyalara/bütün toplumlara (yani bütün bir insanlığa) bahşettiği rahmet"in bir delili, bir işareti ve "Peygamberler'in de Hâtemi" (Mührü) (bkz. 33:40), başka bir deyişle onların sonuncusu olarak tanımlanmaktadır.”
Enbiya suresi Enbiya oku Enbiya arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e verdiği ve bütün "Akıllı" insanlara Allah'ı ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu bildirilmesi ile ilgili son derece "özel" ve "olağanüstü" görevi nedeniyle "Kendisinin" ve "Meleklerin" Hz.Muhammed'e destek ve yardımcı olduğunu (selamladığını) bildirmekte ve "İnanan" müminlerin de ona tam bir teslimiyetle "destek ve yardımcı" olmalarını öğütlemektedir.
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salât ederler, Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (90/56), (33/56)
Ayette Arapça "salat" olarak yer alan kelimenin "selamlamak" olarak tercüme edildiği ve çok sayıdaki tefsirlerde de bu anlam verilerek yorumlar yapıldığı görülmektedir. Bu durumda Yüce Allah'ın ve bütün ortamlarda Allah'ın "İradesini ve Hükmünü" yürütmek üzere "yarattığı" özel unsurlar olan "Meleklerin" Hz.Muhammed'e "selam vermekte" olduğu şeklinde anlam verilmektedir. Ancak Arapçada "salat etmek" kelimesinin anlamının "destek verilmesi" olduğu düşünüldüğünde, Allah'ın ve meleklerinin, Peygamber'e "çok yardımcı ve destek olduğunun" ifade edildiği ve onu böylece "selamladıkları" anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu Ayet hükmü gereğince bütün insanlara, yerine getirdiği Peygamberlik" görevinin kutsallığını ve önemini "anlamak" ve ilettiklerine göre "davranmak" suretiyle "Kıyamet" zamanına kadar ona destek ve yardımcı olmaları öğüt verilmektedir.
Buna göre, Yüce Allah'ın bu ortamın sona ereceği (Kıyamet) zamana kadar yaşayacak tüm insanlara da Ayetlerinin" iletilmesi için "seçmiş" olduğu "özel insan" olan Hz.Muhammed'in adını duyduklarındaveya yazılı metinlerde okuduklarında O'na bir "saygı ve sevgi" ifadesi olarak sadece "sözle" selamlama yapılması (Salavat) kast edilmemektedir. Ancak ondan sonraki dönemlerde Peygamberin etrafındakilerin anlattıklarına göre onun sözleri ve davranışlarına dayandırılarak yazılan "hadislerde" Hz.Muhammed'in Arapça “Sallallahü aleyhi ve sellem” veya "Allâhumme salli Alâ seyyidinâ Hz.Muhammedin ve Alâ Âli Seyyidinâ Hz.Muhammed" kelimelerinin söylenmesi suretiyle "salevat getirilmesi" ve böylece onun "selamlanması" genel bir uygulama olarak sürdürülmektedir. Bazı hadislerde daha ayrıntılı selamlama (Salavat) şekillerinin ortaya çıkarıldığı, hatta namaz sırasında bunların okunmasının "gerekli" olduğu belirtilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisinde yer alan açıklamalardan, Hz.Muhammed'in selamlanmasının hayatta bir defa yapılmasının, ayrıca adının ilk defa geçmesi veya ilk yazılması sırasında onun selamlanmasının yeterli olacağının kabul edildiği ve "Salavat" için Türkçe’de “s.a.v.” ve “a.s.” gibi kısaltmalar kullanıldığı açıklanmaktadır.
SALÂTÜSELÂM - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Görüleceği gibi, Hz.Muhammed'e saygı ve sevgi gösterilmesinin abartılarak her durumda ve her an yapılmasının, daima daha fazla söylendiğinde daha fazla imanlı olunacağına inançlarına aşırı tutkuyla bağlananlar tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bu tür davranışlar insanların Hz.Muhammed'in ilettiği Kur'an hükümleri yerine ve daha fazla olarak ona "kişisel saygı" gösterilmesine yol açmakta ve asıl olan amaca ulaşılmasında bazı kavram karışıklığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Kur'an'ı bütün insanlara "ileten" Muhammed'in ancak bir "uyarıcı" ve "müjdeleyici" olduğu, bu nedenle ona gösterilecek sevgi ve saygıda "ölçülü" davranılmasının gerektiği unutulmamalıdır.
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (58/28), (34/28)
Nitekim, Kur'an Ayetlerinde bütün "Peygamberlerin" içinde yaşadıkları toplumların bünyelerinde yaşamış olan birer "İnsan" oldukları ve onlar için "abartılı" olarak "yüceltme" ifadelerinin kullanılmasının hiçbir şekilde hoş karşılanmadığı ve "Yüceltmenin” sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a ait olduğu ifadesi ile kesin bir şekilde bildirilmektedir.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (5/2), (1/2)
Bu nedenle Kur'an içeriğinde "Yücelik" ifadesi sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan "Tek Yaratan" olan "Allah" için kullanılmış ve Ayetlerde adı geçen diğer bütün peygamberler (Hz.Muhammed dahi) sedece "adları" ile belirtilmiştir.
Bu durumda insanların onun ilettiği Kur'an hükümlerine göre davranarak ona "destek" olmaları gerekirken bu amacı anlayamayanların, Yüce Allah'ın insanlara "bildirdiklerini" ve bir "uyarıcı" olan Hz.Muhammed'i yalanlayanlar gibi "Allah'ı" ve Hz.Muhammed'i incitmiş olacaklarına dikkat çekilmektedir. Yüce Allah "Kendisini" ve "Resulünü" incitenleri dünya hayatlarında ve ölüm sonrasındaki ortamlarda merhametinden ve affından uzak tutacağını (onara lanet ettiğini) ve onlar için küçük düşürülecekleri (horyalıcı) eziyet hazırladığını bildirmektedir.
Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır. (90/57), (33/57)
Buna göre Hz.Muhammed'in yaşadığı dönemlerde olduğu gibi, ondan sonraki zamanlarda yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanlara, inkar etmeleri halinde Allah'ı ve Allah'ın insanlara “bildirdiklerini” iletmekle görevlendirilen Hz.Muhammed'i "incitmiş" olacakları ve Dünya ve Ahiret yaşamlarında Allah'ın merhametinden ve affından uzak kalacakları bildirilerek uyarılmaktadır. Böylece insanlardan Allah'a ve peygamberinin şahsiyetine "saygı" gösterilmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle Hz.Muhammed ile ilgili olarak yapılacak yorumlarda bu durumun dikkate alınması gerekmektedir. Aslında bu uyarı bütün insanlar için de geçerlidir ve böylece diğer insanlar hakkında onların şahsiyetlerini zedeleyecek söz ve davranışlardan kaçınılmasının gerektiğine işaret edilmektedir.
Kur'an Ayetlerinde artık başka bir "uyarıcıya" vahiy gelmeyeceği açıklanmaktadır. Bu durumun insanların artık belli bir bilgi düzeyine erişmelerinin ve bilgilerini ve akıllarını kullanarak bu "son" uyarıları kendilerinin "okuyup anlayabilecekleri" düzeye erişmiş olmaları nedeniyle Yüce Allah tarafından "takdir edildiği" anlaşılmaktadır.
Sevgili Peygamberimizin kendisine "vahiy" edilerek bildirilen "Ayetleri" etrafındakilere "ezberlettiği" ve "yazdırdığı" ve bu yazılanların bir şekilde "derlemesi" ile Kur'an’ın tamamlandığı eldeki bilgilerden ve belgelerden anlaşılmaktadır. Burada bir diğer önemli husus olarak Hz.Muhammed'in "okur yazar" olmamasına rağmen Ayetleri "kendisinin yazdığının" iddia edilerek Kur'an’ın "gerçekliğinin" sorgulanmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu durumun "yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili "gerçeklerin" toplumda güvenilir olan fakat "okur yazar" olmayan (ümmi) bir "insana" bildirilmesinin, Yüce Allah'ın kibirlenmemeleri ve kibirlerine "teslim olmamaları" için "Bütün İnsanlara" bir "meydan okuması" olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca, şayet okur yazar olsa idi sadece "kibirleri" ile kendi fikirlerine inanarak "batıla" inananların (zalimlerin) bu defa da bundan "kuşku" duyacakları belirtilerek Kur'an'ın kendilerine ilim verilenlerin "akıllarını işleterek" sinelerinde yer eden apaçık Ayetler olduğu ve ancak "zalimlerin" bile bile inkâr edecekleri hatırlatılmaktadır.
Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın, öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. (85/48), (29/48)
Hayır, o kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder. (85/49), (29/49)
Kur'an Ayetlerinde "Âlemler" ifadesinin genellikle Allah’ın yarattığı ve yönettiği maddî ve mânevî, görülen ve görülmeyen bütün varlık türlerini ve oluşumları ifade ettiği görülmekle birlikte, bir kısım Ayetlerde özellikle sadece "bütün insanlar" olarak belirtilmektedir.
Oysa o, âlemler için ancak bir öğüttür. (2/52), (68/52)
Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür. (38/87), (38/87)
Musa dedi ki: “Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?” (39/140), (7/140)
Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren (42/1), (25/1)
Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür. (53/104), (12/104)
İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da, hepsini âlemlere üstün kıldık. (55/86), (6/86)
De ki: “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak bir öğüttür.” (55/90), (6/90)
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (73/107), (21/107)
Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık. (85/15), (29/15)
Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. (89/33), (3/33)
Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev, Mekke'dekidir. (89/96), (3/96)
Diğer bazı Ayetlerde ise Allah’ın yarattığı ve yönettiği maddî ve manevi, görülen ve görülmeyen bütün ortamları, yapıları, varlık türlerini, oluşumları ve bütünüyle Evreni ve Evren Ötesini ifade etmektedir. Bu anlamda "Âlemler" Evrenin yaratıldığı Arş alemi (Ortamı) ve bunun dışında insanlara tam olarak açıklanmayan ve genel anlatım ile Kur'an’da "Gayb" olarak da geçen diğer ortamları da kapsamaktadır.
Ayetlerdeki ifadelerden Yüce Yaratıcının esasen "Kendisine Mahsus" olan ve "Gerçek Ortam" olarak tanımlanan "Arş" ortamı ve buna bağlanan (istiva Edilen) bütün ortamların (Âlemlerin) yaratılması ve bu "Âlemlerin" Kendisinin oluşturduğu "Özel Koşullara" göre ve "Takdir Ettiği" şekilde "Sürdürülmesi" için sadece "Ol!" demesinin yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Burada "Âlemler" üzerinde bir başka açıdan da durmak gerekmektedir. Âlem kelimesi genel anlamı ile Dünya gibi düşünülmektedir. Ancak içeriğinde benzer şekilde yaratılmışların oluşturduğu topluluk veya disiplin şeklinde de ifade edilmektedir. Örneğin, canlılar alemi, cansızlar alemi, ruhlar alemi, hayvanlar alemi, uzay alemi, insanlar alemi, ahiret alemi, melekler alemi gibi .
Ayetlerde Allah insanların bu şekilde tanımladıkları ve henüz tanımlayamadıkları "Tüm Alemler" in "Rabbı" yani Tek Yaratıcı İlahı olduğu ve tüm bu Alemlerin tüm yaratılmışlarının, kendilerini yaratmış olan, onların yaratıcıları olan Allah'ı "Her An" Övmekte oldukları Tüm İnsanlara çok açık bir şekilde hatırlatılmaktadır.
Bu anlamda genel olarak "Âlemleri Rabbi" olarak Allah'a işaret edilmektedir. Kur'an’da yaklaşık 37 Ayette "Âlemlerin Rabbi" ifadesi "Allah" anlamında olmak üzere yer almaktadır. Nitekim "Âlemlerin Rabbi" ifadesi; ilk "Akıllı" insanlar olan Adem ve Havva'dan itibaren bütün zamanlarda yaşamış ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün insanların Ruhlarının "Gerçek Ortamda" Allah'ı "Tek Yaratan" olarak saygı duyulacak ve teslim olunacak "Tek Rab" olduğuna dair "söz" vermeleri ve bütün Ruhların da diğer bütün Ruh Yapılara "bu sözü" verdiklerine dair "şahit olmaları" nedeniyle, bu ortamda (Yeryüzü) yaşarken "Allah'ı" inkar etseler bile, "bağlı" oldukları "Tek Yaratanı" Ruhsal Yapılarının derinliklerinde hissetmelerini tanımlamaktadır.
Öte yandan, bazı Ayetlerde "Alemler" ile bağlantılı olarak yer alan, "öğüt" olması, peygamberlerin diğer insanlara "üstün" kılınması ve onlardan bir karşılık (ücret) istenmemesi ve bazı olayların "ibret" olması gibi ifadelerden "Âlemler" kelimesi ile bu ortamda yaşamış ve yaşayacak olan "Bütün İnsanlara" işaret edildiği ve kast edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Yüce Allah Hz.Muhammed'i bütün insanlara (alemlere) ve onlara olan merhameti nedeniyle (rahmet olarak) gönderdiğini açıkça bildirmektedir. Buna göre Hz.Muhammed aynı zamanda "son" olarak gönderilen "uyarıcı" olarak kendisine ve ilettiklerine inanarak "Müslüman" olanlara ve henüz ilettikleri konusunda bilgisi bulunmayan veya henüz "Müslümanlar" arasına katılmayan diğer bütün insanlara da "gerçekleri" bildirmek üzere gönderildiği belirtilmektedir.
Müminlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da göndermiştir. (110/3), (62/3)
Görüldüğü gibi, Hz.Muhammed, tüm insanları uyarmak üzere gönderilmiştir. Böylece artık bir başka peygamberin gönderilmesi de söz konusu değildir. Okuyan, araştıran, bilgi edinen ve aklını kullanan tüm insanlar Hz.Muhammed ve getirdiği Kur'an’ı öğrenmek, anlamak ve İslam Dinini kabil etmek durumundadır. Yüce Allah bütün "Akıllı" insanlardan "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" hakkında iletmiş olduğu "gerçeği" fark ederek "Kendisine" teslim olmalarını istemekte ve beklemektedir.
Ayrıca, Kâbe’nin bütün "insanlar" ve "İnsanlık" için Allah’ın birliğini ve bildirdiklerini (Dinini) bütün insanlara yansıtan özelliklere sahip olduğu belirtilmektedir. Ayrıca "Alemler" ile Allah’ın yarattığı ve yönettiği maddî ve manevi, görülen ve görülmeyen bütün ortamları, yapılar, varlık türleri ve oluşumların tamamı da kast edilmektedir. Nitekim Yüce Allah yarattığı "âlemlerden" bağımsız (müstağni) olduğunu Ayetlerde belirtmektedir.
Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnîdir. (85/6), (29/6)
Kim inkar ederse, bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir. (89/97), (3/97)
Buna göre Yüce Allah yarattığı âlemlerden “müstağni” olduğunu, diğer bir ifade ile esasen “yaratmış” olduğu bütün âlemlerin hiç birine muhtaç olmadığını ve her bakımdan "Kendine" yeterli olduğunu ve hiçbir şeye ihtiyacının bulunmadığını özellikle bildirmektedir.
Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder. (110/1), (62/1)
Çünkü ümmîlere içlerinden kendilerine âyetlerini okuyan onları temizleyen onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur, kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. (110/2), (62/2)
Müminlerden henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da göndermiştir. O, azîzdir, hakîmdir. (110/3), (62/3)
Bu, Allah'ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. (110/4), (62/4)
Yüce Allah bütün insanlara, göklerde ve yerdeki (Evren ve ötesindeki) bütün ortamları "yarattığına" ve bütün ortamlardaki varlıkların (mülkün) sahibi olduğuna işaret ederek, bütün ortamlarda olanların her türlü eksiklikten uzakta (münezzeh) bulunan ve azîz ve hakîm olan Allah'ı "her an" andıklarını (tesbih ettiklerini) hatırlatmaktadır. Yapılan bu uyarı ile Yüce Allah'ın Hz.Muhammed'i içinde bulunduğu "ilâhî bir kitabı" olmayan veya kendilerine iletilmiş olan "Kitap" ile ilgisiz (ümmi) ve "kuşkusuz önceden apaçık bir sapıklık içinde" olan Arap toplumuna, Allah'ın Ayetlerini okuyan, onları "Ruhen" temizleyen ve onlara Allah'ın Ayetlerini (Kitab'ı), içerdikleri "gerçekleri" ve anlamlarını (hikmeti) öğreten bir peygamber olarak "gönderdiği" bildirilmektedir.
Hz.Muhammed'in bu özelliklerine işaret ederek aslında onu müminlerden henüz kendilerine katılmamış bulunanlara ve diğer "bütün" insanlara da gönderdiğini bildiren Yüce Allah "azîz ve hakîm" olduğunu hatırlatmakta ve onun "Peygamber" olarak gönderilmesinin bütün insanlara bir "lütfu" olduğunu, dilediğine lütfettiğini ve büyük lütuf sahibi olduğunu açıklamaktadır. Nitekim bir diğer Ayette de Hz.Muhmmed'in Evren ve Evren ötesindeki tüm ortamlara ve o ortamlarda bulunanlara (Alemlere) Allah'ın merhameti olarak (Alemlere Rahmet) gönderildiği belirtilmektedir.
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (73/107), (21/107)
Öte yandan, Peygamber Hz.Muhammed'e bu görevi Allah tarafından verilmiştir. Bu husus kesin olarak ifade edilmektedir.
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur, şahit olarak Allah yeter. (111/28), (48/28)
Muhammed Allah'ın elçisidir. (111/29), (48/29)
Bu açıklamalara göre Allah'a olan imanın en temel unsurlarından birisi olarak Hz.Muhammed'in Allah'ın yarattığı bir "insan" olduğunun (kulu olduğunun) kabul edilmesi gerekmektedir. İnsanlar bu "gerçeği" kabul ettiklerinde, bu ortamdaki yaşamlarına başlamadan önce gerçek ortamda yaratılmış olan "Ruhlarının" Allah'ın insanların yegâne "İlahı" olduğuna dair verdikleri "sözü" ve diğer bütün insan ruhlarının da bu sözü verdiklerine yaptıkları "şahitliği" hatırlamış ve böylece "İslam’ı" kabul etmiş olacakları "Ruhların Yaratılması" ile ilgili Ayetlerden anlaşılmaktadır.
Bu kabul Arapça olarak "Eşhedü En La İlahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhü ve Resul Allah" olarak söylenmektedir.
Hz.Muhammed'in Vahiy Alışı
Kur'an’ın Hz.Muhammed'e ilk "Vahiy" edilen Ayetlerinin Alak Suresinin ilk 5 Ayeti olduğu üzerinde bütün İslam Bilginlerinin "Görüş Birliği" bulunmaktadır.
Yaratan Rabbinin adıyla oku! (1/1), (96/1)
O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (1/2), (96/2)
Oku! insana bilmediklerini belleten, (1/3), (96/3)
Kalemle öğreten (1/4), (96/4)
Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (1/5), (96/5)
Tüm “Akıllı” insanların çok özel ve çok anlamlı olan bu İlk Kur'an Ayetlerinin üzerinde önemle düşünmeleri gerekmektedir.
Bilindiği gibi, İnsan toplumlarına Hz.Muhammed'den önce gönderilmiş olan peygamberler tarafından iletilen ve bir kısmı yazılı hale getirilen “Allah Sözü” olan Ayetler, Kur'an'da da açıklandığı gibi, özellikle insan toplumlarını yöneten veya hakim olanlar tarafından kendi çıkarları için değiştirilmiştir. Bu toplumlar, Allah'ın kendilerine ilettiği ve peygamberler tarafından "Yazılı" hale getirilen "Kitaplarını” koruyamamışlar ve sonraki nesillere bu "Asıl" nüshaların aktarılmasını sağlayamamışlardır. Bunun sonucu olarak çok daha sonraları bir kısım insanlar bu "Asıl" metinlerden "Hatırlanabilen" bazı cümleleri ve anlatımları da kullanarak yeni "Kutsal Kitaplar” oluşturmuşlardır. Bu durum bugün tüm insanlar tarafından bilinmesine rağmen, "Akıl" taşıyan milyonlarca insan, bu kitaplara Allah'ın tüm insanlardan beklediği samimi ve bilinçli itaat ve teslimiyet esası (İslam) yerine, değişik anlamlarda ve (özellikle bu kitapların "İnsanlar" tarafından yazılmış olduklarını bile bile) bu insanların düşüncelerine göre bir "Kutsallık" vermişlerdir.
Allah Hz.Muhammed'e bu ilk vahyinde "Kendi Adı" ile “okumasını” söyleyerek ona Yaratan Rabbi olarak hitap ettiğini göstermiş ve öyle algılamasını sağlamıştır. Bu şekilde bir iletişim içerisine girilmesi ile Hz.Muhammed tüm hisleri ve varlığı ile etkilenmiştir. Bu durum, ileride tekrarlanacak olan bu tür iletişimlerin (Vahiy) diğer günlük hislerden ayrı olarak algılanmasına ve "Doğrudan Allah Sözü" olan Ayetlerin kesinlikle belirlenmesine imkân vermiştir. İşte Hz.Muhammed tarafından “vahiy” olarak algılananlar artık kesin Ayetler olarak Hz.Muhammed tarafından etrafında bulunanlara iletilmiş ve onlar tarafından da ezberlenmeleri sağlanmıştır. Böylece doğrudan Allah sözü olarak algılanan ve birçok kişi tarafından ezberlenen Ayetlerin daha sonra değişmeden giderek daha fazla kişiler tarafından ezberlenmeleri ile “İlk Kitap” niteliğinde şekil alması mümkün olmuştur.
Okuması ve yazması bulunmayan Hz.Muhammed’in, “okumasını” söyleyen bu ilk vahiyden itibaren Allah'ın "İradesi” ile sonraları kendisine zaman aralıklarında “vahiy” olarak "Hissettirilen" cümleleri (Ayetleri), sanki yazılardan gördüklerini "okuyormuş" gibi ağzından dökülen sözcükler halinde seslendirdiği ve bu "Ayetleri” etrafındakiler ile birlikte tekrar ederek kesinleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu durum tüm Ayetlerin inip Kur'an’ın tamamlanmasına kadar 23,5 yıl aralıklar ile devam etmiştir.
Böylece Ayetlerde “Levh-i Mahfuz” olarak tanımlanan ve “tüm yaratılışın” şifrelerinin yer aldığı Allah katındaki "Asıl Kitaptan" indirildiği bildirilen Kur'an Ayetleri, ilk Ayetinden itibaren Hz.Muhammed tarafından vahiy anında "Tüm Benliği" ile "Hissedilerek" tüm insanlara "Sesli" olarak iletilmiştir.
İlk Ayetten hemen sonra Hz.Muhammed'e tüm insanların bu ortamda "Aşılanmış bir yumurtadan" yaratıldığı hatırlatılarak insanların bu ortamda nasıl meydana geldikleri bilgisi "okutulmuştur”. Böylece önce Hz.Muhammed’e ve tabii olarak diğer tüm İnsanlara, "Yaratan" ve “Yaratılış” fikri iletilerek, Allah'ın "Yaratan" ve insanların da "Yaratılan" olduğu “gerçeği” üzerinde düşünmeleri istenmektedir.
Allah, "En Büyük Kerem Sahibi" olarak yani "En Büyük İyilik Eden, En Büyük Lütfeden ve En Büyük Karşılıksız Bağışlayan" olarak insana bilmediklerini öğreten ve belleğine yerleştiren olduğunu Hz.Muhammed'e hatırlatmakta ve ona hissettirdiklerini "okumasını" telkin etmektedir.
Buna göre Hz.Muhammed'in okuduğu Ayetlerin, “Tek Yaratıcı Güç” olan “Allah’ın Sözü” olarak Hz.Muhammed'e iletildiği dikkate alınarak tüm insanlar tarafından "okunması" gerekmektedir. İnsanların çağlar boyunca edindikleri bilgi birikimleri sonucunda Allah'ı ve sonsuz gücünü "İdrak" etmeleri, öncelikle Allah tarafından Hz.Muhammed'e "okutulan" Ayetlerinin tüm insanlar tarafından da "okunması" ve "anlaşılması" ile mümkün bulunmaktadır.
Hz.Muhammed'e iletilen bu ilk “Vahiylerde”, tüm insanlara lütfettiği "Akıl" unsurunun kullanılması ile tüm insanların "Kalem ile yazmalarının" ve "okumalarının" mümkün kılındığına işaret edilmektedir.
Kur'an Ayetleri tüm insanlara, önemli bir bölümünün akıllarını kullanıp gelişme gösterecek düzeye gelmeleri nedeniyle, tüm yaratılanların esası, kaynağı ve yaratıcısı olduğu ile ilgili ip uçları ve örnekler vererek, bu anlamda insanlara öğütlerini ve önerilerini bildirmektedir. Buna göre Kur’an Ayetleri, “Kıyamet” zamanına kadar sürecek olan süreçte insanların “akıllarını” daha ileri düzeyde kullanmalarını sağlamak, gelişmelerini çok daha hızlandırmak, düşünen insanların Allah'ı en iyi şekilde tanıyıp O'na teslim olmalarını kolaylaştırmak ve sağlamak üzere ve ayrıca insanlara daha önce gönderilen Allah kitaplarında yer alan “gerçekleri” teyit ederek onların “tamamlayıcısı” olarak, gereken zamanda gereken yerde ve gerektiği şekilde gönderilmiş olmaktadır.
Hz.Muhammed'in ilk vahiyleri aldığında içinde bulunduğu olağanüstü duygular nedeniyle bir üşüme hissettiği ve üstünün örtülmesini istediği anlaşılmaktadır.
Ey örtünüp bürünen! (3/1) , (73/1)
Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (3/2), (73/2)
Yarısını. (3/3), (73/3)
Yahut bunu biraz azalt ya da çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku. (3/4), (73/4)
Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz. (3/5), (73/5)
Şüphesiz gece kalkışı, tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir. (3/6), (73/6)
Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var. (3/7), (73/7)
Allah bu ilk dönemlerde hem Hz.Muhammed'i rahatlatmak ve hem de vahiyleri daha kolay ve net alıp anlayabilmesini sağlamak üzere Hz.Muhammed'e "Ey örtünüp bürünen" şeklinde hitap ederek bazı öğütlerde bulunmaktadır. Özellikle geceleri kalkıp "Kendisini" düşünmesini ve Dua etmesini (namaz) önermektedir. Bu gece kalkışlarının, yoğun iletişim ortamı nedeniyle Hz.Muhammed'in fazla yorulması nedeniyle "birazı hariç" olmak üzere ve vahiy olayının devam edeceği sürede devamlı olacağına işaret edilmekte ve kendisi buna düşünce olarak hazırlanmaktadır.
Burada belirtilen namaz kıl ifadesi "Dua Et" anlamındadır. Zira o sırada aslı dua olan namazın “şekli” henüz belirlenmemiştir. Esasen Kur'an’da çok sık geçen ve "namaz" olarak tercüme edilen "salât" kelimesinin "Dua" anlamında olduğu tüm tefsirlerde belirtilmektedir.
Allah önerdiği duanın gecenin yarısında Hz.Muhammed'in dayanabileceği şekilde gerekirse azaltıp çoğaltabileceğini belirtmekte ancak iletilmiş olan Kur'an Ayetlerini, bu dua ve ibadetin seçik ve net olarak iyice hissedebilmesi için tane tane okumasını öğütlemektedir. Allah, henüz başlattığı vahiy eylemini önemi, anlamı, özellikleri, sayısı ve süresi açılarından taşıması çok ağır bir söz olarak tanımlamakta ve gece kalkışının Allah tarafından Hz.Muhammed'e adeta okur gibi görerek hissettireceğini, hafızasına alınacak olan vahiylerin alınmasında gündüz vaktinde uzun meşguliyetinin olduğundan gece vakti kalkışının bu yoğun iletişim ortamının oluşturulması için çok daha uygun olduğu hatırlatılmakta ve iletişim açısından tam bir uyum sağlayacağını ve böylece bu vahiyleri sağlam olarak okuyabileceğini Hz.Muhammed'e iletmektedir.
Allah, Kendisini tüm insanlara tanıtma görevi verdiği Muhterem Peygamber Hz.Muhammed'e Kendisi ile ilgili telkin ve öğütlerde bulunmakta ve öncelikle bu ilk vahiy dönemlerinde Hz.Muhammed'in idrakini sağlamlaştırmaktadır.
Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O'na yönel. (3/8), (73/8)
O, doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur, öyleyse yalnız Allah'ın himayesine sığın. (3/9), (73/9)
Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzellikle ayrıl. (3/10), (73/10)
Nimet içinde yüzen o yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver. (3/11), (73/11)
Hiç şüphesiz bizim nezdimizde boyunduruklar vardır. (3/12), (73/12)
Yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır. (3/13), (73/13)
O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar çöküntü ile akıp giden kum yığınına döner. (3/14), (73/14)
Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. (3/15), (73/15)
Ama Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde muaheze etmiştik. (3/16), (73/16)
Peki inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz? (3/17), (73/17)
Gökyüzü bile onunla yarılacaktır. (3/18), (73/18)
Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir. İşte bu şüphesiz bir öğüttür, Artık kim dilerse Rabbine bir yol tutar. (3/19), (73/19)
Ayet olarak Hz.Muhammed'e iletilen bu telkinler hiç şüphesiz tüm insanlar için de aynen geçerlidir. Buna göre Allah ile ilgili olarak Kur'an’da bu şekilde yer alan çok sayıdaki tanımlamalar insanların Allah'ı anlamalarına, algılamalarına ve tanımalarına yardımcı olacak ve yol gösterecek niteliktedir. Burada da Hz.Muhammed ve tüm insanlara Allah'ın daima hatırda tutulması, Allah'ın Evrenin ve Evrende yer alan Dünya ortamı ile ona benzer ortamların "doğunun, batının" ve insanın bilebileceği tüm ortam ve boyutların yaratıcısı olduğu, O'ndan başka bir ilah bulunmadığı ve sadece O'na sığınılması gerektiği telkin edilmekte ve öğütlenmektedir.
Allah, Hz.Muhammed'e Allah’ı tüm insanlara tanıtma görevini yürütürken kendisine karşı gelen ve kötü sözler söyleyenlere katlanmasını açıkça bildirmektedir. Maruz kaldığı muamele ve işittiği kötü sözlere rağmen onlardan güzellikle ayrılması öğüt verilmektedir. Allah, Hz.Muhammed'ten kendisini yalanlayan o kimselerin varlık ve itibar sahibi olmalarının bir öneminin bulunmadığı, onlar ile ilgili olarak bir işlem yapmamasını ve onları Allah'a bırakmasını ve onlara zaman tanımasını istemektedir.
Hz.Muhammed'e iletilen bu öğütler bu ortam durdukça bu şekilde Allah'ı yalanlayacak olan tüm insanlara da yapılmış çok önemli uyarılardır. Allah, bu yalancı ve inkarcıların bu ortamdan ayrıldıklarında bu tutumları nedeniyle karşılaşacakları ile ilgili olarak bazı ip uçlarını belirtmektedir.
Bu ortamda sadece görüp hissettiklerini gerçek sayan ve gerisini yapılan onca uyarılara rağmen hiç düşünmeden yapılan öğüt ve önerileri yok sayıp inkâr eden ve böylece Allah konusunda doğru bir fikir sahibi olamayan tüm insanlar, burada yer alan uyarıları dikkate alarak ve kendilerine verilen Akıl unsurunu bir de bu yönde kullanarak araştırmaya ve şu anda belki de hafiften alaya alarak inanmadıkları şeylerin neye benzediklerini düşünmeye yönlendirilmektedir.
Buna rağmen yapılan öğüt ve önerileri yok sayıp inkâr etmekte ısrar edilirse şu anda ve bu ortamda canlandıramayacağımız bir tutsaklık, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem veren bir azap olarak özetlenen “azap” konularının “Kıyamet” zamanında bu yalanlayanlar için hazırlandığına işaret edilmektedir. İnsanların Kıyamet'in başlaması sırasında "yeryüzünün" uğrayacağı değişmelerin "dehşetini" hayal edebilmeleri için örnek olarak yeryüzünün ve dağların sarsılacağı, dağların çöküntü ile akıp giden kum yığınına döneceği ve gökyüzünün "yarılacağı" Hz.Muhammed'e açıklanmakta ve “Akıllı” insanlara bunları yapacak olan "Eşsiz Güç" üzerinde düşünmeye yönelmeleri için yol gösterilmektedir.
Ayrıca Allah tarafından daha önceki peygamberlere de iletilmiş olan öğütlerde (Kitap olarak tanımlanmaktadır.) yer alan ve Kur'an’da da çeşitli vesilelerle çok defa yer alan Firavun ve Musa ile ilgili olarak, Musa'nın Firavuna gönderilmesi gibi Hz.Muhammed'in de tüm insanlara şahitlik etmek üzere gönderildiği ve görevlendirildiği hatırlatılmakta ve devamla Allah'ın peygamberine inanmayan firavunun ağır ve çetin bir şekilde muaheze edildiğine de işaret edilerek Allah'ı inkar eden insanların Kıyamet ortamında kendilerini nasıl koruyabileceklerini bir düşünmeleri istenmektedir. İnsanların yeniden "diriltilecekleri" Kıyamet anının dehşeti konusunda örnek olarak ve şu andaki hislerimiz ve algılamalarımızla kıyaslayıp tahmin edebilmemiz için çocukların ak saçlı ihtiyar gibi olacakları belirtilmektedir.
Yüce Allah Kuranda belirttiği ve insanların anlamaları için örnekler verdiği kıyamet olayı için genel bir "Kanun" olarak bütün insanlara şu hatırlatmayı yapmaktadır: "Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir".
Allah, birçok kere insanların dikkatine getirdiği gibi, Kıyamet ile ilgili bu "gerçeklerin" ve benzer şekilde anlatılan ve örneklenen diğer hususların insanlara akıllarını kullanmaları ve O'nu bulabilmeleri için bir "öğüt" olduğunu hatırlatmakta ve artık kim bu öğütleri dikkate almayı dilerse onun Allah'a giden bir yol bulabileceğini özellikle belirtmektedir. Görüldüğü gibi her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Yaratan, insana verdiği akıl yeteneği ile insanların verilen öğütleri düşünerek "Gerçek" konusunda sonuçlara ulaşabileceğine ve bunu dileyip dilememek konusunda insanın serbest irade kullanacağına işaret etmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ilk vahiylerin geldiği zamanlarda bu duruma alıştırılması için bazı öğütlerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ey bürünüp sarınan! (4/1), (74/1)
Kalk ve uyar. (4/2), (74/2)
Sadece Rabbini büyük tanı. (4/3), (74/3)
Elbiseni tertemiz tut. (4/4), (74/4)
Kötü şeyleri terk et. (4/5), (74/5)
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. (4/6), (74/6)
(4/7), (74/7)
Vahiy alınması sırasında, özellikle de ilk vahiyleri hissettiğinde Hz.Muhammed tüm vücudunda çok etkili bir ürperme hissettiğinden örtünme ve bürünme ihtiyacını hissetmiştir. Bu ilk iletişimde de Allah Hz.Muhammed'e bürünüp sarınmaktan vazgeçip kalkmasını iletmekte ve uyarı yapmasını hatırlatmaktadır. Allah Ayetlerinde Hz.Muhammed'e verdiği ilk öğütlerinde "Büyük" olarak sadece Allah'ı (Rabbini) tanımasını, elbisesini temiz tutmasını, kötü şeyleri terk etmesini, yaptığı iyiliği çok bir şey sanarak başa kakmamasını ve Rabbinin rızasına ermek için sabretmesini bildirmektedir. Zira bu anlayış ve bu kişilik vasıfları, vahiyleri algılamada gereken safiyet ve insanları uyarmada inandırıcılık ve kararlılık gibi niteliklere sahip olmak için çok önem taşımaktadır.
Allah, Kur'an Ayetlerini Hz.Muhammed'e nasıl "Vahiy" edeceğini ve bunları nasıl "Okuyacağını" ve artık onları "Hiç Unutmayacağını" Allah'a ait “deliller” olarak açıkladığı bazı hususlara dikkatini çekerek açıklamakta ve Hz.Muhammed'in gönlünde güven ve ferahlık hissetmesini sağlamaktadır.
Yaratıp düzene koyan, (8/1), (87/1)
Takdir edip yol gösteren, (8/2), (87/2)
Yeşil otu çıkaran (8/3), (87/3)
Sonra da onu kapkara bir sel artığına çeviren (8/4), (87/4)
Yüce Rabbinin adını tesbih et. (8/5), (87/5)
Sana okutacağız; artık Allah'ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın. (8/6), (87/6)
Şüphesiz Allah, açığı da gizleneni de bilir. (8/7), (87/7)
Allah'ın gösterdiği deliller tüm yaratılış ile ilgilidir. Kur'an’da bir çok defa tekrarlandığı gibi Allah "Tek Yaratan" sıfatı ile bu ortamda insanların görüp algıladıkları ve diğer "Tüm Ortamlarda (Alemlerde) insanların göremedikleri ve algılayamadıkları hatta hayal bile edemedikleri "Her Şeyin ve Her Konunun”, Allah'ın tarafından "Takdir" edilerek tasarlayıp yarattığı ve yaratılışları dayandığı bu tasarıları ile ilgili olarak "Yol Gösterdiği" Hz.Muhammed'e ve tabii olarak daha sonra yaşayacak olan "Tüm İnsanlara açık olarak hatırlatılmaktadır.
Bu konuda topraktan yeşil otun çıkarılması ve sonra onun bir sel artığı haline getirilmesi örnek olarak gösterilmektedir. Bu örnekte bu ortamda "Her Şeyin” her an sayısız konuda ve şekilde bir "etki-tepki" düzeni ile oluştuğu, değiştiği, yeni şekiller aldığı yani kısaca "Yaratıldığı" ve tüm bu yaratılışların Allah'ın takdiri ile tasarlayıp yürürlüğe koyduğu "Kanunları" çerçevesinde oluştuğu açıklanmaktadır. Her şeyin "Yaratılışı" ile ilgili olarak yaptığı bu açıklamaları dikkate alıp onun ve bütün "yaratılmışların" yaratıcısı ve teslim olunacak "Rabbi" olarak Yüce Allah'ın adını anmasını (tesbih etmesini) Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
Buna göre her şeyi "Yaratan" Allah'ın, insanların eriştikleri bilgi düzeyi ve birikimleri ile görüp "Anlayabildikleri" için onlara "Açık" olan ve henüz göremeyip "Anlayamadıkları" için onlara "Gizli" kalan her şeyi "Bildiği" tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Bu örneği anlayıp idrak edebilen "İnsanların” Allah'ın adını büyük bir saygı ile hatırlamalarını Hz.Muhammed'e hitaben tüm insanlara önermektedir.
Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri iletmesi sırasında etrafındaki insanlarda oluşan tereddütler ve buna bağlı bazı karşı gelmeler nedeniyle Allah kendisini desteklemek üzere Ayetlerinde açıklamalarda bulunmaktadır.
Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız sapmadı. (23/1), (53/1)
Ve bâtıla inanmadı. (23/2), (53/2)
O, arzusuna göre de konuşmaz. (23/3), (53/3)
O vahyedilenden başkası değildir. (23/4), (53/4)
Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri öğretti. (23/5), (53/5)
Sonra asıl şekliyle doğruldu. (23/6), (53/6)
O, en yüksek ufukta iken. (23/7), (53/7)
Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. (23/8), (53/8)
O kadar ki iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. (23/9), (53/9)
Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (23/10), (53/10)
Gördüğünü kalbi yalanlamadı. (23/11), (53/11)
Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? (23/12), (53/12)
Andolsun onu önceden bir defa daha görmüştü. (23/13), (53/13)
Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında. (23/14), (53/14)
Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. (23/15), (53/15)
Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. (23/16), (53/16)
Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. (23/17), (53/17)
Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (23/18), (53/18)
Bu ve benzer Ayetlerde, insanların her an görmekte oldukları "Yaratıcının yarattıkları" ile ilgili önemli işaretlere dikkatleri çekilmekte ve bu işaretlerin ne kadar gerçek oldukları üzerine yemin edilerek bunları "Yaratan" üzerinde bir defa daha düşünmeleri beklenmektedir. Burada da "Battığı Zaman Yıldıza" yemin verilerek yıldızların görünmeleri ve kaybolmaları üzerinde düşünülmesi, bu olayların nasıl gerçekleştiğinin araştırılması ve bulunan bilgilerin değerlendirilerek bunların "Kim" tarafından tasarlanıp uygulandığı ile ilgili bir sonuca varılması ve böylece Allah'ı ve yegâne yaratıcı olduğu konusunda bir fikir edinilmesi beklenmektedir. İşte yıldızın batması ne kadar gerçek bir olay ise Hz.Muhammed'in de bu "Elçilik" görevini yerine getirirken herhangi bir yanlışlık veya sapma yapmadığı, batıla inanmadığı, kendi arzusuna göre konuşmadığı ve ancak kendisine "Vahyedileni" ilettiği tüm insanlara iletilmektedir.
Burada "Vahiy" olayının nasıl gerçekleştiği de özet olarak açıklanmaktadır. Buna göre, Allah'ın yarattıkları arasında bulunan ve bugünkü fizik, kimya vs gibi bilgi birikimlerimiz çerçevesinde açıklamamızın mümkün olmadığı "Üstün Niteliklerle Yaratılmış Güç" olarak tanımlayabileceğimiz "Melek" adı verilen “enerji esaslı” unsurlar Allah'ın takdir buyurduğu her türlü işlemleri ve yaratılışları gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır. Vahiy işleminin de doğrudan Allah'ın Ruhunun" özel bir "Hali" olarak daha “güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı” olduğu Ayetlerde ayrıca açıklanan "Cebrail" meleğinin Hz.Muhammed ile önceki bazı peygamberlere de Allah'ın "Vahiylerini" ilettiği çeşitli Ayetlerde açıkça bildirilmektedir.
Buna göre Yüce Allah Kur'an Ayetlerini Hz.Muhammed'e, Cebrail adı verilen ve "Elçisi" olduğunu belirttiği Cebrail'in Yüce Allah ile “iletişim” halinde olarak (En Yüksek Ufukta İken) ve bir “enerji kaynağı” niteliğindeki yapısının “etki alanı” ile (asıl şekli ile doğrularak) Hz.Muhammed'e temas ederek (Birleştirilmiş iki yay arası kadar, hatta daha da yakın olarak) yaklaştığı sırada Allah'ın "Vahyini" kulu Hz.Muhammed'e bildirdiği (indirdiği) belirtilmektedir.
Daha önce “Melekler, Cinler ve Şeytanlar” bölümünde değinildiği gibi, Meleklerin yaratılışlarındaki "Öz" yapısının "Enerji" kaynağı benzeri bir unsur oldukları dikkate alınarak Meleklerin en güçlüsü olarak tanımlanan "Cebrail" insana benzer bir yapı olarak düşünülmemelidir. Zira Cebrail diğer bazı Ayetlerde "Ruhul Emin" veya “Ruh” ya da “Mukaddes Ruh” olarak anılmakta ve böylece Allah’ın “Ruhundan” ve “enerji” esaslı olduğuna işaret edilmektedir. Buna göre cin, şeytan ve diğer tüm melekler Evren ve Dünya ortamı dahil, Evren ve Dünya ortamının "Ötesini" ve "Kapsayacak" bir yapı olarak düşünülmelidir. Bu yapılar Allah'ın "Takdirine" bağlı olarak tüm ortamlarda ve sayısız şekillerde bulunabilirler ve böylece kendilerine verilen görevleri "Her Koşulda" eksiksiz ve tam olarak Allah'ın Takdir ettiği şekilde yerine getirirler ve "Yürütürler". Bu "yürütme" işlemi Evren ve Dünya ortamının asıl yapısını oluşturan her türlü "Madde" yapısının "Takdir Edilen" şekilde oluşumunu sağlamak üzere, asıl unsurlarını meydana getiren "Atom Altı Parçacıkları" etkilemek suretiyle gerçekleşmektedir. Buna göre kapsadığı ve bulunduğu alanı kavrama kabiliyetimizin bulunmadığı "Cebrail" meleğinin, Hz.Muhammed'e Kur'an Ayetlerini vahiy ederken Allah'ın Takdir ettiği şekilde karşısında bulunan ve "İki Yay Arası" kadar ona yakın olan bir "Kişi" gibi algılanmasının mümkün olduğu kabul edilebilir.
Vahyin bildirilmesinin bir anlamda "Görerek" gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Zira Allah Hz.Muhammed'in "Gördüğünü" kalbinin yalanlamadığını ve "Gördüğünü" kalbine yerleştirdiğini Ayetinde bildirmektedir. Yani o anda "Tüm Hisleri ile Gördükleri" sonradan yalanlayamayacağı bir netlikte ve hafızasına alınmış olmaktadır. Allah Hz.Muhammed'ın gördükleri ile ilgili olarak insanların bir bilgisinin bulunmadığına, "Onun Gördükleri hakkında kendisi ile tartışacak mısınız?" şeklinde bir soru ile işaret etmektedir.
Bu durumda “vahiy” olayının, Kur'an’ı oluşturan ve her biri belli konular ile ilgili birer "Öğüt" ve "Öneri" olan, aynı zamanda birbirleri ile “anlamlı” bağları bulunan cümleler (Ayetler) halinde olmak üzere, Allah’ın bu konuda "Görevlendirdiği" bir melek olan "Cebrail" tarafından bütün insanlara bildirmesi için Hz.Muhammed'e peyderpey "Hissettirilerek" algılanmasının sağlanması ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
O, şüphesiz bir elçinin getirdiği sözdür. (7/19), (81/19)
Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (23/10), (53/10)
Yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir. (45/4), (20/4)
Hz.Muhammed'in hayatı ile ilgili olarak yapılan çok sayıdaki araştırmalardan bu durumun 40 yaşında iken 610 yılından itibaren başladığı ve 632 yılındaki ölümüne kadar 23 yıl süre ile devam ettiğini göstermektedir. Vahiy süreci ile ilgili olarak Kur'an bölümünde de ayrıntılı Ayetler bulunmaktadır.
Bu arada, Allah Hz.Muhammed'in "Vahiy" alışından önce de en büyük Ayetlerinden bir kısmını "Gördüğüne" işaret ederek bazı açıklamalar yapmaktadır. Buna göre Hz.Muhammed'in vahiy alması sırasındaki "Görme" olayının önceden bir defa daha gerçekleştiğini, bunun Sidretü'l-Müntehâ olarak adlandırılan ve görüp algıladığımız evrenin "uyumlu" hale getirildiği (istivâ) ve sadece "Allah'a Ait" bulunan en son makamın (Arş) kendisine "Gösterilmesi" şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Hz.Muhammed'in o sırada, kelime anlamı bir çöl ağacı olan "Sidre" olarak simgelenen "Yüce Yaratanın Makamını" insan idrakinin ötesinde "özel bir hal" olarak "hissettiğini" bu durumda bile kendisini kaybetmediğini, gözünün kaymadığını ve hareketlerinde sınırı aşacak bir duruma gelmediğini belirtmektedir. Allah, Hz.Muhammed'in "Vahiylerinin indirilmesi" sırasında "O Makamda" en büyük "Ayetlerinden" yani "Allah'ın Sırlarından" bir Kısmını" gördüğünü bizlere açıklamaktadır.
İslam Ansiklopedisine göre Sidretül-Müntehâ' "Allah'a Ait" olan en son "Makam" veya Allah'ın "Kendi Zatına Ait Alem" olmakta ve melekler ve insanlar dahil "Kendisinden" başka hiçbir şeyin veya kimsenin bilgilerinin burayı anlamalarına yeterli olmadığı veya buraya girmelerinin veya bulunmalarının mümkün olmadığı ve “Cennetin” yanında bulunduğu açıklanmaktadır.
SİDRETÜ’l-MÜNTEHÂ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Hz.Muhammed’in Peygamberliğinin ilki yıllarında (611) Necm Suresinin ilk 25 Ayetinin vahiy edildiği, özellikle de ilk 18 Ayetinde "Vahiy" olayının “meleklerin” en önemlisi olduğu ayrıca belirtilen "Cebrail" tarafından nasıl gerçekleştiği yukarıda bulunan Ayetlerde açıklanmaktadır. Buna göre Vahiy olayının Cebrail'in "En Yüksek Ufukta İken" asıl şekli ile doğrularak Hz.Muhammed'e "Birleştirilmiş iki yay arası kadar, hatta daha da yakın olarak" yaklaştığı sırada Allah'ın "Vahyini" kulu Hz.Muhammed'e bildirdiği açıkça anlatılmaktadır.
Ayetlerde Allah'ın takdir buyurduğu her türlü işlemleri ve yaratılışları gerçekleştirdikleri belirtilen ve fizik, kimya gibi bilim dallarına ait bilgi birikimlerimiz çerçevesinde açıklamamızın mümkün olmayan ancak "Üstün Nitelikli Yaratılmış Güç" olarak tanımlayabileceğimiz “unsurlar” Ayetlerde “Melek” olarak tanımlanmakta ve Cebrail'in en üstün melek olduğu belirtilmektedir. Bu konuda Melekler ve Şeytanlar bölümünde ayrıca bilgi bulunmaktadır.
Yüce Allah Ayetlerini Hz.Muhammed'e nasıl vahiy ettiğini açıkladığı sırada, çoğunluğu inanmayan Mekke toplumunun tapmakta oldukları putlara ilişkin olarak ta özel açıklamalarda bulunmaktadır.
Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? (23/19), (53/19)
Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı. (23/20), (53/20)
Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? (23/21), (53/21)
O zaman bu, insafsızca bir taksim! (23/22), (53/22)
Mekke toplumuna kendi elleri ile yaptıkları sembolleri ve putları "İlah" olarak görüp onlara ibadet ettikleri ve tapındıkları putlar hatırlatılmaktadır. Ayrıca bu şekilde kendilerini üstün gördüklerini zannederek Hz.Muhammed'in ilettiği Ayetlerde bildirilen Allah'ı bir şekilde küçümsemek amacı ile tapındıkları putları Allah'ın kızları yani hor gördükleri "Dişi" olarak tanımladıklarına dikkat çekilmektedir.
Böylece Hz.Muhammed'in Allah'ın Vahiylerini iletmesi sırasında ona inanmayan insanlara, öteden beri tapmakta oldukları putlara bir bakmaları önerilmekte ve "Neyi" ilah olarak gördüklerini düşünmeye yönlendirilmektedir. Özellikle de daha çok değer verdikleri erkek tanımlamalarını kendilerini yüceltmek için yaparken, küçümsemek ve aşağılamak maksadı ile tapındıkları ilahlarına dişi isimler verdikleri, böylece Allah'a da dişilik izafe ettikleri hatırlatılmakta ve bu davranış ve düşüncelerin çok insafsızca olduğu bildirilmektedir.
Allah vahiy ederken Hz.Muhammed'in en büyük "Ayetlerinden" yani "Allah'ın Sırlarından" bir Kısmını" gördüğüne işaret ederek, onun bu durumu karşısında toplumunun tapmakta olduğu insan yapısı putların hiçbir anlam veya öneminin bulunmadığını, bu putların toplumunun ve atalarının taktığı isimlerden başka bir şey olmadıklarını, Allah'ın onlar hakkında hiçbir delil indirmediğini, bu nedenle insanların onlara tapmakla ancak zanna ve nefslerinin arzusuna uyduklarını, halbuki kendilerine Allah tarafından yol gösterici Kur'an'ı ileten peygamberleri olan Hz.Muhammed'in gelmiş olduğunu bildirmektedir.
Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir, Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefslerinin arzusuna uyuyorlar, halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. (23/23), (53/23)
Yapılan tüm bu uyarı ve açıklamalara rağmen Hz.Muhammed'in Kur’an’ın Cebrail tarafından nasıl “vahiy edildiğini” açıklayan Ayetleri çevresindekilere (ashab) bildirirken, etrafındaki insanlarda tereddütler ve buna bağlı bazı karşı gelmeler meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Hz.Muhammed'in Mekke toplumunun tapmakta oldukları putlara ilişkin olarak Arapların üç tanrısından (Lat, Uzza ve Menat) bahseden Ayetleri bildirirken, inanmayanlardan bir kişinin veya bazı kişilerin bu putların isimlerinden sonra Hz.Muhammed'in "Bunlar şefaatleri umulan yüce varlıklardır" şeklinde bir söz söylediğini ileri sürdükleri çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Bu olayda kimileri belirtilen sözlerin şeytan tarafından Hz.Muhammed'in kulağına fısıldadığı ve onun da bunları tekrarladığını ve bunu duyan topluluğun secde yaptığını iddia etmiştir. Böylece belirtilen sözlerin de Kur'an ayeti olup olmadığı konusunda bir tereddüt oluşturması nedeniyle Peygamberliğinin ilk yıllarında meydana gelen bu tür söylentileri ileri sürenler tarafından söz konusu Ayetler "Şeytan Ayetleri" olarak ta tanımlanmaktadır. Hatta bu konudan yararlanarak çıkar sağlamak üzere bir kitap yazıldığı bilinmektedir. (Salman Rüşdi)
Ancak bu durum Kur'an Ayetlerinde ayrıca açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır.
Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. (50/73), (17/73)
Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. (50/74), (17/74)
Ayetlerde inkar edenlerin (Müşriklerin) zekalarını ve ikna kabiliyetlerini kullanarak kendi inkarcı görüşlerini kabul ettirebilmek üzere, Hz.Muhammed üzerinde "neredeyse" Allah'ın vahiy ettiklerinden saptıracak kadar etkili olmaya çalıştıkları belirtilmektedir. Nitekim şayet bunda başarılı olsalardı Hz.Muhammed'i kendilerinin inanmamalarının bir "delili" olarak göstereceklerine ve ancak o zaman kendilerinin candan dostu olarak kabul edeceklerine işaret edilmektedir.
Bu Ayetler ile Hz.Muhammed'e ve bütün "Akıllı İnsanlara" ayrıca Şeytan konusunda bir hatırlatma yapılmaktadır. Diğer Ayetlerden hatırlanacağı gibi, Şeytan Yüce Allah diğer Ayetlerinde de Hz.Muhammed'den önce gönderdiği bütün peygamberlerin ve uyarıcıların (nebî) bu Dünya ortamına "İndirilen" bütün insanlara bir temennide bulunduklarında Şeytan'ın onların bu dileklerine mutlaka "nefsani" istekler katarak gölge düşürmeye kalkıştıklarını bildirmektedir. Ancak Ayetlerini kelime (kelam) ve anlam (tefsir) olmak üzere kendi içinde açıklayarak Şeytan'ın katmaya çalıştığı şeyleri etkisiz hale getirdiğini bildirmekte ve hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatarak “İnsanlardan” akıllarını kullanarak bu açıklamaları yapabilmeleri ve doğru yola yönelebilmeleri beklenmektedir.
Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de katmaya kalkışmasın, ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder, sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (103/52), (22/52)
Kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme yapsın. Zalimler, gerçekten oldukça uzak bir ayrılık içindedirler. (103/53), (22/53)
Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir. (103/54), (22/54)
İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye yahut da kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler. (103/55), (22/55)
Allah, Şeytan'ın peygamberlerin bu temennilerini engelleyip gölgelemelerine, kalplerinde hastalık olanların (münafıkların) ve kalpleri katılaşanlar açısından şeytanın kattığı şeyler karşısında imanlarının ne kadar güçlü olduğunu denemeleri için özellikle izin verdiğini bildirmektedir. Diğer taraftan Şeytan'a bu izinin verilmesinin, kendilerine ilim verilenler açısından Kur'an'ın hakikaten Allah tarafından gelmiş bir "gerçek" olduğunu bilmelerine, ona inanmalarına yol açtığı ve bu sayede kalplerini huzura ve tatmine (imanlarını sağlamlaştırdığı) kavuşturduğu açıklanmaktadır. İnkâr edenlerin kendilerine o saat ansızın gelinceye (ölümle yüzleşinceye) yahut da başlarına bir musibet (kısır bir günün azabı) gelinceye kadar Kur'an hakkında hep şüphe içinde olduklarına işaret edilerek, bu deneme ile inanmayıp "zalim" olanların gerçekten doğru yoldan oldukça uzak bir ayrılık içinde olduklarını; iman edenlerin de Allah'ın onları kesinlikle doğru yola yönelttiğini görüp anlayabilecekleri belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi Şeytan, Peygamberlere dahi etkili olabilmektedir. Ancak, onlara olan etki Allah tarafından giderilir ve vahyini sağlam olarak peygamberlerin gönüllerine yerleştirdiğini bildirmektedir. Buradan insanların daima Allah'a bu konuda peygamberler için olduğu gibi korunmalarını talep etmelerinin gerekliliği anlaşılmalıdır.
Bu konuda İhsan Eliaçık tarafından yapılan yorumda bu eski Arap putlarının aslında halen toplumlarda “bir anlamda” yaşatılmakta olduğuna ve üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Yaşayan Putlar; Lat, Uzza, Menat - İhsan Eliaçık
Hz.Muhammed'in vahyi alırken unutmak endişesi ile cümleleri tekrarlamak istemiştir. Allah onu bu yönde rahatlatmakta, vahyedilenleri eksiksiz olarak kendisine okutacağını ifade etmektedir.
Onu çarçabuk almak için dilini kımıldatma. (31/16), (75/16)
Şüphesiz onu, toplamak ve onu okutmak bize aittir. (31/17), (75/17)
O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. (31/18), (75/18)
Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir. (31/19), (75/19)
Ayrıca Yüce Allah’ın Ayetlerin bu şekilde "vahiy edilmesi" sırasında "Unutulması" veya "Yanlış Hatırlanması" endişesi ile vahiy tamamlanmadan "Okumamasını", daha tamam olmadan onu okumaya veya başkalarına tebliğ etmeğe başlamamasını ve vahyin sona ermesini beklemesini Hz.Muhammed’e ilettiği özel bir Ayet ile kendisine bildirilmektedir.
Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumakta acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi artır" de. (45/114), (20/114)
Allah "Alemlerin Rabbi" olarak Kur'an Ayetlerini Ruhul-emin (Ruhundan) olarak tanımladığı Cebrail’in onu uyarmasına işaret ederek, Hz.Muhammed'in de bütün insanlara "Cebrail" gibi Müslümanları doğru yola iletecek ve onlara müjde verecek "Uyarıcılardan" olması için, Hz.Muhammed'in "Kalbine" Allah’ın “katından” vahiy yoluyla “Hak” olarak indirdiğini bir defa daha hatırlatmaktadır.
Muhakkak ki o Kur'an âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (47/192), (26/192)
Onu Rûhu'l-emîn uyarıcılardan olasın diye indirmiştir. (47/193), (26/193)
Senin kalbine indirmiştir. (47/195), (26/195)
O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. (47/196), (26/196)
De ki: “Onu, Mukaddes Ruh iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (70/102), (16/102)
Ayrıca daha önceki toplumların Peygamberlerine vahiy edilmiş olan öğüt ve önerilerin yer aldığı "Kitaplarda" da Kur'an ile ilgili bilgilerin bulunduğu tüm insanlara ayrıca ve özellikle hatırlatmakta ve bildirmektedir.
Buna göre Ayetlerde vahiylerin Hz.Muhammed tarafından alınmasının, yukarıda açıklandığı gibi, insanın Yaratan ile Cebrail adlı melek aracılığında iletişim kurması sonucunda gelen cümlelerin “Seçkin” Kulu Hz.Muhammed'ın beyninde doğrudan hafızaya alınması şeklinde gerçekleştiği ve bunda bir şüphe bulunmadığı bildirilmektedir.
Öte yandan Hz.Muhammed’e bir süre vahiy gelmediği belirtilmekte ve bu durumun Allah’ın “iradesine” tabi olduğu ve Cebrail'in Allah'ın emri olmadıkça her istediği zaman ilâhî vahiy tebliğ edemeyeceği Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir. Senin Rabbin unutkan değildir. (44/64), (19/64)
Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir, şu halde Allah'a kulluk et; Allah'a kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol, Allah'ın bir adaşı olduğunu biliyor musun? (44/65), (19/65)
Vahiy alınmasındaki bu "Gecikme" Allah'ın izni ile doğrudan Melek Cebrail tarafından açıklanmaktadır. Buna göre Cebrail, "İlâhî Vahyi" tebliğe memur olduğunu, kendi kendine her istediği zaman yer yüzüne inip ilâhî vahiy tebliğ edemeyeceğini ve "vahiy edileni" algılama ve anlamasında en küçük bir şüphe duymasını önlemek üzere bir hatırlatma olarak Hz.Muhammed'e iletmekte ve geçmişte gerçekleşen ve geleceğe ait olan her şeyin Allah’ın “iradesine” tabi olduğunu, Allah'ın emri olmadıkça bir yerden diğer bir yere gidemeyeceğini, istediği zaman yere inemeyeceğini ve Allah'ın unutkanlığının düşünülemeyeceğini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.
Ayrıca Yüce Yaratıcının göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki "Şeylerin" tek yaratıcısı olduğuna dikkat çekerek "Alah’a" tabi olup "Kulluk" etmesini, bu şekilde "Kulluk" etmek için sabır göstermesini ve metanetle bu yolda devam etmesini öğüt vermekte ve Peygambere Allah’ın hiçbir benzerinin (adaşının) bulunmadığını ve O'ndan başka ibadete lâyık, yaratıcılık sıfatına sahip bir "Gücün" varlığının tasavvur edilemeyeceğini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Buna göre Allah'ın elbette Hz.Muhammed'i unutmadığı, onu mağlûp bırakmadığı, ona indirdiği vahyin gecikmeye uğramasının da elbette Allah'ın bir hikmeti (Sırrı) gereği olduğunu ve ilâhî vahyin gecikmiş olmasından dolayı üzülmemesi öğütlenerek destek olunmaktadır.
Tefsir Kuran-ı Kerim Tefsiri | Tefsir | Ömer Nasuhi Bilmen Oku | Tamamı
Yüce Allah bir insanla doğrudan "Konuşmadığını", ancak dilediği şeyi İbrahim Peygamber'e olduğu gibi bir "Rüyâ" ile veya Musa Peygamber'e olduğu gibi "Perde Arkasından" yani "Görünürde" bir engel olmamasına ve hiçbir şey görünmemesine rağmen ilâhî hitabını "İşittirerek" ya da bir "Elçi" gönderip dilediğini o elçi vasıtası ile "İlham" ederek dilediğini "Vahiy" ettiğini açıklamaktadır.
Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. (62/51), (42/51)
İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik, sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin, fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin. (62/52), (42/52)
Göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner. (62/53), (42/53)
Burada en önemli bir husus olarak, Allah'ın "Dilediği" bilgileri herhangi bir insana iletmediğinin, ancak "Peygamber" olarak görevlendirdiği "İnsanlara" ilettiğine işaret edildiğinin anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca Ayette değinilen "Elçinin” bir diğer insan olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Buna göre Yüce ve Hakim olan Yaratan'ın "Cebrail" adı verilen "Meleğe" vahiy ettiği ve bu Meleğin elçilik görevini yaptığı ve bu vahiyleri Peygamberlere ve son olarak da Hz.Muhammed'e ilettiği düşünülmektedir. Yüce Allah, "Kitap" nedir, "İman" nedir bilmeyen Hz.Muhammed'e "Katından Dilediği" bilgileri insanlara nasıl "İlettiğini" açıklamakta ve "İradesi ve Emri" ile "Dilediği" insanları "Doğru Yola" eriştiren bir "Işık" olarak, (Nur) Kur'an’ı, kendisine "Vahiy ettiğini", böylece Hz.Muhammed'in insanlara "Doğru Bir Yolu" göstermekte olduğunu bildirmektedir. Allah, Hz.Muhammed'e bildirmiş olduğu o "Doğru" yolun göklerin ve yerin (Tüm Evrenin) sahibi olan Allah'ın yolu olduğunu ve bütün işlerin sonunda Allah'a döneceğini dikkate almalarını bütün insanlara önemle hatırlatmaktadır.
Çok sayıdaki Ayetlerde, Yüce Allah'ın lütfunu veya cezasını "Dilediğine" vereceği şeklinde yer alan ifadelerden, Allah'a inanarak O'na teslim olan, iyi işler yapan ve sadece O'na ibadet ederek bu lütfu talep edenlerin Allah'ın lütufta bulunmayı "Dilediği" insanlar arasında olmayı umut edebilecekleri, aynı şekilde Allah'a inanmayı inkâr eden, ortak koşan ve insanlara zulmedenlerin de Allah'ın cezalandırmayı "Dilediği" insanlar arasında olabilecekleri anlaşılmaktadır.
Böylece Kur'an’ın, insanlardan "Dilediğini" Allah'a giden "Doğru Yolu" aydınlatan ve onları bu "Doğru Yola" ulaştıran bir "Işık" olduğu (Nur) bütün insanlara açıkça bildirilmektedir.
Peygamberliğinin İlk Zamanlarında Karşı Duruşlar
Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri ilk olarak insanlara iletmesi sırasında, öteden beri birlikte yaşamakta olduğu toplumun (Kabilesi) önde gelenleri tarafından bu durum şaşkınlık ve kuşku ile karşılanmış, karşı duruşlar olmuş hatta bir bölümü bu karşıtlıklarını düşmanlık derecesine götürmüştür. Bu durumun, söz konusu öğretilerin toplumda “çok güvenilir” bir kişi olarak tanıdıkları ve "dürüstlüğünden emin" oldukları Hz.Muhammed tarafından iletilmiş olması nedeniyle öğretilenlerin doğrulara ve adalete dayalı olan içeriklerinin toplum bireylerinin (insanların) ilgisini çekmesinden ve bu sebeple bunları çok çabuk benimsemelerinden dolayı kavmin ileri gelenlerinin güç ve etkinliklerinin zayıflayacağından endişe duymalarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle karşı duranlar bu gelişmeleri önlemek amacı ile her türlü faaliyeti denemişler, onu aşağılamak için sihirbaz demişler düşmanlık yapmışlar hatta daha da ileri giderek zaman zaman acımasızca şiddete ve zulme başvurmuşlardır.
Hz.Muhammed, kendisine karşı oluşan bu son derecede tehlikeli bir ortamda insanların alışkanlıklarına uymayan ve bazı konularda onları tamamen değiştiren öğretilerin iletilmesinde çok sayıda ve şiddette direnişle karşılaşmış ve Allah'ın izni ile tamamının üstesinden gelerek kendisine verilen görevi çok üstün bir başarı ile sürdürmüş ve tamamlamıştır.
Bu dönemlerde vahyedilen Bazı sure ve Ayetlerde karşılaşılan bu olumsuz durumlara değinilerek, öncelikle Hz.Muhammed'e cesaret verilmiş ve aynı zamanda karşı duran bu insanlara ve bu vesile ile bu dönemden sonra gelecek tüm insanlara bu olaylar vasıtası ile hatırlatmalar ve öneriler verilerek "Gerçekler" konusunda dikkatleri çekilmiştir.
Bu anlamda Hz.Muhammed'e ilk vahiy edilen Ayetlerde kendisine inanmayıp karşı geleceklerin bulunacağına işaret edilmektedir.
Menedeni gördün mü? (1/9), (96/9)
Namaz kılarken bir kulu. (1/10), (96/10)
Ne dersin, o doğru yolda ise, (1/11), (96/11)
Yahut takvâyı emrediyorsa! (1/12), (96/12)
Ne dersin o yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa! (1/13), (96/13)
Allah'ın gördüğünü bilmez mi! (1/14), (96/14)
Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından yakalarız. (1/15), (96/15)
O yalancı, günahkâr alından. (1/16), (96/16)
O, hemen gidip meclisini çağırsın. (1/17), (96/17)
Biz de zebânîleri çağıracağız. (1/18), (96/18)
Hayır! ona uyma! Allah'a secde et ve yaklaş! (1/19), (96/19)
Hz.Muhammed'in ilk vahiyleri aldığı sırada daima "Dua" halinde (namaz kılarken) olması karşısında kendisini bundan men etmeye çalışanların bulunduğuna işaret edilmekte ve onlara karşı güçlü olması için bazı telkinlerde bulunulmaktadır. Bu anlamda kendisine karşı gelenlere bir peygamber olarak kendisinin doğru yolda olduğu ve insanlara "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah hakkında bilgi edinerek O'nu tanıyıp O'na teslim olmalarını (takvayı) emrettiği ihtimalleri üzerinde düşünmelerini, buna rağmen inanmayanların kendisinden yüz çevirerek ona inanmamayı sürdürmemeleri gerektiğini bildirmesi istenmektedir.
Yüce Allah ayrıca Allah'ın yaptıklarını gördüğü, eğer inanmamaktan vazgeçmezlerse ölümleri sonrasında derhal onların "alınlarından" yakalanıp Cehenneme atılacakları (azap görecekleri), o zaman kendileri gibi olanlarla bir araya gelmelerinin bir fayda sağlamayacağı ve görevli meleklerin karşısında (zebanilerin) çaresizlik içinde kalacaklarını Hz.Muhammed'in bir "ihtar" olarak onlara hatırlatılmasını istemekte ve yürütmekte olduğu peygamberlik görevinin aksatılmadan sürdürülmesi için onları kendi hallerinde bırakmasını (onlara uymamasını) Allah'a dua (secde) ederek yalnızca Allah'a yönelmesini öğüt vermektedir.
Nitekim Hz.Muhammed'in tüm insanlara bildirdiği Allah'ın "vahiylerini" inkar edip ona karşı gelenlere, iman edenlere yaptıkları eziyet ve zulümlerin Yüce Allah tarafından bilindiği, gökyüzünde gördükleri ve bilgileri dahilinde olan "gerçekler" üzerine "yemin" edilerek açıklanmakta, ayrıca örnekler verilerek inkar edenlerin "sonlarına" işaret edilmekte ve Allah'ın her şeyi "yaratan" olduğunu anlamaları için bazı "nitelikleri" hatırlatılmaktadır.
Burçlara sahip gökyüzüne andolsun ki, (27/1), (85/1)
Geleceği bildirilmiş olan güne, (27/2), (85/2)
Tanıklık edene, (27/3), (85/3)
Ve edilene. (27/4), (85/4)
Ateşle dolu hendeğe atılanlar öldürüldü. (27/5), (85/5)
Onlar da başlarına oturmuşlar seyrediyorlardı (27/6), (85/6)
Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi. (27/7), (85/7)
Onlardan, sırf göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, azîz ve hamîd olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar. (27/8), (85/8)
Oysa ki Allah her şeyi görür. (27/9), (85/9)
Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve yanma cezası vardır. (27/10), (85/10)
İman edip salih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır, işte büyük kurtuluş budur. (27/11), (85/11)
Şüphesiz Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir. (27/12), (85/12)
Bilin ki O, ilk olarak yaratan, geri getirendir. (27/13), (85/13)
O, çok bağışlayan ve çok sevendir. (27/14), (85/14)
Şerefli Arş'ın sahibidir. (27/15), (85/15)
Dilediği şeyleri mutlaka yapandır. (27/16), (85/16)
Orduların haberi sana geldi mi? (27/17), (85/17)
Firavun ve Semûd'un. (27/18), (85/18)
Doğrusu inkarcılar yalanlayıp dururlar. (27/19), (85/19)
Allah onları arkalarından kuşatmıştır. (27/20), (85/20)
Hakikatte o şerefli Kur'an'dır. (27/21), (85/21)
Levh-i mahfuzda bulunan (27/22), (85/22)
Kur'an Ayetlerinin Hz.Muhammed tarafından ilk olarak iletilmeye başlandığı zamanlarda, mensubu olduğu Arap toplumunun gök bilimi açısından yıldızların hareketleri ve değişmeyen yerleri (Burçlar) konularında oldukça ileri bilgileri bulunmakta idi. Bu nedenle Yüce Allah yapacağı uyarılara "Burçlara sahip gökyüzüne and olsunki" ifadesi ile başlarken, insanların o sırada bilgi sahibi oldukları bu kesin “gerçeklik” ile dikkatlerini çekmektedir. Bu burçlara sahip gökyüzü ne kadar gerçekse, geleceği bildirilmiş olan gün yani “kıyamet günü” ve o gün hazır olup da o kıyameti gören veya ondan şahitlik edecek olanlarla, şahitlik edilecek olan korkunç olayların hepsinin de böyle kesin bir “gerçek” olduğunu insanlara bildirmekte ve bu şahadet olayının gerçekliğine de yemin edildikten sonra "Ateşle doldurulan hendeğe atılanların öldürüldükleri" kendilerine hatırlatılmaktadır.
Bu olayda Hz.Muhammed'e inanan müminlerin ateşle doldurulan hendeklere atıldıkları ve öldürüldükleri, bunu yapanların hendeklerin başlarında oturarak müminlere yaptıkları bu işkenceyi seyrettikleri ve bu dehşetli olay ile Hz.Muhammed'e inananlardan, "sırf göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, aziz ve hamid olan Allah'a iman ettikleri için" intikam aldıkları belirtilmektedir.
Oysa bu cinayeti işleyenler kendilerine Hz.Muhammed tarafından iletilmiş bir başka gerçeği görememişlerdir: "Allah Her Şeyi Görür"
Bu olayı yapanların, inanmış erkeklere ve kadınlara işkence edip daha sonra tövbe ederek pişman da olmayanların Cehennemde azap görecekleri ve yanma cezasını göreceklerinde de şüphe bulunmadığı kendilerine ve tüm insanlara açıklanmaktadır. Burada yaşanan bu olayın faillerinin tövbe edip pişman olmaları halinde belirtilen cezaya muhatap olmayabilecekleri de dolaylı olarak bildirilmektedir. Buna göre insanların bu ortamdaki yaşamları sırasında yaptıkları kötü fiilleri fark etmeleri ve bunlardan pişmanlık duyarak bunları bir daha yapmamak kararı almaları ve bu konuda tövbe etmelerinin önemi vurgulanmakta, böylece aklını kullanarak geri dönebilen insanların gerçek ortamda bu dönüşlerinin karşılıklarını cezalardan kurtulmak veya cezalarının hafifletilmesi olarak alabilecekleri açıklanmaktadır.
Buna karşılık, Hz.Muhammed tarafından iletilen öğretiler doğrultusunda Allah'a ve tüm yaratılışların tasarlayıcısı ve yürütücüsü olduğuna "İman" edip "salih ameller-hayırlı ve iyi işler- işleyenlerin" ise, zemininden ırmaklar akan cennetlere gönderilecekleri ve işte bunun "büyük kurtuluş" olduğu belirtilmektedir.
Allah inkâr edip iman etmeyenleri, cehennem azabı ve yanma cezası ile uyarmakta ve anlatılan olayı yapan zorba ve zalimleri cezalandırmadaki kudretini ve çekecekleri azabın olağanüstü derecedeki dayanılmazlığına dikkatlerini çekmektedir. Ayrıca tüm “yaratılışları” gerçekleştirdiği “Arşın” sahibi olduğunu, buna göre insanların büyük bir merak ve hayretle içinde bulundukları Evreni "İlk Yaratanın" ve onu yeniden "Yaratacak" olanın da (Ahiret Ortamı) ancak "Kendisi" olduğunu hatırlatmaktadır. Yüce Yaratan böylece "Dilediği Şeyi Mutlaka Yapacağını" tüm insanlara çok açık olarak bildirilmektedir.
Öte yandan etkileyici bir delil olarak Firavun ve Semud ile ilgili olaylar da hatırlatılarak yaptıkları zulüm ve inkarcılık nedeniyle Allah’ın onları arkalarından kuşatmış olduğu ve onlara da gönderilmiş olan kitaplarını arkalarından vereceği buna göre Allah'ın ilim ve kudretinden çıkıp kurtulmalarının mümkün olmadığı vurgulanmaktadır.
Müminlere olayda belirtilen zulmü yapan inkarcıların Kur'an’ı yalanladıkları, ancak onun aslı Levh-i Mahfuz'da bulunan (Olmuş ve olacak her şeyin yazılı bulunduğu Allah'ın Makamındaki Merkez) şerefli Kur'an olduğu kesin ifadelerle tüm insanlara anlatılmaktadır.
Diğer taraftan Hz.Muhammed'in mensubu olduğu Mekke'nin hakim ve en güçlü kabilesi olan Kureyş Kabilesinin Hz.Muhammed'e ilk önce karşı geldiği, Allah'a ortak koşmada ısrar ettikleri ve en çok iman edenlerle savaştıkları tarihi belgelerden anlaşılmaktadır.
Kureyş kabilesinin Araplarca öteden beri kutsal sayılan Kâbe’nin gözetim ve bakımını üstlendikleri için diğer Arap kabilelerinin onlara büyük saygı gösterdiklerine işaret edilmektedir. Nitekim, Hz.Muhammed’in büyük dedesi Haşim b. Abdi Menâf ve diğer bazı Kureyş liderlerinin Mekke’nin kutsiyetine saygı duymayan kabilelerden, Kabe'yi eşkıya ve çapulcudan şehir halkını korumak için ‘îlâf’ adıyla bir güvenlik uygulaması başlattığı belirtilmektedir.
Buna göre "Kureyş" kabilesinin Allah'ın vahiylerini insanlara iletmesinde ve onları bu vahiyler çerçevesinde "birlik" olmaya davet etmesinde doğal olarak kendisine en fazla yardımcı olması beklenmesine rağmen bu kabilenin Hz.Muhammed’e ilk önce karşı gelmesi ve daha kötüsü ona karşı savaşması nedeniyle Yüce Allah Ayette adını vererek Kureyş Kabilesi hakkında tüm insanlara bazı açıklamalarda bulunmaktadır.
Kureyş'e kolaylaştırıldığı, (29/1), (106/1)
Evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için. (29/2), (106/2)
Onlar şu evin Rabbine kulluk etsinler. (29/3), (106/3)
Kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan (şu evin Rabbine) (29/4), (106/4)
Tarihi kaynaklarda Kureyş kabilesinin bir kısmı ona iman etmekle birlikte çoğu inanmadığı gibi Hz.Muhammed’e karşı gittikçe sertleşen ve savaşlara kadar varan bir mücadeleye giriştikleri, bu direnişin hicretin 8. yılında Mekke’nin fethine kadar sürdüğü ve Mekke’nin fethedilmesiyle birlikte Kureyş kabilesinin Müslümanlara" karşı düşmanlığının da tamamen ortadan kalktığı belirtilmektedir.
Görüldüğü gibi Hz.Muhammed’in Allah’ın kendisine vahiy ettiği “Ayetlerini” iletmeye başlamasından itibaren ilk önce mensubu olduğu kabilenin kendisine “zorla” engel olmaya çalıştığı, bu durumda insanlara ilettiklerini inkar edip karşı gelinmesinin sadece ona “muhalefet” edilmesi ile sınırlı kalmadığı ve ona karşı “savaş” ettikleri, bu nedenle Hz.Muhammed’in de peygamberlik görevini yapmasına savaşarak engel olmaya çalışanlar ile “savaşmak” durumunda kaldığı anlaşılmaktadır.
Hz.Muhammed’in yaşadığı dönemlerde kendisini ve bildirdiklerini inkar edip inanmayan diğer bazı topluluklar ve kavimler ile de savaşmak zorunda kaldığı Ayetlerde açıklanmaktadır. Ayetlerde ayrıca genel anlamda insanların savaşmaları ile ilgili önemli uyarılarda bulunulmakta ve uyulması gereken hususlarda açıklamalar yapılmaktadır. Bu konuda “Olaylar, savaşlar, genel uygulamalar” bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Hz.Muhammed'e vahiy edilen diğer bazı Ayetlerde Allah'ın "vahiylerini" ilettiği ilk yıllarda Habeş kralının Kâbe’yi ziyarete gelen Müslümanları kendi yaptırdığı katedrale çekmek üzere Mekke'ye saldırmayı planladığı, Yüce Yaratıcının bu toplumun "kötü planlarını" açıkladığı ve saldırılarının hiç beklenmedik bir şekilde durdurduğu hatırlatılmaktadır.
Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? (19/1), (105/1)
Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? (19/2), (105/2)
Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. (19/3), (105/3)
O kuşlar, onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. (19/4), (105/4)
Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi. (19/5), (105/5)
Böylece Kâbe’yi yıkmaya gelen fil ordusunun mucizevi bir felâkete maruz kalarak Kâbe’yi yıkma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlandığı açıklanmaktadır. Yüce Allah'ın mucizevi yardımları sayesinde gerçekleşen bu olay sonrasında Arap toplumunu oluşturan diğer kabileler nezdindeki saygınlığı iyice artan Kureyş kabilesine işlerinin yürütülmesinde ve seyahatlerinde kolaylıklar sağlandığı, açlıktan kurtarıldıkları ve her çeşit korkudan emin kılındıkları hatırlatılarak, Kureyş kabilesinden Kâbe'nin Rabbine kulluk etmelerinin, diğer bir deyimle "öncelikle" iman etmelerinin beklendiği bildirilmektedir.
Bu durumda Kureyş kabilesinin Hz.Muhammed'in insanları Allah'ın vahiyleri altında "birliğe" davetine ilk önce kabul etmeleri gerekirken, yine ilk önce Allah'a ortak koşmada ısrar ederek muhalefet etmeye ve karşı koymaya kalkışmaları nedeniyle "uyarıldıkları" anlaşılmaktadır.
Bu Ayetler dikkate alınarak tüm insan toplumlarının, burada açıklanan Allah'ın beklenti ve isteklerini önemle düşünmeleri ve kendi yaşam tarzları ile genel istek ve amaçlarını buna göre inceleyip değerlendirmeleri gerekmektedir. Böylece görebilecekleri bazı işaret ve ip uçları ile kendilerinin de her şeyin "Tek Yaratıcısı" olan Allah'ın kulları olduklarını ve Allah'ın kendilerinden beklentilerini açıkladığı Kur'an Ayetleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmeleri gerektiğini anlayabileceklerdir.
Özellikle sonraki dönemlerde Müslümanların aralarında çok fazla "ihtilaf" çıkmasının bu uyarıların dikkate alınmaması ile ilgili olduğu söylenebilir. Buna göre, insanlara Allah'ın en son "uyarısı" olan ve bütün insanlara Dünya yaşamlarında ve ölüm sonrasındaki huzura kavuşmalarını ve "kurtuluşlarını" açıklayan Kur'an kendilerine "hediye" edilmiş olmasına rağmen, Hz.Muhammed döneminden sonraki "Müslüman" toplumlarında yönetime getirilen (emanet edilen) veya zorla kendilerini yönetime "getiren" yöneticilerin çıkar, güç, itibar gibi insanlar arasında "üstünlük" sağlayan olanakların "sahibi" olduklarını düşünerek hem kendi toplumları hem de diğer "Müslüman" toplumlar üzerinde "güç" savaşına girdikleri bilinmektedir. Bu durum özellikle Müslümanlık İnancını kendi çıkarları açısından "tehlikeli" gören diğer inanışlara sahip "varlıklı" toplumlar tarafından da özellikle "kışkırtılmakta" ve kendi aralarında bütün insanlığa "lütfedilmiş" olan "İslam" inancına sahip olmalarına rağmen bu "üstün nitelikleri" görmezden gelerek birbirleri ile yapılan bu "kışkırtmalara" uyarak "anlaşmazlıklara" düşmekte ve hatta "savaşmaktadırlar". Savaş konusunda “Olaylar, savaşlar, genel uygulamalar” bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Bu nedenle, Yüce Allah'ın kendilerine "kolaylıklar" verdiği peygamberimizin mensubu olduğu Kureyş kabilesinin bu "Lütuftan" en önde ve en çok faydalanmaları gerektiğini hatırlattığı bu Sure'nin bütün "Müslümanlar" tarafından bu anlamda dikkate alınması ve öncelikle onların Kur’an’ı "anlayıp" önce kendi aralarında "huzur" ve "kurtuluşa" ermeleri ve böylece bütün insanlığa "örnek" olmaları gerekmektedir.
Yüce Allah, Hz.Muhammed'e Peygamberlik görevini vermesinden kısa bir süre önce (en yakın bir yerde) Rumların yenilgiye uğradıklarını, ancak onların bir süre sonra galip geleceklerini, o zaman "müminlerin de" Allah'ın yardımıyla sevineceklerini, zira en sonunda "kararın" sadece "Kendisine" ait olduğunu ve "dilediğine" yardım ettiğini bildirmekte ve Kendisinin "mutlak güç" sahibi ve çok esirgeyici olduğunu vaadinden caymadığını ancak insanların çoğunun bunu bilmediğini hatırlatmaktadır.
Rumlar en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. (84/2), (30/2)
Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir, eninde sonunda emir Allah'ındır. (84/3), (30/3)
O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir, Allah, dilediğine yardım eder. (84/4), (30/4)
O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir. (84/5), (30/5)
Allah'ın vadettiğidir. Allah vaadinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler. (84/6), (30/6)
Hz.Muhammed'in aldığı "vahiyleri" toplumuna iletmesi sırasında kendisine inanmayanların Rumların (Allah'a İnananların) ateşe tapınan (Zerdüşt) İran'lılar karşısında yenilgiye uğramasını Hz.Muhammed'n bildirdiklerini "inkar" etmelerinin "doğru" olduğuna bir "delil" olarak gördükleri için bu olayı "sevinerek" karşıladıkları ve buna göre kendilerinin de Allah'ı inkar ederek inanan "Müminler" karşısında "galip" geleceklerini düşündüklerine işaret edilmektedir.
Ancak Ayette yer alan "onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir" ifadesi ile bu defa Rumların İranlılar karşısında galip geleceklerine ve o gün de müminlerin Allah'ın yardımıyla sevinecekleri belirtilerek aslında inkar edenlerin "toplum olarak" bu düşüncelerinin ne kadar "geçersiz" olduğu bildirilmektedir.
Bu konu ile ilgili tarihi kayıtlarda, özetle, 613 yılında Bizans İmparatoru Herakliyus'un (Rumların) İran'da hüküm süren Sâsânîler’in istilâsını önleyemediği ve ertesi yıl Kudüs’ü ele geçirerek burada günlerce katliam yaptıkları ve Mukaddes Mezar Kilisesi’ni yakarak İsa’nın gerildiği kabul edilen kutsal haçı alıp Medâin’e (Ktesiphon) götürdükleri ve 615 yılında Anadolu’yu ve 619 yılında da Mısır’ı işgal ettikleri, daha sonra 622’de Herakliyus'un (Rumların) önce Anadolu toprakları ile İrmîniye bölgesini, Dvin’i ve birçok şehri Sâsânî (İran) işgalinden kurtardığı, ardından İran'ın kutsal şehri Gence’yi ele geçirdiği ve Sâsânîler’i 627 yılı sonunda Ninevâ’da (Ninova) kesin yenilgiye uğrattığı, sonunda Ocak 628’de İran Kralı II. Hüsrev'in tahtından indirilip öldürüldüğü belirtilmektedir.
Bazı Kur'an tefsirlerinde söz konusu Ayetlerin, bu tarihsel olaylara dikkat çekilerek Peygamberin Allah'ın "bildirdiklerini" iletirken ona karşı gelenlerin, kendilerine "Kitap" verilen (Ehli Kitap) ve bu anlamda "Allah'a İnanan" olarak nitelendirdikleri Rum toplumunun kısa bir süre önce bir savaşta ateşe tapınan (Zerdüşt) İranlılar karşısında yenilgiye uğramış olmasına "sevindikleri" ancak Ayette Rumların bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerinin bildirildiği şeklinde açıklamalar yapılmakta ve Kur'an’ın gelecek ile ilgili haber verdiği şeklinde yorumlar bulunmaktadır.
Nitekim Diyanet tefsirinde yaşanan tarihi olaylar "delil" gösterilerek Ayetteki Rumların bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerini bildiren ifadesi, Kur’an’ın "gelecekle ilgili mucizevi haberi" olarak yorumlanmakta ve bu "mucizenin" aynen gerçekleştiğine işaret edilmektedir.
Rûm Suresi 2-6. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde de İranlıların galip gelmesi, sonra da Romalıların galip olacaklarının "İlâhî Takdir" gereği olarak ifade edildiği, Romalıların galibiyeti zamanında müminlerin de bir zafere kavuşarak mutlu olacakları yani o tarihte Müslümanların Bedir Savaşında müşriklere galip gelerek bir fetih zevkine kavuşacakları, o zaman Kur’an-ı Kerim’in bu haberinin "gerçekleşeceği" ve onun bir ebedî "mucize" olduğunun bu vesile ile de ortaya çıkacağı belirtilmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri - Rum Suresi (tahavi.com)
Ancak Yüce Allah'ın Ayette yer alan "onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir" ifadesinin, sadece bu defa da Rumların İranlılar karşısında galip geleceklerinin bildirilmesi (haber verilmesi) olmadığı, fakat "Kendisine" inanan ve iman edenlerin esasen daima "galip geleceklerine", bu konudaki "kararın" en sonunda sadece "Kendisine" ait olduğuna ve "dilediğine" yardım ettiğine bütün insanların dikkatlerinin çekilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu konuda bir mecazi bir "örnek" olmak üzere Rumların bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerine işaret edilmektedir.
Buna göre Ayette Rumların galip geleceklerine işaret edilmesinin Kur'an’ın "basitçe" Rum Toplumunun "geleceği" ile ilgili haber vermesi olarak yorumlanması doğru olmamakta fakat Allah'ın "Kendisinin" vermiş olduğu "nihai" kararı ve "takdiri" uyarınca O'na iman edenlerin, hangi toplumda olursa olsun, daima "galip gelecekleri" ile ilgili bulunmaktadır.
Bu durumda günümüzde insanların iman etmeleri veya inkâr etmelerinin daima "kendileri" ile ilgili ve "kendilerinin" bir seçimi" olduğuna dikkat çekilmekte ve Allah'ın "Yanında" iman edenlerin inkâr edenlere göre daima "galip" olacakları ve o zaman Allah'ın yardımlarına erişerek "sevinecekleri" önemle bildirilmekte ve Allah'ın "dilediğine" yardım ettiği, mutlak "güç" sahibi ve çok affedici ve "esirgeyici olduğu, bunların Allah'ın "vadettikleri" oldukları ve Allah'ın vadinden "caymadığı" hatırlatılmaktadır. Buna rağmen insanların nefslerine uyarak bu uyarı ve öğütleri dikkate almakta isteksiz oldukları ve bu nedenle çoğunun bunları "bilmedikleri" açıklanmakta ve bütün insanlardan Allah'ın "İlettiklerini" dikkatle incelemeleri ve onların gösterdiği "Doğru Yolu" bularak Allah'ın yardım edeceği "Dilediklerinin" arasına girmeye çalışmaları beklenmektedir.
Yüce Allah Ayetlerinde, "Tüm Alemlerin" kurtuluşuna vesile (Alemlere Rahmet) olarak kendisine vahiy ettiği Kur'an Ayetlerini bütün insanlara bildirmesi için görevlendirdiği Hz.Muhammed'in bu görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklara, yaşanan bir olayla işaret etmektedir. Bütün tefsirlerde bu Ayetlerde yer alan hususların, Hz.Muhammed'in Medine'ye hicretinden kısa bir süre sonra iman etmiş olan "Müslümanlar" ile Yahudi Benî Nadîr kabilesi arasında geçenler olduğu açıklanmaktadır.
Ehl-i kitaptan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur, siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı, ama Allah onlara beklemedikleri yerden geliverdi, O, yüreklerine korku düşürdü öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın. (101/2), (59/2)
Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada cezalandıracaktı, Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır. (101/3), (59/3)
Bu, onların Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden dolayıdır, kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir. (101/4), (59/4)
Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir. (101/5), (59/5)
Allah'ın, onlardan Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir. (101/6), (59/6)
Allah'ın, ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir, böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. (101/7), (59/7)
Yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir, işte doğru olanlar bunlardır. (101/8), (59/8)
Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler, kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (101/9), (59/9)
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (101/10), (59/10)
Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden dostlarına: “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz” dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder. (101/11), (59/11)
Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, onlara yardım etmezler; yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez. (101/12), (59/12)
Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir, böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. (101/13), (59/13)
Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar, kendi aralarındaki savaşları ise çetindir; sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır, böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. (101/14), (59/14)
Kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibidir, onlara acıklı bir azap vardır. (101/15), (59/15)
Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir, çünkü şeytan insana "İnkâr et" der, insan inkâr edince de: “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım” der. (101/16), (59/16)
Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedi kalacakları ateş olacaktır, işte bu, zalimlerin cezasıdır. (101/17), (59/17)
Buna göre söz konusu olaylar çerçevesinde Benî Nadir’in, Müslümanlar ile inkarlarını sürdürerek Müslümanlara "düşman" olan Kureyşliler arasındaki çatışmada tarafsız kalacağını bildiren bir anlaşma yaptığı, hatta Müslümanların Bedir Savaşı'nda kazandıkları zaferden sonra Hz.Muhammed'in gerçekten Tevrat'ta geleceği haber verilen Peygamber olduğunu ilan ettiği, ancak bir yıl sonra, Müslümanların Uhud'da yenilginin eşiğinden dönmelerinin ardından bu antlaşmaya ihanet ederek "İslam" toplumunu kesin bir şekilde ortadan kaldırmak niyetiyle Kureyşliler ile ittifak oluşturduklarına işaret edilmekte ve sonuçta müminlerin sayı, zenginlik ve teçhizat açısından zayıf olsalar da Allah'a karşı sorumluluklarının bilincine hakkıyla sahip oldukları sürece muhaliflerine karşı her zaman üstünlük sağlayacakları gerçeği anlatılmaktadır.
Nitekim bu olayda Allah'ın onlara beklemedikleri yerden geliverdiği, yüreklerine korku düşürdüğü, öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle harap ettirerek daha ilk kalkışmalarında (Haşr) bulundukları yerden sürgün ettiği, şayet sürgünü yazmamış olsaydı bile, elbette onları dünyada bir şekilde cezalandırmış olacağı ve Ahirette de onlar için cehennem azabı bulunduğu belirtilerek, "yalnız" Allah'ın, her şeyden üstün ve her şeyin "gizli" nedenini bilen (izzet ve hikmet sahibi) olduğu müminlere ve bütün insanlara bildirilmektedir.
Hasr suresi | Hasr oku Hasr arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Haşr Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: HASR SURESİ (kuranikerim.com)
Tefsir Dersleri HAŞR SURESİ (01-21) (173–B) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
Yüce Allah "dilediğini" yapmaya kadir olduğunu ve "izzet ve hikmet" sahibi olarak peygamberlerini dilediği kişi ve toplumlara kaşı "üstün" kıldığına işaret ederek düşmanın (kureyş Kabilesi) yanında yer alan Benî Nadîr kabilesinin Hz.Muhammed'e karşı "çatışma başlamadan" silahlarını bırakmış olduğunu hatırlatmaktadır. Böylece savaşmadan elde edilen "ganimetin" veya diğer ülkeler halkından gelen "hediyelerin" Allah, Peygamber ve yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar için olduğu, bu paylaşımın Peygamber tarafından yapılacağı, ona uyulmasının ve Allah'tan korkularak ona karşı gelinmemesinin gerektiği, çünkü Allah'ın cezalandırmasının (azabının) çetin olduğu hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e bu "ganimetlerde", yaşadıkları zorluklar nedeniyle yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden ve bir süre önce kendisi ile birlikte Medine'ye göç (Hicret) etmiş olan fakir "muhacirlerin" de paylarının bulunduğunu ve "doğru" olanın bu olduğunu bildirmektedir. Ayrıca daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve Hz.muhammed'in bildirdiklerine inanarak gönüllerine Allah'a imanı yerleştirmiş olan kimselerin (Ensar) kendilerine göç edip gelenleri sevdikleri ve kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederek "bu ganimetlerden" onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmedikleri, nefslerini cimriliğinden korudukları açıklanmakta ve onların "kurtuluşa" erdikleri bildirilmektedir.
Benî Nadir’in, Hz.Muhammed'in Allah'ın Ayetlerini toplumuna bildirmesinden rahatsız olan ve çıkarlarının zarar göreceğini düşünerek onu "düşman" ilan eden ve giderek yayılmakta olan İslam inancını durdurmak için onunla çatışmaya giren Kureyşliler ile ittifak oluşturmasının yanında, Hz.Muhammed'e inanan müminlerden bir bölümünü de etkisi altına aldığına işaret edilmektedir. Buna göre Beni Nadir'in ilişkide olduğu "münafıkların", Hz.Muhammed'in etrafında (Azhab) bulunan fakat inkar eden dostlarına Hz.Muhammed'e karşı direnmeleri için yardım vaadinde bulundukları ve şayet iman edenler tarafından yurtlarından çıkarılırlarsa mutlaka onların da beraber çıkacaklarını, onların aleyhinde kimseye asla uymayacaklarını ve savaşılması halinde mutlaka onlara yardım edeceklerini söyledikleri belirtilmektedir.
Yüce Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik ettiğini belirterek, yardım vaat ettikleri ile beraber çıkmayacaklarını, savaşa tutuşmuş olsalar yardım etmeyeceklerini, yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçacaklarını ve kendilerine de yardım edilmeyeceğini bildirmektedir. Ayrıca münafıkların içlerinde "müminlere" karşı duydukları korkunun Allah'a olan korkularından daha şiddetli olduğu, onların korunaklı (müstahkem) şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın toplu halde savaşamayacakları, kendi aralarındaki savaşlarının daha şiddetli (çetin) olduğu, dışarıdan derli toplu görüldükleri halbuki niyetlerinin (kalplerinin) ve ilişkilerinin darmadağınık olduğu çünkü onların Allah ile ilgili gerçekleri anlamayan ve aklını kullanmayan bir topluluk olduğuna işaret edilmektedir. Yüce Allah Münafıklar ve iman edenler arasında olmakla birlikte Beni Nadir (münafıklar) ile iş birliği içinde olanların durumunun kendilerinden az önce geçmiş ve yaptıklarının cezasını tatmış olanların durumu gibi olduğunu ve onlara acıklı bir azap bulunduğunu bildirmektedir.
Yüce Allah böylece Hz.Muhammed'e iman edenlere destek olmaktadır.
Diğer taraftan bu olayların açıklandığı Ayetlerdeki örnekler ile tüm zamanlarda yaşayacak olan bütün insanlara da iman ve inançlarını sağlamlaştırmalarına yol açmak üzere, dikkate alıp ona göre davranmaları için çeşitli konularda uyarılar yapılmakta ve öğütler verilmektedir. Buna göre öncelikle bütün insanlara ne kadar zayıf olsalar da Allah'a İman edenlerin bu "İmanlarının" bilincine hakkıyla sahip oldukları sürece karşılaşacakları her türlü olumsuzluklara ve zorluklara karşı her zaman üstünlük sağlayacakları gerçeğine işaret edilmektedir. Bu anlamda olmak üzere belirtilen gerçek dikkate alındığında, Allah'ı inkâr edenlerin ölüm sonrasında ve Dünyada iken "bir şekilde" cezalandırılacakları ve Allah'ın, Allah'a ve Peygamberine karşı gelenleri cezalandırmasının çetin olduğu ihtar edilmektedir. Ayrıca söz konusu olayda Müslümanların kuşatma sırasında bazı hurma ağaçlarını kestikleri, bunun doğru olmadığı belirtilerek, savaş halinde bile doğal ortamdaki varlıklara ve bitki örtüsüne zarar verilmemesinin ve buna kıyasen sivillerin (kadın, çocuk ve yaşlıların) öldürülmemesinin gerektiği açıklanmaktadır.
Ayrıca, Hz.Muhammed'den sonraki dönemlerde toplum olarak elde edilecek gelirin ve "doğal zenginliklerin" harcanmasında, Allah'ın Ayetleri ile bildirdiği "gerçekler" ile Hz.Muhammed'in uygulamalarında önem verdiği hususlar gözetilmesinin ve öncelikle toplumun ortak refahı için kullanılmasının gerekli olduğuna işaret edilmekte ve bu "paylaşımın" belirtilen doğrultuda nasıl yapılacağına, toplumu yönetimi kendilerine "emanet" edilmek üzere "seçilmiş" olan her düzeydeki "yöneticilerin" karar vereceği bütün insanlara açıklanmaktadır. Bu "uyarı" ile özellikle toplumun yönetimi kendilerine emanet edilen her düzeydeki "yöneticilere" toplumun gelir ve zenginliğinin paylaşımı ile ilgili karar ve uygulamalarında Allah'tan korkarak Allah'a karşı gelinmemelerinin gerektiği çünkü Allah'ın cezalandırmasının (azabının) çetin olduğu hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, Hz.Muhammed'den önce Medine'yi yurt edinmiş ve Allah'a iman etmiş olan kimselerin (Ensar) kendileri zaruret içinde bulunsalar bile kendilerine göç edip gelenlere "yardım" ettiklerini böylece nefslerini cimriliğinden korudukları ve "kurtuluşa" erdiklerini örnek göstererek, "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanlara cimrilik, açgözlülük, kin ve ihtiras gibi "Şeytani" dürtülerin insanın mutluluğa ulaşmasının önündeki başlıca engeller olduğuna işaret etmektedir. Böylece bütün insanlara "nefslerinin" esiri olmamaları ihtar edilmektedir. Bu anlamda bütün insanlara bu dünyada ve ahiret ortamında huzura ve mutluluğa kavuşmalarında yardımcı olmak üzere, “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” şeklinde dua etmeleri önerilmektedir.
Ayetlerde açıklanan hususların bütün insanlar açısından üzerinde durulması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Buna göre aslında iman etmemiş olan fakat iman edenlerle birlikte ve onlardan yana tavır takınarak çıkar sağlamaya çalışan ve bu nedenle de iman edenlere zarar veren "münafıkların" durumunun tıpkı Şeytanın durumu gibi olduğu, çünkü Şeytan'ın insana "İnkâr et" diyerek kışkırttığı ve insan inkâr edince de “Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım” dediği özellikle belirtmektedir. Böylece insanlara zarar verip "zulüm" eden münafıkların Şeytan ile birlikte de içinde ebedi kalacakları "azap" ortamlarında (ateşte) olacakları, işte bunun "zalimlerin cezası" olduğunu açıklanmaktadır. Bu durum karşısında insanlardan kendilerine çeşitli Ayetlerde ve çeşitli örneklerle açıklanan ölüm sonrasındaki ortamlarda eziyet çekmemeleri için, kendilerine iletilen "gerçekleri" anlayıp "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a inanarak "iman" etmeleri önerilmekte ve ihtar edilmektedir. Belirtilen "ihtar" özellikle toplumun yönetimi kendilerine "emanet" edilen her düzeydeki "yöneticiler" açısından daha da fazla önem taşımaktadır. Zira bu konumda bulunanların çıkar ve güç elde etmek ve sağladıkları çıkar ve güçlerini sürdürmek için toplumun çoğunluğunun zararına da olsa, onlara onlardan yana olduklarını söyleyip kendi istediklerini gerçekleştirmek üzere daima kendi görüş ve uygulamalarının "doğru" olduğunu, bunlara karşı gelinmemesinin gerektiğini topluma dayatmaları ve bunu sağlamak kendi doğrularını dayandırdıkları çeşitli bahaneler uydurmalarının "münafıklık" olduğunu unutmamaları gerekmektedir.
Yüce Allah'ın Hz.Muhammed’e Destekleyici Öğüt ve Önerileri
Görevi İle İlgili Genel Hususular
Hz.Muhammed'in vahiy aldığı ilk zamanlarda karşılaştığı güçlükler nedeniyle ve bir insan olmasının etkisi ile bazan sıkıntı, ümitsizlik veya bunalma gibi hislere kapılması mümkün olduğundan, Allah kendisini ferahlatacak bilgileri de vahiy olarak iletmektedir.
Kuşluk vaktine yemin ederim ki (11/1), (93/1)
Ve sükûna erdiğinde geceye. (11/2), (93/2)
Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. (11/3), (93/3)
Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır. (11/4), (93/4)
Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın. (11/5), (93/5)
O, seni yetim bulup barındırmadı mı? (11/6), (93/6)
Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? (11/7), (93/7)
Seni fakir bulup zengin etmedi mi? (11/8), (93/8)
Öyleyse yetimi sakın ezme. (11/9), (93/9)
El açıp isteyeni de sakın azarlama. (11/10), (93/10)
Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an. (11/11), (93/11)
Burada Hz.Muhammed'in başından geçen ve sıkıntı ve üzüntü verebilecek nitelikte olan olaylar ve gerçekler karşısında hissettikleri için onu bırakmadığı ve darılmadığı hatırlatılmakta ve Ahiretin "Gerçek Ortamın" bu dünya ortamından daha hayırlı olduğu gerçeğine de işaret edilerek karşılaştığı sıkıntılardan arınabilmesi için özellikle yetimlere ve fakirlere karşı daima merhametli, anlayışlı ve yardım edici olmasını ve daima Allah'ın lütfettiği nimetleri minnet ve şükranla anması önermektedir.
Burada çok önemli olan bir husus, Allah'ın Hz.Muhammed'e yaptığı hatırlatma ve önerilerinin gerçek oldukları ve gerçekleşeceklerine delil olarak "Kuşluk" vaktine ve "Gece vaktinin sükunetine" yemin vermesidir. Kur'an’ın pek çok yerinde "Gerçeklik" delili olarak gece ve gece karanlığının aydınlanması ile gündüz aydınlığının karanlığa ve geceye dönüşmesi gösterilmektedir. Zira bizim açımızdan her gün tekrarlanan basit bir durum olarak algılanan bu olaylar aslında Allah'ın "Her an her şeyi yaratmakta olduğu" gerçeğini akıl sahibi insanların dikkatlerine getirmektedir.
Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)
Zira karanlık ve aydınlık olarak tanımladığımız bu durum, Allah'ın izni ile "Her An Yaratılmaktadır" ve Allah'ın erişilmez ve tahmin bile edilemez gücünün insanlarca anlaşılmasına ve idrak edilmesine yol göstermektedir.
Bu öneriler, tüm insanlar için ve tüm zamanlarda geçerlidir. Hz.Muhammed'e yapılan bu önerilerin bir "Sure" olarak vahiy edilmesi bu konuda dikkate alınması gereken bir göstergedir. Buna göre, insanların karşılaştıkları her türlü olumsuzluklar veya onları sıkıntı veya üzüntüye sokan durum ve olaylar karşısında İnsanların bu Ayetleri hatırlayıp üzerinde düşünmeleri gereklidir.
Burada insanların yetimlere ve fakirlere merhamet göstermeleri, onlara yardım etmeleri, onları ezilip azarlamamaları ve sahip olunan her şey için (Nimet) kendisinin ve tüm sahip olduklarının yaratıcısı ve asıl sahibi olan Allah'a minnet ve şükran duymaları olarak açıklanan hususlar aynı zamanda olumsuzluklar, sıkıntılar veya üzüntülü durumlardan kurtulmaları için verilen ip uçları niteliğindedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'in vahiy aldığı ilk zamanlarda karşılaştığı güçlükler nedeniyle ve bir insan olmasının etkisi ile hissettiği sıkıntılar ile ilgili olarak ona nasıl yardımcı olduğunu hatırlatmaktadır.
Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? (12/1), (94/1)
Belini büken yükünü (12/2), (94/2)
Senden alıp atmadık mı? (12/3), (94/3)
Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi? (12/4), (94/4)
Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. (12/5), (94/5)
Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. (12/6), (94/6)
Boş kaldın mı hemen işe koyul (12/7), (94/7)
Ve yalnız Rabbine yönel. (12/8), (94/8)
Ayetlerde ayrıca bu gibi durumlardan kurtulması için şanını ve ününü yücelttiğine işaret etmekte ve Allah tarafından yaratılmış "Kolaylıklar" bulunduğu bildirilmektedir. Bu kolaylıklara ulaşılması açısından Hz.Muhammed'e hemen başka işe koyulması ve "Yalnız Rabbine Yönelmesi" özellikle önerilmektedir.
Hz.Muhammed’e yapılan bu öneri ile diğer tüm İnsanlara da bu Surede belirtildiği gibi olumsuzluklarla karşılaşıldığında bu durumdan çıkmaları için hemen başka bir işe koyulmaları, yalnız Allah'a ve yine Allah'ın yaratmış olduğu fırsatlara, imkanlara ve diğer kolaylıklara yönelmeleri hatırlatılmakta, böylece zorluklara karşı daha kolay tahammül edebilecekleri bildirilmektedir.
Bu nedenle, karşılaşılan olumsuzluklar nedeniyle lanet okumak ve güçsüzleri ezmek veya her şeye hükmetmek gibi davranışların bu olumsuzluklar için bir çare olmayacağı gibi, insanları Allah ile ilgili anlayışlarında da olumsuz etkilere sebebiyet vereceğinden bu tür davranışların düzeltilmesi son derecede gereklidir.
Unutulmamalıdır ki, Hz.Muhammed bile sıkıntılar hissetmiş ve güç anlar yaşamıştır. Ona gösterilen bu çıkış ve çözüm yolu kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlar için de en önemli ve uyulması ve dikkate alınması gereken öğütlerdir. Allah bu kesin hükümlü Ayetleri ile Hz.Muhammed'e zorlukların yanında kolaylıkların olduğunu ısrarla belirterek, kolaylıklara ulaşmak için Allah'a yönelmenin ve “Akıllarını” kullanarak hemen başka bir işe koyulmanın yeterli olacağını tüm insanlara da iletmektedir.
Yüce Allah yoğun algılamalar olarak hissettirdiği (vahiy ettiği) Ayetlerin o sırada etrafında bulunan topluma aktarılmasında karşılaştığı güçlükler nedeniyle "gönlüne" güven ve ferahlık vermek üzere bazı özel Ayetleri ile Hz.Muhamed’e öneri ve hatırlatmalarda bulunmaktadır.
Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik. (15/1), (108/1)
Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. (15/2), (108/2)
Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir. (15/3), (108/3)
İlk Ayetlerin alındığı sıralarda etrafındaki inanmışların sayısının belki de Hz.Muhammed'in endişe duymasına neden olacak kadar az olduğu dikkate alındığında Yüce Yaratan’ın endişe etmemesi ve güven duyması için bu "Ayetlerde" kendisine hayırlar, bolluk, çokluk, bereketli nimetler olarak tanımlanan "Kevseri" verdiğini ya da verileceğini Hz.Muhamed'e bildirmektedir.
Ayrıca yukarıda belirtilen Ayetlerde kendisine "verilenlerin" ve "verileceklerin" özel olarak belirtilmesinin, Allah'ın kendisine "vahiy" olarak bildirdiği Ayetlerini "tebliğ görevini" yürütürken ilk aşamalarında karşılaştığı direniş karşısında içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtarılmasının ve böylece şanının yüceltilmesinin de "Kevser" olarak tanımlanabileceği anlaşılmaktadır.
Bu anlamda olmak üzere "iman etmiş" olan (Müslüman) toplumunun gelişmesinde ve çoğalmasında önemli olan Kabeyi ziyaret edebilmeleri için Yüce Allah'ın Mekke'yi fethetmesinde ona yardımcı olmasının yine Hz.Muhammed'e verilen "Kevser" niteliğinde olduğu söylenebilir.
Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. (111/1), (48/1)
Öte yandan Yüce Yaratan Ayetlerinde peygamberlik görevini Allah'ın yardımı ile tamamlayıp "zafer" geldiğinde "İnsanların" gruplar halinde "bütün insanlara ilettiği” Allah'ın dini olan "İslam'a" girdiklerini göreceğini bildirilmesinin de Hz.Muhammed'e verilen "Kevser" kapsamında olduğu düşünülebilir.
Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de (114/1), (110/1)
İnsanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit (114/2), (110/2)
Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile, çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (114/3), (110/3)
Buna göre Yüce Allah, "Allah'ın Dini" olarak tanımladığı "İslam'ı" tüm "İnsanlara" bildirmek olan bu kutsal ve onurlu görevini "başarı" i ile tamamlayacağına işaret ederek, "İnsanların" bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğünde Allah'ı yüceltmesini (hamdederek), daima adını anmasını (tesbih et) ve Allah'tan kendisi ve bütün insanlar için af dilemesini Hz.Muhammed'den istemektedir.
Yüce Allah hiç şüphesiz bu ifadeler ile insanların büyük bir çoğunluğunun kendisinin iletmekte olduğu Ayetlerine inanacağını ve ona gönülden bağlanacağını haber vermekte ve kendisine inanan insanların tahmin edemeyeceği kadar çok sayıda olacağını "Kevser" kelimesi ile bildirmektedir.
Günümüzde İslam'ın ve Müslümanların "çoğunluğunun" Yüce Allah'ın "beklediği" düzeyde olmadığı bir gerçektir. Aslında insanların "Din" olarak tanımladıkları çok çeşitli "inançların" tamamı Ayetlerdeki ifadelerde "İslam" olarak belirtilmektedir. Zira İslam’ın “özünü” teşkil eden Allah’ın “Tek Yaratıcı Güç” olduğu ve O’ndan başka bir “ilah” bulunmadığı esasının, bu çeşitli inançların “tamamında” “erişilemez” bir “Yaratıcı” olduğu ve bu yaratıcıya “ibadet” edildiği şeklinde yer aldığı yadsınamaz bir “gerçek” durumdur.
Ancak insanların büyük bir çoğunluğunun Kur’an Ayetlerine inanmaları ve ona gönülden bağlanmaları, Kur'an Ayetlerini kendilerine verilmiş olan "Akıl" unsurunu kullanarak anlamaları ile mümkün olabilecek ve Allah'ın dini olan "İslam'a" giren insanların sayılarının Ayette belirtildiği gibi çoğalması da böylece gerçekleşebilecektir.
Yüce Allah bu vesile ile tüm insanların yaptıkları hataları ve yanlışlıkları fark ederek tekrarlamamak için edecekleri "tövbeleri "kabul ettiğini Hz.Muhammed'e ve bütün "İnsanlara" bir defa daha hatırlatmaktadır.
Böylece Yüce Allah Hz.Muhammed'e "Kevseri" verdiğini hatırlatarak kalbindeki tüm endişe ve korkularını yok etmekte ve uzun bir süre alacak olan "Elçilik" görevini çok daha emin olarak ve güvenle yürütmesine imkan sağlamış olmaktadır.
Yüce Allah Ayetinde Hz.Muhammed'e ayrıca "Kulluk" etmesini ve "Kurban" kesmesini öğütlemektedir.
Burada Türkçeye "Kulluk" olarak tercüme edilen Ayetteki Arapça "Fe salli" kelimesi ile genel bir ifade olarak Allah'a teslim olunmasına ve O'na ibadet edilmesine işaret edildiği görülmektedir. Bu anlamda en önemli ibadet olarak Allah'a teslim olup her şey için yalnız O'ndan yardım istenmesinin, yani yalnız O'na "dua" edilmesinin (namaz) belirtildiği anlaşılmaktadır. Ancak çok sayıdaki tefsirlerde Ayette Arapça olarak yer alan "Fe salli" kelimesi "salat" kökünden üretilen "dua et" anlamında olmasına rağmen, Türkçede farsça "namaz" kelimesinden üretilen "namaz kıl" olarak kullanılmaktadır
Öte yandan Ayetin Türkçeye çevrilmesinde Arapça "venhar" ibaresi ile ilgili olarak tefsir ile uğraşan bilim insanların arasında oldukça önemli derecede farklı yorumlar olmasına rağmen bazı "mezhepler" tarafından "kurban kes" anlamında yorumlanmaktadır. Ancak çok sayıdaki diğer tefsirlerde söz konusu kelimenin diğer "anlamları" dikkate alınarak aşağıda özetlendiği gibi farklı yorumlar yapılmaktadır.
"Nahrin kurban kesmekte bilindiği ve Kur'ân'ın üslubunda namaz emirlerinden sonra çoğunlukla zekat ve infak etme âyetleri zikroluna geldiği ve müşriklerin dualarını ve kurbanlarını putlar ve tağutlar adına yaptıkları da düşünülünce, bu emrin onların tersine namazdan başka Allah için kurban keserek zekâttan da fazla bir fedakarlıkla kıymetli mallara kıyıp Allah'ın kullarına hayır ve yardımda bulunmak Kevser atıyyesine şükretmek üzere beden ve mal olarak ibadet ve hayır ile meşgul olmayı emretmiş olması en açık ve en esaslı mânâ olduğunda tereddüt edilmez. Bu esas tespit edildikten sonra, bundan mümkün ve muhtemel olabilen diğer birtakım işaretler daha anlamakta ise sevk ve irfan için yasak koyma yoktur. Bu vecihle iş bu "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyeti, En'âm Sûresi'nin sonundaki "De ki: "Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. Allah'ın ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (En'âm, 6/162-163) âyetindeki emri ve Duhâ Sûresi'nin sonundaki "Ve Rabbinin nimetini anlat." (Duhâ, 93/11) emrinin Kevser hediyesine şükran olmak üzere fiilî bir izahını ifade eder. Bundan dolayı biz de meâlde Kurban kesmek tabiriyle ifadeyi "boğazla" demekten daha uygun bulduk. Ki tefsirinin özeti şu olur: Sana o Kevser'i verdiğimizden dolayı haydi sen Rabbinin lütfuna hem kalben, hem dilinle, hem bütün azalarınla bedenen ve malen her vechile şükretmek üzere Rabbin için ihlas ile namaz kıl, namaz kılmakla beraber kurban da kes. Ona böyle tevhid ve ihlas ile fedakarane ibadet ve kulluk et ve çok hayır işleyerek nimeti an, Rabbinin sana olan ihsanı kesilmek ihtimali yoktur. "
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: KEVSER SURESİ (enfal.de)
"Çevirilerin, ayette geçen “venhar” sözcüğüne “kurban kes” anlamını vermeleri, ayetin bağlamını dikkate almamaktan kaynaklanan bir yanılgıdır. Surenin vahyedildiği dönem ve koşullar dikkate alındığında “kurban kesmekten” söz etmenin mümkün olmayacağını da anlamak gerekir. Nahr, sözcük olarak, “göğüs, gerdan, göğüslemek, deveyi göğsünden kesmek, elleri göğse değdirmek gibi anlamlara gelmektedir. “Nahr” sözcüğü ise, burada “göğüslemek, göğüs germek” anlamına gelmektedir. (E. Aktaş Meal Açıklaması) … Nahr göğüs anlamına gelir. (Lisan’ul-Arab) Namazda ayağa kalkıp göğsünü öne çıkarması anlamında da kullanılır. İki toplumun birbiri ile çatışmasına da tenahur denir. (el-Ayn)… Kevser; Duhâ, İnşirah ve Fetih sûrelerindeki leke (senin için) ifadesiyle tahsis edilen lütuflar haricinde “ke” sana verdik ifadesi ile düşünürsek kevser, vahiy, nübüvvet, ve hikmeti de kapsayan hayır ve iyiliklere bir atıf olabilir. Kevserin sana verilmesinden dolayı sana buğuz edenlere karşı dik dur ve sadece Rabbin için onların yaptıklarına göğüs ger!"
Meal Açıklamaları (kuranmeali.com)
"Fe salli li Rabbike venhar o halde namazı da kurbanı da yalnızca rabbine tahsis et. Böyle çevirmek zorundayım çünkü burada ki “lâm” tahsis içindir. Burada namaz kıl ve kurban kes emri yok. Burada ki emir zaten kılınan namaz değil, zaten öteden beri o toplumun kesmekte olduğu İbrahimi bir gelenek olan kurban değil. Burada emir; Namazı rabbine tahsis et, yani sadece rabbin için kıl. Evet, İşte o ayetin Kevser suresinde ki karşılığı bu, belki açılımı. Fe salli li Rabbike venhar yalnızca rabbin için ibadet et. İbadeti sadece Allah’a has kıl.Venhar; Nahr, aslında göğüs manasına gelir. yani göğüs. Göğüsten mülhem olarak hayvan kurbanlamaya da bu kökten bir isim söylenmiştir.Onun için kurban manasına gelmiştir. Farklı manalar verenler de olmuştur, göğüsten yola çıkarak, etimolojisinden yola çıkarak; Ellerini göğsüne kaldır manasına gelir diyenler de olmuştu. İftitah tekbirinde ki eli göğse kaldırmanın veya eli kulaklara kadar kaldırmanın emrini buradan, delilinin bu olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat doğrusu Nahr, yevmün nahr; kurban kesmektir, kurban kesilen gündür. Kurban bayramıdır aslında. Dolayısıyla böyle intişar bulmuştur, hem Kur’an hem sünnette ve hem de ilk muhatapların dilinde. Burada hassaten, mücerret olarak namaz kıl ve kurban kes emri yoktur. Burada emir namazı ve kurbanı Allah için kıl ve kes dir. Allah’tan başkası için değil. Allah’a tahsis et sadece Allah’tan ibadette ihlası emretmektedir bu ayet. İbadette şirki reddetmeyi, başkasına dönmeyi reddetmeyi ve sadece ibadeti Allah’a has kılmayı emretmektedir."
Tefsir Dersleri KEVSER SURESİ (01-03) (198 – B) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
"Veya salâtın “destek” (87:15, not 15) ve nahrın “göğüs” anlamlarından yola çıkarak: “O halde desteğini Rabbine tahsis et ve (inkârcılara) göğüs ger”. Tercihimizde ıstılahi anlamlar esas alınmıştır. İnhar emrini Elh-i Beyt okulu namaza başlama tekbirinde elleri göğüs hizasına kaldırma olarak anlamıştır. Rükûdan doğrulurken elleri kaldırmak olarak da yorumlanmıştır. Lâmın delâlet ettiği gibi, burada namaz kılma ve kurban kesme emredilmemektedir. Vahyin ilk günlerinden beri zaten kılınmakta olan namazı ve Hz. İbrahim’den beri kesilmekte olan kurbanı Allah’a has kılma, O’na tahsis etme emredilmektedir. Bunun anlamı namazı “ikame etmek” kurbanı “vikâye edinmek”tir. Tevhid ve ihlasın gereği de budur. Söz akışı gereği “Bize” yerine “Rabbine” şeklinde gelmesi, kulun ubudiyetinin Rabbin rububiyyetine teşekkür makamında bir karşılık olduğunu ifade eder."
Meal Açıklamaları (kuranmeali.com)
"Tefsir kaynaklarında verilen bilgiye göre, ayette yer alan “Ve’n-har” emri kelimenin farklı anlamlarına göre beş ayrı yoruma tabi tutulmuştur: Birincisi: “(Hacda kesilecek olan) Hedyini veya kurbanını kes!” manasına gelir. İkincisi: “Kan akıt” manasına gelir. Üçüncüsü: Namaz kıl ve “(tekbir aldıktan sonra) sağ elini sol elinin üzerine koy” manasına gelir. Dördüncüsü: “Tekbir alırken ellerini kaldır.” anlamına gelir. Beşincisi: "(Namaz kılarken) Nahrini (göğsünü) kıbleye yönelt.” manasına gelir. (bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri. Ayrıca bk. Taberi, İbn Kesir, ilgili yer)
Bu ayetin manası çok açık olsaydı, Hanefi mezhebine göre, kurban vacip değil farz olurdu. Kelimenin delaleti tam açık olmadığı için, İmam-ı Azam bunu vacip olarak değerlendirmiştir. Hanefi mezhebinden İmam Ebu Yusuf ve İmam Muahmmed de dahil, diğer üç mezheb alimlerine göre, ayetteki emir “kurban”la ilgili değil, -yukarıdaki- son üç maddedeki manalar kastedilmiştir. Bu sebeple, onlara göre kurban kesmek vacip değil sünnettir. Sünnetin delili ise sahih hadislerdir. Bu sebeple, onlara göre kurban kesmek vacip değil sünnettir. Sünnetin delili ise sahih hadislerdir."
"İslam müfesirlerinin görüşlerine göre "nehera" fiilinin beş ayrı ıstılah anlamı vardır:
1. Adak yada kurban kesmek.
2. Kan akıtmak
3. Namaz esnasında sağ eli sol elin üstüne getirerek göğsün üstüne koymak.
4. Tekbir sırasında elleri kaldırmak.
5. Namaz kılmak isteyince tüm bedeni ile kıbleye yönelmek.
Kadim ulemanın görüşleri doğrultusunda "venhar" fiili halk arasında bilindik kurban kesmenin dışında çok daha genel bir anlam taşıdığını görmekteyiz. Söz konusu fiil aslında vücudda kurbanın kesildiği boğaz bölgesinden türemiştir. Öyleyse Kevser Suresi'nin 3. Ayetinde yer almakta olan namaz kıl emrinden hemen sonra gelen "venhar" fiilinin anlamı kurban kesmekten ziyade namaz kılma fiilini teyit edici bir anlamda kullanılmıştır."
Kevser Suresi ve "venhar" emrinin tefsiri - fikriyat
“Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve nahret (kurban kes veya ellerini boğazına kadar kaldırıp tekbir al). Öyleyse her işi Rabbin (Sahibin) için yap[1*] ve dik dur[*2]!
[*1] Âyetin metninde geçen salli‘nin türediği es-salât kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Burada verilen emir, Allah'ın verdiği görevleri, O’nun rızası için sürekli yapmaktır. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.
[*2] Nahr göğüs anlamına gelir. (Lisan'ul-Arab) Namazda ayağa kalkıp dik duran kişiye “nahr etti” denir. (el-Ayn) Ayetteki v'enhar li rabbik takdirinde olduğu için “Rabbin için dik dur” anlamını vermek gerekir. Bir âyet şöyledir: “Allah yolunda nasıl cihad edilmesi gerekiyorsa öyle cihad edin. Sizi seçkin konuma getiren O’dur.” (Hac 22/78) Cihad, düşmanın, şeytanın veya arzuların baskısına karşı Allah’ın emrine uymak için verilen güçlü mücadeledir (Müfredat). Bu da dik durmakla olur.”
venhar - ve kurban kes - www.mealler.org
Bu yorumlardan kendisine "Kevseri" vermiş olan Allah için Hz.Muammed'den sadece O'na "kulluk" etmesinin ve ibadetleri sadece Allah için yapmasının istendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda bütün insanlardan sadece Allah'a teslim olup her şey için yalnız O'ndan yardım istenmesinin, yalnız O'na "dua" edilmesinin (namaz) ve zorluklara karşı göğüs germesi ve dik durmasının (venhar) beklendiği bildirilmektedir.
Öte yandan Hz.Muhammed Allah'tan aldığı "Vahiyleri” insanlara aktarmak olan bu zor görevi yerine getirmeye çalışırken karşı gelen insanların Hz.Muhammed'e inananların sayılarına göre çok az olmasını ve aynı zamanda erkek evladının olmamasını "Soyu kesik, Güdük" olarak nitelendirip onu üzmeye ve taciz etmeye çalıştıkları belirtilmektedir. Yüce Allah burada Hz.Muhammed'e yine manevi anlamda çok güçlü bir destek vermekte ve bir önceki Ayette kendisine ilettiği "Çok sayıda insanın Hz.Muhammed'in elçiliğini yaptığı Allah inancına sahip olacağı" hususuna da yeniden işaret ederek “soyu kesik” olanların o kimseler olduğu hatırlatılmaktadır. Bu açıklama "Elmalılı" tefsirinde de şöyle yer almaktadır:
"Doğrusu senin şani'in, sana şeneânı olan, buğz, kin tutan, hınç besleyen her kim olursa olsun odur ancak ebter. Güdük, ardı arkası kesilecek, nesli ve nesebi, iyi adı, sanı kalmayacak odur, sen değilsin eyHz. Senin ardınca gelecek hayırlı neslin de, evladın gibi tabilerin ve Ensarın, sevgili ümmetin de çoğalacak. Dinin, kitabın, güzel adın, sanın, feyiz ve lütfun baki kalacak. Ahirette de beyana sığmaz, kesilmez, tükenmez ecre ereceksin. Böyle Kevser'e, çok hayıra buğzedenin, onu sevmeyenin hayırsız kalacağında ise şüphe yoktur."
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: KEVSER SURESİ (enfal.de)
Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed, "Son Uyarıcı" olarak kendisine "vahyedilenleri" iletmekle Evren'in sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan "Bütün İnsanlara" kurtuluşa ve mutluluğa ermenin yollarını göstermiş ve bildirmiştir. Böylece Allah, bir "Elçi" olarak "Kendisi ve Yaratıcılığı" ile ilgili bilgileri "Tüm İnsanlara" iletme görevini verdiği Hz.Muhammed'e çok sayıda insanın bu "İnanca" sahip olacağı güvencesini vererek bu çok zor ve tehlikeli görevini aksatmadan, güven içerisinde ve tam beklendiği şekilde yerine getirmesine destek vermiş, ayrıca bu görevin aksamadan ve en iyi şekilde yürütülebilmesinin bir gereği olarak da bu desteğe şükredilebilmesi için yalnız O'ndan yardım iste, yalnız O'na "dua" et (Namaz Kıl) ve zorluklara karşı göğüs gererek dik dur (Kurban Kes) anlamında öğüt vermiştir.
Hz.Muhammed'in Allah'tan aldığı vahiyleri insanlara iletirken karşılaştığı güçlükler arasında en önemli olanları, hiç şüphesiz onun söylediklerine inanmayıp karşı gelenler oluşturmuştur.
Yüce Allah’ın peygamberliğinin özellikle bu ilk zamanlarında ilettiklerine karşı gelenlerin sayısal çokluğu ve etkin konumları karşısında ümitsizliğe kapılması ihtimalini yok etmek üzere, gönderdiği bazı Ayetlerde yaptığı açıklamalar ve verdiği öğütler ile daima Hz.Muhammed'i desteklediği görülmektedir. Buna göre Yiüce Allah Ayetlerinde Hz.Muhammed'in bu zor görevinde azimli, sebatkar, ilettiklerinden emin ve güvenli duruşunu daima sürdürmesi için önerilerde bulunarak yardımcı olmaktadır.
De ki: “Ey kafirler! Ben tapmam.” (18/1), (109/1)
"Sizin tapmakta olduklarınıza " (18/2), (109/2)
“Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz.” (18/3), (109/3)
“Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. (18/4), (109/4)
“Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz” (18/5), (109/5)
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (18/6), (109/6)
Allah Hz.Muhammed'e, Ayetlerini iletirken kendisine karşı duran insanların ileri sürdükleri geleneksel ibadet uygulamalarına ve buna bağlı sabit görüşlerine kesinlikle uymamasını ve "Sizin taptıklarınıza ben tapmam" şeklinde kesin tavır koyması gerektiğini bildirmektedir. Bu arada inanmayanlara kendisinin taptığı Allah'a tapmadıklarını hatırlatarak kendisinin de onların taptıklarına asla tapacak olmadığını yine bir kesin duruşu ifade etmek üzere iletmesini ve duruşunu iyice pekiştirmek üzere "Sizin dininiz size, benim dinim de banadır" şeklinde tavır almasını öğütlemektedir.
Allah'ın Hz.Muhammed'e verdiği bu öğütler, ondan sonra kıyamete kadar yaşayacak olan tüm Müslüman insanlara da çok önemli bir yol gösterici nitelik taşımaktadır.
Buna göre Allah'a inanmış İslam Dini mensubu Müslümanların Müslüman olmayan ve Allah'a inanmayan insanlar ile olan ilişkilerinde Allah'ın Hz. Muhammed'e verdiği bu öğütleri daima hatırlamaları ve kendi inanış ve imanlarından asla taviz vermemeleri, ancak bunun yanında onlara kendi inanışlarına döndürmek üzere baskı yapmamaları ve zor kullanmamaları gerektiğini de dikkate almalarını hatırlatmaktadır. Zira Allah Hz.Muhammed'e vahiy ederek indirdiği Kur'an’ı Kerimde tüm insanlara "Lütfettiği Akıl" unsurunu kullanarak "Kendisini" bulmalarını ve anlamalarını defalarca öğütlemekte ve hatırlatmaktadır. Bu nedenle, bunu anlamayan ve yapmayan insanlar ile olan ilişkilerde onları korkutarak veya silahlar kullanarak zorlamak yerine Hz.Muhammed'e önerdiği ve öğütlediği şekilde davranılmasını istemektedir. Bu şekilde davranılması durumunda inanmayan insanlar üzerinde çok daha güçlü etki oluşacağına ve onların akıllarını kullanmaya yönleneceklerine işaret edilmektedir.
Yüce Allah, Hz.Muhammed'e verdiği çok önemli ve evrensel bir görevin yapılması sırasında önüne çıkacak güçlükler karşısında güçlü kalması açısından kendisine gönderdiği bu ilk Ayetlerde daima hissiyatını yükselten ve güçlendiren telkinlerde bulunmuş ve yaşanmış bazı örnekleri hatırlatarak sonuçta bu görevi en iyi şekilde yapacağı konusunda kendisini ikna etmiş ve güven vermiştir.
Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? (19/1), (105/1)
Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? (19/2), (105/2)
Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. (19/3), (105/3)
O kuşlar, onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. (19/4), (105/4)
Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi. (19/5), (105/5)
Burada açıklanan olayda Hz.Muhammed'in Allah'ın "vahiylerini" ilettiği ilk yıllarda Habeş kralının Kabe’yi ziyarete gelen Müslümanları kendi yaptırdığı katedrale çekmek üzere Mekke'ye saldırmayı planlaması üzerine Yüce Yaratıcının bu toplumun "kötü planlarını" açıkladığı ve saldırılarının hiç beklenmedik bir şekilde durdurduğu hatırlatılmaktadır. Bu örnekte olduğu gibi Hz.Muhammed'in elçilik görevini yaparken güçlüklerle karşılaşacağı, kötü niyetli kişilerin saldırılarına maruz kalacağı belirtilmekte, ancak Allah'ın daima onun yanında olacağı ve bu kötü planların gerçekleşmesine izin vermeyeceği belirtilerek Hz.Muhammed'in maneviyatını sağlamlaştırdığı açıklanmaktadır. Yüce Allah böylece Hz.Muhammed’e yürüttüğü güç görevindeki zorlu anlarda ona yardımcı olacağına ve bu anlamda Allah’a inanmış ve teslim olmuş tüm insanlara da, kötü planları bulunan ve onlara baskı yaparak taciz edecek ve sömürecek olan inanmamış ve inkar eden insanların bu planlarını "Kıyamete Kadar" herhangi bir nedenle veya şekilde boşa çıkaracağına inanmalarını öğütlemektedir.
Öte yandan Hz.Muhammed'in kabilesi Kureyşlilerin kendilerine bildirilen Ayetleri inkar etmeleri ve putlara tapmaları ile ilgili olarak Diyanet Tefsirinde yer alan açıklamalarda, Kureyşlilerin Ayetlerde yer alan Allah'ı ve melekleri kendi inançlarına göre değerlendirdiklerine işaret edilmektedir. Buna göre meleklerin Allah’ın kızları olduklarına ve "putların da" melekleri temsil ettiklerine inanarak onlara kadın isimleri verdikleri ve bu putların kendileri için Allah katında şefaatçi olacaklarına inanıp onlara tapındıkları belirtilmektedir.
Necm Suresi 19-30. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Ancak Yüce Allah Ayetlerinde bu insanların "ilah" olarak taptıkları "putları" kendilerinden daha yüksek olarak görmelerinin ve onlara insanların ve atalarının isimlerini takmalarının hiçbir anlamının olmadığını, zira onlar hakkında hiçbir delil indirmemiş olduğunu bildirmekte ve bu gerçeklerin insanlara açıkça anlatılması için Hz.Muhammed'e bilgiler verilmektedir.
Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? (23/19), (53/19)
Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı. (23/20), (53/20)
Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? (23/21), (53/21)
O zaman bu, insafsızca bir taksim! (23/22), (53/22)
Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir, Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefslerinin arzusuna uyuyorlar, halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. (23/23), (53/23)
Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır? (23/24), (53/24)
Ahiret de dünya da Allah'ındır. (23/25), (53(25)
Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. (23/26), (53/26)
Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. (23/27), (53/27)
Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar; zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. (23/28), (53/28)
Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme. (23/29), (53/29)
İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir. (23/30), (53/30)
Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır, bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir. (23/31), (53/31)
Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada sizi en iyi bilendir; bunun için kendinizi temize çıkarmayın çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. (23/32), (53/32)
Gördün mü arkasını döneni? (23/33), (53/33)
Azıcık verip sonra vermemekte direneni? (23/34), (53/34)
Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu? (23/35), (53/35)
Yoksa, kendisine haber verilmedi mi? (23/36), (53/36)
Musa'nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim'in sahifelerinde yazılı olanlar (23/37), (53/37)
Hz.Muhammed'in Allah'ın Vahiylerini iletmesi sırasında içinde bulunduğu toplumdaki inanmayan insanlara, öteden beri tapmakta oldukları putlara bir bakmalarını ve bu toplumun daha çok değer verdikleri erkek tanımlamalarını kendilerini yüceltmek için yaparken, tapındıkları putlara yani ilahlarına küçümsemek ve aşağılamak maksadı ile dişi isimler verdikleri hatırlatılarak bu düşünce ile Allah'a da dişilik izafe etmelerinin çok insafsızca olduğu bildirilmektedir.
Çünkü kendi elleri ile yaptıkları sembolleri ve putları "İlah" olarak görmeye başlayan insanların Hz.Muhammed'in ilettiği Ayetlerde bildirilen "Allah" ile bir şekilde alay etmek ve küçük görmek amacı ile tapındıkları putları Allah'ın kızları olarak tanımladıklarına ve onlara hor gördükleri "Dişi" isimler verdiklerine dikkat çekilmektedir.
Yüce Allah, bu ortamda yaşamaya başlamadan önce "Elest" toplantısında “insan ruhlarının” Allah’ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu kabul edip birbirlerine “şahit” oldukları gerçeği bildirilmiş olmasına rağmen, insanların bu ortamdaki yaşamlarında çeşitli nedenlerle kendilerini "Üstün" görmelerinin etkisi ile kendi yaptıkları putları “ilah” olarak sembolleştirdiklerine işaret etmekte ve putlar hakkında hiçbir “delil” indirmediğini bildirmektedir.
Bu durumdaki insanlara "Allah tarafından kendilerine gerçekleri ve doğru yolu gösteren bir "Yol Gösterici" gelmiş olmasına rağmen, bu konularda bilgilerinin olmaması ve akıllarını kullanmamaları nedeniyle "zannettikleri" olgulara ve nefslerinin bu yöndeki arzularına uydukları hatırlatılmaktadır.
Ayrıca, insanların kendilerine yapılan "Uyarıları" dikkate almamaları halinde "Her arzu ettikleri şeylere sahip olacaklarına veya her arzu ettikleri şeyi yapacaklarını" zannederek ne kadar yanıldıkları kesin olarak dikkatlerine getirilmektedir. Zira Yüce Allah Ahiretin de Dünyanın da O'nun olduğunu bildirmektedir.
Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir. (9/13), (92/13)
Ahiret de dünya da Allah'ındır. (23/25), (53/25)
Hz.Muhammed aracılığı ile “indirilen” bu Kur’an Ayetleri ile her şeyin, yani sonsuz fizik, kimya, manyetik, çekim ve kütlesel güç ve enerjiler ve daha henüz tanımlayamadığımız etkenler sonucunda bizim içerisinde bulunduğumuz görüp algıladığımız bu ortam da dahil olmak üzere "Ahiret" olarak tanımlanan "Asıl-Gerçek Ortamların" ve bu ortamlarda yaratılmış olan (göklerde ve yerde bulunan) her şeyin sahibinin yani “yoktan yaratıcısının” Allah olduğu adeta akıllara çakılırcasına tüm insanlara bildirilmektedir.
Ayrıca insanların bu Dünya ortamındaki yaşamları sırasında akıllarını kullanarak diğer insanlara ve yaratılmışlara kötülük olarak yaptıkları faaliyet ve işleri nedeniyle cezalandırılacakları, buna karşılık güzel davrananların ise daha güzeliyle ödüllendirileceklerine dikkat çekilmektedir. Bu arada, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara Yüce Rabbin affının bol olduğu hatırlatılmakta ve Allah’ın insanları daha ilk topraktan yarattığı zaman ve sonrakileri de annelerinin karınlarında bulundukları sırada bile en iyi bilen olduğu, insani zaaflar sonrasında yine insanlık davranışı olarak iyi yanlarını ileri sürerek kendilerini temize çıkarmaya çalışanları ve kötülükten sakınanları da çok daha iyi bildiği, bu nedenle hiç bir şekilde Allah'tan gizli bir durum ve konu olamayacağı açık bir uyarı olarak bir kez daha belirtilmektedir.
Yapılan bu açık uyarılara rağmen, bunlara inanmayıp inkâr edenler, "arkasını dönüp giden" olarak tanımlanmakta ve bunların iç yapılarındaki kibir ve bencillik etkisinde olduklarına işaret edilmektedir. Bunların ayrıca paylaşma ve olmayana yardım gibi konularda ne kadar cimri oldukları belirtilmekte ve bunların neye göre bu şekilde davrandıklarını ve diğer insanların bilmediklerini bildikleri gibi bir durumlarının olup olmadığını düşünmeleri için kendilerini sorgulamaları istenmektedir.
Yine bu insanlara Allah ile ilgili olarak yaşadıkları dönemlerde mevcut olan İbrahim ve Musa tarafından getirilen haberler hatırlatılmakta ve bu haberleri bilmelerine rağmen bunları dikkate almayanların durumunun bir ibret olarak düşünülmesi gerektiği açıklanmaktadır.
Hz.Muhammed'e hitaben yapılan bu hatırlatmalar, öğütler ve dikkat çekmeler, günümüzde yaşayan ve bu ortamın son gününe kadar yaşayacak olan tüm insanlar için aynen geçerlidir ve önemle üzerinde durulması gereklidir.
Yüce Allah, bir âmânın (kör) kendisine gelmesinden ötürü hoşlanmadığını belli ederek geri döndüğünü hatırlatılarak, o âmânın gerçek halinin ne olduğu konusunda düşünmeden böyle yapmasının doğru olmadığını, bu uyarıların, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sahifelerde "yazılmış" bir "öğüt" olduğunu Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Âmânın kendisine gelmesinden ötürü (24/1), (80/1)
Yüzünü ekşitti ve geri döndü. (24/2), (80/2)
Sana kim bildirdi! (24/3), 880/3)
Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. (24/4), (80/4)
Kendini muhtaç görmeyene gelince, (24/5), (80/5)
Sen ona yöneliyorsun. (24/6), (80/6)
Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. (24/7), (80/7)
Fakat koşarak (24/8), (80/8)
Ve korkarak (24/9), (80/9)
Sana gelenle de ilgilenmiyorsun. (24/10), (80/10)
Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür. (24/11), (80/11)
Değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle. (24/12), (80/12)
Tertemiz kılınmış. (24/13), (80/13)
Yüce makamlara kaldırılmış. (24/14), (80/14)
Mukaddes sahifelerde bir öğüttür. (24/15), (80/15)
Dileyen ondan öğüt alır. (24/16), (80/16)
Ayetlerdeki ifadelerden kirli olduğu anlaşılan bu âmânın Hz.Muhammed ile yapacağı görüşme sonrasında öğüt alması, o öğüdün ona fayda vermesi ve böylece temizlenmesi ihtimalinin bulunduğuna dikkati çekilmekte ve bu kişinin durumunun, kendini muhtaç görmeyen kişiler gibi olmadığı belirtilmektedir. Zira, "Kendilerini muhtaç görmeyen" insanlara yönelerek onlara gerçekleri anlatmasına rağmen, koşarak ve Allah'tan korkarak Hz.Muhammed'e gelen kişiyle, belki de "kirliliği" nedeniyle ilgilenmemesinin doğru olmayacağı çünkü onun temizlenip arınmasından veya verdiği öğütleri dikkate alıp almamasından "Sorumlu" olmadığı açıkça belirtilmektedir.
Allah, Hz.Muhammed'e yapılan bu öğütlerin "Kendi Katında" bulunan "Değerli ve Güvenilir Katipler" tarafından yazıldıklarına dikkat çekilmekte ve "Tertemiz Kılınan ve Yüce Makamlarda Bulunan Mukaddes Sayfalara Yazılan" bu öğütlerin "Tüm İnsanlar" için olduğu ve dileyenlerin Kur'an’ı Kerim'de yer alan bu öğütleri "Alabilecekleri" ve böylece "Doğru Yolu" bulabilecekleri açıkça belirtilmektedir.
Yüce Yaratan kimsenin inkar edemeyeceği gerçekleri delil göstererek insanlara iletilmek üzere kendisine vahiy edilenlerin de o kadar gerçek olduklarını örneklerle Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.
Gökyüzüne ve tarıka yemin ederim. (36/1), (86/1)
Tarıkın ne olduğunu nereden bileceksin? (36/2), (86/2)
Delen yıldızdır. (36/3), (86/3)
Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın. (36/4), (86/4)
İnsan neden yaratıldığına bir baksın! (36/5), (86/5)
Atılan bir sudan yaratıldı. (36/6), (86/6)
Sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. (36/7), (86/7)
İşte Allah insanı tekrar yaratmaya da kadirdir. (36/8), (86/8)
Onlar bir tuzak kurarlar, (36/15), (86/15)
Ben de bir tuzak kurarım. (36/16), (86/16)
Kafirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak. (36/17), (86/17)
Böylece bütün insanlara da, akıllarını kullanmaları halinde, Hz.Muhammed’in kendilerine ilettiği “Ayetlerin” inkâr edemedikleri gerçekler kadar “gerçek” olduklarını anlayabilecekleri ve sonuçta Allah'a ve yaratıcılığına inanıp iman edecekleri bildirilmektedir.
İnkâr edilemeyecek gerçek olarak "Gökyüzü" ve adı "Tarık" olan sabah yıldızı gösterilmektedir. Sabahın ilk zamanlarında karanlığı delen parlaması ile görülen bu yıldızın ve gökyüzünün ihtişamına dikkat çekilmekte ve hiçbir şeyin ne kadar ihtişamlı olursa olsun üzerinde bir koruyucu ve denetleyici güç olmadan varlığını sürdüremeyeceği, bu arada hiçbir "Kimsenin de" üzerinde koruyucu ve denetleyici olmadan varlığını sürdüremeyeceği gerçeğine işaret edilmektedir.
Buna göre Yüce Allah, eşsiz ve tek "Yaratan" olarak tüm ortamlarda “yaratmış” olduğu her şeyin "koruyucusudur" ve “denetleyicisidir". İnsanlara bu konudaki gerçeklere ulaşabilmeleri için nasıl ve neden yaratıldıklarını düşünmeleri öğütlenmekte ve insanların "Atılan bir sudan yaratıldıkları ve o suyun sırtları ile göğüs kafesleri arasından çıktığı" anlatılmaktadır. İnsanlardan akıllarını kullanarak bu "Dünyaya Geliş" olayını düşünmeleri ve bunu tasarlayıp gerçekleştiren "Gücün" her tür "Yaratılmayı" gerçekleştirmeye "Kadir-Muktedir" olduğunu anlamaları beklenmektedir.
Allah, Hz.Muhammed'e inanmayanların ve inkar edip kendisine zorluk çıkaran ve mani olmaya çalışanların niyetlerini ve yaptıklarını tamamen bildiğini, onların bu şekilde bir tuzak kurduklarını belirtmektedir. Ancak, bu tür davranışların karşılıksız kalmayacağını ve Allah'ın da bunlara karşı tuzaklar kurduğunu belirterek Hz.Muhammed’e "Kafirlere" zaman vermesini ve onları biraz kendi hallerine bırakmasını öğüt vermekte, böylece pek yakında "desteğinin" kendisine geleceğine işaret etmektedir.
Verilen bu öğütle Hz.Muhammed'in karşılaştığı direnme ve güçlükler karşısında sağlam bir şekilde durarak insanlara vahiy olarak aldığı Yüce Yaratan'ın öğüt ve önerilerini noksansız ve çekinmeden iletebilmesi gerçekleştirilmiş olmaktadır.
Allah özellikle inanmayan ve Allah'ı inkar edenlere duyurulmak üzere yarattığı gök, yer ve ikisi arasındakileri delil olarak Hz.Muhammed'e göstermektedir.
Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık, bu, inkâr edenlerin zannıdır; vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! (38/27), (38/27)
Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? veya korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız? (38/28), (38/28)
Sana bu mübarek Kitabı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. (38/29), (38/29)
Bunları ve bunların ihtişamını her gün gören, içinde yaşayan ancak buna rağmen tüm bu yaratılışı "Boş" sayan inkarcıların bu "Zanları" karşılığında gerçek ortamda karşılaşacakları "Ateşteki Halleri" hatırlatılarak "Yaratanı İnkâr" konusunu yeniden düşünmelerine fırsat vermektedir. İman edip iyi işler yapanların hiçbir zaman yeryüzünde bozgunculuk yapan "inkarcılar" ile aynı olmadığı ve onlar ile bir tutulmayacaklarına ve yoldan çıkanlar gibi sayılmayacaklarına işaret edilmektedir. Tüm bu konuların Hz.Muhammed'e indirilen mübarek Kitap olan Kur'an’da yer aldığı belirtilerek "Tüm İnsanların" bu mübarek Kitabın Ayetlerini düşünmeleri ve aklı olanların akıllarını kullanarak bu Ayetlerden öğüt almaları için Hz.Muhammed'e indirildiği kesin olarak belirtilmektedir. Artık tüm insanlara düşen bu Kitabın Ayetlerini dikkatle okuyarak akılları ile üzerlerinde düşünmek ve yorumlamak ve kendilerine iletilen öğüt ve önerileri anlayıp ona göre davranmaktır.
Yüce Allah, tüm insanlara öğüt ve önerilerini ulaştırmak üzre "Görevlendirdiği "Hz.Muhammed'e "Şeytan'ın" bu görevin yapılmasında nasıl engeller çıkarabileceğini hatırlatmakta ve bu durumdan nasıl çıkılacağına dair yol göstermektedir.
Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir. (39/199), (7/199)
Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın, çünkü O, işitendir, bilendir. (39/200), (7/200)
Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçeği görürler. (39/201), (7/201)
Dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler, sonra da yakalarını bırakmazlar. (39/202), (7/202)
Şeytan'ın yapabildikleri ve onunla başa nasıl çıkılabileceğine işaret edilmesi açısından Hz.Muhammed'e hitap eden bu öğüt ve önerilerin, tüm insanların "Kendilerine" yapılmış olarak görmeleri gerekmektedir.
Allah Şeytan ile mücadelede başarılı olunabilmesi için hemen Allah'a sığınılmasını, böylece Allah'ın hatırlanacağına ve hemen "Gerçeğin" görülebileceğine işaret etmektedir.
Buna karşılık, kendilerinde bulunan "Akıl" unsurunu kullanarak bu şekilde düşünemeyen insanlar "Şeytanların Dostları" olarak anılmakta ve bu insanları Şeytan'ın etkisi ile "Azgınlığa" sürüklenecekleri sonra da Şeytanların bu insanların "Yakalarını Bırakmayacakları" hatırlatılmaktadır. Zira Şeytan İnsanların ilk yaratılış ortamından bu Dünya ortamına "İndirilmesinde" en önemli etken olmuştur. Ancak, Allah kendi yarattığı ve Akıl ile donattığı “İnsanın” Allah’a iman edip de yalnız O’na yönelmeleri durumunda, yine kendi yarattığı ve tüm Evren Ötesi ve sonradan da Evren ortamlarının "Düzenini" sağlamak ve bu düzeni sürdürmek ile görevlendirdiği ve bu nedenlerle de son derecede etkili güçler ile donattığı "Şeytan" ile "baş edebileceğini" de tüm insanlara bildirmektedir.
“Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter''. (50/65), (17/65)
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna". (54/42), (15/42)
Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur. (70/99), (16/99)
Böylece nefslerinin etkisi altında kaldıkları ve doğru olmayan davranışlara yöneldikleri konusunda kuşkuya kapılan "iman etmiş" olan (takvaya eren) insanlara da Allah'ı hatırladıklarında hemen gerçeği görecekleri bildirilerek bu durumlarından kurtulabilmeleri için yol gösterilmektedir.
AllahHz. Muhammed'e bazı insanların "İnanabilmeleri İçin" yine "Şeytan'ın" etkisi ile hemen her konuda bir "Mucize" beklediklerini hatırlatarak kendisine bazı öğütlerde bulunmaktadır.
Onlara bir mucize getirmediğin zaman onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu Rabbinizden gelen basiretlerdir; inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.” (39/203), (7/203)
Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin. (39/204), (7/204)
Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma. (39/205), (7/205)
Kuşkusuz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler. (39/206), (7/206)
Buna göre onlara kendisinin ancak bir "Uyarıcı" olduğuna işaret etmek üzere "Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım" demesini ve böylece kendisine "vahiy olunan" Kur'an'ın, "Gerçek" ile ilgili anlayışlarının "Açılmasını" ve "Görmelerini" sağlamak üzere tüm insanlara "Lütfedildiğinin" iletilmesi önerilmektedir.
Bu nedenle de Kur'an okunurken tüm bu niteliklerinin hissedilebilmesi için dikkatle ve sessizce "Dinlenilmesinin" gerektiğine işaret edilerek, bu düzeye ulaşanlara "Merhamet" edileceği, yani onlara Allah'ın merhametinin hissettirileceği belirtilmektedir. Bu duruma somut bir örnek olması açısından Allah Hz.Muhammed'e doğrudan hitap ederek sabah akşam kendi kendine yüksek olmayan bir sesle Allah'ı hatırlamasını önermekte, böylece "Gafillerden" olmayacağını hatırlatmaktadır.
Bu hatırlatma Hz.Muhammed şahsında tüm insanlara yapılmaktadır. İnsanların bu şekilde bir anlayışa ulaşabilmeleri durumunda Allah'ın "Katında" bulunanlar ile aynı düzeye ulaşacakları ifade edilerek bunların en önemli özelliklerinin Allah'a kulluk etmekten "Kibirlenmemeleri", Allah'ı daima "Hatırlarında Tutmaları" ve Allah'a teslim olarak "Secde" etmeleri olduğu anlatılmaktadır.
Tabii olarak burada yer alan tüm bu özelliklerin diğer tüm insanlar ile olan ilişkilerde de ne derecede olumlu etkili olduğu sonucuna da ulaşılmaktadır.
Kendisine vahiy ettiği "Ayetleri" insanlara iletirken karşılaştığı bazı zorluklar karşısında güçlü olabilmesi için Yüce Allah Hz.Muhammed'e bazı özel açıklamalar yapmakta ve öğütler vermektedir.
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez, yükü ağır gelen kimse onu taşımak için çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez. Sen ancak görmeden Rablerinden korkanları ve namazı kılanları uyarabilirsin, kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır. (43/18), (35/18)
Körle gören bir olmaz. (43/19), (35/19)
Karanlıkla aydınlık da bir olmaz. (43/20), (35/20)
Gölgeyle sıcak ta bir olmaz. (43/21), (35/21)
Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir, sen kabirlerdekilere işittiremezsin! (43/22), (35/22)
Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz, ne kadar az düşünüyorsunuz! (60/58), (40/58)
Bu tür açıklamaların sadece Hz.Muhammed'in etrafındaki insanlar ile ilgili olmadığı ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanlar tarafından üzerlerinde düşünülmesi gereken bazı "Gerçekler" olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir. İnsan davranışlarının dikkatle incelenmesi halinde Ayette verilen örnekte belirtilen "...yükü ağır gelen kimse onu taşımak için çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez." şeklindeki açıklamanın ne derece doğru olduğu görülecektir. Bu durum geçmişte yaşamış olan ve Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanlar için aynen geçerlidir. Allah Hz.Muhammed'e yaptığı uyarı görevi sırasında kendisine inanmayan ve inkar eden insanlar için duyduğu üzüntüyü teselli etmek ve onun bu durumdan mazur olduğunu göstermek için hiç kimsenin başkasının günahından dolayı sorumlu olmayacağını açıklamaktadır. Allah Hz.Muhammed'e kendisine inanmayan bu "Gafil" insanlara sadece "Kıyamet ortamında yeniden diriltilecekleri zaman inanmamaları nedeniyle işledikleri günahı (Yükü) kısmen de olsa üzerinden atarak hafifleştirmek için onu taşımaya başka birini çağıracak olsalar ondan hiç bir şeyin yükletilmeyeceğini, o çağırılan kimse akrabası bile olsa yine gelip çağırana yardım edemeyeceğini ve buna kadir olamayacağını "0" gün herkesin kendi nefsinin derdiyle, sorumluluğuyla meşgul bulunacağını hatırlatmasını" önermektedir. Hz.Muhammed'in ancak Ayetler ile kendilerine açıklanan Allaha "Görmedikleri" halde inanıp ona dua ve ibadet (namaz) edenlerin anlayıp kabul edecekleri açıklanmaktadır. Bu şekilde inananların ibadet edip günahları bırakmaya gayret göstererek ahlak güzelliğine sahip olmaları (Temizlenmiş olmaları) halinde ancak kendileri için temizlenmiş olacakları ve onun faydasının da kendisine ait olacağı Hz.Muhammed'e ve aynı zamanda tüm insanlara iletilmektedir.
Ayrıca herkesin ölüp ahirete gideceği, dünyadaki amellerinden dolayı hesaba tâbi tutulacağı "Dönüşün" sadece "Allah'a" olacağı özellikle hatırlatılmaktadır.
Allah inanan insanlar ile inanmayanların eşit olmadıklarını ve Hz.Muhammed'e körlerle gören, karanlıkla aydınlık, gölgeyle sıcak ve dirilerle ölüler gibi örnekler ile hatırlatmaktadır. Bu örneklerle ancak akıllarını kullanan ve kendilerine gösterilen "Delilleri" değerlendirip "Gerçekleri" gören insanların inanacakları (Mümin Olacakları) Hz.Muhammed'e bildirilmekte ve öğüt ve önerilenini tüm insanlara aktarırken bu örnekleri de insanlara anlatmasını ondan istemektedir.
Allah, Vahiylerin insanlara iletilmesi ile ilgili olarak bazı önerilerde bulunmaktadır.
En yakın akrabanı uyar. (47/214), (26/214)
Sana uyan müminlere kanadını indir. (47/215), (26/215)
Şayet sana karşı gelirlerse de ki: “Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.” (47/216), (26/216)
Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan. (47/217), (26/217)
O ki, kalktığın zaman seni görüyor. (47/218), (26/218)
Secde edenler arasında dolaşmanı da. (47/219), (26/219)
Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O'dur. (47/220), (26/220)
Buna göre öncelikle en yakın akrabalarını "Uyarmasını" öğütlemektedir. Toplumun diğer insanlarına almış olduğu Vahiyleri ilettiğinde kendisine "Uyan" müminlere yakınlık göstererek onları merhametle karşılamasını, toplumdan kendisine karşı gelenler olursa onlarla "Münakaşa" etmemesini sadece onların yaptıklarından uzak olduğunu iletmesini ve mutlak galip ve engin merhamet sahibi olan "Allah'a'" güvenip dayanmasını telkin etmektedir.
Allah Hz.Muhammed'e destek olmak üzere onu "Yakından" izlediğini, her şeyi "İşiten" ve her şeyi "Gören" olarak yaptığı hareketleri ve yerlere kapananlar (Secde Edenler) arasında dolaştığını gördüğünü açıklamaktadır.
Bu öğütler fikirlerin ve isteklerin diğer insanlara aktarılması açısından insan ilişkilerinde tüm zamanlarda geçerli olmak üzere dikkate alınması gereken "Göstergeler" niteliğindedir. Bu nedenle tüm insanlar tarafından da yararlanılacak öneriler olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir. Özellikle inanan insanların Hz.Muhammed'e yapılan bu telkinlere uygun olarak Allah'a güvenip dayanmalarının bu Dünya ortamındaki ve Ahiret ortamındaki yaşantıları açısından son derecede yararlı olacağını düşünmeleri ve ona göre yaşamlarını düzene koymaları beklenmektedir.
Ancak Allah Ayetlerini (Öğüt ve Önerilerini) tüm insanlara "iletmekle” görevlendirdiği Hz.Muhammed'e hitaben inanmayanları "Ölü" veya "Sağır" olarak nitelendirerek onlara işittiremeyeceğini ve duyuramayacağını, ayrıca nefsleri ve kibirleri nedeniyle Allah ile ilgili "Gerçekleri" bunca delile rağmen "Körler" gibi görmeyenleri ve arkalarını dönüp giden "sağırlar" gibi duymayanları içinde bulundukları "sapıklıklarından" çevirip "Doğru Yola" iletemeyeceğini bildirmektedir.
Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın. (48/80), (27/80)
Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin, ancak ayetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin. (48/81), (27/81)
Elbette sen ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin. (84/52), (30/52)
Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin, ancak teslimiyet göstererek ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. (84/53), (30/53)
Yüce Allah bu durumda ancak "inanıp iman ederek" Allah'a "teslim olanlara" ve O'na "teslimiyet gösterenlere" bu "Gerçekleri" ve insanları doğru yola ulaştıran öğüt ve önerileri duyurabileceğini açıklamakta ve Peygamberi Hz.Muhammed'e böyle "İnanmayanlar" ile ilgili olarak onlara eziyet edilmesine veya onları "Zorla" inandırmaya çalışmasına gerek olmadığını iletmektedir.
Zira Allah her "Akıllı" insana "Ruhundan" ruh vermiş ve bunu fark edebilmelerini sağlayacak "tek" yetenek olarak da "Akıl" unsurunu bahşetmiştir. Buna göre onlardan "Akıllarını" işleterek "Kendisini" anlamaları ve "Hissetmeleri" beklenmektedir.
Allah Hz.Muhammed'e ayrıca "sevdiklerini" doğru yola iletemeyeceğini (Hidayete Erdiremeyeceğini) yani inanç ve yaptıklarına rağmen kendisinin onları "kurtaramayacağını" hatırlatmaktadır.
Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir. (49/56), (28/56)
İnsanlara Allah'ın Ayetlerini iletirken bazı yakınları ve sevdiklerinin bile karşı çıkarak ona inanmaması karşısında Allah Hz.Muhammed'e, "Peygamber" bile olsalar insanların dilediklerini doğru yola iletemeyeceklerini, zira her insana lütfettiği "Akıllarını" işleterek doğru yolu yani "İslam’ı" kendilerinin isteyerek bulmaları halinde onlara "Hidayet" vereceğini bildirmektedir. Allah ayrıca İslam’a girecekleri ve böylece "Doğru Yolu" bulacakları ve "Kurtuluşa" erecekleri en iyi Kendisinin bildiğini Hz.Muhammed'e ve tüm insanlara bildirmektedir. Buna göre insanların Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu kendi "Akılları" ile anlamalarının onların ölüm ötesindeki yaşamlarında "Kurtuluşa" ermeleri açısından önemine işaret edilmektedir.
Görüldüğü gibi, Yüce Allah’ın Hz.Muhammed'e bile insanları kurtuluşa ve doğru yola ulaştırma (Hidayet) yetkisini vermediği, ancak ona yol gösterme ve öğüt verme görevini verdiği anlaşılmaktadır.
Burada kendilerinin yeterli anlayışa ve bilgi sahibi olduklarını "zan" ederek insanları doğru yola yönlendirmeye çalışanlara yapılmış bir "uyarı" bulunmaktadır. Görüldüğü gibi Yüce Allah sevgili kulu olan Hz.Muhammed'e dahi doğru yolda olmayan sevdiklerini "kurtuluşa" ulaştıramayacağını (hidayete erdiremeyeceğini) açıkça bildirmektedir. Zira insanlardan asıl istenen kendilerine "lütfedilmiş" olan "akıl" unsurunu ve edindikleri bilgi birikimlerini kullanarak kendilerine "Ayetlerle" gösterilen "gerçekleri" anlamaları ve kendi kararları ile İslam'a (doğru yola) yönelmeleridir. Buna göre Hz.Muhammed'den ve bütün "Akıllı" insanlardan sevdiklerine "doğru yolu" önermeleri ve göstermeleri beklenmekte ancak onları "zorla" yola getirmeye çalışmamaları bildirilmektedir.
Bu nedenle siyasi veya çıkar ilişkileri gibi nedenlerle insanları “kendilerinin inandığı” doğru yola "ulaştıracaklarını" söyleyip kendilerine bağlamaya ve böylece kendi amaçlarına tabi olmaya çalışmalarının doğru olmadığı bütün insanlara bildirilmektedir. Böylece bütün insanlara ne oldukları ve ne bildikleri belli olmayan kişi ve grupların Hz.Muhammed tarafından bildirilen Ayetlerde açıklanan "dini gerçekleri" kullanarak yapacakları telkinlere uymamaları ve Allah'ın Ayetlerini sadece kendi akıllarını kullanarak anlamaya çalışmaları öğüt verilmektedir. Bu durum diğer bütün "öğüt" içerikli Ayetlerde olduğu gibi, toplumun yönetimi bir şekilde kendilerine verilmiş olan her düzeydeki "yöneticiler" açısından çok daha fazla önem taşımaktadır. Zira toplumu yöneten ve yönlendirenlerin toplum üzerindeki etkisinin sonucu olarak insanlar bir şekilde onlara "tabi" olmaktadır. Bu nedenle yöneticilerin toplumun "gerçek dini inançlarını" kullanarak insanları "hidayete ulaştıracaklarını" ileri sürmeleri bu Ayete göre tamamen yanlış olmaktadır. Ancak özellikle yeterli düzeyde bilgi birikimi bulunmayan bazı toplumların yöneticileri tarafından siyasi veya maddi çıkar sağlamak ve sürdürmek üzere toplumun "dini inançların" kullanılarak insanların etkileri altına alındığı, hatta bazı durumlarda bu amaçla "zor kullanıldığı" görülmektedir. Bu durumda toplumun yönetimi kendilerine "emanet edilenlerin" söz konusu Ayeti bu açıdan dikkatle incelemeleri, Ayet hükmü ile bağdaşmayan uygulamalara ve yapılanmalara yol açmamaları ve toplumun Allah'ın bütün insanlardan beklediği şekilde akıllarını kullanmalarına engel olmamaları gerekmektedir.
Yüce Allah elbette bir gün "öleceğini" belirterek (seni dönülecek yere döndürecektir) Peygamberlik görevi nedeniyle "Tüm İnsanlara" iletmek üzere vahiy ettiği Kur'an’ı okumasını ve uygulamasını emrettiğini (Farz Kıldığını) Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Kur'an'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Rabbim, kimin hidayeti getirdiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.” (49/85), (29/85)
Sen, bu Kitab'ın sana vahyolunacağını ummuyordun, ancak Rabbinden bir rahmettir, o halde sakın kafirlere arka çıkma! (49/86), (29/86)
Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar, Rabbine davet et asla müşriklerden olma! (49/87), (29/87)
Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan başka tanrı yoktur. Allah'ın zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm Allah'ındır ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz. (49/88), (29/88)
Peygamberlik görevini yerine getirirken insanlara kimin "Doğru yolu" yani “Gerçek olan Müslümanlık yolunu" getirdiğini (Hidayet) ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilenin "Allah" olduğunu da anlatmasını emretmektedir. Buna göre Allah tüm insanlara "Doğru yolu" yani "Gerçek" olan "İslam'ı" Peygamber Hz.Muhammed'in getirdiğini ve bunu kabul etmeyenlerin de "Sapıklık" içinde olacaklarını açık bir şekilde bildirmektedir.
Verilen bu Peygamberlik görevinin yerine getirilmesinde tereddütte kalmaması için Kur'an’ın kendisine "Vahyolunacağını" ummadığı halde bunun ancak Allah'tan bir lütuf (Rahmet) olduğu hatırlatılarak kendisine inanmayanlara arka çıkmaması Muhammed’e özel olarak öğütlenmektedir. Yine bu özel görevin doğru bir şekilde yerine getirebilmesi için inanmayanların etkili sözleri ve karşı durmalarının kendisini bu Ayetlerden alıkoymasına izin vermemesinin gerektiği hatırlatılarak onları "Allah'a" davet etmesi ve asla bundan vaz geçip inanmayanlar ile beraber olmaması, yani inancını kaybetmemesi kesin bir şekilde bildirilmektedir.
Bu görevin ağırlığı nedeniyle ona destek olmak ve daima bu konuda bir gevşemeye mani olmak üzere Yüce Allah Hz.Muhammed'e Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapıp yalvarmamasını zira O'ndan başka tanrı olmadığını, Allah'ın zatından başka her şeyin yok olacağını, hükmün ve iradenin O'na ait olduğunu ve tüm insanların ancak O'na döndürüleceğini özel olarak bir defa daha hatırlatmaktadır ve bu hususların aynen tüm insanlara da iletilmesini istemektedir.
Bu Ayetlerde yer alan "Dönülecek Yerin" diğer Ayetlerdeki açıklamalar dikkate alındığında insanların ilk yaratıldıkları "Gerçek Ortam" olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bu konuda İnsanın İlk Yaratılışı ve İnsanın Serüveni bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Yüce Allah Ayetlerine inanmayanların (Müşriklerin) Hz.Muhammed'e vahiy edilenlerden başka "şeyleri" yalan yere Allah'ın Sözü olarak insanlara bildirmesi için Hz.Muhammed'i ikna etmeye çalıştıklarını bildirmektedir.
Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. (50/73), (17/73)
Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. (50/74), (17/74)
O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın. (50/75), (17/75)
Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler, o takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. (50/76), (17/76)
Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın. (50/77), (17/77)
Müşriklerin zekalarını ve ikna kabiliyetlerini kullanarak kendi inkarcı görüşlerini kabul ettirebilmek üzere, "neredeyse" onu Allah'ın vahiy ettiklerinden saptıracak kadar Hz.Muhammed üzerinde etkili olmaya çalıştıkları belirtilmektedir. Nitekim şayet bunda başarılı olsalardı Hz.Muhammed'i kendilerinin inanmamalarının bir "delili" olarak göstereceklerine ve ancak o zaman kendilerinin candan dostu olarak kabul edeceklerine işaret edilmektedir.
Ancak Yüce Yaratan Hz.Muhammed'i verdiği bu "kutsal" görevi yerine getirebilmesi için onu "sebatkar" kılarak onun "neredeyse" müşriklere birazcık "meyletmesine" mani olduğunu bildirmektedir. Ayrıca şayet onlara meyletmiş olması halinde hiç şüphesiz ona hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırmış olacağını ve sonra Allah'a karşı kendin için bir yardımcı da bulamamış olacağını da hatırlatmaktadır.
Allah, müşriklerin bu çabalarının böylece tamamen sona ermediğini, onların her zaman Hz.Muhammed'i "yurdundan" çıkarmak için devamlı olarak eziyet ve tacizlerde bulunacaklarını belirterek Hz.Muhammed'e ve tüm iman edenlere daima bu konularda uyanık olmaları gerektiğine dikkatlerini çekerek uyarılarda bulunmaktadır. Bununla birlikte eziyet ederek yurdundan çıkardıkları takdirde, onun ardından kendilerinin de fazla kalamayacakları bildirilmektedir.
Allah daha önce gönderdiği peygamberlerin de benzer şekilde eziyet gördüklerini, bunun peygamberler hakkındaki bir "kanun" olduğunu ve kanunlarında hiçbir değişiklik bulunmadığını hatırlatarak Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e Allah'ın "dilemesine" bağlamadıkça hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" dememesini öğüt vermektedir. Ancak bunu unutması halinde "Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir" diyerek Allah'ı anmasını ve Allah'ndan yardım istemesini önermektedir.
Allah'ın dilemesine bağlamadıkça hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme. (69/23), (18/23)
Bunu unuttuğun takdirde Allah'ı an ve: "Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir" de. (69/24), (18/24)
Bu öğüt ile Dünya ortamındaki yaşamlarında, "bir an" sonra bile olsa, gelecekte gerçekleşecekler ile ilgili olarak insanlara bilgi verilmediği bildirmektedir. Görüldüğü gibi, gelecekte gerçekleşmesi istenen her şeyin ancak Allah'ın "dilemesine" bağlı olduğu, Peygamber olmasına rağmen bu konuda "kesin" hüküm ve "karar" veremeyeceği Hz.Muhammed'e ve onun insanlara ilettiği bu Ayet ile bütün insanlara bildirilmektedir.
Bu nedenle gelecekte yapılacak herhangi bir iş veya işlem ile ilgili bir dilek veya istek dile getirilirken o dileğin veya isteğin mutlaka "Allah'ın İzni" ile gerçekleşeceğinin kabul edilmesi, bu kabul ile Allah'ın "yaratıcılığının" ve "iradesinin" kabul edildiğinin belirtilmesi, böylece gelecek ile ilgili tüm istek ve beklentilerin Allah'ın "dilemesine bağlanması" gerekmektedir. Müslüman toplumlarda gelecek ile ilgili isteklerin ve beklentilerin genel olarak Arapça "İnşallah" denilmek suretiyle Allah'ın dilemesine bağlanması, bir gelenek olarak sürdürülmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara yapacağı uyarı, öğüt ve önerilerini iletmesi için "son" olarak" görevlendirdiği Hz.Muhammed'e bu görevini yerine getirmesinde karşılaşacağı zorluklara işaret etmekte ve inanmayanlarla (kafirler) münafıklara boyun eğmemesini öğüt vermektedir.
Ey Peygamber! Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. (90/1), (33/1)
Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (90/2), (33/2)
Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter. (90/3), (33/3)
Buna göre Hz.Muhammed'e Ayetlerde iletilen bu öğüt ile Allah'ın daima yardımcı ve destekçi olacağını düşünerek hiçbir zaman kuşkuya düşmemesini ve sebatla sürdürmesini hatırlatmaktadır. Zira Allah'ın yardımcı ve destekçi olacağına olan inancında en küçük bir zayıflık gösterdiği zaman insanlara yön veren güçlü "önderlik" niteliğinin "zedeleneceğini" düşünerek, kendisine verilen bu eşsiz görevin tehlikeye düşmemesi için, ona bu zorlu görevi veren Allah'ı daima hatırlamasını ve Allah'a sığınmasını (Allah'tan Korkmasını) bildirmektedir. Yüce Allah bütün bu zorlukları ve elbette "her şeyi" bilmekte ve yerli yerince yapmakta olduğunu belirterek, kendisine "vahyedilenlere" uymasını, kendisinin ve herkesin bütün yaptıklarından haberdar olduğunu, Allah'a güvenmesini zira vekil olarak Allah'ın yeterli olduğunu Hz.Muhammed'e açıklamakta ve böylece ona olan desteğini bildirmektedir.
Nitekim Elmalılı tefsirinde bu durum benzer ifadelerle açıklanmaktadır.
"Bu yüce sûrede Peygambere karşı kâfirlerin ve münafıkların dedikodularına sebep olacak bazı hükümler ve ilâhî emirler indirileceğinden onlara karşı her şeyden önce peygamberi desteklemek için bu hitab ile başlanmıştır. Onun için buyuruluyor ki, takvayı Allah'a yap! Allah'tan kork. Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların sözlerine kulak verip de görevini yerine getirmekten çekinme, muhakkak ki Allah çok bilen ve hakîm (her yaptığını yerli yerince yapandır)dir. Allah bütün yararlı ve zararlı olan şeyleri bilir. Emirlerini de ilmiyle ve hikmetiyle verir; onun için yalnız Allah'ndan kork, Allah'na itaat et."
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: AHZAB SURESİ (kuranikerim.com)
Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlatlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı, bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir.
Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir. (90/4), (33/4)
Onları babalarına nisbet ederek çağırın, Allah yanında en doğrusu budur; eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (90/5), (33/5)
Ayetlerde Arap toplumunda erkeğin artık birlikte olmak istemediği eşine "annesi" gibi olduğunu söyleyerek onu terk etmek (Boşanmak) bahanesi olarak öteden beri sürdürülen bir adetin (Zıhar) doğru olmadığı belirtilmektedir. Bu tür uygulama yapan o dönemdeki erkeklere iyice anlayabilmeleri için Allah'ın içlerinde biri annesine diğeri eşine ait duyguları olan iki kalp yaratmadığını ve "zıhar" yaptıkları eşlerini de anneleri yerinde tutmadığını, ayrıca evlatlıklarını da öz oğullarınız (çocuklarınız) olarak tanımadığını, bunların ağızlarına geliveren sözlerden ibaret oldukları bu nedenle de bu uygulamanın doğru olmadığını bildirmektedir. Yüce Allah "gerçeği" söylediğini ve buna göre davrananları doğru yola eriştirdiğini hatırlatmakta ve insanlardan bundan böyle Ayetinde belirttiği gibi davranmalarını istemektedir.
Ancak daha sonra vahyedilen diğer bazı Ayetlerde kadınların zarar görmelerine neden olan bu boşama "Zıhar" adetinden kadınların zarar görmelerini engelleyecek hükümler getirilmiş bulunmaktadır.
Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir, Allah, sizin konuşmanızı işitir çünkü Allah işitendir, bilendir. (105/1), (58/1)
İçinizden zıhâr yapanların kadınları onların anaları değildir, onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır, şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır. (105/2), (58/2)
Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir, size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (105/3), (58/3)
Bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar, buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur, bu Allah'a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır, bunlar Allah'ın hükümleridir; kafirler için acı bir azap vardır. (105/4), (58/4)
(Surelerin iniş sırasında göre Azhab Suresi 4,5,6 Ayetlerin 626 yılında ve Mücadele Suresi 1,2,3,4 Ayetlerin ise 630 yılında vahiy edildiği anlaşılmaktadır.)
Bu Ayetler ile zıhâr yapanların kadınlarının onların anaları olmadığı, onların analarının ancak kendilerini doğuran kadınlar oldukları, böyle söylemekle onların çirkin bir laf ve yalan söylediklerine dikkat çekilmekte ve Allah'ın "kuşkusuz" affedici ve bağışlayıcı olduğu hatırlatılarak onlardan Ayetlere göre davranmaları istenmektedir. Buna göre zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin kadınlarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmasının gerektiği öğütlenmekte, buna imkân bulamayan kimsenin hanımıyla temas etmeden önce art arda iki ay oruç tutması, buna da gücü yetmeyenin altmış fakiri doyurması bir "ceza" olarak istenmekte ve Allah'ın yaptıklarınızdan haberi olduğu hatırlatılmaktadır. Allah'ın "hükmü" olarak yapılan bu "hafifletmenin" Allah'a ve Resûlüne inanılmasından dolayı olduğu, inanmayanlar için acı bir azap bulunduğu bildirilmektedir.
Öte yandan, babası belli olan veya olmayan çocukları evlât edindiklerinde onların gerçek soylarıyla ilişkilerini keserek kendi soylarına eklemek şeklinde uygulanan bir diğer eski adet ile ilgili olarak, bir insanın "iki kalpli" yaratılmadığına göre eşi ile annesine olan duyguları nasıl farklı ise, başkalarının çocukları ile kendi çocuklarına karşı duygularının da farklı olduğuna işaret edilerek onları babalarının soy adları ile anılması böylece soyları ile ilişiklerinin kesilmemesinin gerektiği bildirilmiştir. Eğer babalarının kim olduğu bilinmiyor ise, onların din kardeşi ve görüp gözetilen kimseler olarak kabul edilmesi önerilmektedir. Buna göre kimsenin çocuğun kendi soyu ile ilişkisini keserek öz ana babasını unutturmaya hakkı olmadığının ayrıca onu ailenin kanuni yapısına dahil ederek aile içinde mahremiyet, miras ve diğer sorunlara neden olunabileceğinin dikkate alınması beklenmektedir. Allah, yanılarak önerildiği şekilde uygulama yapılmasında bir sorumluluk bulunmadığını fakat bile bile karşı uygulamaların "günah" olduğunu açıklamakta ve her zaman bağışlayan ve esirgeyen olduğunu da hatırlatmaktadır.
Buna göre Yüce Allah, bütün insanlara evlilik yaşamlarında eşleri ile olan ilişkilerinde, daima "Ruhundan" özel olarak indirdiği "İnsanların Ruhlarına" özellikle yerleştirdiği adalet ve ahlak duygularına göre ve Ayetlerde açıklanan amaçları dikkate alarak davranmalarını öğüt vermekte ve ancak bu anlayış ile aile ve toplum ilişkilerinde mutlu ve huzurlu olabileceklerini hatırlamaları insanlardan beklenmektedir.
Öte yandan Hz.Muhammed'in müminlere onların kendi Ruhlarından daha "yakın" olduğunu bildirilerek onun "özel" bir Ruhuna sahip olduğuna işaret edilmektedir.
Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır, eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır; bunlar Kitap'ta yazılı bulunmaktadır. (90/6), (33/6)
Çünkü o Ruhunun bu özelliği ile Yüce Yaratan'ın "Halifesi" olarak yaratıp bu ortamda bir süre bulunmalarını takdir ettiği "Akıllı İnsanlara" doğru yola ulaşabilmeleri için “Allah’ın” yaptığı uyarı, öğüt ve önerilerini "vahiy" yoluyla almakta, hafızasında saklamakta ve Evren ortamı sona erinceye kadar yaşayacak olan bütün insanlara "aynen" ve "yalansız" olarak bildirmektedir.
Buna göre insanların Ruhlarının bir unsuru olan nefslerinin (canlarının), bu ortamdaki varlığını sürdürmesini sağladığı gibi, Hz.Muhammed tarafından iletilenlerin de insanların Ruhlarını ve "Akıl" unsurlarını geliştirdiğine, bu nedenle de onların "Allah'ın Yolu" olarak tanımlanan doğru yola yönelmelerine yol açarak insanlara kendi ruh yapılarından daha "yakın" olduğuna işaret edilmektedir.
Bir diğer konu olarak insanlara akrabalarının bırakacakları "miras" açısından, birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha "yakın" olduğu, Allah'ın belirlediği yaşam tarzı (Sünneti) olarak açıklanmaktadır. Buna göre "müminler" tarafından bırakılacak mirastan yararlanacakların (murislerin) ancak ölen ile "akraba" olabileceğine ve manevi kardeş gibi olan "dostlara" ancak uygun bir vasiyet yapılabileceğine işaret edilmekte ve bunların Ayetlerde (Kitap'ta) yazılı bulunduğu bildirilmektedir.
Diyanet tefsirinde bu konuda daha açıklayıcı bir yorum yapılmaktadır.
"Müslümanlar Mekke’de her şeylerini bırakarak Medine’ye göçtüler. Peygamberimiz hem ensarla muhacirlerin kaynaşmaları hem de ikincilerin âcil ihtiyaçlarının karşılanması için her bir muhaciri bir Medineli ile kardeş yaptı. Bir süre bu kardeşlik mal ortaklığını ve karşılıklı vâris olma hakkını da kapsadı. Miras âyetleri ile burada geçen ilgili cümle nâzil olunca yapay kardeşliğin miras hakkına dayanak olması hükmü kaldırılmış oldu. Artık müminlerin birbirlerine vâris olabilmeleri için akraba olmaları ve başkaca bir engelin bulunmaması gerekiyordu. Mâkul ve meşrû gerekçelere dayalı olan geçici hüküm kalkmış, kitapta yer almış bulunan aslî ve devamlı hüküm yürürlüğe konmuştu. Ancak müminler birbirinin mânevî kardeşleri olduğundan, miras dışında karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme, vasiyet yoluyla mal bırakma gibi ilişki ve lutuflara da bir engel yoktu."
Ahzâb Suresi 6. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Yüce Allah bütün peygamberlerin Allah'ın mesajını insanlara tebliğ etme ve bu suretle "bir müjdeci ve uyarıcı" olarak görev yapma sözü verdiğine işaret etmektedir.
Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. Biz onlardan pek sağlam bir söz aldık. (90/7), (33/7)
Allah bu sözü doğruları, doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı, kafirler için de çok acıklı bir azap hazırladı. (90/8), (33/8)
Peygamberlerinden bu "sözü" doğruları, doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldığını, peygamberlerine inanmayan kafirler için de çok acıklı bir azap hazırladığını bildirmektedir. Zira "Peygamberlerini", bu Dünya ortamında Allah'ın "Halifesi" olarak bir süre yaşam sürmeleri ve bu yaşamlarında toplumlarına ve bütün insanlara sürekli olarak "Akıllarını Kullanıp" bulundukları ortamın ve kendilerinin yaratılışları gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" hakkında fikir edinerek bu yaratılışların "sahibi" olarak Allah'a "teslim" olmalarını "bildirmeleri" için gönderdiğini ve "vahiy ettiği" kişilerden başkasını peygamber olarak göndermediğini bildirmektedir.
Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden başka tanrı olmadığına dair uyarın ve benden korkun" diye gönderir. (70/2), (16/2)
Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik, eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun. (70/43), (16/43)
Öte yandan Allah insanlara ve toplumlara öğüt vermek üzere her millet için mutlaka "Uyarıcı" veya "Peygamber" gönderdiğini ve insanlara bir peygamber göndermedikçe azap edilmeyeceğini açıklanmaktadır.
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz. (50/15), (17/15)
Hz.Muhammed'e Allah'a sığınması (Allah'tan Korkmasını) ve kendisine vahyedilenlere uyması ile ilgili olarak daha önce gönderilen bütün peygamberlerin Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini insanlara bildirme ile görevlendirildiklerine işaret edilmektedir. Böylece insanların kendilerine bildirilenlere olan "inançlarının" doğru olup olmamasından sorumlu tutulacakları bildirilmektedir. Bu nedenle Hz.Muhammed'den ve daha önce gönderilmiş olan "büyük" peygamberler (Ulü'l Azm) olan Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'dan da insanlara ilettiklerinin "doğrulukları" ile ilgili olarak "söz alındığı" açıklanmaktadır.
Ayette adları geçen Peygamberler, sıkıntı, belâ ve güçlüklere karşı direnmeleri (Sabır Göstermeleri), dayanıklı ve kararlı olmaları (Azimli Olmaları) ve Allah ile kuvvetli ahit ve antlaşma yapmaları (Misak) nedeniyle "büyük Peygamberler" olarak tanımlanmaktadırlar.
Ayetlerde Adem sonrasında bu ortamda yaşamış olan bütün “Akıllı” insan toplumlarına mutlaka bir “uyarıcı” gönderildiğine işaret edilerek “Yaratıcı” ve “Yaratılış” hakkında bilgilendirildikleri, ayrıca peygamber olarak tanımlanan uyarıcılar ile de bu bilgilendirmeler yanında “insanlardan beklenenler” hakkında uyarıldıkları açıklanmaktadır. Yüce Yaratan bu hükümler ile kendilerine peygamberler gönderilmemiş olan toplumların bilemedikleri şeylerden sorumlu tutulmayacaklarını açıklamaktadır. Bu durumda kendilerine peygamber gönderilmiş olan toplumlar uyarılmakta ve peygamberlerinin kendilerine bildirdiklerine uymamaları halinde ölümleri sonrasındaki ortamlarda “azap” görecekleri bildirilmektedir.
Ancak Yüce Allah Kur’an Ayetlerinde Hz.Muhammed’in “Alemlere Rahmet” olarak, diğer bir ifade ile “tüm insanlara” gönderildiğini ve “son peygamber” olduğunu bildirmektedir.
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (73/107), (21/107)
Bu durumda Hz.Muhammed’den sonraki “bütün insanların” Allah’ın iradesi olarak “bütün insanlara” iletmiş olduğu Kur’an Ayetlerini okumalarının ve “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ı anlayıp O’na teslim olmalarının gerekli olduğu bildirilmekte ve “bütün insanlardan” yapılan bu “uyarılara” uyulması beklenmektedir. Aksi halde insanların kendilerine lütfedilen “Akıllarını” kullanmamış olacakları ve Kur’an Ayetleri ile yapılan bütün açıklama ve uyarıları dikkate almamaları ve daha kötüsü olarak inkâr etmeleri halinde, ölüm sonrası ortamlarda ceza olarak azaba uğrayacakları bildirilmektedir.
Buna göre “bütün insanların” Kur’an Ayetlerini bütün halinde ve birbirleri ile olan bağlantıları ile birlikte yorumlayarak “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ı anlamaya çalışmaları gerekmektedir. Böylece “Akıllı” insanlar düşünerek bu ortamda “İnsan Olmak” için bulunduklarını anlayabileceklerdir.
Hz.Muhammed'in insanlarla teması ve ilişkileri açısından bazı Ayetlerde açıklamalar bulunmaktadır.
Ey iman edenler! siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin, ancak davet edildiğiniz vakit girin; yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o utanmaktadır, ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz, çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır. (90/53), (33/53)
Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir. (90/54), (33/54)
Onlara babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları ve ellerinin altında bulunan cariyelerinden dolayı bir günah yoktur. Allah'tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şahittir. (90/55), (33/55)
Çevresindekilerin yakınlık göstermek veya ondan bir şeyi istemek veya herhangi bir nedenle ondan habersiz olarak ya da "çağrılmadan" Hz.Muhammed'in evlerine girmemeleri, ancak kendilerine bildirildiğinde veya bir yemeğe davet edildiklerinde girmeleri, yemekten sonra da sohbete dalmamaları ve hemen dağılmaları öğüt verilmektedir. Çünkü onun bu tür hareketlere üzüldüğü fakat bunu söylemekten “utandığı" belirtilerek çevresindeki insanlar uyarılmaktadır. Ayrıca Peygamber'in evlerinde ilen hanımlarından bir şeyi "perde arkasından" istemeleri, bunun hem kendileri hem de Peygamber'in eşleri açısından daha temiz bir davranış olduğu, böyle yapmamakla Allah'ın Resulünü "üzmelerinin" doğru olmayacağı hatırlatılmaktadır. Zira Peygamber eşlerinin sadece babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınlar ve ellerinin altında bulunan cariyeler ile perde arkasında olmadan görüşebilecekleri, Peygamberi ziyarete geleceklere "uymaları için" açıklanmaktadır.
Bu uyarıların Hz.Muhammed döneminde içinde yaşadığı Arap toplumunun genel yaşam düzeni ve yaşam tarzının etkili olduğu ve böylece topluma Hz.Muhammed'in özel durumu nedeniyle daima huzurlu bir ortamda olmasının sağlanarak ona yardımcı olunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu anlamda önemli bir husus olarak Hz.Muhammed'in eşlerinin müminlerin "anneleri" gibi olduğu belirtilmektedir. Bu açıklama ile çevresindeki "müminlere" onlara anneleri gibi saygılı olmaları ve Hz.Muhammed'in eşlerine gösterilmesi gereken bu "saygı" nedeniyle Hz.Muhammed'den ayrılan veya ondan sonraya kalan eşlerini kendilerine "eş" olarak almamaları (nikahlamamaları) ihtar edilmektedir.
Bu arada Peygamberi ziyarete gelenler arasında yapılan bu uyarılara ve onun eşlerine karşı saygılı görünen ancak bunda "samimi" olmayanlara bir şeyi açığa vursalar da gizleseler de şüphe yok ki Allah'ın her şeyi gayet iyi bilmekte olduğunu "unutmamaları" hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma yaşayan bütün "insanlar" için geçerlidir ve her türlü insan ilişkilerinde her zaman göz önünde bulundurularak buna uyulmaması halinde "Ahiret" ortamında karşılaşılacak sonuçlardan kendilerinin "sorumlu" oldukları böylece bildirilmektedir. Özellikle her düzeydeki "yönetim" kademesinde olanlar açısından aldıkları kararların çok sayıda insanı etkilemesi nedeniyle bu uyarıyı daima dikkate almaları zorunlu bulunmaktadır.
Bu ihtar çerçevesinde günümüzde de Hz.Muhammed'in eşleri hakkında daima "anneleri" gibi saygılı olunması ve bazı çevrelerde kasıtlı olarak yapıldığı gibi, Hz.Muhammed ve eşleri hakkında asılsız ve insanların inançlarında kuşku yaratabilecek yakıştırmalarda bulunulmaması gerekmektedir
Ayetlerde yer alan bu açıklamalara göre Hz.Muhammed Allah tarafından Kur'anı iletmek üzere görevlendirilmiş "Seçilmiş" bir "İnsan" olarak daima sevgi ve saygı ile anılmalı ancak bu anmalar hiçbir şekilde onun şahsına "İbadet" edilmesi anlamını ve görüntüsünü verecek şekilde veya düzeylerde abartılmamalıdır. Bu husus “özel” bir Ayet ile Hz.Muhammed'e ve böylece tüm insanlara kesin bir öneri ve hüküm olarak hatırlatılmaktadır.
Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan, O'nu hamd ile tesbih et; kullarının günahlarını Allah'ın bilmesi yeter. (42/58), (25/58)
Buna göre "Tüm İnsanlar" için en önemli "Gerçek", her şeyin “Yaratıcısı” ve "Ölümsüz ve Daima Diri" olan "Allah'ı" bilmesi, her konuda bu gerçek ile karar vermesi, bu gerçeği her an hatırlaması, çok sayıdaki Ayetlerde önemle işaret edildiği gibi sadece ve daima O'nu yüceltmesidir. Zira Allah tüm insanların (Kullarının) durumunu ve Ayetleri dışında abartılı düşünce ve uygulamalarla girecekleri günahları bilmektedir. Bu nedenle Ayetlerde defalarca Hz.Muhammed’in “Ancak” bir müjdeleyici ve uyarıcı olduğuna işaret edilmektedir.
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (58/28), (34/28)
Görüldüğü gibi Hz.Muhammed'in "Ancak" bir müjdeleyici ve uyarıcı olduğu bir "Gerçek" olarak bildirilmektedir. Bu nedenle bu “Gerçek” hatırdan çıkarılmamalı, Hristiyan toplumunun düştüğü hatalara benzer şekilde Hz.Muhammed'i "Tapınma" derecesine çıkaracak abartılardan kaçınılmalı ve böyle bir aşırıya gitme durumunun öncelikle Hz.Muhammed'i rencide edebileceği daima hatırda tutulmalıdır.(Bu konudaki Ayetler Hz.Muhammed Sadece Bir Uyarıcıdır" bölümünde bulunmaktadır)
Ancak Hz.Muhammed Peygamberin vefatını izleyen halifelik döneminden sonraki dönemlerde dini konularda "Aşırılık" sayılacak uygulamalar yapıldığı, bir çok kişinin insanları yönetmek ve onlardan çıkar sağlamak gibi çeşitli nedenlerle kendilerine şeyh, lider, önder gibi mertebeler vererek ve "Mezhep" veya "Tarikat" gibi birliktelikler oluşturarak sadece kendilerinin öğrettikleri aşırı ve abartılı uygulamalar ile insanlar üzerinde etkili oldukları görülmüştür. Bu tür uygulamalar ne yazık ki İslam toplumlarında insan ilişkilerinde ve Allah'ı gereği gibi doğru şekilde anlayıp tanımalarında daima bir "Sorun" kaynağı olmuştur ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bu tür anlayışın hakim olduğu İslami toplumlarda yöneticilerin seçilmesi ve seçilen yöneticiler ile olan ilişkiler daima bu eksen üzerinde şekil almış ve böylece "Yaratan-Yaratılan" ilişkisi Kur'an Ayetleri ile iletilen "Temiz" ve "Samimi" çizgisinden uzaklaştırılmış bulunmaktadır. Öyle ki, bugün İslam ülkelerindeki halkın, belli liderleri tartışılmaz önderler olarak kabul etmelerinin kökenindeki sebeplerinden biri olarak da İslam coğrafyasında uzun ve derin etkisi olan tarikatlara ve onların şeyhlerine körü körüne uyulması geleneğinden kaynaklandığı söylenebilir.
Yüce Allah, verdiği "görev" gereğince kendisine "vahi yettiği" uyarı, öğüt ve önerilerini insanlara bildirmesi sırasında iki yüzlülük yapan ve kalplerinde kötülük ve kuşku taşıyanların (hastalık bulunanların) ve bu nedenle de insanların kendisine "inanmamaları" için etrafa (şehirde) kötü haber yayanların bu davranışlarından vazgeçmemeleri halinde, Hz.Muhammed'i onlarla "savaşması" ve kendisine inananların arasından onları "çıkarması" için onlara "musallat" edeceğini, onların üzerinde üstünlük kurmanı sağlayacağını ve Hz.Muhammed'in yanında fazla kalamayacaklarını açıklamaktadır.
Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz, sonra orada senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. (90/60), (33/60)
Hepsi de llânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. (90/61), (33/61)
Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (90/62), (33/62)
Ayrıca kalplerindeki kötülük bulunanların insanları "doğru yola" yönlendirilmesini engelledikleri, bunun için sanki onlar ile birlikte "inanmış" gibi görünerek (Münafıklık) onlara karşı ""iki yüzlülük" yapan ve bu durumunu bilinçli bir şekilde sürdürenlerin bir anlamda Allah ile bir "iddialaşmaya" girdiğine işaret etmektedir. Bu nedenle de bu kişilerin dünya hayatında ve ölümleri sonrasında da huzur bulmaları imkânsız olduğu ve bu "iddialaşmaları" yüzünden Allah'ın bu ortamı yaratırken belirleyip düzenlediği "kural ve koşullar" çerçevesinde gelişen olaylar sonucunda beklenmeyen bir şekilde "öldürülecekleri" açıklamakta ve bir defa daha bütün insanlara "Allah'ın Kanununda" asla bir değişiklik bulamayacaklarını, önceden geçenler hakkındaki uygulamaların bu kanunlara göre gerçekleştiğini hatırlatarak Hz.Muhammed'e destek olmaktadır.
Hz.Muhammed'e karşılaştığı itiraz veya itaatsizlikler nedeniyle endişe veya üzüntü duymaması öğüt verilmektedir. Zira kendisinin ancak Allah'ın "iradesi ile" bütün insanlara Allah'ın uyarı, öğüt ve önerileri olarak bildirmek üzere bir "elçi" olarak görevlendirildiği açıklanmakta ve insanlara ilettiklerine inanmayanların bundan kendilerinin "sorumlu " olacaklarına işaret edilmektedir.
Sana gelen iyilik Allah'tandır, başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. (92/79), (4/79)
Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur, yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! (92/80), (4/80)
"Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar.
Sen onlara aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter. (92/81), (4/81)
Hz.Muhammed'din her şeyin "Allah'tan" olduğunu ancak insanlara gelen "iyiliklerin" insanlara olan merhameti ve lütfu ile gerçekleştiğini, "kötülüklerin" ise insanların yaşamlarında "nefslerine" uyarak yaptıkları "tercihlere" göre meydana geldiği ile ilgili "gerçekleri" iletmesi için "elçi" olarak görevlendirildiği ve onun bildirdiklerinin "gerçekliğine" şahit olarak "Kendi Sözünün" yeterli olduğunu bu nedenle de "Kendisine" ve İlettiklerine" karşı gelmenin bir anlamı olmadığını hatırlatmakta ve bu "gerçekleri" anlamalarını ve "doğru yola" dönmelerini bütün insanlardan beklemektedir. Bu açıklamaların sonucu olarak ta Hz.Muhammed'e (Resul'e) itaat edenlerin Allah'a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Yüce Allah itaat etmeyen ve kendilerine iletilen gerçeklerden yüz çevirenlere de Hz.Muhammed'i onların başına "bekçi" göndermediğini bildirerek inanmamakla başlarına gelecekleri kendilerinin "belirlemiş" olacaklarına yeniden dikkat çekmektedir.
Bazılarının ise, onlara "inanmış" göründükleri fakat yanından ayrılınca onun "dediklerinden" başkasını gizlice kurduklarını belirterek Allah'ın onların gizlice kurduklarını "yazdığını" kendisine bildirmekte, onlara aldırmamasını, sadece Allah'a dayanmasını, "vekil" olarak Allah'ın yeterli olduğunu "hatırlamasını" öğüt vermekte ve böylece görevini yapmasında ona yardımcı olmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" Ayetlerinde "gösterdiği şekilde" insanlar arasında "hükmetmesini", bu Ayetlerle "doğruları" ve "gerçekleri" ona Kitap (Kur'an) olarak "indirdiğini" bildirmekte ve "hainlerden" taraf olmamasını istemektedir.
Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma! (92/105), (4/105)
Ve Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok yargılayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir. (92/106), (4/106)
Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. (92/107), (4/107)
İnsanlardan gizler de Allah'tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, Allah'ın razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır. (92/108), (4/108)
Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak? (92/109), (4/109)
Buna göre Hz.Muhammed'e aldığı "vahiylerden" oluşan "Kitabın" doğruluğu veya gerçekliği konusunda kuşku duyarak inanmayanları "hain" olarak tanımlamakta ve onların bu "tutumları" nedeniyle kendisine "indirilenler" hakkında herhangi bir "kuşku" duymamasını ve onların bu tutumlarını "mazur" gösterebilecek bir durumun bulunup bulunmadığından "şüphe ederek" onlardan (hainlerden) taraf olmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. Zira Yüce Allah böylece "Kıyamet Zamanına" kadar bu ortamda yaşayacak olan bütün insanlara Allah’ın "Yaratıcılığını" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu açıklayan Ayetlerinin "gerçekliğinden" şüphe edilemeyeceğine işaret etmektedir. Buna göre, bu "gerçeklere" inanmayan "hainlerin" hem Allah'a karşı ve hem de kendilerine karşı "hıyanet" ettikleri bildirilmekte ve Hz.Muhammed'e bu şekilde kendilerine hıyanet edenleri, sahip olduğu "merhameti" gereğince onların "durumlarını düşünmek" şeklinde bile olsa, savunmamasını öğüt vermektedir. Çünkü Allah Kur'an Ayetlerine inanmayarak hainlik etmekten dönmemeleri (hainliği meslek edinmiş olmaları) yüzünden günahkâr olanları sevmediğini açıkça bildirmektedir.
Bu durum ile ilgili olarak Ayette Hz.Muhammed'e hitaben "Allah'tan mağfiret iste" ifadesi yer almaktadır. Bu hitabın, "merhamete" dayalı olsa da "hainler" ile ilgili olabilecek "muhtemel" düşünceleri yüzünden doğrudan Hz.Muhammed'e yapılmış bir "uyarı" olmadığı anlaşılmaktadır. Zira Esasen kendisine "vahyedilen" doğruları ve gerçekleri (Kur'an Ayetlerini) bütün insanlara bildirmesi nedeniyle Hz.Muhammed'in Kur'an konusunda herhangi bir kuşkusunun veya farklı düşüncesinin olamayacağı ve bütün insanlara "örnek" olacak şekilde davrandığı dikkate alındığında, Allah'tan mağfiret (Af) istemesi ifadesinin, ona ait bir hata veya yanlış düşünceden kaynaklanmadığı, fakat "Kitabın" doğruluğu veya gerçekliği konusunda kuşku duyanların ve ayrıca "doğru" olmadığı halde ve kesin delil olmadan başkalarını suçlayanların "af" edilmelerini (mağfiret) istemesinin Hz.Muhammed'e önerildiği anlaşılmaktadır.
Yüce Allah "inanmamakla" kendilerine hıyanet edenlerin bu durumlarını insanlardan gizlediklerini, fakat Allah'tan gizleyemediklerini belirterek, onların kendi başlarına kaldıklarında (geceleyin) Allah'ın razı olmadığı sözleri akıllarınca düşünürlerken (düzüp kurarken) Allah'ın onlarla beraber olduğunu, yaptıklarını bildiğini (kuşatıcıdır) ve Allah'tan hiçbir şeyi gizleyemeyeceklerini anlamadıkları hatırlatılmaktadır.
Böylece hainlik yapanları savunanlara da ölüm sonrasında kıyamet günü Allah'a karşı onları kimin savunacağı yahut onlara kimin "vekil olacağı" sorularak içinde bulundukları yanılgı ve yanlışlıkları anlamaya çalışmaları öğüt verilmekte ve "uyarı" yapılmaktadır.
Burada önemi nedeniyle özel bir "uyarı" yapılmakta ve bütün insanlara ilettiği "Kitabın" doğruluğu veya gerçekliği konusunda kuşku duyan ve bu "kötülük" yüzünden kendilerine "yazık" ederek nefslerine zulmeden "hainlerin" sonra durumlarını anlayıp Allah'tan af (mağfiret) diledikleri takdirde, Allah'ı onların durumlarını dikkate alan olarak çok yargılayıcı ve esirgeyici bulacakları bildirilmektedir.
Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yargılayıcı ve esirgeyici bulacaktır. (92/110), (4/110)
Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir. (92/111), (4/111)
Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur. (92/112), (4/112)
Buna göre, yanlış yollara sapan veya kötülük yapanların (günah kazananların) ancak kendilerinin aleyhine davranmış olacağı belirtilerek, Allah'ın sahip olduğu ve her şeyin yaratılması ve sürdürülmesini sağlayan "bilgi" ve "gücü" sayesinde (hikmet sahibi olması nedeniyle), onların bu "kötü" durumlarından ve şayet bundan pişmanlık duyup af dilerlerse de bu yakarışlarından "bilgisi" bulunduğunu unutmamaları ve her türlü kötülük veya yanlışlıklardan vaz geçebilmeleri ve doğru yola ulaşabilmeleri için ümitsizliğe kapılmadan Allah'a "sığınmaları" önerilmektedir. Ancak, kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazananların sonra onu bir "suçsuzun" üzerine atması halinde, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olacağına ve onların haklarını "gasp etmiş" olacaklarına, diğer bir ifade ile "kul hakkı" alacaklarına dikkat çekilerek bu gibi durumlardan sakınılmasının ve böyle durumlara meydan verilmemesinin gerektiği bildirilmektedir.
Kur'an'ı sana biz, evet biz indirdik. (98/23), (76/23)
Artık Rabbinin hükmüne sabret; onlardan hiçbir günahkara yahut hiçbir nanköre boyun eğme. (98/24), (76/24)
Sabah akşam Rabbinin ismini yâd et. (98/25), (76/25)
Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et. (98/26), (76/26)
Yüce Yaratan, Hz.Muhammed’e Kur'an’ı "indirdiğini" hatırlatarak Ayetlerde açıklanan "Yaratılış" ve “Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçekleri" insanlara iletmesi (tebliği) ile ilgili "hükmüne" sabretmesini, görevinde başarılı olması için, kendisine karşı gelip inanmayıp lütfettiği her türlü faydalı işlere ve şeylere (nimetlere) nankörlük yaparak hiçbir "günahkara" yahut nanköre boyun eğmemesini Hz.Muhammed'e öğüt vermektedir.
Ayrıca sabah akşam Allah'ı yâd etmesini (anmasını), gecenin bir kısmında O'na “secde etmesini” gecenin uzun bir bölümünde de Allah'ı “tesbih etmesini” önermektedir.
Yüce Allah böylece Hz.Muhammed'e ne derece sevgi ve ihtimam gösterdiğini hissettirmekte, aynı zamanda yarattığı tüm insanlara da bu örnek, öğüt ve önerilerinin tüm inananlar için de geçerli olduğuna işaret etmektedir. Buna göre insanların kendi işlerinde ve yaşamlarında başarılı olabilmeleri açısından yapılan bu öğüt ve önerileri anlamaları, dikkate almaları ve onlara uymaları gerekmektedir.
Yapılan bütün bu uyarı ve açıklamalar ile bütün insanlardan, Hz.Muhammed'e verilen ve böylece "herkese" iletilmiş olan bu "öğütleri" dikkate almaları, yaşantılarını bunlara göre düzenlemeleri ve sonuçta da "doğru yola" ulaşmaları beklenmektedir. Bu anlamda insanlara Allah'ın lütfettiği ve "Ruhların" yerleştirdiği güzel ahlak ve davranışlardan uzaklaşılmaması, bu "faziletlere" sahip çıkmaları ve "değişmemeleri" hatırlatılmaktadır.
Bir kısım Ayetlerde, Arap Kabileleri ile ilgili bazı olaylardan örnekler verilerek, verilen sözler ve yapılan antlaşmalarla ilgili konularda Hz.Muhammed'e yapılan bazı açıklamalar ve öneriler yer almaktadır.
Allah ve Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar! (113/1), (9/1)
Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kafirleri rezil edecektir. (113/2), (9/2)
Hacc-ı ekber gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir: “Allah ve resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz.” O kafirlere elem verici bir azabı müjdele! (113/3), (9/3)
Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah sakınanları sever. (113/4), (9/4)
Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir. (113/5), (9/5)
Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. (113/6), (9/6)
Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah sakınanları sever. (113/7), (9/7)
Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar halbuki kalpleri karşı çıkıyor, çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır. (113/8), (9/8)
Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar da O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür! (113/9), (9/9)
Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma, çünkü onlar saldırganların kendileridir. (113/10), (9/10)
Fakat tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme ayetlerimizi böyle açıklıyoruz. (113/11), (9/11)
Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır, umulur ki küfre son verirler. (113/12), (9/12)
Verdikleri sözü bozan, Peygamber'i çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. (113/13), (9/13)
Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin, sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın. (113/14), (9/14)
Ve onların kalplerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir. (113/15), (9/15)
Yoksa, Allah, sizden, cihad edip Allah, Peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (113/16), (9/16)
Ayetlerdeki ifadelerden Hz.Muhammed'in "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'tan aldığı ve tüm insanlara ilettiği "vahiylerin" Allah ile "Yaratmış" olduğu insanlar arasındaki bir "antlaşma" niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre insanların kendilerine önceki dönemlerde iletilen "Kitapları" ve son olarak iletilen "Kur'an Ayetlerini" inkâr etmeleri halinde, Allah'ın insanların "Rabbi" olduğunu kabul ettiklerine dair olarak "Ezelde" Allah'a verdikleri sözü bile bile ihlal etmiş olacakları için, Allah ile kendileri arasındaki bu "Antlaşmanın" artık "geçersiz" olacağına işaret edilmektedir.
Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)
Yüce Allah yürüyen canlıların en kötüsü olarak nitelendirdiği "bilerek inkâr" edenlerin (kafirlerin) daima kendi çıkarları ve istekleri doğrultusunda davrandıkları, ne kadar söz verseler dahi her defasında sözlerinden döndükleri ve bu yüzden "güvenilmez" olduklarını açıklamakta ve bu nedenle böyle kötü niyetle antlaşmaları bozan toplumlar ile olan her türlü ticari, siyasi ve hatta savaş gibi ilişkilerde onların asıl amaçlarının anlaşılması halinde (yakalarsan), Hz.Muhammed'e verilen öğüt uyarınca, ibret almaları için onlara ve arkalarında bulunan kimselere de misilleme yaparak, gerekirse savaşarak unutamayacakları bir ders vermeleri (dağıtmaları) gerektiği Hz.Muhammed'e ve bütün Müslümanlara bildirilmektedir.
Buna göre kendilerine "güvenilerek" antlaşma yapılan toplumun (Kavmin) bir "hainlik" yapmalarından endişe duyması halinde, bu durumun yapılan antlaşmanın bozulması olduğuna işaret edilerek aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu bildirmesi Hz.Muhammed'e öğüt verilmektedir. Allah böylece aralarındaki "antlaşmayı" bozan "hainleri" sevmediğini hatırlatarak inkâr edenlerin kendilerini kurtaramayacaklarını ve onların Allah'ı âciz bırakamayacaklarını Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.
Allah katında, yürüyen canlıların en kötüsü kafir olanlardır, çünkü onlar iman etmezler. (88/55), (8/55)
Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında hiç çekinmeden ahidlerini bozan kimselerdir. (88/56), (8/56)
Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt. (88/57), (8/57)
Bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir, çünkü Allah, hainleri sevmez. (88/58), (8/58)
İnkâr edenler yakayı kurtardıklarını sanmasınlar, çünkü onlar âciz bırakamazlar. (88/59), (8/59)
Hz.Muhammed'in hainlik yapmalarından korkarak bir toplum (kavim) ile aralarındaki antlaşmayı bozmasının istendiği Ayet hükmü bağlamında, müşriklerin Allah'tan başka şeylere ve varlıklara "ilahlık" yakıştırarak "ezelde" Allah ile yapmış oldukları "antlaşmayı" bozmuş oldukları gibi, müminlerle yaptıkları antlaşmayı "hainlik" ederek bozmuş olacaklarına işaret edilmekte ve bu durum müşriklere Allah'tan ve Hz.Muhammed'den (Resûlünden) bir ihtar olarak bildirilmektedir. Buna rağmen, Hz.Muhammed ile aralarındaki antlaşmayı "bozan" müşriklere, yaptıkları "hainliği" anlayıp "pişman" olacakları güne kadar yeryüzünde bir süre (dört ay) daha dolaşmaları, ancak onları "bekleyen" sonuçtan kendilerini kurtaramayacakları, Allah'ın onlar için takdir ettiğinin gerçekleşmesinden Allah'ı âciz bırakamayacakları ve Allah'ın kafirleri "rezil" edeceği açıklanmaktadır.
Müşriklere verilen ve dört ay olarak belirtilen bu sürenin Hz.Muhammed ile aralarındaki antlaşmayı "bozmaları" ile ilgili olduğu dikkate alındığında, onlara güven içinde dolaşarak kendilerini korumak ve geleceklerini güvenceye almak için verildiği, ancak bu süreden sonra artık antlaşma güvencesinden yararlanamayacaklarının hatırlatıldığı, şayet antlaşmaya dönmemekte ve Kâbe’nin çevresinde kalmakta ısrar ederlerse Müslümanlara karşı "savaş açmış" sayılacaklarının ve bunun sonuçlarına katlanacaklarının bildirildiği anlaşılmaktadır.
Hz.Muhammed'in "önderlik" ettiği ve "Veda Haccı" ya da "Büyük Hac" olarak ta anılan hac ziyareti sırasında Hz.Muhammed'in söylediği "veda hutbesinin", Allah'ın tüm insanlara "bildirisi" olduğu belirtilmektedir. Buna göre Yüce Allah, “Allah ve Hz.Muhammed'in müşriklerden uzak bulunduğunu, eğer tövbe ederlerse bunun insanlar için daha hayırlı olduğunu, ve eğer yüz çevirirlerse kibirlenip kendilerine güvenerek kendilerine bildirilen "sondan" kurtulamayacaklarını, bundan Allah'ı âciz bırakamayacaklarını bilmeleri gerektiğini tüm insanlara iletmesini ve kafirlere de elem verici bir azabı müjdelemesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Ancak kendileriyle yapılan antlaşma şartlarına uyan, hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve antlaşmanın tarafı olan iman edenler aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayan müşriklerle yapılan antlaşmaların bu hükmün dışında olduğu açıklanmaktadır.
Bu durumda iman edenlere kendileri açısından gerekli olduğu takdirde antlaşma şartlarına uymaları ve uygulamada herhangi bir sorun olduğunda haksız yere müminler aleyhine tavır almamaları kaydıyla "müşrikler" ile antlaşma yapılabileceği belirtilmektedir. Müminlerden ayrıca Allah'ın "önerilerine" uymamaktan veya karşı gelmekten sakınanları "sevdiği" hatırlatılarak, Ayetteki uyarılar çerçevesinde müşrikler ile yapılan antlaşmaları süreleri bitinceye kadar iptal etmemeleri (tamamlayınız) istenmektedir. Buna göre iman edenlerin çıkarlarının zorunlu kılması durumunda, diğer topluluklar ile, iman etmemiş olsalar bile, belli "güvencelerin" sağlanması halinde ticari ve parasal işlere girmelerinde bir sakınca olmadığı görülmektedir.
Kendileri ile yapılan antlaşmaya uymayıp "hainlik" yaparak Hz.Muhammed ile aralarındaki antlaşmayı "bozan" ve antlaşmaya dönmemekte ve Kâbe’nin çevresinde kalmakta devam ederek Müslümanlara karşı "savaş açmış" sayılan müşriklerle "Haram Aylar" çıkınca savaşılması ve savaş durumunda yapılması gerekli her şeyin yapılması (bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin) önerilmektedir. Ancak "tevbe" eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse (İman Ederlerse) artık onların diledikleri yere gitmeleri için (yollarını) serbest bırakılması, insanların suçlarını bağışlayan (yarlığayan) ve esirgeyen Allah'ın isteği olarak iman edenlere bildirilmektedir. Allah ayrıca, eğer müşriklerden biri affedilmesi için yalvarırsa (aman dilerse), ona insanlara bildirmekte olduğu Allah'ın kelâmını (Ayetleri) kabul ettiğini söyleyinceye (dinleyinceye) kadar zaman vermesini, kabul ettiğini söyledikten (iman ettikten) sonra da onların "bilmeyen" bir kavim olmalarından dolayı henüz gerçekleri "bilmeyen" bir kavim olmaları nedeniyle ve onlara iman etmeleri için bir "fırsat" vermek üzere, onu affetmesini (aman ver) ve onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştırılmasının sağlamasını Hz.Muhammed'e önermektedir.
Öte yandan, kendileriyle antlaşma yapılanların dışında Mescid-i Haram'ın yanında (Mekke'de) yaşamakta olan "müşriklerin" kendilerine "iletilenlere" inanmamakla Allah ve Hz.Muhammed (Resûlü) ile bir antlaşma (ahit) yapmalarının söz konusu olmadığı belirtilmekte, ancak iman edenlere karşı "dürüst" davrandıkları müddetçe iman edenlerin de onlara dürüst davranmaları öğüt verilmektedir. Çünkü Allah, insanlara ve müşriklere karşı Allah'ın bildirdiği öğüt ve önerilerine uyarak "haksızlık yapmaktan" sakınanları sevdiğini (onlardan razı olduğunu) bildirmektedir.
Buna karşılık "müşriklerin" çoğunun "yoldan çıkmış oldukları, bu nedenle de şayet "galip" gelselerdi iman edenlere karşı ne sözlerini (ahit) ne de antlaşma hükümlerini gözetmeyecekleri, iman edenlere karşı "dürüst" olmayacakları ve inanmadıkları ve kalpleri karşı çıktığı halde ağızlarıyla inandıklarını söyleyerek iman edenlerin güvenlerini kazanmaya çalıştıkları (razı ettikleri) açıklanmaktadır. Müşriklerin böylece Allah'ın Ayetlerine karşılık "az bir değeri" satın aldıklarına işaret edilerek kendilerini ve razı ettikleri insanları Allah'ın yolundan alıkoydukları ve bu yapmakta oldukları şeylerin gerçekten ne kadar "kötü" olduğu onlara ve tüm insanlara hatırlatılmaktadır. Yapılan bu hatırlatma yanında bir mümin hakkında ne söz (ahit) ne de antlaşma tanımadıklarına ve bu davranışları ile iman edenlere karşı "saldırgan" olduklarına işaret edilen müşriklerin, buna rağmen şayet tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık "iman etmiş" olacakları ve "dinde kardeş" sayılacakları belirtilmektedir.
Yüce Allah böylece Ayetlerini açıkladığını, ilgi gösterip üzerinde düşünebildikleri takdirde onlara bildirilenleri “müşriklerin" anlayabileceklerini ve gerçekleri "bilebileceklerini" hatırlatmaktadır.
Buna rağmen, eğer antlaşmalarından (iman ettikten) sonra yeminlerini bozarlar ve "dininize" saldırırlarsa, “küfrün önderlerine" karşı İslam Dininin amacı ve esasları hakkında fikri ve gerekirse çatışarak mücadele etmeleri (savaşmaları) iman edenlere öğütlenmektedir. Çünkü onların yeminlerinin yani Allah'a iman ve inançlarının olmadığına dikkat çekilerek verilecek bu mücadele ile yine de doğru yola yönelmelerinin ve "küfre" son vermelerinin umulabileceğine işaret edilmektedir.
İman edenlerin "dini" olan İslam'a saldırılması ile ilgili bir örnek olarak Yüce Allah, Hz.Muhammed'i Mekke'den çıkarmaya kalkışan ve İslam'a karşı savaşa ilk önce başlamış olan müşriklerle (bir kavme) savaşmayacaklarını mı, yoksa onlardan korktuklarını mı, iman edenlere sorduğunu açıklamaktadır. Böylece iman edenlere eğer müminler iseler Allah’ın “kendisinden korkulmaya” daha lâyık olduğu bildirilmektedir. Yüce Allah verilecek bu mücadele (savaş) ile iman edenlerin müşrikleri "elleriyle" cezalandırmış ve rezil etmiş olacağını ve iman edenleri "galip" getirerek mümin toplumu huzura kavuşturacağını (ferahlatacağını) açıklamaktadır.
Öte yandan dilediğinin tövbesini kabul ettiğini, bilen ve hikmet (sırların) sahibi olduğunu belirterek, müşriklerin kalplerindeki öfkeyi gidereceğini ve böylece onların doğru yola yönelebilmelerine fırsat vereceğine işaret etmektedir.
Yüce Allah ayrıca, kendilerine iletilen gerçeklere rağmen İslam'a çeşitli şekillerde ve yollarla saldıran "küfrün önderlerine" karşı İslam Dininin savunulması yolunda fikren veya savaş açılması halinde, savaşmak suretiyle mücadele edilerek (cihad) Allah, Hz.Muhammed (Peygamber) ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkaracağını belirtmektedir.
Buna göre Allah'ın tüm insanlara Din" olarak bildirdiği ve "Yaratılış" ile "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah hakkındaki gerçekleri açıklayan "İslam'a" herhangi bir şekilde saldırılması durumunda, bu saldırılara karşı Allah, Hz.Muhammed ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyerek "mücadele" etmeyi göze alanların ortaya çıkarılmasının Allah katında ne kadar değerli olduğuna ve Allah'ın insanların yaptıklarından "haberdar" olduğuna işaret edilmektedir. Böylece özellikle tüm iman edenlerden "gerçekleri" açıklayan İslam'ı tüm insanlara tanıtmaları ve gerekirse İslam'ı her anlamda savunmaları istenmektedir.
Peygamber'e yapılan bu öneriler tüm insanlar açısında da dikkate alınması gereken bir davranışa işaret etmektedir. Buna göre herhangi bir şekilde insanlara ve toplum düzenine karşı gelerek kuralları ihlal eden (antlaşmayı bozan) insanlara, inandıkları "Kitaplarda" ve en son olarak insanların tamamına bildirilen "Kur'an’da", onlara önerilen ve sonradan "bozulmamış" olan ve genellikle "Ahlaklı ve Erdemli" olmayı "emreden" uyarı, öğüt ve önerileri kapsayan "hükümleri" anlayıp onlara uyarak "doğru yola" yönelebilmeleri için bir zaman (fırsat) verilmesinin ve bu fırsatı değerlendirip doru yola yönelebilenlerin de belirlenecek yöntemlerle yeniden topluma kazandırılmasının önemli ve "gerekli" olduğu "tüm insanlara", özellikle de toplumun yönetimi kendilerine emanet edilenlere hatırlatılmaktadır
Haram Aylar konusunda "Ay takvimine göre ibadet ve uygulamalar" ve "Savaşlar, Savaşmak, Haram Aylar ve Cihad" bölümlerinde ayrıca bilgi bulunmaktadır.
Ayetlerde yaptıkları "antlaşmaya" uymayan "müşriklere" akıllarını kullanarak antlaşmaya uymaları için bir süre verildiği (dört ay) düşünüldüğünde, Yüce Allah'a verdikleri sözü (antlaşma) unutup Dünya'daki yaşamlarında Allah'ı inkâr edenler de dahil olmak üzere tüm insanlara ölüm zamanına kadar verilen sürenin Allah'ın bir lütfu ve ne kadar değerli olduğuna işaret edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle insanlardan buradaki yaşamlarında daima neden burada olduklarını sorgulamaları, düşünmeleri ve verilen bu "sürenin" kendilerini kurtarabilmeleri için ne kadar önemli olduğunu anlamaları beklenmektedir.
Hz.Muhammed'e yapılan bu açıklamaların aslında tüm insanlar tarafından da bireysel, toplumsal ve toplumlar arası ilişkilerde düzenin ve güvenliğin sağlanması ve sorunların ortaya çıkmasının önlenmesi açılarından dikkate alınarak davranılmasının, toplumsal kuralların ona göre belirlenmesinin ve bu kurallara uyulmasının önemine işaret edilmekte ve tüm insanlardan bu yönde de "Akıllarını" kullanmaları beklenmektedir.
Sabretmesi, İnanmayanlara Üzülmemesi, Güçlü Olması
Allah,Hz.Muhammed'e inkar edenlerin tutum, davranış ve söyledikleri karşısında sabırlı olmasını telkin etmektedir.
Onların dediklerine sabret. (34/39), (50/39)
Güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et.
Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et. (34/40), (50/40)
Biz onların dediklerini çok iyi biliriz, sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.
Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver. (34/45), (50/45)
Sabır ve dayanma gücünün artırılması için de Güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gecenin bir bölümünde "Secdelere Kapanarak" Allah'ı övmesini, şükretmesini ve "Allah`ın bütün noksanlardan uzak olduğunu" ifade etmesini (Tesbih Etmesi) istemektedir.
Allah, Hz.Muhammed'e huzur ve güven vermek üzere inkarcıların dediklerinin Kendisi tarafından çok iyi bilindiğini ve en önemlisi, onlar üzerinde "Zorlayıcı" olmamasını öğütlemektedir. Zira, onlar kendilerine iletilen gerçeklere inanmamakta ısrar etmekte ve kendilerine iletilen tehditlere de aldırmamaktadırlar. Ancak bu durumu idrak edebilen ve yapılan tehditleri dikkate alarak onlardan "Korkan" insanlara da Kur'an ile öğüt vermesi istenmektedir.
Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da tesbih et ki, sen, Allah'tan hoşnut olasın. (45/130), (20/130)
Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir. (45/131), (20/131)
Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir. (45/132), (20/132)
Onlar: “Bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi?” dediler, önce gelen kitaplardakinin apaçık delili onlara gelmedi mi? (45/133), (20/133)
Eğer biz, bundan önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: “Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!” (45/134), (20/134)
De ki: Herkes beklemektedir, öyle ise siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş! (45/135), (20/135)
Allah Hz.Muhammed'e Allah'ın kendisine "vahiy ettiği" Ayetleri iletmesi sırasında ona inanmayarak görevini yapmasında "zorluk" çıkaranların söylediklerine "sabretmesini" ve Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih etmesini, gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da tesbih etmesini öğüt vermektedir. Böylece Allah'a teslim olduğunu ve Allah'ın ondan razı olduğunu "hissederek" görevinde huzur, esenlik ve güven duyacağı ve Allah'tan "hoşnut" olacağı bildirilmektedir. Zira Ayette belirtilen "Tesbih", Allah’ı “Şanına Layık" ifadelerle "anmak ve yad etmek" anlamına gelmektedir. Ayrıca bir kısım insanların ve özellikle "İnanmayanların" sahip oldukları Dünya Hayatının çekiciliği olan varlık ve zenginliğe gözlerini dikmemesini öğütlemekte ve asıl kazancın daha hayırlı ve sürekli olan "Rabbinin" nimeti olduğunu ve onların "Denenmek" için bu durumdan faydalandırıldıklarını açıklamaktadır.
Bu durumun günlük yaşantımızda gördüğümüz benzer olaylar için de dikkate alınması gerekmektedir. İnanmadıklarını bildiğimiz insanların veya kazançları ile uygun olmayacak şekilde varlık edinen insanların "Dünya Hayatının Çekiciliklerine" çok fazla sahip oldukları görülmektedir. Bu örneklerden hareket ile Allah'ın "Neden" kendisine inanmayan veya önerdiği ve öğütlediği yollardan gitmeyip nefslerine uyarak açgözlülük, hırs yapan ve yasal ve ahlaki değerlere aldırmayan insanların bu Dünya hayatında çok büyük "Varlıklara" sahip olmalarına ve faydalanmalarına "İzin" verdiği üzerinde tereddüt edilebilmektedir.
Bu durumda Hz.Muhammed'e verilen bu öğüt aslında tüm insanlar için de geçerlidir ve dikkate alınması gerekmektedir. Öncelikle insanların kendi sosyal durumlarının ve inançlarının "Derecesinin" sağladıkları "Maddi" varlıklar ile "Doğru Orantılı" olacağını düşünmemeleri gerekmektedir. Şayet böyle olsa idi her şey çok kolay ve basit olarak "Anlaşılabilir" olurdu. Ancak İnsanlardan bu Dünya ortamına "İndirilmeleri" sırasında kendilerine verilen "Akıl" ile Allah hakkında ne kadar "Bilgi Edinebileceklerini" ve O'nu ne kadar "Algılayabileceklerini" anlamaları beklenmektedir. Bunun için de daima "Kendi Durumlarını" değerlendirmeleri ve başkalarının sahip oldukları "Dünya Hayatının Çekicilikleri" ile hiçbir zaman "Kıyaslama" yapmamaları, onun nedenlerinin "Hayırlı" olmayabileceğini hatırlamaları ve bunları düşünerek Allah'ı "Tanımaları" ve O'na "Teslim Olmaları" gerekmektedir. Bu konuda tüm insanlara Kur'an Ayetleri yol göstermektedir. İnanmayan ve ahlaki olmayan bir biçimde varlık elde ettiğini "Bilen" insanların da bu durumlarını tekrar değerlendirmeleri ve Kur'an Ayetlerinin önerdikleri ile "İnsan Olmaya" ve "Rabbinin Nimetinin" hem daha hayırlı hem de daha sürekli olduğunu anlamaya "Yönelmeleri" gerekmektedir.
Allah Hz.Muhammed'e "namaz" ibadetini "Ailesine" emretmesini ve kendisinin de bu ibadete "Sabırla" devam etmesini öğütlemektedir. Bu ibadetin tüm insanların bu Evren ve Dünya ortamında bulunmalarını "Takdir" edip bu ortamları onlar için "Yarattığının" insanlar tarafından Akılları ile idrak edilip bu muhteşem durum karşısında "Yaratıcısına" olan sevgi ve saygısını ifade etmesi ile ilgili olduğunu açıklamaktadır. Allah bu kadar büyük ve önemli bir "Lütuf" karşılığında Hz.Muhammed'ten "İnsan ilişkilerinde olduğu gibi" bir "Bedel" istemediğini fakat "Yaratılış" mucizesi ile kendisinin "Rızıklandırıldığını" hatırlatmaktadır. Ayet ile tüm insanların da bu hususa dikkatleri çekilmekte ve Hz.Muhammed'ten istendiği gibi, tüm insanların da namaz ibadetine sabırla devam etmelerinin gereğine işaret edilmektedir. Böylece ulaşılacak olan "Takva" ile yani Allah’ın affına sığınarak ahirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden titizlikle korunması ve günahlardan sakınarak iyi işler yapması ile "Güzel" sonuçların elde edileceği belirtilmektedir.
Hz.Muhammed'in Kur'an Ayetlerini toplumuna iletmesi sırasında peygamberliğine inanmayanların bu konuda da Hz.Muhammed'in bir "Mucize" getirmesinin gerektiğini ileri sürmeleri üzerine Allah daha önceki toplumlara gönderilmiş Tevrat, İncil gibi semavî kitaplarda apaçık "Delil" olarak Hz.Muhammed'in vasıflarının yazılı olduğunun onlara hatırlatılması gerektiğine işaret edilmektedir.
Ancak Tevrat'ta İsa'nın Yahudi toplumuna peygamber olarak gönderileceğinin açıklanması yanında, Tevrat ve İncil'de Hz.muhammed'in "Son Peygamber" olarak gönderildiğinin bildirilmiş olmasına rağmen Yahudilerin İsa Peygamberi tanımadıkları daha sonra her iki toplumun da Hz.Muhammed'i inkar ettikleri bilinmektedir.
Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde bu durum aşağıdaki gibi açıklanmaktadır:
"Bu âyet-i kerimede şuna da işaret vardır ki: O inkârcı kimseler, Tevrat, İncilgibi kitapları okumuşlardır. Vaktiyle Peygamberlerini İkâr eden kavimlerin başlarına ne felâketler gelmiş olduğunu o kitaplar bildirmektedir. Artık kendilerinin başlarına da böyle bir felâketin gelebileceğini hiç düşünmezler mi?. Nedir o kadar gaflet, cehalet! Hayır.. Bu inkârcılara da açık delil, mucize gelmiş bulunuyor, bunu inkâra hakları yoktur. (Ve eğer biz onları) o inkârcıları bu küfür ve isyanları sebebiyle (ondan evvel) bir açık delil bir mucize göstermekten veya Hz.Muhammed’i Peygamber göndermekten önce (bir azap ilehelâk etmiş olsa idik) yani: Onları dünyada köklerinden koparıp atarak gibi bir şekilde cezalandırsa idik (elbette) kıyamet günü (diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!. Bize) bir kitap ile beraber (bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki,) biz şimdi böyle bir azap ile (bir zillete ve) cehalet sebebiyle yapmış olduğumuz isyanlardan dolayı (rüsvaylığa düşmeden evvel senin) bize gönderilmiş olan (âyetlerine tâbi olsa idik) de o sayede kurtuluşa ermiş, böyle bir azaba uğramaktan kurtulmuş bulunsa idik?
Fakat onlara Hz.Muhammed, Peygamber olarak gönderildi, Kur’an’ı Kerim gibi nice âyetleri içeren bir kitap ihsan edildi, onlar ise bunu takdir edemediler, daha sonra ahirette bunu tasdike mecbur olacaklar “evet.. Bize uyarıcı geldi, biz ise onu yalanladık” diye itirafta bulunacaklardır. Ne yazık ki, artık bu itirâfın kendilerine bir faidesi olmayacaktır. Artık zamanı geçmiştir."
http://www.tahavi.com/2018/04/09/taha-suresi/
Hz.Muhammed'in görevini yaparken kendisini yalanlayan ve ilettiklerini büsbütün terk eden kavminin bu tutumuna neden olan "İnsan nefsinin" katılığı, acımasızlığı ve akılsızlığı karşısında derin üzüntü duyduğu belirtilmektedir.
Eğer seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı, peygamberleri onlara açık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. (43/25), (35/25)
Peygamber der ki: “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler.” (42/30), (25/30)
İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar peyda ettik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. (42/31), (25/31)
İnkâr edenler: “Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu tane tane okuduk. (42/32), (25/32)
Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki sana doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim. (42/33), (25/33)
Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir, o halde onlar için üzülerek kendini helâk etme; Allah onların ne yaptıklarını biliyor. (43/8), (35/8)
Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da tesbih et ki, sen, Allah'tan hoşnut olasın. (45/130), (20/130)
Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın! (47/3), (26/3)
Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de ona boyunları eğilip kalır. (47/4), (26/4)
Yüce Allah Hz.Muhammed’e onu yalanlıyorlarsa, onlardan öncekilerin de peygamberleri yalanladıklarına işaret ederek bu durumun insanların çoğunluğunu etki altında tutacağı diğer ayetlerde açıklanan şeytanın insanların nefslerine hükmetmesinin sonucu olduğuna dikkat çekmekte ve insanların "Akıl" yetileri ile bu durumun üstesinden gelmelerini istemekte ve beklemektedir.
Ayetlerde birçok defa yinelendiği gibi, insanın Dünya'daki en önemli görevi bu durumu başarıp Allah'ı tanıması ve Allah'a ibadet ederek teslim olmasıdır.
Allah, insanı bu görevle görevlendirmese idi, yine birçok tez tekrarladığı gibi hepsini kayıtsız olarak ve en baştan kendine tabi kılmış olacağını ve hiçbir insanın da bundan dışarı çıkmış olamayacağını bildirmektedir. Gerçekten sonsuz Evreni, içindekileri ve tüm canlı ve maddi varlıkları yaratan bir gücün yarattığı insanı bu şekilde “emrine” tabi kılması son derece basit olurdu.
Böylece bu hususların akıl sahiplerince düşünülmesi ve kendilerine verilen görevi anlayarak onlardan beklendiği gibi "İnsan" olmalarının yapılabilecek en önemli iş ve tek doğru yol olduğu bildirilmektedir.
Allah inanmayan insanların Kur'an ona bir defada topluca indirilmediğini ileri sürerek kendisini yalanladıklarını ve getirdiği Kur'an'ı büsbütün terk ettiklerini böylece Kur'an'ın gerçekliğini sorgulamaları yüzünden görevini yapmasını zorlaştırdıklarını ileten Hz.Muhammed'e onu yalanlıyorlarsa, onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmiş olmasına rağmen, önceki peygamberleri ve onlardan öncekileri de yalanlamış olduklarını açıklamaktadır. Ayrıca "Sevgili" Peygamberine "İzniyle" her zaman Peygamberlerin karşısında suçlulardan düşmanlar bulunduğunu, bunların da birçok bahaneler üreterek uyarı görevlerini yaparken Peygamberlere zorluklar çıkardıklarını hatırlatmaktadır. Bu durumun Peygamberlerin "Azimli" olmalarını sağladığını açıklayarak kendisine ve geçmiş diğer Peygamberlere, doğru yola ulaştıran (Hidayet verici) yardımcı olarak Allah'ın yeterli olduğunu bildirmekte ve Hz.Muhammed'e destek olmaktadır.
Nitekim, hafızasına (kalbine) iyice yerleştirmek için Kur'an’ı bölümler halinde ve tane tane vahiy ettiğini (okuduk), kötü işi kendilerine güzel gösterilip (onu güzel görüp) karşı gelenlerin verdikleri (getirdikleri) iddia veya temsillerin "doğrusunu" ve daha açığını (en güzel tefsirini) Ayetleri ile Hz.Muhammed'e getirdiğini açıklamakta ve dilediğini sapıklığa yönelttiğini, dilediğini de doğru yola ilettiğini belirterek onlar için üzülerek "kendine kıyacak kadar" kendisini helâk etmemesini, dilerse onların üzerine gökten indireceği bir mucizeye boyunlarının eğilip kalacağını açıklayarak Hz.Muhammed'e üzülmemesi için yardımcı olmaktadır.
Yüce Allah huzur ve sükunetle görevini yapabilmesi için onların ne yaptıklarını bildiğine de işaret ederek, onların söylediklerine sabretmesini, güneşin doğmasından önce de batmasından önce de ve gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da Allah'ı övgü ile tesbih etmesini Hz.Muhammed'e öğüt vermekte, böylece onun da Allah'tan hoşnut olacağını bildirmektedir.
Hz.Muhammed'e verilen bu öğütlerin sıkıntılı durumda kalan insanlara da bir öneri olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre özellikle Allah'ın belirtilen zamanlarda anılmasının (tesbih edilmesi) bu anlamda insanları huzura kavuşturup işlerine ve sorumluluklarına yönlendireceği unutulmamalıdır.
Allah’a ve Kur’an Ayetlerinde yer alan konulara inanmayıp Hz.Muhammed’in yalanlanması günümüzde de insanların büyük bir çoğunluğu tarafından sürdürülmektedir. Henüz Kur'an’ı kendi dillerinde "hiç" okumamış ve içeriğini anlamamış olan Dünya üzerindeki "çeşitli inanışlara" sahip olan insanlar yanında, Arapça konuşan toplumlarda Kur'an’ı sadece "okuyup" anlamını anlayamamış olan veya diğer toplumlarda da ya Kur'an’ı sadece Arap harflerini "okuduğu" için (yüzünden okuma) ya da kendi dillerinde okumasına rağmen anlamını anlayamamış ve anlamak için gayret etmemiş olan "Müslümanlar" bu "çoğunluğun" içinde yer almaktadır.
Bu durumun sonucu olarak, Kur'an’ı kendi dillerinde "hiç" okumamış ve içeriğini anlamamış olan Dünya üzerindeki "çeşitli inanışlara" sahip olan insanlar, kendilerini "Müslüman" olarak nitelendiren ancak Allah'ı, Hz.Muhammed'i ve Kur'an’ı anlayamamış ve anlamak için gayret etmemiş olan insanlar tarafından yapılan bazı eylemlerin "Müslümanlık" anlayışının (İslam) bir gereği olduğunu düşünmektedirler. Nitekim bu görüşte olanların, Kur'an’ı incelemeye dahi gerek duymadan "Müslümanlık" inanışını bir şekilde "insanlık dışı" olarak (çoğunlukla terör kaynağı olarak) ilan ettikleri ve aşağılayıp horladıkları ve tamamen inkâr ettikleri görülmektedir.
Ancak, Dünya üzerinde çok "varlıklı" ve çeşitli inanışlara sahip olan toplumların Kur'an’ın ilettiklerinin anlamını anlayamamış ve anlamak için gayret göstermemiş insanların bu durumlarından (cehaletinden) yararlanarak onları birbirleri ile çatıştırmak veya terör eylemleri yaptırmak suretiyle "kendi çıkarlarının" sürdürülmesi için "kullandıkları" burada unutulmaması gereken en önemli bir gerçek olarak her gün yaşanmaktadır.
Özellikle kendilerini "Müslüman" olarak tanımlayan toplumlardaki insanların da, Arapça bilmelerine rağmen veya kendi dillerine çevrilmiş olmasına rağmen Kur'an’ı anlayamamış veya anlamaya gayret göstermemiş olmaları nedeniyle ve nefslerindeki dürtülerin etkisi altında kalarak, ya "bilgili" olduklarını söyleyenlerin (İmam, Hoca, Cemaat veya Tarikat Liderleri...gibi) kendilerine yaptığı telkinlere ve korkutmalarına hiç "Akıl" yürütmeden inanarak veya kendi akıllarının en "doğru" olduğuna kendilerini inandırıp kendi dünya görüşlerini geliştirerek veya "işine" gelenleri "kabul ederek" uygulamak ve gelmeyenleri de "terk etmek" suretiyle "en kolay" yolu seçtikleri tartışılmaz bir gerçektir.
Öte yandan, Müslüman toplumlarda belli bir eğitim almış ve bilgi düzeyine erişmiş olanların bile bu "kolay" yola yöneldikleri gözlenmektedir. Bunlar daha çok insanlar arasındaki ilişkilerde hakim olan karşılıklı saygı, anlayış ve hak, adalet, eşitlik gibi "insan hakları" çerçevesinde elde ettikleri bilgi birikimlerine güvendikleri ve "Akıllarını" kullanarak anlamaya çalışmadıkları için, Kur'an ile iletilenleri incelemeye ve anlamaya gerek duymamakta ve sadece Kur'an’ın bildirdiklerinin anlamını anlayamamış Müslümanlar(!) tarafından yapılan "uygulamalara" göre “İslam” ve "Müslümanlık" inanışının "çağ dışı" veya "insanlık dışı" olduğuna kanaat getirmektedirler. Bu anlayış sonucunda günümüzde özellikle "Hristiyanlık" uygulamalarını kendi değerlerine sanki daha "yakın" olduğunu düşünerek kendilerini Hristiyan olarak tanımlamayı (Haç şeklinde kolye veya takılar kullanarak) bir "üstünlük" gibi görmektedirler.
Bu nedenle İslam’ı gereğince anlayamamış olan bazı Müslüman toplumlar, farkında bile olmadan Allah'ı, Hz.Muhammed'i ve Kur'an’ı yalanlayan ve sahip oldukları “varlıkları” nedeniyle Dünya’ya “hükmeden” bazı “üstün” devlet, toplum veya güçlerin “çıkarlarına” hizmet etmeyi sürdürmektedirler.
Ancak asıl konunun sadece yapılan "uygulamalardan" ibaret olmadığı, örneğin Kur'an açısından tamamen "yanlış" olan bu uygulamalara tepki olarak Hristiyanlık inancının benimsenmesi ile Peygamber İsa'nın tanrı olarak kabul edilerek Allah'a şirk (ortak) koşulduğu, böylece Allah'a karşı gelinerek büyük bir "günah" işlendiği unutulmamalıdır.
Buna göre “Esas” olan bütün "Dinlerde" en üstün olarak "kutsallaştırılan ilahın" yalnızca Tek Allah olduğunu ve Allah'ın bütün insanlara ilettiği öğüt, öneri ve uyarılarını açıklayan Kur'an’ı "anlamak" ve onlara göre davranmaktır. Zira Kur'an ayrı ayrı "her insana" ve "doğrudan" hitap etmektedir ve her insan kendisine iletilen "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah ile ilgili "gerçekleri" ve bunlara göre "insanlardan beklenenleri" anlayabilecek ve değerlendirebilecek yeteneklere sahiptir.
Günümüzdeki bütün bu durumlar çerçevesinde bütün insanlardan ve özellikle de "Müslüman" toplumundan, Sevgili Peygamberimize "indirilmiş" ola Kur'an Ayetleri ile kendilerine iletilmiş olan "değişmez" gerçekleri "Kendi Dilleri" ile "Okuyup" anlamaya çalışmaları, kendilerinden "beklenenleri" iyice anlayıp ona göre davranmaları ve bunlara göre "Yaratılışı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı "anlayarak" Allah'a "teslim olmaları" beklenmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e bile insanları, sevdikleri olsa bile, kurtuluşa ve doğru yola ulaştırma (Hidayet) yetkisini vermediği, ancak ona yol gösterme ve öğüt verme görevini verdiği anlaşılmaktadır.
Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir. (49/56), (28/56)
Dünyada yaşamış ve yaşayacak tüm insanlar için geçerli olan bu hükme göre ölüm sonrasında azaptan kurtulmak üzere insanları doğru yola (hidayete) eriştirmek ancak ve yalnız Allah'a aittir ve insanlara düşen bu "gerçeği" anlayıp Allah'tan kendilerini "Hidayete” eriştirmesi için talepte bulunmalarıdır. Fatiha suresinde bu konu çok net ve özlü olarak bir ayette yer almaktadır.
Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. (5/5), (1/5)
En büyük ve en önemli bir peygambere dahi verilmemiş olan bu yetki, bazı İslam din adamları ve siyasetçileri tarafından istismar edilmiş ve insanlara ne yapmaları ve ne yapmamaları konularında kendi eksik bilgilerini, siyaset ve güç kazanıp idame ettirme uğruna, kullanmışlar ve toplulukları bu şekilde sindirerek kendilerini geliştirme ve gerçeklere ulaşmalarına engel olmuşlardır. Buradan tek çıkış geçmişte çok net örnekleri olduğu gibi (Colin A.Ronan, "Bilim Tarihi" Tübitak Akademik Dizi 2003), insanların akıllarını kullanarak insanlar ile Yüce Yaratan arasındaki gerçek ilişkiyi bulabilmeleri ve "İnsan" olabilmeleridir.
Bu açıklamaları ile Yüce Allah vahiy ettiği bir çok Ayetinde insanlara "Akıl" verdiğine işaret ederek inanmayanlar için üzülmemesini Hz.Mumammed'e hatırlatmaktadır.
Yüce Yaratıcı Hz.Muhammed'e "Vahiy" ederek bütün insanlara "İlettiği" Kur'an Ayetlerine inanmayanların gösterdikleri direniş karşısında ona destek olmak ve görevini yerine getirmesinde yardımcı olmak üzere, "her şeyin" ve "Dokunulmaz" kıldığı Mekke şehrinin "Rabbine" kulluk etmekle emrolunduğunu onlara bildirmesini istemektedir.
“Ben ancak, bu şehrin Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. (48/91), (27/91)
Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: “Ben sadece uyarıcılardanım.” (48/92), (27/92)
Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi, seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (50/105), (17/105)
Onlar seni yalanlarlarsa de ki: “Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” (51/41), (10/41)
Onlardan seni dinleyenler vardır, fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyuracaksın? (51/42), (10/42)
Onlardan sana bakan da vardır, fakat -hele göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin? (51/43), (10/43)
Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler. (51/44), (10/44)
Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır, zira onlar doğru yola gitmemişlerdi. (51/45), (10/45)
Eğer onları tehdit ettiğimiz bir kısmını sana gösterirsek, yok eğer seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir. (51/46), (10/46)
Onların sözleri seni üzmesin, çünkü bütün izzet Allah'ındır. O, işitendir, bilendir. (51/65), (10/65)
Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır. (51/109), (10/109)
Ayrıca her şeyin zaten Allah'a ait olduğunu, "Müslüman" olmakla ve Kur'an’ı "Okumakla" emredildiğini ve artık kim bu "Doğru Yola" gelirse yalnız kendisi için gelmiş olacağını, yani Doğru Yola gelenlerin sadece kendilerini "Kurtaracaklarını", kim de Allah'ı yalanlayıp Doğru Yoldan saparsa "Kendisinin" sadece bir "Uyarıcı" olduğunu tüm insanlara iletmesini öğütlemektedir. Allah böylece Kur'an'ı "İnsanlara" gerçekleri ve doğruları göstermek üzere (hak olarak) indirdiğini, böylece Kur'an'ın da "hakkı" getirdiğini ve Hz.Muhammedin de Ayetleri tüm insanlara bildirmek üzere ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdiğini hatırlatmaktadır.
Bu uyarılara rağmen "Kendisini" yalanlayanlara Allah'ın Ayetlerini insanlara iletmenin kendi işi olduğunu bunlara inanmamanın da onların işleri olduğunu, bu nedenle onların kendi "Yaptığından" uzak olduklarını ve kendisinin de onların yaptığından uzak olduğunu ve kendisinin sadece bir "Uyarıcı" olduğunu iletmesini özellikle ve ayrıca bildirmektedir.
Buna göre kendilerine iletilenleri dikkate alarak Yüce Allah'ı ve "Tek Yaratan" olduğuna inananlar haricinde, Akıllarını işleterek bu uyarıları duymayıp "Sağır" olanların veya baktıkları halde gerçekleri görmeyip "Kör" olanların bu uyarıları duyurmasının mümkün olmayabileceğinin, "Tebliğ" görevini yerine getirirken olumsuz olarak etkilenmemesi için bir "Destek" olarak Hz.Muhammed'e bildirildiğine işaret edilmektedir. Aslında bu durum halen devam etmektedir. Yapılan "Uyarılar" Kur'an Ayetleri olarak aynen "İlk Yazıldıkları" gibi insanların ulaşabilecekleri çeşitli ortamlarda "Hazır" bulunmaktadır. Bunları dikkate alıp Doğru Yolun bulunması veya bunlara "Sağır" ve "Kör" olunması insanların "Akıllarını" işleterek "Karar" vermelerine bağlı olmaktadır. Bu nedenle bütün "Akıllı" insanların bu Dünya ortamının sona ereceği zamana kadar "Değişmeden" kalacak olan Kur'an Ayetlerini bu anlayış ile ele alıp "Merak" ederek ve Akılları ile "Değerlendirerek" onlara gösterilen "Doğru Yolu" bulmaları yani "İnsan Olmaları" beklenmektedir. Allah'ın hiçbir şekilde insanlara "Zulüm" etmeyeceği, ancak insanların kendilerinin Allah'ın Tek Yaratan olduğuna ve Allah'ın ilettiklerine "Kibirlenip" inanmamakla ve "İnsan Olmamakla" kendilerine zulüm ettikleri bildirilmektedir.
Görüldüğü gibi "İnsan Olmak" için onlardan beklenenler en net ve açık bir şekilde anlatılmaktadır. Görülüyor ki insanlar akılları ile serbest bırakılmışlardır ve akıllarını kullanarak yaptıklarından kendileri sorumlu olacaklardır. Zira Allah insanlara hiçbir şekilde "Zulüm" etmediğini bildirmektedir. Ancak bu şekilde davranarak ve gerçekler ile ilgilenmeyerek insanların "Kendilerine" zulmettikleri hatırlatılmaktadır.
Bu ortamda bu şeklide inanmamakta inat edenlerin, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden dirilip "Toplandıklarında" kendileri gibiler ile "Tanışacakları" ve Allah'ın huzuruna varmayı yalanlamaları nedeniyle "Doğru Yola" gitmemiş oldukları için "Zarara Uğradıklarını" görecekleri belirtilmektedir. Ayrıca Resulü Hz.Muhammed'e inançsız olanları "Tehdit Ettiği" zararın ve azabın bir kısmı kendisine "Gösterilse" veya "Göstermeden" vefat etse bile, sonunda onların Allah’a "Döndürülecekleri" bildirilmekte ve kendisinden sonra onların ne yapacaklarına Allah'ın şahit olacağı iletilmektedir. Bu açıklama ile Yüce Allah Hz.Muhammed'e kendisine iletilenleri sadece tüm insanlara ve özellikle "İnançsız" olanlara iletmesini bildirerek ve ayrıca kendisine vahyolunana uymasını ve hakimlerin en hayırlısı olan Allah hükmedinceye kadar sabretmesini hatırlatarak verdiği görevin yapılmasında ona kolaylık sağlamakta, yardımcı ve destek olmaktadır.
Yüce Yaratan Kur'an’ı "bütün insanlara" öncelikle "Hak" yani "Gerçek ve Uyulması gereken" olarak indirdiğini, Kur'an’ın "Hakkı-Gerçeği" getirdiğini açıklamakta ve Hz.Muhammed'i de bu gerçeği "Müjdeleyen ve Uyaran" olarak görevlendirdiğini çok açık bir şekilde bildirmektedir. Bu olağanüstü zor ve önemli görevin yürütülmesi sırasında Hz.Muhammed'e karşı kuşku duyan ve ilettiklerine inanmayanların ona karşı gelmeleri ve onu rencide edecek biçimde sözler söylemeleri üzerine Yüce Allah, öğretilerini insanlara "İletmekle" görevlendirdiği Hz.Muhammed'e bütün güç ve üstün iradenin (İzzet) her şeyi işiten ve bilen olan "Kendisinde" olduğunu hatırlatarak karşılaştığı direniş nedeniyle ona güç vermek üzere onların sözlerine "üzülmemesini" bildirmektedir. Benzer şekilde Hz.Muhammed'in vahiyleri toplumuna iletmesi sırasında ona karşı gelenlerin ondan bir "Mucize" beklediklerine dair olan sözlerinin de Hz.Muhammed üzerinde bir baskı oluşturmak için söylendiği bunun üzerine Peygamberin bu yüzden Ayetlerin bir kısmını iletmeyi terk edecek derecede üzüldüğü açıklanmaktadır.
Belki de sen "Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. Sen ancak bir uyarıcısın, Allah ise her şeye vekîldir. (52/12), (11/12)
Allah bu derece bunalan Hz.Muhammed'e hitaben onun ancak bir "Uyarıcı" olduğunu hatırlatarak her şeyin "Kendisinin" kontrolünde olduğunu bildirmekte ve ona bu İlahi görevinde destek olmaktadır.
Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. (51/47), (10/47)
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik, onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.
Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez, Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır. (60/78), (40/78)
Yüce Allah'ın, önceki toplumlara da bildikleri ve gördükleri her şeyin bir "Yaratıcısı" olduğunu ve her şeyin "Sahibi" olan bu Yaratıcının bu toplumlarda yaşayan insanlara "Doğru Yolu" göstermeleri için "Uyarıcılar" görevlendirdiği; kendilerine "Uyarıcı" gönderilen toplumlardaki insanların aralarında "Adaletle" hükmedileceği ve onlara boş yere "Zulmedilmeyeceği", kendisine verilen "Uyarıcılık" görevinde yardımcı olmak üzere Hz.Muhammed'e açıkça bildirilmektedir. Ayrıca kendisinden önce de her topluma Peygamberler gönderildiği, kendisine "Vahyedilen" Ayetlerde bunlardan bir bölümü ile ilgili olayların (Kıssaların) anlatıldığı ve durumlarından bilgi verilmeyenlerin de bulunduğuna ve hiçbir Peygamberin Allah'ın izni olmadan herhangi bir Ayeti kendiliğinden getiremeyeceğine Hz.Muhammed'in ve bu yolla bütün insanların dikkati çekilmektedir. Böylece Hz.Muhammed'in Peygamberlik görevinin kendisine de verildiğine olan "Kanaati" pekiştirilmekte ve görevini daha güvenli ve emin olarak yürütmesinde ona destek olunmaktadır.
Hz.Muhammed'e iletilen bu hatırlatma ile Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanlara da bilgi verilmektedir. Buna göre bu uyarıcıların geldiği toplumlardaki insanlara "Adaletle" hükmedileceğini ve asla "Zulmedilmeyeceğini" bildirmektedir. Zira böylece "Yaratan" ile ilgili "Gerçeklerin" ve Allah'ın öğüt ve önerilerinin iletilmesinden sonra insanların sahip oldukları "Akıl" ve Bilgi Birikimleri" ile artık "Doğru Yol" üzerine davranacakları ve "İnsan Olmak" düzeyine ulaşacakları beklenmektedir. Bu nedenle kendilerine iletilenleri düşünüp dikkate alanlar ile kibirlenip "Gerçekleri" görmekten bilinçli olarak kaçınanlar arasında "Adalet" ile hüküm verileceği ve hiç kimseye yok yere "Zulüm" edilmeyeceği hatırlatılmaktadır. Bilindiği gibi, Allah "Resulü" olan Hz.Muhammed'in "Son Uyarıcı" olduğunu açıkça bildirmektedir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Buna göre "Son Uyarıcı" tarafından iletilmiş olan ve bugün Dünya ortamının neresinde olursa olsunlar ve hangi dili konuşursa konuşsunlar artık bütün insanlar tarafından "Ulaşılması" mümkün hale gelen "Son Öğüt ve Önerileri" günümüzde yaşamakta olan ve gelecek zamanlarda yaşayacak olan bütün insanlar Akıllarını işleterek ve Bilgi Birikimlerini geliştirerek her geçen zamanda daha "Somut" bir şekilde "Anlayıp" değerlendirecekler ve davranışlarında bu "Gerçekleri" dikkate alacaklardır. Böylece kendilerine "Allah'ın Halifesi" olarak öğretilmiş" olan "Bütün İsimleri" hatırlayıp "Keşfettikleri" ölçüde "İnsan Olmak" yolunda ilerleyecekler ve sonuçta "İnsan Olmak" onuruna erişeceklerdir. Yüce Allah bunun için "Akıl Verdiği" insanları "Halifesi" olarak tayin ettiğini ve "Evreni" onların "Emrine" verdiğini ve Göklerde de (Semada) insanlar için geçimliklerin (Rızıkların) ve vadedilen "Başka Şeylerin" bulunduğunu bildirmektedir.
Allah'ın, göklerde ve yerdekileri sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? yine de insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır. (57/20), (31/20)
Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır. (67/22), (51/22)
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaat, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. (67/23), (51/23)
Yüce Allah böylece İnsanlara bütün Evren'i incelemelerini ve Evren'deki olanakları araştırarak orada bulunduğuna "Kesin ve Gerçek" olarak işaret ettiği "Başka Şeylerden" yararlarına olabilecekleri bulmalarını öğütlemektedir. Hakkında aksine bir bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı başka bir kaynağı (Kitabı) olmamasına rağmen, bazı insanların bütün bunları "Yaratan" Allah hakkında tartışan insanların bulunduğuna işaret etmekte ve onları Akıllarını Kullanarak bu "Gerçekler" üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik, sana düşen sadece duyurmaktır. (62/48), (42/48)
Öte yandan, kendilerine yapılan "Daveti" kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin kendilerine hak vermek üzere uydurdukları bahane ve delillerin Allah (Onların da Rableri) katında boş olduğu, onlar için bir gazap ve yine onlar için çetin bir azap bulunduğunun da bütün insanlara bildirilmesi Hz.Muhammed'e ve bu anlamda bütün insanlara önemle hatırlatılmaktadır.
Buna karşılık Yüce Allah, inanmamakta devam edenler ve onara "İlettiklerine" yüz çevirenler için üzülmemesi gerektiğine ve kendisini onların üzerine "Bekçi" olarak göndermediğine işaret ederek insanlara sadece "Kendisine vahiy edilenleri" duyurmasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Buna göre herkesin işediklerinden sadece "Kendilerinin" sorumlu olacakları dikkate alınmakta ve Yüce Allah Hz.Muhammed'in sadece ona "Vahyettiği" Ayetlerini insanlara duyurmasının en önemli görevi olduğuna işaret etmektedir. Bu görevin aksamaması ve insanlar arasında yanlış anlamalara ve ayrılıklara sebebiyet verilmemesi için onlar üzerinde "Zorlayıcı" şekilde davranmaması istenerek Hz.Muhammed'e yardımcı olunmaktadır.
Bu Ayet özellikle kendilerini bir şekilde "Görevli" sayarak diğer insanlar üzerinde sanki onlara doğru yola ulaştırmaya çalışan ve bunun için terör dahil her türlü "Din Dışı" uygulamaları yapan "Mezhep, Tarikat, Cemaat" gibi "İnançtan Yararlanan Çıkar Grupları" ve Allah'ın Ayetlerini dikkate almak ve anlamaya çalışmak yerine bu gruplara sorgusuz sualsiz "İnançları" gereğince katılan ve onlara teslim olan, ancak aslında sadece "İnançtan Yararlanan Grupların" çıkarlarına hizmet eden "Bilgisiz" ve "İzansız" insanlar açısından son derecede önem taşımaktadır. Zira bu şekilde kendilerine "İnancın" gereği zannederek güçlü bir şekilde "Bağlanan" insanlar oldukça bu tür "Çıkar Grupları" daima toplumda kendilerine "Çıkar" sağlayacak alanlar elde edebileceklerdir. Bundan daha kötüsünün, bu anlayışta bulunanların oluşturdukları "Gruplarca" toplumun yönetiminin ele geçirilmesi olduğu söylenebilir. Bu amaca ulaşılabilmesi için, toplumun "İnancından" yararlanan grupların, emanetin verilmesi sürecinde "İnançları" gereğince kendilerine "Teslim Olabilecek" insanları etkileyerek toplumun yönetimini ele geçirmeleri ve toplum kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmeleri mümkün olabilecektir
Görüldüğü gibi bu Ayet, günümüzde toplumun "İnanç" zaafından yararlanan grupların toplumun yönetimini nasıl ele geçirdiklerini ve Dünya üzerinde egemen olan "Çıkar Gruplarının" da bu şekildeki "İnanç Gruplarının" yönettiği toplumları ve nasıl etkileyip kendi çıkarları için "Kullandıklarına" dikkat çekmektedir. Bu nedenle Yüce Allah Ayetleri ile bütün insanlardan samimiyetle ve bilgilerinden de yararlanarak bütün işlerinde "Akıllarını" kullanmalarını ve onlara iletmiş olduğu öğüt, öneri ve uyarılarını (Ayetlerini) daima dikkate almaları gerektiğini bildirmektedir. Zira Yüce Allah Ayetleri ile istisnasız bütün insanlara tek tek "Hitap" etmektedir. İnsanlara düşen bunlar üzerinde düşünerek kendilerinden beklenen "İyi İşleri" yapmak ve "Tek Yaratıcıyı" anlayıp "Sadece" O'na teslim olmaktır. Unutulmamalıdır ki Allah Hz.Muhammed'e bile insanları "Zorla" inandırmaya çalışmamasını, onun görevinin sadece "Duyurmak" olduğunu bildirerek, başka hiçbir kimseye de kendilerinin istekleri doğrultusunda olmalarını sağlamak üzere bu anlamda ve de özellikle "Dini İnançlarından" yararlanarak "Zor" kullanmalarına ya da onları "Kandırmalarına" izin vermemiştir. Bu iznin değerinin bilinmesi gerekir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e insanlara Ayetlerini iletirken kendisine inanmayanlar ile ilgili olarak sabretmesini, onlar hakkında acele etmemesini öğütlemektedir.
O halde peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret, onlar hakkında acele etme, onlar vadedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç! (66/35), (46/35)
İnkâr edenlere ölümleri sonrasında inkâr ettikleri cezanın "gerçek" olup olmadığı sorulduğunda “Evet, Rabbimize andolsun ki gerçekmiş” diyecekleri, onlara "Öyleyse inkâr etmelerinden dolayı azabı tadın" denileceği böylece inanmayanların "azabı" gördüklerinde sanki Dünyada sadece gündüzün "bir saati" kadar kaldıklarını sanacakları hatırlatılmaktadır. Buna göre inanmayıp Allah'ın insanlara bildirdiği gerçekleri inkâr edenlerin, ölüm sonrasında karşılaşacakları "cezanın" bir türlü sona ermemesinin etkisi ile şaşıracakları ve bu yüzden Dünya'da sanki gündüzün bir saati kadar yaşamış gibi hissedecekleri açıklanmaktadır. Yani ölüm sonrasındaki zaman akışının, yeryüzünde geçen zamana göre kıyaslandığında "sonsuz" olacağına işaret edilmektedir. Bu uyarının bütün insanlara yapılan bir tebliğ (ihtar) olduğuna işaret edilmekte ve ölüm sonrasında inanmadıkları için "yoldan çıkan" toplumlardan başkasının cezalandırılmayacakları (helâk edilmeyecekleri) bildirilmektedir. Böylece bütün insanlar, ölüm sonrasında ceza ile karşılaşmamak için, halen yaşarken bu ve diğer çok sayıdaki Ayetler ile kendilerine iletilmiş olan "gerçekleri" ve yapılan uyarı ve ihtarları dikkate alarak, "Yaratılış" ve Yüce Yaratan" ile ilgili fikir sahibi olmaya ve Allah'a inanıp O'na teslim olmaya davet edilmektedir. Yüce Allah, insanları bu Ayetler ile doğru yola davet ettiğini hatırlatarak önceki Peygamberler gibi kararlı ve azim sahibi olmasını ve onlar gibi sabretmesini öğütleyerek görevinde Hz.Muhammed'e yardımcı olmaktadır.
Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar. (55/33), (6/33)
Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi. (55/34), (6/34)
Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! (55/35), (6/35)
Ancak dinleyenler daveti kabul eder. Ölülere gelince, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndürülecekler. (55/36), (6/36)
Yüce Allah, Ayetlerini insanlara iletmesi görevini yerine getirirken kendisine inanmayanların söylediklerine "Üzüldüğünü" bildiğini Hz.Muhammed'e iletmekte ve aslında o zalimlerin sadece kendisini yalanlamadıklarını fakat açıkça Ayetlerini inkar ettiklerini ve buna "Üzülmemesini" Hz.Muhammed'e öğütlediğini açıklamaktadır. Bu anlamda kendisinin doğru yolda olduğunu hissetmesi için ondan önceki peygamberlerin de yalanlanmış olduklarını, onların yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen "sabrettiklerini", sonunda da Allah'ın yardımının onlara yetiştiğini Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.
Yüce Yaratan devamla bu peygamberlerin haberlerinden bazısının "muhakkak" ona da geldiğine işaret ederek Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimsenin bulunmadığını hatırlatmakta ve bu ortamda oluşan her şeyin ve olayın "İradesi" ile düzenlediği kural ve koşullara (Allah'ın Kanunlarına) göre yürüdüğünü Hz.Muhammed'e ve tüm insanlara açıkça bildirmektedir. Buna göre "Allah'ın" kelimelerini (Peygamberlerine ilettiği öğüt ve önerilerini) kimsenin değiştiremeyeceğini bildirmekte ve insanların kendisinden yüz çevirmeleri "Ağır Geldi" ise onlara göstermek üzere bir "Mucize" aramasının bir yararının olmayacağını da hatırlatmaktadır.
İnanmayanların "yüz çevirmesine" ve kendisine söylenenlere üzülen Hz.Muhammed'e inanmayanların ondan mucize bekledikleri "mucizenin" bulunmadığını mecazi olarak yerde ve gökte aramamasını açıklayan Yüce Allah, dileseydi elbette onları hidayet (doğru Yol) üzerinde toplayıp birleştirmiş olacağını o nedenle bu gerçek dururken sakın başka düşüncelere önem verip "cahillerden" olmamasını, ancak onu dinleyenlerin (anlayıp kabul edenlerin) yaptığı bu "daveti" kabul edeceklerini, bunlara aldırmayanların bu "gerçekler" karşısında "Ölü" gibi olduklarını ve Allah'ın onları diriltip (inkarlarını yüzlerine vurup) sonra da Allah'a döndürüleceklerini Hz.Muhammed'e öğütlemektedir. Zira Yüce Yaratan bütün insanlara lütfettiği "Akıl" ile kendilerine iletilen "Gerçekleri" anlayabileceklerini, kibirlenerek akıllarını bu gerçekleri küçümseyerek inanmamalarına ve inkâr etmelerine doğru kullanmalarının kendi "Seçimleri" olduğunu ve ancak bu gerçekleri samimiyetle ve "Merakla" dinleyenlerin "Daveti" kabul edebileceklerini dikkate almasını ve görevinin yapılmasında bir engel bulunmadığını belirterek Hz.Muhammed'e yol göstermekte ve "O halde sakın cahillerden olma" diyerek ona "Uyarıda" bulunmaktadır.
Yüce Yaratan Hz.Muhammed'e ondan önce de “nice” peygamberler gönderdiğini onların da eşleri ve çocukları olan diğer insanlar gibi normal insan hayatı yaşadıklarını ve toplumlarına açık "deliller" getirdiklerini, ancak toplumlarının onları dinlemeyip Ayetlerini yalanlayanların (günaha dalanların) hak ettikleri "cezalarını" verdiğini bildirmektedir.
Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. (84/47), (30/47)
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin yazıldığı bir kitap vardır. (96/38), (13/38)
Allah dilediğini siler, sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır. (96/39), (13/39)
Buna karşılık onlara ve getirdiklerine inanan ve iman edenlere (müminlere) doğru yola ve kurtuluşa ulaşmalarında yardım etmesinin de "Kendisine" düşen bir "görev" olduğunu onun şahsında bütün insanlara açıklamasını Hz.Muhammed'den istemektedir.
Böylece bazı inançlarda halen sürdürülmekte olan ve "dini" açıdan ayrıcalıklı oldukları kabul edilen insanların evlenmelerinin yasak edilmesi, evlenen diğer insanların da boşanmalarının yasaklanması ya da inançlarının daha üstün düzeye çıkarılması için çile veya eziyet çekilmesi gibi uygulamaların ve düşüncelerin doğru olmadığına işaret edilmektedir.
Ayetteki ifadelerden ayrıca Hz.Muhammed'e karşı gelip itiraz edenlerin onun önceki peygamberler gibi bir "mucize" getirmediğini ileri sürdükleri, bu nedenle de ondan bir mucize getirmesini bekledikleri ve mucize niteliğinde bir işaret indirmedikçe onun bildirdiklerine inanmayacaklarını söyledikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle mucize getirmedikçe ona inanmayacaklarını söyleyenlere Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânının olmadığını iletmesi Hz.Muhammed'den istenmektedir. Buna göre mucize olarak belirtilen şeylerin ve olayların Allah'ın takdirinde bulunduğuna, ne zaman gerekiyor ise o zaman gerçekleşeceğine işaret edilmektedir. Öte yandan, geçmiş dönemlerde meydana gelen olayların açıklandığı Ayetlerden de görüleceği gibi, Yüce Allah geçmişte her dönemde yaşamış olan toplumlara görevlendirdiği peygamberleri ile o döneme ait uyarı, öğüt ve önerilerini bildirdiğini, her dönemin (müddetin) bir kitabının olduğunu belirterek açıklamaktadır. Ayrıca, önceki peygamberlerin özellikle kendi toplumlarına ve yaşadıkları dönemler ile ilgili konuları tebliğ etmekle görevlendirildikleri ve insanların yeterli düzeyde bilgi birikimine ulaşamamış oldukları dikkate alındığında, bu peygamberlerin insanların dikkatlerini çekerek ilettiklerini kavrayabilmeleri için Yüce Yaratan tarafından bazı alametler ve birtakım mucizelerle desteklendikleri Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılabilmektedir.
Nitekim Ayetlerin indirildikleri dönemdeki Arap toplumunda geçerli olan görgü ve gelenekler açısından bakıldığında Kur'an’da yer alan ve toplum yaşamını ile ilgili hükümlerin insan yaşamının daha "Düzgün" ve "Huzurlu" bir şekilde sürdürülmesini sağlamak üzere "Düzeltilmesi" ve "Düzenlenmesi" açısından "Şekillendirilmesi" olarak değerlendirilmesi mümkün olabilir. Toplum düzeni ile ilgili bu tür Ayetlerin "Akıllı" insanlar tarafından daima geliştirilerek daha iyi yaşam koşullarına ulaşılması çabalarının devam ettirilmesi ve devam ettirilmesi onlardan beklenmektedir. Buna göre özellikle o zamanki toplum yaşamına dair olan Ayetlerin hükmünün diğer zamanlarda ve "gelecek" zamanlarda yaşayacak olan "Akıllı" insanlar tarafından, bir Ayet hükmünün ancak bir diğer Ayet hükmü ile değiştirildiğini bildiren önemli bir Ayet dikkate alınarak, bu değişiklikleri açıklayan Ayetlere göre toplum düzeninin sağlanabileceğine Yüce Allah tarafından işaret edilmekte ve bildirilmektedir.
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" dediler, hayır; onların çoğu bilmezler. (70/101), (16/101)
Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (87/106), (2/106)
Bu anlamda diğer Ayetlerin yerine geçen ve hükümlerini yürürlükten kaldıran Ayetler, Kur'an’ın değişen ve gelişen toplumlar tarafından daha açık bir şekilde anlaşılmalarını sağlamak üzere bir "Anahtar" niteliği taşımaktadır. Bu konuda “Anahtar ve Muhkem Ayetler” bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Ancak Hz.Muhammed'e vahiy etmiş olduğu Kur'an’ın Evren'in sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara "en son uyarı, öğüt ve öneriler" olduğu Ayetlerde bildirilmektedir. Buna göre Kur'an Ayetlerinin (Kitap), her bir insanın yapacağı "seçimle" göre farklı bir hayat tarzının bulunduğuna dikkat çekerek, her zaman dilimindeki "şartlara" uyum sağlayacak özellikte oldukları bildirilmektedir. Bu durumda Yüce Allah’ın Hz.Muhammed döneminde yaşamış olanlarla birlikte, bu dönemden itibaren sonraki dönemlerde yaşayacak olan bütün insanlar ve toplumlar için gelecekteki o dönemler ile ilgili olarak Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini de bildirdiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan Kur'an’ın, Hz.Muhammed döneminde "İnsanlığın" kendisine iletilen "gerçekleri" artık geçmiş dönemler ile ilgili Ayetlerde belirtildiği gibi "mucizelere" ihtiyaç duymadan ve "Akıllarını" kullanarak kavrayabileceği bir dönemin "başlangıcı" olarak vahiy edildiği söylenebilir. Bu durumda Kur'an bir anlamda Hz.Muhammed'in getirdiği bir "mucize" (Hz.Muhammed'in mucizesi) olmaktadır. Bu anlamda Allah'ın uyarı, öğüt ve önerileri olarak bütün insanlara "son" olarak iletmiş olduğu Kur'an'ın, kendisinden önce vahiy edilmiş ve çeşitli nedenlerle değişikliğe uğramış bulunan diğer bütün ilahi mesajlarının (Kitaplarının) doğru olarak nasıl anlaşılması gerektiğine işaret ettiği ve bütün ilahî mesajların (Vahyin) kaynağı (aslı) olduğu anlaşılmaktadır.
Yüce Yaratan "vahiy ettiklerinin" hükmünü kaldırması veya o Ayeti unutturmasının "Kendi" tasarrufunda ve yetkisinde olduğunu, buna göre dilediğini sildiğini, dilediğini sabit bıraktığın ve bütün kitapların kaynağının "aslının" Allah'ın yanında bulunduğunu bildirerek Hz.Muhammed'e yardımcı olmakta ve görevinin yerine getirmesinde gelecek dönemdeki insanlara da hitap ettiği açıklanarak destek olunmaktadır.
Yüce Allah, bütün insanlara iletilmek üzere uyarı, öğüt ve önerileri olarak bildirdiği "vahiylere" inanmayanlara (inkâr edenlere) vadettiği "azabın" bir kısmını kendisine gösterse de veya göstermeden vefat ettirse de bunları düşünmeden "tebliğ" görevini yerine getirmesi gerektiğini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Biz, onlara vadettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya seni öldürürsek de sana ancak tebliğ etmek düşer, hesap yalnız bize aittir. (96/40), (13/40)
Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah hükmeder, Allah'ın hükmünü bozacak kimse yoktur ve O hesabı çabuk görendir. (96/41), (13/41)
Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı halbuki bütün tuzaklar Allah'a aittir, çünkü O, herkesin ne kazanacağını bilir.
Bu yurdun sonunun kimin olduğunu yakında kafirler bileceklerdir! (96/42), (13/42)
Kafir olanlar: “Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin”, derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan yeter.” (96/43), (13/43)
Hz.Muhammed'in görevinin Kur'an Ayetlerini tebliğ etmek olduğuna işaret edilmektedir.
Yüce Allah inanmayanlar ile ilgili olarak yapılacak işlemlerin belirlenmesinin (hesaplarının görülmesinin) O'na ait olduğu hatırlatılarak tebliğ görevini yerine getirmesinde kararlı ve dirayetli olması için Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olduğunu bildirmektedir.
Öte yandan inkâr edenlere, bu "vahiylere" ilgi duymaya yönlendirecek bir olasılık olarak, zaman içinde gördükleri gibi yeryüzünün şeklinin ve imkanlarının devamlı olarak "değişmekte" olduğunu, buna bağlı olarak yeryüzünden elde ettiklerinin Allah'ın iradesi ile zaman zaman azaltıldığını (uçlarından eksilttiğimizi), bu durumun bir delil ve örnek olarak Allah'ın "dilediği" gibi hükmetmesinin gereği olduğunu, Allah'ın verdiği hükmü bozacak kimse bulunmadığını ve Allah'ın "Kendisine" inanmayanlar ile ilgili "hesabı" çabuk gördüğünü onlara bildirmesini gerçekleri iletme görevinin bir parçası olarak Hz.Muhammed'den istemektedir.
Burada yeryüzündeki şeklinde ve sağlanan faydalarda meydana gelen değişikliklerin (özellikle afetler, kıtlık, kuraklık gibi), Allah'ın Evren ve Dünya ortamının yaratılması ve sürdürülmesi ile ilgili olarak düzenlediği ve doğa kanunları olarak tanımlanan kural ve koşullara (Allah'ın Kanunlarına) göre gerçekleştiği belirtilmektedir. İnsanların gelişen ve çoğalan bilgi birikimleri ile bu değişimleri giderek daha çok anlayacaklarına işaret edilerek Ayetlerin bu özelliklerine inanmayanların dikkatleri çekilmektedir.
İnanmayanların önceki dönemlerde de peygamberlerine tuzak kurduklarına dikkat çekilerek Hz.Muhammed'e bütün tuzakların Allah'ın bilgisi dahilinde olduğu ve Alllah'tan gizli bir şey bulunmadığı, kimin neyi amaçladığını, kimin ne kaybedeceğini veya kazanacağını bildiği ve buna göre inkarcıların kurudukları tuzakların bir "hiç" niteliğinde olduğu hatırlatılmaktadır. Yüce Allah, yaptığı bu hatırlamalara ve kendisine inanmayanların ölüm sonrasında karşılaşacakları "gerçekleri" göreceklerine işaret etmektedir. Ayrıca zihninde bir kuşku kalmaması için kendisinin peygamber olarak gönderilmediğini söyleyen inanmayanlara şahit olarak Allah ve yanında Kitabın bilgisi olanların (iman etmiş olanların) yeterli olacağını bildirmesi öğüt verilmektedir. Böylece Hz.Muhammed'e inanmayan "kafirler" ile mücadele (cihad) etmesini, bu mücadelede kendisine bildirilenlerin ışığında gerektiğinde "sert" davranmasını ve onlara ölüm sonrasında varacakları yerin gidilecek "ne kötü" bir yer olan "cehennem" olduğunu bildirmesini istemektedir.
Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran onların varacağı yer cehennemdir, o gidilecek yer ne de kötüdür! (107/9), (66/9)
Yüce Allah bu uyarı ile "gerçeklerin" bütün insanlara "tebliğ" edilmesi görevinde Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olmaktadır.
Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı gösterdik, öyle ise onlar bu işte seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine davet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru bir yoldasın. (103/67), (22/67)
Eğer seninle münakaşa ve mücadeleye girişirlerse: "Allah yaptığınızı çok iyi bilmektedir" de. (103/68), (22/68)
Allah kıyamet gününde, ihtilaf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir. (103/69), (22/69)
Yüce Allah, Hz.Muhammed'den önceki dönemlerde yaşamış olan insanlara da aralarından seçip görevlendirdiği peygamberler tarafından Allah'a inanarak ibadet etme tarzlarını gösterdiğini açıklamakta ve kendisine vahyedilen Ayetlerdeki uyarı, öğüt ve önerilere göre insanlara bildirilen ibadet ve uygulamalar konusunda kendisi ile "çekişmemeleri" gerektiğini de bildirmesini, yalnızca onların hepsini Allah'a inanmaya çağırmasını, eğer münakaşa ve mücadeleye girişirlerse onlara sadece "Allah yaptığınızı çok iyi bilmektedir" demesini istemektedir. Ayrıca ölümleri sonrasındaki "Kıyamet" ortamında insanlara Dünya'da yaşarken aralarında ihtilaf etmekte oldukları özellikle Allah, Kur'an ve İslam ile ilgili konularda "son hükmü Allah'ın vereceğini "kesin bir gerçek" olarak hatırlatmasını ve hakikaten "dosdoğru" bir yol üzerinde olduğunu bildirerek "tebliğ" görevini yerine getirmesinde Hz.Muhammed'de yardımcı olmakta ve desteklemektedir.
Hz.Muhammed'in insanlara bildirdiği Allah'ın Ayetlerine iman etmediği halde inandıklarını söyleyen kimselerin ve Yahudilerin kendisine karşı çıkmaları nedeniyle, Yüce Allah güçlü olmasına ve güvende hissetmesine yardımcı olmak üzere Hz.Muhammed'e ayrıca bazı açıklamalar yaparak öğütler vermekte ve "üzülmemesini" bildirmektedir.
Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanların seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır. (112/41), (5/41)
Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever. (112/42), (5/42)
İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir. (112/43), (5/43)
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de. Hepsi ona şahitlerdi. Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir. (112/44), (5/44)
Tevrat'ta onlara şöyle yazdık:” Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Yaralar da kısastır. Kim bunu bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” (112/45), (5/45)
Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik. (112/46), (5/46)
İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır. (112/47), (5/47)
Sana da daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı fakat size verdiğinde sizi denemek için. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri O haber verecektir. (112/48), (5/48)
Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. (112/49), (5/49)
Yoksa onlar cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır? (112/50), (5/50)
Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. (112/51), (5/51)
Yüce Allah, daha önce tüm insanlara gönderdiği Musa ve İsa Peygamberlerin Allah'ın onlara "vahiy ettiği" Ayetlerini toplumlarına ilettiklerini, ancak bu kimselerden ve Yahudilerden bir bölümünün aslında bunlara içtenlikle (Kalplerinin) inanmamalarına rağmen (iman etmedikleri halde) ağızlarıyla "inandık" diyerek (münafıklık yaparak) iki yüzlü davranan ve böylece "küfür içinde" koşuşturanlara inandıklarını açıklamakta ve bu duruma üzülmemesini Hz.Muhammed'e öğüt vermektedir. Zira Yüce Allah, onların aslında "inanmadıkları" için Tevrat ve İncil'deki Ayetleri (kelimeleri) yerlerinden kaydırıp değiştirdiklerini, uydurdukları "kendi yalanlarına" uyduklarını (kulak verdikleri), bu nedenle de daima Hz.Muhammed ile beraber olmadıklarını (sana gelmeyen kimseler) hatırlatmakta ve bu yüzden "kalben" inanmamış olanların da Hz.Muhammed'in ilettiklerine inanmayıp bunların "uydurduklarına" uyduklarını açıklamaktadır. Bu bağlamda inkâr ederek kendisi ile beraber olmayanların, aslında inanmayan fakat inandıklarını söyleyenlere (münafıklara), eğer bekledikleri veya istedikleri (şu) verilirse hemen almalarını, o verilmezse sakınmalarını söyleyerek öğüt verdikleri Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah verdiği bu örnek ile Hz.Muhammed'e bir kimseyi şaşkınlığa düşürmek isterse Allah'a karşı onun lehine hiçbir şey yapamayacağını, zira "bu yaptıkları nedeniyle" onların Allah'ın kalplerini temizlemek (doğru yola ulaştırmak) istemediği kimseler olduklarını, onların dünyada rezillik içinde yaşayacaklarını ve ölümleri sonrasında da (ahirette) onlara özel büyük bir azap bulunduğunu ve bu yüzden onlar için ayrıca "gayret" göstermesine gerek bulunmadığını açıklamaktadır. Ayrıca onların hep yalana kulak verdikleri ve durmadan haram yerdiklerine işaret edilerek aralarındaki sorunların çözümü veya anlaşmazlıkların giderilmesi için yanına geldiklerinde, isterse aralarında hüküm vermesini, eğer hüküm verirse de Allah'ın âdil olanları sevdiğini hatırlatarak, aralarında adaletle hükmetmesini ve isterse de onlardan yüz çevirmesini (kabul etmemesini) önermekte, onları kabul etmemesi halinde de (yüz çevirirse de) onların kendisine hiçbir zarar veremeyeceklerini bildirmektedir. Ayrıca içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde hala kendisini "hakem kıldıklarına" ve sonra da onlara "bildirilenlerin" Tevrat'taki gerçekler olduğunu görmelerine rağmen (bunun arkasından) yüz çevirip gittiklerine işaret etmekte ve onların "gerçekten" inanmış kimseler olmadıklarını Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.
Yüce Allah bu uyarıları ile Yahudilere, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdiğini, kendilerini Allah'a vermiş peygamberlerin ve Allah'ın Kitabını (Tevrat'ı) korumaları kendilerinden istendiği için Allah'a teslim ve takdirine razı olan ve her şeyde Allah'ın sırlarının bulunduğu bilinci ile "helal" olanlar dışında Dünya malının ve nimetlerinin çekiciliğinden vaz geçerek yaşayanların (zâhidlerin) ve bilginlerin de "Tevrat" ile Yahudilere önderlik ettiğini (hükmettiğini) hatırlatmaktadır. Bu hatrırlatma yapılarak Yahudilere onların hepsinin Allah'ın "şahitleri" oldukları belirtilmekte ve bu gerçeği dikkate alarak kendilerinden yararlanan "İnsanlardan" korkmamaları, Allah'ın bildirdiklerine uymaları (benden korkun), insanlara bildirdiği gerçeklere (Ayetlerimize) çıkarları uğruna uymazlık yapmamaları (az bir bedel karşılığında satmamaları) açıklanmakta ve bu uyarılara rağmen kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onların kafirlerin ta kendileri oldukları bildirilmektedir. Yüce Allah bu hatırlatma ve uyarıları ile Yahudi toplumuna içinde "doğruya rehberlik ve nur" olduğu halde indirdiği ve "zahidler ile bilginler" tarafından "korunan ve uygulanan" Tevrat'ın "asıl" hükümlerine uymalarını ve Ayetlerine başka anlamlar vererek değiştirmemeleri gerektiği hatırlatılmakta, Hz.Muhammed'e indirilen Ayetlerin onlara bu anlamda yol gösterici olduğu açıklanmaktadır. Bu bağlamda bir örnek olarak Tevrat'ta Yahudilere yaralamalar dahil olmak üzere cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş olarak ifade ettiği "kısasın" hak olduğu, ancak bunun uygulanmasında bir istisna olarak da kim kendisine verilen bu "hakkı" bağışlarsa (kısas olarak karşılık vermez ise) bunun yaptığı hata ve yanlışlıkların (günahlarının) örtülmesini veya kaldırılmasını sağlayacağı (kefaret), buna karşılık Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin ise "zalim" olduklarını onlara bildirdiği hatırlatılarak Hz.Muhammed'e "vahyedilenlerin" onlar için de geçerli ve Allah'ın "gerçek hükmü" olduğu bildirilmektedir. Allah böylece vahiy ettiği Kur'an Ayetlerinin aynı zamanda Tevrat'ta bildirilenlerin asıl (gerçek) anlamları ve açıklamaları olduğunun Yahudilere bildirmesinde Hz.Muhammed'e yardımcı olmaktadır.
Yüce Allah buna ilaveten İsa Peygamberin bildirdiklerine uyan Hristiyan toplumuna da kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve esasen diğer tüm peygamberlere de bildirilmiş olanları tüm insanlara bildirmek üzere (peygamberlerin izleri üzerine), Meryem oğlu İsa'yı daha sonra (arkalarından) gönderdiğini ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdiğini açıklamaktadır. Buna göre İncil'e inananların da Allah'ın "onda indirdiği" ile hükmetmeleri gerektiği bildirilmekte ve kim Allah'ın indirdiği ile, yani İncil'in Allah'ın İsa Peygambere vahiy ettiği "asıl" Ayetleri ile hükmetmezse işte onların Allah'a itaat etmekten çıktıkları (fasıklardan oldukları) bildirilmektedir. Buna göre İncil'in bazı Ayetlerinin de zamanla değiştirilmiş olduğuna işaret edilmekte ve Tevrat için açıklandığı gibi, Hz.Muhammed'e "vahyedilen" Kur'an Ayetlerinin", Allah'ın "gerçek hükmü" olarak, İncil Ayetleri için de doğrulayıcı ve geçerli olduğu bildirilmektedir.
Buna göre Yüce Allah Hz.Muhammed'e vahiy ederek, daha önceki peygamberlere indirilen hükümlerini (Kitap) diğer bir ifade ile Tevrat'ı ve İncil'i doğrulamak ve onları "korumak" üzere "gerçekleri" açıklayan en son ve en doğru (hak) Kitap (Kur'an) gönderdiğini, artık aralarında Allah'ın indirdiği (Kur'an) ile hükmetmesini ve ona gelen bu "gerçeği" bırakıp da onların arzularına uymamasını öğüt vermektedir.
Yüce Allah özellikle toplumundaki Yahudi ve Hristiyan inancındaki insanların kendisine inanmamaları ve ilettiklerini de inkâr etmeleri karşısında yürütmekte olduğu "tebliğ" görevinden geri durmamasını, ayrıca kendisi ile tartışarak Allah'ın kendisine indirdiği hükümlerin "bir kısmından" kendisini saptırmamalarına dikkat etmesini bildirmektedir. Hz.Muhammed'in bu duruma dikkatinin çekilmesi ile ona ve aslında tüm "İman Edenlere" onların Hz.Muhammed'e inanmamakta birleştikleri ve bu anlamda birbirlerinin dostu oldukları hatırlatılarak, Allah'a olan iman ve inançları ile ilgili konularda Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmemeleri istenmektedir. Zira Allah'ın tüm insanlara son olarak bildirdiği gerçeklere inanmayanların "zalimler topluluğu" olduğuna, bu nedenle onlara artık doğru yolu göstermeyeceğine işaret edilerek onları bu anlamda dost tutanların onlar gibi düşünmeye yönlendirileceklerine ve sonunda onlardan olacaklarına dikkat çekilmektedir.
Bütün çabasına rağmen eğer yüz çevirirlerse bu durumun Allah'ın günahlarının bir kısmını onların başına bela etmesi ile ilgili olduğunu açıklamaktadır. Yahudi ve Hristiyanlar yanında Allah'ın vahiylerini ilettiği için kendisinden "yüz çevirenlerin" birçoğunun da zaten akıllarını kullanmamaları yüzünden yoldan çıkmış olduklarına ve onların önceki "cahiliye" dönemini aradıklarına işaret ederek onlara Allah'ın hükümranlığından daha güzel bir durum olmadığını bildirmeye devam etmesini önermektedir.
Ayrıca geçmişte görevlendirdiği bütün peygamberlerin her birine "vahiy ederek" insanların yaşantılarını ve toplumsal yaşamı düzenlemek üzere ve hiçbir zaman değişmeyecek olan "dinsel" kurallar ve bir yol (şeriat) verdiğini, dileseydi tüm insanları bir tek ümmet yapmış olacağına işaret ederek peygamberlerine bildirdikleri ile (verdiğinde) onları ve tüm insanları "denemek için" böyle yaptığını açıklamaktadır.
Buna göre aslında tüm insanlara Allah'ın bildirdiği "gerçekler" üzerinde (iyi işlerde) birbirleri ile yarışmaları öğüt verilmektedir. Zira insanların üzerinde akıllarını kullanıp düşünmemeleri yüzünden kendilerine bildirilen "gerçekleri" anlamayıp kuşkulanmaları sonucunda iman edemedikleri belirtilmekte ve aralarında ayrılığa düştükleri (anlamamakta devam ettikleri) şeylerin artık herkesin Allah'a "dönecekleri" zaman tüm insanlara haber verileceği bildirilmektedir.
Hz.Muhammed'e yapılan bu öğüt ve önerilerin insan ilişkilerinde ne kadar "önemli" olduklarına, aynı zamanda bu ortamda "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan "tüm insanların da" dikkati çekilmektedir. Buna göre bütün insanlardan yaptıklarında ve davranışlarında Hz.Muhammed'e hitaben bildirilen bütün bu hususların daima dikkate almaları beklenmektedir. Böylece insanların ancak Ayetlerde belirtilen "gerçekleri" dikkate almaları ve her işlerinde ve davranışlarında "Akıllarını" kullanmaları halinde "İnsan Olmak" düzeyine ulaşabilecekleri açıklanmaktadır.
Sonuç olarak Yüce Yaratıcı Kur'an Ayetleri ile bütün insanlardan Ayetlerde yer alan bütün uyarı, öğüt ve önerileri dikkate almalarını, "Bilgi Birikimlerini " ve "Akıllarını" kullanarak onları "anlamaya çalışmaları", davranışlarını onlara göre "düzene sokmaları" ve her konuda onlar üzerinde düşünerek karar vermeleri beklediğini bildirmektedir.
Hz.Muhammed'in Allah'tan aldığı "vahiyleri" tüm insanlara iletmesini (tebliğ etmesini) açıkça kendisine bildirilmektedir.
Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğuna rehberlik etmez. (112/67), (5/67)
"Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça bir şey üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme. (112/68), (5/68)
Ayetlerdeki bu ifadeler ile Yüce Yaratan Hz.Muhammed'i "elçisi" olarak "seçtiğini" ve ona vahiy ederek indirdiklerini tüm insanlara tebliğ etmesi "görevini" verdiğini açıklamakta ve bunu yapmadığı takdirde verdiği bu eşsiz "görevi" yapmamış olacağını kendisine hatırlatmaktadır. Buna göre Yüce Allah o dönemde yaşayan tüm insanların, çağlar boyunca çok sayıdaki "peygamberler" tarafından insanlara iletilen Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini zamanla unutup nefslerine uymaları ve kendi akıllarına göre yaşam tarzları geliştirmiş, toplum düzeni oluşturmuş ve istek ve çıkarlarına göre alışkanlıklar edinmiş olmaları sonucunda, Hz.Muhammed'e verilen insanların yeniden Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine yönlendirilmesi görevinin çok tehlikeli olabileceğine işaret ederek, kendisini insanlardan koruyacağını açıklamaktadır. Bu bağlamda o dönemde içinde bulunduğu toplumda etkili olan ve esasen onlara da Musa ve İsa peygamberler tarafından Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini açıklayan "Kitaplar" verildiği (Tevrat" ve İncil) için "Kitap Ehli" olarak adlandırılan Yahudi ve Hristiyanların kendisine karşı geleceğine dikkati çekilmekte ve onlara Allah'tan indirilen Tevrat'ı, İncil'in hükümlerini indirildikleri gibi, asıllarına uygun ve doğru olarak (hakkıyla) uygulamadıkça bir şey (doğru yol) üzerinde olmayacaklarını hatırlatmasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Yüce Yaratan Hz.Muhammed'e "indirdiği" Kur'an’ın onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracağına işaret ederek ona bu görevini yerine getirmesinde cesaret ve azimli olması için yardımcı ve destek olacağını açıklamakta ve inanmayan (kafirler) topluluğuna üzülmemesini istemektedir.
Yüce Allah görevini yerine getirdiğine ve insanların bundan sonra onlara iletmiş olduğu Ayetlerine inanan ve "gerçeklere" ulaşanların daima çoğalacaklarına işaret ederek Hz.Muhammed'i onurlandırmaktadır.
Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de (114/1), (110/1)
İnsanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit (114/2), (110/2)
Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile, çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (114/3), (110/3)
Hemen tüm tefsirlerde bu üç Ayetten oluşan bu surenin (Nasr) Hz.Muhammed'e vahyedilen son Ayetler olduğu belirtilmektedir. Çünkü Yüce Yaratan Kur'an’da yer alan bütün Ayetlerin ortak ifadesi olarak Hz.Muhammed'i, Evren ve Evren ötesindeki tüm ortamlarda ve o ortamlarda (Alemler) bulunan "bütün yaratılmışların" Allah'ın "Yaratıcılığı" ile gerçekleştiğini, Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu, Evren'deki tüm yaratılmışların (Evren ve bünyesindeki her şeyin) ancak "İnsan" için var edildiğini, Allah'ın "merhameti "ile yaratmış olduğu bütün "yarattıklarına" (Alemlere Rahmet olarak) ve kendilerine "özel" olarak lütfederek "Akıl" verdiği bütün "İnsanlara" bildirmek üzere gönderdiğini bildirmektedir.
Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (73/107), (21/107)
Kur'an’da Hz.Muhammed ile ilgili belki de en önemli bir "tanımlama" olarak onun "Âlemlere Rahmet" olarak gönderildiği bildirilmektedir. Ayrıca bütün "İnsanlara" bütün bu "gerçekleri" anlamaları ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a "iman etmeleri" gerektiğini özel olarak iletmek üzere Allah'ın Hz.Muhammed'i "son" peygamber olarak seçtiği ve görevlendirdiği belirtilmektedir. Buna göre "Alemlere Rahmet" ifadesi ile, Hz.Muhammed'in bütün insanlara "doğru yolu" gösterdiği, birbirlerini ve bütün "yaratılmışları" sevmeyi ve korumayı "tavsiye ettiği" ve Evren ve bünyesinde yaratılmış olan "her şeyin" ancak Allah'ın bu ortamdaki "Halifesi" ve kendisine "Akıl" verilmiş olan "İnsan" için var edildiğini bildirdiği açıklanmaktadır.
Yüce Yaratan Hz.Muhammed'e ona olan yardımı ile onu zafere ulaştırdığını bildirmekte ve Bu çok önemli ve "kutsal" görevin tamamlanması sonucunda "İnsanların" gruplar halinde Hz.Muhammed'in tüm insanlara "bildirdiği" Allah'ın dini olan "İslam'a" girdikleri belirtilmektedir. Bu nedenle Yüce Allah, "Allah'ın Dini" olarak tanımladığı "İslam'ı" tüm "İnsanlara" bildirmek olan bu kutsal ve onurlu görevini "başarı" ile tamamladığına işaret ederek, "İnsanların" bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğünde Allah'ı yüceltmesini (hamdederek), daima adını anmasını (tesbih et) ve Allah'tan kendisi ve bütün insanlar için af dilemesini Hz.Muhammed'den istemektedir. Yüce Allah insanların yaptıkları hataları ve yanlışlıkları fark edip tekrarlamamak için edecekleri "tövbeleri" kabul ettiğini bir defa daha Hz.Muhammed'e ve bütün "İnsanlara" hatırlatmaktadır.
Sonuç olarak Yüce Yaratan Hz.Muhammed'i "Bütün İnsanların Peygamberi" olarak göndermiştir. Buna göre Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed, "Son Uyarıcı" olarak kendisine "vahyedilenleri" iletmekle Evren'in sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan "Bütün İnsanlara" kurtuluşa ve mutluluğa ermenin yollarını göstermiş ve bildirmiştir.
Güçlüklere ve Sorunlara Dayanması ve Kararlı Olması
Yüce Allah vahiy ettiği ilk Ayetlerin "etkisinde" olan ve bir "kulu" olarak belirtitiği Hz.Muhammed'in Allah'ı hissederek O'na yönelip O'na dua ve yakarışta bulunduğuna işaret etmekte ve böylece dua etmesinden (namaz kılmasına) kuşkulanarak Hz.Muhammed'i bu davranışından "meneden" kişi veya kişilere uyarılarda bulunmaktadır.
Menedeni gördün mü? (1/9), (96/9)
Namaz kılarken bir kulu. (1/10), (96/10)
Ne dersin, o doğru yolda ise. (1/11), (96/11)
Yahut takvâyı emrediyorsa! (1/12), (96/12)
Ne dersin o yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa! (1/13), (96/13)
Allah'ın gördüğünü bilmez mi! (1/14), (96/14)
Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından yakalarız. (1/15), (96/15)
O yalancı, günahkâr alından. (1/16), (96/16)
O, hemen gidip meclisini çağırsın. (1/17), (96/17)
Biz de zebânîleri çağıracağız. (1/18), (96/18)
Hayır! ona uyma! Allah'a secde et ve yaklaş! (1/19), (96/19)
Ayetlerdeki ifadelerden anlaşıldığına göre Hz.Muhammed'in "dua" etmesine mani olan kavmindeki insanlara uyarılarda bulunulmakta ve hatırlatmalar yapılmaktadır. Zira Hz.Muhammed'in aldığı vahiyler nedeniyle "dua" etmesine karşı gelenlerin, Hz.Muhammed'in "doğru yolda" olabileceğini, insanlara "bir Yaratıcıya" inanmalarını (Takva) önermekte olduğunu, eğer o da Allah’a sırt dönerse ve yalanlarsa Allah'ın mutlaka yaptıklarını göreceğini düşünüp düşünmedikleri sorularak "dikkatlerinin çekildiği" ve bu “gerçekler” üzerinde düşünmeye "yönlendirildikleri" anlaşılmaktadır.
Böylece Allah'ın kendisine karşı gelenleri "doğru yola" ve "takvaya" yönlendirmesinde Hz.Muhammed'e yardımcı olduğu belirtilmektedir. Ancak yalanlamaktan vaz geçmezler ise Yüce Yaratanın o yalancıların bu düşünceleri nedeniyle (günhkar alınlarından) yakalanacakları (ölüm sonrasında azap çekecekleri) Hz.Muhammed'e karşı gelenlere "ihtar" edilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e onların aralarında birlik olarak kendisini yalanlamalarından endişe etmemesini çünkü onların ölüm sonrasında yeniden diriltildiklerinde eziyet göreceklerini bildirmekte ve onlara uymamasını, sadece Allah'a secde ederek dua etmesini, böylece Allah'a "yaklaşmasını" öğüt vermekte ve önermektedir.
Bu durum, Hz.Muhammed'in ilk vahiyleri almasını takiben Allah ile ilgili olarak etrafına bilgi vermesi sırasında karşılaştığı "Karşı Koymalar" ile ilgili olmakla birlikte, bu Dünya ortamında yaşayacak olan son insana kadar geçerli olacak bir konu niteliğindedir. Buna göre, Hz.Muhammed'in ve Allah Sözü olarak tüm insanlara ilettiği Kur'anı ve Allah'ı yalanlayan insanların Allah'ın tüm olanları "gördüğünü" düşünmeleri ve bu durumu anlamaya çalışmaları gerektiğine dikkatleri çekilmektedir.
Aksi halde bu inkarlarında bilerek devam edilmesi ve böylece Allah'ı yalanlayıp günahkar duruma düşülmesi ve bu fikirle bu Dünya ortamından Gerçek ortama geçilmesi halinde, bu insanların Ahiret ortamında alınlarından yakalanacakları belirtilmektedir. Bu durumda bulunan insanların kendi gibi düşünenleri çağırmasının ve aramasının (birlik oluşturmalarının) bir faydasının olmayacağı, “görevlilerin” orada Allah adına gerekenleri yapacağı bütün insanlara hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmaların insanlar tarafından dikkatle değerlendirilerek Hz.Muhammed'i ve Allah'ı yalanlayan telkinlere uyulmaması ve sadece Allah'a "Secde" edilmesi, yani samimiyetle inanarak O'na teslim olunması önerilmektedir.
Ayette “namaz kılarken" ifadesi ile, genel olarak Allah'ı düşünerek O'na teslim olunması ve O'na ibadet ve dua edilmesi tanımlanmaktadır.
Zira namaz ibadetinin bugünkü şekli, Hz.Muhammed'in Miraç olayından sonra kendisi tarafından belirlenmiş ve yalnız veya toplu olarak bu şekle uygun olarak yapılmaya başlanmıştır ve o zamandan beri de bu şekilde yapılmaktadır. Ancak namaz ibadetinin bugünkü bilinen şekilde yapılmasından önce İbrahim ve diğer peygamberler tarafından da Allah'a yapılan "namaz benzeri" dualar ve ibadetler Kur'an’da "namaz" olarak tanımlanmaktadır.
Bu konuda “namaz “Bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e indirdiği "ilk Ayetlerinde" "kaleme ve yazdıkları" üzerine yemin ederek "Akıllı İnsanların" düşüncelerini ifade edilmesi, elde edecekleri bilgilerin saklanması ve böylece bilgi edinilmesi ve bilgi birikiminin mümkün hale gelmesi olarak özetlenebilecek çok önemli gelişmelere bütün insanların dikkatlerini çekmektedir.
Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun ki (2/1), (68/1)
Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin. (2/2), (68/2)
Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. (2/3), (68/3)
Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. (2/4), (68/4)
Hanginizde delilik olduğunu (2/5), (68/5)
Yakında sen de göreceksin, onlar da. (2/6), (68/6)
Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur. (2/7), (68/7)
O halde yalan sayanlara boyun eğme! (2/8), (68/8)
Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. (2/9), (68/9)
Alabildiğine yemin eden, aşağılık kimselerden hiçbirine sakın boyun eğme. (2/10), (68/10)
Daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren kimselerden hiçbirine, (2/11), (68/11)
İyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış kimselerden hiçbirine (2/12), (68/12)
Kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine (2/13), (68/13)
Mal ve oğulları vardır diye. (2/14), (68/14)
Ona ayetlerimiz okunduğu zaman o "Öncekilerin masalları!" der. (2/15), (68/15)
Biz yakında onun burnuna damga vuracağız. (2/16), (68/16)
Biz, vaktiyle "bahçe sahipleri" ne bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. (2/17), (68/17)
Onlar istisna da etmiyorlardı. (2/18), (68/18)
Nûn kelimesi, bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Bu harfler Ayetlerden ayrı olarak yazıldıklarında onların da “Ayet” oldukları ifade edilmektedir. Ancak burada olduğu gibi, bazıları gelen Ayetin başında yer almaktadırlar.
Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah "katından" ve O'nun tarafından Hz.Muhammed'e “Mübarek” bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğini”, Kur'an’ın bilgiler ve gerçekler ile dolu (hikmet) olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (muttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır.
Buna göre Nûn! Kelimesi ile Allah'ın Hz.Muhammed'e hitaben onu yüreklendirici ve teselli edici öğütleri içeren bu “Sureye” başlarken kendisine çok özel bir "Şifre" ile güven ve cesaret verdiği söylenebilir. Diğer bir anlatımla başlangıçtaki bu şifre harf, onun güven, enerji ve cesaretini güçlendirecek bir teşvik unsurunu doğrudan hissettirebilen bir durumu, kelimeyi veya duyguyu ifade etmiş olabilir.
Bu harflerin hangi kelimelerin kısaltılmış durumu oldukları veya hangi konu ile ilgili bir işaret oldukları ancak çok detaylı araştırmalar ile anlaşılabilecektir.
Benzer şifre Ayetleri "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklanmaktadır.
Allah, insanların fikirlerini, düşüncelerini ve duygularını ifade etmelerinde bir yöntem olarak "Kalem" kullanılmasını, ilk "Akıllı" insanlardan önce bu ortamın "Akıllı" insanlara hazırlanması dönemlerinde Dünya'nın "Her Yerinde" ortaya çıkardığı "İnsansı" yapılardan itibaren, mümkün kılmıştır. O dönemlerde bulabildikleri tebeşir türü malzemeler ile ve çeşitli renklerdeki bitki kalıntıları ile taş duvarlara bu tür ifadeler kaydedilmiş ve zamanla "Akıllı" insanlar tarafından bu içgüdü yenilenen yöntemler kullanılarak her an geliştirilmiştir. Bilinen ilk Akıllı İnsan kayıtlarının günümüzden yaklaşık olarak 5500 yıl kadar önce Mezopotamya'da yaşamış olan Sümerlere ait oldukları belirtilen "Çivi Yazıları" oldukları anlaşılmaktadır. Ancak, son zamanlarda yapılan araştırmalarda zamanımızdan yaklaşık 8000 yıl önce Çin’de ortaya çıkarılan şekilsel işaretlerin de Akıllı insanlar tarafından geliştirilen "Yazı" olduğu düşünülmektedir.
Allah, bu Ayetleri ile bütün İnsanlara "Kalem" kullanmayı keşfetmelerini, onlara verdiği akıl yeteneğinin bu şekilde kullanılması ile sağladığını ve bu sürecin niteliği ve özelliğinin kendisi tarafından İnsanlara öğretildiğini hatırlatmaktadır. Allah bugün yaşayan insanların görüp anladıkları ve gelecekte yaşayacak insanlar tarafından da açıkça görecekleri gibi, bilgi edinilmesi ve bilgilerin saklanması ve bilgilerin tüm insanlara aktarılması, en önemli unsur olan kalemin kullanılması ile mümkün olabilmiştir. Bu nitelik sadece Akıllı İnsanlara lütfedilmiş bir üstünlüktür.
İşte bu "Gerçekler” delil gösterilerek Akıllı İnsanların "Kalem" ile yazılanların gerçekliği ve anlamı üzerine yemin verilmekte ve Hz.Muhammed'in vahiy alması sırasında hissettiklerini görüyormuş ve okuyormuşçasına etrafındaki insanlara iletmesinden dolayı kendisini "Mecnun-Aklını Kullanamayan-Deli" olarak nitelendiren insanlara onun deli olmadığı belirtilmektedir. Burada Allah, bu şekilde bir etkiye maruz kalacak insanların aslında mecnun olabileceklerini ancak Hz.Muhammed'e lütfettiği özellikler nedeniyle Allah'ın bu tür bir tehlikeye maruz kalmadığını da ayrıca tüm insanların bilgi ve değerlendirmelerine iletmektedir.
Allah, Hz.Muhammed'e lütfettiği vahiy ilişkisi ile bu Dünya ortamında tüm insanlara "İnsan" olduklarını hatırlatacak ve gösterecek olan öğüt ve önerilerinin iletilmesinin bu şekilde gerçekleştirilmesi için verdiği görev ve ayrıcalık nedeniyle kendisine sonsuz mükafat vadinde bulunmaktadır. Yine bu kutsal, muhteşem ve olağanüstü görev ve işlerin yürütülmesinin ancak kendisindeki yüce ahlak ile gerçekleşeceğini belirtmektedir. Bu niteliklerle donatılmış olan Yüce Peygamber Hz.Muhammed'i delilik ile itham edenlerin, ancak kendilerinin deli olarak nitelendirilebileceği Hz.Muhammed'e bildirilmekte ve böylece kendisine iç rahatlığı ve güven verilmektedir. Nitekim, Allah akıl kullanma ve kendi iradesi ile hareket etme serbestliği verdiği tüm insanlar arasında “önerdiği” yoldan gidenleri ve bu yoldan sapanları en iyi Kendisinin bildiğini hatırlatmakta ve Hz.Muhammed aracılığı ile tüm İnsanlara iletmekte olduğu "gerçeği” yalan sayanlara boyun eğmemesini öğütlemektedir. Zira yalanlayanların Allah tarafından bilindiği ve onların sonuçta kendisine zarar veremeyecekleri bu şekilde Hz.Muhammed'e hissettirilmekte ve rahat olması telkin edilmektedir.
Hz.Muhammed aracılığı ile Allah'ın tüm insanlara ilettiği öğüt ve öneriler “doğru yol” olarak tanımlanmakta ve Hz.Muhammed'e inanmayanlar bu nedenle doğru yoldan sapmış insanlar olarak tanımlanmaktadır. Bu insanların o zaman Hz.Muhammed'in kendilerine boyun eğmemesi karşısında, kendilerine yumuşak davrandığı takdirde onların da Hz.Muhammed'e yumuşak davranacaklarını ifade ettikleri hatırlatılmakta ancak, aslında bildiklerinden şaşmamak için bilinçli olarak alabildiğine yemin eden, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba, haşin ve soysuzlukla damgalanmış olan,Allah tarafından "Aşağılık" olarak tanımlanan ve malları ve oğulları nedeniyle yaşadıkları çevrede itibar gören bu inkarcı insanlara boyun eğmemesi Hz.Muhammed'e kesin bir şekilde öğütlenmektedir. Zira Allah'a inanan insanlarda bu belirtilen kötü duygular ve hareketlerin bulunması mümkün bulunmamaktadır. Bu durum bu ortamda son insan da ortadan kalkıncaya kadar geçerli bir olguya işaret etmekte ve insanların Allah'ın öğüt ve önerilerine itibar ederek bunları anlamaya çalışmaları ve bulundukları kötü durumu görüp bu durumdan kurtulmaya çalışmaları ve sonuçta "İnsan Olmaları" beklenmektedir.
Hz.Muhammed'i ve Allah'ın tüm insanlara Allah'ın bir elçisi olarak ilettiği öğüt ve önerileri inkar eden insanların, Kur'an Ayetlerini belki de bu Ayetlerin gerçek güçlerini hissederek onların tüm insanlar tarafından benimsenmeleri durumunda sahip oldukları çıkar ve menfaatlerinin ellerinden gideceği endişeleri ile "Öncekilerin Masalları" şeklindeki ifadeler ile küçümsediklerini ve önemsemediklerini ifade ettiklerine dikkat çekilmektedir. Burada, bu şekilde düşünen ve hareket eden insanlara önemli bir tehdit unsuru içeren “uyarılar” yapılarak bu şekilde Ayetleri bilerek inkâr eden insanların, (muhtemelen gerçek ortamda) diğer insanlardan bazı işaretler ile ayrılacakları ve böylece bu insanların doğru yoldaki insanlar arasında gururlarının kırılarak rezil bir duruma düşürülecekleri uyarısı yapılmakta ve bu nitelikleri taşıdıklarını düşünen insanlara ve tüm insanlara örnek ve ibret almaları için bir olay anlatılmaktadır.
İnsanların kendini beğenmişlik gururu yüzünden karşılaştıkları "Belanın”, muhakkak ki kendilerine iletilen Allah'ın öğüt ve önerilerini içeren Ayetleri ve dolayısı ile Allah'ı inkâr etmeleri nedeniyle inkâr edenlere de verildiği ve bunların hiçbir şekilde istisna edilmeyecekleri açıkça belirtilmektedir. (Bakınız Öğüt ve Öneri Ayetleri-Tüm İnsanlara Hitap Edenler-Örnek Olay ve Hikayeler)
Yüce Allah'ın, tüm insanlara "son" olarak iletmesi için "görevlendirdiği" Hz.Muhammed'e "vahiy" ettiği uyarı, öğüt ve önerilerine (Ayetlerine) insanların umursamamaları veya karşı gelmeleri nedeniyle Hz.Muhammed'in "üzüntüye" kapıldığı belirtilerek bazı Ayetleri ile ona öğütler vererek yardımcı ve destek olduğu anlaşılmaktadır.
Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak. Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz. (2/44), (68/44)
Onlara mühlet veriyorum doğrusu benim fendim çok sağlamdır! (2/45), (68/45)
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar? (2/46), (68/46)
Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de onlar mı yazıyorlar? (2/47), (68/47)
Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle, balık sahibi gibi olma hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti. (2/48), (68/48)
Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı. (2/49), (68/49)
Fakat ardından, Rabbi onu seçti ve onu salihlerden kıldı. (2/50), (68/50)
O inkâr edenler Zikr'i işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi, hâla da "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler. (2/51), (68/51)
Oysa o, âlemler için ancak bir öğüttür. (2/52), (68/52)
Eğer seni yalanlıyorlarsa; senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülecektir. (43/4), (35/4)
Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir. O halde onlar için üzülerek kendini helâk etme; Allah onların ne yaptıklarını biliyor. (43/8), (35/8)
Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik, sana düşen sadece duyurmaktır. (62/48), (42/48)
De ki: “Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (66/9), (46/9)
Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. (90/45), (33/45)
Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (90/46), (33/46)
Allah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müminlere müjdele. (90/47), (33/47)
Kafirlere ve münafıklara boyun eğme, onların eziyetlerine aldırma, Allah'a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter. (90/48), (33/48)
Her şeyi “yaratıcısı” olarak “tek Yaratıcı Güç” olan Allah, bu ortamda yaşayan ve gelecek tüm zamanlarda yaşayacak olan tüm insanlara iletilmek üzere “iradesi” ile “takdir ettiği” uyarı, öğüt ve önerilerini Hz.Muhammed'e öğrettiği ve hissettirdiği (vahiy ettiği) çok sayıdaki Ayetlerde açıklamaktadır. Ancak insanların yapılan bu uyarı öğüt ve önerileri (Kur'anı) dikkate almamaları karşısında üzülmesi nedeniyle Hz.Muhammed'e çok önemli uyarılarda bulunmaktadır. Buna göre Yüce Allah yapılan uyarı, öğüt ve önerileri dikkate almayıp Kur'an’ıı "yok sayarak" kendi düşüncelerinin doğruluğuna kendilerini inandıranları "Alah’a" bırakmasını, onların bu inkarları nedeniyle tıpkı bir bataklığa batar gibi yavaş yavaş kendilerini bekleyen kötü geleceğe gittiklerini fark edemez bir duruma geleceklerini belirtmektedir.
Burada önemli olan husus, insanların kendilerine en büyük armağan olarak Allah'ın verdiği "Akıl" unsurunu kullanarak ve elde ettiği bilgi birikiminin yardımı ile bu ortam ile ilgili gerçekleri, yaratılışı ve yaratanı anlayabilecek iken edindiği bilgi birikimlerini tamamen kendi seçimi olarak yanlış bir şekilde değerlendirip kendi doğrularını ortaya çıkarması ve bunlardan başka bir şeyi hiç tartışmaya bile açmamasıdır. Böyle bir durumda olan insanlar kendilerindeki “nitelikleri” tam olarak kavrayamamış ve gerçek doğrular yerine kendi oluşturduğu bir anlayışa inanmış olmakla fark edemedikleri büyük bir yanılgıya düşmüş olmaktadırlar.
Şayet Kur'an’da yer alan öğüt ve önerileri akıl ve bilgi birikimi ile yorumlayıp Yaratan ve yaratılış konularında bilgilenip Yaratan'a teslim olmak suretiyle bu durumdan kurtulabilecekleri fırsatları değerlendiremezlerse, işte o zaman fark edemedikleri bir kötü sona (Azaba) doğru yavaş yavaş yaklaşmakta olacakladır ve artık kendilerine, “Allah izin vermediği için” kimse yardımcı olmayacaktır.
Şeytan etkisi ile kötü işler kendisine güzel gösterilen ve bu işleri güzel gören insanların "Akıl" kullanıp doğru yolu anlamamış durumda olduklarına dikkat çekilmektedir. Buna göre bunların Allah’ın "sapıklığa" yönelteceğini dilediklerinin arasında olacaklarını, zira Allah'ın dilediğini sapıklığa yönelteceğini ve dilediğini doğru yola ileteceğini böylece sapıklığa yönelenlerin "Kendisinin" bilgisi dahilinde olduğunu (Allah'ın onların ne yaptıklarını bildiğini) hatırlatarak, Hz.Muhammed'e üzülmemesini öğütlemektedir. Nitekim diğer bir Ayette de Allah'ı inkarda "yarışanların" kendisine "kaygı" vermemesini, çünkü onların ve imanını terk edip inkara yönelenlerin Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerini ve Allah'ın onlara ölümleri sonrası (Ahirette) ile ilgili olarak faydalanacakları hiçbir şeyi nasip etmemeyi istediği ve onlar için çok büyük ve elim bir azap bulunduğunu bildirmektedir.
İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır. (89/176), (3/176)
Şurası muhakkak ki, imanı verip inkarı alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elîm bir azap vardır. (89/177), (3/177)
Allah tüm insanlara ne kadar inkâr eden ve kendi doğrularına tapan düşüncede ve durumda olurlarsa olsunlar, bu durumdan kurtulabilecekleri fırsatlar ile karşılaşabileceklerini hatırlatmakta ve bu nedenle bu ortamdaki yaşamlarında bu düşüncedeki insanlara zaman tanıdığını (mühlet verdiğini) açıklamaktadır. Bu durumda İnsanların bu zaman içerisinde karşılaşabilecekleri kurtuluş fırsatlarını görüp değerlendirmeleri her an için mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Tanınan bu zaman, yine Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinde ifade edilen bir lütfudur. Yoksa Allah her türlü şüpheden uzaktır ve insanların düşünemeyeceği ve tanımlayamayacağı güç ve yeteneklere sahip olduğunu ve bunları dilediği zaman ve şekilde kullanacağını (fendinin çok sağlam olduğunu) ihtar etmektedir.
Hz.Muhammed'in Allah'ın öğüt ve önerilerini ilettiği insanların ona inanmamaları nedeniyle hissettiği üzüntü ve sıkıntıyı Allah bazı örnekler ile hafifleterek kendisinin daima yüksek hislerle Allah'ın sözlerini insanlara ulaştırmasını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, Hz.Muhammed'in onlara ilettiği Allah sözlerine inanmayanların, sanki kendilerine iletilenlerin Hz.Muhammed tarafından kendisi için istemiş gibi algılayıp yorumladıkları ve bu yüzden kendilerini ona karşı ağır bir borç altına girmiş gibi Allah'a inanmaktan kaçındıkları belirtilerek Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır. Benzer şekilde, inanmayanlar için sanki bilinmeyenlerin bilgilerine sahiplermiş ve hatta bilinmeyenleri sanki kendileri yazıyormuş gibi davrandıklarına işaret edilerek Hz.Muhammed'e onların ne kadar yanlış durumda oldukları ve yanlış düşündükleri bildirilmektedir. Burada işaret edilen "Bilinmeyenler" genel anlamda, insanların henüz bilgi sahibi olamadıkları bu ortam ve asıl gerçek ortam ile ilgili kurulu düzen ve bu düzeni işletip değiştiren ve geliştiren ve bu ortamlarda bulunan en küçük birimde (Atom Altı ortamlarda) mevcut olan ve bu en küçük birimin karşılaştığı her türlü etkiyi tanımlayıp gereken tepkiyi kararlaştıran ve veren ve böylece "Her An Yaratmakta Olan" muhteşem ve tarif edilemez "Bilinç" ve bu bilincin yaratıp kontrol ettiği düşünüp anlayıp anlayamadığımız her şey (Yani Yüce Yaratan'ın insanların bilgi sahibi olmalarına izin verdiği ve vermediği her şey) olarak tanımlanabilir.
Allah Hz.Muhammed'e bu telkinleri yaptıktan sonra "Rabbinin hükmünü sabırla bekle" şeklinde öğüt vermektedir. Daha önce gönderilmiş olan Yunus Peygamber gibi üzüntüye ve ümitsizliğe kapılmamasını öğütlemekte ve ona kurtuluşu Allah’ın verdiğini, şayet bu Peygambere bu nimeti yetişmemiş olsaydı ıssız bir diyarda kınanmış birisi olarak kalacağı ancak Allah'ın onu seçerek "salihlerden” yani iyilikle olan dindar kişi kıldığını belirtilerek Hz.Muhammed'e göstereceği sabrın ne kadar önemli olduğu hatırlatılmaktadır.
Allah Hz.Muhammed'e "Vahiy" olarak öğrettiği Kur'an Ayetlerinin insanlara iletmesi sırasında onu inanmayacakların bulunacağına, onu yalanlayabileceklerine işaret etmektedir. Buna örnek olarak Nuh'un kavmi ile Ad, Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkının ve halkına zulmeden Firavun toplumunun Musa'yı da yalanladıklarını belirterek insanların daha önceki Peygamberleri de yalanladıklarını bildirmektedir. Peygamberlerini yalanlayan daha birçok toplumun (memleket), Allah'ı "reddetmeleri" nedeniyle "zulmetmekte" iken Allah'ın onları "helâk" etmesi ile cezalandırıldıkları böylece Allah'ın da onları "reddettiği" belirtilerek, inkâr edenlere yeryüzünde dolaşmaları halinde şimdi o ülkelerde duvarların tavanların üzerine yıkılmış, kuyularının ve "ulu" saraylarının kullanılamaz halde olduklarını göreceklerini iletmesi Hz.Muhammed'e önerilmektedir. Zira şayet dolaşsalardı o zaman düşünecek kalpleri, işitecek kulakları ve görecek gözleri ile yapılan bu uyarıları anlamış olacaklarına işaret edilmektedir. Buna göre inanmayanların düşünebilecekleri, işitebilecekleri ve görebilecekleri (gözler kör olmaz) ancak buna rağmen göğüslerinin içinde hissettikleri Ruhlarının (kalplerin) bu inkarları yüzünden "kör" olacağı açıklanmaktadır. Kalpleri bu şekilde "kör" olanların, onları bekleyen "azabın" çabuk gelmesini isteyerek, "alaycı" bir şekilde kendilerine yapılan bu uyarılara "inanmadıklarını" gösterdikleri Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır. Bilinmeyenlerin (gayb) sahibi olan Yüce Yaratıcı Allah katında zamanın "sonsuzluğuna" dikkat çekilerek, bin yıl geçse bile gerçekleşmeyeceğini düşünseler bile bekledikleri azabı ölümleri ile "çok çabuk" görecekleri zira insanların bin yıl olarak algıladıkları sürecin aslında Allah katında bir önemi bulunmadığı belirtilmekte ve Allah'ın vaadinden asla dönmediği Hz.Muhammed'e ve bir anlamda bütün insanlara hatırlatılmaktadır.
Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da yalanladılar. (103/42), (22/42)
Musa da yalanlanmıştı. (103/43), (22/43)
İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım, nasıl oldu benim onları reddim! (103/44), (22/44)
Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik, şimdi o ülkelerde duvarlar, tavanların üzerine yıkılmıştır, nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve ulu saraylar vardır. (103/45), (22/45)
Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu, ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur. (103/46), (22/46)
Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vaadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (103/47), (22/47)
Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim, sonunda onları yakaladım, dönüş yalnız banadır. (103/48), (22/48)
De ki: “Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (103/49), (22/49)
İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır. (103/50), (22/50)
Ayetlerimiz hakkında birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar, cehennemliklerdir. (103/51), (22/51)
Yüce Allah, inanmamakla zulmedip dururlarken birçok ülkelere de durumlarını düşünerek doğru yola yönelebilmeleri için "mühlet" verdiğini ancak buna rağmen yapılan uyarı ve verilen zamanın değerini anlayamadıkları ve inkarda devam ettikleri için sonunda onları yakaladığına (cezalandırdığına) ve bütün işlerin sonunda yalnızca Allah'a döndürüleceğine işaret ederek insanlara kendisinin ancak onlar için apaçık bir uyarıcı olduğunu, iman edip salih ameller işleyen (iyi ve doğru işler yapan) kimseler için affedilme (mağfiret) ve bol rızık bulunduğunu, Kur'an Ayetlerini inkarda yarışanlara gelince işte onların cehennemlik olacağını bildirmesini Hz.Muhammed'e öğüt vermekte, üzüntüye kapılmaması gerektiğini hatırlatmakta ve böylece "uyarı" görevinde kendisine destek olmaktadır
Allah, Hz.Muhammed'in aldığı vahiyleri insanlara ilettiğinde inkar edenlerin Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, hissettikleri kin ve hasetleri nedeniyle neredeyse Hz.Muhammed'i gözleriyle devirivereceklerini belirterek ona bu zor görevi yerine getirmesinde sabırlı olmasını öğütlemekte ve ona yardımcı olduğunu hissettirmektedir.
Hz.Muhammed'e yapılan bu açıklamalar çerçevesinde Yüce Allah, eğer "ilettiklerine" inanmayıp ondan "yüz çevirirlerse", kendisini "inanmayanların" üzerine "bekçi" olarak göndermediğini ona düşenin sadece "duyurmak" olduğunu hatırlatmakta ve onlara insanlara gönderilen peygamberlerin ilki olmadığını, kendisine ve inanmayanlara ne yapılacağını da bilmediğini, sadece kendisine vahyedilene uyduğunu ve kendisinin sadece apaçık bir uyarıcı olduğunu söylemesini bildirerek görevini huzur içinde yapmasında destek olmaktadır.
Allah ayrıca Hz.Muhammed'e, onu "Kendi" izniyle ve hakikaten "gerçekleri" ileten bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, bir davetçi ve böylece bütün insanlar için "nur saçan" bir kandil olarak gönderdiğini açıklayarak bu "kutsal" görevi yerine getirmesinde daima ona yardımcı olduğunu ve onun "yanında" bulunduğunu bildirmektedir. Yüce Allah Hz.Muhammed'den bu üstün görevini yerine getirirken kendisine inanan "müminlere" Allah'tan büyük bir "lütfa" ereceklerini müjdelemesini istemekte ve kendisine inanmayan "kafirlere ve münafıklara" boyun eğmemesini, onların eziyetlerine aldırmamasını ve Allah'a güvenip dayanmasını, vekil ve destek olarak Allah'ın yeterli olduğunu hatırlatarak ona güç ve destek olmaktadır.
Burada zamanımızda da Allah’a ve Hz.Muhammed'e inanmayanların hâlâ kin ve haset besledikleri ve çeşitli ifadelerle onu küçük düşüren ifadeler kullandıkları belirterek tüm Müslümanlara da aynı sabrı göstermeleri önerilmekte ve Kur'an'ın "âlemler" için ancak bir öğüt olduğuna tüm insanların dikkatleri çekilmektedir.
Savaşmak Zorunda Kalması, Savaş Kuralları, Cihat
Yüce Allah Hz.Muhammed'e vahiy ettiği Ayetlerinde, toplum olarak kendilerine savaş açarak saldırıya uğradıklarında saldırganlara karşı mücadele edilmesinin (savaşılmasının) gerektiğine, ancak bu durumda “mücadele” ile ilgili bazı kuralların bulunduğuna işaret etmekte ve bu kurallar yanında öğüt ve önerilerde bulunmaktadır. Böylece İnsanlara savaş sırasında bile bu hususları dikkate alıp onlara göre davranmaları ve asla aşırı gitmemelerinin (misilleme olacak kadar saldırılmasının) gerektiği açıklanmaktadır.
Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. (87/190), (2/190)
Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir. (87/191), (2/191)
Eğer onlar vazgeçerlerse, Allah gafûr ve rahîmdir. (87/192), (2/192)
Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. (87/193), (2/193)
Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir. (87/194), (2/194)
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (87/216), (2/216)
Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar. (87/217), (2/217)
İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah gafûr ve rahîmdir. (87/218), (2/218)
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. (87/244), (2/244)
Ayetlerde toplum olarak saldırıya uğradıklarında, insanların hoşuna gitmediği halde, saldırganlara karşı mücadele edilmesinin (savaşılmasının) gerektiğine (farz kılındığına) işaret edilmektedir. Ayrıca bu durumun sadece saldırılara karşı savaşmak (harp etmek) için değil, fakat insanın başına gelen sevmediği herhangi "kötü" şeyler için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre herhangi güçlük, kötülük veya olumsuzluklar ile karşılaşıldığında üstesinden gelmek için mücadele edilmesi (savaşılması) önerilmekte, ancak "daha kötü" olduğu halde, sonuçlarına görüldüğünde bir şeyin sevilmesinin veya aynı şekilde çok "hayırlı" ve "iyi" olduğu düşünülen bir şeyin sonuçlarına görüldüğünde sevilmemesinin de mümkün olabileceği hatırlatılmaktadır. Yüce Allah böylece her işin aslı tam olarak sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah tarafından bilindiğini açıkça tüm insanlara açıklamaktadır.
Yüce Allah insanlara ancak kendilerine savaş açıldığında savaşılmasını, savaşırken de nefslerinin etkisinde kalmamalarını ve aşırı gitmemelerini istemekte, ancak saldırıya uğramaları durumunda saldıran insanları öldürmelerini mazur görmektedir. Nitekim Mescidi Haram'da (Kâbe) bile "onlar sizlerle savaşmadıkça onlarla savaşmayın" denilmektedir. Ayrıca bir diğer Ayetteki "şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın" ifadesi ile, "İslam" toplumlarına herhangi bir "saldırıya" uğranılmadan bir toplum ile doğrudan savaşa girilmemesi gerektiği teyit edilmektedir.
Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin; şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın, eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. (106/9), (49/9)
Hz.Muhammed'in Allah'ın "vahiylerini" ilettiği dönemlerde yaygın olan yağmacılık ve kan davaları yüzünden sık sık savaşmak zorunda kalan Araplar, Kabenin ziyareti (umre) için recep, hac için zilhicce ayını esas almışlar, ayrıca onun bir öncesiyle (zilkade) bir sonrasındaki (muharrem) ayları "haram aylar" olarak kabul etmişler ve bu (haram) aylarda savaşı yasaklamışlardır. Arap kabilelerinin birbirleri ile savaşmadıkları bu aylarda "Haram Aylara" olan saygıya ve hürmete karşılık verilerek savaşılmaması gerektiği belirtilmekte ve bu "Haram Aylara" saygılı olunması öğütlenmektedir. Bu aylarda savaşmanın büyük bir "günah" olduğu, ancak insanları Allah yolundan çevirmenin, Allah'ı inkâr etmenin, Kâbe’nin ziyaretine mâni olmanın ve halkını oradan çıkarmanın (İnsanları Allah'a inanmaktan alıkoymanın) ise Allah katında daha büyük günah olduğuna ve bu nedenlerle bozgunculuk (Fitne) yapmanın da adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğuna dikkat çekilerek, bu aylarda fitne yaparak savaş çıkaranların eğer güçleri yeterse, dinlerinden döndürünceye kadar inananla karşı savaşa devam edecekleri belirtilmekte ve bunların savaş çıkarmaları halinde onlarla savaşılmasının gerektiği açıklanmaktadır.
Bu şekilde savaşmak zorunda kalan müminlerden kim, dininden döner ve böylece "kafir" olarak ölürse, onların yaptıkları işlerin dünyada da ahirette de "boşa gideceği", onların cehennemlik olacakları ve orada devamlı kalacakları da özel olarak hatırlatılmaktadır.
Bu açıklamalar ve uyarılara göre "Haram Aylarda" ancak kim saldırırsa ona "misilleme olacak kadar" saldırılması, aşırı gitmekten sakınılması (Allah'tan korkulması) ve Allah'ın iman edenlerle (müttakîlerle) beraber olduğunun bilinmesi ve unutulmaması bildirilmektedir.
Ayrıca savaş açarak saldırıda bulunanlar savaşmaktan vazgeçerlerse, Allah affedici (gafûr) ve merhametli (rahîm) olduğu "hatırlanarak", saldırıya uğrayan toplumun da savaşmayı bırakması önerilmektedir.
Ancak özellikle Allah inancına karşı olanların iman edenlere karşı başlattıkları savaşın sürdürülmesi halinde bu amaçla çıkarılan kargaşalar ve yapılan saldırılar (Fitne) tamamen yok edilinceye ve Allah'a iman edilmesinin önünde bir "sorun" kalmayıncaya kadar onlarla savaşılması gerektiği bildirilmektedir. Bu durumda bile şayet saldırganlar savaştan vazgeçerlerse savaşmayı bırakıp anlaşma yoluna gidilmesi öğüt verilmektedir. Böylece iman etmiş olanlara kendilerine zulüm yaparak saldıranlardan (zalimlerden) başkasına düşmanlık ve saldırı bulunmadığı hatırlatılmaktadır.
Bu arada savaşların "Fitne" yüzünden çıktığı ve bu yüzden fitnenin insan öldürmekten daha kötü olduğuna işaret edilmektedir. Zira savaşta mutlaka insanlar ölmektedir. Bu nedenle savaşa neden olan fitne daha kötüdür. Fitne yapanlara adam öldürmüş sayılacaklardır. İnanmayanlar tarafından çıkarılan fitneler nedeniyle yapılan savaşlar, inançsızların güçleri devam ettikçe sürecektir.
Bu savaş, sadece insanların karşı karşıya gelerek birbirlerini ürettikleri silahlar ile öldürmeleri anlamında değildir. Geçen her zaman, insanların inanç ve çıkarlarını diğerlerine kabul ettirmek için yeni yöntemleri kullanmalarına izin vermektedir. Günümüzde silahlı olarak düşmanı öldürme eylemi niteliğindeki savaşlar giderek azalmakta, buna karşılık ekonomik ve bilgiye dayalı olarak sağlanan güçler kullanılarak daha güçsüz durumdaki toplumlar ezilmekte ve etki altına alınmaktadır. Bu da savaşların değişen niteliğini oluşturmaktadır. Buna göre, belirtilen şekilde saldırıya uğrayan inananların da aynı güçlere ulaşmaları ve saldırılara aynı şekilde karşı durarak kendilerini savunmaları (Cihat etmeleri) gerekir.
Bunun için çok sayıdaki Ayetlerde belirtildiği gibi, insanlardan "Akıllarını" kullanarak Evren, Dünya ve yakın çevresi ile ilgilenmeleri, bu ortamlardaki "Muhteşem Düzeni" araştırmaları ve böylece sahip oldukları "Bilgi Birikimleri" ile mal veya hizmetlerin üretiminde veya buna yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan becerileri, yöntemleri, işlemleri derlenmeleri, bu konularda bilimsel araştırmalar yapmaları (teknoloji) ve böylece "Üstünlük" düzeylerine ulaşmaları beklenmektedir. Ancak bu üstünlüklerini hırslarının, açgözlülüklerinin ve kibirlerinin (nefslerinin) etkisi ile çıkar sağlamak ve çıkarlarını korumak amacı ile diğer toplumları parasal, toplumsal ve eğitimsel açılar kullanarak kendilerine tabi kıldıkları insanlık tarihinde ve günümüzde her zaman görülmektedir. Bu şekilde diğer üstün toplumlara tabi olan toplumların, "Akıllarını" kullanarak aynı "teknolojiye" ve "üstünlük" düzeyine erişerek bu saldırıları geri püskürtmeleri ve kendilerini ve inançlarını korumaya "gayret göstermeleri" ve "mücadele" etmeleri de bir "Cihat" olarak tanımlanabilir.
Benzer bir yorum olarak insanları Allah'ı anmaktan ve Allah yolundan alıkoyan en etkili unsurun insanın "tüm duygularını" barındıran "nefslerinin", Allah'ın "Yaratılış" ile ilgili "İradesini" yürütmekle görevli olarak yaratmış olduğu ve bir çeşit "enerji" olarak anlayabileceğimiz Şeytan'ın "etkisinde kalması" olduğu, buna göre insanların kendi nefslerine hakim olmalarının son derece önem taşıdığı dikkate alındığında, insanların bu ortamdaki yaşamlarında her an onları Allah'ı anmaktan ve Allah yolundan alıkoymak için uğraşan "Şeytan'ın" nefslerini etkilememesi için "mücadele" etmelerinin de, Allah yolundan ayırmak için onlara yapılan saldırılara karşı "savaşmaları" gibi, bir "cihat" olduğu düşünülmelidir.
Öte yandan, özellikle günümüzde çeşitli "güç odaklarının" sahip oldukları güce dayalı üstünlüklerini sürdürmek üzere inanmış olan insanların (Müslümanların) üzerinde etkili oldukları, inanmış olmalarına rağmen yeterli "bilgiye" sahip olmamaları nedeniyle onları sözde "dine" hizmet ettiklerine inandırarak Müslümanlık açısından esası olmayan terörizm veya benzer aşırı uygulamalar yapmaya yönlendirdikleri ve kendi çıkarlarına hizmet etmeye zorladıkları yaşanan de çok sayıda örnekler ile görülmektedir. Bu amaçlarına ulaşmak üzere inanmış toplumlar arasında da "fitne" çıkararak birbirlerine karşı savaşa varan ayrılıklara neden oldukları yine günümüzün "olağan" uygulamaları arasında yer almaktadır.
Ayetlerde "fitnenin" adam öldürmekten daha büyük bir "günah" olduğuna defalarca işaret edilmekte ve sözde "Din" için gerekli olduğuna inandırıp "fitne" çıkararak Müslümanları kendi çıkarları için etkileri altına alanların eğer güçleri yeterse, Müslümanları inançlarından (dinlerinden) döndürünceye kadar uğraşacakları yani "savaşa devam edecekleri" bütün Müslümanlara önemli bir "ihtar" olarak bildirilmektedir.
Buna göre "iman edenlerin" karşılaştıkları her türlü "saldırı" karşısında Allah yoluna dönerek (hicret ederek) imanlarını korumaya gayret etmeleri (cihat etmeleri) halinde Allah'ın merhamet ve yardımını (rahmetini) umabilecekleri bildirilmektedir. Bu inanç ve düşüncede olanların gösterecekleri gayretlerinde Allah'ın kendilerine yardımcı olacağından emin olmalarını unutmamaları zira Yüce Allah'ın affedici ve sonsuz merhamet sahibi (gafûr ve rahîm) olduğu hatırlatılmaktadır.
Bu nedenle inananların yani "Yaratılışın" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı ve son "uyarcı" olarak "görevlendirdiği" Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed tarafından Allah'ın bütün insanlara olan uyarı, öğüt ve önerilerini açıklayan Kur'an Ayetlerinin "gerçek" olduğunu kabul ve ifade edenlerin her zaman "uyanık" ve dayanıklı olmaları ve kendilerine karşı yürütülen "silahla" veya fitne çıkarmak yoluyla her türlü zorlamalara direnmeleri gerekmektedir. Bu amaçla Allah yolunda yapılan tüm "gayretler" Ayetlerde "cihat" olarak ifade edilmektedir. Bu anlamda Cihat, insan ile Allah (Din) arasındaki her türlü "engelin" kaldırılması için gayret edilmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamda insanlara "Allah yolunda" savaşmaları öğütlemekte ve Allah'ın her şeyi işittiği ve bildiği hatırlatılarak niyetlerinin ve yaptıklarının "anlaşılacağı" ve karşılıklarının "mutlaka" verileceği bildirilmektedir.
Sözde "Din" için gerekli olduğuna inandırıp "fitne" çıkararak Müslümanları kendi çıkarları için etkileri altına almaya çalışanlara "bilgilerini" ve bütün olanaklarını" kullanarak karşı durmak (Cihat etmek) yerine, yapılan baskı ve savaş eziyetine dayanamayıp "bilerek ve isteyerek" inkârcı olunması halinde inananların "dinden dönmüş" olacakları böylece "inanmamış" olarak ölürlerse yaptıklarının boşa gideceği ve ahirette de ceza görecekler arasında olacakları unutulmamalıdır. Bu nedenle, sadece canını kurtarmak ve savaşı kazanmak için taktik olarak yapılan işlemler dışında, saldıranlara bilerek tabi olunmaması gerekir.
Allah, insanları nefsleri ile yaratmış, akılları ile nefslerini kontrol ederek doğru yolu bulmalarını ve böylece huzur içerisinde yaşayabileceklerini onlara öğretmiştir. Ancak, insanlar genel olarak nefslerinin etkisinde daha çok kalmakta, akıllarını da nefslerini kontrol etmek yerine nefslerinin arzularını ve giderek ihtiraslarını tatmin etmeye yönelik olarak kullanmayı daha yakın ve kolay bulmuşlardır. İnsanların çoğunluğu bu şekilde yaşamaktadır.
Bunun bir sonucu olarak da nefsi ve ihtiraslarını tatmin ederek yaşayan ve bundan taviz vermeyen katı anlayışlı insanlar kendileri için hep daha iyi bir yaşam ve daha çok varlık ve zenginlik oluştururken diğer insanların haklarına ve onların yaşam biçimlerine zarar vermişlerdir ve vermektedirler. Zarara uğradıklarını düşünen insanlar da bu durumu önlemek için buna neden olanları durdurmak çabasına düşmektedir. Böylece oluşan sürtüşme, anlaşmazlık, tartışma ve sonuçta kavga türü davranışlar çoklukla bir insanın diğerine bedensel zarar vermesi ve hatta onu öldürmesine neden olabilmektedir. Aynı olgular insan toplumları için de geçerlidir. Burada insanlar toplum olarak ancak, birey gibi düşünüp davranırlar. Böylece toplu olarak insanların bir diğer insan toplulukları üzerine elde ettikleri teknik gelişmeleri paralel olarak edindikleri silahları kullanarak kendi düşünce ve çıkarlarını diğerlerine kabul ettirme gayretine girer ve onlara saldırırlar. Savaş olarak adlandırılan bu "silahlı çatışmalarda" mutlaka bir taraf önceliği ele alır ve diğerine saldırır. Sonuçta bir taraf diğerine üstünlük sağlar ancak aslında hiçbir taraf kesin, sürekli ve sonsuza kadar galip gelmez.
Allah, bu şekilde nefslerine bağlı olarak yarattığı insanların bu durumlarını idrak etmelerini beklemektedir. Bu nedenle, Allah’a inanıp itaat edenlere, ancak kendilerine bir saldırı olması durumunda bu saldıranlar ile savaşmalarını öğütlemekte ve hatta farz (Gerekli) görmektedir. Normal olarak savaş insanların hoşuna gitmemektedir. Ancak insanların belirtilen özellikleri yüzünden yapılan saldırılar karşısında savaşmak gerekli hale gelmektedir.
Burada tarihimiz ile ilgili çok değerli bir hususu hatırlamak gerekmektedir. Milletimize saldırarak topraklarımızı "işgal" edenlerle "savaşarak" insanlarımızı esaretten kurtaran ve Ülkemizin yeniden kuruluşunu gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk'ün de savaş konusunda benzer görüşte olduğu ve barışa ne kadar önem verdiği 1923 yılında bir konuşmasındaki ifadelerinden anlaşılmaktadır.
"Atatürk bir barış insanıydı, her fırsatta barışa vurgu yapıyordu. Örneğin, 16 Mart 1923'te Adana çiftçileriyle konuşmasında “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” demişti. “Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz' diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz' diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça harp bir cinayettir.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.15, s. 215)"
Nitekim savaş sonrasında kurulan yeni "Devletimizin" evrensel barış için oluşturulan Milletler Cemiyeti'ne (Birleşmiş Milletler) katılması için 1932 yılında yapılan daveti kabul ederek insanlığın barış içinde yaşamaları görüşünde olduğunu göstermiştir. Bu durum esasen Milletimizin "Müslümanlık İnancı" açısından da "anlamlı" bir duruşu ifade etmektedir.
Bu vesile ile Osmanlı döneminde ABD büyükelçisi olarak görev yaptığı sırada Amerikan kamuoyunda Türkiye aleyhine takınılan tutum karşısında Amerikan politikalarına yönelik ağır eleştirilerde bulunarak Türkiye’yi savunmuş ancak bu tutumu yüzünden Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Woodrow Wilson tarafından “İstenmeyen Adam” ilân edilen ve daha sonra "Kurtuluş Savaşı" döneminde Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında yer alan Ahmed Rüstem Bey, (Alfred Bielinski) tarafından yazılan "Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi" isimli kitabın dikkatle incelenmesi gerekmektedir.
Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi (1.8.0.2057) (ttk.gov.tr)
Bu Osmanlı döneminin sıra dışı bir diplomatı ve Millî Mücadelenin önemli "ismi" ABD'nin Türkiye üzerindeki "emellerini" açıkladığı kitabında Türk Milletinin karşı karşıya kaldığı "saldırıların" tarihi ile ilgili olarak önemli bilgiler vermektedir. Bu bilgiler günümüzdeki savaşların "asıl" amaçlarını açıkça göstermektedir. Buna göre Ayetlerde Allah inancına karşı "saldırılara" işaret edilmekle birlikte, bu tür amaçlarla yapılan saldırıların sonuçta toplumun "inançlarına" yapılmış olduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenle Millî Mücadele sırasında yapılan "savaşların" bu konudaki Ayet hükümlerine göre gerekli olduğu görülmektedir.
Hz.Muhammed’e kendisi ile savaşanları yenilgiye uğratması sonucunda elde edilen şeyler (ganimet) ile ilgili olarak yapılacak işler (dağıtım) açıklanmaktadır.
Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.” (88/1), (8/1)
Bu konuda tefsirlerde yapılan yorumlarda her şey gibi ganimetin de "mülk" olarak Allah’a ait bulunduğu, böylece ele geçirilen ganimetin nasıl paylaştırılacağını açıklama ve bunu uygulama görevinin ve tasarruf hakkının da Hz.Muhammed'e verildiği belirtilmektedir.
Ele geçirilen savaş ganimetinin dağıtımı konusundaki Ayette, beşte dördünün savaşçılara, beşte birinin ise Allah'a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya ait olduğu ifade edilmektedir.
Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. (88/41), (8/41)
Bu dağıtım yapılırken ganimetin "mülk" olarak Allah’a ait bulunduğuna dair olan hüküm çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir. Buna göre Allah’a ve resulüne ait bulunan ganimetin ne yapılacağına, nerelere dağıtılacağına Hz.Muhammed'in ve ondan sonra da toplumun devlet başkanlarının karar vereceklerine işaret edildiği söylenebilir. İslam tarihi boyunca “beşte birini Ayette sayılan yerlere ayırdıktan sonra kalanı savaşçılara dağıtma” şeklinde uygulama yapıldığı Diyanet tefsirinden anlaşılmaktadır.
Enfâl Suresi 41. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Ayetlerde belirtilen "ganimetlerin" ancak "İslam’a" karşı savaş açanların savaş sonrasında yendiklerinde "bıraktıkları şeyler" ile sınırlı olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun yanında, Allah'ın öğretilerinin (Din) korunması adına kafirlere karşı yapılacak "şiddetli" bir savaş dışında, örneğin onların "kervanlarına" saldırılarak malların (Ganimet) ele geçirilmesinin ve onları korumakla görevli olan insanların "esir" alınmalarının doğru olmadığı bildirilmektedir. Yani "ganimetler" için saldırı yapılması veya savaşılması, malların elde edilmesi ve onun başındaki insanların da "esir" edilmesinin bir "peygambere" yakışmayacağına, zira bu durumda amacın ancak "geçici dünya malının istenmesi" olacağına işaret edilmektedir. Böylece Allah'a inananlara "ahlak" açısından "ganimet" elde etmek için savaşılmaması, ganimete göz dikilmemesi, kendilerine bir şey verilirse alınması, verilmezse hak iddia edilmemesi gerektiğine dikkatleri çekilerek öğüt verilmektedir.
Yüce Allah güçlü ve her işin ve her şeyin özünü ve nedenini (hikmet) bilen olduğunu hatırlatarak insanlardan önerdiği ve uyardığı konulara göre davranarak "ahireti" istemelerini beklediği bildirilmektedir.
Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir peygambere esirleri bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. (88/67), (8/67)
Nitekim Bedir savaşı öncesinde "müminlerden" bazılarının "kafirlerin" ordusu ile savaşa girmek yerine onların kervanına saldırarak "ganimet" elde etmeyi istedikleri hatırlatılarak "savaşın" dünya iktidarı elde etmek için değil, ancak insanlara "İmanı" kazandırmak için yapılabileceğine dikkat çekilmektedir.
Öte yandan günümüzde toplumlar arasında çıkan silahlı çarpışmalar ve savaşların hiç birisinin "Allah" ve "Allah'a İmanı" yok etmek isteyenlere karşı "İmanı" savunmak için yapılmadığı, bu "savaşların" hemen tamamının toplum yöneticilerince "kendi toplumu lehine" ya da "kişisel" olarak kendilerine "çıkar" sağlanması veya çıkarlarının korunması amacı ile "Allah'ın mülkü olan doğal kaynakların ele geçirilmesi" için çıkarıldıkları bilinmektedir. Bu durumda savaş sonrasında ele geçirilen "doğal kaynakların" bir "ganimet" olarak sayılması mümkün değildir. Zira Allah'a inanmaktan "alıkonulması" gibi "haklı" bir nedene dayanmayan bu tür savaşlar ile herhangi bir şeyin özellikle de o topraklardaki "doğal kaynakların" güç kullanılarak ele geçirilmesi, diğer "insanların haklarına" zorla sahip olmaktan (gasp etmekten) öte bir anlam taşımamaktadır.
Allah'ın ancak "Allah’a Karşı" ve "Allah'a İmanı" yok etmek isteyenlerle "İmanı" savunmak yönelik olarak yapılacak "savaş" sonrasında "fidye" niteliğinde olmak üzere savaş alanında bırakılanların "ganimet" olarak alınmasına önceden "izin" verdiğini ve böyle bir izin olmamış olsaydı, savaş galibiyeti nedeniyle de olsa, "ganimet elde edilmesinin" büyük azaba neden olacağı bildirilmektedir.
Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. (88/68), (8/68)
Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yeyin. ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir. (88/69), (8/69)
Yüce Allah, verdiği bu "izin" çerçevesinde Ayetlerinde açıkladığı amaca yönelik olarak yapılan savaş sonrasında "ganimet" olarak ele geçirilenlerden helal ve temiz olanları "yiyebileceklerini" ve her zaman olduğu gibi bu durumda da Allah’a karşı sorumlu davranmaları gerektiğini "müminlere" bildirmektedir. Yani "aşırı" gidilmemesi ve yapılacak hata ve yanlışlardan ötürü Allah'tan çekinilmesi (korkulması) hatırlatılmaktadır. Çünkü Allah'ın bağışlayan ve merhamet eden olduğu unutulmamalıdır.
Bu arada savaş katılmaktan geri duranların savaş sonrasında elde edilen ganimetlerden pay almaya gidenlere katılmak isteyeceklerin yaptıkları bu davranışları ile aslında Allah'ın sözünü değiştirmek istedikleri belirtilerek onlara asla peşlerinden gelmemelerini, bunun Allah'ın buyruğu olduğunu söylemesi Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: “Bırakın, biz de arkanıza düşelim” diyeceklerdir, onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.", onlar size: “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir, bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir. (111/15), (48/15)
Savaşa girip ganimete hak kazananların savaşa girmeden ganimet peşinde olanları kıskandıklarını ileri sürenlerin Allah'ın Ayetlerini pek az anladıkları açıklanmakta ve müminlerden buna izin vermemeleri istenmektedir. Bu durum genel anlamda bütün insanlara hak etmedikleri bir şey için kendilerini hak etmişler arasında göstermeye gayret edebileceklerini hatırlatmakta ve toplum kuralları çerçevesinde bu tür uygulamaların önlenmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Hz.Muhammed'in aldığı "vahiyleri" insanlara bildirmesini önlemek ve bu "görevini" yapmasına engel olmak için güç kullanarak ona "karşı koyan" toplulukla, kendisine inanan "müminler" ile birlikte savaştığına işaret edilmektedir. Ancak Hz.Muhammed'in çevresindeki bazı müminlerin kesinlikle istemedikleri halde, sanki Allah'ın Hz.Muhammed'i savaşmak üzere evinden çıkardığını böylece sanki onlar da gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi düşünerek onunla tartıştıkları belirtilmektedir.
Müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı gibidir. (88/5), (8/5)
Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle tartışıyorlardı. (88/6), (8/6)
Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kafirlerin ardını kesmek istiyordu. (88/7), (8/7)
Günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi. (88/8), (8/8)
Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu. (88/9), (8/9)
Allah bunu sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafındandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. (88/10), (8/10)
O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. (88/11), (8/11)
Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; ben kafirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!” diye vahyediyordu. (88/12), (8/12)
Bu söylenenler, onların Allah'a ve resûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır. (88/13), (8/13)
İşte bu yenilgi size Allah'ın azabı! Şimdilik onu tadın! Kafirlere bir de cehennem ateşinin azabı vardır. (88/14), (8/14)
Ey müminler! Toplu halde kafirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. (88/15), (8/15)
Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir! (88/16), (8/16)
Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (88/17), (8/17)
Bu böyledir, şüphesiz Allah, kafirlerin tuzağını bozar. (88/18), (8/18)
Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi! ve eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha iyidir. Yine dönerseniz, biz de yardıma döneriz. Topluluğunuz çok bile olsa, sizden hiçbir şeyi savamaz. Çünkü Allah müminlerle beraberdir. (88/19), (8/19)
Ayette Hz.Muhammed'in çevresindeki bazı müminlerin, kafirlerin kervanına saldırarak "ganimet" elde etmek yerine Kafirlerin ordusu ile savaşa girmek fikrini hoş karşılamadıkları ve savaşı istemedikleri ancak çoğunluğun Ayetlerde yer alan "Allah ve Resûlüne itaat edin." hükümüne uyarak Hz.Muhammed'in istediğine göre hareket ettikleri bildirilmektedir. Ancak bunların savaş kazanılmış olmasına rağmen, sanki göz göre göre onları ölüme sürüklemiş gibi Hz.Muhammed ile tartıştıklarına işaret edilerek, “kervana saldırılması” veya “kafirlerle savaşılması” seçeneklerinden "İnsanlık" için çok önem taşıyan "İslam Hareketi" açısından kuvvetsiz olanı (kervana saldırılmasını) istedikleribelirtilmektedir. Oysa Allah'ın bu Ayetleri, Hz.Muhammed ile tartışanlar (günahkârlar) istemese de, İslam için doğru olanı (hakkı) gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak üzere “kafirlerle savaşılmasını” gönderdiği hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, bu savaşın (Bedir Savaşı) kazanılması ile ilgili olarak Hz.Muhammed'in kafir ordusunun (Kureyş) sayısal üstünlüğü karşısında "yardım" istediğine işaret etmekte ve Ayetinde "bin melekle" yardım yapacağını bildirmektedir. Burada Meleklerin savaşan müminlere mecazen onlara katılan askerler gibi gösterileceğine işaret edilmekte ve Hz.Muhammed'in ve inananların Allah'tan gelen bu manevî güç ile dirayetlerini ve azimlerini sağlam tutmalarına destek olunduğu bildirilmektedir. Nitekim Allah, sadece "müjde" olsun ve onunla Hz.Muhammed'in ve savaşan müminlerin endişelerinin giderilmesi (kalbiniz yatışsın) için meleklerle yardım yapılacağını bildirdiğini, zaten yardımın yalnızca mutlak galip, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan "Kendisi" tarafından yapılabileceğini hatırlatmaktadır. Buna göre Yüce Allah'ın meleklere de "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun, ben kafirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!” diye vahiy ettiğini Hz.Muhammed'e ve sıkıntılar içinde kalan müminlere bir "canlandırma" olarak bildirdiği belirtilmektedir. Allah'ın Meleklere bildirildiğini açıkladığı bu "mecazi" sözlerin savaşan müminlere cesaret ve güç verdiğine, öte yandan onlarla savaşan kafirlere de Allah'a ve resulüne karşı gelmeleri nedeniyle Allah'ın azabının şiddetli olduğunu hatırlatarak korku duymalarına neden olduğuna işaret edilmektedir. (Meleklerin nitelikleri ile ilgili olarak Melekler, Cinler ve Şeytanlar bölümünde açıklayıcı bilgi bulunmaktadır.)
Bir diğer Ayette de Bedir savaşı ile ilgili olarak Allah'ın "dilediğini" yardımı ile destekleyeceğini bildirmektedir.
Karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. (89/13), (3/13)
Allah, Hz.Muhammed'in Müslümanlığı tebliğ etmesi sırasında kendi halkının ileri gelenlerinin çoğunluğu bu Dini inkar etmiş ve kendisine çeşitli zorluklar çıkarmışlar, hatta o Mübarek Zat'a ve inanlara karşı savaş açmışlardır. Bu şekilde yapılan savaşların en önemlilerinden olan Bedir Savaşında Hz.Muhammed'in sayıca çok az olan savaş gücü karşısında çok üstün bir kuvvetle saldırıya geçen "İnkarcılar", savaş sırasında Hz.Muhammed ve taraftarlarını olduklarından çok fazla görmüşler ve bunun getirdiği çöküşün de yardımı ile geri çekilmişlerdir. Allah, bu olayın "Kendi İzni” ile meydana geldiğini belirterek Allah yolunda olanlara yardımı ile destek olabileceğini hatırlatmaktadır. Kur'an içeriğinde geçen diğer olağanüstü olaylarda olduğu gibi burada da insanların karşılarındaki grubu olduğundan farklı olarak algılaması bu ortamda gerçekleştiğine göre, insanların şuandaki bilgi birikiminin bu tür bir algılamayı bilimsel olarak açıklamasının mümkün olmamasına rağmen, gelecekteki bilgi birikimleri ile bu ve benzer olaylara Allah'ın izni ile kesin açıklamalar getireceklerdir.
Buradan anlaşılması gereken asıl husus, bir insanın Allah'ı tanıyıp O'na teslim olması ve "Tüm Alemlerin” yaratıcısı ve sahibi olarak O'na boyun eğip ibadet etmesi halinde, Allah'ın "Dilediğine" yardımı ile destekleyeceği insanlar arasında olabileceğini ümit edebileceğidir. Zira her insan "Kablosuz bir bağlantı ile" Allah ile iletişim halindedir. İnansa da inanmasa da veya ne tür bir inanca sahip olursa olsun her insanda bu "İletişim" vardır ve her zaman "Açıktır”. Bu nedenle, Allah'ın varlığını ve her şeyin sahibi olduğunu bilinçli olarak idrak eden ve bu durumu dikkate alarak Allah'a yönelen insanların Allah'ın yardımcı olduğu "Dilediği" insanlar arasına girmesi mümkün bulunmaktadır. Bu durumu anlayabilenler,
Ayette "Basiret Sahibi", yani ileri görüşlü ve doğru görüşlü olarak tanımlanmaktadır ve onlar bu tür olaylar ve Allah'ın inananları desteklemesi gibi hususlardan önemli dersler çıkaracak ve inançlarını güçlendirecek nitelikte olan insanlardır. İnanmayan ve inkarcı durumda bulunan insanların bu durumu dikkatle incelemeleri ve önemle düşünmeleri gerekmektedir.
Buna göre bildirilen bu öğüt ve öneriler ile bütün insanlardan Ayetlerde belirtilenlerden ders çıkarmaları beklenmekte ve Allah ve “Resulüne” karşı gelinmesi halinde Allah'ın "azabının" şiddetli olduğu bir "uyarı" olarak hatırlatılmaktadır.
Ayrıca Yüce Allah'ın müminlere, savaşırken ihtiyaçları olan sükûnet ve güven için "hafif bir uyku" hissettirdiğine, böylece onları "iç huzuruna" ulaştırdığına ve Şeytan'ın neden olduğu kuşku ve vesveselerden (pisliğinden) kurtardığına işaret edilmekte ve gökten su (yağmur) indirilerek müminlerin "duygusal birlik" içinde birbirlerine bağlandıkları, manevi "güç" kazandıkları ve savaşta sebat ederek galip geldikleri açıklamaktadır.
Yüce Allah bu savaşta "müminlere" nasıl yardımcı olduğunu ayrıca bazı olaylara işaret ederek hatırlatmaktadır. Buna göre kafirler ordusu, kervan ve inananların bulundukları bölgelere ve inananların aralarındaki yapılacak harekatın hedefi konusundaki tartışmalara dikkat çekilerek şayet sözleşmiş olsalar bile bu durumun harekata başlanacak zaman konusunda görüş ayrılığına düşmelerine neden olacağı fakat Allah'ın iradesinin gerçekleşmesi kaçınılmaz olduğundan, müminlerin Allah'ın irade ve müdahalesi ile zafere ulaştıklarını, öte yandan hakkı inkar edenlerden ölenlerin ise bir hiç uğruna "helak" olduklarının delil olduğunu açıkça fark edebilecekleri belirtilmektedir. Yüce Allah, iman edenlerin bu durumu gördüklerinde onların bu ezici galibiyetinin Müslümanların cesaret ve yiğitliğinin ötesinde daha büyük, daha belirleyici bir şeyin eseri olduğunu anlamaları için savaşın böyle sonuçlanmasını, hakkıyla işiten ve bilen olarak, "takdir ettiği" belirtilmektedir. Ayrıca Allah'ın uykusunda Hz.Muhammed'e kafirleri az gösterdiğine de işaret edilerek şayet onları çok gösterseydi, elbette savaşa girmekten çekinecekleri ve münakaşa edecekleri belirtilmekte, fakat "kalplerin özünü bilen" Allah'ın müminleri böylece kurtardığı açıklanmaktadır.
Buna göre düşman kuvvetlerinin sayıca çok üstün olduğunu görmelerine rağmen inananlara onları "azımsayacak kadar" azimli ve cesaretli olduklarını hissettirdiğini, kafir ordusuna da sayıca üstünlükleri nedeniyle Müslümanları önemsenmeyecek bir kuvvet olarak görüp yanılgıya düştükleri bu durumun da savaşın kazanılmasında Müslümanlara yardımcı olduğu ve bütün işlerin Allah'ın "iradesine" göre olduğu belirtilmektedir.
Hatırlayın ki, siz vadinin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak kenarında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Eğer sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için. Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir. (88/42), (8/42)
Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münakaşaya girişecektiniz. Fakat Allah kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir. (88/43), (8/43)
Allah, olacak bir işi yerine getirmek için karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döner. (88/44), (8/44)
Bu açıklamalar ile "bütün insanlara" hitaben "Kendisinden" yardım istenmesi halinde, "olacak" bir işi yerine getirmek için zorluklar ile karşılaşıldığında onları "gözlerinde" az gösterildiği ve bütün işlerin Allah'ın "iradesine" göre olduğu bildirilmekte ve bütün insanlardan her konuda karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelebilmeleri için "Kendisinden" dua ile yardım istemeleri beklenmektedir.
Muhammed Esed tefsirinde de bu Ayette geçen "meleklerin yardımının" sadece manevî nitelikte olduğu, Kur'an'da hiçbir yerde meleklerin maddî anlamda bilfiil savaşa katıldıklarına delalet eden herhangi bir delil bulunmadığı şeklinde yorum yapılmaktadır
Enfal suresi | Enfal oku Enfal arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Burada Hz.Muhammed'in Medine'ye hicret etmesinin ikinci yılında Allah'tan aldığı vahiylerle (Ayetler) başlatmış olduğu ve bütün insanlığa "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" hakkındaki "gerçeklerin" bildirildiği "İslam" inancının ve kendisi tarafından iletilen "son uyarıları" bildiren "Müslümanlık" öğretilerinin güçlenmesi ve giderek daha çok sayıda insanlara ulaştırılmasının gözetildiği, bu amaçla da bütün insanlara "Allah'ın Yolunu" göstermek üzere Hz.Muhammed'e "vahyedilenlere" inanmayanlara (kafirlere) karşı "kesin" bir tavır alınması için onlarla "savaşılarak" bu hareketi olumsuz yönde etkilemelerinin önlendiği görülmektedir. Söz konusu olay tarihte "Bedir" savaşı olarak yer almaktadır. Bu Ayetlerin Bedir savaşı öncesindeki durumu açıkladığı ve Yüce Allah'ın "vahiy etmesi" ile Hz.Muhammed'in bu savaş için yürüttüğü "yol" ile ilgili olduğu tefsirlerde belirtilmektedir. Bu savaş ile ilgili tarihi olaylar konusunda Muhammed Esed tefsirinde açıklayıcı bilgiler yer almaktadır.
Enfal suresi | Enfal oku Enfal arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Hz.Muhammed yürüttüğü "strateji" ile "kafirleri" Mekke'ye doğru yola çıkan "kervanlarını" korumaya yönlendirmiş ve bu amaçla kendilerine "saldırmalarına" neden olmuştur. Çıkan savaşta galip gelem iman edenler (Müslümanlar) böylece "İslam’ın" yayılmasında son derece önemli bir "engeli" aşarak bu hareketin devamlılığını sağlamışlardır.
Hz.Muhammed ile savaşa giren "kafirlerin" Allah'a ve Peygamberine (Resulüne) karşı gelmelerinden ötürü yenilgiye uğradıkları belirtilmektedir. Nitekim Ayetlerde Allah'ın müminlere ulaştırdığı meleklere buyurduğu "Sizinle beraberim" sözleriyle başlayan cesaretlendirici sözleri ile "zafer" vadettiği belirtilerek, savaştan kaçmaya ve gerilemeye izin verilmediğine işaret edilmektedir. Geri çekilmenin ancak bir savaş "yöntemi" olarak tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer birliklere (bölüğe) ulaşıp mevzi tutma ile ilgili olabileceği, bu gibi durumlar dışında kim savaş sırasında geri dönüp kaçarsa (onlara arka çevirirse) muhakkak ki onun Allah'ın gazabını hak etmiş olacağı ve onun yerinin cehennem olduğu bildirilmekte ve cehennemin varılacak en kötü yer olduğu hatırlatılmaktadır. Aynı zamanda bu hatırlatma ile bütün insanlara başladıkları işlerden karşılarına çıkacak engeller, zorluklar ve sorunlar yüzünden vaz geçmemeleri öğüt verilmekte ve ancak azimli olmaları, başarmaya odaklanmaları (sebat etmeleri) halinde başarılı olabilecekleri açıklanmaktadır.
Öte yandan Ayette yer alan "Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı" hükmü ile, Müslümanların kendilerinden çok kalabalık ve çok daha iyi donanımlı Kureyş ordusuna karşı elde ettikleri zaferin Allah'ın yardımı ile kazandıklarına işaret edilmekte ve bu vesile ile bütün insanlar ulaştırıldıkları başarıları "kendilerinden" bilip yersiz bir biçimde "gurura" kapılmamaları için uyarılmaktadır. Buna göre bütün insanların, elde ettikleri başarılar ile "kibirlenmemeleri" ve üzerinde düşünerek bu başarıların sağlanmasında etkili olan bu ortamın "kuralları" ve "koşulları" ile sağlanan "olanaklar" ve kendilerine lütfedilen Akıl" unsuru gibi diğer bütün hususların değerlendirmeleri için "güzel bir imtihanla denemekte" olduklarını unutmamaları gerektiğine işaret edilmektedir.
Her şeyi işiten ve bilen Allah'ın "kendisini" inkâr eden "kafirlerin" inananlara karşı kurdukları "tuzaklarını" bozduğu, bunda şüphe edilmemesinin ve kendilerine sağlanan bütün başarılarla “sınavdan geçirildiklerini” unutmayıp başarılı olmaya gayret etmelerinin bütün insanlardan beklendiği hatırlatılmaktadır.
Nitekim inananların tabi oldukları "sınavları" anlayıp Allah'ın bütün insanlara gönderdiği "gerçekleri" açıklayan "Kur'an’a" göre davranmaları halinde "doğru yolda" olacakları, bu eylemlerine sadık kaldıkları sürece Allah'ın onlarla birlikte olacağı, şayet doğru yoldan ayrıldıklarında ve gerçek müminler olmadıklarında ise, gelecekte ne kadar büyük bir topluluk oluştururlarsa oluştursunlar güçsüz ve dirençsiz kalacakları "Müslümanlara" bir uyarı olarak bildirilmektedir.
Bununla birlikte müminlere ve onlarla savaşan inkarcılara da ayrıca bir hatırlatma yapıldığı söylenebilir. Buna göre inkâr edenlere müminlerle yaptıkları savaşın kaybedilmesinin "gururlarının" ve inkarlarının" nefslerine karşı galip gelmelerini engelleyeceğini, bu "yenilgi" durumunun onlar için yeni bir "anlayışa" ulaşabilmelerine fırsat vereceğini, böylece "inkârcı" düşünce ve inançların üstesinden gelmelerine (fethetmelerine) neden olacağını düşünmeleri önerilmektedir. Böylece onlara Allah'a ve Hz.Muhammed'e iman edilmesi halinde Allah'ın müminler için Ayetlerinde açıkladığı bütün iyiliklere ve güzelliklere ulaşacakları inanmayanlara bildirilmektedir.
Ayetlerde Bedir savaşı ile ilgili olarak müminlere iletilmek üzere Hz.Muhammed'e bazı öğütler bildirilmektedir.
Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz. (88/45), (8/45)
Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (88/46), (8/46)
Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kafirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. (88/47), (8/47)
Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: “Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım” dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: “Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir” dedi. (88/48), (8/48)
O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, "Bunları, dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (88/49), (8/49)
Buna göre savaşmak zorunda kalındığında başarıya (zafere) ulaşılabilmek için sabırlı, dirayetli ve azimli olmaları, Allah'ı çok anmaları ve Allah'a ve Peygamberine itaat ederek birbirleri ile çekişmemeleri önerilmektedir. Aksi halde içlerinde korku hissedecekleri ve böylece güçlerinin azalacağına dikkat çekilmekte ve "sabretmeleri" özel olarak öğütlenmektedir. Zira sabır gösterilmesi ile, "Akıllarını" çok daha etkili olarak kullanmalarını ve başarıya giden yolu bulmalarını sağlamak üzere bu zaman değerlendirilmiş olacaktır. Görüldüğü gibi verilen öğütler bütün insanlara sadece "savaş" için değil fakat yaşamlarında karşılaşacakları "zorlukların" ve "engellerin" aşılmasında başarılı olmaları için de yol göstermektedir.
Bedir savaşı sırasında kafirler ordusunun sayıca üstünlüğünün yanında sahip oldukları silah ve diğer "donatım" nedeniyle de "kibire" kapıldıkları belirtilmekte ve onların "müminleri" Allah'ın yolundan çevirmek amacında olduklarına ancak Allah'ın sınırsız gücü ile onların niyet ve yaptıklarını çepeçevre "kuşatmış" bulunduğuna işaret edilerek, müminlere onlar gibi olmamaları önerilmektedir. Bu savaşta Şeytan'ın onlara “Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım” diyerek yaptıklarını güzel gösterdiği, fakat iki ordu birbirini görünce ardına dönüp “Ben sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi (melekleri) görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir” dediği bildirilmektedir. Buna rağmen kafirlerin karşılarındaki az sayıdaki müminlerin inandıkları dinlerinin onları aldattığını düşünerek Şeytan'ın etkisinde çıkmadıkları açıklanmakta ve sonuçta Allah'ın yardımlarına ulaşan müminler karşısında yenilgiye uğradıkları bildirilmektedir.
Böylece savaşan müminlere ve bu vesile ile bu ortamda yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanlara, Allah'ın anılması unutularak sadece sahip olunanlara güvenilmesinin işlerinde başarıya ulaşılmasında yeterli olmayacağı, Allah'ın "mutlak galip" olduğu ve kim Allah'a dayanırsa onun da mutlak galip olacağı, hatırlatılmakta ve "Şeytan'a" uyularak kibir uğruna savaşa girilmemesi ya da iş yapılmaması için uyarıda bulunulmaktadır. Zira bütün iş ve kararlarda Şeytan'ın "İnsana" yaptıklarını "güzel" göstererek ve düşünmeden aşırı güven aşılayıp insanları etkilediği fakat "gerçekler" karşısında geri çekildiği unutulmamalıdır.
Yüce Allah hiçbir peygambere savaş sırasında esir alınanları sürekli olarak alıkoymasının yaraşmadığını Hz.Muhammed'e de özellikle bildirmektedir.
Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir peygambere esirleri bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. (88/67), (8/67)
Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (88/70), (8/70)
Eğer sana hainlik etmek isterlerse daha önce Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti. Allah bilendir, hikmet sahibidir. (88/71), (8/71)
Ayetteki "yeryüzünde ağır basıncaya kadar" ifadesi ile, "haklı bir sebep" olan ve "kıran kırana" gerçekleşen "şiddetli" bir savaş sırasında karşı tarafta savaşan "İnkâr Eden" insanların öldürülmeleri (boyunlarını vurun), ancak karşı tarafın savaşı sürdürecek gücünün "azaldığı" ve "etkili" bir saldırı imkanının bulunmadığı bir duruma ulaşıldığında, yani galip gelmekte olan tarafın savaştaki etkinliği "ağır basınca" ve onları iyice vurarak "sindirildiğinde" artık böylece çaresiz olan insanların doğrudan öldürülmemeleri, sıkıca bağlayıp "esir" alınmaları ve savaş sona erdiğinde de karşılıksız veya "fidye" karşılığında serbest bırakılmaları öğüt verilmektedir.
İnkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun, nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın, savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. (95/4), (47/4)
Nitekim, Bedir savaşı sonrasında bu konuda yapılan istişareler sonucunda Hz.Muhammed'in ele geçirilen esirleri serbest bıraktığı bilinmektedir.
Günümüzde toplumlar arasındaki "doğal kaynakların" ele geçirilmesi adına anlaşmazlıklar, çatışmalar, silahlı saldırılar ve savaşların Allah'ın Dininin savunulması ile ilgisi bulunmamaktadır. Bu nedenle bu tür saldırılar ve savaşlar sonrasında, inanmamış da olsa, diğer toplumlara ait olan doğal kaynakların malların (ganimet) ele geçirilmesinin ve onları "koruyan" insanların esir alınmasının "yasaklandığı" sonucuna varılmaktadır.
Muhammed Esed tefsirinde bu Ayetin aynı zamanda köleliğin yasaklanması ile de ilgili olduğu belirtilmektedir.
"Din'in ya da (2. sure, 167. notta açıklandığı üzere) özgürlüklerin savunulması için Allah yolunda girişilen savaş esnasında olmadıkça- kimse esir edilemez; bu amaçla tutuklanıp az ya da çok mahsur tutulamaz. Ve dolayısıyla, barış şartlarında, "barışçı" yöntemlerle birini esir almak ve bu yolla ele geçirilen esiri tutmak, alıkoymak bütünüyle hukuk dışı, bütünüyle haramdır. Bu da hangi amaçla olursa olsun, "toplumsal bir kurum" olarak köleliğin, köleciliğin yasaklanması demektir. Kaldı ki, savaşta alınan esirler konusunda bile Kur'an (47:4'de), onların savaş bittikten sonra salıverilmelerini öngörmektedir."
Enfal suresi | Enfal oku Enfal arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Yüce Allah savaş sırasında alınan "esirlere" iyi davranılmasının ve onları Allah'a "iman etmeye" yönlendirilmelerinin "doğru" olacağını bildirmektedir. Bu amaçla esrilere eğer Allah kalplerinde bir iyilik ve güzellik (hayır) olduğunu bilirse ve "yatkınlık" bulursa onlara iman ve dolayısı ile ölümleri sonrasında "mutluluk" vereceğini ve onları bağışlayacağını, çünkü Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğunu bildirmesini Hz.Muhammed'e öğüt vermektedir. Ayette onlardan "alınan" olarak savaşta yenildikleri için dost ve yakınlarını kaybettiklerine işaret edildiği ve iman etmeleri ile bu kayıplarının fazlasıyla karşılanmış ve tazmin etmiş olacağının açıklandığı böylece "iman" etmelerine yardımcı olunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu "iyi niyetli" yaklaşıma rağmen alınan esirler "hainlik etmek" isterlerse Hz.Muhammed'e üzülmemesi, çünkü daha önce de iman edenlere karşı "savaşa" katılarak Allah'a da hainlik etmiş oldukları bildirilmekte ve "bilen" ve "hikmet sahibi" olan Allah'ın onlara karşı imkân ve kudret verip kendisini "galip getirdiği" Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed ile bütün insanlara "Yaratılış" ile ilgili gerçekleri ve Kendisinin "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu bildirdiklerine inanmayıp inkar edenlerin bunlara inanıp iman edenlere karşı düşmanlık ve hasetlik içinde olduklarına ve iman edenlere bir iyilik dokunsa bunun onları tasalandırdığına, bir musibet gelse buna da sevindiklerine işaret etmekte ve "müminlere" zorluklara karşı sabretmeleri ve Allah'a karşı sorumluluklarını hatırlayıp imanlarını korumaları önerilmektedir.
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. (89/120), (3/120)
Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir. (89/121), (3/121)
O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler. (89/122), (3/122)
Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. (89/123), (3/123)
O zaman sen, müminlere şöyle diyordun:" İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?" (89/124), (3/124)
Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. (89/125), (3/125)
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır. (89/126), (3/126)
Allah, kafirlerden bir kısmının kökünü kessin veya onları perişan etsin, böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler -ki bu işte senin yapacağın bir şey yoktur yahut tevbelerini kabul etsin ya da onlara azap etsin diye. (89/127), (3/127)
Çünkü onlar zalimdirler. (89/128), (3/128)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. (89/129), (3/129)
İman edenlerin Ayetlerde belirtilen bu önerilere uymaları halinde, "kafirlerin" yaptıkları hilelerin onlara hiçbir zarar vermeyeceği bildirilmektedir.
Buna rağmen "kafirler" ile yapılan "Uhud" savaşında Hz.Muhammed'in sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailesinden ayrıldığında içlerinden iki bölüğün Ayette belirtilen bu uyarıları dikkate almamaları nedeniyle savaşı bırakmaya varacak şekilde bozulmaya yüz tuttuğu belirtilmektedir. Ancak Yüce Allah esasen hakkıyla "işiten" ve "bilen" olarak "müminlerin" yardımcısı olduğunu ve yalnız Allah'a dayanıp güvenmelerinin gerektiğini belirterek sonuçta onların yardımcısı olduğunu bildirmektedir.
Bu durum Muhammed Esed tefsirinde aşağıdaki gibi özetlenmektedir.
"Peygamber, çoğunluğun iradesine gönülsüzce boyun eğdi ve kendisini izleyenlerle birlikte Medine'nin yaklaşık üç mil uzağındaki Uhud Dağı'nın eteğindeki düzlüğe doğru yola çıktı. İslam ordusu binden daha az sayıda savaşçıdan oluşuyordu. Fakat Uhud yolunda Müslümanların gerçekten savaşmaya niyetli olmadıklarına inanmış görünen münafık Abdullah b. Ubeyy'in öncülük ettiği üç yüz kişinin firarıyla bu sayı daha da azaldı. Harbin başlamasından az önce Peygamber'in kuvvetleri arasında yer alan diğer iki grup -yani Evs kabilesinden Benû Seleme ve Hazrec kabilesinden Benû Hârise oymakları- sayıca az olmalarından dolayı Müslümanların savaştan uzak durmaları gerektiği mazeretine sığınarak cesaretlerini yitirip firarilere katılmak üzereydiler ki (3:122) son anda vazgeçip Peygamber'i takip etmeye karar verdiler. Yediyüz kişiden daha az savaşçıya sahip olan Peygamber, çekirdek gücünü dağı arkalarına alacak şekilde savaş düzenine soktu ve bütün okçularını -elli adet- düşman süvarisinin bir çevirme harekatına karşı kalkan oluşturması için yakındaki bir tepenin zirvesine yerleştirdi.
Bu okçulara mevzilerini hiçbir şekilde terk etmemeleri emredilmişti. Ardından Müslümanlar, Kureyş müşriklerinin çok üstün güçlerine karşı ölümü hiçe sayan bir saldırı başlatarak kesin bir üstünlük kazandılar ve onları bozguna uğrama noktasına getirdiler. Ancak tam o sırada savaşın kazanıldığına inanan ve ganimetlerdeki hisselerinin kaybolmasından korkan okçuların çoğu, koruyucu mevzilerini terk ederek Kureyş karargahının etrafındaki kalabalığa karıştılar. Bu fırsatı yakalayan Hâlid b. Velîd (bu savaştan az bir zaman sonra İslam'a girdi ve bütün zamanların en büyük Müslüman komutanlarından biri oldu) kumandasındaki Mekke süvarilerinin büyük bölümü geniş bir kavisle onları çevirdiler ve Müslüman kuvvetlerine arkadan saldırıya geçtiler. Okçuların korumasından yoksun olan ve iki ateş arasında kalan Müslümanlar çok sayıda kayıp vererek düzensiz bir şekilde geri çekildiler."….
"....Toparlanarak düşmana karşı saldırıya geçtiler ve böylece günü kurtardılar. Ancak Müslümanlar bu şansı kullanamayacak kadar bitkin olduklarından düşmanın Mekke yönünde geri çekilmesiyle savaş bir galibi olmadan bitti. Ertesi gün Peygamber, Ashâbından yetmiş kişinin başında onları takibe başladı. Ancak Müslümanlar Medine'nin takriben sekiz mil güneyinde Hamrâ' el-Esed adı verilen yere vardıklarında Mekkeliler'in diğer bir karşılaşmayı göze alamayacak hâlet-i rûhiyede oldukları ve hızla evlerine yöneldikleri görüldüğünden küçük Müslüman ordusu Medine'ye geri döndü.”
Ali İmran suresi | Ali İmran oku Ali İmran arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Hz.Muhammed Uhud'da savaşan iman edenlere, güçsüz oldukları halde Bedir savaşında da Allah'ın "indirdiği" üç bin "melekle" onlara yardım ettiğini, eğer sabır gösterir ve Allah'tan sakınırlarsa düşmanlar hemen şu anda üzerlerine gelseler bile Allah'ın nişanlı beş bin melekle onları destekleyeceğini, Allah'ın bunu onlara sırf bir müjde olsun ve kalpleri bu sayede rahatlasın diye yaptığını, zaferin yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katından olduğunu söyleyerek onları cesaretlendirdiği açıklanmaktadır. Böylece sonuçta Allah'ın onların yardımcısı olduğuna işaret edilerek "iman edenlerin" bundan "ders almaları", yalnız Allah'a dayanıp güvenmeleri ve Allah'tan sakınmaları böylece O'na şükretmiş olacakları bildirilmektedir. (Bedir Savaşı ile ilgili açıklamalarda müminlere "destek" olarak indirildikleri belirtilen "melekler" hakkında bilgi verilmiştir). Yüce Allah, Uhud Savaşında iman edenlere yaptığı bu yardımı kafirlerden bir kısmının kökünün kesilmesi veya onların perişan edilerek bozulmuş bir halde dönüp gitmeleri için yaptığını belirtmektedir. Ayrıca, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın olduğunu, dilediğini bağışladığını, dilediğine azap ettiğini, çok bağışlayıcı ve çok merhametli olduğunu hatırlatarak Hz.Muhammed'e bu konuda yapacağı bir şey olmadığını ve kafirlerin pişmanlık duyarak Müslüman olmaları halinde onların "tevbelerinin" kabul edilmesinin ya da inkarda ısrar ederlerse onlara azap edilmesinin "Kendisinin" takdirinde bulunduğunu çünkü onların zalimlerin kendileri olduğunu bildirmektedir.
İman edenlerin Uhud savaşında yapılan hatalar yüzünden çok ağır kayıplar vermesi nedeniyle karamsarlığa ve yılgınlığa düştükleri belirtilmekte, ancak inanmış olmalarının daima "üstün" gelecekleri kendilerine hatırlatılmaktadır.
Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. (89/139), (3/139)
Eğer siz bir acıya uğradınızsa, o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. (89/140), (3/140)
Bir de Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kafirleri de helâk etmek ister. (89/141), (3/141)
Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? (89/142), (3/142)
Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz. (89/143), (3/143)
Düşman taraf olan kafirlerin sabırla ve kararlı bir şekilde savaştıkları için yenilmediklerine, çünkü sabır ve kararlılık içerisinde çalışıp gayret gösterenler daima başarıya kavuşacaklarına işaret edilerek müminlerin "imanlarının gücüne" dikkat çekilmekte ve yılgınlığa kapılmamaları, gevşeklik göstermemeleri ve üzülmemeleri istenmektedir. Yüce Allah böylece müminlere "inançlarını" korumaları halinde "en üstün" olacaklarını bildirmektedir. Onlara ayrıca bu savaş sonrasında çektikleri acının benzerini daha önceki Bedir savaşında düşmanlarının çektiğini ve insanlar arasında bazen iyi ve bazen kötü günleri nasip ettiğini hatırlatmaktadır. Savaşlarda zafer ve yenilginin tarafların gösterecekleri gayret, sabır ve kararlılık ile ilgili olduğuna işaret edilerek taraflar arasında "döndürülmesinin" inananlar arasında samimi olarak iman edenleri, bu "gerçeği" anlayabilenler olarak ortaya çıkardığı ve onlardan bir kısmının bu gerçeğe "şehit" olarak "şahit" oldukları belirtilmektedir. Allah, iman edenleri ve hakikate hayatları pahasına "şehâdet" edenleri, inanmayanlardan ayırd edilmemesinin iman edenler açısından bir "zulüm" olduğunu ve bunu yapmayıp "zalim" olanları "sevmediğini" bildirmektedir. Buna göre "iman edenlerin", bazı savaşlarda zor durumda kalarak zafere ulaşamamalarının nedenleri üzerinde düşünmeye ve "Akıllarını" kullanmaya yönlendirildikleri anlaşılmaktadır. Böylece onlardan Allah'ın iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kafirleri de helâk etmek istediğini fark etmeleri ve anlamaları beklenmektedir. Nitekim Yüce Allah iman edenlere başarının "özverilere bağlı olduğunu hatırlatmakta ve "Kendisi" için "cihad" edenlerin "sıkıntılara" katlanmadan, canını feda etmeyi göze almadan ve buna katlananlarla katlanmayanlar ayırt ederek ortaya çıkarılmadan cennete girilemeyeceğini bildirmektedir. Ayrıca savaş öncesinde düşmana doğrudan saldırıya geçilmesini, gerekirse seve seve canlarını feda edeceklerini bildirenlerin, yapılan hatalara bağlı olarak maruz kaldıkları düşmanın şiddetli saldırıları nedeniyle ölümü karşılarında gördüklerine, çok sayıda kayıp verdiklerine ve geri çekilmek zorunda kaldıklarına işaret edilmektedir.
İman edenlere içinde bulundukları savaş ortamında onlara önder olan Hz.Muhammed'in ancak bir peygamber olduğu, onun savaşırken ölmesi veya öldürülmesi durumunda iman ve dirençlerinin zayıflamaması gerektiği belirtilmektedir.
Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (89/144), (3/144)
Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. Ölüm belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. (89/145), (3/145)
Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. (89/146), (3/146)
Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti:" Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl! " (89/147), (3/147)
Allah da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları sever. (89/148), (3/148)
Ey iman edenler! eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye döndürürler de hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz. (89/149), (3/149)
Oysa sizin Mevla’nız Allah'tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır. (89/150), (3/150)
Uhud savaşı sırasında inananların Hz.Muhammed'in önerilerini dikkate almamaları ve nefslerinin etkisi ile "düzenin" bozulması sonucunda yaşanan kargaşada bir de Hz.Muhammed'in öldüğü haberinin yayılması ile çok fazla kayıplar verildiği anlaşılmaktadır. Yüce Allah bu konuya örnek olarak dikkat çekerek, Hz.Muhammed'in, ondan önce de gelip geçmiş peygamberler gibi, ancak bir "Peygamber" yani bir "uyarıcı" olarak görevlendirdiği "ölümlü" bir "İnsan" olduğunu bildirmekte ve onun bir şekilde ölmesi ya da öldürülmesi halinde onun "ilettiklerini" unutup tekrar gerisin geriye yani eski inançlarına dönmemeleri gerektiğini "inananlara" bir "nasihat" olarak hatırlatmaktadır. Buna göre iman etmiş olanların daha sonra bir bahane ile "geri dönerlerse" Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaklarını "ihtar edilmekte" ve imanlarını koruyup "şükredenleri" mükâfatlandıracağını bir defa daha açıklamaktadır. Ayrıca kendilerine bildirilenlere (savaş düzenine) uymamaları sonucunda Hz.Muhammed'in öldüğü haberinin yayılmasına neden olunduğuna dikkat çekerek, insanların ölümlerinin ancak Allah'ın "izni" ile gerçekleştiğini ve dünya nimetlerinin isteyenlere ondan ahiret sevabını isteyenlere de ondan verdiğini ve böylece Allah'a şükredenleri ödüllendireceğini iman edenlere özellikle hatırlatmaktadır.
Ayrıca, önceki dönemlerde de nice peygamberlerin Allah yolunda beraberindeki birçok iman eden "Allah Erleri" ile birlikte savaştıkları, bu yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermedikleri, boyun eğmedikleri ve sadece Allah'tan günahlarının ve işlerindeki taşkınlıklarının bağışlanmasın, direnme gücü ve metanet verilmesini (ayaklarımızı sabit kıl) ve kafirler topluluğuna karşı onları muzaffer kılmasını diledikleri, Allah'ın da onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdiği ve Allah'ın iyi davrananları ve böyle sabredenleri sevdiği Hz.Muhammed ile birlikte savaşan müminlere örnek olarak belirtilmektedir. İman edenler ayrıca eğer kafirlere uyarlarsa onları gerisin geriye, yani eski dinlerine döndüreceklerine böylece onları hüsrana uğrayanların durumuna düşüreceklerine dikkat çekilerek, "kafirlere" uymamaları gerektiği bildirilerek uyarılmakta ve onlara Allah'ın (Mevla’nız) yardımcıların en hayırlısı olduğu ihtar edilmektedir.
Ayetlerdeki ifadelerden aynı zamanda bütün insanlara, giriştikleri her türlü işlerde zorluklar veya olumsuz durumlarla karşılaştıklarında güçlüklere boyun eğmemeleri, gevşeklik ve zayıflık göstermemeleri, sabırlı olmaları ve kendilerine direnme gücü ve metanet vererek o işten başarı ile çıkmasında yardımcı olması için Allah'a dua etmelerinin önemine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz.Muhammed tarafından kendilerine iletilmiş olan Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerine inanıp Allah'a ve onlara "iman" etmiş olanların böylece "doğru yola" ulaştıktan sonra inkar edenlerin etkileri altında kalmamaları ve onlara uymamaları öğütlenmektedir. Zira inanmayanların asıl amaçlarının, bütün insanlara son olarak iletilen "gerçeklerin" kendi inançlarına ve kurdukları yaşam düzenine "zarar" vereceğini düşünerek bunamani olmak istediklerine işaret edilmektedir. Yüce Allah bu uyarıları ile bütün insanlardan "doğru yola" yönelmelerini beklemekte ve "Kendisinin" yardımcıların en hayırlısı olduğunu, sabredenleri sevdiğini ve sahip oldukları ve başardıkları için "Kendisine" teşekkür edenleri (Şükredenleri) ödüllendirdiğini bildirmektedir.
Yüce Allah'a ortak koşanların iman edenlerle savaş halinde olmaları veya Allah'a inanma ve O'na iman etmek ile ilgili konularda çeşitli şekillerde "karşılaşmaları" durumunda daima "endişeli" olacakları ve bir korkuya kapılacakları açıklanmaktadır.
Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kafirlerin kalplerine yakında korku salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! (89/151), (3/151)
Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı size gösterdikten sonra zaafa düştünüz, emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan alıkoydu ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır. (89/152), (3/152)
O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Allah size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (89/153), (3/153)
Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, "Bu işten bize ne!" diyorlardı. De ki:" İş tamamen Allah'a aittir." Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar "Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. Şöyle de:" Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için." Allah içinizde ne varsa hepsini bilir. (89/154), (3/154)
İki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan kaydırmıştı, yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, halimdir. (89/155), (3/155)
Allah müminlere savaş sırasında güç vermek üzere, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle düşmanlarının kalbine "korku" salacağını ve onların gideceği yerin zalimlerin varacağı "ne kötü yer" olan cehennem olduğunu haber vermektedir. Ayrıca verdiği "izin" ile savaş sırasında iman edenlerin kafirleri öldürmelerinin, sayıca kendilerinden çok üstün olan düşman karşısında iman edenlere "yardım" edeceğine dair olan Allah'ın vaadinin yerine geldiğine işaret edilmektedir. Ancak bu sayede galibiyete ulaşmalarına rağmen, Peygamberin "mevzilerin terkedilmemesi" emrine Dünya'yı isteyen bazılarının uymayıp asi oldukları, Ahireti isteyenlerin de emre uymaları yüzünden şehit edildikleri hatırlatılmaktadır. Nitekim o sırada Hz.Muhammed mevzilerini terk edenleri çağırdığı halde onların hiç kimseye dönüp bakmadan savaş alanından uzaklaştıkları, bu yüzden onlara kaybettiklerinin ve başlarına gelenlerin üzüntüsüne katlanabilmeleri için keder üstüne keder verildiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah bu nedenle onları sınamak için düşmanı yenmelerine mani olduğunu ancak sonradan onları bağışladığını zira Allah'ın müminlere karşı çok lütufkar olduğunu bildirmektedir. Nitekim Yüce Allah galibiyete çok yakın olmalarına rağmen düşmanlarının kalplerine verdiği "korku" nedeniyle geri çekildiklerine işaret etmekte ve sonunda Hz.Muhammed’in zafere kavuşacağına inanan ve onunla birlikte düşmana karşı bütün güçleri ile savaşan bir gruba hafif bir uyuklama hali vererek dinlenmelerini sağladığı, böylece inananları sınamak için verdiği o kederin arkasından "bir güven" indirdiğini açıklamaktadır.
Diğer bir grubun ise, canlarının kaygısına düştüğünü ve Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılarak "Bu işten bize ne!" dediklerini, ayrıca bu grubun içlerinden bu işten bir fayda olsaydı burada "öldürülmemeleri" gerekirdi veya bu kararda bir hisseleri olsaydı burada öldürülmezlerdi diye geçirdiklerini belirtmektedir. Yüce Allah onlara evlerinde kalmış olsalardı bile öldürülmesi takdir edilmiş olanların öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp gideceklerini hatırlatmasını ve Allah'ın bütün bu olayları içlerindekileri yoklamak ve kalplerindekileri temizlemek için böyle yaptığını, çünkü Allah'ın içlerinde ne varsa hepsini bildiğini ve meydana gelen bütün bu olayların tamamen Allah'ın takdirine ait olduğunu iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Ayrıca müminlere karşı çok lütufkar olan
Allah'ın bu savaş sırasında sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden Şeytan’ın etkisi ile mevzilerini terk edenleri "affettiği" açıklanmakta ve Allah'ın çok bağışlayıcı ve merhametli ve yumuşak huylu (halim) olduğu hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah özellikle savaş olayına dikkat çekerek insanlara, yaptıkları işler ve verdikleri kararlar nedeniyle başlarına gelen "kötü şeylerin" şayet başka şekilde davransalardı başlarına gelmeyecek olacağına dair olan inanış ve düşüncelerinin doğru olmadığını Hz.Muhammed’e verdiği öğütler olarak açıklamaktadır.
Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın, Allah bu kanaatı onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Canı veren de alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. (89/156), (3/156)
Eğer Allah yolunda öِldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır. (89/157), (3/157)
Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. (89/158), (3/158)
O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. (89/159), (3/159)
Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. (89/159), (3/159)
Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar. (89/160), (3/160)
Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın- kazandığı tastamam verilir. (89/161), (3/161)
Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır. (89/162), (3/162)
Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onların yaptıklarını görmektedir. (89/163), (3/163)
Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle
Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler. (89/164), (3/164)
İki katını başına getirdiğiniz bir musibet, kendi başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oluyor!" dediniz? de ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter. (89/165), (3/165)
İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. (89/166), (3/166)
Bunlara: "Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın" denildiği zaman, "Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok, kafirliğe yakın idiler, ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir. (89/167), (3/167)
Oturup da kardeşleri hakkında: "Bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" de. (89/168), (3/168)
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. (89/169), (3/169)
Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. (89/170), (3/170)
Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. (89/171), (3/171)
Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. (89/172), (3/172)
Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve"Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler. (89/173), (3/173)
Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler, böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. (89/174), (3/174)
İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. (89/175), (3/175)
Yüce Allah, Uhud savaşının nasıl yönetileceği ile ilgili kararda bir yetkileri olsaydı burada öldürülmezlerdi diye düşünen bazı müminlere, bu düşünceleri ile ilgili olarak dikkate almaları gereken "gerçekleri" daha ayrıntılı açıklamaktadır. Buna göre iman edenlere yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi" diyerek "inkâr edenler" gibi olmamalarının gerektiğini hatırlatmakta ve inkâr edenlerin kalplerine bu düşünceyi (kanaati), kaybettikleri yakınları için büyük bir "hasret yarası" olarak koyduğunu bildirmektedir. Zira "müminler", iman ettikleri Allah'ın Ayetlerinde açıkça belirtildiği gibi, "canlıların" ölümlerinin Allah'ın bu ortamın "yaratılışı" ve "sürdürülmesi" ile ilgili olarak "belirlediği" kural ve koşullarına bağlı olarak meydana gelen "etkileşimlerin" sonucunda gerçekleştiğinin bilincinde olarak, canı verenin de alanın da Allah olduğuna ve Allah'ın yaptıklarını tam ve eksiksiz (hakkıyla) gördüğüne inanmaktadırlar. Ayrıca Allah yolunda öldürülmeleri ya da ölmeleri halinde Allah'ın onları bağışlamasının (mağfireti) ve merhametinin (rahmeti) onların yaşamlarında topladıkları bütün "iyi" şeylerden daha hayırlı olduğunu bilmeleri iman edenlere hatırlatılmaktadır.
Yapılan bu hatırlatmalar ile iman edenlere ve bütün insanlara, hangi şekilde olursa olsun ölmüş ya da öldürülmüş olsalar da sonuçta Allah'ın huzurunda toplanacakları "yemin" vererek (Andolsun) bildirilmekte ve her konuda olduğu gibi ölüm ve ölüm sonrasına ait Ayetleri dikkatle incelemeleri ve onlara göre yaşamlarını düzenlemeleri önerilmektedir.
Hz.Muhammed'e Uhud savaşı sırasında mevzilerini terk ederek galibiyete çok yakın iken iman edenleri zor durumda bırakanlara karşı Allah'ın bir lütfu ve merhameti olarak yumuşak (mutedil) davrandığı, onların bu davranışlarındaki nedenleri görüp onlara "empati" ile yaklaştığı ve böylece iman edenlerin yeniden toparlanmalarını sağladığı belirtilmektedir. Yüce Allah şayet Hz.Muhammed'in onlara kaba, katı yürekli olsaydı hiç şüphesiz etrafındakilerin de dağılıp gideceklerine işaret ederek, onları affetmesini ve bağışlanmaları için dua etmesini öğütlemektedir. Ayrıca yapılacak iş hakkında onlara danışmasını önermekte ve bunlara göre bir "Karar" verdiğinde de artık Allah'a dayanıp güvenmesini, çünkü Allah'ın "Kendisine" dayanıp güvenenleri sevdiğini bildirmektedir. Böylece Allah'ın onlara "yardım edeceği" ve Allah yardım ederse artık onlara üstün gelecek hiç kimse olmadığı, eğer bırakıverirse de ondan sonra onlara hiç kimsenin yardım edemeyeceği hatırlatılarak "müminlerin" ancak Allah'a güvenip dayanmalarının gerektiği bildirilmektedir.
İnkâr edenlerin saldırılarının püskürtüldüğünü görüp zaferin kazanıldığını düşünen ve düşmanların geride bıraktıkları ganimetin aralarında paylaştırılmayacağından kuşku duyarak görev yerlerini bırakanlarla ilgili olarak Yüce Allah, bir peygambere hile yapmanın ve emanete hıyanetin yaraşmadığını çünkü kim hile yaparsa veya emanete hıyanet ederse, herkesin yaptıklarının tam karşılığını alacağını ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacağı "Kıyamet Gününde" hilesinin yüzlerine vurulacağını ve sonra herkese "asla haksızlığa uğratılmaksızın" kazandığının "tastamam" verileceğini bildirmektedir. Ayrıca Allah'ın hoşnutluğunu gözetenle Allah'ın hışmına uğrayan bir olmadığını, bunların Allah katında "tamamen" farklı derecelere sahip oldukları zira Allah'ın yaptıkları her şeyi gördüğünü ve yaptıklarıyla Allah'ın hışmına uğrayanların yerinin ne kötü bir varış noktası olan cehennem olduğunu hatırlatmaktadır.
Yüce Allah insanlara olan merhameti ile ölümleri sonrasında huzurunda kötü ve pişman olacakları duruma düşmemeleri için kendilerine Allah'ın Ayetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkardan kendilerini temizleyen ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten içlerinden bir Peygamber gönderdiğini, böylece daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde bulunmakta olan müminlere büyük bir lütufta bulunduğunu tüm iman edenlerle birlikte bütün insanlara kesin bir şekilde açıklamaktadır.
Müminlerin iki katını Bedir savaşında düşmanlarına "tattırmış" olmalarına rağmen Uhud savaşında galibiyete ulaşmak üzere iken bu defa da yenilginin eşiğine gelmeleri ile ilgili olarak düştükleri kötü durumun (musibet) nasıl olduğunu sorgulayan "müminlere", karşılaştıkları bu sonucun “kendi kusurları” olduğunu hatırlatması Hz.Muhammed'e bildirilmektedir. Çünkü Evren'de ve yeryüzünde her an gerçekleşen bütün olaylar, Allah'ın bu ortamın "yaratılışı" ve "sürdürülmesi" ile ilgili olarak "belirlediği" kural ve koşullarına (Allah'ın Yasalarına) bağlı olarak meydana gelen "etkileşimlerin" sonucudur. Bu nedenle Yüce Allah şüphesiz her şeye gücünün yettiğini hatırlatmaktadır. Buna göre yapılan her şeyin, işin ve davranışın ona göre bir karşılığı ve sonucu bulunmaktadır. Bu yasalar dikkate alınmadan yapılan her iş veya davranış hiç "beklenmedik" sonuçlar verecektir. Bu nedenle insanlardan "Akılların" kullanarak bu yasaları anlamaları ve yaptıklarının bu yasalara göre nasıl sonuçlanabileceğini görmeleri beklenmektedir. Bu olayda da "okçuların" akıllarını kullanmayıp Hz.Muhammed'in emrini dinlememeleri ve Allah’ın peygamberinin koyduğu yerde durmamaları nedeniyle bu sonuçla karşılaşıldığına dikkat çekilmektedir. Böylece Uhud savaşında müminlerin başına gelenlerin, savaşta sabır ve sebat gösteren müminlerle ikiyüzlü davranan münafıkları ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için Allah’ın izni ve dilemesiyle, yani Allah’ın koyduğu yasalara göre gerçekleştiği açıklanmaktadır. Yüce Allah, münafıkların savaş olacağını bile bile kendilerine Allah yolunda çarpışmaları ya da savunma yapmaları söylendiğinde harp etmeyi bilmediklerini, bilselerdi elbette geleceklerini dediklerini, onların o gün imandan çok kafirliğe (inkara) yakın olduklarını, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylediklerini, halbuki Allah'ın onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bildiğini açıklamaktadır. Ayrıca savaşa katılmayan "münafıkların" savaşan kardeşleri hakkında "Bize uysalardı öldürülmezlerdi" dediklerini belirterek Hz.Muhammed'in onlara "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" demesini istemektedir. Yüce Allah böylece düşüncelerini gözden geçirmeleri için münafıkları uyarmaktadır. Ayrıca onlara ve bu vesile ile bütün insanlara Allah Yolunda (örneğin Allah yolunda savaş sırasında) öldürülenlerin, yani cihat ederken "şehit" olanların "ölü" sayılmaması gerektiği, aksine onların "diri" oldukları, Ruhların beklemekte olduğu “Berzah” ortamında beklemeden ölümlerini takiben doğrudan "Allah'ın Yanında" özel ortamlarda "diri" kaldıkları ve "Rablerinin" yanında bulunduğunu hissettikleri, böylece bir şekilde "yaşadıkları" ve Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde rızıklandırıldıkları (mazhar oldukları) açıklanmaktadır. Şehitlerin ayrıca, Allah yolunda mücadele vermeye devam eden ve arkalarından gelecek fakat henüz kendilerine katılmamış (ölmemiş) olan "şehit kardeşlerine" hiçbir keder ve korku bulunmadığını, Allah'ın müminlerin yaptıklarının ve gayretlerinin boşa gitmeyeceğini (zayi etmeyeceğini) öğrenmiş olmanın (müjdesini almış olmanın) sevincini duymakta oldukları bildirilmektedir.
Diyanet Tefsirinde bu durum onların yaşamaya devam ettikleri şeklinde yorumlanmaktadır.
"Allah yolunda öldürülenler böyle değillerdir; onlar görünürde ölmüş olsalar bile Allah’ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma kabiliyetleri vardır; Allah katında onlara bol nimetler, geniş rızıklar sunulmakta ve mutlu bir hayat yaşamaktadırlar, şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitlerin İslâm uğrundaki cihadlarının Allah katında zayi olmadığı, onlar için herhangi bir korku ve tasanın bulunmadığı müjdesini alarak buna da sevinirler."
Âl-i İmrân Suresi 169-171. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Buna göre cihat ederken şehit olanların "diri" olduklarının bilincinde olacakları, Allah'ın lütfettiği rızıklardan yararlanacakları, onlara korku ve keder bulunmadığının ve gayretlerinin boşa gitmediğinin "müjdesini" alacakları ve arkalarından gelecek olan şehit kardeşlerinin de bunları yaşayacağının "sevincinde" olacakları anlaşılmaktadır. Bu durumda şehit olanların diğer Ayetlerde belirtilen ve ölümleri sonrasında insanların "Ruhlarının" Kıyamet zamanına kadar "Berzah" ortamında bulunmaları, Ahiret ortamında yeniden diriltilmeleri, yeryüzünde yaşarken yaptıkları ile yüzleşmeleri ve haklarında verilen karara göre Cennet veya Cehennem ortamlarına gönderilmeleri olarak açıklanan aşamalardan geçmeyeceklerini ve ölümlerini takiben doğrudan "Allah'ın Yanında" özel ortamlarda "diri" kalacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan, Uhud savaşında verdikleri kayıplardan (yara aldıktan) sonra Hz.Muhammed'in düşmanı takip etmek için oluşturduğu orduya katılanların ve özellikle bunlardan samimiyetle inanan "takva" sahiplerinin ödüllendirilecekleri açıklanmaktadır. Çünkü geri çekilmekte olan düşmanlar (Kureyşliler) rastladıkları bir kervanın adamlarına Hz.Muhammed ve yanındakileri toptan yok edeceklerini kendisine iletmelerini söyledikleri ve bu haber Hz.Muhammed'e iletildiğinde müminler, "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!" diyerek imanlarının bir kat daha arttırmış ve düşmanı takip etmek için Hz.Muhammed'in oluşturduğu orduya katılmışlardır. Bunun üzerine Müslümanların hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın sağladığı nimet ve keremiyle evlerine geri döndükleri ve böylece Allah'ın rızasına uymuş oldukları bildirilmektedir. Yüce Allah bu olaylara işaret ederek, "o şeytan" olarak tanımladığı düşmanların kumandanının ancak kendi dostlarını korkutacağını, eğer iman etmiş kimseler iseniz böyle "şeytanlaşmış" insanlardan korkmamalarını, Ancak "Kendisinden" korkulmasını bildirmekte ve büyük lütuf (kerem) sahibi olduğunu bütün iman edenlere ve bu olaylardan ders alacak bütün insanlara hatırlatmaktadır.
Ayette geçen "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!" ifadesi, sıkıntıya veya dara düşüldüğünde Allah'ın yardımcı olacağını ifade eden bir "Dua" niteliğindedir ve Arapça “Hasbünallahü ve ni‘me’l-vekîl” olarak söylenmektedir.
Bir diğer önemli uyarı da insanların başlarına gelen olayların şayet orada olmasalardı gerçekleşmemiş olacağına inanmaları ile ilgilidir. Ayetlerde belirtildiği gibi insanlar özellikle ölümle sonuçlana olaylarla ilgili olarak verilen kararlarda yetkileri olsaydı öldürülmemiş olurlardı, yanlarında kalsalardı ölmezlerdi gibi yorumlar yapmaktadırlar. Burada bütün insanlara insanların ve bütün canlıların ölümlerinin ve başlarına gelenlerin Allah'ın bu ortamda yürürlüğe koyduğu ve her an yürütmekte olduğu kurallar ve koşullara bağlı olan "etkileşimler" sonucunda "belli olan" bir "süreçte" gerçekleştiği (yazılmış olduğu) diğer bir deyimle Allah'ın "iznine" bağlı olduğu açıkça bildirilmektedir.
O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)
Ayrıca bütün insanlara her canlının mutlaka ölümü "tadacağı", ölümün mutlaka gerçekleşeceği ve hiçbir şekilde bundan "kaçış" olamayacağı da hatırlatılmaktadır.
Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz. (85/57), (29/57)
Her canlı ölümü tadacaktır (89/185), (3/185)
Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! (92/78), (4/78)
Yüce Allah bu gerçekleri hatırlatarak insanlara yaşamlarında "dünya nimetlerini" isteyenlere bunları ve ölümleri sonrasındaki (Ahiret) durumlarının nelere bağlı olacağı konularında kendilerine iletilenleri dikkate alıp yaşantısını ona göre düzenleyerek "ahiret sevabını" isterlerse de onlara bundan vereceğini açıklamaktadır. Böylece insanlara yaşamlarında arzuları ve beklentileri arasında "dengeli" olmaları öğütlenmekte ve Allah'a ve Allah'ın bütün "İnsanlığa" bildirdiklerini anlayıp bu ortamdaki yaşantısında elde ettiği "nimetler" için ve ölüm sonrasında "azaba uğramamayı" ümit ederek Allah'a "teşekkür" edenleri (Şükredenleri) ödüllendireceğini bildirerek insanları uyarmaktadır.
Uhud savaşı ile ilgili Ayetlerde iman edenlere verilen ve önerilerde yönetici olarak karar vermek durumunda olanların bir konuda karar verirken o konuda bilgisi olanların görüşlerini dikkate almasının ve alınan kararları uygulamakla görevli olanların da bunları yerine getirmelerinin önemi vurgulanmaktadır. Buna göre uygulama sırasında alınmış kararlara uyulmaması halinde, önceden verilmiş kararlardan beklenen sonuçlara ulaşılmasının engelleneceğine ve düzenin bozularak istenmeyen sonuçlarla karşılaşılacağına işaret edilmektedir. Ayrıca yaptıkları hata yüzünden insanları ve yöneticileri zor durumda bırakanlara karşı kaba ve katı olunmaması ve Allah'ın bir lütfu ve merhameti olarak onlara yumuşak (mutedil) davranılarak onların "kazanılmalarına" gayret edilmesi önerilmektedir. Çok önemli diğer bir husus olarak Yüce Allah, bir peygambere hile yapmanın ve emanete hıyanetin yaraşmadığını belirterek toplum yöneticilerinin hile yapmaları ve kendilerine verilen toplumu yönetme emanetine karşı nefslerine uyarak hainlik yapmamalarını ihtar etmektedir. Çünkü kim hile yaparsa veya emanete hıyanet ederse, herkesin yaptıklarının tam karşılığını alacağını ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacağı "Kıyamet Gününde" yaptıkları hilelerin yüzlerine vurulacağını ve sonra herkese "asla haksızlığa uğratılmaksızın" yaptıklarının karşılığının "tastamam" verileceğini bildirmektedir.
Bu hususlar özellikle "Kamu Yöneticileri" açısından çok daha fazla önem taşımaktadır. Zira toplumun yönetilmesi ve bu arada toplum kaynaklarının (Devlet Malının) toplum yararına "Kullanılması" kendisine "Emanet" edilmiş olanların bu konulardaki "Görevlerini" kendilerinde çok daha önemli olan "Şahsi Çıkarları" adına ihmal ederek "Suistimal" etmeleri halinde toplumdaki bütün insanların "Haklarına" el koymuş olmaktadırlar. Bu durum çok açık bir biçimde "Dinin Yalanlanması" olarak tanımlanabilir. Kendilerine toplum yönetimi emanet edilenlerin bu şekilde "Dini Yalanlamaları" ve emanete "Hıyanet" etmeleri halinde ölüm sonrasındaki değerlendirilme ortamına bu yaptıkları "Boyunlarına Asılı" olarak getirilecekleri ve hak ettikleri "ceza" ile tastamam yüzleşecekleri bildirilmektedir.
Ayetlerde açıklanan olaylar ve yapılan öneriler ile müminlerin Uhud savaşı ile ilgili gelişmeler örnek verilmekte ve iman edenlere ve bütün insanlara da herhangi bir konuda bir iddiada bulunurken, beklemedikleri bir sonuçla karşılaşmamaları için, ihtiyatlı olmaları, olasılıkları dikkate almaları ve "Akıllarını" kullanarak ona göre dikkatli ve sabırlı olmaları önerilmektedir. Çünkü, Evren'de ve yeryüzünde her an gerçekleşen tüm olaylar, Allah'ın bu ortamın "yaratılışı" ve "sürdürülmesi" ile ilgili olarak "belirlediği" kural ve koşullarına (Allah'ın Yasalarına) bağlı olarak meydana gelen "etkileşimlerin" sonucudur. Bu nedenle Yüce Allah şüphesiz her şeye gücünün yettiğini hatırlatmaktadır. Buna göre yapılan her şeyin, işin ve davranışın ona göre bir karşılığı ve sonucu bulunmaktadır. Bu yasalara göre de insanların karşılaştıkları iyi veya kötü durumların kendi yaptıklarının "sonucu" olduğunun bilincinde olmalarını unutmamaları gerekmektedir. Bu gerçekler dikkate alınmadan yapılan her iş veya davranışlar hiç beklemedikleri sonuçlara neden olabilecektir. Bu nedenle insanlardan "Akılların" kullanarak bu yasaları anlamaları ve yaptıklarının bu yasalara göre nasıl sonuçlanabileceğini görmeleri beklenmektedir.
Uhud Savaşı konusunda İslam Ansiklopedisinde ayrıntılı bilgi edinilebilir.
UHUD GAZVESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e karşı gelen Arap ve Yahudi toplumlarının birlikte iman edenlere saldırmaları ile ilgili olarak, onlara karşı bir rüzgâr göndererek ve diğer bilinmeyen şekillerde (görmediğiniz ordular göndererek) yardım ettiğini bildirmektedir.
Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik, Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. (90/9), (33/9)
Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman (90/10), (33/10)
İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. (90/11), (33/11)
Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: “Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaatlerde bulunmuşlar!” diyorlardı. (90/12), (33/12)
Onlardan bir gurup da demişti ki: “Ey Yesribliler (Medineliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!” İçlerinden bir kısmı ise: “Gerçekten evlerimiz emniyette değil” diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı. (90/13), (33/13)
Medine'nin her yanından üzerlerine saldırılsaydı da o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenmezlerdi. (90/14), (33/14)
Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz mesuliyeti gerektirir! (90/15), (33/15)
De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! O takdirde de yaşatılacağınız süre çok değildir.” (90/16), (33/16)
De ki: “Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur; ya da size rahmet dilerse? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.” (90/17), (33/17)
Allah, içinizden alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor, zaten bunların pek azı savaşa gelir. (90/18), (33/18)
Size karşı pek hasistirler, hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün; korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler, onlar iman etmiş değillerdir. Bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır, bu, Allah'a göre kolaydır. (90/19), (33/19)
Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler, müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar, zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi. (90/20), (33/20)
Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. (90/21), (33/21)
Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: “İşte Allah ve Resûlü'nün bize vadettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir” dediler, bu onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı. (90/22), (33/22)
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var, işte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde değiştirmemişlerdir. (90/23), (33/23)
Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da tevbelerini kabul edecektir.Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (90/24), (33/24)
Allah, o inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdi. Allah’ın savaşta müminlere yetti, Allah güçlüdür, mutlak galiptir. (90/25), (33/25)
Allah, ehl-i kitaptan, onlara yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. (90/26), (33/26)
Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter. (90/27), (33/27)
Allah müminlerin yaptıklarını çok iyi görmekte olduğunu ve "İslamın" devamını sağladığını açıklamaktadır. Saldırgan kabileler her taraftan üzerlerine yürüdüklerinde korku ve yılgınlıkla Allah hakkında türlü türlü şeyler düşünen "iman sahiplerinin" böylece şiddetli bir sarsıntıya uğratılarak "imtihandan" geçirilmiş oldukları açıklanmaktadır. Buna göre iman edenler "çok zorlu" bir duruma düştüklerinde Allah'ın onlara olan "yardımı" konusunda "kuşku" duyup duyarak direnmekten vaz geçmeleri veya karşılaşılan güçlüklere karşı kararlılıkla direnerek Allah'a güvenip mücadeleye devam etmeleri arasında nasıl bir karar vereceklerinin anlaşılması için iman edenlerin bu "zorlu" duruma düşürüldüğüne işaret edilmektedir. Çünkü bu zorlu zamanda aslında tam olarak iman etmemekle birlikte iman etmiş gibi görünen "münafıklar" ile imanlarında zayıflık bulunanların (kalplerinde hastalık) bulunanların Allah ve Peygamberinin söylediklerinin gerçek olmadığını, kuru vaatler olduğunu düşünecekleri açıklanmaktadır. Nitekim, onlardan bir gurubun direnmekte olan Medinelilere artık geri dönmelerini, evlerinin emniyette olmadığını söyleyip Hz.Muhammed'den izin istedikleri açıklanmaktadır. Oysa evlerinin tehlikede olmadığı, sadece kaçmayı arzuladıkları, şayet her yönden saldırıya uğrasalardı savaşa katılmak zorunda kalacaklarına ve evlerinde eğlenmelerinin de mümkün olmayacağına işaret edilmekte ayrıca daha önce onların sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermiş oldukları da hatırlatılarak Allah'a verilen sözün sorumluluk (mesuliyet) gerektirdiği ihtar edilmektedir. Yapılan bu ihtar ile kendilerine iletildiği halde savaşmaktan kaçınanlara şayet ölümden veya öldürülmekten kaçıyorlarsa kaçmanın onlara asla faydası olmayacağı, kaçarak ölmeseler bile esasen yaşayacakları sürenin çok olmadığı bildirilmektedir.
Yüce Allah, bu gibi münafıkların ve imanlarında zayıflık bulunanların başlarına bir kötülük dilerse, Allah'a karşı onları koruyacak kimse bulunmadığını, ya da onlara iyilik (rahmet) dilerse kimsenin buna zarar veremeyeceğini hatırlatmasını ve onların kendilerine Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklarını onlara (ve aslında bütün insanlara) iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Bu durum aslında bütün insanlar açısından dikkate alınması gereken önemli bir hususa işaret etmektedir. Buna göre özellikle toplumun karşılaştığı tehlikeler ve saldırılara rağmen kendi "rahatını" düşünerek verilecek mücadeleye (Cihat) katılmamayı düşünenlerin aslında kaçtıkları "ölümden" veya zorlu durumlardan "kurtulamayacaklarına" dikkat çekilmektedir. Zira insanların yaşamlarında karşılaştıkları her şey, verdikleri kararların ve diğer insanların verdikleri kararların Allah'ın bu ortamın yaratılışı ve sürdürülmesi ile ilgili olarak Evren'in ilk yaratılışında koyduğu "kurallara" ve "koşullara" göre her an oluşan "etkileşimlerin" sonucunda gerçekleşmektedir. Bu nedenle kaçarak ölmeyenlerin bu kararı, aynı zamanda diğer bütün insanların aldıkları kararlara göre gelişen "etkileşimler" nedeniyle her an bir şekilde "ölmelerine" neden olabileceğine işaret edilmekte ve insanlardan mücadeleden kaçmalarının bir kurtuluş olmadığını anlamaları ve girecekleri mücadelelerde kendilerinden istenenleri yaparken "Akıllarını" kullanarak mücadeleyi kazanmaya çalışmaları istenmektedir.
Allah, iman edenler arasında onları savaşmaktan alıkoyanları ve kendileri savaşmayı savsaklamalarına rağmen yanlarındakilere "Bize katılın" diyerek onları savaşa sürüp kendilerinin pek azının savaştıklarını "gerçekten" bildiğini belirtmektedir. Savaşsalar bile onların iman edenlere karşı "kıskançlık" duydukları (pek hasistirler), hele korktuklarında üzerlerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek baktıkları, korku gidince ise "iman etmedikleri" için mala düşkünlük göstererek müminleri sivri dilleri ile incittikleri açıklanmakta, bunun için Allah'ın onların yaptıklarını boşa çıkardığı, bunun Allah'a göre kolay olduğu bildirilmektedir. Ayrıca onların aslında geri çekilmiş olan "düşman" kabilelerin (Azhab) gitmediğini zannettiklerine (evhamı içindedirler) işaret edilmekte ve müttefikler (düşman) ordusu yine gelecek olsa da savaşan müminlerin haberlerini çölde göçebe Araplar içinde bulunarak "uzaktan" almayı istedikleri bildirilmektedir. Böylece iman edenlerin içinde bulunsalardı dahi, onların pek savaşa katılmayacakları hatırlatılmaktadır. Yüce Allah, iman edenler arasında bulunan bu insanların durumlarına dikkat çekerken, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler (müminler) için Hz.Muhammed'in güzel bir örnek olduğunu belirtmektedir.
İman edenler arasında bulunan ve onları savaşmaktan alıkoymaya çalışan, kendileri de savaşmayı savsaklayanların aksine Müminlerin ise "geri çekilmiş" olan düşman birliklerini gördüklerinde Allah'ın ve Resulünün iman edenlere vadettiğinin gerçekleştiğini ve Allah'ın ve Resulünün "doğru" söylediğini anladıkları ve bu durumun onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdığı açıklanmaktadır. Bu savaş sırasında müminlerin içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice "erlerin" bulunduğu, onlardan bir kısmının sözünü yerine getirip o yolda canını verdiği (şehit düştüğü) bir kısmının da hiçbir şekilde sözlerini değiştirmedikleri ve Allah yolunda şehit olmayı beklemekte oldukları anlatılmaktadır. Çünkü Allah, "Kendisine" sadâkat gösterenleri bu sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracağını, münafıklara da "dilerse" azap edeceğini veya şayet tövbe etmişler ise tövbelerini kabul edeceğini bildirmekte ve şüphesiz "bağışlayan ve "esirgeyen" olduğunu hatırlatmaktadır.
Yüce Yaratan "Hendek Savaşı" ile ilgili olarak özetle inkar edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleri ile geri çevirdiğini, yardımının savaşta müminlere yettiğini, ehl-i kitaptan (özellikle Yahudi kabilelerin) inkarcıların (müşriklerin) ordularına yardım edenlerin savaşta tuttukları mevzilerden (kalelerinden) indirdiğini ve kalplerine korku düşürdüğünü açıklamakta ve iman edenlerin onlardan bir kısmını öldürdüklerini, bir kısmını da esir aldıklarını ve müminleri onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadıkları topraklarına mirasçı yaptığını bildirmektedir. Allah'ın her şeye gücünün yeteceği, güçlü ve mutlak galip olduğu müminlere, inkarcılara ve yardım için onlarla birlikte savaşan ehl-i kitap kabilelere bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Hz.Muhammed'e ve müminlere yapılan bu saldırıya karşı verilen ve "Hendek veya Kabileler" savaşı (Azhab) olarak adlandırılan mücadele ile ilgili olarak tefsirlerde ve İslam Ansiklopedisinde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
Ahzâb Suresi 9-11. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Ahzab suresi | Ahzab oku Ahzab arapça türkçe (kuran.gen.tr)
İslamoğlu Tef. Ders. AHZAB SURESİ (01-21) (131) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME) (wordpress.com)
HENDEK GAZVESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Yüce Allah savaş ve savaşmak konularında bazı öğüt ve önerilerde bulunmaktadır.
Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut topyekün savaşın. (92/71), (4/71)
İçinizden bazıları vardır ki pek ağırdan alırlar. Eğer size bir felâket erişirse: "Allah bana lütfetti de onlarla beraber bulunmadım" der. (92/72), (4/72)
Eğer Allah'tan size bir lütuf erişirse -sanki sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş gibi-"Keşke onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım!" der. (92/73), (4/73)
O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz. (92/74), (4/74)
Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz! (92/75), (4/75)
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır. (92/76), (4/76)
Kendilerine, ''ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin'', denilen kimseleri görmedin mi? sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez. (92/77), (4/77)
İman edenlere önceki Ayetlerde belirtildiği şekilde, imanlarından alıkoymak için ve diğer amaçlarla yapılacak her türlü saldırılara karşı daima "uyanık" olmaları, önceden bu tür olasılıklar için önlem (tedbir) almaları ve sonuçta "savaşmak" için gereken durum ve koşullar oluştuğunda da bu saldırganlar ile birlik olarak (topyekun) savaşmaları gerektiği bildirilmektedir. Daha önceki Ayetlerde de belirtildiği gibi, iman edenlere ancak saldırıya uğramaları durumunda "savaşmaları" ve onlara saldıran insanları öldürmeleri mazur görülmektedir. Mescidi Haram'da (Kâbe) bile "onlar sizlerle savaşmadıkça onlarla savaşmayın" denilmektedir.
Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafirlerin cezası böyledir. (87/191), (2/191)
Savaşın "kaçınılmaz" olduğu böyle bir durum (felaket) meydana gelmesine rağmen bir kısım insanların savaşmak (cihat) konusunda "istekli" davranmadıkları, savaşmaları istendiğinde pek ağırdan aldıkları ve savaşmaktan kaçındıkları, üstelik savaşanlar ile birlikte olmamasının Allah'ın onlara bir lütfu olduğunu ileri sürdükleri belirtilmektedir. Böylece savaşa katılmaktan kaçınanların "keşke savaş hakkında bir sure indirilseydi" diyerek "bahaneler" ürettikleri belirtilmekte ve onlara hükmü açık bir sure indirilip "savaşmaları" istendiğinde, imanlarında "samimi" olmadıkları için "kalplerindeki hastalık" nedeniyle, onlara yakışan bir şekilde, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi Hz.Muhammed'e baktıklarına işaret edilmektedir. Aslında bu şekilde davrananların vazifesinin kendilerinden istenenlere "itaat" etmeleri ve "güzel söz" söylemeleri olduğu açıklanmakta ve "savaşmak" ciddiyet kazandığında şayet Allah'a sadakat gösterselerdi elbette kendileri için daha "hayırlı" olmuş olacağı hatırlatılmaktadır.
İman etmiş olanlar: “Keşke cihat hakkında bir sure indirilmiş olsaydı!” derler, ama hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün; onlara yakışan da budur! (95/20), (47/20)
İtaat ve güzel sözdür, iş ciddiye bindiği zaman Allah'a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu. (95/21), (47/21)
Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız? (95/22), (47/22)
İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir. (95/23), (47/23)
Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri kilitli mi? (95/24), (47/24)
Ayrıca belirtildiği gibi kendilerinden savaşmaları istendiğinde itaat etmeyip geri dönenlerin bu durumda yeryüzünde "bozgunculuk" yapmaya ve savaşa katılanlar ile olan birlikteliği ve aynı gayeye ulaşmayı (akrabalık) sağlayan "bağlarını" kesmeye dönmüş olacakları hatırlatılmakta ve bunların Allah'ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimseler oldukları bildirilmektedir. Buna rağmen bu gibilere "doğru yola" ulaşabilmeleri için bir işaret olarak Kur'anı düşünmelerini önerilmekte ve bu öneriyi dikkate almamalarının ancak nefslerine uymakta devam etmeleri yüzünden kalplerinin "kilitli" olması ile ilgili olduğuna dikkatlerini çekilmekte ve bu vesile ile bütün insanlara da "ihtarda" bulunulmaktadır.
Yüce Allah bu tür davrananları "kınamakta" ve şayet Allah'ın "Lütfuna" erişmiş olsalardı Allah'ın bütün insanların ve aslında savaşmaktan "erinen" onların bile "dostu" olduğunu, yani bütün insanlara merhametli ve affedici olduğunu "anlamış" olacaklarını ve savaşanlarla beraber olup onlar gibi büyük bir "başarı" kazanamadıkları için pişmanlık duyacaklarını bildirmektedir. Bu nedenle içinde bulundukları "rahatlık" yüzünden keyiflerince yaşamayı (Dünya Hayatını) seçenlerin ancak Allah yolunda savaşmaları halinde ölüm sonrasındaki ortamlarda Allah'ın lütfuna ulaşabilecekleri açıklanmakta ve Allah yolunda savaşırken öldürülür veya bu savaşta "galip gelirse" ona yakında (ölüm sonrasında) büyük bir mükâfat verileceği hatırlatılmaktadır. Bu davranışlarda bulunanlara, gerektiğinde savaşmalarının ancak "Allah Yolunda" olduğu ve ayrıca yaşamlarını sürdürürken saldırılara maruz kaldıkları ve çaresizlikle zulüm gördükleri yerden (bu şehirden) onları çıkaracak ve onlara yardımcı olacak bir kurtarıcı (sahip) göndermesi için Allah'a yalvaran zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda yapılacağı bir "ihtar" olarak bildirilmekte ve böylece doğru karar vermeleri için uyarı yapılmaktadır
Buna göre iman edenlerin "Allah Yolunda" savaştıkları, inanmayanların ise insanları Allah'a inanmaktan alıkoyan her türlü varlıklar ve şeylerin (tâğut) yolunda oldukları, yani "tağut" olarak tanımlanan yaşam tarzını sürdürmek için savaştıkları belirtilmektedir. Bu uyarılar ile iman edenlerin diğer Ayetlerde açıklandığı gibi "imanlarına" karşı saldırılarda bulunan "şeytanın dostlarına" ve bu arada "nefslerine" karşı savaşmaları gerektiği yeniden açıklanmakta ve aslında (şüphe yok ki) şeytanın kurduğu düzenin "zayıf" olduğuna işaret edilerek "iman edenlerin" daima uyanık, cesaretli ve hazır olmaları beklenmektedir.
Öte yandan Kur'an Ayetlerinin genelinde bütün insanlara "savaş dahil" yeryüzündeki yaşamlarında "şiddetten" yana olmamaları, belli zamanlarda Allah'a dua etmeleri (Namaz) ve ihtiyaçlarında fazlasını ihtiyacı olanlar ile paylaşmaları (Zekat) bir defa daha hatırlatılmaktadır. (Ayette "ellerinizi savaştan çekin" olarak yer alan ifade çok sayıdaki tefsirlerde özellikle "haksız" olarak yapılan "şiddetten" kaçınılması olarak yorumlanmaktadır. Bu nedenle bu şekildeki yorumların çok daha "mantıklı" olduğu dikkate alınarak insanların yaşamlarında ve savaşırken aşırı ve haksız davranmamaları gerektiğine işaret edildiği söylenebilir.) Ancak, insanlara savaşmaları "gereken" koşullar gerçekleştiğinde onlardan "savaşmaları" istendiğinde (onlara savaş farz kılınınca) içlerinden bir bölümünün hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korkuya kapılarak "onlara saldırıda bulunan" insanlardan korkmaya başladıkları ve "Savaşı" onlara neden mecbur ettiğini sorgulayarak "Savaşmayı" yakın bir süreye kadar ertelemesini Allah'tan istedikleri belirtilmektedir. Bu durum, "Akıllı İnsanların" kendilerini Dünya hayatındaki "çıkarlarına" yönlendiren "nefslerinin" etkisi ile davrandıklarını gösteren bir örnek olarak açıklanmakta ve bütün "Akıllı İnsanlara" ölüm sonrasında (Ahiret) sahip olacaklarının yanında Dünya menfaatinin "önemsiz" olduğu belirtilmektedir.
Böylece Allah'a inanarak yaptığı "uyarıları" dikkate alanlar ve O'na karşı gelmekten korkanlar için Ahiretin daha "hayırlı" olduğunu ve hiç bir kimseye bu anlamda "kıl payı" kadar "haksızlık edilmeyeceğinin" bildirmesi Hz.Muhammed'den istenmekte ve bütün "Akıllı İnsanlardan" yapılan bu uyarıları, önerileri ve verilen öğütleri dikkate alarak "Allah'ın Yolu" olan doğru yola yönelmeleri beklenmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed’e savaşmak zorunda kaldığında Allah’a “dua” ederken (Ayetlerdeki ifadeler namaz olarak tercüme edilmiştir.) dikkatli olmalarını önermekte ve alacakları önlemler ile ilgili olarak bazı önerilerde bulunmaktadır.
Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanınızdır. (92/101), (4/101)
Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını alsınlar, böylece secde ettiklerinde arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur, yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (92/102), (4/102)
Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. (92/103), (4/103)
O topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. .
Allah ilim ve hikmet sahibidir. (92/104), (4/104)
Görüldüğü gibi Hz.Muhamed, Yüce Allah'ın bütün insanlara bildirmesi için ona "vahyettiği" gerçekleri insanlara iletmesi sırasında bir çok defa kendisine "düşman" olarak karşı çıkanlarla savaşmak zorunda kalmıştır.
Bu Ayetler de özellikle Hz.Muhammed'in inanmayanlar ile olan "savaşları" ile ilgili bulunmaktadır. Buna göre Ayetlerde, müminlerin apaçık "düşmanı" oldukları ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlandığı hatırlatılan "kafirlerin" inananlara bir kötülük etmelerinden endişe edilmesi halinde, uygulanış biçimi Hz.Muhammed tarafından bütün insanlara gösterilen salat'ın (namazın) kısaltılabileceği ve bunda bir "günah" bulunmadığı bildirilmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed'e ve ona "inananlara", kendilerine düşman olarak saldıranlara karşı savaşılması sırasında, Allah'ı "anmaya" ve O'nu "yüceltmeye" nasıl devam edecekleri açıklanmakta ve yine de gereken başka tedbirlerin de alınması öğüt verilmektedir.
Tefsirlerde genel bir yaklaşım olarak Ayette “Namazı bitirince” şeklinde tercüme edilen bölümün “Namazı kılmak istediğinizde” şeklinde bir anlam taşıdığı belirtilmektedir. Bu durumda “zorlayıcı koşullarda" Allah'ın anılması ve yüceltilmesi olan namazın ayakta, oturarak ve yatarak ta "kılınabileceği” anlaşılabilmektedir. Kıyas yoluyla hastalık vb. mazeretlerde de namazın böyle kılınabileceği sonucuna varılmıştır.
Buna göre sıkıntılı ve zorlu bir durum olan savaş sırasında, Allah'ın "anılarak yüceltmesi" olan salat'ın (namaz) ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken de yerine getirilebileceği, böylece iman edenlerin Allah'ı "daima" anabilecekleri belirtilmektedir. Ancak bu sıkıntı ve zorluklardan kurtulup "huzura" kavuşunca da "insanlardan" namazı (salat) dosdoğru kılmaları istenmekte ve namazın müminler tarafından belli vakitlerde yerine getirilmesinin istendiği (farz olduğu) hatırlatılmaktadır.
Öte yandan, Savaş nedeniyle müminlerin "acı çekmekle" birlikte, daima Allah'ın yardımcı olduğu ümidini taşıdıkları ve düşmanların ise müminler gibi acı çekmekte oldukları fakat onların inanmadıkları için Allah'tan bir yardım ümit etmedikleri belirtilmektedir. Buna göre galip gelinen savaş sonrasında geri çekilmeleri halinde, Allah ilim ve hikmet sahibi olduğu hatırlanarak ve kesin bir sonuca ulaşmak üzere, düşmanı "takip" etmekte gevşeklik gösterilmemesi önerilmektedir.
Ayetlerde Allah'ı anmak, yüceltmek ve Allah'na dua etmek anlamında olan Arapça "salâ" ya da "salât" kelimesi, kullanıldığı yerdeki açıklamalara göre Dilimizde Allah'a "dua" etmek, O'na yalvarmak ve O'ndan yardım istemek anlamına gelmektedir. Dilimizde ayrıca Farsça'dan girdiği şekliyle ve Allah'a yapılan "duanın" bir "şeklini" tanımlamak üzere, "namaz kılmak" olarak ta kullanılmaktadır. Ancak Ayette "salâ" veya "salât" ile işaret edilen "esas" unsurun ve amacın, insanların nerede ve hangi durumda veya koşullarda olurlarsa olsunlar, daima Allah'ı "anmaya" ve Oh'nu "yüceltmeye" devam etmeyi, yani "ibadet etmeyi" sürdürmeleri olduğu, ancak bir diğer Ayetinde dinde "zorlama" olmadığı bildiren Allah'ın, dini kurallar ve uygulamalar ile insanlara "eziyet" etmediği ve zaruri durumlarda bazı uygulamaların kolaylaştıran "izinler" verdiği de anlaşılmaktadır.
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (87/256), (2/256)
Burada "savaş" koşullarına göre "ibadet" konusunda açıklanan kolaylıkların, günümüzde yaşamakta olan ve gelecek zamanlarda yaşayacak olan "Akıllı" insanlar tarafından bu ve benzer Ayetlerde yer alan ifadeler de dikkate alınarak değerlendirilmeleri gerekmektedir. Zira günümüzde savaşların tamamen "değişik" koşullarda yapıldığı ve o zamanlarda olmayan çok çeşitli zorlukların yaşandığı, gelecekte de çok daha değişik savaş ve zorluklar yaşanacağı unutulmamalıdır. Buna göre savaş veya daha büyük "zorluklar" ile karşılaşıldığında, insanların "Akıllarını" kullanarak bu konudaki Ayetlerde belirtilen "hükümleri" dikkate almaları ve yeniden "huzura" kavuşuluncaya kadar geçecek süreler için Allah'ı ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken gibi hangi şekillerde anmaya ve yücelmeye, diğer bir ifade ile "nasıl" dua edeceklerine veya namaz kılacaklarına (Salat), Allah'ın "Halifesi" olarak kendilerinin "karar verebilecekleri" söylenebilir. Ancak yeniden "huzura" kavuşulduğunda da duanın ve namazın artık "dosdoğru" yerine getirilmesi gerekmektedir. Çünkü Allah'ı "anma ve yüceltme" olan "salatın" veya "namazın" Hz.Muhammed'in gösterdiği şekilde belli zamanlarda yerine getirilmesinin gerektiği (müminler üzerine farz olduğu) unutulmamalıdır.
Yüce Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibi olduğunu hatırlatarak eğer insanlardan bir kısmının "insanlara" olan kötülüklerini diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzünün "altüst" olacağına dikkat çekmektedir.
Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir. (87/251), (2/251)
Buna göre insanlar arasındaki anlaşmazlıkların bir "savaş" halini alabileceği, bu durumda kötülüğün önüne geçilmesi amacı ile savaşılmasının bir "zaruret" olabileceğine ve bu nedenle onlarla savaşılmasına, zulme uğramış olmaları sebebiyle "izin" verildiğine işaret edilmekte ve böyle durumlarda Allah'ın "mutlaka" inanan ve iman eden toplumların yardımcısı olduğu bildirilmektedir. Buna göre toplumlara ancak kendilerine "kötülük" yaparak "zulüm" edilmesi durumunda onlarla silahlı çatışmalara (savaşa) girmelerine "izin" verildiği belirtilerek, diğer tarafta olmamaları yani başka toplumların hakları üzerinde onlara kötülük veya zulüm yapmamaları ve bu amaçla diğer toplumlara "saldırmamaları" gerektiği bildirilmektedir.
Yüce Allah, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış bir kısım insanları diğer bir kısmı ile "savaşarak" defedip önlediğine işaret etmektedir. Şayet Allah bu şekilde zulüm edenlerle "savaşmalarına" izin vererek kötülükleri önlemiş olmasaydı, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırların, kiliselerin, havraların ve mescitlerin yıkılıp gitmiş olacaklarını açıklamakta ve "adını anarak" yardım edenlere muhakkak surette yardım ettiğini bildirmektedir. Böylece bütün insanlara Allah'ın hiç şüphesiz güçlü ve galip olduğu hatırlatılmaktadır.
Kendileriyle savaşılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle izin verildi, şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir. (103/39), (22/39)
Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. (103/40), (22/40)
Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır. (103/41), (22/41)
Burada ayrıca Allah'a inanmakla birlikte Hz.Muhammed'i Allah'ın peygamberi olarak kabul etmeyen Yahudi ve Hristiyanlara ait ibadethanelerin Allah'a inanmayan toplumlar tarafından yıkılmış olacağına dikkat çekilmekte ve belki de sırf Allah'a inanmaları nedeniyle onların tamamen ortadan kaldırılmalarının önlendiği ve Allah'ı anmalarını sürdürmelerine izin verildiği belirtilmektedir. Çünkü bu anlayışta olarak Allah'a inananlara yeryüzünde hükmetme (iktidar) yetkisi verdiğinde Allah'a dua ettikleri (namazı kılar), ihtiyaçlarında fazlasını muhtaçlar ile paylaştıkları (zekâtı verirler), insanlar arasında daima "iyiliği" emrettikleri ve kötülükten uzak durdukları açıklanmaktadır. Ancak bu toplumların Hz.Muhammed'e ve onun ilettiklerine karşı gelerek "Müslümanlara" kötülük ve "zulüm" yapmaları durumunda bu defa "zalimler" tarafında olacaklarını da dikkate almaları gerekmekte ve "Ehl-i Kitap" olarak anılan Yahudi ve Hristiyanlar ve diğer bütün insanlardan Allah'ın kendilerine peygamberleri, elçileri ve diğer "uyarıcıları" ile iletmiş olduğu "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" hakkındaki "gerçekleri" bildiren bütün kitapları dikkate almaları, incelemeleri ve gösterdiği "doğru yola" yönelmeleri beklenmektedir.
İman edenlere onları Allah'a imandan alıkoyan her türlü "silahlı saldırılara" ya da diğer her şeye karşı savaşmaları ve Allah yolunda cihat (mücaele) etmeleri önerilmektedir.
Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin, sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. (113/23), (9/23)
De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (113/24), (9/24)
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. (113/25), (9/25)
Sonra Allah, Resûl'ü ile müminler üzerine sekînetini indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kafirlere azap etti, işte bu, o kafirlerin cezasıdır. (113/26), (9/26)
Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tevbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, esirgeyendir. (113/27), (9/27)
Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir, onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir. (113/27), (9/27)
Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. (113/29), (9/29)
Bu nedenle iman edenlerden ayrıca ve çok önemli bir "uyarı" olarak eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa (iman etmeyen) babalarını (ebeveynlerini) ve kardeşleri bile olsa yakınlarını "veli" edinmemeleri (sözlerine uyulmaması) istenmektedir. İman edenlerden kim kendilerine iletilen "gerçekleri" bir kenara bırakıp "küfrü imana tercih edenlerin" yolundan gider ve böylece onları dost edinirse, işte onların da "zalimlerin kendileri" olacağı bildirilmektedir. Çünkü Yüce Allah eğer babaları, oğulları, kardeşleri, eşleri, hısım akrabaları, kazandıkları mallar, kesata uğramasından (azalmasından) korktukları ticaret, hoşlandıkları meskenler gibi değer verdikleri şeyler "iman edenlere" Allah'tan, Resulünden ve gerekmesine rağmen Allah yolunda cihat etmekten daha önemli ve vazgeçilmez (sevgili) gelir ise, artık Allah'ın "emri" başlarına gelinceye kadar bekleyeceklerini ve Allah'ın iman ve itaat etmekten vazgeçenleri (fâsıklar topluluğunu) hidayete erdirmeyeceğini (doğru yola ulaştırmayacağını) hatırlatmasını Hz.Muammed'e bildirmektedir.
Gerçekten de Yüce Allah, iman edenlerin sahip oldukları bazı varlıkların ve sayıca üstünlüklerinin kendilerini "beğenmelerine" yol açması yüzünden bir çok yerde ve savaşta fazla emin ve rahat davrandıklarına ve bu nedenle de bir çok yerde "zor durumda" kaldıklarına işaret ederek Humeyn savaşını "bir örnek" olarak açıklamaktadır. Humeyn savaşında sayıca çok üstün olmalarına "güvenerek" zor durumda kaldıkları için çok geniş "yeryüzünün" onlara "dar" geldiği ve sonunda bozularak gerisin geri döndükleri belirtilmektedir. Yüce Allah sonra peygamberi Hz.Muhammed ile müminler üzerine sükûnet ve huzur duygusu (sekînetini) indirerek onlara yeniden "güven "ve "azim" vererek iman edenlere yardım ettiğini (sizin görmediğiniz ordular indirdiğini) ve onları "hezimete" uğramaktan kurtardığını hatırlatmakta ve böylece iman edenlere kazandırdığı "zafer" nedeniyle kafirlere azap ettiğini, bunun o kafirlerin cezası olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah bu uyarıları ile iman edenlere ve iman edenlere hasım olanlara "dilediğinin" tövbesini kabul edeceğini, zira "tüm insanları" bağışlayan ve esirgeyen olduğunu hatırlatmakta ve bütün insanları bu uyarılarını ciddiye alıp "Akıllarını" kullanarak kendilerine bildirilen "gerçekleri" anlamaya yönelmektedir.
Burada diğer Ayetlerde de belirtildiği gibi, Allah'ın tövbesini kabul etmeyi "dilediklerinin arasında olabilmenin ancak Allah'a iman etmekle mümkün olabileceğinin de unutulmaması gerekmektedir.
Buna göre insanlara, sahip oldukları sayıca çokluklarının veya diğer konulardaki "üstünlüklerinin" onları gururlandırdığı ama bunun "zafer" elde edilmesinde tek başına bir işe yaramadığına dikkat çekilerek her konuda daima "akıl" kullanmaları önerilmektedir. Söz konusu Humeyn savaşı ile ilgili olarak Muhammed Esed tefsirinde şu özet bilgi bulunmaktadır.
“Huneyn savaşı, Mekke'den Tâif'e giden yollardan biri üzerinde bulunan bir vadide, H. 8. yılda, Mekke'nin Müslümanlarca fethinden kısa bir süre sonra vuku bulmuştur. Bu savaşta Müslümanların hasmı (ki Huneyn vadisi onların arazisinde yer alıyordu) müşrik Hevâzin boyları ve onların müttefiki olan Benî Sakîf oymağıydı. Dine yeni giren pek çok Mekke'liyle takviye edilmiş olan Müslüman ordusu onikibin dolayındayken, savaşa katılan Hevâzin ve Sakîflilerin sayısı bunun üçte biri kadardı. Müslümanlar, anlaşılan, sayıca üstünlüklerine dayanarak kendilerinden fazla emin ve rahat davranıyorlardı. Bu yüzden olacak, Huneyn vadisinin gerisindeki dar geçitlerde düşman gruplarınca kurulan bir pusuya düşürüldüler ve ağır kayıplar vererek düzensiz bir biçimde geri çekilirken bu sefer de bedevîlerin ok yağmuruna tutuldular. Yalnızca Hz. Peygamber ve o'nun ilk bağlılarının (Muhâcir ve Ensâr'ın) gayretleriyledir ki, duruma hakim olundu ve Müslümanların başlangıçta içine girdikleri bozgun havası kesin bir zafere dönüştürüldü. 25 ve 26. ayetler, gerçek yardımın ancak Allah'tan gelebileceğini; değerce "Allah'ın, O'nun Elçisi'nin ve Allah yolunda girişilecek cihadın/üstün çabanın" önüne geçirildiği sürece, sayıca çokluk olmanın, soy ve kan bağının, malın-mülkün hiçbir şeye yaramayacağını belirterek (bkz. bir önceki ayet) zikri geçen bu Huneyn savaşının bir değerlendirmesini ortaya koymaktadır.”
Tevbe suresi | Tevbe oku Tevbe arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Allah, iman edenleri Allah'a imandan alıkoyan zalimler topluluğunu (inkâr edenleri) hidayete (doğru yola) erdirmeyeceği hatırlatılmakta ve iman edenlerden, Allah'a ve kendilerine bildirilen "gerçeklere" inanmamakla Allah'a teslimiyet olmadığı için kalplerindeki hissettiklerinin ancak bir "pislik" olduğunu ve bu nedenle artık (bu yıllarından sonra) Mescid-i Haram'a yaklaşmamalarını "Müşriklere" bildirmelerini istemektedir. Bu arada iman edenlere, iş ve ticaret ilişkileri içinde bulundukları ve gelir ve kazanç elde ettikleri müşriklerin Kâbe’ye yaklaştırılmamaları nedeniyle eğer yoksulluktan korkarlarsa, şüphesiz Allah'ın her şeyi ve bilinmeyeni en iyi bilen (hikmet sahibi) olduğu hatırlatılarak, dilerse Allah'ın onları "Kendi Lütfundan" zengin edeceği bildirilmektedir.
Bu açıklamalar ve uyarılar çerçevesinde iman edenlere, kendilerine "Kitap" verilenlerden (Ehl-iKitap) Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp Allah ve Resulünün (Hz.Muhammed'in) haram kıldığını haram saymayarak ve hak dini (İslam’ı) kendine din edinmeyerek onları Allah'a imandan alıkoyanlarla ve kendilerine karşı "silahlı" veya diğer her türlü yöntemlerle "saldırılarda" bulunanlarla küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşmaları ve Allah yolunda cihat (mücaele) etmeleri önerilmektedir.
İnsanlara yaşadıkları toplumun "haklı bir nedenle" savaş halinde kalması durumunda onlardan savaşmaları istendiğinde nefslerine uyarak isteksiz olmamaları ve kendisine yapılan çağrıyı özellikle Allah'a iman açısından da değerlendirerek davranmaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (113/38), (9/38)
Eğer çıkmazsanız, sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. (113/39), (9/39)
Eğer siz ona yardım etmezseniz; ona Allah yardım etmiştir: Hani, kafirler onu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı hani onlar mağaradaydı o, arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah ona emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kafir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir, çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir. (113/40), (9/40)
Gerek hafif gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (113/41), (9/41)
Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini helâk edercesine Allah'a yemin edecekler, halbuki Allah onların mutlaka yalancı olduklarını biliyor. (113/42), (9/42)
Allah seni affetti, fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? (113/43), (9/43)
Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir. (113/44), (9/44)
Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler. (113/45), (9/45)
Eğer onlar çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı, fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu; onlara "Oturanlarla beraber oturun!" denildi. (113/46), (9/46)
Eğer içinizde çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir. (113/47), (9/47)
Andolsun onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri yerini buldu. (113/48), (9/48)
Onlardan öylesi de var ki: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" der, bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kafirleri mutlaka kuşatacaktır. (113/49), (9/40)
Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer ve eğer başına bir musibet gelirse, "İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve böbürlenerek dönüp giderler. (113/50), (9/50)
De ki: “Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” (113/51), (9/51)
De ki: “Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de Allah'ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” (113/52), (9/52)
De ki: “İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.” (113/53), (9/53)
Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir. (113/54), (9/54)
Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin, çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor. (113/55), (9/55)
Mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler, halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir toplumdur. (113/56), (9/56)
Eğer sığınacak bir yer yahut mağaralar veya bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi. (113/57), (9/57)
Ayetlerde kendilerinden savaşa çıkmaları istendiği halde isteksiz davranarak hareket etmeyen (yere çakılıp kalan) müminlere yapılan bu uyarıların ve ihtarların "Hicret" olayının dokuzuncu yılındaki "Tebük Seferi" ile ilgili olduğu tefsirlerde belirtilmektedir. Buna göre Hz.Muhammed'in düşmanı (İslam'ın) olan Ebû Âmir tarafından kışkırtılan Bizanslıların büyük bir kuvvet ile Medine'ye doğru yürüdükleri haberi üzerine Hz.Muhammed'in Müslümanlardan "güçlü" bir kuvvet topladığı ve Medine ile Şam arasında yarı yolda bulunan Tebük'e varınca Bizanslıların bu niyetinden vazgeçmiş olduklarının anlaşılması üzerine, ancak savunma amacıyla savaşa girilebileceği yolundaki İslamî ilkeye uyarak onlarla herhangi bir çatışmaya girmeden Medine'ye döndüğü açıklanmaktadır.
Ancak bu sefer için gerekli hazırlıklar yapılırken müminler arasından küçük bir grubun Bizans'la savaşa girilmesine karşı direndiğine işaret edilerek onlara neden "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman direndikleri ve isteksiz davrandıkları (yere çakılıp kalıyorsunuz) yoksa bu direncin "nefslerinin dürtülerine uyarak" Dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden mi kaynaklandığı sorulmakta ve dünya hayatının faydasının ahiretin yanında "pek az" olduğuna işaret edilmektedir. Müminlerin gerektiği halde savaşa çıkılmaması halinde, Allah'ın onları pek elem verici bir azap ile cezalandıracağı, onları etkisiz halde bırakarak yerlerine "başka bir kavim" getireceği ve onların savaşa çıkmamakla Allah'a hiçbir zarar veremeyecekleri "ihtar" edilmekte ve Allah'ın her şeye kadir olduğu hatırlatılmaktadır. Ayrıca onları savaşa çıkmaları için yaptığı çağrıya uymayarak Hz.Muhammed'e yardım etmezler ise, ona Allah yardım ettiği bildirilmektedir. Buna bir delil olarak kafirlerin onu iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte) Mekke'den arkadaşına (Ebu Bekir) mağaradayken Elçi arkadaşına: “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir” dediği, bunun üzerine Allah'ın ona sükûnet ve güven duygusu indirdiği, onu insanların görmediği güçlerle (bir görmediği güçlerle (bir ordu ile) desteklediği ve kafir olanların ileri sürdükleri iddialarını yok ettiği (sözünü alçalttı), zaten en üstün olan Allah'ın sözünün (İslam) yüce olduğu ve bilinmeyenin sırrını bildiği (hikmet sahibi) açıklanmaktadır. Bu nedenle müminlerden gerekmesi halinde çağırıldıklarında, onlar açısından kolay veya sor da olsa (gerek hafif gerek ağır olarak), savaşa çıkmaları, malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmaları (cihat etmeleri) istenmekte ve bunun onlar için daha hayırlı olduğunu bilmeleri istenmektedir.
Yüce Allah "Tebük Seferine" katılmakta isteksiz davranan ve direnenlerin eğer kendilerince dünya malı olarak kazançlı ve kolay bir yolculuk olsaydı hemen (yakın) ve bir bahane uydurmadan mutlaka ona uyup peşinden gideceklerini, fakat onları bekleyen zor (meşakkatli) bir yol nedeniyle bundan uzak durduklarını Hz.Muhammed'e açıklamaktadır. Ayrıca Hz.Muhammed'in onlara inanması için "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye kendilerini helâk edercesine Allah'a yemin edeceklerini, halbuki Allah'ın onların mutlaka yalancı olduklarını bildiğini açıklamaktadır. Bu arada Hz.Muhammed'in bu mazeretleri ileri sürenlerin Medine'de kalmalarına izin vermesi üzerine onu affettiğini belirtmekte, bununla birlikte doğru söyleyenlerin iyice belli olup yalancıların bilinmesine kadar onlara izin vermemiş olmasının daha doğru olduğunu da hatırlatmaktadır.
Allah yolunda savaşmaları istenmesine rağmen söz konusu "Tebük Seferi" hazırlıklarına katılmakta isteksiz davrananlarla ilgili bu açıklamalar ile, insanların silahlı çatışma ve savaşlarda olduğu gibi, yaşamlarında her çeşit "zorlıuklarla" karşılaştıklarında başarıya ulaşmak için, genellikle çıkar sağlama, keyif alma ve kolaya kaçma gibi "Şeytan'ın Dürtülerinden" etkilenerek insanları Allah'ın yolundan alıkoyan "nefslerinin" dürtülerine (duygulara) karşı mücadele etmeleri gerektiğine işaret edilmektedir. Buna göre insanlardan herhangi bir konuda nefslerinin dürtülerine uymak için bahaneler üreterek "duygularına" tabi olmamaları, daima "akıllarını" kullanarak ve neyin doğru veya yanlış olabileceğini düşünerek karar vermeleri ve başarıya ulaşıncaya kadar da kararlarından dönmemelerinin beklendiği belirtilmektedir. Ayrıca yönetimi altına bulunanların bu kararlara karşı gelmeleri halinde, doğru söyleyenlerin iyice belli olup yalancıların bilinmesine kadar, ileri sürdüklerini dikkate almamaları önerilmekte ve Allah'ın onlara daima "yardımcı" olacağı da hatırlatılmaktadır.
Bu bağlamda esasen Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerin, gerekmesi halinde çağırıldıklarında mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (cihat etmekten) geri kalmak için izin istemeyecekleri açıklanmaktadır. Zira onların samimiyetle ve içtenlikle (Takva) Allah'a iman ettikleri ve Allah'ın takva sahiplerini pek iyi bildiği açıklanmaktadır. Buna karşılık Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanların izin isteyecekleri Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
"Allah'a inanın, Resûlü ile beraber cihad edin" diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve: “Bizi bırak oturanlarla beraber olalım” dediler. (113/86), (9/86)
Nitekim onların arasında, bu çağrıya uymaları halinde günaha girmekten (fitneye düşmekten) sakındıkları için izin istediklerini diyenlerin bulunacağı açıklanmaktadır. Yüce Allah, böylece sefere katılmaları halinde müminler gibi davranmayacaklarını itiraf etmiş (fitneye düşmüş) olanların müminlerle birlikte Allah yolunda savaşamayacaklarını bile bile, sanki onlar gibi iman ve inançlı olduklarını (takva) göstermek için sahte bir "iman ve sakınma" gösterisi yaparak zaten fitneye düşmüş olduklarını (münafıklık yaptıklarını) açıklamakta ve onlara Cehennemin mutlaka "kafirleri" kuşatacağını (azap çekerek cezalandırılacaklarını) hatırlatmaktadır.
Ayrıca, eğer onlar çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yapmış olmaları gerektiğine işaret edilerek Allah'ın onların bu davranışlarını "çirkin" gördüğü, onları "seferden" geri koyduğu ve onlara evlerindeki kadın ve çocuklarla (oturanlarla) beraber oturmalarını söylediği (öyle hissettirdiği) bildirilmektedir. Çünkü şayet onlar da savaşa çıksalardı, müminlere bozgunculuktan başka bir katkılarının olmayacağı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek müminlerin arasında koşacakları belirtilerek müminlerin içinde de "doğruyu" düşünemeyip onlara iyice kulak vereceklerin de olduğu hatırlatılmakta, böylece "zalimleri" gayet iyi bilen Allah'ın müminler arasında "birliğin" koruduğu açıklanmaktadır. Gerçekten de (andolsun) onların daha önceden de fitne çıkarmak istedikleri, Hz.Muhammed'e nice işler çevirdikleri, ancak sonuçta Allah'ın hüküm ve iradesi ile başarılı olamadıkları ve doğruluğun ve gerçeğin (hak) gerçekleştiği, böylece onlar istemedikleri halde Allah'ın emrinin yerini bulduğu bildirilmektedir.
Nitekim Yüce Allah savaşa çıkmaları istenmesine rağmen Allah'ın Resulüne muhalefet etmek için, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi çirkin görüp, sıcakta sefere çıkmaktan geri kalanların, evlerinde kadın ve çocuklarla oturmaları ile sevindiklerine yeniden değinilmekte ve onları beklemekte olan "cehennem ateşinin" şikayet ettiklerinden daha "sıcak" olduğu (çok azap verici) ve bunun hayatta iken yaptıkları "münafıklık" nedeniyle hak ettiklerinin (kazanmakta olduklarının) cezası olduğunu anlayamadıkları belirtilmekte ve anladıklarında da artık az gülüp çok ağlayacakları hatırlatılmaktadır.
Allah'ın Resulüne muhalefet etmek için geri kalanlar oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; "Bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" keşke anlasalardı! (113/81), (9/81)
Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar! (113/82), (9/82)
Bununla birlikte Peygamber (Hz.Muhammed) ve onunla beraber inananların mallarıyla, canlarıyla cihat ettikleri için bütün iyi şeylerin ve güzelliklerin (hayırlar) onların olduğu ve kurtuluşa erdikleri, Allah'ın onlara içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırladığı, sonuçta büyük kazanca ulaştıkları örnek olarak gösterilerek, münafıkların "tövbe" edip doğru yola yönelmeleri için bir fırsatları olduğu da hatırlatılmaktadır.
Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler, işte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir. (113/88), (9/88)
Allah, onlara içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır, işte büyük kazanç budur. (113/89), (9/89)
Bu arada çölde yaşayan, su ve otlak bulmak için göç eden topluluk olan bedevilerden bir bölümünün Allah'a imanında ve davranışlarında samimi olduğuna dikkat çekilerek bazıları bu sefere katılmaya karar vermekle beraber, diğerlerinin "bazı mazeretler" ileri sürüp sefere çıkmamaları için izin istedikleri, hatta daha sonra da özür dileme ihtiyacı bile duymadıkları (münafıklık yaptıkları) açıklanmaktadır. Böylece Allah ve Resulüne yalan söyleyerek "kafir" olanların oturup kaldıkları ve onlara (ahiret ortamlarında) elem verici bir azabın erişeceği bildirilmektedir.
Bedevîlerden iddia edenler kendilerine izin verilsin diye geldiler, Allah ve Resûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar; onlardan kafir olanlara elem verici bir azap erişecektir. (113/90), (9/90)
Yüce Allah bütün gizliliklerin ve bilinmeyenlerin sırlarını bilen olduğunu hatırlatarak bedevilerin kafirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter hem de Allah'ın Resulüne indirdiği uyarı, öğüt ve önerilerini (kanunları) tanımamaya daha yatkın olduklarını çok iyi bildiğine işaret etmektedir. Bu anlamda bir örnek olarak bedevîlerden bazılarının Allah yolunda harcayacağını "angarya" saydıkları ve müminlerin başına "belalar" gelmesini bekledikleri belirtilmekte ve böyle düşünmeleri yüzünden aslında o kötü belanın kendi başlarına geldiği belirtilerek Allah'ın pek iyi işiten ve çok iyi bilen olduğu yeniden hatırlatılmaktadır. Ancak bedevîlerden Allah'a ve ahiret gününe inanılanların hayır için harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in (Hz.Muhammed) dualarını almaya vesile edinenlerin de bulunduğu açıklanmaktadır. Bedevilere ve bütün insanlara bu örnek ile "hayır" için (Allah Yolunda) o harcadıkları malın onlar için Allah katında "yakınlık" olduğu, böylece Allah'ın onları rahmetine (cennetine) koyacağı bildirilmekte ve Allah'ın şüphesiz bütün insanları af eden (bağışlayan) ve onları kötülüklerden koruyan (esirgeyen) olduğu bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Öte yandan, sefere çıkılmaması açısından ileri sürülen mazeretlerle ilgili olarak Yüce Allah, ancak Allah ve Resulüne itaat edilmesi için insanlara öğüt verdikleri (Allah'a ve Hz.Muhammed'e iman ettikleri) takdirde, Allah yolunda göreve (cihada) çağrıldıklarında zayıflara, hastalara ve harcayacak bir şey bulamayanlara sefere çıkılmaması ile ilgili olarak günah ve sorumluluk olmadığını, zira Allah'ın bütün insanları çok bağışlayan ve çok esirgeyen olduğunu bildirmektedir. Buna karşılık zengin oldukları halde sefere (cihada) çıkmamak için izin isteyenlere sorumluluk bulunduğu, çünkü onların geri kalanlarla (kadınlarla) beraber olmaya razı oldukları ve Allah'ın da onların kalplerini mühürlediği ve artık onların neyin doğru olduğunu bilemeyecekleri açıklanmaktadır.
Geride kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular, onların kalplerine mühür vuruldu, bu yüzden onlar anlamazlar. (113/87), (9/87)
Allah ve Resûlü için öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur, zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur.
Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. (113/91), (9/91)
Ayrıca kendilerine binek sağlamasını istediklerinde Hz.Muhammed'in onları bindirecek bir binek bulamaması üzerine harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de bir sorumluluk olmadığı, ancak zengin oldukları halde sefere çıkmamak için izin isteyenlere sorumluluk bulunduğu, çünkü onların geri kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldukları ve Allah'ın da onların kalplerini mühürlediği ve artık onların neyin doğru olduğunu bilemeyecekleri açıklanmaktadır.
Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: "Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum" deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere de. (113/92), (9/92)
Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir, çünkü onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular; Allah da onların kalplerini mühürledi, artık onlar bilmezler. (113/93), (9/93)
Buna göre sadece rahatını düşünerek tembellik yapanların anlamı ve doğruluğu olmayan bahane ve mazeretler ileri sürmemeleri gerektiğine işaret edilmekte, iyi bir insan ve "mümin" olabilmeleri için bütün insanlardan Dünya hayatında üstlendikleri görev ve sorumluluklarını, onlardan beklendiği gibi, eksiksiz ve dürüstçe yerine getirmeleri istenmektedir.
Bu açıklamalara göre insanlardan kendilerine verilen görev ve sorumluluklardan kaçınmamaları, bunun için anlamı ve doğruluğu olmayan bahane ve mazeretler ileri sürmemeleri gerektiğine işaret edilmekte, iyi bir insan ve iyi bir "mümin" olabilmeleri için Dünya hayatında üstlendikleri görev ve sorumluluklarını onlardan beklendiği gibi, eksiksiz ve dürüstçe yerine getirmeleri istenmektedir.
Hz.Muhammed'in düşmanı Bizanslıların büyük bir kuvvet ile Medine'ye doğru yürüdükleri haberi üzerine Müslümanlardan "güçlü" bir kuvvet topladığı ve Medine ile Şam arasında yarı yolda bulunan Tebük'e varınca Bizanslıların bu niyetinden vazgeçmiş olmaları üzerine onlarla herhangi bir çatışmaya girmeden Medine'ye döndükten sonra bu "münafıklardan" bir grubun başka bir savaşa Hz.Muhammed ile beraber çıkmak için izin isterlerse, Yüce Allah Hz.Muhammed'in onlara “Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz birinci defa (Tebük seferinde) yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!” demesini öğüt vermektedir. Ayrıca bu yaptıkları "iki yüzlülük" ile (münafıklık) Allah'ı ve "Resulünü" inkâr ettikleri belirtilerek onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılmamasını ve onun kabri başında da durmamasını bildirmektedir.
Eğer Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız!
Çünkü siz birinci defa yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!” (113/83), (9/83)
Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkar ettiler ve fâsık olarak öldüler. (113/84), (9/84)
Görüldüğü gibi Yüce Yaratan münafıklığın "Allah ve Resûlünü inkâr" olduğunu açıklamakta ve bundan "tövbe" ederek vaz geçmeyenlerin ancak bu günahla (fâsık olarak) öleceklerini bildirmektedir. Buna göre bütün insanlara niyetleri ile davranışlarının tutarlı ve "dürüst" olmasını öğüt vermekte, aksi halde ölüm sonrasında "ceza" olarak onları asla düşünemeyecekleri bir azabın beklediği hatırlatılmaktadır.
Allah yolunda savaşa çıkmaları istendiği zaman "nefslerinin dürtülerine uyarak" direnen ve isteksiz davrananların (yere çakılıp kalıyorsunuz) aslında Hz.Muhammed'e güvenme ve ona itaat etme konularında tamamen "açık" ve "samimi" olmadıklarına da işaret edilmekte ve şayet Hz.Muhammed'e bir iyilik erişirse bunun onları üzeceği ve eğer başına bir musibet gelirse kendilerinin daha önce "tedbir alarak" bu musibetten kurtulduklarını düşünüp Hz.Muhammed'e "yardımcı" olmayacakları ve böbürlenerek dönüp gidecekleri açıklanmaktadır. Yüce Allah bu şekilde "münafıklık" yapanlara, Allah'ın iman edenlerin ve kendisinin "Rabbi" olduğunu, Allah'ın yazdıklarından başka hiç bir şeyin değeri ve anlamının olmadığını ve bunu değiştiremeyeceğini ihtar etmesini Hz.Muhammed'den istemektedir. Ayrıca onların kendisi ve müminler hakkında iki şeyden birisi olarak "iyilik" değil de mutlaka "kötü" bir şey olmasını beklediklerine işaret ederek umutla beklemeye devam etmelerini, ancak kendisinin ve müminlerin de Allah'ın onları bir azaba uğratmasını "onlarla birlikte" beklediklerini bildirmesini Hz.Muhammed'e önermektedir.
Özellikle Hz.Muhammed dönemindeki olanaklar da dikkate alınarak "sefere çıkıldığında" geride kalanların da düşünülmesi gerektiği hatırlatılmaktadır.
Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır, umulur ki sakınırlar. (113/122), (9/122)
Ey iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. (113/123), (9/123)
Yüce Allah iman edenlere bir "savaş" durumu ile karşılaştıklarında bir diğer çok önemli uyarı olarak Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmalarının doğru olmadığı hatırlatmaktadır. Böylece sefere çıkmayacak olan toplum bireylerinden her konuda (kesiminde) bilgi sahibi olan ve bilgi "üreten" bir gurubun, kavimleri savaştan döndüğünde onları uyarmak (ikaz etmek) üzere geride kalarak "dinde" geniş bilgi elde etmeyi "sürdürmeleri" gerektiğine dikkat çekilmektedir.
Burada "dinde" ifadesi ile başta "Allah'ın Kanunları" olmak üzere tüm alanlarda kazanılmış "bilgi birikimlerinin" kast edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Yüce Allah çok sayıdaki Kur'an Ayetinde inananları, yapılarındaki değişik ve birbiri ile her an ilişki halinde olan niteliklerinin bağlı olduğu "Yaratılış Yasaları" inceleyerek, Evren'i ve yeryüzünü her yanıyla anlamaya ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu ve yaratıcı etki ve kudretini fark edip kavramaya çağırmaktadır. Kur'an ayrıca insanı harekete geçiren saikler, davranışlarının altında yatan içsel dürtüler hakkında da derin ve sağlıklı bir görüş kazanması için onu, tarihin verdiği derslerden de yararlanarak "düşünmeye yönlendiren" ve "düşünenlere" hitap eden bir vahiy olarak nitelendirilmekte ve bu nedenle de Kur'an’da yer alan "gerçekler" tümüyle "Din" olarak tanımlanmaktadır. Ayetin bu duruma dikkat çektiği Muhammed Esed tefsirinde de belirtilmektedir.
Tevbe suresi | Tevbe oku Tevbe arapça türkçe (kuran.gen.tr)
Buna göre geçerli nedenlerle savaşmak üzere sefere çıkılması halinde toplumun genel güvenliğinin ve bilgi birikimlerinin "korunaksız" bırakılmaması gerektiğine işaret edilmektedir. Bu nedenle savaş halinin ortaya çıkması ihtimaline karşı toplumun devamı açısından çok önem taşıyan geride kalan toplum bireylerinin ve belki daha da önemlisi kazanılmış "bilgi birikimlerinin" güvenliğinin sağlanmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması ve önlemlerin alınması gerektiği bildirilmektedir.
Bu bağlamda toplumun yakın çevresinin çok önem taşıdığına işaret edilerek özellikle toplumun savaş, salgın veya doğal afetler gibi genelinin meşgul olacağı durumlarda topluma gerek bilimsel yollarla ve gerekse doğrudan saldırı türünde veya bilimsel yollarla zarar verme olasılığı bulunan diğer toplumlara ve olaylara karşı önlem olarak düzenlemelerin önceden oluşturulması gerekmektedir. Buna göre, toplum için "tehdit" olabilecek unsurlar olmaları nedeniyle "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı ve Allah'ın bildirdiği ve "Din" olarak tanımladığı gerçekleri (hakkı) inkâr edenlerden "yakınınızda olanlarla, saldırılarında kullandıkları her şekilde ve her alanda olmak üzere aynen savaşılması önerilmektedir. O dönemlerdeki olanaklara göre, en yakın tehdidin daha uzakta olanlara göre çok kısa süre alacağı için, toplumun en yakınında bulunan iman etmemiş (kafir) toplumlardan beklendiği dikkate alındığında, yakınlarında bulunan "kafirlere" daha çok dikkat edilmesinin ve güvende olmak için "hazırlıklı" olunmasının önerildiği anlaşılmaktadır. Böylece bu tehdit unsurlarının iman edenleri "sert" bulacakları ve bunun iman edenlere saldıranlar üzerinde "caydırıcı etki" oluşturularak her konuda toplumun güvenliğinin sağlanmış olacağı belirtilmektedir. Ancak günümüzde bu tür "yakınlık" kavramı, ulaşılan bilgi birikimleri çerçevesinde savaş dahil her alanda sağlanan gelişmeler kapsamında önemini kaybetmiş olduğundan bu tür tehditler ile ancak aynı yöntemler kullanılarak başa çıkılması gerekmektedir. Bunun için de toplumun kazanmış olduğu bilgi birikiminin ve yeni bilgiler üretilmesinin ne kadar önemli olduğunun unutulmaması ve "kafir" veya toplum için "zararlı" olacak her türlü "tehditlere "karşı ancak bu bilgiler ile karşı konulabileceği iman edenlere ihtar edilmekte ve sahip olunan bilgi birikimini "Akıl" yürütülerek kullanılması ile her türlü tehdide karşı önlem alınması iman edenlerden beklenmektedir.
Azimli, Kararlı ve Ruhsal Yapısının Güçlü Olması
Allah, algılayıp hissedebildiklerimiz ve algılayamayıp hissedemediklerimiz her şeyin ortaya çıkmasının en temel şartı olan "Zamanın” tasarlayıcısı ve yaratıcısı olarak, İnsanların akıllarından geçirdikleri düşünceler de dahil olmak üzere, "Her Şeyi” bildiğini Hz.Muhammed'e ve tüm insanlara "hatırlatmaktadır".
Bu “gerçeği” idrak ettikten sonra Hz.Muhammed'e verdiği görev ile ilgili olarak bir "Güvence" vermekte ve bu görevini yapabilmesi için onun güven hissetmesini sağlamakta ve bu görevi kolaylaştıracağını ve başarılı olacağını Hz.Muhammed'e doğrudan bildirmektedir.
Şüphesiz Allah, açığı da gizleneni de bilir. (8/7), (87/7)
Seni en kolaya muvaffak kılacağız. (8/8), (87/8)
O halde eğer öğüt fayda verirse öğüt ver. (8/9), (87/9)
Korkan öğütten yararlanacak. (8/10), (87/10)
Kötü kimse ise öğütten kaçınır. (8/11), (87/11)
En büyük ateşe girecek olan. (8/12), (87/12)
Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar. (8/13), (87/13)
Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse (8/14), (87/14)
Kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. (8/15), (87/15)
Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (8/16), (87/16)
Ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde. (8/17), (87/17)
Şüphesiz bu önceki kitaplarda vardır. (8/18), (87/18)
İbrahim ve Musa'nın kitaplarında da. (8/19), (87/19)
Yüce Allah bu güvenceyi Hz.Muhammed'in gönlüne indirdikten sonra ona hissettirdiği ve ezberlettiği (Vahiy) Ayetleri ve Allah ve nitelikleri ile ilgili olarak "şayet öğüt fayda verirse" insanlara öğüt vermesini istemektedir.
Burada Hz.Muhammed görevini yaparken karşılaştığı insanları değerlendirip tavır ve niyetlerini anlamaya çalışarak, yapacağı öğütlerin fayda vereceğini düşündüğü kişilere öğüt verecektir. Bu nitelikte görülmeyen kişiler için diğer Ayetlerde açıklamalar bulunmaktadır.
İnsanlardan kendilerine verilen öğütlere göre Allah ile ilgili olarak bir fikir edinen ve Allah'ı ve algılayabildiği kadarı ile niteliklerini düşünebilenler, Allah'ı hissedebilecekler ve Allah'ın azameti, ihtişamı, anlatılamaz sonsuz enerjisi, tasarımları, gücü, hiçbir şeye muhtaç olmadığı ve her şeyin O'na muhtaç olduğu gerçekleri karşısında saygı ve çaresizliğe dayalı bir "korku" hissederek kendilerine verilen bu öğütlerden yararlanacaklardır.
O hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O'na muhtaçtır. (22/2),(112/2)
Ancak, bu tür gerçekleri görmek ve anlamak istemeyen ve daima kendi fikirlerinin kendisine sağladığı gerçek olmayan bir güven ortamında kalan kimselerin bu tür öğütlerden kaçındıkları belirtilmekte ve bu kadar açık delil ve gerçekler karşısında bu öğütlerden kaçınanlar "kötü kimse" olarak tanımlanmaktadır. O kötü kimselerin sonuçta en büyük "Ateşe” girecekleri ve o ateşte ölmeden ama yaşamak olarak da tanımlanamayacak bir halde kalacakları (azap çekecekleri) insanlara bildirilmektedir. Buna göre bilerek Allah'ı inkâr edip kendisine bu konuda iletilen öğütleri ve delilleri akıl edip incelemeden ve üzerinde düşünmeden sırf içindeki karşı durma olarak tanımlanacak bir davranışa yenilen ve bir anlamda kendine bu konuda söz geçiremeyen ve kendini düşünmekten bilinçli bir şekilde alıkoyan insanlar "Kötü" olarak tanımlanmakta ve şu anda tam olarak insanlar tarafından algılanamayan ancak insanı öldürmeyen fakat yaşamak olarak da nitelendirilemeyecek bir şekildeki bir "Ateş" içerisinde kalacakları hatırlatılmaktadır.
Verilen bu öğütleri ve gösterilen delilleri dikkate alarak üzerinde akıl yürüten ve sonuçta Yüce Allah'a inanıp iman eden insanların bu şekilde "Temizlendiklerine” işaret edilmektedir. Böylece temizlenen ve Allah'ı kendi varlığında hissedip "Rab" in (Allah) adını anan ve böylece O'na kulluk eden kimselerin "Kurtuluşa" erdikleri tüm insanlara bildirilmektedir. Buradaki kurtuluş, insanların "Gerçek Ortama" geçmeleri sonrasında kendisine vaat edilen sonsuz ve güzel bir yaşama kavuşmasını ifade etmektedir.
Fakat insanların düşünce yapısında daima görüp algıladıkları ve bu ortamda içerisinde bulundukları yaşam "Gerçek" olarak hissedilmektedir. Bu nedenle de bu ortam dışında bulunduğu kendisine öğüt verilerek ve deliller gösterilerek anlatılan bir diğer ortamı düşünmek insanlara bu ortamdaki bildikleri ve gördükleri karşısında "Gerçekçi" gelmemektedir. O nedenle bulundukları ve bir süre yaşadıkları bu ortam daima her düşünce ve faaliyetinde öncelik kazanmaktadır. Verilen öğütlerin akıllıca düşünülmesi, incelenmesi ve değerlendirilmesi halinde asıl "Gerçek" ortamın daha hayırlı ve daha devamlı olduğunun anlaşılması mümkün olmasına rağmen insanlar bu düşüncelerinden kurtulamamaktadır. Yine bu hususa bir delil olarak gerçek ortamın varlığı, daha hayırlı ve daha devamlı olduğu bilgilerinin Hz.Muhammed'den önce tüm insanlara uyarıcı olarak görevlendirilip gönderilen İbrahim ve Musa'nın kitaplarında da tüm insanlara anlatıldığı hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, Kur'an’ın "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili tüm özellikleri, sırları ve mucizeleri (Hikmet) ile "dolu" ve "gerçek" olduğuna işaret ederek Hz.Muhammed'in doğru yol üzerinde bulunan ve "Kendisinin" görevlendirdiği peygamberlerden olduğu belirtilmektedir. Yüce Allah böylece doğrudan Hz.Muhammed'e hitap etmekle birlikte bu Ayetler Hz.Muhammed hakkında "Tüm İnsanlara" en açık bir şekilde bilgi vermektedir. Buna göre "Tüm İnsanlardan", Kur'an'ın kendisine verilen "görev" olarak Hz.Muhammed tarafından Allah'ın "vahiy ettiği" şekilde tüm insanlara iletildiğine inanmaları beklenmekte ve Hz.Muhammed'in "Doğru Yol" üzerinde olarak Kur'an’ı "vahiy edildiği" gibi ileten "Peygamber" olduğundan şüphe edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Yâ. Sîn. (41/1), (36/1)
Hikmet dolu Kur'an hakkı için (41/2), (36/2)
Sen şüphesiz peygamberlerdensin. (41/3), (36/3)
Doğru yol üzerindesin. (41/4), (36/4)
(Bu Kur'an) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. (41/5), (36/5)
Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir. (41/6), (36/6)
Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir, çünkü onlar iman etmiyorlar. (41/7), (36/7)
Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik, o halkalar çenelere kadar dayanmaktadır, bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır. (41/8), (36/8)
Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler. (41/9), (36/9)
Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. (41/10), (36/10)
Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin, işte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele. (41/11), (36/11)
Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz, onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır. (41/12), (36/12)
Yâ. Sin. Bunlar bazı Surelerin başında bulunan "şifre" veya kısaltma harflerindendir. Kur'anda 29 Adet Sure "Şifre Ayet" niteliğinde olan bazı harfler ile başlamaktadır. Bu harfler bazen bir, bazen de birden fazladır. Bu harflerin başında bulunduğu veya onları izleyen Ayetlerde söz konusu "harflerin" veya "harf gruplarının" Kur'an Ayetleri ile yapılan uyarı, öğüt ve öneriler ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak belirtilmemekte fakat onların "Kur'an’ın Ayetleri" oldukları kesin bir şekilde (apaçık) bildirilmektedir. Buna göre yapılan bazı "atıflar" dikkate alınarak, insanların bunların apaçık bir şekilde "Kur'an Ayetleri" olduklarını, Kur'an’ın Allah "katından" ve Allah'ın tarafından Hz.Muhammed'e Mübarek bir gecede ve "Arapça" olarak "indirildiğni”, Kur'an-ı Kerim'in "hikmet" dolu olduğunu, onda asla bir "şüphe" bulunmadığını ve inananlar (müttakiler) için yol gösterici olduğunu Ayetleri okurken dikkate almaları ve üzerlerinde "yoğunlaşmaları" en doğru ve anlamlı bir yaklaşım olacaktır.
Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır. Ancak bu sure ile ilgili olarak Allah'ın, "Ya Sin" ifadesi ile "Doğrudan "Hz.Muhammed'e hitap ettiği de tefsirlerde belirtilmektedir. Buna göre Ya Sin eski Arapça bir ifade olarak (Ey İnsan) anlamındadır ve Allah'ın bu kelamının (Sözünün) sadece Hz.Muhammed'e yapılan özel bir hitap olması nedeniyle Hz.Muhammed'in Kur'an ile verilmiş bir "İsmi" olduğu düşünülmektedir.
"Sonuç olarak yâ-sîn kelimelerinin, surenin devamında açıkça muhatab alınan Allah'ın ElçisiHz.Muhammed (s)'i kasdettiği ve -Kur'an'ın sıkça yaptığı gibi- Allah'ın ve yakın arkadaşlarının beşer (İnsan) olma özelliklerini vurgulamayı amaçladığı söylenebilir."
Yasin suresi Yasin oku Yasin arapça türkçe (kuran.gen.tr)
"Diğer eğilime göre ise “yâsîn” ayrı iki harf değil, anlamı olan bir kelimedir. Bu eğilim içinde kuvvetli bulunan görüşe göre bu kelime Arapça’nın bazı lehçelerinde “ey kişi, ey insan!” anlamına gelmektedir; burada kendisine hitap edilen kişi ise Hz.Muhammed’dir."
Yâsîn Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
"Genel kabul görmüş bir "Hadis" olarak Hz.Muhammed'in Kur'an'da kendisinin Ahmed, Hz.Muhammed, Tâhâ, Yâsin, Abdullah, Müddesir, Müzemmil olarak yedi isminin bulunduğunu ifade ettiği belirtilmektedir.” (Haluk Nur Baki, Yâsin Suresi Yorumu Sayfa 8)
Allah, bu şekilde Hz.Muhammed'e doğrudan "İsmi İle" hitap etmekte ve "Hikmet Dolu" olarak tanımladığı Kur'an'ı "Delil" ve "Şahit" göstererek onu "Peygamber" olarak görevlendirdiğini kendisine "Bizzat" iletmektedir. Bu konuda Elmalılı tarafından yapılan yorum da bu durumu daha anlaşılır bir şekilde açıklamaktadır.
"…Ya Sin...…Allah kendi indirdiği hikmet (Sırlar) dolu Kur'an'a yemin olsun ki (Hakkı İçin) sen , hiç şüphesiz (Emin ol ki) risalet görevi ile gönderilen peygamberlerdensin."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/yasin.htm
Allah Hz.Muhammed'e "Doğru Yol" üzerinde olduğunu kendisine özel olarak hatırlamakta, böylece yürüteceği "Uyarı" görevinde kendisine özel bir "Güven" vermektedir.
Allah devamla "Vahiylerin" yani "Kur'an'ın" bizzat "Kendisi" tarafından Peygamber olarak görevlendirdiği Hz.Muhammed'e "Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumun uyarılması için indirildiğini" açıklamakta ve böylece Hz.Muhammed'in yürüteceği görevin amacı da belirtilerek “Güven” duygusu iyice sağlamlaştırılmış olmaktadır.
Burada Kur'an'ın "İndirilmesinden" önce "Ataları Uyarılmış" toplumlara da dikkat çekildiği söylenebilir. Zira daha önce kendilerine "Uyarıcılar" gönderilerek "Ataları" tarafından uyarılmış olan toplumlarda bu uyarıcıların ilettiklerine "Uymayan" ve "İman Etmeyen" çoğunluğun bu gafletlerinin cezalarını "Hak Ettikleri" hatırlatılmaktadır.
Allah uyarıcıların ilettiklerine bilinçli olarak "Uymayan" ve "İman Etmeyen" çoğunluğun bu tutumları nedeniyle nefslerindeki "Kibir" unsurunun onları etkilemesini ve benliklerini kuşatmasını takdir ettiğini, böylece sanki boyunlarında çenelerine kadar bir "Halka" varmış gibi kafalarının yukarı kalkık duruma geldiğini Hz.Muhammee'e ve dolayısı ile tüm insanlara iletmektedir.
İman etmeyen ve bunda ısrar eden insanların Allah'ın takdirleri ile artık gerçekleri görmelerinin engellendiği (Önlerine ve arkalarına set çekilmiş olduğundan) hatırlatılmaktadır.
Hz.Muhammed'e uyarı görevini yaparken bu durumda olan insanlar ile karşılaştığında onların "İnanmayacakları" bildirilerek ancak "Zikre" uyanları ve "Görmeden" Allah'tan (Rahman) "Korkan" kimseleri uyarabileceğine işaret edilerek bu kimseleri kurtuluş ve güzel ödüllerle müjdelemesini önermektedir. Buradaki "Korkan" ifadesinin, Allah'ı tanıyan ve "Muhteşem Gücünü" fark eden anlamını taşıdığı düşünülebilir. Buna göre Allah, Hz.Muhammed'e gerçekleri görmesi engellenmiş olan iman etmemiş insanlarla karşılaştığında onları geçip kendisine indirilene inanmayı akıl edebilenlere yönelmesini ve zamanını "Zikre İnanan" insanların uyarılmasına harcamasını öğütlediği görülmektedir.
Allah, bu ortamda tüm insanların en merak ettikleri konu olan ölüm ve diriliş olayını ve insanların bu ortamdaki faaliyetleri ile ilgili konuların tamamen kendi bilgisi ve tasarrufu altında bulunduğunu ve tüm bu hususların "Kendi Katında" esasen "Belli" olduğunu Hz.Muhammed aracılığı ile tüm insanlara açık bir şeklide hatırlatmaktadır.
Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti. (41/13), (36/13)
İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik, onları yalanladılar; bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik, onlar: “Biz size gönderilmiş elçileriyiz!” dediler. (41/14), (36/14)
Elçilere dediler ki: “Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.” (41/15), (36/15)
Dediler ki: “Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.” (41/16), (36/16)
"Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler. (41/17), (36/17)
“Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur” dediler. (41/18), (36/18)
Elçiler şöyle cevap verdi: “Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.” (41/19), (36/19)
Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!" (41/20), (36/20)
"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir." (41/21), (36/21)
"Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz." (41/22), (36/22)
"O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar." (41/23), (36/23)
"İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum." (41/24), (36/24)
"Şüphesiz ben, Rabbinize inandım. Beni dinleyin." (41/25), (36/25)
"Gir cennete!" denildi. (41/26), (36/26)
"Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!" (41/27), (36/27)
Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik. (41/28), (36/28)
Korkunç sesten başka bir şey değildi, birdenbire sönüverdiler. (41/29), (36/29)
Ne yazık şu kullara! onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar. (41/30), (36/30)
Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik, onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler. (41/31), (36/31)
Elbette onların hepsi hazır bulunacaklar. (41/32), (36/32)
Ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler. (41/33), (36/33)
Biz, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. (41/34), (36/34)
Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler, hâla şükretmeyecekler mi? (41/35), (36/35)
Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah kusurlardan münezzehtir. (41/36), (36/36)
Yüce Allah daha önceki kavimlere gönderdiği uyarıcıların karşılaştıkları durumlardan verdiği örnekler ile, Surenin ilk Ayetlerinde Hz.Muhammed'e "Doğru Yol" üzerinde olduğunu hatırlatıp verdiği "Uyarı" görevinde kendisine destek olduğu düşünülebilir.
Örnek olarak açıklanan olayda insanların kendilerini "Elçi" olarak tanıtan kişilere onların da insan olmaları nedeniyle inanmadıklarına işaret edilmektedir. Burada "İnsan nefsinin" bilmediği ve anlamadığı konuların iletilmesi durumunda kendi durumunu "Korumaya" yönelik karar vereceğine ve ancak "İnsan Ötesi" varlıkların "Mucizevi" bir güç göstermesi halinde iletilen konulara daha kolay "İnanmaya" meyilli olduklarına ve Hz.Muhammed'den uyarı görevini yaparken bu durumu dikkate almasına dikkatinin çekildiği söylenebilir.
Ayrıca, Ayette belirtilen “elçilerin” ve onlara uyulmasını öneren “adamın” insanları uyarmak üzere ifade ettikleri “İnsanı Yaratana” inanılması gerektiğine, tüm insanların O'na "Döndürüleceğine", Allah'tan başka "Tanrı Olmadığına" ve Allah'ın bir zararı dilemesi halinde O'ndan başka hiçbir şeyin "Fayda Etmeyeceğine ve Kurtaramayacağına" dair sözlerinin, uyarı görevinin yerine getirilmesinde fayda sağlayabileceği de Hz.Muhammed’e hatırlatılmaktadır.
Bunlara rağmen uyarıcı Peygamberlere inanmayarak onlarla alay edilmesi durumunda insanların "Sapıklık" içine gömülmüş olacakları ve onların sadece "Korkunç bir Ses" ile helak edilebilecekleri inkâr edenlerin "Helak" edilmesi için insanların düşündükleri şekilde bir ordu gibi güçleri göndermesine gerek olmadığını ve daha önce birçok kavimlerin helak edilerek yok olduklarını açıklamaktadır. Allah, gücü ile ilgili böyle bir "Helak" şeklinin hayal edilmesini o dönemdeki insanları etkileyici bir örnek olarak Hz.Muhammed'e önermekte ve daha önce helak edilerek yok olan kavimlerin ve böyle inanmayıp inkar eden tüm insanların tekrar diriliş gününde "Huzurunda" hazır bulundurulacaklarına işaret edilmektedir.
Allah Hz.Muhammed'e yeniden diriliş konusunun "Gerçekliğini", bu ortamdaki "Ölü" toprağın yağmur ile nasıl "Hayat" bulduğunu; bu şekilde yeryüzünde bir çok yerde hurma bahçeleri ve üzüm bağlarının insanların faydalanmaları ve "Şükretmeleri" için yaratılmış olduğunu, pınarlar fışkırtıldığını "Görüp Anlayabilecekleri" bir örnek olarak İnsanlara bildirmesini önermektedir.
Ayıca "Yaratıcı" gücünün bir delili olarak Allah, yerde yetişenlerden ve insanların mahiyetlerini bilmedikleri şeylerden "Bütün Çiftleri" yaratmış olduğunu da tüm insanlara hatırlatmaktadır. Allah, Hz.Muhammed'e gönderdiği diğer Ayetlerde olduğu gibi, bu hatırlatma ile tüm insanlara hitaben çok büyük bir "Gerçeği" açıklamaktadır. Buna göre "Tüm Yaratılışlar" bir "Zıtlık" veya "Çelişkiler" dengesi olarak gerçekleşmiştir. Yaratılan her şey "Aslı Aynı" olmakla birlikte, bir "Zıttı" veya "Karşıtı" ile birlikte ve bir denge halinde "Çift" olarak yaratılmışlardır. Örneğin en basit şekilde ele alırsak, tüm yaratılmışlar ve yaratılmakta olan her şey için erkek-dişi, eksi-artı, sert-yumuşak, sıvı-katı, ışık-karanlık, çekim gücü-kaçış gücü, madde-anti madde gibi sayısız örnek bulunmaktadır.
Haluk Nur Baki bu durumu şöyle yorumlamaktadır:
"Ben sübhan(Her çeşit hata ve insani vasıfların üstünde olan) olan Allah'ım. Teklik sırrı benim gizliliğimde var olan bir hikmettir. Yarattıklarımı hep çift yarattım. Topraktan çıkan her şeyde bu çift yaratılışın sırrı olduğu gibi, bilmediğiniz Evren'e ait tüm varlıkları da çift olarak yarattım.” (Haluk Nur Baki, Yâsin Suresi Yorumu Sayfa 53)
Allah, insanların düşünebilecekleri "Tüm Kusurlardan" ari olduğunu da tüm yaratılmışları delil olarak göstererek en etkili bir şekilde hatırlatmaktadır.
Ayetlerde anlatılan olay dikkate alındığında, Allah'ın bir topluma iki "elçi" gönderdiği ve halkın bu iki elçiyi dinlememesi üzerine bir üçüncüsünün gönderildiği ve onun da bu "elçileri" dinlemeye çağırmasının “nerede” olduğuna dair Kur'an da bilgi bulunmamaktadır. Ancak bazı tefsirlerde söz konusu bölgenin Antakya yöresi, gönderilen elçilerin Hz. İsa’nın öğretilerini bildirmek üzere Allah tarafından "yönlendirilen" kimseler oldukları ve elçilerin tebliğini kabul edip onlara uyulmasını tavsiye eden mümin kişinin de Habîb b. Mûsâ, Habîb b. İsrâil veya Habîb b. Mer‘î’ olduğu belirtilmektedir. Ayrıca bu mümin kişinin marangoz (neccâr) olduğu ve Habîb en-Neccâr olarak anıldığı ileri sürülmektedir.
Yâsîn Suresi 13-32. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı
Hz.Muhammed'e iletilen bu örnek ve önerilerin, diğer Kur'an Ayetlerinde olduğu gibi bu ortamın son gününe kadar bu ortama gelecek tüm insanlara da bir "Öğüt" olduğunun "İdrak Edilmesi" ve hayat boyu her işlerinde "Hatırlanması" gerekmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ve tabii olarak tüm insanlara eğer dileseydi geçmişte olduğu gibi elbette her topluma ayrı bir uyarıcı gönderebilecek olduğunu, ancak bunu yapmadığını ve kendisini "Bütün İnsanlara" bir tek peygamber olarak gönderdiğini, bu nedenle inkar eden "kafirlere" uymamasını ve onlarla mücadele etmesini (savaşmasını) öğütlemektedir.
Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren. (42/1), (25/1)
Şayet dileseydik, elbet her ülkeye bir uyarıcı gönderirdik. (42/51), (25/51)
O halde, kafirlere boyun eğme ve Kur'an ile onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver! (42/52), 25/52)
Furkan suresi ilk ayetinde Hz.Muhammed'e indirildiği açıklanan "Furkan" kelimesi Kur'an’ı ifade etmektedir. Buna göre tüm insanların “bir insan” olan Hz.Muhammed'e Kur'an'ın bir yol gösterici, uyarıcı, fark ettirici olarak indirildiğine inanmaları gerektiğine işaret edilmektedir.
Allah, birçok Ayetinde geçmişte yaşamış tüm insan toplumlarına "Mutlaka" bir uyarıcı ve yol gösterici "Gönderdiğini" ve hiçbir toplumu öğüt vermek üzere gelen uyarıcıları olmadan cezalandırmadığını (Yok Etmediğini) açıklamaktadır. Buna göre, geçmişte bir ceza olarak "Yok" edilen toplumlara mutlaka uyarıcıların-peygamberlerin gönderilmiş olduğu, insanlara bu şekilde Allah'ı ve yaratıcılığı ile ilgili olarak Allah'ın öğütleri iletilmeden bir ceza verilmediğine işaret edilmektedir.
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere (gönderdiğimiz) uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. (47/208), (26/208)
Hz.Muhammed'in ise tüm insanlara "Hak" ile gönderildiği belirtilmektedir. Burada belirtilen "Hak" ile Kur'an'a işaret edilmektedir. Bu nedenle Allah Hz.Muhammed'ten inanmayanlara boyun eğmemesini ve onlara karşı Kur'an (Hak) ile olanca gücünü kullanarak mücadele etmesini istemektedir. Allah Hz.Muhammed'e bu görevin sadece kendisi tarafından yürütüleceğini açıklamaktadır.
Buna göre Hz.Muhammed'in Kur'an ile tüm İnsanlara doğru Yolu (Hak) göstereceği ve artık kendisinden sonra başka bir "Uyarıcının" görevlendirilmesine gerek olmadığı ve sonuçta Hz.Muhammed'in neden "Son Peygamber" olduğu açıkça belirtilmektedir.
Daha önce toplumları "Allah'ı Tanımaktan" alıkoyan her türlü kötülüklerden sakındırılmak üzere gönderilmiş olan "Peygamberlerin" gönderildikleri toplumların bir bölümünün Allah'ı tanıyıp "Doğru Yola" yöneldikleri, Allah'ın varlığını inkar edip sapıklığa düşen diğer bir kısım toplumların nasıl sona erdiklerinin halen yer yüzündeki kalıntılardan görülebileceği insanlara hatırlatılmaktadır.
Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye her ümmete bir peygamber gönderdik, Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti, onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkar edenlerin sonu nasıl olmuştur! (70/36), (16/36)
Burada sakınılması gereken "Tâğut", kişiyi Allah'ı tanımaktan alıkoyan kendi nefsi veya bir olay veya toplumu yönetenler olmak üzere Şeytan'ın "yönlendirdiği" her şey olabilmektedir.
Yüce Allah insanlara iletilecek önemli "gerçekleri" Ayetlerinde bildirerek ve bunlara dair bazı açıklamalar yaparak bu tebliğ görevinde güçlü olması için Hz.Muhammed'e destek olmaktadır.
“Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise Allah'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.” (44/36), (19/36)
Sonra guruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kafirlerin haline! (44/37), (9/37)
Onlar, bizim huzurumuza çıkacakları gün ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler! fakat o zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler. (44/38), (19/38)
Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar, çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken iş olup bitmiştir. (44/39), (19/39)
Yeryüzüne ve onun üzerindekilere ancak biz vâris oluruz ve onlar ancak bize döndürülürler. (44/40), (19/40)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e Ayetlerini iletirken "İnsanlara", bütün "Yaratılışı" gerçekleştirenin "Allah" olduğunu ve buna göre kendisinin ve bütün insanların "Yaratıcısının" da Allah olduğunu (Rab), buna göre O'na teslim olmalarını (Kulluk Etmelerini) ve işte bunun "Doğru Yol" olduğunu söylemesini bildirmektedir. Bununla birlikte, daha önceki dönemlerde başka "Uyarıcılar" tarafından kendilerine bu doğru Yol iletildikten sonra insanların "Yaratıcı" ile ilgili olarak aralarında ayrılığa düştüklerine işaret edilmektedir. Çok sayıdaki Ayetlerde belirtildiği gibi, genellikle insanların Dünya hayatındaki yaşamlarında "Bencillikleri" ve "Kibirleri" nedeniyle bu duruma düşerek inanışlarını kaybeden ve inkar edenlerin (Kafirler), ölüm sonrasında yeniden diriltildikleri "Büyük Günü" görüp "Gerçekliğine" şahit olduklarında, başlarına geleceklerden perişanlık ve pişmanlık duyacaklarına işaret edilmektedir. Bunların Yaratanın "Huzuruna" çıktıklarında şaşkın bir şekilde hiçbir şeyi iyi duyamayacakları ve göremeyecekleri ve sapıklıktan kurtulamayacakları belirtilmekte ve Hz.Muhammed'den "Pişmanlık" ve "Üzüntü" duyacakları bu durumu anlatarak onları "Uyarması", çünkü aksi halde, yani henüz onun ilettiği Ayetlere inanmamış ve "Yaratana" iman etmemiş bir halde iken ölüm ötesine geldiklerinde artık her şeyin "Olup Bitmiş" olacağını "Bildirmesi" istenmektedir. Ayrıca, yeryüzüne ve onun üzerindekilerin (İnsanların) bu ortamda yaşarken yaptıklarının Allah'ın bilgisi dahilinde (Vâris) bulunduğu ve onların ancak Allah'a "Döndürüleceklerini" insanlara iletmesi Hz.Muhammed'e hatırlatılarak tebliğ görevinin "Eksiksiz" bir şekilde sürdürmesinde ona destek olunmaktadır.
Ayetlerde Allah,Hz.Muhammed'e yaptığı "Uyarıcılık" görevi sırasında kendisine inanmayanlara karşı durabilmesinde destek olmak üzere, Musa konusunda aldığı "Vahiyler" üzerinden örnekler vermekte ve öncelikle kendisinin ve aktaracağı insanların bu Vahiylerin "Gerçek" olduğunu anlayabilmeleri için açıklamalarda bulunmaktadır.
Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve görenlerden de değildin. (49/44), (28/44)
Bilakis biz nice nesiller var ettik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti, sen, ayetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin; aksine gönderen biziz. (49/45), (28/45)
Seslendiğimiz zaman da, sen Tûr'un yanında değildin, bilakis, senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak, ola ki düşünüp öğüt alırlar. (49/46), (28/46)
Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde: “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve müminlerden olsaydık!” diyecek olmasalardı. (49/47), (28/47)
Fakat onlara tarafımızdan o hak gelince: "Musa'ya verilen gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler, peki, daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve şunu söylemişlerdi: “Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.” (49/48), (28/48)
De ki: “Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!” (49/49), (28/49)
Eğer sana cevap veremezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez. (49/50), (28/50)
Yüce Allah, "Tur" dağında Musa peygambere vahiy edilirken ve Musa Peygamberin onları toplumuna iletirken "Orada Olmadığını", bu Ayetleri "Onlardan" okuyarak öğrenmediğini ve bu Ayetlerin daha önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarmak ve düşünüp öğüt almalarını sağlamak için bir rahmet olarak "Kendisi" tarafından iletildiğini Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır.
Allah insanların bizzat kendi yaptıklarından dolayıı başlarına bir "Musibet" geldiğinde "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de Ayetlerine uysak ve müminlerden olsaydık!" diye söyleyeceklerini bildirmektedir. Burada tüm insanlarda bulunan bir özellik hatırlatılmaktadır. İnsanlar beklemedikleri bir olumsuz durum ile karşılaştıklarında "Şayet bu olumsuz durumu önceden bilselerdi böyle olmazdı" gibi bir düşünceden kendilerini alamamaktadırlar. Ancak olumsuz durumlar ile karşılaşma ihtimalini en aza indirmek için insanların Akıllarını kullanarak ve sonucunu düşünerek karar vermeleri ve ona göre ihtiyatlı ve itinalı olarak eylemde bulunmalarının gerektiğini daima hatırda tutmaları öğütlenmektedir.
Hz.Muhammed'in kendilerine "Peygamber" olarak gönderildiğini ilettiğinde insanların Musa Peygambere verilen "Mucizelerin" ona da verilmesi gerekirdi diyerek itiraz ettikleri ancak daha önce Musa'ya verilenleri de inkar ettikleri ve Hz.Muhammed'in ilettiği Ayetler ile Musa'ya verilen Mucizeler için "Birbirini destekleyen iki sihir!" diyerek karşı geldikleri ve bunların hiçbirine inanmadıkları belirtilmektedir.
Allah inkâr edenlere karşı Hz.Muhammed'e “Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!” diyerek onları meydan okumaya çağırmasını öğütlemekte ve cevap verememeleri halinde inkarcıların sadece "Heveslerine" uyduklarını bildirerek Peygamberlik görevini yapmasında kendisine manevi bir destek sağlamaktadır. Allah bu Ayeti ile tüm insanlara da kendi heveslerine uyanların ancak doğru yoldan sapanlar olduklarını hatırlatmakta ve bu şekilde "İnkâr" yolunu seçenleri "Zalim" olarak niteleyen Allah, bu tür insanları ve toplumları "Doğru Yola" iletmeyeceğini de hatırlatmaktadır.
İlettiği "Vahiylere" inanmakla birlikte bulundukları yerde kendilerinden üstün olanların bu durumdan rahatsız olacaklarını ve kendilerini bu yerden çıkaracaklarını ileri süren topluluğa iletilenlere "İnanmaları" halinde kendilerine bir zarar gelmeyeceğinin hatırlatması ve "endişelerini" gidermesi önerilmekte, böylece Peygamberlik görevinin yerine getirilmesinde Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olunmaktadır.
"Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi? fakat onların çoğu bilmezler. (49/57), (28/57)
Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir, işte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir, onlara biz vâris olmuşuzdur. (49/58), (28/58)
Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir, zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir. (49/59), (28/59)
Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür, Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır, hâla buna aklınız ermeyecek mi? (49/60), (28/60)
Şu halde kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz kimse -ki ona kavuşacaktır- dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir? (49/61), (28/61)
Allah, Ayetlerini Hz.Muhammed Peygamberin kendilerine iletmekte olduğu toplumu, geçmişte olduğu gibi "Katından" bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirdiğini hatırlatmaktadır. Buna rağmen, geçmişte varlık ve refahtan ötürü şımarıp azgınlaşan nice toplumları yok edildiklerinin ve onların yaşadıkları ve pek azı dışında onlardan sonra oralarda kimse yerleşmedikleri yerlerin kalıntılarının hala orada bulunduklarının kendilerine iletilmiş olmasından ders alınmadığı ve kendilerine güvenli ve dokunulmaz bir yer sağlandığında, lütfedilen bu durumun insanların çoğu tarafından bilinmediği belirtilmektedir. Ayrıca geçmiş dönemlerde yaşamış olan insan topluluklarına Ayetlerini okuyan bir Peygamberin memleketlerinin ana merkezine gönderilmedikçe o memleketlerin helâk edilmediğini zaten ancak halkı zalim olan memleketlerin helâk edildiğini bildirmektedir.
İnanmakla birlikte toplumda “üstün” olanların kendilerine bu yüzden zarar verecekleri şeklinde "Endişe” edilmesi, aslında şu anda bu ortamda yaşamakta olan diğer inanışlara mensup veya hiçbir şeye inanmayan tüm insanlar için bir "Bahane" olduğu düşünülebilir. Zira günümüzde yaşamakta olan ve "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olanlar da dahil tüm insanlar, Peygamber Hz.Muhammed tarafından iletilen "Allah'ı” ve O’nun “Tek Yaratan” olduğu ile ilgili "Gerçekleri" merak edip ilgi duymaları ve bu konuları araştırmaları halinde, mensup oldukları "Çevre" ile aralarının açılacağı ve daha önemlisi sahip oldukları veya bekledikleri maddi çıkarlarının "Zarar" göreceğini düşünmekten kendilerini alamamakta ve durumlarının sürdürülmesi açısından bu "Gerçekleri" yok saymayı tercih etmektedirler. Bu şekilde düşünen insanların, tüm insanlığın ulaştığı bilgi birikimi ve bilgi düzeyinin onları bu "Gerçeğe" götüreceğini dikkate almaları gerekmektedir.
Buna göre insanların elde ettikleri refah ve huzur için daima "Yaratanı" hatırlaması ve O'na teşekkür ederek O'nu "Yüceltmesi" gerekmektedir. Ancak aynı zamanda elde ettiklerinin bu Dünya ortamındaki hayatlarının geçimlikleri ve "Süsü" olduğunun ve Allah katında olanların ise daha hayırlı ve kalıcı olacağının bilinmesi gerektiğine işaret edilmekte ve insanlara hala bu gerçeklere "Akıllarınız Ermeyecek mi" diye sorulmaktadır. Buna göre, insanlara iletilen Allah'a ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu açıklayan "Gerçeklere" inananların kendilerine vaat edilenlere kavuşacağı belirtilmekte ve bunların, Dünya hayatının geçici olduğuna aldırış etmeden kendilerine iletilen gerçekleri inkar eden ve verdiği "İzin" sayesinde Dünya hayatının menfaat ve zevklerini yaşamakta olan ve sonra kıyamet gününde Allah'ın "Huzuruna" getirilenler arasında bulunan kimseler gibi olmadıkları, ders alınmak üzere tüm insanlara açıkça bildirilmektedir.
Hangi zümreye veya inanışa mensup olurlarsa olsunlar, Hz.Muhammed tarafından "İletilmiş" olan "Gerçekleri" merak ederek anlamaya çalışanlar “Akılları” ile Yüce Allah'a ulaşabilecektir.
Geçmişte de her toplumun bir "peygamberinin" olduğu belirtilerek bu durumun insanların yaşamları boyunca hatırda tutmaları gerekmektedir.
Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. (51/47), (10/47)
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik, onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.
Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez, Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır. (60/78), (40/78)
Yüce Allah'ın, önceki toplumlara da bildikleri ve gördükleri her şeyin bir "Yaratıcısı" olduğunu ve her şeyin "Sahibi" olan bu Yaratıcının bu toplumlarda yaşayan insanlara "Doğru Yolu" göstermeleri için "Uyarıcılar" görevlendirdiği; kendilerine "Uyarıcı" gönderilen toplumlardaki insanların aralarında "Adaletle" hükmedileceği ve onlara boş yere "Zulmedilmeyeceği", kendisine verilen "Uyarıcılık" görevinde yardımcı olmak üzere Hz.Muhammed'e açıkça bildirilmektedir. Ayrıca kendisinden önce de her topluma Peygamberler gönderildiği, kendisine "Vahyedilen" Ayetlerde bunlardan bir bölümü ile ilgili olayların (Kıssaların) anlatıldığı ve durumlarından bilgi verilmeyenlerin de bulunduğuna ve hiçbir Peygamberin Allah'ın izni olmadan herhangi bir Ayeti kendiliğinden getiremeyeceğine Hz.Muhammed'in ve bu yolla bütün insanların dikkati çekilmektedir. Böylece Hz.Muhammed'in Peygamberlik görevinin kendisine de verildiğine olan "Kanaati" pekiştirilmekte ve görevini daha güvenli ve emin olarak yürütmesinde ona destek olunmaktadır.
Hz.Muhammed'e iletilen bu hatırlatma ile Kıyamet zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanlara da bilgi verilmektedir. Buna göre bu uyarıcıların geldiği toplumlardaki insanlara "Adaletle" hükmedileceğini ve asla "Zulmedilmeyeceğini" bildirmektedir. Zira böylece "Yaratan" ile ilgili "Gerçeklerin" ve Allah'ın öğüt ve önerilerinin iletilmesinden sonra insanların sahip oldukları "Akıl" ve Bilgi Birikimleri" ile artık "Doğru Yol" üzerine davranacakları ve "İnsan Olmak" düzeyine ulaşacakları beklenmektedir. Bu nedenle kendilerine iletilenleri düşünüp dikkate alanlar ile kibirlenip "Gerçekleri" görmekten bilinçli olarak kaçınanlar arasında "Adalet" ile hüküm verileceği ve hiç kimseye yok yere "Zulüm" edilmeyeceği hatırlatılmaktadır. Bilindiği gibi, Allah "Resulu" olan Hz.Muhammed'in "Son Uyarıcı" olduğunu açıkça bildirmektedir.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Buna göre "Son Uyarıcı" tarafından iletilmiş olan ve bugün Dünya ortamının neresinde olursa olsunlar ve hangi dili konuşursa konuşsunlar artık bütün insanlar tarafından "Ulaşılması" mümkün hale gelen "Son Öğüt ve Önerileri" günümüzde yaşamakta olan ve gelecek zamanlarda yaşayacak olan bütün insanlar Akıllarını işleterek ve Bilgi Birikimlerini geliştirerek her geçen zamanda daha "Somut" bir şekilde "Anlayıp" değerlendirecekler ve davranışlarında bu "Gerçekleri" dikkate alacaklardır. Böylece kendilerine "Allah'ın Halifesi" olarak öğretilmiş" olan "Bütün İsimleri" hatırlayıp "Keşfettikleri" ölçüde "İnsan Olmak" yolunda ilerleyecekler ve sonuçta "İnsan Olmak" onuruna erişeceklerdir. Yüce Allah bunun için "Akıl Verdiği" insanları "Halifesi" olarak tayin ettiğini ve "Evreni" onların "Emrine" verdiğini ve Göklerde de (Semada) insanlar için geçimliklerin (Rızıkların) ve vadedilen "Başka Şeylerin" bulunduğunu bildirmektedir.
Allah'ın, göklerde ve yerdekileri sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? yine de insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır. (57/20), (31/20)
Semada da rızkınız ve size vadedilen başka şeyler vardır. (67/22), (51/22)
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaat, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. (67/23), (51/23)
Yüce Allah böylece İnsanlara bütün Evren'i incelemelerini ve Evren'deki olanakları araştırarak orada bulunduğuna "Kesin ve Gerçek" olarak işaret ettiği "Başka Şeylerden" yararlarına olabilecekleri bulmalarını öğütlemektedir. Hakkında aksine bir bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı başka bir kaynağı (Kitabı) olmamasına rağmen, bazı insanların bütün bunları "Yaratan" Allah hakkında tartışan insanların bulunduğuna işaret etmekte ve onları Akıllarını Kullanarak bu "Gerçekler" üzerinde düşünmeye davet etmektedir.
Elif. Lâm. Râ. Hikmet sahibi her şeyden haberdar olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış sonra da açıklanmış bir kitaptır. (52/1), (11/1)
"Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için, Şüphesiz ki ben, onun tarafından size bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (52/2), (11/2)
“Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için, Allah sizi tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım." (52/3), (11/3)
Ayetin başında bulunan "harflerin" izleyen Ayette yer alan açılamalar ile "doğrudan" ilişkisi açık ve kesin olarak bilinmemekle birlikte bunların ayrı bir Ayet veya Ayetin ayrılmaz bir parçası olduğu kesin olarak diğer Ayetlerde bildirilmektedir. Bu konuda "Kur'an’ın Şifre Ayetleri" bölümünde açıklama bulunmaktadır.
Bu "Muhkem" nitelikli muhteşem Ayetler tüm insanlara öncelikle "Hak" yani "Gerçek ve Uyulması gereken" olarak Kur'an’ın indirildiğini, Kur'an’ın "Hakkı-Gerçeği" getirdiğini iletmekte ve Hz.Muhammed'i de bu Gerçeği "Müjdeleyen ve Uyaran" olarak görevlendirdiğini çok açık bir şekilde bildirmektedir. Hz.Muhammed, Allah'ın bu Ayeti ile tüm insanlara "Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için, Şüphesiz ki ben, onun tarafından size bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim" ifadesi ile iletilmektedir. Hz.Muhammed'in iletmiş olduğu "Uyarılarda" Allah'ın, Evren'in ve diğer "Her Şeyin" tek "Yaratıcısı" olduğu kendilerine iletilmiş olmasına rağmen, bu gerçeği yeterince anlayamamış olmalarından ötürü bu ortamdaki yaşantıları sırasında bu gerçeğe uymayan işleri ve davranışları nedeniyle, O'ndan (Rabbinizden) bağışlanma (Mağfiret) dilemeleri, sonra da O'na tövbe etmeleri için, "Akıllı" insanları tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşattığı, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verdiği bildirilmekte ve ilettiklerine inanmayıp bu gerçeklerden yüz çevirenlerin başlarına gelecek "Ölüm Ötesindeki" büyük bir zamanın (Günün) azabından korktuğu da özellikle hatırlatılmaktadır. Hz.Muhammed'in iletmiş olduğu diğer Ayetlerde ayrıca ve de özellikle Allah'tan başka bir tanrı bulunmadığı tekrarlanarak kendisinin ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak "Gönderildiği" bildirilmektedir.
De ki: “Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah'tan başka bir tanrı yoktur.” (38/65), (38/65)
Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (42/56), (25/56)
De ki: “Buna karşılık, sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler dışında herhangi bir ücret istemiyorum.” (42/57), (25/57)
De ki: “Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (62/23), (42/23)
Yüce Allah, "Tebliğ" görevini yaparken insanlar üzerinde oluşabilecek kuşkuların giderilmesi ve bu görevinde kendisine destek olunmasını sağlamak üzere, kendisinin buna karşılık İnsanların "Doğru Yol" tutmayı dileyen kimseler olmasının dışında ve ancak akrabalık sevgisinden başka onlardan bir karşılık veya ücret istemediğini, kim iyilik işlerse ona sevabının (Karşılığının) fazlasıyla verileceğini, şüphesiz Allah'ın bağışlayan ve şükredenlerin karşılığını veren olduğunu insanlara açıklamasını Hz.Muhammed'e bildirdiği açıklanmaktadır.
Görüldüğü gibi Yüce Allah, insanların sadece Allah'a "Kulluk" etmelerini, Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini bildirmek üzere "Hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından Ayetleri sağlamlaştırılmış (Muhkem Ayetler) sonra da açıklanmış (Müteşabih Ayetler) bir kitap" olarak Kur'an’ın indirilmiş olduğunu, Hz.Muhammed'in Allah tarafından bütün insanlara gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyici olduğunu ve Allah'tan başkasına ve de özellikle (Hz.Muhammed de Dahil) hiç bir "Kula Kulluk" etmemelerini bütün insanlara "İletilmesi" için Hz.Muhammed'e bildirdiğini açıklamaktadır.
Yüce Allah, Kur'an’ın aynı zamanda "Allah'a Kulluk" etmenin bir gereği olarak insanların yaptıkları olumsuz ve kötü işler için "Kendisinden" af dilemeleri ve tövbe etmeleri için de indirilmiş olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed'in Allah'ın insanları tayin etmiş olduğu bir süreye kadar yaşattığını, bu ortamdaki yaşamlarında kendisinden beklendiği gibi iyi işler yaparlarsa bu iyiliklerinin karşılığını vereceğini eğer yüz çevirirlerse de başlarına büyük azap gelmesinden endişe ettiğini bütün insanlara iletmesini istediğini bildirmekte ve böylece bütün insanlara öneride bulunmakta ve yol göstermektedir.
Yüce Yaratan öğüt ve önerilerini bütün insanlara iletmesi görevini vermiş olduğu Hz.Muhammed'e bu görevini tam olarak yerine getirebilmesi için bazı önerilerde bulunmaktadır.
İşte bu, memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan kalan da vardır, biçilmiş ekin de vardır. (52/100), (11/100)
Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. (52/101), (11/101)
Rabbin, haksızlık eden memleketleri yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir! (52/102), (11/102)
İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün hazır bulunduğu bir gündür. (52/103), (11/103)
Biz onu sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz. (52/104), (11/104)
O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz, onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu. (52/105), (11/105)
Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların nefes alıp vermeleri vardır ki. (52/106), (11/106)
Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır. (52/107), (11/107)
Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler, Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedi kalacaklardır; bu bitmez, tükenmez bir lütuftur. (52/108), (11/108)
O halde onların tapmakta oldukları şeylerden şüphen olmasın çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz. (52/109), (11/109)
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi, eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti; şüphesiz ki onlar da Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (52/110), (11/110)
Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir, çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır. (52/111), (11/111)
O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! aşırı da gitmeyin çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. (52/112), (11/112)
Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur, sonra (Allah'ndan da) yardım göremezsiniz! (52/113), (11/113)
Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl, çünkü iyilikler kötülükleri giderir; bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır. (52/114), (11/114)
Sabırlı ol, çünkü Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez. (52/115), (11/115)
Ayetlerde açıklanan öneriler aynı zamanda bütün insanlar için de Allah'ı ve Allah'ın her şeyi "Yaratan" ve her şeyin "Sahibi" olduğunu anlamak açısından birer işaret ve delil niteliği taşımaktadır. Bu çerçevede, daha önce görevlendirilen "Uyarıcı Peygamberler" tarafından içinde yaşadıkları toplumlara iletilen "Gerçekler" karşısında, yeterli bilgilere sahip olmamalarına rağmen "Kibirlenerek" büyüklük taslayan ve kendilerine iletilenleri "İnkar" ederek "Azaba" uğrayan toplumlar ile ilgili çok sayıda olayların, üzerinde "Düşünülmesi" için, gelecekte yaşayacak olanlar da dahil bütün insanlara bir defa daha iletilmek üzere Hz.Muhammed'e anlatıldığı açıklanmaktadır. Bu arada anlatılanların gerçekliklerinin anlaşılabilmesi açısından bu şekilde "Helak" edilmiş olan toplumların bir kısmının "Kalıntılarının" halen oralarda bulunduğuna bir kısmının ise artık tamamen hiç izinin kalmadığına işaret edilmektedir. Bu helak edilmede asıl konunun o toplumlara Allah'ın "Zulmetmediği" fakat kendilerine iletilenleri yok sayıp kibirlenerek Allah'a karşı gelmek ve Allah'ı "İnkâr" etmekle kendi kendilerine "Zulmetmiş" olduğu özellikle belirtilmektedir.
Öte yandan, inkârcı toplumlara verilen cezaların o dönemde yaşamış olan insanların sahip oldukları bilgi birikimleri çerçevesinde en etkili bir "Yöntem" olarak daha çok bedenlerine yönelik bir biçimde elem ve acı verecek şekilde "Şiddet" içerdiği dikkate alınması gereken diğer bir önemli unsur olmaktadır. Günümüzde bu amaçla verilen cezaların, toplum düzenlerinde ve bireysel olarak insanların yaşantılarında kendi yaptıklarının sonucu olarak yine elem ve acı veren çok çeşitli olumsuzlukların ortaya çıkması şeklinde kendini gösterdiği söylenebilir. Bu gibi Ayetler ile insanlardan geçmişte Allah'ı inkar eden insanların başına gelenler üzerinde düşünülerek ölüm sonrası ortamlarda "Azapla" karşılaşılmaması için bir "Uyarı" olarak değerlendirilmesi ve ders alınması beklenmektedir. Zira Ölüm sonrası ortamlarda insanların bir araya toplanacakları ve hazır bulunacaklarına işaret edilerek o zaman Allah'ın izni olmadıkça hiç kimsenin konuşamayacağı, kimi insanların "Bedbaht" kimilerinin de "Mutlu" olacakları açıklanmaktadır. Bedbaht olacakların karşılaşacakları azabın "Ateşte" feci bir şekilde nefes almaya çalışmak olacağı ve o ateşte sonsuza kadar kalacakları; mutlu olanların ise "Cennet" ortamına gönderilecekleri ve "Bitmez Tükenmez" bir lütuf olarak orada sonsuza kadar kalacakları belirtilmektedir. Ancak Allah'ın dilediklerini sonsuza kadar "Ateşte" kalmaktan kurtaracağı ve dilediklerini de (başka bir mükâfat bahşetmeyi isterse) sonsuza kadar "Cennette" kalmaktan alıkoyacağı da hatırlatılmaktadır.
Bu durumun insanların bu Dünya ortamındaki yaşamlarında "Akıllarını" nasıl kullandıkları ile ilgili olmaktadır ve Allah'ın bu hükmü "Sayılı Bir Güne" kadar beklettiği ve "Mutlaka" gelecek olan "Kıyamet" ortamında "Dilediği" insanlar için vereceği bildirilmektedir. Bu nedenle insanların bu ortamdaki yaşamlarında Yüce Yaratan'ın "Halifesi" olarak kendisine verilmiş olan "Akıl" unsurunu işletip Yüce Allah'ın "Son Olarak" Hz.Muhammed'e "Vahiy" ederek ve de özellikle "Yazılı" bir şekilde "İletmiş" olduğu Kur'an’ı okuyup "Yaratan" ve "Yaratılış" ile ilgili gerçeklere ulaşmaları ve bunu daima "Hatırlamaları" gerekmektedir.
Ayetlerde "Ebedi" yani sonsuzluk tanımlaması "Gökler ve yer durdukça ebedi kalacaklardır" şeklinde açıklanmaktadır. Bu ibarenin "Sonsuzluğun" Arapça bir mecazi anlatımı olduğu ya da ölüm sonrasındaki "Ahiret" ortamındaki göklerin ve yerin durmakta olmasını kast ederek yine "Sonsuzluğu" ifade ettiği Diyanet tefsirinde belirtilmektedir.
“Ayette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevrilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir. b) “Ahiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Ahiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır."
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hûd-suresi/1578/105-108-ayet-tefsiri
Yapılan bu uyarı ve hatırlatmalara rağmen insanların "Akıllarını" kullanmayıp sadece daha önce babalarının taptığı gibi tapınmaları nedeniyle iman etmeyebileceklerini, onların azap görmek olan nasiplerini "Kendisinin" mutlaka eksiksiz olarak vereceğini ve bu durumda olan insanları her zaman bir üzüntü kaynağı yapmamasını ve bunların "Görevini" yerine getirmesine engel olmamasını önerdiğini Hz.Muhammed'e bildirdiğini açıklamaktadır.
Burada Hz.Muhammed'e iletilen önerinin günümüzde "İslamcılık" olarak adlandırılan ve İslam inançlarını kendi çıkarları doğrultusunda bir etki ve güç kullanma aracı olarak "Kullanan" veya "İnanmış" olduklarını iddia etmelerine rağmen böyle "Kullananların" amaçlarına bilerek veya bilgisizlikleri nedeniyle bilmeden hizmet eden "Cahil" insanlar için önemli dersler bulunmaktadır. Yüce Allah bütün insanlara "Kendisi" ve "Yarattıkları" ile ilgili "Gerçekleri" en son olarak "Yazılı" bir şekilde bildirmiştir ve insanları "Akıllarını" kullanmaya davet ederek bu "Gerçekleri" bulmalarını beklemektedir.
Buna göre hiçbir kimsenin bir diğer insana bu gerçekleri "Zorla" öğretmeye kalkmaması gerekir. Kaldı ki değinildiği gibi o insanların bu "Gerçekleri" ne kadar "Doğru" olarak bildikleri ve yorumladıkları her zaman tartışılabilir. Diğer bir ifade ile Kur'an doğrudan her "İnsana" ve "Doğrudan" hitap etmektedir. İnsanlar sahip oldukları "Akıl" unsurunu kullanarak ve eriştikleri bilgi birikimleri ile bu "Gerçekleri" görecekler ve anlayacaklardır. Yani Peygamberler dışında hiçbir kimsenin bir başka insana bunları anlatma "Yetkisi" bulunmamaktadır. Çünkü Hz.Muhammed'in "Son Peygamber" olduğu ve artık başka Peygamberin de gelmeyeceği Allah tarafından bildirilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen insanların aslında kendi çıkarlarını gözetmek üzere oluşturdukları "Kuralları" bir nevi "İslamcılık" olduğunu ileri sürerek "İslamcılık" dayatması yapmaları ve toplum üzerinde "Otorite" tesis etmeleri Kur'an’a ve İslam inancına tamamen aykırı olmaktadır.
Kur'an’daki öğüt ve önerilere göre, toplumun yönetimini kendisinin ve çevresinin "Çıkarlarını" gözeterek yürüten "Emanetçi" toplum yöneticileri böylece Kur'an’da yer alan ve bütün insanlara hitap eden "Gerçekleri" bir kenara bırakarak Yüce Allah ile "İddialaşma" yoluna girmiş olmaktadır. Bu nedenle kendilerine toplum yönetimi "Emanet" edilen Dünyadaki bütün toplum yöneticilerinin ve de özellikle "Müslüman" toplum yöneticilerinin böyle davranmakla toplumuna "Tahakküm" ve "Zulüm" etmekte olduklarını fark edip bir an önce kendilerinden beklendiği gibi faaliyette bulunmaya yönelmeleri gerekmektedir.
Aynı şekilde, İslam inançlarını kendi çıkarları doğrultusunda bir etki ve "Güç" aracı olarak kullanan "Devletlerin, Kurumların veya Nüfuzlu İnsanların" ve bunların telkinleri ile "İslamcı" olduğunu sanan "Cahil" insanların diğer insanlara ve daha da acısı İslam inancına sahip "İnanmış" insanlara "İslamcılık" dayatması yapılmasının, hatta daha da ileri giderek “canlı bomba” uygulamaları ile onları "Öldürerek" bu hain "Çıkar" siyasetinin yürütülmesine hizmet edilmesinin de, Kur'an ile bütün insanlara iletilen Allah'ın öğüt ve önerilerine tamamen aykırı bir durum olduğu bütün insanlar tarafından bilinmelidir. Unutulmamalıdır ki Yüce Allah "Kendisine" ve "İlettiklerine" inanmayı insanların "Akılları" ile karar vermelerini "Takdir" etmiştir ve inanmamışların ve inkarcıların bu ortamdaki her türlü ihtiyaçlarının giderilmesinde "Rahman ve Rahim" olarak bir ayırım yapmadığını bildirmektedir.
O, rahmandır ve rahîmdir. (5/3), (1/3) KONU BAŞLIKLARI
Yüce Allah Hz.Muhammed'e, "Görevini" yerine getirmesinde yardımcı olmak üzere Musa'ya insanların ve toplumunun doğru yola ulaşabilmesine önderlik yapabilmesi için "Vahiy" yoluyla öğretmiş olduğu ve "Allah" ve “Yaratıcılığı” ile ilgili "Gerçekleri" açıklayan bilgileri (Kitap) verdiğini, fakat toplumunun daha sonra bu konularda ihtilafa düştüğünü; şayet bu Dünya ortamında insanların bir süre yaşamalarına söz vermemiş olsaydı elbette bu ihtilaf sonrasında onlar arasında "İşlerini Bitirmek" üzere hüküm vermiş olacağını hatırlatmaktadır.
Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü; eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi, onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler. (61/45), (41/45)
Böylece Hz.Muhammed'e, yürütmekte olduğu görevinde insanlara iletmekte olduğu Kur'an hakkında derin bir şüphe içinde olan ve ona inanmayanların bu davranışlarının karşılığının onların yapmakta olduklarından haberdar olan "Allah" tarafından ve "Tam Olarak" verileceğini; ve bu gibi durumlar nedeniyle endişe etmeden görevini sürdürmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu nedenle Hz.Muhammed'e "Emrolunduğu" gibi yani verilen görev doğrultusunda daima “dosdoğru olması” ve bir daha inançsızlığa veya şüpheye düşmemek gerektiğini "fark ederek" pişman olan insanlara "Kendisi" ile beraber tövbe etmelerini iletmesi öğütlenmektedir.
Ayrıca bütün insanlara her zaman geçerli olacak ve her işlerinde fayda sağlayacak bir öneride bulunulmakta ve hangi konu olursa olsun "Aşırı Gitmemeleri", "Zulmedenlere" özenerek onlar gibi davranmamaları çünkü Allah'ın insanların yaptıklarını çok iyi gören olduğu; aksi halde bu ihtarlara uymayanlara ölüm sonrasında "Ateşin" dokunacağı yani "Cezalandırılacakları" hatırlatılmaktadır. Yüce Allah bu hatırlatmaları ile bütün insanlara bir defa daha kendilerinin "Yaratıcısı" olduğunu ve insanların Allah'tan başka "Tapınacak" veya baş vuracak "Dostlarının" olmadığı ve Allah'ın öğüt ve önerilerini dikkate almamaları halinde insanlara "Gerçek Ortamdaki" yaşantılarında "Allah'tan" yardım göremeyecekleri ayrıca "İhtar" edilerek bütün insanların bu iletilenleri "Akıllarını Kullanarak" anlayıp Yüce Yaratan'a teslim olmalarının gerektiği bildirmektedir.
Allah'a teslim olmanın yolu olarak gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde Allah'a dua (namaz) edilmesi, Hz.Muhammed'e yapılan bir öğüt olarak fakat aslında bütün insanlara bildirilmektedir. Allah'a "dua" edilmesinin bu ortamda insanların yapabilecekleri en üstün bir "İyilik" niteliğinde olduğu açıklanmaktadır. Böylece yapılacak olan iyiliklerin bütün kötülükleri ve günahları gidereceği bu öğüdü almak isteyenlere hatırlatılmaktadır.
Burada "namaz" kelimesi ile ilgili olarak bazı bilgilerin dikkate alınması gerekmektedir. Ayetlerde sıklıkla tekrarlanan ve "Dua, Allah’a boyun eğme, kitaba uymak, yardımlaşmak, destek" gibi anlamları bulunan Arapça “Salat” kelimesinin Kur’an tercümelerinde Türkçeye genellikle bildiğimiz şekilde yapılan bir “ibadeti” tanımlamak üzere “Namaz” olarak çevrildiği görülmektedir. Bu nedenle Kur'an’ın okunmasında Salât kelimesi her zaman “dua” veya her zaman “namaz ibadeti” olarak anlaşılmaması ve cümledeki yerine göre mana verilmesi gerekmektedir.
Namaz olarak tanımlanan ibadetin "Hudû - Huşû" ile yani Allah’a duyulan saygının gereği olarak sükûnetle ve tevazu içinde bulunarak ve "Tazarru" ile yani Allah'ın huzurunda sürekli alçalma halinde yapılması gerekmektedir. Hudû ve Tazarru, Kur'an Ayetlerinde "namaz" kelimesinin "Namaz" ibadeti anlamında kullanıldığına işaret eden ve Namaz ibadetinin "Bilinç" ile yapılmasını sağlayan en önemli özelliklerdir. Bu nedenle namaz, olarak ifade edilen ibadet, “Tazarrulu Dua” yani alçalarak tevazu ile yapılan “Dua” olmaktadır. Genel anlamda Dua da insanların ihtiyacını, gönlünden gelen düşünce ve isteklerini Allah’a “arz etmesi” olarak düşünülmelidir.
Yüce Allah bu şekilde "namaz" edilmesini yani "Namaz" ibadetini "Güzel İş" olarak tanımlamakta ve verdiği öğüdü dikkate alanlara "Sabırlı" olmalarını çünkü Allah'ın güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmeyeceğini ayrıca bildirmektedir. Buna göre kendi açısından güzel işler yaptıklarına inanan insanların "Hemen" bunun karşılığını "Bekler" bir durumda bulunmaları gerekmediğine işaret edilmekte "Sabırla" bu şekilde "Doğru Yolda" devam ederek güzel işler yapmaları halinde mutlaka güzel bir karşılık göreceklerini bütün insanlara iletmektedir. Doğru yolda olan ve "Sabırlı" olan "Akıllı" insanlar, bu "Mükafatın" ne olduğunu yaşantılarını gözden geçirdiklerinde anlayacak kabiliyete sahip bulunmaktadırlar.
Hz.Muhammed'e ne kadar üstüne düşse de insanların çoğunun iman etmeyeceklerine işaret edilerek karşılaşabileceği bazı olumsuzluklar ile ilgili açıklamalar yapılmaktadır.
Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir. (53/103), (12/103)
Halbuki sen bunun için onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür. (53/104), (12/104)
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler. (53/105), (12/105)
Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler. (53/106), (12/106)
Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emin mi gördüler? (53/107), (12/107)
De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (53/108), (12/108)
Senden önce de ancak şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz kişiler gönderdik. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir, hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? (53/109), (12/109)
Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir, suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. (53/110), (12/110)
Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir, fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan; iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. (53/111), (12/111)
Yüce Allah aldığı Peygamberlik görevi nedeniyle insanları Allah'a inanmalarını sağlamak üzere ne kadar gayret gösterirse göstersin, bütün bu çabasına rağmen insanlardan bir çoğunun iman etmeyeceklerini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Zira Gerçek Ortamdaki ilk yaratılışlarından itibaren bir "Unsur" olan “Şeytan” insanları Allah'ın izni ile "Kötülüğü" ve "Bencilliği" kullanarak onları etkilemeye ve Allah'ın onlara lütfettiği "Akıldan" ve "Doğru Yoldan" uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Yüce Allah "Son Peygamberi" olan Hz.Muhammed'e; niteliği hakkında hiçbir zaman bilgi sahibi olamayacağımız Gerçek Ortamda ilk insanı "Akıl" unsuru vererek yarattığında bu ortamda önceden "Yaratmış" olduğu ve "Dilediği" her şeyi yerine getirmekte ve yürütmekte olan ve Ayetlerde "Melek" olarak adlandırılan "Unsurların" bu "Akıllı İnsana" tabi olmalarını "Emrettiğini"; ancak bu emir karşısında direnen ve insanların çoğunu "İnanmaktan" alıkoyacağını ileten "Şeytan" adındaki "Unsura" bu konuda "Allah" tarafından “kısıtlı karar verme yetkisi” ile "İzin" verildiğini; bu nedenle ne kadar üstüne düşse de (Akıllarını Kullanmayan) insanların çoğunun "İman Etmeyeceklerini" hatırlatmaktadır.
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Buna göre, Şeytan adlı unsurun etkisi ile insanların "Çoğunun" bu Evren ve Dünya ortamının sona ereceği zamana kadar "Akıl" kullanmayı "Akıl Edemeyeceğine" işaret edilmektedir. Allah, bu ortama gelmeden yaratılmış olan Ruhlarına lütfederek "Yerleştirilmiş" olduğu akıl yeteneğine sahip insanların, bu ortamdaki yaşantılarında elde ettikleri bilgileri kullanmaları, "Akıllarını İşleterek" Kur'an Ayetlerini değerlendirmeleri ve "İman" etmeleri halinde, Şeytanın onlara "Zararı" vermesine izin veremeyeceğini, bu nedenle müminlerin Allah'a dayanıp güvenmeleri gerektiğini bildirmektedir.
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Gerçek Ortamda yaratılmış olan insanın "Ruhuna" Allah'ın "yücelik ve huzur" veren sevgi, merhamet, hoşgörü, af etme, yardımcı olma, uzlaşma, mantıklı olma gibi duyguları yerleştirmiş olduğu, Şeytanın da insanı bu duygularından uzaklaştırarak onları iman etmekten alıkoymak için, "İnsanın" benliğine "Ruhu" ile birlikte "yüklenmiş" bir "özellik" olan "Nefsine" Allah'tan aldığı "İzin" ile açgözlülük, bencillik, haset, kibir, zulüm, haksızlık ve yalancılık gibi çok güçlü "kötü" duyguları türlü dürtü ve kışkırtmalar olarak yerleştirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre insanların "Ruhlarında" bütün bu "Yücelik" ve "Kötülük" hisleri yerleştirilmiş olarak bu ortama geldikleri, ancak "Akıl" unsurunu fark ederek yaşantılarında bu unsuru daima kullanmaları halinde bütün bu Yücelik ve Kötülük duygularını "Dengeleyebilecekleri" ve "Kontrol" edebilecekleri, aksi halde, Şeytan'ın "İkna" gücüne karşı duramayıp Allah'ı tanıyamayacakları ve O'na "Şükredenlerden" olamayacakları anlaşılmaktadır.
İnsanın "Ruhunda" yer alan en güçlü duygulardan birisi şüphesiz "Çıkar" duygusudur. Nesiller boyunca yapılan bütün "Uyarılara" rağmen, insanın "Benliğinin" daima bu duyguya öncelik verdiği ve çıkarını koruma adına ve bu uğurda "Ruhuna" Şeytan'ın yerleştirdiği bütün "Kötülük" duygularını kullanarak yaptığı etkilere "Yenildiği" görülmektedir. Ayette “Sevgili Peygamberi” Hz.Muhammed'e bu nedenle insanların bu "Zaafı" üzerinden bir açıklama yapılmakta ve insanlardan "Çıkar" beklemediğinin (Ücret İstemediği), fakat kendisine vahyedilenlerin sadece "Yaratan" tarafından insanlara "Huzur" ve "Mutluluk" sağlayacak bir "Öğüt" olduğunun insanlara bildirmesi kendisine hatırlatılmaktadır. Böylece insanların kendisini bu açıdan değerlendirmeye ve onun söylediklerinin "Doğru" ve "Gerçek" olduğuna inanmaya yönelebilecekleri Hz.Muhammed'e iletilmektedir.
Ayetlerde Hz.Muhammed'e Peygamberlik görevini yapmasında yardımcı olmak üzere "İnanmayanlar" hakkında açıklamalar yapılmaktadır. Buna göre, Akıllarını işletmeyen ve benliklerindeki kötülüklerden olan kibirleri nedeniyle inanmayan ve inanmamakta ısrar edenlerin, "Yaratan" ile ilgili göklerde ve yerde bulunan sayısız delillerden yüzlerini çevirip geçtikleri ve bu nedenle onların çoğunun ancak "Ortak Koşarak" Allah'a iman ettikleri; diğer bir deyimle Yaratan'a değil de Allah'ın "Delillerine" inanmanın Allah'a karşı bir "İnanç" olduğuna "İman" ettikleri, böylece "İnançsızlığı" Allah ile aynı düzeyde değerlendirerek O'na karşı "Ortak Koştukları" bildirilmektedir.
Bu tür anlayışların günümüzde de insanların "Çoğunun" inanç konusundaki düşüncelerini yansıttığı söylenebilir. Böyle düşüncelere ve inançlara sahip olanlara Allah tarafından kuşatıcı bir felâketin gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini “güvendemi” gördükleri sorulmaktadır. Bu gibi durumların "Hemen" gerçekleşmesi ihtimalinin bir insan ömrü veya birkaç nesil açısından çok düşük olduğu varsayımı ile insanlar, aslında çok somut ve açıklayıcı "Deliller" olmalarına rağmen, yapılan bu "Uyarıları" Yaratıcı ile ilişkilendirmemekte ve "Bildikleri" yoldan yaşamlarını sürdürmeyi "Tercih" etmekte ve daha "Akılcı" bulmaktadırlar.
Burada "Kuşatıcı Felaketler" olarak değinilen olayların, bu Evren ve Dünya ortamının kendi düzeni dahilinde veya bu düzene yapılan "Müdahaleler" sonucunda gerçekleştiğini ve "Doğal" bir süreç olarak açıklanan bu olayların "Nasıl" meydana geldiklerini araştırıp bütün Evrenin yapısını oluşturan "Atom Altı Parçacıkların" davranışları sonucunda sebep-sonuç ilişkileri ile oluştuğunu ortaya çıkarmayı "Akıl Eden" insanların, "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerinde bütün bu değişimleri tetikleyen "Güç" karşısında tatmin edici bir sonuca ulaşamadığı ve "Tesadüfen" ya da "Sır" veya "Enerji" gibi açıklamalar yaparak bu olaylar üzerindeki "İrade" den "Yüzlerini Çevirdikleri" söylenebilir. İnsanlardan kendilerine gösterildiği ifade edilen göklerde ve yerde bulunan sayısız "Delilleri" keşfederek bunları yöneten "Yüksek İrade" hakkında "Akıl" yürütmeleri beklenmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e Peygamberlik görevinin bir gereği olarak, bu olayları gerçekleştiren bir "Yaratıcı" bulunduğuna inandığını, bu olayların bir "Yaratıcının" bulunduğuna "Delil" olduğunu bütün insanlara anlatmasını öğütlemektedir. Bu amaçla insanlara kendi yolunun "Allah'a" inanmak olduğunu, İnsanları Allah'a çağırdığını, kendisinin ve ona inananların "Aydınlık" bir yol üzerinde olduklarını, Allah'ın her türlü "Noksanlıklardan" uzak bulunduğunu ve O'na ortak koşanlardan olmadığını söylemesinin vahiy edildiği bildirilmektedir. Ayrıca kendisinden önceki toplumlara da "Kendilerine Vahiy Edilen" kişilerin (peygamberlerin) gönderildiğini, bu kişileri dikkate almayan toplumların nasıl "Sona Erdiklerinin" onlardan kalan "Kalıntılardan" görülebileceğini insanlara bildirmesinin Peygamber Hz.Muhammed'e öğütlendiği açıklanmaktadır.
Gösterilen deliller, yapılan bütün bu açıklamalar ve iletilen öğüt ve örneklerde belirtildiği gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için ölüm sonrası olan ahiret yurdunun elbette daha iyi olduğunun bütün insanlara bildirilmesi de Hz.Muhammed'e öğütlenmekte ve bütün insanlara bunlara rağmen "Hala aklınızı kullanmıyor musunuz?" sorusu yöneltilmektedir. Bu soruya herkesin üzerinde düşünerek "Kendisinin" cevap vermesi gerekmektedir.
Bütün çabalarına rağmen toplumunu "Allah'a" inanma konusunda yönlendirmede karşılaştığı zorluklar karşısında ümitlerini kaybeden Peygamberlere "Yardım" edileceğine işaret eden yüce Yaratan, Peygamber Hz.Muhammed'den ve aslında bütün insanlardan karşılaştıkları zorluklardan "Ümitsizliğe" kapılmamalarını öğütlemekte, "Kendisine" sığınarak yardım istemeleri halinde onlara yardım edileceğini bildirmekte, ancak her şeye rağmen iman etmeyerek "Suçlu" durumuna düşenlerden de "Azabın" geri çevrilmeyeceğini bütün insanlara "İhtar" etmektedir.
Bu konuda Yüce Allah çeşitli Ayetlerinde verdiği örneklerle de, Peygamberlere ve dolayısıyla bütün insanlara aldıkları görevlerin yürütülmesi sırasında zorluklarla karşılaşıldığında ümitsizliğe kapılmamalarını öğütlemekte ve hemen bir karar verilmeden önce üzerinde düşünülmesi ve arkasındaki "Gerçek" durumun araştırılarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Örneğin, Akıl verilmesine rağmen her "Bireyin” kendi "Mizacına" göre davrandığı ve iş yaptığı, kimin doğru yolda olduğunu ise en iyi Allah'ın bildiği belirtilmektedir.
De ki: “Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar, bu durumda kimin doğu bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (50/84), (17/84)
Buna göre insanlar gelişmeleri sırasında ailelerinden ve eğitim kurumlarından aldıkları bilgiler doğrultusunda kendilerine göre geliştirdikleri bir "Yaşam Tarzı" oluşturmaktadırlar. Diğer insanlar tarafından "Doğru" veya "Kabul Edilebilir" bir nitelikte olmasa bile, toplum kuralları çerçevesinde kalmak kaydıyla bu duruma müdahale etmek ve diğer insanların "Kabul Edeceği" bir yaşam için zorlamak ta "Doğru" veya "Kabul Edilebilir" bir davranış olmamaktadır. Çünkü kimin "Doğru" bir yolda olduğunu en iyi "Allah" bilmektedir. Gerçekten bir çok Ayette Hz.Muhammed'e sadece "öğüt verici" olarak görevlendirildiği ve onlardan Akıllarını kullanıp bu öğütlerden yararlanarak doğru yola (İmana) yönelmelerinin beklendiği bildirilmekte ve insanlara inanmaları için "zor" kullanmaması bildirilmektedir.
Öte yandan, Yüce Yaratan dileseydi bütün insanların "İnanmış" olarak yaratabileceğine dikkat çekerek insanları kimin daha güzel işler yapacağını ve davranacağını sınamak üzere yarattığını bildirmekte ve böylece insanları düşünce ve davranışlarında ve de inanışlarında "Serbest" bıraktığını açıklamaktadır.
Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse mi? Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir, o halde onlar için üzülerek kendini helâk etme; Allah onların ne yaptıklarını biliyor. (43/8), (35/8)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (51/99), (10/99)
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. (52/7), (11/7)
Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. (55/107), (6/107)
Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. (69/7), (18/7)
Biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız. (69/8), (18/8)
Yolun doğrusu Allah'ındır, yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. (70/9), (16/9)
O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. (77/2), (67/2)
Yüce Allah, insanı Gerçek Ortamda (Arş) ilk yarattığında, her anlamda "İradesini" yürütmek üzere "kısıtlı" olarak "karar verme" yetkisi verip yaratmış olduğu ve "bütününü" kapsamak üzere "Melek" olarak tanımlanan ve bir anlamda "enerji" esaslı olan yapıların bu "İnsana" saygı göstermelerini ve ona tabi olmalarını (Secde Etmelerini) emrettiği, bir çeşit "Melek" olan ve "Cin" olarak tanımlanan yapılardan topluca "Şeytan-İblis" olarak adlandırılan bir bölümünün buna karşı direndiği çok sayıdaki Ayetlerde açıklanmaktadır. Şeytan'ın sahip olduğu kısıtlı karar verme yetkisini kullanıp Allah'ın yaratmış olduğu "İlk İnsanı ve Eşini" etkisi altına alarak onların "hata yapmalarına" neden olması üzerine, Yüce Yaratan lütfettiği "Akıl" unsurunun Şeytan'ın etkisinden koruyabileceğini "İnsanlara" bildirmektedir.
Bu açıklamalar dikkate alındığında, Yüce Yaratan'ın serbestçe alacakları "kararlar" ile davranışlarını nasıl yönlendireceklerini "sınamak" üzere, insanların geçici "bir süre" yaşamalarını "takdir ettiği" ve bu amaçla Evren ve Dünya ortamını "hazırladığı" anlaşılmaktadır. Buna göre "Gerçek Ortam" bünyesinde (Elest) Allah'ın "Kendisinin Ruhu" olarak ve sadece "Kendisinin" bilebileceği bir sayıya kadar yaratılmakta olan insanlar, yine sadece "kendisinin" bilgisi ve takdiri ile hangisinin bu Dünya ortamının (Gerçek Ortam dışında) neresinde ne zaman ve hangi cinsiyetle "ortaya çıkacakları" belirlenerek çoğalmaktadırlar. Bu şekilde bu "geçici" ortama "gelen" insanların ölüm olayı ile bu ortamdan "ayrılarak" tekrar "Gerçek Ortama" döndükleri, böylece bu ortamdaki geçici sürede kimin Allah'ın Halifesi olarak serbest iradesini ve kendisine lütfedilen "Aklını" kullanarak aldığı kararlar ile daha güzel davranacağının "sınanacağı" açıklanmaktadır.
Bu sınamada insanlardan çevresindeki her türlü güzellik ve yeryüzünde bulunan madenler, akarsular, petrol vb. gibi imkanların (Zinet) nasıl değerlendirilmesi gerektiğini düşünerek davranmaları için "akıllarını kullanmaları" beklenmektedir. Zira Yüce Allah takdir ettiği zaman yeryüzündeki bütün "zinetleri" mutlaka yok edileceğini ve orayı kupkuru bir toprak yapacağını açıklamakta ve buna göre insanların yeryüzünde bulunan her şeyin Allah'ın bir "eseri" olduğunu fark edebilmeleri ve "Ayetler" ile kendilerine öğütlendiği ve önerildiği şekilde davranmaları gerektiğine işaret etmektedir.
Buna göre yeryüzündeki her şeyin dünyanın kendine mahsus bir "zinet" yapıldığı ve insanların bu ortamdaki yaşamlarında onlara "verilenler" karşısında hangisinin "daha güzel" işler yapacağının (amel edeceğini) deneneceği, bunun için en kesin bir gerçek olarak hayatın ve ölümün yaratıldığı açıklanmakta ve bütün insanlara yolun doğrusunun "Allah Yolu" olduğu, yolun eğrisinin de bulunduğu belirtilerek, şayet Allah dileseydi bütün insanların hatasız ve "doğru yola" iletilmiş olacağını düşünmeleri onlardan beklenmektedir.
Ancak bütün bu güzelliklere ve imkanlara (Zinet) kendisinin ve kendi gibilerden oluşan toplulukların "çıkarları" için zorla sahip olmaları halinde, diğer insanların zararına hareket edenlerin bu "sınamada" başarılı olamayacaklarına ve "doğru yola" ulaşamayacakları için "sapıklık" içinde kalacaklarına dikkat çekilmektedir.
Öte yandan, Yüce Allah insanlara "Akıl" vermiş olması nedeniyle, esasen “Allah’ı, Yaratılış Esaslarını ve Tek Yaratıcı Güç Olduğunu" bildirdiği, topluca “Din” olarak tanımladığı uyarı, öğüt ve önerilerine inanmaları için onları zorlamadığını açıklamaktadır. İnsanların ancak "güçlerinin yettikleri" ile kendilerine iletilenlerden (Dinden) yükümlü olacakları, bundan başkası ile yükümlü tutulmayacakları bildirilerek "Kendi Katında" doğruları (Hakkı) söyleyen bu gerçeklerin "kayıtlı" olduğu bir "Kitap" bulunduğuna işaret edilerek insanların hiçbir şekilde "haksızlığa" uğratılmayacakları hatırlatılmaktadır.
Böylece insanlara iletilen "Gerçekler" ve bu gerçekleri "Tasdik Eden" son Peygambere "vahiy edilen" Kur'an Ayetleri ile artık "doğrulukla eğriliğin" birbirinden ayrılmış olduğu, o halde kim Allah'ın her şeyi işittiğini ve bildiğini dikkate alarak kim Allah'a inanmaktan insanları saptıran Şeytanı (Tâğutu) reddedip Allah'a inanırsa, onun kopmayan sağlam bir kurtarıcıya (kulpa) yapışmış olacağı bildirilerek insanlardan bu yolu (doğru yolu) seçmeleri beklenmektedir.
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (87/256), (2/256)
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (74/62), (23/62)
Bu nedenle Hz.Muhammed'e yapılan vahiylerde yapacağı "tebliğ" görevini yerine getirirken inanmayanlar ile ilgili olarak onlara "öğüt vermesi" çünkü onun sadece "öğüt verici" olarak görevlendirildiği, bundan başka bir davranışta bulunacak bir "zorba" olmadığı, onlara zorbalık yapmayacağı, ilettiği "gerçeklere" yüz çevirip inkar edenleri Allah'ın cezalandıracağı, onların sonuçta sadece "Allah'a" dönecekleri ve onların sorguya çekilmesinin sadece Allah'a ait olduğu önemle belirtilmektedir.
O halde öğüt ver. (68/21), (88/21)
Çünkü sen ancak öğüt vericisin. (68/22), (88/22)
Onların üzerinde bir zorba değilsin. (68/23), (88/23)
Ancak yüz çevirip inkar edene gelince, işte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır. (68/24), (88/24)
Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir. (68/25), (88/25)
Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir. (68/26), (88/26)
Görüldüğü gibi, Peygamberlere dahi insanları zorlamamaları ve uygulamalarda da zorlama yapmamaları gerektiği bildirilmektedir. Buna rağmen, günümüzde hala örnekleri görüldüğü gibi, bazı insanların çıkar grupları oluşturarak Allah'ın Ayetlerini "kullanıp" diğer insanların "zorla" yola getirilmelerinin onlardan istenen "Dini" bir görev olduğunu ileri sürüp bir kısım "cahil" insanları buna inandırarak kendi çıkarları doğrultusunda onları kullanmalarının ne kadar yanlış olduğu bütün insanlara bu şekilde bildirilmektedir. Bu konuda o kadar ileri gidilmektedir ki, bazı "güçlü sermaye" grupları bu şekilde kendilerine bağladıkları ve Kur'an’ı gerektiği gibi okuyup "anlamadıkları" için bir anlamda "cahil" kalmış olan toplulukları kendi çıkarlarını gerçekleştirmek ve korumak amacına yönlendirmekte ve onları diğer insanları Allah'a "inanmamakla" veya Allah "düşmanları" olarak suçlayıp onlar üzerine göndererek her türlü sindirme ve terör eylemlerinde kullanmaktadırlar. Bu nedenle özellikle "Müslüman" toplumların Kur'an Ayetlerini mutlaka "kendi dilleri" ile okumaları ve Ayetlerin birbirleri ile olan "anlam bütünlüğünü" dikkate alarak "anlamaya" çalışmaları gerekmektedir. Bu sağlandığında çıkar grupları kim ve ne olursa olsun (Tarikat, Cemaat, sermaye grupları, gibi) bir kısım insanları kendi isteklerine göre yönlendiremeyecekler ve kullanamayacaklardır.
İnkâr edenlerin zaman zaman Müslüman olmayı diledikleri belirtilerek, insanların bu ortama gelmeden önce Yüce Allah'a teslim olan "Ruhlarındaki" inanca işaret edilmekte, böylece tebliğ görevini yerine getirmesinde Hz.Muhammed'e cesaret verilmektedir.
İnkâr edenler zaman zaman, keşke biz de müslüman olsaydık, diye arzu ederler. (54/2), (15/2)
Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun, yakında bilecekler! (54/3), (15/3)
Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki hakkında bilinen bir yazgı olmasın. (54/4), (15/4)
Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez. (54/5), (15/5)
Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik. (54/10), (15/10)
Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. (54/11), (15/11)
İşte böylece biz onu, suçluların kalplerine sokarız. (54/12), (15/12)
Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna inanmıyorlar. (54/13), (15/13)
Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, (54/14), (15/14)
Yine de "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler. (54/15), (15/15)
Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hak ile yarattık. O saat mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et. (54/85), (15/85)
Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan pek iyi bilendir. (54/86), (15/86)
Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur'an'ı verdik. (54/87), (15/87)
Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol. (54/88), (15/88)
De ki: “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.” (54/89), (15/89)
Nitekim biz, kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. (54/90), (15/90)
Onlar, Kur'an'ı bölüp ayıranlardır. (54/91), (15/91)
Rabbin hakkı için, (54/92), (15/92)
Mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz. (54/93), (15/93)
Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! (54/94), (15/94)
Alay edenlere karşı biz sana yeteriz. (54/95), (15/95)
Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir yakında bilecekler! (54/96), (15/96)
Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz. (54/97), (15/97)
Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! (54/98), (15/98)
Ve sana yakın gelinceye kadar Rabbine ibadet et! (54/99), (15/99)
Yaratan'ın Peygamberi tarafından kendilerine iletilen vahiylere inanmayan ve inkâr edenlerin, ölüm sonrasındaki ortamlarda "Keşke biz de Müslüman olsaydık" diyerek derin bir "Pişmanlık" duyacakları Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara bildirilmektedir. Zira birçok Ayetlerde insanlara ayrıca bildirildiği gibi, artık bu durumu düzeltecek hiçbir imkân bulunmamaktadır. Bu nedenle Hz.Muhammed'e inkar edenleri kendi hallerinde "Bırakması", çünkü kısa bir süre yiyip eğlenerek sürdürecekleri yaşantılarının onları boş bir ümit olarak oyalayacağı ve bu ortamdan ayrıldıklarında kötü sonucu bilecekleri hatırlatılarak, Kur'an Ayetlerinin "Bütün" insanlara bildirilmesi görevinin aksatılmadan sürdürülmesi açısından bu gibi insanlar için "Üzülmemesi" öğütlenmektedir.
Yüce Yaratan Peygamberine bile inançsızları "Bırakmasını" öğütlemesine rağmen, bugün Dünyamızdaki "Zenginlikleri" hile ve tuzaklar kurarak elde etmiş olan bazı "Güç" odaklarının, inanan fakat yeterli bilgi düzeyine ulaşamamış olan ve bu nedenle Akıllarını bu yönde kullanmayı "Akıl Edemeyen" toplumlar üzerinde etkili olarak, onları "Çıkarları" doğrultusunda yönlendirdikleri ve çıkarları üzerinde "Engel" olduklarını düşündükleri "Doğal Kaynaklara Sahip" olan toplumlar üzerinde "Baskı" ve "Sindirme" aracı olarak kullandıkları; bunun için inanmayanları "Ortadan Kaldırmanın" bir "İnanç" gereği olduğu yönünde onları ikna ederek "Terörle" ve "Tehditle" bütün Dünya zenginliklerine sahip olmayı hedefledikleri görülmektedir. Görüldüğü gibi, sadece "Akıl Sahibi" olan insanlardan oluşan toplumların kendilerine Hz.Muhammed tarafından iletilen Yüce Yaratan'ın öğüt ve önerilerini "Akıllarını Kullanarak" değerlendirip bu öğüt ve önerilere göre davranarak, kötülük unsurları tarafından yapılacak baskı ve tehditlerin sadece onların "Çıkarları" için uydurulmuş olduklarını "Anlamaları" ve onlara "Alet Olmamaları" mümkün olabilecektir.
Buna göre Akıl sahibi olan "Bütün" insanlar, günümüzdeki iletişim olanakları sayesinde her an ulaşabilecekleri bu öğüt ve önerileri inceleyip "Anlayarak", Yaratan'a inanmayıp iman etmeyen diğer insanların, esasen bu seçimleri ile kendilerine "Yazık" etmiş ve "Cezalandırmış" olduklarını düşünerek, onları "Zorla" ikna etmemeleri, hele bunun için örgütler kurup onlara "Zarar" vermemeleri ve böylece "Farkında bile Olmadan" büyük "Çıkar Gruplarının" amaçlarına "Alet" olmamaları gerektiğini bilmelidirler.
Hz.Muhammed'e Peygamberlik görevini yaparken insanların kendisine direnebilecekleri bildirilmektedir. Bunlara üzülmemesi ve onları kendi hallerine bırakması bildirilirken, daha önce kendilerine onları "Yaratan" hakkında "Düşünmeyi" ve "Anlayıp Teslim Olmayı" öğütleyip öneren açık ve anlaşılır "İlahi Vahiyler" iletilmeden hiçbir toplumun "Helak" edilmediği hatırlatarak, insanların bu "İlahi Uyarıları" dinlemeleri konusunda "Serbest" bırakıldıklarına ve toplumların böyle bir durumla karşılaşmalarının Peygamberlik görevini yerine getirilmesinde bir eksiklik olmadığına işaret edilmektedir. Bu durum bir başka Ayet ile ayrıca teyit edilmektedir.
Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helâk edici değildir. (55/131), (6/131)
Geçmişte kendilerine iletilen İlahi Vahiyleri önemsemeyip Yaratan'a karşı gelinmesi ve kibirlenip Allah ile "İddialaşmaya" kadar gidilerek "İnkar" edilmesi gibi nedenlerle bir çok toplumun artık kaçınılmaz hale gelen sona ermesini (Ecel) erteleyemedikleri ya da öne alamadıklarına dikkat çekilmekte ve bütün toplumların da belli bir süre devam edecekleri ve kendileri için belirlenen sürenin “kaçınılmaz” olarak "Biteceği" bu bitişin ertelenemeyeceği ya da öne alınamayacağı Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara bildirilmektedir.
Hz.Muhammed öncesindeki dönemlerde yaşamış olan ve bu güne göre çok düşük düzeyde bilgi sahibi olan insanlar üzerinde, Doğru Yoldan "Ayrılan" toplumların daha çok "Doğal Olaylar" ile "Helak Edilerek" ortadan kalkmaları ile ilgili hikaye anlatılmasının ve örnekler verilmesinin, kendilerine iletilen öğüt ve önerileri dikkate almalarında ve böylece korkuya kapılarak "Yaratıcıya" inanmalarında ve aynı hatalara düşmelerinin önlenmesinde doğrudan "Etkili" olduğu söylenebilir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e hitaben ondan önceki bir çok topluma da Peygamberler (Elçiler) gönderdiğini, ancak bir topluma ne zaman bir Peygamber gelse onunla alay ettiklerine ve böyle davrananların kalplerine "İnançsızlığı" yerleştirdiğine işaret etmektedir. Hz.Muhammed'in Peygamberlik görevini yürütmesinde üzüntüye veya ümitsizliğe kapılmamasını sağlamak ve ona bu görevinde destek olmak üzere, etrafında da önceki toplumların "İnkarları" yüzünden başlarına gelenleri "Bilmelerine" rağmen ve bunlardan "Ders Almaları" gerekirken hala kendilerine gönderilen Kur'an’a inanmamakta ısrar edenlerin bulunduğunu; bu nedenle bunların kalplerinde de inançsızlığın yerleşmiş olması yüzünden onları "Gökten bir kapı açıp da oradan yukarı çıkarsa" bile yine de "Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" diyeceklerini bildirmekte ve böylece "Tebliğ" görevini aksatmadan sürdürmesini öğütlemektedir.
Son Peygamber ve "Uyarıcı" olan Hz.Muhammed sonrasında yaşayacak olan Akıllı insanlardan ise, "Akıllarını" kullanarak "Son" olarak iletilmiş olan "İlahi Vahiylerin" üzerinde, "Yaratıcı" ve Allah'ın öğüt ve önerileri ile ilgili olan bütün "Gerçekleri" kapsadığını ve artık bu ortamın sona ereceği zamana kadar başka "Vahiy" gelmeyeceğini dikkate alarak düşünmeleri ve "Akıllı" insanlar tarafından "Kavranılıp Anlaşılabilir" olan Kur'an Ayetlerini buna göre anlamaları ve buna göre davranmaları beklenmektedir. Bu husus özellikle toplum yönetimi kendilerine "Emanet" edilen her düzeydeki "Yöneticiler" açısından çok daha fazla önem taşımaktadır. Zira onların bu şekilde "Keyfi" davranışları sadece kendilerine değil fakat bütün topluma zarar verebilecektir.
Günümüzde ve gelecekte yaşayacak olan "Akıllı" insanlara, bu öğüt ve önerilere "İnanıp İnanmama" üzerinde önemle düşünmeleri; zira verecekleri kararlar ile oluşturacakları toplum düzenlerinin, toplumlarının "Ecellerinin Belirlenmesinde" etkili olabileceği hatırlatılmaktadır. Gerçekten de Hz.Muhammed sonrasındaki dönemlerde bazı toplumların ve özellikle toplum yönetimi kendilerine "Emanet" edilen insanların, kendilerine iletilen öğüt ve önerileri, iletişim alanında ulaşılan kolaylıklara ve olanaklara rağmen "Merak Edip" incelemeden "İnkar" ederek "Kibirlerine" ve "nefslerinin Dürtülerine" göre davranmaları sonucunda toplumlarının "Ortadan Kalkmalarına" neden olduklarını teyit edecek çok sayıda olayların yaşandığı bilinmektedir. Örneğin yakın geçmişte Fransız, Alman ve Osmanlı İmparatorlukları yapılan "İnsani Hatalar" nedeniyle tamamen sona ermişlerdir.
Görüleceği gibi, en son olarak Hz.Muhammed döneminden itibaren insanların etraflarında görüp inceleyebildikleri Evren ve Dünya ortamının bütün "İçerdikleri" ile birlikte bir Yaratan'ın "Eseri" olduğunu ve halen bütün bu oluşumlardaki "Yaratılmaların" sürdüğünü, "Akıllarını" işleterek anlayabileceklerine dikkat çekilmektedir. Buna göre, bir "Yaratan" olduğu ve "Her Şeyin " bu "Yaratan" tarafından meydana getirildiği ve sonunda Her Şeyin Allah'a "Döndürüleceği" ile ilgili olarak insanların "Uyarılmaları" için, artık süregelmekte olan bu "Eşsiz" düzene Allah'ın izni ve "Takdiri" ile "Kuşatıcı Felaketler" meydana getirilerek "Uyarı" yapılmayacağı; fakat çok daha önemli ve etkili olarak, insanların kendilerine iletilenleri inceleyip onlara "Lütfedilmiş" olan "Akıllarının" kullanmak suretiyle bu "Uyarıları" anlayabilecekleri, aksi halde kendi sonlarının (Önüne geçilemeyecek ve geciktirilemeyecek olan Ecellerinin) yine kendileri tarafından yapılacak "Uygulamalar "ile "Geri Dönüşü Olmayacak Şekilde" getirileceği bütün "Akıllı" insanlara açıkça bildirilmektedir.
Halen meydana gelen ve bu ortamın sonuna kadar da meydana gelecek olan bütün "Doğa Olaylarının" bu ortamın bir "Yaratıcısı" olduğuna dair bir "Delil" olduğu, bu olayların devamlı olarak incelenerek niteliklerinin anlaşılması ve yapılacak bütün insan faaliyetlerinde bu bilgilerin dikkate alınması gerektiği, bu bilgilerin kullanılması ile alınacak "Önlemler" sayesinde bu olayların "Yıkıcı" etkilerinin azaltılabileceğini "Anlamaları" gerekmektedir. Buna göre günümüzdeki ve gelecekteki insanlardan Doğa Olaylarının Evren ve Dünya ortamlarını bir "Yaratan" olduğunu ve "Her Şeyin " bu "Yaratan" tarafından meydana getirildiğini ve sonunda Her Şeyin O'na "Döndürüleceğini" anlatan bir "Uyarı" olduklarını dikkate almaları; ancak "Yaratanı" tanımak için artık bu olaylardan "Korkarak" değil fakat "Akıllarını Kullanıp Anlayarak" davranmaları beklenmektedir.
Yüce Allah bütün "İnsanlara" iletilmek üzere Hz.Muhammed'e vahiy ettiği Ayetlerini öncelikle kendi toplumuna bildirme görevini yaparken ona destek olmak ve kendini "Güvende" hissetmesini sağlamak üzere bazı telkinlerde ve önerilerde bulunmaktadır. Bu anlamda gökleri ve yeri (Evreni) ancak en "Doğru" biçimde ve insanlar açısından bütün gereksinimlerini karşılayacak bir "Gerçek" olarak yarattığını; Evrenin böylece "Yaratılması" nasıl "Doğru" ise, zamanı geldiğinde ortadan kaldırılmasının da (Kıyamet) aynı şekilde "Doğru, Gerçek ve Kaçınılmaz" olarak gerçekleşeceğini; çünkü Allah'ın her şeyi "Hakkıyla" diğer bir ifade ile "Olması Gerektiği Gibi" ve "Ötesi Olmayacak Şekilde" olmak üzere "Doğru ve Gerçek" bir şekilde "Yaratan" ve her şeyi "Pek İyi Bilen" olduğunu Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.
Bu arada Peygamberlik Görevini yapması sırasında varlıklı, itibarlı ve etkili kimselerin Ayetleri "Kısımlara" ayırıp bir bölümünü inkâr ederek toplum üzerinde kendisine karşı gelmelerine yol açacak şekilde etkili olmalarını da aklına takmamasını ve "Üzülmemesini", buna karşılık toplumuna karşı daima alçak gönüllü olmasını, onlara kendisinin "Apaçık bir Uyarıcı" olduğunu söylemesini öğüt vermekte, böylece toplum üzerinde kendisinin daha "Etkili" olacağını bildirmektedir. Yüce Allah bu şekilde Ayetlerin bir bölümünü değiştirip kabul etmeyenlerin hepsinin "Kendisinin Verdiği bir Söz" olarak mutlaka yaptıklarından dolayı sorguya çekilerek "Azaba" uğrayacaklarını da ayrıca Hz.Muhammed'e hatırlatarak toplumuna "Emredilenleri" açıkça iletmesini ve Allah'a ortak koşanlardan yüz çevirmesini "Tebliğ" etmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e yardım etmek üzere yaptığı bu telkinlerine devamla, Allah ile beraber başka bir tanrı edinerek inkar edenlerle ve Hz.Muhammed ile ve onun ilettikleri Ayetleri ile alay edenlerle "Kendisinin" ilgileneceğini onlar için "Kendisinin" yeter olduğunu; onların kimin doğru söylediğini yakında bileceklerini ve onların söyledikleri şeyler yüzünden canının sıkıldığını bildiğini açıklamakta ve Hz.Muhammed'den "Rabbini" övgü ile tesbih etmesini, secde edenlerden olmasını ve ölüm (Yakın) gelinceye kadar Rabbine ibadet etmesini öğütlemektedir.
Bütün insanlardan Hz.Muhammed'e yapılan bu hatırlatmalar üzerinde "Düşünmeleri" ve kendilerine iletilenlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını da "reddetmemeleri, özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilen her düzeydeki yöneticilerin ne sebeple olursa olsun, Ayetlerin tamamının bir "anlam bütünlüğü" oluşturduklarını dikkate almadan, bir bölümünü kendi istek ve çıkarları doğrultusunda "yorumlamamaları" veya Kur'an'a şiir, kehanet ve masal deyip düşünmeden "İnkar Etmemeleri", Ayetleri dikkate alarak Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu kabul edip Hz.Muhammed'e bildirildiği gibi "Rabbini" hamd ile tesbih ederek, secde ederek ve ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet ederek Allah'a teslim olmaları beklenmektedir.
Hz.Muhammed'e aslında ona inanmayan bazılarının onu dinliyormuş gibi göründükleri bildirilmektedir.
Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kafirler sana geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. (55/25), (6/25)
Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helâk ederler. (55/26), (6/26)
Yüce Allah, Hz.Muammed'in insanlara ilettiklerine (Ayetlere) inanmayıp ona düşmanca tavır alanlarının kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdiğini böylece okunan Ayetleri anlamalarına "engel" olduğunu açıklamaktadır. Onların her türlü "mucizeyi görseler" bile yine de inanmayacakları ve Kur'an'ın "eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek Hz.Muhammed ile tartışacaklarına işaret edilerek bu durumda kibirlenerek inanmayanların "Gerçeklerin" bütün işaretlerini görseler bile yine de ona inanmalarının mümkün olmadığı Hz.Muhammed'e bildirilmektedir. Zira onların kendileri Hz.Muhammed’den uzaklaştıkları gibi asıl amaçlarının da insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışmak olduğu, ancak böylece onların farkında olmadan kendilerini helâk ettikleri belirtilmektedir.
Nitekim onu dinleyenlerin arasında bulunan inanmayanların onun yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara "Az önce ne demişti?" diye alaycı bir tavır takınacakları açıklanmaktadır.
Onların senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara "Az önce ne demişti?" diye sorarlar. Bunlar, Allah'ın, kalplerini mühürlediği, hevâ ve heveslerine uyan kimselerdir. (95/16), (47/16)
Böylece Hz.Muhammed'in bildirdiklerini "dinlemiş" gibi görünüp sonradan etrafındakilere "ne dediğini" sorarak dinlediklerini alaya alan, önemsemediğini gösteren ve bu şekilde "münafıklık" yapanların hem kendilerinin Peygamberden "uzaklaştıkları" hem de etkili olabildikleri diğer insanları ona yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalıştıklarına işaret edilmektedir. Ayette Allah'ın bunların kalplerini mühürlediği, bunların heveslerine uyan kimseler oldukları, ancak aslında farkında olmadan kendilerini helâk ettikleri belirtilmektedir.
Hz.Muhammed'e görevini yapmasında engel olmaması için bu gibi insanların durumları hatırlatılmakta, ayrıca Allah'ın doğru yolu bulanların "hidayetlerini" arttırdığı ve her türlü kötülüklerden sakınmalarını sağladığı açıklanmaktadır.
Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır ve sakınmalarını sağlar. (95/17), (47/17)
Böylece görevini yapılmasında onu dinleyenler arasında bulunanlar hakkında bilgi verilerek kararlı ve güçlü kalmasını sağlamak üzere Hz.Muhammed'e "destek" olunmaktadır.
Hz.Muhammed'e kendisinden önceki toplumlara da elçilerin (Peygamberlerin) gönderildiği ve "Yaratana" inanmaları ve boyun eğmeleri için darlık ve hastalıklara uğratıldıkları bildirilmektedir.
Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. (55/42), (6/42)
Hiç olmazsa, onlara bu şekilde azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi. (55/43), (6/43)
Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. (55/44), (6/44)
Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. (55/45), (6/45)
Hz.Muhammed'den önceki toplumlara da "elçilerin" gönderildikleri, bu elçilerin (Peygamberlerin) toplumlarına "Yaratıcı" ile ilgili deliller yanında toplum yaşamına ait olarak onlardan beklenenleri ilettikleri, kendilerine iletilenlere inanmayan ve dikkate almayan toplumlara o zamana ait bilgi birikimleri ile "Anlayabilecekleri" etkin bir yol olarak darlık ve hastalıklara uğratılmak gibi bazı "Uyarıların" yapıldığı; böylece kendilerine bu şekilde "Azap" geldiğinde kendilerine iletilenlere inanarak Yaratan'a "Boyun Eğmelerinin" beklendiği, fakat Şeytanın da onlara yaptıklarını cazip göstermesi ile "Kalplerinin" iyice "Katılaştığı" ve inanmamakta devam ettikleri Hz.Muhammed'e bildirilmektedir. Ayrıca, bu toplumlara uğradıkları darlık ve hastalık gibi sıkıntı ve belalardan kurtarılarak imkanlar verildiklerinde ise bu defa da kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları ve o zaman Allah'ın onları ansızın yakaladığını ve artık birdenbire bütün ümitlerini yitirdikleri, böylece "Zulmeden" toplumların köklerinin kesildiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah'ın Hz.Muhammed'in kendisine "Vahiy Edilen" Ayetleri toplumuna ve sonraki "Bütün İnsanlara" iletmesinde bir sorun yaşamaması ve görevini azim ile sürdürmesi için bu örnekleri dikkate almasını istediği anlaşılmaktadır. Kıyamete kadar yaşayacak olan bütün "Akıllı" insanlardan da Allah'ın "Halifesi" olarak bu ortamdaki yaşamlarında Hz.Muhammed'e vahyedilen ve Dünya'nın neresinde olurlarsa olsunlar ve hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar "Erişebilecekleri" Kur'an Ayetlerinde yer alan örnek, öğüt ve önerileri aynı şekilde dikkate almaları, her türlü "Yüceltilmenin" sadece "Alemlerin Rabbi" olan Allah'a mahsus olduğuna "Samimiyetle" inanarak Allah'a "Teslim Olmaları" gerektiğini idrak etmeleri beklenmektedir.
Bir diğer Ayette ise Yüce Yaratan, Hz.Muhammed'den önce bir çok topluma "nice" peygamberler gönderdiğini, onların da toplumlarına açık "deliller" getirdiklerini, ancak toplumlarının onları dinlemeyip Ayetlerini yalanlayanların (günaha dalanların) hak ettikleri "cezalarını" verdiğini bildirmektedir.
Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. (84/47), (30/47)
Buna karşılık onlara ve getirdiklerine inanan ve iman edenlere (müminlere) doğru yola ve kurtuluşa ulaşmalarında yardım etmesinin de "Kendisine" düşen bir "görev" olduğunu bütün insanlara açıklamasını Hz.Muhammed'den istemektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e devamlı olarak Allah'a yalvaran ve Allah'ın rızasını isteyen "İnanmış" insanları herhangi bir nedenle "Kovmamasını" bildirmektedir.
Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam Allah'na yalvaranları kovma! onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onları kovup da zalimlerden olasın! (55/52), (6/52)
"Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi? (55/53), (6/53)
Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: “Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (55/54), (6/54)
Böylece suçluların yolu belli olsun diye ayetleri iyice açıklıyoruz. (55/55), (6/55)
Hz.Muhammed'e yapılan bu uyarıların Müslüman olmadıkları halde Allah'a iman eden ve daima (sabah ve akşam) Allah'a yalvaran insanlar ile ilgili olduğu tefsirlerde açıklanmaktadır. Buna göre onların inanç ve eylemlerinde Kur'an'ın öğretileri ile uyuşmayan veya ona ters düşen durumları nedeniyle onların yalnızca Allah'a karşı sorumlu olacakları ve Hz.Muhammed'in bu durumdan sorumlu olmadığı hatırlatılmaktadır. Böylece "Kovulmayı" gerektiren bir durum olsa dahi, onların bu durumlarından kendisine bir sorumluluk olmadığı ve şayet kovmuş dahi olsa bu durumdan onlara bir sorumluluk bulunmadığına işaret edilmekte ve onları kovması (Veya yanından uzaklaştırması) halinde "Zalimlerden" olacağı Hz.Muhammed'e "İhtar" edilmektedir.
Yüce Allah'ın bu hüküm ile Müslüman olmadıkları halde Allah'a iman eden ve Allah'a yalvaran insanları Allah'ın Ayetlerine "İman Etmiş" insanlar hakkında aşağılayıcı bir şekilde birbirlerine "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için sınadığı, böylece diğer inançlara mensup insanların kendi kültür ve inançlarının bilinçli olarak veya bilinç altından yakınlaştırdığı İslam'a karşı önyargılarını terk edip etmeyeceklerini anlayabilmeleri açısından onları "imtihan" ettiği açıklanmaktadır. Zira Allah kimin "Kendisine" şükredenleri daha iyi bildiğini hatırlatmaktadır.
Hz.Peygamber'e hitap edilmesine rağmen Ayetlerde verilen öğüdün bütün insanlar ve özellikle de "inanmış" müminler için de dikkate alınması gerekmektedir. Zira onların inançları Kur'an'ın Ayetlerine tam olarak "uymasa" bile, Allah'a inanan hiçbir kimseyi kovmamak, ama Kur'an öğretilerini sabırla açıklayarak onlara yardım etmeye çalışmak ve onları iyi karşılamak gerektiğine işaret edilmektedir. Yüce Allah bu nedenle Kur'an Ayetlerine inananlar ona geldiğinde onlara, “Selam size" demesini, ayrıca Allah'ın (Rabbiniz) merhamet etmeyi kendisine yazdığını (Kendi Sözü Olduğunu) belirtmesin ve Müslüman olmadıkları halde Allah'a iman eden ve Allah'a yalvaran insanları kovmak gibi bilmeyerek bir kötülük yapar ve sonra tövbe edip de kendilerini "ıslah ederlerse" Allah'ın çok bağışlayan, çok esirgeyen olduğu "gerçeğini" iletmesini istemekte ve böylece suçluların yolu (bilerek suç işleyenler) belli olsun diye Ayetleri iyice açıkladığını bildirmektedir.
Hz.Muhammed'e hitaben insanların mevki, zenginlik ve soyuna göre değil iman zenginliğine, Allah’a saygı ve ruh yüceliğine göre değer taşıdığı hatırlatılarak "Uyarı" yapılması, bütün insanlar açısından fakat çok daha önemlisi kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen yöneticiler açısından büyük önem taşımaktadır. Bu durum insanların kendilerince uygun görmedikleri bir nedenle "Aşağılanmasını" veya "Değersiz" görülmesinin doğru olmadığını, bu insanların yaptıkları ve yaşayışlarıyla Allah nezdinde "Değerli" olabileceklerini göstermekte ve onların hor görülmemesi gerektiğine işaret edilmektedir. Çok daha önemlisi kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen yöneticilerin aldıkları kararların ve yönetim şeklinin bütün toplumu ilgilendirdiğini dikkate alarak onlar adına işleri yürüttüğünün bilincinde olması gerekmektedir. Bu nedenle, yönetim faaliyetinde diğer insanlar ile "İstişare" etmeden, onların düşüncelerini gözetmeden, sadece kendi kararları ile bir anlamda onları "Kovarak" yönetim faaliyetini "Küstahça" yürütmesinin (Mesela bu kimse peygamber bile olsa) toplum açısından doğru olmadığı açık bir şekilde bildirilmektedir. Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimselerin diğerleri ile böylece "İmtihan" edildikleri ve Allah nezdinde daha "Değerli" olabilecek "Diğer" insanların böyle "Küstah" davrananlar için "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" diyerek bu tür davranışları "Ayıplayacakları" açıklanarak insanlardan böyle bir "İmtihanın" farkında olmaları ve davranışlarını ona göre düzenlemeleri istenmektedir.
Yüce Allah'ın Hz.Muhammed'e inanan insanlara "Selam" etmesini ve onlara Rablerinin merhamet etmeyi kendisine bir "Görev" edindiğini (Yazdığını); inananlardan kim bilmeyerek bir kötülük yapar ve sonra "Tövbe" edip kendisini "Düzeltirse" Allah'ın çok affeden ve koruyan (Esirgeyen) olduğunu, şüphesiz bir "Gerçek" olarak bildirmesini ilettiği açıklanmaktadır. Buna göre Yüce Yaratan "Kendisine" inanmayanların ve bütün insanların bu öğüt üzerinde düşünmelerini ve içeriğini bir "Delil" olarak dikkate alarak durumlarını düzeltmelerinin mümkün olduğunu anlamaları gerektiğini bildirmektedir.
Yüce Allah kendilerine iletilen öğüt ve önerilere ve yapılan uyarılara rağmen "Kibirlerine" kapılarak inanmamakta devam edenlerin "Suçluların Yolunda" olduklarını anlamaları için Ayetlerini iyice açıkladığını bir defa daha bildirmektedir.
Hz.Muhammed'e bir kısım insanların "Kur'an" Ayetleri ile açıklanan Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğu "gerçeğine" inanmadıkları hatırlatılarak onlara bazı uyarılarda bulunması önerilmektedir.
De ki: “Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi.” De ki:” Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam.” (55/56), (6/56)
De ki: “Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (55/57), (6/57)
De ki: “Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir.” (55/58), (6/58)
Kur'an Ayetlerini inkâr edenlerin bir bölümünün inanmamakla birlikte ayrıca kendilerince çeşitli "Şeyleri" kutsallaştırarak onları "İlah" veya "Tanrı" olarak kabul etmekte ve zaman içinde şekil alarak "Gelenek" haline gelen yöntemlerle bunlara "Yaratıcı Güç "olarak tapınmakta, onlara ibadet etmekte ve onlardan isteklerinin gerçekleşmesi için yardım isteyip yalvarmaktadırlar.
Bu durumun, Adem ve Eşinin yaratılmasını izleyen süreçte yaptıkları "Hata" nedeniyle bu Dünya ortamına gönderilecek (indirilecek) olan bütün "Akıllı İnsanların" soylarının Gerçek Ortamda (Arş" Ortamında) bir araya getirilmesi ile gerçekleştirilen "Elest" toplantısında insanların "Ruhlarına" bu Dünya ortamına gelmelerinden önce "Yerleştirilen" ve Yüce Allah'ın "Her Şeyin Rabbi" olduğuna dair "Şahitlik” ettiklerini "hatırlamamaları" ile ilgili olduğunun düşünülmesi gerekmektedir.
Bunun yanında nesiller boyunca kendilerine gönderilen "Uyarıcı" insanların telkinlerine ve öğretilerine önem veren ve "Ruhlarında" bu ortama gelmeden önce "Elest" toplantısından yerleştirilmiş olan çok "Özel" bir gücün varlığını hisseden insanların da, zamanla "Şeytan'ın" etkisi altında kalarak "Çıkarlarına" öncelik verip "Akıllarını" bu yönde kullanmalarının sonucunda giderek "Bencilleştikleri" ve böylece bu konuda daha "Becerikli" olanların diğerlerini kontrol edip "Yönetimleri" altına aldıkları ve bu durumun devamlılığını sağlamak üzere kendilerine iletilenleri bu doğrultuda "Değiştirip" bir çeşit "İlahi Gelenekler" ortaya çıkararak onları isteklerini elde edecek şekilde "Yönlendirdikleri" anlaşılmaktadır.
Toplumun yönetimini elinde bulundurmayı ve çıkarlarına göre toplumu yönetmeyi amaçlayan kişi ve gruplar tarafından yürütülen bu tür "Geleneklerin", çoğunlukla toplumlarına daha önce gönderilen "Uyarıcıların" işaret ettiği ve insanların "Ruhlarında" bulunan "Tek Yaratıcı" kavramının yerine, çeşitli işler için ayrı "Tanrıların" bulunduğu veya Tek Yaratıcının bu ortamda bazı insanları veya Peygamberleri de "Tanrı" olarak tayin ettiği gibi kabullere dayandırılmakta ve böylece toplumun "Yaratılış" ile ilgili olarak "Doğru" bilgi edinmesi ve bilgi birikimine sahip olması önlenmektedir.
Bu ve benzer nedenlerle Yüce Allah "Kendisi" dışında insanların "Tapındıkları" şeylere tapmasının Hz.Muhammed'e yasak edildiğini, şayet onlara uyarsa ancak "Sapıtmış" olacağını ve kurtuluşa (Hidayete) ulaşamayacağını insanlara iletmesini Hz.Muhammed'e bildirdiğini açıklamaktadır.
Hz.Muhammed'in "Vahiy" olarak aldığı bu Ayetler doğrudan bütün insanlara yapılan "Açık" bir "Uyarı" ve "İhtar" niteliğindedir. Buna göre Allah'ın dışında başka şeylere tapınmanın "Yasak Edildiği” aksi halde insanların Doğru Yoldan sapıtacakları ve "Hidayete" eremeyecekleri bütün insanlara açıkça İhtar edilmektedir. Yüce Allah Hz.Muhammed'den halkına ayrıca onlara iletmiş olduğu Ayetlerin "Rabbinden" gelen apaçık bir delile dayandığını, onların ise kendilerine iletilenleri yalanladıklarını; böylece görecekleri eziyeti (Azabı) çabucak istediklerini, ancak bu konuda "Hükmün" Allah'a ait olduğunu ve kendisinin elinde bir şey bulunmadığını; şayet acele istedikleri şey (Karşılaşackları Azap) kendisinin elinde olsaydı, elbette bu işin hemen bitirilmiş olacağını, Allah'ın zalimleri daha iyi bildiğini söylemesi telkin etmektedir. Buna göre, Allah'ın "Hakkı" yani bütün "Doğruları" ve "Gerçekleri" bu ilettikleri Ayetleri ile anlattığı ve Allah'ın doğru hüküm verenlerin en hayırlısı olduğu bütün insanlara hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e Kur'an Ayetlerine inanmayan ve onlar hakkında alaylı şekilde konuşanları dikkate almamasını önermektedir.
Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma. (55/68), (6/68)
Takvâ sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir. (55/69), (6/69)
Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefs için Allah'tan başka ne dost vardır ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır. (55/70), (6/70)
De ki: “Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra şeytanların saptırıp şaşkın olarak çöle düşürmek istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisingeri (inkarcılığa) mı döndürüleceğiz?” De ki:” Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir.” (55/71), (6/71)
"namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan korkun". O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'tır. (55/72), (6/72)
O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır. "Ol!" dediği gün her şey oluverir. Allah'ın sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık Allah'ındır. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. (55/73), (6/73)
Bu Ayetlerde de Hz.Muhammed'e insanlara ilettiği Ayetler hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak durması, şayet "Şeytan" unutturursa hatırladığında artık o "Zalimler" ile oturmaması, ayrıca kendilerine iletilen "Yaratan" ile ilgili gerçekleri (Dinlerini) bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseler olarak tanımladığı inanmayanları "Bırakması" öğütlenmektedir.
Buradaki öğütler ile Hz.Muhammed'e öncelikle insanlara aldığı vahiyleri iletirken ona inanmayıp ilgi göstermeyenler ve böylece bir şekilde onu "Aşağılayanlar" ile "Tartışmaya" girmemesi ve onlardan "Uzak Durması" bildirilmektedir. Bu öğüt, insanların birbirleri ile olan anlaşmazlıklarında hemen karşılıklı atışma veya çatışmaya girmemeleri gerektiğine, zira Şeytan'ın insanların Ruhlarına eklediği olumsuz duyguların böyle anlaşmazlıklar sırasında bir "Dürtü" olarak ortaya çıkacağına işaret etmektedir. Böylece insanlar arasında yaşanabilecek anlaşmazlıklardan Şeytan'ın daima "Yararlanacağı" ve insanları bunlarla meşgul ederek Yüce Yaratan tarafından Ruhlarına yerleştirilmiş olan "Olumlu" duygular ile davranmalarını önleyebileceği açıklanmaktadır.
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Ayrıca, "Melekler ve Şeytanlar" bölümünde daha ayrıntılı olarak değinildiği gibi, bir Melek olan Şeytan'ın Yüce Yaratan tarafından bildiğimiz anlamda somut ve soyut bütün "Yaratılış" kapsamındaki faaliyetleri kapsamında, Peygamber de olsa insanlara etki edebileceğine işaret edilmektedir. Bu nedenle Hz.Muhammed'in onların bu tür davranışlarını ve konuşmalarını Şeytan'ın etkisi ile fark edemez ise, bunu "Hatırladığında" artık o zalimler ile oturmamasının kendisine bildirildiği açıklanmaktadır. Buna göre bütün "Akıllı" insanların davranış ve kararlarında "Olumsuzlardan" etkilenebileceklerini bütün yaşamları boyunca hatırda tutmaları gerektiğine dikkat çekilmekte ve "Akıllarını" kullandıklarında olumsuz davranışlarını "Fark Edebilecekleri" hatırlatılmaktadır.
Öte yandan Allah'a, Peygamberlerine ve onların "İlettiklerine" samimiyetle inanmış olanların inanmayanların yaptıklarından "Sorumulu "olmadıkları bildirilmektedir. Buna göre "Müminlerin" kendi inançları doğrultusunda davranmaları ve inanmayanların davranışlarından sorumluluk duymamaları Hz.Muhammed'e ve bu anlamda bütün inanmış insanlara telkin edilmektedir. Bu telkin ile, inkâr edenlerin bu davranışlarından "Yaratana" karşı kendilerinin "Sorumlu" olacaklarına işaret edilerek, onlarla birlikte yaşayan veya yaşamak durumunda olan müminlerin onları inanmaya "Zorlamamaları" gerektiği belirtilmekte, ancak "Akıllarını" kullanmaları halinde sahip oldukları bilgi birikimlerinden de yararlanarak "Yaratan" konusunda "Gerçeklere" ulaşabileceklerini de "Kur'an ile Nasihat" ederek onlara "Hatırlatmasının" doğru olacağı açıklanmaktadır.
Bu hatırlatmalar ile insanların bu ortamdaki yaşamları süresince "İnanmamaları" sebebiyle kazanacaklarının ancak felakete uğrayabilecekleri, onlar için Allah'tan başka ne dost ve ne de şefaatçi bulunmadığı, bütün varını fidye olarak verse de kabul edilmeyeceği ve onların inkar etmekle kazandıkları yüzünden helâke sürüklenecekleri, bundan dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici azap bulunduğu bütün insanlara ve özellikle inanmayanlara yeniden ve özellikle açıklanmaktadır.
Bu anlamda her şeyin "Yaratanı" ve yarattıklarına her türlü "Faydayı" sağlamış olan Allah, bunları idrak etmeyi bırakıp da hiçbir fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere "Tapmanın" ve "Yaratana” inanarak doğru yola iletildikten sonra, Şeytanların saptırıp yoldan çıkarmak (Çöle düşürmek) istedikleri "Müminlerin" ise "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları "Şaşkın" kimse gibi gerisingeri inkarcılığa dönülmesinin ne kadar anlamsız olduğunu, bütün insanlara ve özellikle inanmayanlara bildirmesini Hz.Muhammed'e ilettiğini açıklamaktadır.
Ayrıca, Yüce Allah'ın hidayetinin, yani Allah'ın gösterdiği yol ve verdiği bilgilere inanarak O'na teslim olmanın "Doğru Yolun" ta kendisi olduğunun ve bütün insanlara âlemlerin Rabbine teslim olmalarının iletildiği bildirilmektedir. Nitekim Yüce Allah'ın gökleri ve yeri (Evreni) hak ile yaratan olduğu, "Ol!" dediği gün her şeyin oluverdiği, Allah'ın sözünün gerçek olduğu, Sûr'a üflendiği günde hükümranlığın Allah'ın olduğu, gizliyi ve açığı bildiği, hikmet sahibi ve her şeyden haberdardır olduğu hatırlatılmaktadır. (Allah'ın bu niteliklerinin özellikle yer aldığı diğer Kur'an Ayetlerinde, bu nitelikler hakkında açıklamalar yapılmış bulunmaktadır.)
Bu nitelikler üzerinde "Düşünülerek" Yüce Yaratan'ın daima ve özellikle Ayetlerinde işaret ettiği zamanlarda ve şekilde "Yüceltilerek" adının anılmasının (namaz) veya daha bilindiği gibi Namazın) bütün "İnsanlara" emredildiğinin de Hz.Muhammed'e iletildiği bildirilmektedir.
Bu açıklamalar bütün insanlara kendileri gibi düşünmeyen diğer insanlar ve toplumlara ancak "Hatırlatma" yapılabileceğini bunun ötesinde onlar üzerinde zorlayıcı davranışlarda bulunulmaması gerektiğine işaret etmektedir. Ancak, günümüzde kendilerine göre "İnanmış" olan bazı insanlar ve onlardan oluşan toplumların "Akıllarını" kullanmamaları nedeniyle bazı güç odaklarının "Çıkarları" uğruna "Yönetildikleri" ve "Kullanıldıkları" görülmektedir. Küresel anlamda etkin olan güç odakları bu tür insanları ve toplumları, "İnanmayanları" inanmaları için hatta inanmış olmalarına rağmen kendileri gibi bir anlayışta olmayanları kendi anlayışlarına göre davranmaları için, "Zor Kullanmaya" ikna ederek çatışmalara sokmakta, böylece oluşan ortamdan "Sadece Kendileri" yararlanmakta ve bu toplumların sahip oldukları doğal kaynakları ve zenginlikleri elde ederek daha "Güçlü" konumlara ulaşmaktadırlar. Bu nedenle insanların Kur'an Ayetlerini ve bu Ayetlerde Hz.Muhammed'e yapılan önerileri dikkatle "Okumaları" ve içeriklerini araştırarak aslı ve öz anlamları üzerinde düşünmeleri ve ona göre davranmaları büyük önem taşımaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e vahiy ettiklerine "uymasını", onlara uymayanların (müşrikler) söylediklerinden yüz çevirmesini ve Allah'tan başka tanrı olmadığını daima hatırında tutmasını önermektedir.
Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir. (55/106), (6/106)
Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin. (55/107), (6/107)
Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir. (55/108), (6/108)
Böylece Hz.Muhammed'e "Vahiyleri" iletirken etrafından gelen her türlü itirazlar ve karşılaştığı kötü eylemler karşısında tereddüt etmemesi, onlara uyması hatırlatılmakta ve Vahyin Sahibi olan "Allah'a" olan "Güvenini" ve "İnancını" kaybetmemesi gerektiğine dikkati çekilmektedir. İnanmayanlar ile tapındıkları ilahları kutsallaştırıp Yüce Yaratan ile bir tutarak (Müşrikler) "Gerçek" karşısında bir değeri olmayan kendi değerlerine göre Hz.Muhammed'e karşı gelenleri kendi hallerinde bırakması bildirmekte ve çok değerli olan zamanını inanmamakta ısrar edenler için harcamaması gerektiğine işaret edilmektedir.
De ki: “Ey insanlar! Size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.” (51/108), (10/108)
Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil değilim." (55/66), (6/66)
Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar için hak olarak indirdik, artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur; sen onların üzerinde vekil değilsin. (59/41), (39/41)
Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir, kim de kötülük yaparsa aleyhinedir, Rabbin kullara zulmedici değildir. (61/46), (41/46)
Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir, sen onlara vekil değilsin. (62/6), (42/6)
Sen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar bâtıla dalsınlar, oynayadursunlar. (63/83), (43/83)
Allah,Hz.Muhammed'in bu davranış nedeniyle bir kuşku ve endişe hissetmemesi için insanları Akıllarını kullanmada serbest bıraktığını, kim doğru yola gelirse ancak kendisi için geleceğini, kim de saparsao da ancak kendi aleyhine sapacağını ve kim iyi bir iş yaparsa bunun kendi lehine, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine olduğunu ve Allah'ın kullara (İnsanlara) zulmedici olmadığını bildirmektedir.
Buna göre insanları, şayet dilemiş olsaydı bu "Sapma" serbestliğine izin vermeyip bütün insanları "Kendisine" ortak koşmayan ve inanan olarak yaratmış olacağını düşünmeye yönlendirmektedir.
Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı, fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. (62/8), (42/8)
Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir. (62/9), (42/9)
İnsanlardan bu uyarıyı dikkate alarak kendilerine iletilenler üzerinde düşünmeleri ve bu "Gerçekleri" idrak ederek Allah'a teslim olmaları halinde Allah'ın merhametine (Rahmetine) kavuşturmayı "Diledikleri" arasında olacaklarını, yegâne "Dostun" ölüleri dirilten ve her şeye kadir olan Allah olduğunu, Allah'tan başka dost edinmeleri halinde ancak "Zalim" olarak nitelendirileceklerini bildirmektedir.
Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir, yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız. (70/93), (16/93)
Ayrıca "zalimlerin" artık bir dost ve yardımcı bulamayacaklarını ve yaptıklarından mutlaka "sorumlu" tutulacaklarını "anlamalarını" beklenmektedir.
Bu durum ile ilgili olarak Yüce Allah bütün insanlara ayrıca inanmış ve iman etmiş insanlara Allah'a ve ölüm sonrasında Allah'ın "Hüküm" vereceğine (Ahirete) inanmayanları bağışlamalarını, çünkü iyi iş yapanların faydasının ve kötülük tapanların da zararının kendilerine ait olduğunu iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
İman edenlere söyle: Allah'ın günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar, çünkü Allah her toplumu yaptığına göre cezalandıracaktır. (65/14), (45/14)
Kim iyi iş yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (65/15), (45/15)
Buna göre Allah, Kendisine ve ilettiklerine inanmış ve iman etmiş olanlara, bu durumlarını bir üstünlük olarak görerek kendileri gibi düşünmeyenleri veya inanmayanları yola getirmek veya iman etmeye zorlamak gayretine girmemelerini, kim iyi iş yaparsa faydasının ve kim de kötülük yaparsa zararının kendine olduğunu ve sonra herkesin Allah'a (Rabbinize) döndürüleceğini dikkate alarak, onları bağışlamalarını ve kendi hallerine bırakmalarını öğütlemektedir.
Böylece Hz.Muhammed'in bütün insanlara Allah'ın kendisine vahiy ettiği öğüt ve önerileri iletmesini, onların inanıp inanmadıklarını izlemesine gerek bulunmadığını, Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah'ın daima gözetlemekte olduğunu, bu konuda kendisinin insanlar üzerinde "Bekçilik" görevinin olmadığı gibi onların "Vekili" de olmadığını, ve onları bu tutumlarını sürdürmelerinde "Bırakmasını" böylece insanlara Ayetlerini iletmesinde boşuna zaman harcamaması Hz.Muhammed'e bildirerek görevini yapmasında ona "Yardımcı" olmaktadır.
Bu Ayetlerdeki açıklamalar ile Hz.Muhammed'e ve sonraki zamanlarda toplumlarda sözü geçen durumda olacak "Önder" veya "Lider" konumundaki bütün insanlara, insanlık tarihinde görüldüğü gibi, insanların toplumlar üzerinde hakimiyet kurarak onları kendi "Çıkarları" doğrultusunda "Yönetmek" için toplumu etkileneceği konulardan yararlanmalarının "Yanlış" olduğuna dikkat çekilmektedir.
Daha da önemli olarak, Allah'tan başkasına tapanlara ve onların tapındıklarına (Putlarına) onur kırıcı, kaba sözler söylenmemesi ve küfredilmemesi (Sövülmemesi) bildirilmektedir. Çünkü sonra onların da bilmeyerek Allah'a sövecekleri, her insana kendi işlerinin cazip gösterildiği ancak sonunda herkesin Allah'a döneceği ve yaptıklarının kendilerine "Bildirileceği" hatırlatılmaktadır.
Zira bütün insanların kendilerine iletilmiş olan "Gerçekler" üzerinde (Peygamberlere iletilen bütün öğretiler ve kitaplar) düşünerek "Akıllarını" kullanmaları halinde "Yaratılış" ve "Yüce Yaratan" ile ilgili anlayış ve kanaate ulaşabileceklerini, bunun için onlar üzerinde "Bekçilik" yapılmasına gerek bulunmadığını, İnsanların kendilerine iletilmiş olan "Gerçeklere" inanmamaları halinde bu gerçeklerde açıklanan sonuçlarına kendilerinin katlanacaklarını Yüce Allah Kur'an’da defalarca bildirmektedir.
Yapılan bu "Uyarılara" göre, örnekleri günümüzde de görüldüğü üzere "Çıkarları" için kendi inanışlarını, "Kutsal İnançları" için gerekli olduğunu ileri sürerek, insanlara zorla kabul ettirmeye çalışanların bu amaçlarına "Hizmet" edilmemesi gerekmektedir. Bunun için insanların ve toplumların bu Ayetler üzerinde önemle durmaları, yapılan "Uyarıları" dikkate almaları ve "Akıllarını" kullanarak kendilerine dayatılanların doğru veya yanlış olduğunu araştırmaları ve anlamaya çalışmaları gerekmektedir. Aksi halde, inanmayanları bağışlamayıp onların "Cezalandırılmaları" gerektiğini düşünen "Mümin" toplumların, Dünya üzerindeki "Güçlü" insanlar ve topluluklardan oluşan güç odakları tarafından kendi "Çıkarlarını" korumak için diğer toplumlarla (İnanmayanlarla) çatışmaya, terör eylemlerine ve savaşa bile sürülebilecekleri unutulmamalıdır. Çünkü Güç Odakları, inanmayanları düşman gören ve onları yola getirmeye çalışanların müminleri daima "Cihat" etmeleri gerektiğini bahane ederek "Kandırmakta" ve böylece kendi çıkarlarına "Hizmet" ettirmektedirler. Bu nedenle "Cihat" ile ilgili Kur'an Ayetlerinin diğer konularda olduğu gibi, bir bütün olarak değerlendirilmeleri ve cihadın asıl amacı ile ilgili olarak yanlışlık yapılmaması büyük önem taşımaktadır. Cihat konusunda “Savaşmak Zorunda Kalması, Savaş Kuralları, Cihat” bölümde bilgi bulunmaktadır.
Yüce Allah, kendilerine bir "Mucize" getirmesi halinde ona mutlaka inanacaklarına dair "Allah'a" söz verdiklerini söyleyen insanlara Hz.Muhammed'in "Mucizelerin" ancak Allah katından olduğunu bildirmesini, ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında olup olmadıklarını sormasını istemektedir.
Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a andiçtiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah katındandır. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?" (55/109), (6/109)
Yine O'na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız. (55/110), (6/110)
Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler. (55/111), (6/111)
Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı.
Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak. (55/112), (6/112)
Ahirete inanmayanların kalpleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye. (55/113), (6/113)
”Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur.” Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma! (55/114), (6/114)
Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Allah'ın sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir. (55/115), (6/115)
Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler. (55/116), (6/116)
Muhakkak ki senin Rabbin, evet O, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yolda gidenleri de iyi bilendir. (55/117), (6/117)
Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar!
Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak! (55/137), (6/137)
Ayetlerde kendilerine bir "mucize" gelmesi talebinde bulunanların aslında Hz.Muhammed'in ilettiği "Ayetleri" hafife hatta alaya aldıklarına ve mucizeler gelse bile onların inanmayacaklarına işaret edilmekte ve Allah'a iman etmemekte kararlı oldukları Allah katında "Bilindiği" için onların gözleri ve gönülleri ters çevrilmiş olarak şaşkınlıkları ve azgınlıkları içerisinde bırakılacakları Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır. Örnek olarak da onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şey toplanıp karşılarına getirilseydi, "Allah Dilemedikçe" yine de inanmamaya devam edecekleri; fakat çoklarının Allah'ın "Dilemesinin" ancak Ayetlerle verilen örnekler ve yapılan açıklamalar üzerinde düşünüp bunların "Yaratıcının" varlığına ait "Deliller" olduklarını idrak etmeleri ile "Mümkün" olduğunu bilmedikleri ve bu durumun sadece kendisi ile ilgili olmadığı, ondan önceki Peygamberlere de (Uyarıcılara) insan ve cin şeytanlarını düşman kıldığını, bunların Peygamberleri ve insanları aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldadıklarını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Hz.Muhammed'e ve bütün "Akıllı İnsanlara" ayrıca Şeytan konusunda bir hatırlatma yapılmaktadır. Diğer Ayetlerden hatırlanacağı gibi, Şeytan bu Dünya ortamına "İndirilen" bütün insanları "Yaratan" ile ilgili "Doğru Yoldan" alıkoyacağını Yüce Yaratan'a iletmiş, Allah’ta insanlara lütfettiği ve sevgi ve içtenlikle "Kendisine" bağlanmalarını ve iman etmelerini sağlayan "akıl yeteneğinin" buna engel olacağını bildirerek Şeytan'a bu isteğini yapmasına "İzin" vermiştir.
İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)
Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (39/15), (7/15)
İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Şurası muhakkak ki, benim kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter. (50/65), (17/65)
Dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (54/39), (15/39)
Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. (54/42), (15/42)
Allah'ın her türlü "Yaratmayı" gerçekleştirmesini yürütmek üzere "Enerji" esaslı "Gerçek Ortam Unsuru" varlıkları "Kendi Yapısının" bir "benzeri" olarak ve bütün ortamları "kapsayacak" şekilde "Yarattığı", bu unsurların genellikle "Melek" olarak adlandırıldıkları, bunların bir bölümünün, "kısıtlı karar verme yetkisi" verilerek ve görünmeyen varlık anlamında "Cin" olarak tanımlandığı, Cinlerden bir bölümüne ise "Şeytan" adı verildiği Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.
(Melekler, Şeytanlar, Cinler Bölümünde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır)
Bir "Cin Türü" olarak "Yaratılmış" bulunan Şeytan (İblis), Allah'ın verdiği "izin" ile İnsanları "Doğrudan" etkileme yeteneğine sahip bulunmaktadır. Böylece zamanla Ayetlerle kendilerine bildirilen gerçekleri dikkate almayan ve Şeytan'ın etkisi altına giren insanlar da "Şeytanlaşmış İnsan" olmakta ve Ayetlerde "İnsan Şeytanları" olarak belirtilmektedir. Şeytanlaşmış İnsanların Şeytanlar ile birlikte insanları "Doğru Yoldan" saptırmak ve aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldayıp bahane ve dürtüler üreterek etkili oldukları, bu nedenle Allah'ın onları tüm insanlara ve bir "insan" olan her peygamberlere de "düşman" kıldığı açıklanmaktadır. Yüce Allah diğer Ayetlerinde de Hz.Muhammed'den önce gönderdiği bütün peygamberlerin ve uyarıcıların (nebî) insanlara bir temennide bulunduklarında Şeytan'ın onların budileklerine mutlaka "nefsani" istekler katarak gölge düşürmeye kalkıştıklarını, ancak Ayetlerini kelime (kelam) ve anlam (tefsir) olmak üzere kendi içinde açıklayarak Şeytan'ın katmaya çalıştığı şeyleri etkisiz hale getirdiğini bildirmekte ve hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatmaktadır.
Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de katmaya kalkışmasın, ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder, sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (103/52), (22/52)
Kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme yapsın. Zalimler, gerçekten oldukça uzak bir ayrılık içindedirler. (103/53), (22/53)
Bir de kendilerine ilim verilenler, onun hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir. (103/54), (22/54)
İnkâr edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye yahut da kısır bir günün azabı gelinceye kadar onun hakkında hep şüphe içindedirler. (103/55), (22/55)
Allah, Şeytan'ın peygamberlerin bu temennilerini engelleyip gölgelemelerine, kalplerinde hastalık olanlar (münafıkların) ve kalpleri katılaşanlar açısından şeytanın kattığı şeyler karşısında imanlarının ne kadar güçlü olduğunu denemeleri için özellikle izin verdiğini bildirmektedir. Diğer taraftan Şeytan'a bu izinin verilmesinin, kendilerine ilim verilenler açısından Kur'an'ın hakikaten Allah tarafından gelmiş bir "gerçek" olduğunu bilmelerine, ona inanmalarına yol açtığı ve bu sayede kalplerini huzura ve tatmine (imanlarını sağlamlaştırdığı) kavuşturduğu açıklanmaktadır. İnkâr edenlerin kendilerine o saat ansızın gelinceye (ölümle yüzleşinceye) yahut da başlarına bir musibet (kısır bir günün azabı) gelinceye kadar Kur'an hakkında hep şüphe içinde olduklarına işaret edilerek, bu deneme ile inanmayıp "zalim" olanların gerçekten doğru yoldan oldukça uzak bir ayrılık içinde olduklarını; iman edenlerin de Allah'ın onları kesinlikle doğru yola yönelttiğini görüp anlayabilecekleri belirtilmektedir.
Cinlerin bir kısmının da görevleri yürütebilmeleri için kendilerine "Kısmi İrade" verilmesine rağmen, yetkilerini kullanmaları sırasında aslında kendi türlerinden olan Şeytanların etkisinde kalabildiği anlaşılmaktadır. Bu etkilerden kurtulamayıp "Şeytana Uyan" Cinler Ayetlerde "Cin Şeytanları" olarak tanımlanmakta ve diğer "Cinler" ve özellikle bazı insanlar üzerinde onları "Doğru Yoldan" uzaklaştıracak şekilde etkili olabilmektedirler. Buna göre Şeytanın etkisi altında olan "Şeytanlaşmış İnsanların" ve "Şeytanlaşmış Cinlerin" de aynı Şeytanın musallat olması gibi insanlara kötülük yapabildikleri ifade edilmekte ve bunların "Şerrinden" de Allah'a sığınılarak Dua edilmesi önerilmektedir.
"Pusuya çekilen" (21/5), (114/6)
"Cin ve insanlardan" (21/6), (114/6)
Buna göre insanların Allah’ı hatırlamaları ve anmaları sırasında Şeytanın, "Şeytanlaşmış İnsanların" ve "Şeytanlaşmış Cinlerin" etkisiz kalacağı ve insanların Allah ile olan ilişkilerinin zayıflayacağı ana kadar "Pusuya Çekilecekleri" bildirilmekte ve bu durumdan kurtulmak için Allah'a yönelerek ve O'na sığınılarak "Sadece" O'ndan yardım istenmesinin önemi hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah dileseydi "Şeytanlaşmış İnsanların" ve "Şeytanlaşmış Cinlerin" birbirlerine yaldızlı sözler fısıldayarak insanları aldatamayacaklarını ve böylece onlara düşmanlık yapamayacaklarını açıklamaktadır.
Buna göre Allah bunu "Dilemediğini", fakat Peygamber de olsa insanların "Şeytanlaşmış İnsanların" ve "Şeytanlaşmış Cinlerin" dürtülerinden etkilenebileceklerini, bu nedenle peygambere insan ve cinlerden olan şeytanları (insan ve cin şeytanların) düşman kıldığını ve bu etkilerden ancak "Akıl Kullanmak" suretiyle kurtulabilmelerini dikkate alarak bütün insanlardan onlara verilen Akıllarını işletip "İradelerini" ona göre kullanmalarını ve seçimlerini ona göre yapmalarını "Dilediğini" bildirmektedir. Yüce Yaratan bu açıklama ile "Akıl Kullanmanın" bütün insanlar için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmekte ve Hz.Muhammed'e görevini yapmasında artık bir nevi zaman kaybına neden olmaları nedeniyle, Allah'a ve Ahirete inanmayanların kalplerinin Şeytan'a kanarak ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler diye "uydurdukları şeylerle" baş başa bırakmasını öğütlemektedir.
Bunun gibi "Ortakları" olan Şeytan'ın hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar diye müşriklerden çoğuna çocuklarını (Kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdiği açıklanmaktadır. Ancak, Şeytan'a uyarak onun "Ortağı" olmasalardı Allah'ın bu insanların çocuklarını öldürmelerine engel olmayı "Dilemesinin" mümkün olabileceği, fakat bunu seçmedikleri için onları uydurdukları ile baş başa bırakmasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Böylece "Şeytana Uyan" insanlara, şayet kendilerine iletilen "Gerçekleri" dikkate almazlar ve yürüdükleri yolda devam ederlerse, yaptıkları seçimlerinin sonuçlarına katlanacakları ve onlara Peygamberler de dahil kimsenin yardım edemeyeceği açıkça bildirilmektedir.
Öte yandan Yüce Yaratan, Allah'tan gelen vahiyler dışında "Allah'ın Tek Yaratan ve Her Şeyin Yaratıcısı" olduğu gerçeğinin tartışılabileceği veya "Danışılabileceği" herhangi bir "Şahidin" bulunmadığını, bu konuda bir "Hakem" aranmasına gerek bulunmadığını ve bütün bu "Gerçeklerin" yer aldığı "Vahiylerden" oluşan "Kitabı" bütün insanlara iletilmek üzere "Açık" olarak "İndirenin" Allah olduğunu bütün insanlara iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Önceki dönemlerde Allah tarafından görevlendirilen "Uyarıcılar" aracılığı ile kendilerine "Kitap" verilen kimselerin, Kur'an’ın "Gerçekten" Allah tarafından vahiy edilerek "İndirilmiş" olduğunu "Bilecekleri" hatırlatılmakta sakın şüpheye düşenlerden olmaması Hz.Muhammed'e ihtar edilmektedir.
Bu ifadelerden önceki dönemlerde insanlara Peygamberler aracılığı ile iletilmiş olan bilgiler, öğütler ve önerilerde (Kitaplarda) Hz.Muhammed'in bütün "Alemlere" yani bildiğimiz ve bilemeyeceğimiz bütün ortamlara ve orada bulunanlara (Cinler Alemi gibi) Allah tarafından "Bağışlanmalarını" ve "Merhamet Edilmelerini" sağlamak üzere (Rahmet) bir "Kurtuluş" elçisi olarak görevlendirileceğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre bu Kitapları okumuş olan "Akıllı" insanların bu durumdan bilgilerinin bulunacağına işaret edilerek Hz.Muhammed'e Ayetleri insanlara iletirken "Kuşku" duymaması telkin edilmekte ve ona yardımcı olunmaktadır.
Ayrıca Kur'an’ın kendisine "İndirilmesi" ile, önceki Kitaplarda değinilen ve Hz.Muhammed'in bütün "Alemlere" bir kurtuluş elçisi (Rahmet) olarak görevlendirileceğini bildiren "Rabbinin" sözünün doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmış olduğu, Allah'ın sözlerini değiştirecek kimsenin bulunmadığı ve Allah'ın her şeyi işiten ve bilen olduğu bir defa daha hatırlatılarak görevinde kendisine destek olunmaktadır.
Bu Ayette belirtilen hususlar Hz.Muhammed'den önce kendilerine "Kitap" verilmiş olan (Ehli Kitap) bütün insanlar açısından da önem taşımakta ve onlara sahip oldukları "Kitaplarda" Hz.Muhammed'in bütün "Alemlere" bir kurtuluş elçisi (Rahmet) olarak görevlendirileceğinin bildirildiğine dair "İşaretler" vermektedir. Bu nedenle Allah'a inanmayanların, Allah'a ortak koşanların ve de özellikle "Ehli Kitap" olanların bu durum üzerinde düşünmeleri ve son Peygamber olan Hz.Muhammed aracılığı ile gönderilen öğüt ve önerileri içeren Kur'an’ı (Kitap) dikkate almalarının gerektiği bir şekilde onlara açıkça ihtar edilmektedir. Bütün bu uyarılara rağmen şayet yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak oluğu takdirde zandan başka bir şeye tâbi olmayan ve yalandan başka söz de söylemeyen insanların kendisini Allah'ın yolundan saptıracakları ve Allah'ın "Kendi Yolundan" sapanı ve doğru yola gideni en iyi bilen olduğu Hz.Muhammed'e ve bu vesile ila bütün "Akıllı İnsanlara" bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah herkesin yaptıklarından "Habersiz" olmadığını ve halkını önceden "Bilgilendirmeden" ve "Haksızlık" ile ülkeleri helak etmediğini açıklamaktadır.
Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helâk edici değildir. (55/131), (6/131)
Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir. (55/132), (6/132)
Rabbin zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi yaratır. (55/133), (6/133)
Size vadedilen mutlaka gelecektir; siz bunu önleyemezsiniz. (55/134), (6/134)
De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar.” (55/135), (6/135)
Buna göre Ayetlerinin iletilmesi sırasında toplumdan bazı itirazlar ve karşı koymalar gelebileceği için tebliğ görevinde yardımcı olmak üzere, herkesin yaptıkları işlere göre bir "Derecelerinin" bulunduğunu; "Zengin" ve "Merhametli" olan Allah'ın kendilerine iletilen "Gerçeklere" göre yaptıkları işlerin "Derecelerine" göre "İman Eden" toplumları "Merhametinden" ve "Zenginliğinden" faydalandıracağı ya da "Dilerse" bunlara karşı koyup "İnkar Eden" toplumları "Yok Edeceğini", başka bir kavmin zürriyetinden onları yarattığı gibi onların yerine de dilediği bir kavmi yaratabileceğini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır. Böylece inkâr eden toplumda yaşayanları uyarılmakta ve insanlara çeşitli zamanlarda ve çeşitli "Uyarıcılar" ile iletmiş olduğu "Gerçekler" ile açıklayıp vaat ettiklerinin mutlaka yaşanacağını (Geleceğini) ve insanların hiç bir şekilde bunu önleyemeyecekleri çok açık bir şekilde bütün insanlara "İhtar" edilmektedir.
Bu nedenle Hz.Muhammed'e bütün bu kesin "İhtarları" dikkate almayanlara ellerinden geleni yapmalarını, kendisinin de Ayetleri topluma bildirmeye devam edeceğini ve ölüm sonrasında yaşanacak olan "Yurdun" yani "Ahiret Yurdunun" kimin lehine olduğunu yakında bileceklerini iletmesi telkin edilerek, görevini "Azimle" yürütmesinde güçlü ve dirayetli olmasında "Yardımcı" ve "Destek" olunmaktadır.
Nitekim bir süreye kadar inanmayanlara aldırmaması, onların durumlarını izlemesi zira Allah'ın görevlendirdiği peygamberlerine söz verdiği gibi, Allah'ın peygamberleri ve onlara inananların (ordumuz) üstün geleceğini onların da göreceği Hz.Muhamme'e açıklanmaktadır.
Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: (56/171), (37/171)
Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. (56/172), (37/172)
Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. (56/173), (37/173)
Onun için sen bir süreye kadar onlara aldırma. (56/174), (37/174)
Onların halini gör, onlar da görecekler. (56/1751), (37/175)
Azabımızı acele mi istiyorlar? (56/176), (37/176)
Azap yurtlarına indiğinde, uyarılanların sabahı ne kötü olur! (56/177), (37/177)
Sen bir zamana kadar onlara aldırma. (56/178), (37/178)
Onların halini gör, onlar da göreceklerdir. (56/179), (37/179)
Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. (56/180), (37/180)
Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun! (56/181), (37/181)
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun! (56/182), (37/182)
Yüce Allah Peygamber olarak görevlendirdiği insanlara mutlaka zafere ulaşacaklarına dair söz verdiğini, her türlü zorluk ve olumsuzluk karşısında onlara yardımcı olacağını ve uyarı, öğüt ve önerilerinin insanlara ulaştırılmasında görev yapan Peygamberler "Ordusunun" şüphesiz "Üstün" geleceğini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır. Onların inanmamakta devam etmekle Allah'ın azabını acele istediklerini, azabı gördüklerinde uyarılmalarına rağmen yola gelmediklerini fark edecekleri ve durumlarının çok kötü olacağı bildirmektedir. Hz.Muhammed'e ilettiklerine inanmayıp karşı gelenlerin zaman içinde ne halde olacaklarını kendisinin göreceğini, onların da bu davranışları nedeniyle ne halde olacaklarını göreceklerini bildirmekte ve onlara bir zamana kadar aldırmamasını öğütlemektedir.
Hz.Muhammed'e ayrıca inanmayan insanlara ne zaman bir Peygamber gelse onunla alay ettikleri hatırlatılmaktadır.
Onlara bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi. (54/11), (15/11)
Böylece artık inanmayanlara aldırmayarak kendisine verilen "tebliğ" görevinin yerine getirmesinde boşuna zaman harcamaması bildirilmekte ve ona yardımcı olunmaktadır. Bu vesile ile Yüce Allah, izzet sahibi (Ulu) olduğuna işaretle inanmayanların isnat etmekte oldukları vasıflardan "Yüce" olduğunu ve o vasıflardan "Uzak" bulunduğunu bildirmekte, bütün Peygamberlere selam etmekte ve böylece insanların bildikleri ve bilemeyecekleri bütün ortamların (Alemlerin) tek İlahı (Rabbi) olduğunu ve sadece "Kendisinin" övülmesinin ve yüceltilmesinin gerektiğini bütün insanlara "ihtar" etmektedir.
İnanmayanlardan Allah'ın indirdiklerine uymaları istenildiğinde, öncekilerin gittikleri yola uyacaklarını ileri sürerek Allah'a inanmayacaklarını söyledikleri Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde: “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” derler, ya şeytan, onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse! (57/21), (31/21)
İnkâr edenin inkarı seni üzmesin, onların dönüşü ancak bizedir, işte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kalplerde olanı şüphesiz çok iyi bilir. (57/23), (31/23)
Onları biraz faydalandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz. (57/24), (31/24)
Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah..." derler. De ki: “Övgü de yalnız Allah'a mahsustur” ama onların çoğu bilmezler. (57/25), (31/25)
Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır, bilinmeli ki, asıl ganî ve övülmeye lâyık olan Allah'tır. (57/26), (31/26)
Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak yine Allah'ın sözleri tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir. (57/27), (31/27)
"Son Uyarı" olarak Hz.Muhammed'e indirilmiş olan Ayetler hatırlatıldığında "Geleneklerine" göre sahip oldukları "İnançlarını" sürdürerek kendilerine iletilen Ayetlere karşı çıkarak Ayetlere "İnanmayanların" bu sabit saplantılarını gözden geçirmeleri ve Ayetlerin üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Kur'an Ayetlerinin insanlara iletilmesinden sonra bu gibi "Gelenek" inanışlarını sürdürenlerin Ayetleri anlamaya çalışmaları halinde içinde bulundukları inançsızlığın "Şeytan'ın" onların üzerindeki etkisinin bir sonucu olabileceğini görebilecekleri hatırlatılmaktadır. Ancak Allah, bütün uyarı ve önerilere rağmen inanmamakta ısrar edenlerin bulunacağına işaret ederek, "Üzülmemesini", onların sonuçta Allah'a döneceklerini, işte o zaman yaptıklarını kendilerine haber vereceğini çünkü kalplerde olanı şüphesiz çok iyi bildiğini Hz.Muhammed'e bildirmekte ve onların bu Dünya'da biraz faydalandırıldıktan sonra ağır azaba sürükleneceklerini hatırlatmaktadır. Buna göre Yüce Yaratan Hz.Muhammed'e inanmayıp onu üzüntüye sevk edenleri, kendilerine doğru yol gösterilmesine rağmen "Akıllarını" kullanmadan karar verdiklerini ve bunun sonuçlarına da katlanmaları gerektiğine işaret ederek Üzülmemesini" ve onları daha fazla zorlamanın bir fayda sağlamayacağını açıklamaktadır.
Bir örnek olarak onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorulsa, ne cevap verirlerse versinler ve "Bilincinde" olmasalar da işaret ettiklerinin mutlaka "Allah" olduğu (tanımlanamayan bir güç diyecekleri) açıklanmakta ve Hz.Muhammed'in onlara “Övgünün" yalnız Allah'a mahsus olduğunu da iletmesi bildirilmektedir. Ancak yine de onların çoğunun bu "Gerçeği" bilmeyeceğine de işaret edilmektedir. Yüce Allah Hz.Muhammed'e tebliğ görevini yaparken bu durumu dikkate almasını önermekte ve onların çoğu bu "gerçeğe" inanmasa bile görevini sürdürmesi için destek olmaktadır.
Bu durum Allah'ın bu ortamda yaşamasını "Takdir Ettiği" bütün insanların Ruhlarını "Soylarından Çıkararak" Gerçek Ortamdaki toplaması sırasında onlara sorduğu "Ben Rabbiniz Değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Şahit Olduk" cevabı ile ilgilidir. İnsanlar bu ortamda kibirlenerek kendine lütfedilen "Akıl" unsurunu kendi küçük anlayışları doğrultusunda kullanıp "Yaratıcısını" inkâr etse bile, böyle durumlarda elinde olmadan Yaratıcısına "Sığınmaktan" kaçınamamaktadırlar. Buna göre, verecekleri cevaplarda "Yaratıcı Güç" olarak "Allah" demeseler dahi, "Bir Yaratan" olduğunu kabul etmek zorunda kalacakları ve "Yaratıcı" olarak tanımladıkları ne olursa olsun onun aslında Allah olduğu bildirilmektedir.
Yüce Allah bütün insanlara göklerde ve yerde (Evrende) ne varsa hepsinin Allah'ın olduğunu (Allah'ın Yarattığı ve Yarattıklarının Sahibi Olduğunu) hatırlatmakta; onlardan asıl "En Zengin" olanın (Ganî) ve övülmeye lâyık (Hamd) olanın Allah olduğunun "Bilinmesi" beklenmekte ve yeryüzündeki ağaçların kalem, denizler de (Arkasından daha yedi deniz katılarak) mürekkep olsa, yine Allah'ın sözlerinin yazması ile tükenmeyeceği açıklanarak Allah'ın mutlak galip ve hikmet sahibi olduğunda "Şüphe Bulunmadığı" onlara ve bütün insanlara hatırlatılmaktadır
Bu durum günümüzde de her "Aklı Başında" olan insanın yaptıklarından ve kararlarından ancak kendisinin "Sorumlu" olacağını dikkate alarak, özellikle toplumun yönetimi kendilerine "Emanet" edilenlerin, insanlar üzerinde İnanç üzerinden baskı yaparak Allah'a inanmayanları ve kendilerine iletilen "Gerçeği" bilmeyenleri kendi düşünceleri doğrultusunda inanmaya zorlamasının yanlış olduğuna işaret etmektedir.
Hz.Muhammed'e insanlar ve özellikle inanmayıp karşı çıkanlar üzerinde etkili olması için görevinde yardımcı olmak üzere bir kısım Ayetler ile önemli uyarılar ve hatırlatmalar yapılmaktadır.
Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik, o halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et. (59/2), (39/2)
Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır, O'nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler: “Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. (59/3), (39/3)
Allah, Hz.Muhammed'in vahiy yolu ile aldığı Kur'an (Kitap) konusunda herhangi bir tereddüt geçirmemesi ve Kitabın kendisine Allah tarafından Hak (Gerçek, Doğru) olarak indirdiğini, yani tüm hafızasına ve gönlüne eksiksiz olarak "Kaydedildiğinden Emin Olmasını" açık bir şekilde kendisine bildirmektedir. Buna göre Hz.Muhammed bir uyarıcı, elçi ve peygamber olduğu halde bile "Bu Kitap ile kendisine iletilen “Dinin” sadece Allah'a has olduğunu fark ve idrak ederek" O'na kulluk etmesini istemektedir.
Burada, Din olarak ifade edilen "Allah'a ve Tek Yaratıcı olduğuna olan İnanç ve buna bağlı olarak O'na yapılacak İbadetlerin", sadece Allah'a ait olduğu ve sadece O'na hitaben yapılabileceği vurgulanmaktadır. İnsanlarca bu anlam dışında din ve ibadet olarak benimsenen her türlü inanış ve ibadet biçimlerinin kendilerini "Allah'a Yaklaştırdığını" ileri sürmelerinin bir anlamı olmadığın ve bu tür inanış ve ibadetlerin ancak bu konudaki yanılgılarını kanıtladığı açıkça belirtilmektedir.
Bu tür inançlara ve hatta inançsızlıklara saplanan insanların, öncelikle tüm insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed aracılığı ile iletilmiş bulunan Kur'an’ı dikkatlice ve defalarca incelemeleri ve kararlarını bu incelemeler ışığında yeniden gözden geçirmeleri onlar açısından en faydalı ve gerekli bir davranış olmaktadır. O zaman Allah ve Allah'ın “İnsanlardan” bekledikleri ile ilgili daha anlamlı sonuçlara ulaşabilmeleri mümkün olacaktır. O zaman Allah'ın "Ayrılığa düştükleri şeylerde" vereceği "Hüküm" konusunda daha doğru bir anlayışa sahip olabileceklerdir. Tüm bu uyarılara rağmen Allaha, Allah'ın "Hak Dinine” ve bunu tüm insanlara açıklayan Kur'an’a kibirlerine yenilerek inanmayan ve inanmamakta ısrar eden böylece "Yalancı ve İnkârcı" durumuna düşen insanları "Doğru Yola" iletmeyeceğini açıkça belirtmektedir. Sadece bu nedenle bile insanların en azından "Merak Ederek" Allah'ın Hak Dini ve onu insanlara ileten Kur'an’ı önemle incelemeleri gerekmektedir.
De ki: “Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (59/64), (39/64)
Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! (59/65), (39/65)
Hayır! Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol. (59/66), (39/66)
Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah'ın tasarrufundadır, gökler Allah'ın kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir. (59/67), (39/67)
Allah ilettiklerinden kuşku duyan insanlara, Allah'tan başkasına "Kulluk" etmesini mi istediklerini sormasını Hz.Muhammed'den istediğini bildirmektedir. Böylece, bir yandan ona karşı gelenlerin düşüncelerini açıklama yapmaları için baskı yapılırken, diğer yönden bunlar yüzünden bir tereddüt yaşayarak onlara uyup Allah'a ortak koşması halinde, önceki Peygamberlere de vahiy edildiği gibi, bütün işlerinin boşa gideceğine ve "Hüsranda" kalacağına "Yemin Ederek "Hz.Muhammed'in dikkati çekilmektedir. Herhangi bir tereddüt yaşamaması için yalnız Allah'a kulluk etmesi ve "Şükredenlerden" olması Hz.Muhammed'e kesin bir ifade ile emredilmektedir. Yüce Allah bu kesin "Emri" ile birlikte, "Kendisine" karşı gelenlerin "Kıyamet" zamanında Evren'i "Dürerek" sona erdirecek "Kudret" olan Allah'ı tanıyıp bilemediklerini ve “Yüce Allah’ın” onların ortak koşmalarından "Uzakta" olduğunu hatırlatarak Ayetlerini bütün insanlara iletmesinde Hz.Muhammed'e yardımcı olmaktadır.
İnkâr edenler müstesna, hiç kimse Allah'ın ayetleri hakkında tartışmaz, onların şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın. (60/4), (40/4)
Onlardan önce Nuh kavmi ve bunlardan sonraki topluluklar da engellemeye, her ümmet kendi peygamberini yakalamaya azmetmişti, bâtılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi; bunun üzerine ben onları kıskıvrak yakaladım. İşte, cezalandırmamın nasıl olduğunu gör! (60/5), (40/5)
İnkâr edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü böylece gerçekleşti. (60/6), (40/6)
Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. (60/51), (40/51)
Şimdi sen sabret, çünkü Allah'ın vaadi gerçektir, günahının bağışlanmasını iste, akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbih et. (60/55), (40/55)
Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur.
Sen Allah'a sığın, kuşkusuz O, işiten ve görendir. (60/56), (40/56)
Hz.Muhammed aldığı vahiyleri toplumuna iletirken kendisine itiraz edip karşı gelenlerin bulunması ve onların Ayetlerde bildirilen "Uyarılara" rağmen rahat bir yaşam sürdürerek şehirlerde gezmeleri nedeniyle üzüntü duyduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah bu nedenle Hz.Muhammed'e sadece inkâr edenlerin Allah'ın Ayetleri hakkında tartıştıklarını, ayrıca bunların normal ve rahat bir yaşam sürdürmelerine "Aldanmamasını" hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma ile Hz.Muhammed'e insanların gidecekleri "Yolu" seçmelerinde serbest bırakıldıklarını, Akıllarını işletenlerin kendilerine iletilen "Gerçekler" üzerinde düşünebileceklerini, "Yaratıcıya" inananların yanında inanmamakta devam edenlerin de bulunabileceğini ve her insanın yaptıklarından "Sorumlu" olacağını düşünerek tebliğ görevinde herhangi bir "Tereddüt" yaşamaması önerilmektedir.
Nitekim aldığı vahiylere inanmayanlara, onlardan önce Nuh kavmi ve bunlardan sonraki toplulukların da Peygamberlerini engellemeye çalıştıklarını, geçersiz olan (Batıl) düşüncelerini ve uygulamalarını doğru olanın (Hakkın) yerin koymak için mücadele ettiklerini, bunun üzerine Allah'ın onları "Kıskıvrak" yakalayıp cezalandırdığı Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Ayrıca bazı Ayetlerde Allah'ın “inkâr edildiğini" veya "ortaklar koşulduğunu" gördüğü, duyduğu, bildiği halde insanlardan farklı olarak hemen cezalandırma yoluna gitmediği, her konuda olduğu gibi bu konuda da İradesine (hikmetine) göre ve dilediği zaman hükmünü icra ettiği, bunu genellikle bütün insanlara "doğru yola" yönelebilmelerine "fırsat" tanımak ve onları "sınamak" için yaptığı ve verdiği "hükmünü" insanların ölümleri sonrasına ertelediği belirtilmektedir. Buna göre bütün insanlar, görüp şahit oldukları kötülükleri yapan ve diğer insanların haklarını ele geçirenlerin (gasp eden) bazılarının hemen dünyada cezalandırılmama durumuna aldanarak “Nasıl olsa herkesin yaptığı yanına kalıyor” gibi bir yanılgıya düşmemelerinin gerektiği hatırlatılmakta ve uyarılmaktadır.
Allah'ın sözünün böylece gerçekleştiğine dikkat çekilerek "İnkâr Edenlere" ölümleri sonrasında gidecekleri yerin "Cehennem" olduğu yeniden hatırlatılmaktadır. Hz.Muhammed'e ayrıca inkar edenlerin "inkârlarına" rağmen "serbest" bırakılarak diledikleri gibi yaşamalarının kendileri için güzel ve hayırlı bir şey olduğunu sanmamaları, böylece Allah'ın onlara sadece günahlarının artması için bu fırsatı verdiği bildirilmekte ve onlar için yaşamlarında ve ölümleri sonrasındaki ortamlarda alçaltıcı bir azap bulunduğu da hatırlatılmaktadır.
İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (89/178), (3/178)
Buna ilaveten, Hz.Muhammed'e inkar edenlerin ve kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın Ayetleri hakkında münakaşa edenlerin kalplerinde hiçbir şekilde tatmin olamayacakları (asla yetişemeyecekleri) bir "büyüklük hevesi" bulunduğu da hatırlatılarak onların bu durumlarını bilmeleri (anlamaları) ve Allah'a sığınmaları önerilmekte ve Allah'ın işiten ve bilen olduğuna işaret edilmektedir. Buna karşılık Peygamberlerine ve iman edenlere ölümlerinin sonrasındaki zamanlarda "Yardım Edeceğine" dair olan "Allah'ın Vaadinin" gerçek olduğu hatırlatılarak "Sabırlı" olmaları, günahlarının bağışlanmasını istemeleri ve her zaman (Sabah-Akşam) Allah'ı "Yücelterek" anmaları önerilmektedir.
De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller gelince, sizin Allah'ı bırakıp o taptıklarınıza kulluk etmem bana yasaklandı ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.” (60/66), (40/66)
“Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan yaratan sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O'dur. Umulur ki düşünürsünüz.” (60/67), (40/67)
Hz.Muhammed'e, kendisine bildirilen "Deliller" geldikten sonra artık Allah'ı bırakıp onların (İnanmayıp kendisine karşı gelenlerin) taptıklarına "Kulluk" etmesinin yasaklandığını ve "Alemlerin Rabbine" teslim olmasının emredildiğini "İnsanlara İletmesinin" bildirildiği açıklanmaktadır. Hz.Muhammed'den ayrıca, onları "Topraktan Yaratanın", sonra meniden, sonra meni ile "Aşılanan" yumruradan (Alakadan) meydana gelmesini gerçekleştiren (Yaratan) ve sonra da bebek olarak çıkaranın, sonra onları güçlü kuvvetli bir çağa erişerek sonra da ihtiyarlamaları (Bazı insanların ihtiyarlamadan öldükleri de hatırlatılarak) ve belli bir vakte ulaşmaları için yaşatanın "Allah" olduğunu insanlara bildirmesi istenmektedir.
Burada bu Dünya ortamında gerçekleşen insanların "Hücresel" yaratılışı, mucizevi bir şekilde birkaç kelime ile özetlenmektedir. Böylece insanlar Yaratılış ve Yaratan ile ilgili olarak düşünmeye yönlendirilmekte ve bunlar üzerinde düşünerek "Doğru Yolu" bulabilmeleri umulmaktadır.
O, hem dirilten hem de öldürendir. O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız "Ol!" der, o da oluverir. (60/68), (40/68)
Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlara bakmadın mı? nasıl döndürülüyorlar! (60/69), (40/69)
Onlar, Kitab'ı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır, onlar yakında anlayacaklar! (60/70), (40/70)
Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suya sürükleneceklerdir. (60/71), (40/71)
Sonra da ateşte yakılacaklardır. (60/72), (40/72)
Sonra onlara: “Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?” denilecektir. (60/73), (40/73)
Onlar da: "Bizden uzaklaştılar, zaten biz önceleri hiçbir şeye tapmıyorduk” diyecekler, işte Allah kafirleri böyle şaşırtır. (60/74), (40/74)
Bu, sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizden ötürüdür. (60/75), (40/75)
İçinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir! (60/76), (40/76)
Onun için, sen sabret! şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir; onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını ya sana gösteririz yahut seni daha önce vefat ettiririz, nasıl olsa onlar bize döneceklerdir. (60/77), (40/77)
Yüce Allah, gücünü ve bazı niteliklerini Hz.Muhammed'e hatırlatmakta ve bunları insanlara iletmesini ancak inanmayanlara da "Sabretmesini" bildirmekte ve önermektedir. Böylece ona bu çetin görevinde yardımcı olmaktadır. Hz.Muhammed'e iletilen Yüce Allah'ın bu niteliklerinin bütün insanlar tarafından önemle dikkate alınması ve üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Zira sahip oldukları "Bilgi Birikimleri" ile açıklanan bu nitelikleri anlamaya çalışmaları halinde, üzerinde durulacak ve düşünülecek çok sayıda ipucu bulunduğu fark edilecek ve böylece bilinçsizce inkâr ettikleri "Gerçekler" hakkında bazı fikirlere ulaşabileceklerdir.
Allah hem dirilten hem de öldüren olduğunu ve herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız "Ol!" dediğini ve onun da "Oluverdiğini" bildirmektedir. Yüce Yaratan bir başka Ayetinde de Evren ortamında bulunan bütün "Canlıların" öleceğine işaret etmektedir.
Öldüren de dirilten de Allah'dur. (23/44), (53/44)
Her can ölümü tadacaktır, sonunda bize döndürüleceksiniz. (85/57), (29/57)
Buna göre "Ölüm" hali başlı başına çok çarpıcı ve "önlenemez" bir "Gerçek" olarak bütün insanların önlerinde bulunmaktadır. İnsanların nasıl ve ne zaman "Öldüklerinin", ölümün neye "Bağlı" olarak gerçekleştiğinin incelenmesi onlara bir düşünme imkânı sağlayacak ve bazı şeyleri "fark edecek" düzeye eriştirecektir. Buna bağlı olarak, "Ölüm" olayını gerçekleştiren "Gücün" önceden canlılara nasıl
"Hayat" verdiği hakkında bilgi edinilmesi de ölüm sonrasında yeniden "Diriltilmenin" tamamen bir "Hayal" olmadığı ve nasıl olabileceği konusunda bazı sonuçlara ulaşılabilmelerine yardımcı olacaktır.
Zira bu incelemeler ve araştırmalar sonucunda, bu "Evren" ortamdaki her şeyin, yani bütün "Madde" yapılarının "Meydana Gelmesi" veya "Değişime Uğraması" ile ilgili "Bütün" işlemlerin, bu ortamdaki her şeyi meydana getiren Atom Altı yapılarındaki "En Küçük Unsurda" gizli olduğu ve bu "En Küçük Unsurun" belli bir "İradeye" bağlı bulunduğu, bu "İradenin" esasen "Bizzat Allah" olduğu, "Allah'ın Halifesi" olarak faaliyette bulunmak üzere "Yaratılmış" olan ve kendilerine "Lütfedilmiş" olan "Akıl" unsuruna sahip bulunan "İnsanlar" tarafından anlaşılabileceği görülecektir. Bu durum, Ayette (Ve bu ifadelerin yer aldığı diğer Ayetlerde) geçen “O, herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız "Ol!" der, o da oluverir." ifadesi ile bütün insanlara bildirilmektedir. Allah’ın “Ol!” emri ile ilgili olarak (Allah'ın Yaratılış Emri: "Ol!") bölümünde bilgi bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi "Allah" Evren ortamının bütün olmuş ve olacak "Madde" yapılarında ve niteliğini "İzin Verilmediği İçin" asla anlayamayacağımız "Arş'ta", yani bilebildiğimiz ve bilemediğimiz "Her Yerde" ve bu arada bütün canlıların ve bütün "İnsanların" bünyelerinde her şeyin "Tek Yaratıcısı" olarak "Bulunmakta" ve her şeyi "Takdir Ettiği" şekilde "Yönetmektedir."
Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)
Buna göre Allah'ı bütün bunlardan ayrı bir "Varlık" gibi ve en kötüsü "İnsansı" bir "Bünye" olarak "Hayal" edilmesinin (Tanrı) ne kadar aciz ve bilinçsiz bir tanımlama olduğu kolayca anlaşılabilir.
Bu nedenle Kur'an Ayetlerinde sıkça yer alan Allah'tan başka tanrı yoktur, Tanrı yoktur yalnızca Allah vardır (La İlahe İllallah) ifadeleri ile insanlar "Uyarılmaktadır.
Ayetlerde bulunan bütün bu bilgileri anlamaya çalışmadan veya sadece Ayetlerin "Kelimeleri" üzerinden "Bilinçsizce" yorum yaparak tartışan insanların sahip oldukları bilgilerini ve Akıllarını kullanmayanların bu yüzden onlara "Gösterilen" bu "Gerçekler" ile ilişkilerinin kesildiği ve bu gerçeklerden "Döndürüldükleri" ve böylece Ayetlere "İnanmayıp" onları "İnkâr Ettikleri" açıklanmaktadır. Bu şekilde Allah'ın Peygamberleri ile insanlara iletmiş olduklarını (Kitabı) yalanlayıp "İnkar" eden ve inkarlarında devam edenlerin, yakında gerçekleşecek olan ölümleri Sonrasında "Gerçeği" anlayacakları bildirilmektedir.
Burada, yeniden diriltilmeleri sırasında boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sıcak suya sürüklenecekleri sonra da ateşte yakılacakları şeklinde betimleme (mecazi bir canlandırma) yapılarak inkarda ısrar edenlerin ölümleri sonrasında acı veren bir "Ceza" ile karşılaşacakları ifade edilmekte ve böylece onlara halen bu ortamda yaşarken bir "Uyarı" yapılmaktadır. Ayrıca, "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili "Gerçekler" önceki nesillerine iletilmiş olmakla birlikte, zamanla çeşitli nedenlere bağlı olarak "Değişikliğe" uğramış ve artık bir "Din" olmaktan çıkıp "Gelenek" halini almış olan "Yaratılış" inanışları nedeniyle çok sayıda "Tanrı" fikri edinenlerin ve böylece Allah'a inanmayıp geleneklerindeki "Tanrılara" inananların Allah'a "Ortak Koştukları" açıklanmaktadır.
Halen bu inanışta olan insanlara, ölümleri sonrasındaki yeniden diriltilmesi sırasında ayrıca Allah'a ortak koştukları "Şeylerin" nerede olduklarının sorulacağı, onların da cevaben onlardan uzaklaştıklarını zaten önceleri de hiçbir şeye tapmadıklarını söyleyecekleri ve ortak koşulanların da Allah'a buna dair onlardan hiçbir şahit olmadığını Allah'a arz edecekleri yine mecazi bir canlandırma şeklinde hatırlatılmaktadır. Böylece önceden "Yaratıcı" olduklarını düşünerek yalvarıp durdukları (Allah'a Ortak Koştukları) şeylerin onlardan uzaklaşmış olacağı ve kendilerinin de kaçacak yerleri kalmadığını anlayacakları bildirilmektedir.
Kıyamet gününün bilgisi O'na havale edilir. Allah'ın bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğunu yarıp çıkamaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: “Ortaklarım nerede!” diye seslendiği gün: “Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arz ederiz” derler. (61/47), (41/47)
Böylece önceden yalvarıp durdukları onlardan uzaklaşmıştır kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır. (61/48), (41/48)
İnsanların yeryüzünde kendilerine iletilmiş olan "Gerçeklere" aldırmamakla "Haksız" olarak şımarmaları ve aşırı derecede sevinip böbürlenmeleri (Kibirlenmeleri) nedeniyle bu şekilde "İnanmamaya" yönlendiklerine işaret edilerek, yapılan "Uyarılara" rağmen bu tutumlarında devam edenlerin ölümleri sonrasında, "Çirkin" bir yer olarak tanımlanan "Cehennem" ortamında azap çekecekleri bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Hz.Muhammed'e insanları "Allah'ın Dinine" çağırılmasında onlara "iyi" davranılmasının önemi ile ilgili öğütler verilmekte ve ilettiklerine karşı gelinmesi nedeniyle Şeytan'ın yapacağı dürtülerden Allah'a sığınılarak kurtulacağı açıklanmaktadır.
Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir? (61/33), (41/33)
İyilikle kötülük bir olmaz, sen en güzel bir şekilde önle, o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. (61/34), (41/34)
Buna ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. (61/35), (41/35)
Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın, çünkü O, işiten, bilendir. (61/36), (41/36)
Sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir, ebette ki senin Rabbin hem mağfiret sahibi hem de acı bir azap sahibidir. (61/43), (41/43)
Yüce Allah insanları Allah'a çağırmasından ve onlara Müslüman olduğunu bildirmesinden daha güzel bir söz bulunmadığını Hz.Muhammed'e bildirmekte ve iyilikle kötülüğün bir olmadığını hatırlamasını ve bu görevini yürütürken kötülüğü önleyip insanlara iyi davranmasını önermektedir. Böylece kendisine düşman olanların bile bu davranış nedeniyle kendisinin candan bir dostu gibi olacağına dikkati çekilmektedir.
Hz.Muhammed'e yapılan bu öneriler ile aslında bütün insanlara da uyarıda bulunulmaktadır. Buna göre, İnsanların kendilerine iletilen Allah'ın öğüt ve önerilerini dikkate almaları ve bunları işlerinde daima hatırlayıp ona göre davranmaları (Müslüman Olmaları) halinde insanlar arasında düşmanlık olmayacağı açıklanmaktadır. Ancak ayrıca "Sabırlı" olanların ve "Akıllarını Kullanarak" bu önerileri anlayabilenlerin (Nasibi Olanların), kendilerine iletilen Allah'ın öğüt ve önerilerini dikkate alabilecekleri ve bunları işlerinde daima hatırlayıp ona göre davranabilecekleri de hatırlatılmaktadır.
Öte yandan kötü düşüncelerle ilgili olan "Şeytanın Dürtülerini" hissettiğinde hemen Allah'a sığınması gerektiği, çünkü Allah'ın işiten ve bilen olduğu ve Şeytan'ın dürtülerinden kurtulabilmesi için kendisine yardımcı olacağı Hz.Muhammed'e bildirilmektedir. Ayrıca, Hz.Muhammed'e iletilen Ayetlerin bazı Peygamberlerin isimleri verilerek ve bazılarının da ismi belirtilmeden, aslında ondan önceki Peygamberlere de söylenmiş olanlardan başka bir şey olmadığı açıklanmaktadır.
Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)
Buna göre Allah'ın hem bağışlayıcı hem de cezalandırıcı olduğu hatırlatılmakta, böylece Ayetlerin insanlara iletilmesinde kendisinin hataya düşmesinin önlendiğine işaret edilerek bu görevinde Hz.Muhammed'e destek verilmektedir.
Görüldüğü gibi, Peygamber de olsa Şeytan'ın insanları yoldan çıkarmak için etkili bir şekilde kışkırtabileceği (Dürteceği) açıklanmaktadır. İnsanın ilk yaratılması ile ilgili bölümlerde değinildiği gibi, Yüce Yaratan'ın yaratmış olduğu bütün "Ortamlarda", özel olarak Allah'ın "İradesini" gerçekleştirmek üzere yaratmış olduğu "Unsurlardan" olan ve Ayetlerde "Melek" olarak tanımlanan "Yürütücü Güçler" çerçevesinde bulunan "Şeytan", Allah'ın "İzin Vermesi" ile, Allah'ın onlara bildirdiği öğüt ve önerilerine karşı gelmeleri için bütün insanlar üzerinde "Etkili" olabilmektedir. Burada Hz.Muhammed'e yapılan uyarı bu nedenle aslında bütün insanlara da yapılmış olmaktadır. O nedenle insanların Şeytan'ın dürtülerini hissedebileceklerine dikkatleri çekilerek bu durumda hemen Allah'ı "Hatırlamaları" ve Allah'a "Sığınmaları" gerekmektedir.
Önceki peygamberlere de iletilen gerçeklerin ve önerilerin kendisine de bildirildiği, onların toplumlarının aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştükleri belirtilerek bütün insanlara "Allah'ın Kitabına" inandığını bildirmesi, onları "Allah'ın Yoluna" davet etmesi ve dosdoğru olması Hz.Muhammed'e öğüt verilmektedir.
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı; fakat kendilerini çağırdığın bu, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. (62/13), (42/13)
Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler, eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi; onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler. (62/14), (42/14)
İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol, onların heveslerine uyma ve de ki: “Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işledikerimiz bize; sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.” (62/15), (42/15)
Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur, onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır. (62/16), (42/16)
Allah'ın "Ruhundan Esinti" taşıyan (Ruhundan Üflediği) ve Ruhunda Allah'ın lütfedip eklediği "Akıl" unsuru ile Allah'ın "İzni" ile Şeytan tarafından eklenen diğer "Olumsuz" unsurlara da sahip olan İlk İnsanların (Adem ve Havva) bu Dünya ortamında ortaya çıkıp yaşamaya başladıkları Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır. (Bu konuda Adem ve Soyu bölümünde ayrıntılı inceleme bulunmaktadır)
Böylece ilk olarak Adem ve Havva'nın benliğinde yer alan “Bütün Yaratılışların tek Yaratıcısının yalnız Allah olduğu" inancı (Din), onlardan sonra gelen "Akıllı İnsanlara" iletilmeye başlanmış olmaktadır.
"Akıllı İnsanların" Dünya ortamında İlk olarak Adem ve Havva'dan olan çocukların ve bu çocuklardan olan çocuklarının; bu Dünya ortamında çeşitli aşamalardan geçerek "İnsan Beden" yapısına erişen "İnsansılar" ile "Birleşerek" giderek çoğaldıkları ileri sürülebilir.
Sizi bir tek nefsten yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur. Eşi ile, eşi hafif bir yük yüklendi , onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: “Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız” diye dua ettiler. (39/189), (7/189)
Bu "Akıllı İnsanların", kendilerine öğretilen Dinin (Bütün Yaratılışların tek Yaratıcısının yalnız Allah olduğu inancının) zamanla Akıllarını kullanmakta zayıflık gösterdikleri, "Şeytan'ın" Ruhlarına eklediği unsurlarının etkisinde kaldıkları, sonuçta "Bencillik" duygularının öne geçmesi ile inançlarının önemli ölçüde değişerek bozulduğu ve çıkarlarına (nefslerine) daha uygun olan bu bozulmaları benimseyerek kendileri tarafından geliştirilen yeni inanışlara (Din) yöneldikleri tarihsel araştırmalardan da görülebilmektedir. Yüce Allah, toplumdan "Seçtiği" bazı insanlara "Vahiy" ederek insanlara içine düştükleri bu "Sapmaları" gösterdiğini ve onları yeniden “Bütün Yaratılışların tek Yaratıcısının yalnız Allah olduğu" inancına, yani Dine (Doğru Yola) yönlendirdiğini Ayetlerinde bildirmektedir. Ayetlerde bu insanlar "Peygamber" ya da "Uyarıcı" olarak tanımlanmaktadır.
Bu gün eldeki dini belgeler ve yapılan bilimsel araştırmalara dayanılarak, Adem ve Havva'nın yaklaşık olarak 20.000 yıl önce bu ortamda ortaya çıktığı ve bu ortamda yaklaşık 4 Milyon yıl önce başlayan "Yaşamın" değişimi ve gelişimi (Evrim) sonucunda 200.000 yıl önce "Gerçek Ortamda" yaratılmış olan Adem ve Havva'nın "İnsan" yapısına en yakın hale ulaşarak "Hazırlanmış" olan "İnsansı" yapılarla (Homo Sapien) birleştikleri ve bu "Yeni" neslin "Akıllı İnsanlar" olarak çoğaldıkları varsayılabilir. (Adem ve Havva'nın Dünya'da ortaya çıkması konusunda "Adem ve Soyu" bölümünde bilgi bulunmaktadır.)
Adem ve Havva'nın bu Dünya ortamında yaşamaya başlamasından önce, günümüzden 200.000 yıl öncesinden itibaren yaklaşık 12.000 yıl öncesine kadar olan dönemde, Dünya'da yaşamakta olan "İnsansı" yapılarda "İnanç" belirtileri olarak düşünülebilecek uygulamaların, sadece ölülerin gömülmeleri ile ilgili oldukları ve bunların zamanla değişime uğrayıp çeşitlendikleri bilinmektedir.
https://en.wikipedia.org/wiki/Timeline_of_religion
Yaklaşık 12.000 yıl öncesine ait zamandan kalan Göbeklitepe" kalıntılarında insan yapımı en eski "İbadet" amaçlı yapıların bulunması, yine günümüzden yaklaşık 9.500 yıl öncesine ait "Çatalhöyük" kalıntılarında "Şehirleşme" ile ilgili kanıtlara rastlanması, yerleşik ve toplu yaşam düzenine geçmiş olmaları ve tarımsal faaliyetlerde bulunmaları da dikkate alındığında, buralarda yaşamış olanların "Akıllı" insanların öncülerinden olduklarını ve bıraktıkları yapıtların bir bölümünün "Tamamen aynı olmasa da" Adem tarafından öğretilenler (Dini İnançlar) ile ilgili olduklarını düşündürmektedir. Nitekim son dönemde buralarda bulunan heykel yapıtları, "İnsanlık Tarihinin" bu "ilk" dönemlerinde sanat eserleri yapacak kadar gelişmiş olduklarını gösterdiğine işaret etmektedir.
Tarihin sıfır noktasında heyecanlandıran keşif - Kültür-Sanat haberleri – Sözcü (sozcu.com.tr)
İbadet ile ilgili yapıtlarda yürütülen "Dinsel" törenlerin ve uygulamaların nitelikleri ile ilgili olarak açık bilgiler bulunmamaktadır. Ancak buradaki Dini uygulamaların, Adem'in çocuklarına öğrettiği “Bütün Yaratılışların tek Yaratıcısının yalnız Allah olduğuna" olan "İnançlarından" çok "Farklı" olduğu İleri sürülebilir. Zira Adem ve Havva'nın "Çocuklarının" inançlarının da, o sırada etraflarında bulunan "İnsansı" yapılarla birleşerek çoğalmaları sürecinde "İnsansı" yapıların "içgüdüleri" ve buna göre göre gelişen "Zekaları" ile edindikleri davranış biçimlerinin de etkisi ile, değişikliğe uğrayıp çeşitlendikleri düşünülebilir.
Bu durumun "Akıllı İnsanların" böylece çoğalıp bütün Dünya yüzeyine "Yayılmaları" ile her bölgede birbirinden "Farklı" inanış biçimlerinin ortaya çıkmasına ve ilk öğretilerden kalan bazı şeylerin de atık birer "Efsane" haline gelmesine neden olduğu, "İlk İnsanlara" ait "Bulgulardan" görülebilmektedir. Böylece Adem'in ilk olarak "Çocuklarına" öğrettiği "Öğretilerin" köklü bir biçimde değişikliğe uğradığı ve "İlk Halinden" tamamen farklı olarak çok sayıda değişik şekillerde devam ettiği anlaşılmaktadır.
Buna göre, Adem'den sonraki uzun dönemde çoğalan "Akıllı İnsanların" Adem'in "Öğretisi" olan Allah'ın bütün yaratılışların "Tek Yaratıcısı" olduğu inancının (Dinin) değişikliğe uğraması üzerine, ayakta tutulmasını ve onda ayrılığa düşülmemesini, Adem'den yaklaşık olarak 9.500 yıl sonra ve günümüzden yaklaşık olarak 7.500 yıl önce yaşadığı düşünülen toplumda "Uyarıcı" olarak seçmiş olduğu Nuh Peygambere tavsiye ettiği anlaşılmaktadır. Adem ile Nuh Peygamber arasındaki dönemde Allah'ın "Ruhunu" taşıyan "Akıllı İnsanlar" çoğalırken "İnsansı" yapılar giderek ortadan kalkmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile, yaklaşık olarak günümüzden 17.000 yıl önce artık bu ortamda Allah'ın "Ruhunu" taşıyan "Akıllı" insanlar (Adem ve sonrası) bulunmakta olduğu, bu insanların Ruhlarının "Elest" toplantısında "Şahitlik" ettikleri Allah'ın bütün yaratılışların 'Tek Yaratıcısı' olduğu inançlarının (Dinin), zamanla "Şeytan'ın Etkileri İle" bozulması ya da değişikliğe uğraması üzerine, yaşadıkları toplumlarda aralarından "Seçilenlere" insanları "Uyarma" görevi verildiği ve böylece "Akıllı İnsanların" Yüce Allah tarafından yeniden "Dine" yönlendirildiği, bu uyarıları dikkate alarak "Kendisine Yönelenleri" de "Doğru Yola" yani "Dine" ulaştırdığı, Kur'an Ayetlerinde belirtilmektedir.
Bu varsayıma göre Yüce Allah "Akıllı İnsanları" ilk defa Nuh Peygamber ile "Kapsamlı" bir şekilde "Uyarmış" olmaktadır. Daha sonraki geniş çaplı "Uyarıların" da günümüzden yaklaşık olarak 4.000-4.500 yıl önce İbrahim, 3.000-3.500 yıl önce Musa, 2.025 yıl önce İsa ve 1.450 Yıl önce de Hz.Muhammed Peygamberlere vahiy edildiği ve bunlardan Musa'ya (Tevrat), İsa'ya (İncil) ve Hz.Muhammed'e (Kur'an) vahiy edilenlerin "Yazılı" hale getirildiği (Kitap), ancak bu kitaplardan sadece Kur'an’ın "Özgün" halini koruyabildiği Ayetlerden ve diğer "Bilimsel" araştırmalardan anlaşılmaktadır.
Yüce Allah, Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğini ve Hz.Muhammed'e vahiy ettiğini, bütün "Akıllı" insanlara "Din" kıldığını bildirmektedir. Bir diğer Ayetinde de insanlar için "Din" olarak İslam'ı seçmiş olduğunu bildirilmektedir. Buna göre Yüce Allah insanlara iletmiş olduğu Allah'ın bütün yaratılışların "Tek Yaratıcısı" olduğuna (Dine) dair bütün öğüt, öneri ve uyarılarına "İslam" adını vermektedir.
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)
Buna göre Yüce Allah Adem'e öğrettiklerini, Nuh'a, tavsiye ettiklerini, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ve "Vahiy" ettiklerini ve Hz.Muhammed'e vahiy ettiklerini bütün "Akıllı" insanlara "Din" kıldığını bildirmektedir. Yüce Allah böylece, insanlara iletmiş olduğu bilip bilemediğimiz her türlü "Maddi" veya "Maddi Olmayan" bütün yaratılışların "Tek Yaratıcısı" ve "Sahibi" olduğuna (Dine) dair bütün öğüt, öneri ve uyarılarına "İslam" adını vermiştir.
Fakat, kendilerine Peygamberler (Uyarıcı) tarafından "Gerçekler" iletildikten (İlim Geldikten) sonra insanların aralarındaki çekememezlik ve "Kibirleri" yüzünden "Din" konusundaki anlayışlarının "Şeytan'ın" etkisi ile zayıflaması sonucunda peygamberi ve uyarıcıları yalanladıkları, özellikle de gelen "Kitaplar" konusunda ayrılığa düştükleri, onlardan sonra kitaba vâris kılınanların da onun (Kur'an) hakkında derin bir şüphe içinde bulundukları ve bütün insanların "Çağrıldığı" bu "Dinin" Allah'a ortak koşanlara "Ağır" geldiği Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ve bu vesile ile bütün insanlara, eğer "Belli bir süreye kadar" bir erteleme sözü vermemiş olsaydı, bu inkar edenler için "hemen" hüküm vermiş olacağını açıklamaktadır. Buna göre Hz.Muhammed'e insanları Allah'a inanmaya ve ilettiklerine uymaya davet etmesini, "emrolunduğu" gibi "dosdoğru" olmasını, onların heveslerine uymamasını ve onlara “Ben Allah'ın indirdiği Kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize; sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de Allah'adır.” diyerek kendisine verdiği "görevi" yerine getirmesini bildirmektedir. Ayrıca, Hz.Muhammed'den onlara yapılan bu davet kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delillerinin Allah katında boş (değersiz) olduğu ve onlar için "çetin" bir azap bulunduğunu iletmesi istenmektedir.
Yüce Yaratan, Ayetlerinde bildirdiği bunca bilgiye rağmen inanmamakta devam edenlere bu davranışlarını sorgulayabilmeleri için, inanmamalarına neden olan bilgiyi onlara veren ve Allah'ın "İzin" vermediği bir dini getiren "Ortaklarının" olup olmadığını sormasını Hz.Muhammed'de önermekte, ayrıca eğer "Belli bir süreye kadar" bir erteleme sözü vermemiş olsaydı, böyle "Uydurulmuş" inanışları (Din) nedeniyle Hz.Muhammed'in ilettiği "Gerçekleri" inkar edenler arasında hemen hüküm verilmiş olacağını da Hz.Muhammed'e ve bu vesile ile bütün insanlara bildirmektedir.
Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi; şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır. (62/21), (42/21)
Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin, iman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler, Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır; işte büyük lütuf budur. (62/22), (42/22)
İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: “Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.” (62/23), (42/23)
Yoksa onlar, ''Allah'a karşı yalan uydurdu'' mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir. (62/24), (42/24)
Dünya'da yaşarken Allah'a inanmayıp "Zalim" olanların ölüm sonrasındaki ortamda kendilerine söylenmiş olan can yakıcı "Azap" başlarına gelirken korkudan titrediklerini, iman edip iyi işler yapanların da Cennet bahçelerinde ve Rablerinin yanında olacaklarını, onlar için diledikleri her şeyin bulunduğunu, işte bunun Allah'ın büyük "Lütfu" ve müjdelediği "Nimet" olduğunu ve buna karşılık onlardan "Akrabalık Sevgisinden" başka bir ücret istemediğini, kim iyilik isterse onun kazancının (Sevabının) fazlasıyla verileceğini, şüphesiz Allah'ın affeden (Bağışlayan) ve şükrün karşılığını veren olduğunu insanlara iletmesi Hz.Muhammed'e bildirilmekte ve onların bu "Yanlış" tutumları üzerinde düşünmesi önerilmektedir. Böylece inkarda devam edenlerin "Doğru Yola" ulaşmaları için tebliğ görevini yerine getirmesinde Hz.Muhammed'e destek verildiği anlaşılmaktadır.
Allah ayrıca okur yazar olmamasının ve o zamana kadar toplumu yönlendirebilecek herhangi bir "Niteliğinin" bulunmamasının da etkisi ile, insanların kendilerine ilettiği Ayetler karşısında kuşku duyarak onun "Yalan Uydurduğunu" ileri sürmeleri karşısında, dilerse Allah'ın kendisinin kalbini de mühürleyeceğini insanlara iletmesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Allah Ayetinde bütün geçersizlikleri, haksızlıkları, gerçeklere uymayanları, boş şeyleri (Bâtılı) yok edeceğine, Ayetleri (Sözleriyle) doğru olanı ve gerçekleri (Hakkı) ortaya koyduğuna ve şüphesiz kalplerde olanları bildiğine işaret ederek görevini sürdürmesinde Hz.Muhammed'e "Güven" vermektedir.
Allah'ın, "Belli bir süreye kadar" bir erteleme sözü vermiş olmasının, ilk insanı (Adem ve Eşini) yaratması sırasında itirazda bulunan Şeytan'ın insanları yoldan çıkaracağına dair olan iddiasının "Akıllı İnsanlar" için etkili olmayacağını ona "Göstermesi" için, Şeytan'a verdiği "İzin" ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Akıllı İnsanların Akıllarını kullanarak Şeytan'ın vesvese ve dürtülerini "Anlamaları" ve "Doğru Yola" ulaşmalarının mümkün olduğuna işaret edilmektedir. Öte yandan, Hz.Muhammed'e tebliğ görevini yaparken dikkate alması ve onları "İkna" edebilmesi için, Şeytan'ın etkisi ile kendilerine iletilen gerçekler (Kitaplar)konusunda ayrılığa düşen ve inanmayanların ve onlardan sonra da "Kitaba" vâris kılınanlar arasından ayrılığa düşen ve kibirlenerek "İnanmama" yolunu seçenlerin Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" hakkında derin bir şüphe içinde oldukları bildirilmektedir.
Allah, bazı Ayetlerinde açıkça belirttiği gibi, burada insanların tamamının inanan olmasını "Dileseydi" bunun kendisi için çok kolay olacağını hatırlatmaktadır. Nitekim Allah insanlara belli bir süre vererek bütün insanları "Lütfettiği" akıl ve iradeleri ile serbest bırakmış ve onlardan olgunlaşarak gönderilen öğüt (Kitaplar) ve ip uçları ile Allah'ı tanımalarını beklenmiştir. Aksi halde, tüm insanların kayıtsız olarak "Kendisine" teslim olmaları her an yapacağı bir husustur. Bu bakımdan, diğer dinlerin de aslında insanları Allah'ı tanımaya yönlendirdiği ancak, insanların nefslerine (Bencilliklerine) yenik düşerek aralarında anlaşmazlıklara düştükleri ve şüphe içinde kaldıkları açıklanmaktadır. Anlaşmazlıkların boyutlarının ve kapsamının insanların "Benliklerinin" kontrol edilememesi ve daima "Çıkarlarına" göre öncelik verilmesi yüzünden çok çeşitlendiği ve sonuç olarak çok sayıda "İnanış" ve öğretilerin insanlar arasında yayıldığı veya önceki Peygamberlerce iletilen "Din" konusunda değişiklikler yapılarak asıl amaçlarından saptırıldıkları tarihi bir gerçektir. Ancak Yüce Allah Kur'an’da "Kendisine" inanmak konusunda yeterli bilgiye sahip olamayan ve yapılan uyarıları değerlendiremeyen ancak "İyi İşlerde" bulunanların "Ecrinin" yani emeğinin karşılığının yine "Kendisi" tarafından verileceğini de bildirerek onları "Son Uyarı" konusuna ilgi göstermeye ve incelemeye davet etmektedir.
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar, biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz. (69/30), (18/30)
Yahudiler yahut hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur.Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de. (87/111), (2/111)
Bilakis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de üzüntü çekerler. (87/112), (2/112)
Bu şekilde yapılan "Son Uyarıya" ilgi gösteren inanmayan veya çeşitli dinlere mensup olan kişilerden de Allah katında değerli olanlar bulunduğuna işaret edilmektedir. İşte bu nedenlerle Yüce Allah Hz.Muhammed'e insanları özünde Allah'ın bütün yaratılışların 'Tek Yaratıcısı' olduğu inancı bulunan Din'e (Doğru Yola) davet etmesini ve "Emrolunduğu" gibi dosdoğru olmasını öğütlemektedir. Bu öneri doğrultusunda "Tebliğ" görevini yaparken hataya düşmemesini sağlamak üzere de kendisine karşı gelenlerin ve inanmakta şüphe içinde olanların heveslerine uymaması hatırlatılarak onlara iletmekte olduğu ve Allah'ın kendisine indirdiği (Vahiy ettiği) Kitaba inandığını, aralarında adaleti gerçekleştirmekle emrolunduğunu, Allah'ın kendisinin ve onların da sığınacakları ve tapacakları "Tek" kudret ve makam (Rabbi) olduğunu söylemesi bildirilerek kendisine destek olunmaktadır.
Ayrıca, kavmine ve aslında bütün insanlara Hz.Muhammed'in işlediklerinin sorumluluğunu üstlendiği ve sonuçlarına katlanacağı ve herkesin de işlediklerinin sorumluluklarının kendilerine ait olacağı bildirilerek, bu konuda Hz.Muhammed ile insanların sorumlulukları arasında tartışılabilecek bir konu bulunmadığına; Allah'ın herkesi bir araya toplayacağına ve ölüm sonrasında "Dönüşün de" Allah'a olacağına işaret edilmekte ve bu gerçekleri dikkate alarak davranmaları bütün insanlara ihtar edilmektedir.
Hz.Muhmmed'e hitaben yapılan bu açıklamalar aslında bütün insanlar tarafından da dikkate alınmalıdır. Her şeyi "Yaratan" bir "Gücün" hayal edilmesi insanlara, bu ortamdaki konumları ve anlayış açıları nedeniyle, "Mantıksız" ya da "İnanılmaz" gibi görünmektedir. Ancak böyle bir "Gücün" varsayılması halinde, bu "Gücün" Ayette belirtilen hususların gerçekleşmesi için yeterli olacağının da kabul edilmesi anlamına geleceği açıktır. Buna göre böyle bir güç, insanların düşüncelerinde (Kalplerinde) olanları da "Şüphesiz" bilmektedir. Bu nedenle Akıllı İnsanlardan Kur'an’da yer alan bütün Ayetleri bir "Bütün" olarak ele alıp değerlendirerek, kendilerine iletilen ve özünde bünyelerinde "Allah'ın Ruhunu" taşıdıklarını ve Allah'ın bütün yaratılışların 'Tek Yaratıcısı' olduğuna Ruhlarının "Elest" toplantısında "Şahitlik" ettikleri inançlarını (Dini) fark etmelerini sağlayacak olan "Asıl Mesajı" araştırmaları beklenmektedir.
Yüce Allah bu Dünya ortamında kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostunun olmayacağını hatırlatmaktadır.
Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: “Dönecek bir yol var mı?” dediklerini görürsün. (62/44), (42/44)
Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin, inananlar da: “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler. (62/45), (42/45)
Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur. (62/46), (42/46)
Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun, çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz. (62/47), (42/47)
Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik, sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir, ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür! (62/48), (42/48)
Buna göre kendilerine iletilenlere inanmayı inkâr edenleri doğru yoldan "saptırdığına" işaret ederek bu ortamında saptırdıklarının (Zalimlerin) sapkınlıkları nedeniyle ölüm sonrası ortamda azabı gördüklerinde “Dönecek bir yol var mı?” dediklerini, ayrıca "Ateşe" arz olunurlarken onların, aşağılanmaları yüzünden (Zilletten) başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceğini ve orada bu duruma şahit olan inananların da böyle aşağılananların yeryüzündeki yaşamlarındaki inkarları nedeniyle kendilerini ve ailelerini ziyana soktuklarını anlayacaklarını Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Bu durumda olanların "Kurtuluşa" çıkan bir yollarının ve Allah'tan başka onlara yardım edecek hiçbir dostlarının bulunmadığının ve sürekli "Azap" içinde olacaklarının kesinlikle bilinmesi, bu nedenle de geri çevrilmesi imkansız olan, sığınılacak hiçbir yer bulunmayan ve itiraz da edilemeyen o günden (Ölümlerinden) önce Allah'a "Uymaları" bütün insanlara bir "İhtar" olarak Hz.Muhammed'e bildirilmektedir. Bütün bu ihtar ve uyarılara rağmen insanların ilettiklerinden yüz çevirmeleri halinde, Allah Hz.Muhammed'i onları zorla yola getirmek üzere onların üzerine "Bekçi" göndermediğini, kendisine düşenin sadece bu ihtar ve uyarıları onlara "Duyurmak" olduğunu bildirmektedir. Ayrıca benliklerinde bulunan unsurlardan ötürü insanlara "Kendi Katından" bir "Rahmet" tattırdığı zaman, yani işlerinin yolunda gittiği ve isteklerini gerçekleştiği zaman ona sevindiğini, ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insanın "Bunları gerçekleştireni unutup" pek nankör olduğunu hatırlatarak, Hz.Muhammed'e karşılaştığı itiraz ve kuşkulu yaklaşımlar karşısında görevini daha etkili ve doğru olarak yapmasında destek olunmaktadır.
Burada üzerine özellikle durulması gereken bazı durumlara işaret edildiği görülmektedir. Öncelikle "Allah kimi saptırırsa" olarak işaret edilenlerin, kendilerine Peygamber tarafında iletilen Allah'ın öğüt, öneri ve uyarılarına aldırmayan insanların doğru yoldan "Sapmış" olacakları diğer ilgili Ayetlerde belirtilmektedir. Bu nedenle Allah'ın insanları "Dilediği" gibi saptırdığı şeklinde bir anlayışa sahip olunmaması gerekir. Zira aslında insanlar kibirlenerek ve kendilerini her şeyden "Üstün" ve "Yetenekli" görerek bu uyarılara aldırmamakla "Sapmış" olmaktadır. Yani Allah insanları saptırmamakta fakat "Akıllarını" kullanamamaları yüzünden kendilerini "Allah'ın Saptırmış Olduğu" insanlar arasına dahil etmektedirler.
Bir diğer husus, sapmış olanların ölümlerinden sonraki ortamda artık onların hiçbir yardımcı veya dostlarının bulunmayacağı ve devamlı olarak bu "Seçimleri" nedeniyle azap çekeceklerinin bütün insanlara hatırlatılmasıdır. Bu hatırlatma ile insanlara yeryüzündeki yaşantılarında gördükleri ve deneyimledikleri her konuda araştırmacı olmaları ve daima çevresi ile ilgilenerek bunların nasıl oluştukları üzerinde düşünmeleri önerilmektedir. Zira ölümlerinden sonra da insanların şu andaki "Ruhlarının" yani "Benliklerinin" ve "Bilinçlerinin" devam edeceği, onlara Dünyadaki yaşamlarının "Bütünüyle" gösterileceği, bu nedenle de daima bir "Pişmanlık" hissedecekleri anlaşılmaktadır. Bu uyarılara "İnanmamış" olarak Ahirete intikal eden (Ölen) insanların, ölüm sonrası ortamda yeniden oluşturulacak olan "Bedenlerinde" devam etmekte olan "Ruhlarında" bulunan "Bilinçleri" ile hissedecekleri bu pişmanlık duygusunun şiddeti ve şekli şu anda bilemeyeceğimiz bir "Azap" olarak tanımlanmaktadır. Bu azabın anlaşılabilmesi için mecazen Dünya ortamında "Ateş" karşısında hissedilen acı ve eziyet ile kıyaslama yapılmaktadır.
Yüce Allah, önemle üzerinde durulması gereken bir uyarı olarak, ilettiklerine inanmayıp onlardan yüz çeviren insanları zorla inandırmaya çalışmamasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Buna göre Allah, Ayetteki açık ifadeler ile Hz.Muhammed'i inanmamakta devam edenler üzerine "Bekçi" göndermediğini, ona düşenin sadece bu ihtar ve uyarıları insanlara "Duyurmak" olduğunu açıklamaktadır. Bu ifadelerin, özellikle günümüzde yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlara önemli bir "İhtar" olarak dikkate alınması gerekmektedir. Zira, insanlar çıkar sağlamak ve sürdürmek uğruna diğer insanlar üzerinde etkili olabilecek her şeyden yararlanmaktan çekinmemektedir. Bunlar arasında "İnanç" bu amaçla yararlanılabilecek en kolay ve en önemli bir yeri işgal etmektedir.
İnsanlar çağlar boyunca kendilerine çok sayıdaki "Uyarıcılar" tarafından iletilen "Yaratılış" ve "Yaratan" konularındaki "Gerçekleri" dikkate almamaları halinde, onlar üzerinden çıkar sağlayanların bu "Gerçekleri" kendi amaçlarına göre "Korkutarak" veya gelenek ve alışkanlıklarını öne çıkararak ve sadece "Kendilerinin" söylediklerinin "Doğru" olduğuna inandırmaları suretiyle insanları "Yeniden Şekillendirip" onları yönlendirmeleri ve üzerlerine "Bekçi" olmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Bu nedenle insanlardan, tarikat, cemaat gibi örgütler kurarak bir nevi "Bekçilik" yapmaya çalışanları görmeleri ve artık "Son" olarak Hz.Muhammed ile iletilen "Gerçekleri" kendi "Akılları" ve sahip oldukları bilgi birikimleri ile incelemeleri, bunun için kimsenin onları "Yönlendirmesine" gerek bulunmadığını ve "Yaratılış" ve "Her Şeyi Yaratan" hakkında (Din) kendilerinin içtenlikle ve en samimi bir "Anlayışa" ulaşmalarının (Takva Sahibi Olmalarının) beklendiğini anlamaları beklenmektedir. Çünkü bu "Uyarı" ile, "Birilerinin" Allah'ın insanlara ilettiği Dine (Gerçeklere) ulaşılmasını sağlamak üzere yol göstermesi ve telkinlerinin doğru olup olmadığını ve bu konudaki "Samimiyetlerini" ve "İçtenliklerini" ancak sahip oldukları "Akıl" ve "Takvaları" ile davranan insanların görebileceği açıklanmaktadır.
Bu durumun özellikle kendilerine toplumun yönetimi emanet edilenler tarafından dikkate alınması ve yönetim işlevini yerine getirirken bu uyarıları bir an bile unutmamaları gerekmektedir.
Yüce Allah Ayetlerinde Hz.Muhammed'e bazı önemli hususları canlandırmalar ve mecazlar şeklinde bildirmektedir. Böylece kendisine bildirilenleri öncelikle kendisinin güçlü bir şekilde hissetmesi ve gözünde canlandırdığı bu bilgileri insanlara kesin ifadelerle iletmesine yardımcı olunmaktadır.
İnanmayan insanların bir bahane olarak, Allah her şeyi bilen ve "Yaratan" olduğuna göre Allah'ın "Dilemesi" halinde kendilerinin de inkarda olmayacaklarını ifade ettikleri Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır.
Ve dediler ki: “Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık.” Onların bu hususta bir bilgileri yoktur, onlar sadece yalan söylüyorlar. (63/20), (43/20)
Yoksa bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar? (63/21), (43/21)
Hayır! "Sadece, biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz" derler. (63/22), (43/22)
Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: “Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız” derlerdi. (63/23), (43/23)
“Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirmişsem?” deyince, dediler ki: “Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz.” (63/24), (43/24)
Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu? (63/25), (43/25)
Diğer bazı Ayetlerde de belirtildiği gibi, "Yaratıcı" ile ilgili olarak iletilenlere inanmayan ve bunları inkâr edenlerin inançsızlıklarına veya başlarına gelen olumsuzluklara karşı "Allah dileseydi öyle olmazdı" olarak özetlenebilecek bir düşünceyi kendilerince mantıklı ve doğru bulduklarına işaret edilmektedir. Buna göre Hz.Muhammed'in bildirdiği Ayetlerde açıklanan "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili konulardaki "Gerçeklere" inanmayanların bu düşüncelerinin en "Akıllı" seçim olduğunu düşündükleri ancak bu durumun inanmamalarına bir "bahane" olarak ileri sürdükleri görülmektedir.
Yüce Allah bu durumda olanların neden bahsettikleri ile ilgili bir "bilgilerinin" bulunmadığına ve onların sadece yalan söylediklerine işaret etmekte ve onlara bundan (Kur'an) önce bu konuda bir bilgi (Kitap) verildi de ona göre mi bu iddialarda bulunduklarını sormaktadır. İnkâr edenlerin bu soruya kendilerinden öncekilerin inanışlarına bağlı kaldıkları ve onları sürdürdüklerini söyleyeceklerine dikkat çekilmektedir. Yüce Yaratan Hz.Muhammed döneminde etrafında bulunan "İnkarcıların" ileri sürdüğüne işaret ettiği bu cevabın, daha önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişse mutlaka oranın "Varlıklıları" tarafından dile getirildiğini açıklamaktadır. Allah, Hz.Muhammed'in onlara babalarının üzerinde bulunduğundan (İnandığı) daha "Doğru" olanını getirdiğini ilettiğinde de onunla gönderilen gerçekleri "Şey" olarak nitelendirerek inkar ettiklerine dikkat çekerek önceki dönemlerde gönderdiklerini yalanlayanlardan "İntikam" aldığını ve sonlarının nasıl olduğunu Hz.Muhammed'e hatırlatmakta ve bunlara üzülmemesini, bu durumun "Tebliğ" görevini yapmasında bir "Engel" olmadığını kendisine bildirmektedir.
Ayetlerde Hz.Mhammed’den önceki toplumlara gönderilen uyarıcılara da (Peygamber) mutlaka oranın “varlıklılarının” itiraz ettikleri ve babalarının üzerinde bulundukları inançlarının (din) izlerine uyduklarını belirttikleri açıklanmaktadır. Benzer şekilde her şeyi bilen ve "Yaratan" olduğuna göre Allah'ın "Dilemesi" halinde kendilerinin de “inanmışlardan” olabileceklerini bir bahane olarak ileri süren “inanmayanların” günümüzde de daha çok “varlıklı” ve “çok bilen” kimseler oldukları görülmektedir. Bu kimseler özetle madem Allah her şeyi "Yaratan" ve her şeyi "Bilen" ise, bütün insanların ve bizlerin de "İnanmış" olmamızı sağlayabilirdi ve böylece bizler de inanmış olurduk şeklindeki değerlendirmeler günümüzde de Allah konusunda bir karşı duruş olarak ileri sürülmektedir.
Ayetlerde inkâr eden önceki toplumlardan "İntikam" aldığını açıklayana Yüce Yaratan'ın, önceki dönemlerde daha çok yeryüzünde meydana gelen ve anlaşılamayan "Felaketler" şeklinde gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Sonraki dönemlerden insan aklının ve bilgi düzeyinin gelişmesi ile uyumlu olarak, bu "İntikamını" insanların ulaştığı bilgi düzeyi ile anlayabilecekleri "Beklenmedik" biçimlerde ve kişisel veya toplumsal olarak "Her An" gerçekleştiği söylenebilir. Bu nedenle, inanmamakta devam eden insanların karşılaştıkları ve yaşadıkları her türlü “beklenmedik” durumu bu açıdan da değerlendirmeleri ve "Yaratan" konusundaki düşüncelerine gözden geçirerek kendilerine iletilmiş olan "Gerçekleri" araştırmaları yapılacak en “doğru” davranış olacaktır. Zira Allah onların "İnanmış" olmalarını ancak o zaman "Dilemiş" olacaktır.
Yüce Allah Ayetlerinde İbrahim Peygamberin Yüce Allah'a "iman etmiş" olması nedeniyle babası ve toplumu ile olan ilişkilerinden örnekler vererek Hz.Muhammed'e, "inanmayanlara" karşı güçlü olmasını sağlamak üzere, bazı önerilerde ve açıklamalarda bulunmaktadır.
Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım.” (63/26), (43/26)
“Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.” (63/27), (43/27)
Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar dönsünler. (63/28), (43/28)
Doğrusu bunları da atalarını da kendilerine hak ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar geçindirdim. (63/29), (43/29)
Fakat kendilerine hak gelince: “Bu bir büyüdür, biz onu tanımıyoruz” dediler. (63/30), (43/30)
Ve dediler ki: “Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?” (63/31), (43/31)
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık, birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (63/32), (43/32)
Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması bulunmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. (63/33), (43/33)
Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da. (63/34), (43/34)
Ve onları zinetlere boğardık, bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir, ahiret ise, Rabbinin katında, Allah'ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur. (63/35), (43/35)
Kim Rahman'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. (63/36), (43/36)
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. (63/37), (43/37)
O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın!” der. (63/38), (43/38)
Zulmettiğiniz için bugün size hiçbir fayda vermeyecektir, çünkü siz, azapta ortaksınız. (63/39), (43/39)
Sağırlara sen mi işittireceksin, yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin? (63/40), (43/40)
Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. (63/41), (43/41)
Yahut onlara vadettiğimiz azabı, sana gösteririz, çünkü bizim onlara gücümüz yeter. (63/42), (43/42)
Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. (63/43), (43/43)
Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür, ileride ondan sorumlu tutulacaksınız. (63/44), (43/44)
Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize sor! Rahman'dan başka tapılacak tanrılar emretmiş miyiz? (63/45), (43/45)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e, İbrahim Peygamberin babasına ve toplumuna onların taptıklarından uzak olduğunu, yalnız kendisini "Yaratana" taptığını çünkü Allah'ın kendisini doğru yola ileteceğini söylediğini ve bu sözü yoldan sapmış olan insanların İbrahim'in bu inancına (Dinine) dönebilmeleri için ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktığını hatırlatmakta ve inkar etmekte olan bunları da İbrahim Peygamberden sonra gelen atalarını da kendilerine hak ve onu açıklayan bir peygamber (Hz.Muhammed) gelinceye kadar geçindirdiğini (İzin Verdiğini) açıklamaktadır. Fakat son olarak Hz.Muhammed'in döneminde içinde bulunduğu topluma "Gerçekler" iletildiğinde (Hak Gelince), bunların bir “Büyü" olduğunu ileri sürerek onu (Hz.Muhammed'i ve İlettiği Gerçekleri) tanımadıklarını söylediklerini belirtmektedir. Hz.Muhammed'e bu şekilde karşı gelenlerin inkarlarına bir başka bahane olarak da Kur'an’ın iki şehirden birinde bulunan bir büyük "Adama" indirilmesinin daha doğru olacağını ileri sürdükleri belirtilmektedir. Buna göre Hz.Muhammed'e itiraz edenlerin, Kur'an eğer hakikaten bir ilâhî kitap ise, Hz.Muhammed gibi serveti ve makamı bulunmayan ve okur yazar olmayan birisinin yerine insanların "İtibar" ettikleri servet ve makam sahibi olarak tanıdıkları ve saygı duydukları bir kişiye gönderilmesinin gerektiğini düşünmelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde bu olay şöyle özetlenmektedir.
“(Ve) O müşrikler (dediler ki: Şu Kur’an) yâni: Hz.Muhammed’in teblîğ ettiği ve Allah tarafından indirilmesini iddia eylediği kitap, eğer hakikaten bir ilâhî kitap ise Hz.Muhammed gibi servetten, makamdan nasibi olmayan bir zâta, değil (iki beldeden) yâni: Mekke-i Mükerreme ile Tâif şehrinden birinde bulunan (bir büyük erkek üzerine indirilmiş olmalı değil mi idi?.) Bu erkekten maksatları, Mekke-i Mükerreme’deki Velîd Bin Muğire’den ve Tâif şehrindeki İbn-i Mesudissekafî’den ibârettir. O müşrikler, peygamberliğin büyük ve şerefli bir makâm olduğunu nazara alıyorlar, böyle bir şerefe ancak dünyadaki fâni servete, bir mevkie nâil olanların lâyık olacaklarını düşünüyorlardı. Resûl-i Ekrem’in ise zâtındaki yüceliği, ahlâkındaki fevkalâdeliği dikkate almıyorlar, onun dünyevî bir servetten, makamdan nâsipsiz olduğuna bakarak onun peygamberliğe erişmesine inanamıyorlardı.”
https://www.tahavi.com/zuhruf-suresi/31/
Hz.Muhammed'e inanmayanların, onun yaşadığı dönemde olduğu gibi günümüzde de benzer şekilde, yani bilgili ve itibarlı olan "Önder" nitelikli insanlar yerine, okuması yazması olmayan birinin bütün insanlığa "Uyarılarda" bulunmasına akıl erdiremedikleri için, insanlara iletmiş olduğu Allah'ın vahiylerine (Ayet) itirazda bulundukları görülmektedir. Yüce Yaratan bu gibi düşünenlere, insanları bağışlamasının, lütufta bulunmasının ve yardımlarının (Rahmet) ve onların Dünya hayatındaki geçimliklerinin insanlar arasında "Kendisi" tarafından paylaştırdığını hatırlatmakta ve birbirlerine iş gördürmeleri için kimi insanları ötekine göre derecelerle "Üstün" kıldığını ve Allah'ın (Rabbinin) rahmetinin onların sahip oldukları servet ve zenginliklerden (Biriktirdikleri Şeylerden) daha hayırlı olduğunu açıklamaktadır. Buna göre en önemli bir husus olarak, bu ortamda (Yeryüzünde) insanların toplumsal yaşamlarında gereken bütün işlerin yürütülmesinde düzen ve etkinliğin sağlanarak "Bütün İnsanlığa" hizmet edilmiş olacağına; bunun için asıl olanın bir şekilde edinilen servet ve zenginlik olmadığına, fakat "Üstün Meziyetlere" sahip olunması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Yüce Allah insanlara "Doğru Yola" ulaşmalarında yardımcı olmak üzere, "Kendi İradesi" ile derecelerini "Üstün" kıldığı insanları (Uyarıcıları) görevlendirdiğini açıklamaktadır. Ayrıca, şayet okur yazar olsa idi sadece "kibirleri" ile kendi fikirlerine inanarak "batıla" inananların (zalimlerin) bu defa da bundan "kuşku" duyacakları belirtilerek Kur'an'ın kendilerine ilim verilenlerin "akıllarını işleterek" sinelerinde yer eden apaçık Ayetler olduğu ve ancak "zalimlerin" bile bile inkâr edecekleri hatırlatılmakta ve Hz.Muhammed'e tebliğ görevini yürütmesinde yardımcı olunmaktadır.
Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın, öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. (85/48), (29/48)
Hayır, o kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkâr eder. (85/49), (29/49)
Böylece Yüce Yaratan, en son olarak bütün insanların "Allah'ın Yolu" olarak tanımladığı Doğru Yola ulaşabilmelerinde yardımcı olmak üzere, zenginlik ve itibar sahibi birini değil fakat "Derecelere Üstün Kıldığı "Hz.Muhammed'i "uyarıcı olarak" görevlendirdiğini açıklamakta veHz.Muhammed'e tebliğ görevini yürütmesinde yardımcı olmaktadır. Bütün insanların Hz.Muhammed ile ilgili olarak bu durumu dikkate almaları ve onu daima saygı ve sevgi ile düşünüp hatırlamaları gerekmektedir.
Öte yandan, Yüce Allah şayet sınırsız zenginlikler verildiğinde insanlar küfürde birleşmiş olmasalardı, yüce merhameti ve lütfu gereğince bütün insanların ve Rahman'ı (Allah’ı) inkâr edenlerin de evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapmış ve onları zenginliklere (Zinetlere) boğmuş olacağını açıklamaktadır. Ancak bu tür zenginlik ve servetin sadece Dünya hayatının geçimlikleri olduğuna da işaret ederek, Allah katında ölüm sonrasındaki "Rahat" ve "Huzurun" Dünya'da yaşarken Allah'ın azabından sakınıp Allah'ın bağışlayıcılığına (Rahmetine) sığınanlara mahsus olduğunu "Uyarı" görevinin yaparken bütün insanlara tebliğ etmek üzere, Hz.Muhammed’e önemle hatırlatmaktadır.
İnsanın yaratılışı ile ilgili Ayetlerde, Yüce Allah'ın Gerçek Ortamda (Arş) yaratarak Dünya ortamında yaşamalarını takdir ettiği ve bu ortamda yaşamış, halen yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanların Ruhlarının Gerçek Ortamdaki "Toplantı" sırasında (Elest), Allah'ın "Tek Yaratan" olduğuna "Şahitlik" ettiği ve insanın yaratılışına itiraz eden bazı cinlerin (Şeytan) insanları Dünya hayatında bu şahitliklerinden alıkoymak için etkilemelerine (Akıllarını kullanmaları halinde bir etkisi olmayacağını belirterek) izin verdiği açıklanmaktadır. Bu nedenle, Yüce Allah kim Rahman'ı (Allah'ı) zikretmekten gafil olursa (Vaz geçerse, bırakırsa), yanından ayrılmayan bir şeytanın ona musallat olacağını, onları doğru yoldan alıkoyacağını (Ayartacağını) ve onların da "Akıllarını Kullanmamaları" halimde kendilerinin doğru yolda olduklarını sanacaklarını, insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Bu duruma bir örnek olarak ölüm sonrasında inanmayan arkadaşına uyan ve pişmanlık duyanların nasıl hissedecekleri “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın!” şeklindeki mecazi bir konuşma halinde bildirilmektedir. Bu duruma düşenlerin Allah'a inanmamakla "Zalim" oldukları ve bu zulümleri nedeniyle pişmanlıklarının hiçbir fayda vermeyeceği çünkü artık onların azapta ortak oldukları ihtar edilmektedir.
Ayetlerde açıklanan hususların "Akıllı İnsanların" Allah'ı ve "Yaratıcılığını" anlayabilmeleri için yeterli birer delil olduğuna işaret edilerek bunlara aldırmayanlar ve inanmamakta devam edenler "Sağır" ve "Kör" olarak nitelendirilmektedir. Yüce Allah, böylece sağır olanlara ilettiklerini "İşittiremeyeceğini", sağır ve kör olmaları nedeniyle insanlara ilettiği Ayetleri inkâr ederek apaçık sapıklıkta olanları "Doğru Yola" döndürmeyeceğini ve onları doğru yola iletmeyeceğini; kendisinin ölümü sonrasında da olsa, bu kibirli ve bağnaz tutumları nedeniyle onların kendilerine vaat edilen "Azaba" uğrayacaklarını (Onlardan İntikam Alınacağını) veya onların kendilerine vaat edilen "Azaba" uğradıklarını hayatta iken kendisine "Göstereceğini", Allah'ın gücünün onlara "Yeter" olduğunu hatırlatarak, Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Bu nedenlerle Allah, tebliğ görevini yaparken bu durumdan etkilenmemesi için kendisine karşı gelenlere "Üzülmemesini", kendisinin "Doğru Yolda" olduğunu bilmesini ve kendisine "Vahiy edilenlere" sımsıkı sarılmasını Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
Yüce Allah Kur'an’ın Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara bir "Öğüt" olduğunu bir defa daha hatırlatarak, ölümleri sonrasında bu öğütlerden "Sorumlu" tutulacaklarını bildirmektedir. Ayrıca Hz.Muhammed'e "Vahiyleri" iletirken, kendisinden önceki toplumlara gönderilen Peygamberlerin ilettiklerinde Allah'tan başka tapılacak bir şeyi emretmemiş olduğunu dikkate alması (Onların Getirdiklerinden Sorması) ve buna göre "Akıllı İnsanlara" kendilerine yapılan bu "Uyarıları" dikkate almalarının ve ona göre davranmalarının beklendiğini de bildirmesi hatırlatılmaktadır.
Bu Ayetlerde yine günümüzde insanları yönetimleri ve hükümleri altına almak için onların "Samimi" inanışlarından yararlanarak sanki onlara "Doğru Yolu" gösterdiklerini iddia edenlere dikkat edilmesi gerektiğine dair önemi "İşaretler" bulunmaktadır. Yüce Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini bütün insanlara en son olarak iletmekle görevlendirdiği Hz.Muhammed'e dahi bu konuda "Emredici" ve "Zorlayıcı" olmamasını bildirmişken, bazı insanların "çoğunlukla çıkar sağlamak amacı ile, diğer insanlara "Yol Göstermeye" çalışmaları "Doğru" olmamaktadır. Üstelik Hz.Muhammed'e yapılan telkinlerde Allah'ı inkar eden "Sapıtmışlar" üzerinde zaman kaybetmemesi ve onları kendi "Sapıklıkları" ile bırakması söylenirken, esasen Allah ve Allah'ın "Yaratıcılığı" ile ilgili belli bir inanca sahip olan insanlara "Doğru Yola" nasıl ulaşacaklarını bahane ederek, baskı ve tahakküm edilmesinin bu konudaki "Ayetler" karşısında hiç bir geçerliliği bulunmamaktadır. Nitekim, bütün insanlara Kur'an Ayetlerini "Okumaları" ve "Akıllarını" kullanarak "Anlamaya Çalışmaları" önerilmektedir. Buna göre bütün insanlar sahip oldukları bilgi birikimleri ile ve "Akıllarını" kullanarak Kur'an Ayetlerinde "Kendilerine Açıklananlar" üzerinde düşünmeye ve "Yaratılış" ve "Yaratan" ile ilgili olarak en "Doğru" bilgileri sadece bu "Ayetlerden" yararlanarak anlamaya davet edilmektedir. Bu konuda bir başkasının düşüncelerine ve davranış önerilerine, onları "Doğru Yola" ulaştıracaklarını ileri sürerek kendilerine çıkar sağlamak için onlardan yararlanılması ve hatta yaşanan bazı olaylardan anlaşılacağı gibi, "Terör" uygulamalarına karıştırılmaları tehlikesinin bulunması nedeniyle, "Akıllı İnsanların" ihtiyatla yaklaşmaları ve her şeyi en iyi şekilde "Kur'an Ayetlerinden" ve sadece "Kendilerinin" bulabileceklerine inanmaları gerekmektedir.
Allah, Ayetleri ile bildirilenlere toplumundaki insanların itiraz etmeleri ve karşı gelmeleri üzerine İsa Peygamber ile ilgili gerçekleri de örnek olarak Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.
Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar. (63/57), (43/57)
“Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?” dediler, bunu sana ancak tartışmak için söylediler, doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur. (63/58), (43/58)
O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur. (63/59), (43/59)
Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık. (63/60), (43/60)
Şüphesiz ki o kıyametin bilgisidir, ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur. (63/61), (43/61)
Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. (63/62), (43/62)
Hz.Muhammed'in İsa ile ilgili örnekler vermesine içinde bulunduğu toplumun (Kavminin) bağrışarak itiraz ettikleri ve İsa'yı o sırada tapınmakta oldukları tanrıları ile kıyaslayarak hangisinin daha "Üstün" ve "Hayırlı" olduğunu sorduklarını hatırlatmaktadır. Allah Hz.Muhammed'in kavminin "Kavgacı" bir toplum olduğunu ve bunu ona ancak "Tartışmak" için söylediklerine işaret ederek İsa'nın sadece kendisine nimet verdiği ve İsrailoğulları'na örnek kıldığı bir kul olduğunu, Allah eğer dileseydi onların neslini yeryüzünde yerlerine geçmek üzere "Üstün" meziyetli (melekler gibi günahsız) insanlar yaratmış olacağını, hiç şüphesiz Allah'ın "Tek Yaratan" olarak buna "Kadir" olduğunu onlara ve bütün insanlara iletmesi Hz.Muhammed'e bildirmekte ve yapmakta olduğu "Tebliğ" görevini yürütmesinde bu gibi durumların onu “etkilemesine” izin vermemesi öğütlemektedir.
Burada İsa'nın bu ortama gelişindeki "Özel" durumun, Yüce Allah'ın her şeyin "Yaratıcısı" olduğunu anlatan çok önemli bir "Delil" olduğu, bütün insanların dikkatleri çekilmektedir. Bu "Uyarı" ile, İsa'nın Ayetlerde açıklanan ve Allah'ın "Takdiri" ile gerçekleşen bu ortamdaki "Yaratılışının" dikkate alınarak, o olay nasıl inkâr edilemez bir "Gerçek" ise, bu "Evren" ortamın "Bütünüyle" sona ereceği "Kıyamet" olayının da Allah'ın "Takdiri" ile gerçekleşecek bir "Gerçek" olduğu açıklanmaktadır. İnsanların "Akıllarını" kullanarak Ayetleri incelemeleri halinde bu "Gerçekleri" görebilecekleri hatırlatılarak "Kıyamet" olayından hiç şüphe etmemeleri, çünkü bunun "Dosdoğru Yol" olduğu belirtilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara, Ruhlarına insanların apaçık bir "Düşmanı" olan "Şeytan" tarafından onları "Doğru Yoldan" çevirmek için "Allah'ın izni ile" eklenmiş olan dürtülere "Akıllarını" kullanarak engel olmaları öğütlemektedir. Bu öğütler ile insanların "Gerçekleri" anlamalarına kolaylık sağlanmakta ve böylece Hz.Muhammed'in tebliğ görevini yerine getirmesine yardımcı olunmaktadır.
Öte yandan toplumunda “kendilerinin” yaptıkları nesneleri "tanrı" olarak yüceltip onlara tapınanlara işaret edilerek bazı önerilerde ve uyarılarda bulunmaktadır.
Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler, ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır. (63/86), (43/86)
Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette "Allah" derler, o halde nasıl (Allah'a kulluktan) çevriliyorlar? (63/87), (43/87)
Sözü şu olmuştur: “Yâ Rabbi! Bunlar, iman etmeyen bir kavimdir” (63/88), (43/88)
Şimdilik sen onlardan yüz çevir ve size selam olsun de. Yakında bilecekler!” buyurdu. (63/89), (43/89)
Yüce Allah, bu ortamda yaşarken kendilerine iletilen "Gerçeklere" inanmayan ve inkarda devam edenlere ve Allah'ı bırakıp da "Putlara" tapınanlara ölüm sonrasında pişmanlık duyup "Af" dilemelerinin fayda etmeyeceğini çünkü Allah'tan başka affedebilecek (Şefaat Edecek) hiçbir güç bulunmadığını, ancak Allah'ın "Yaratıcılığına" ve "Tek Yaratıcı" olduğuna (Hakka) inanıp O'na iman ve şahitlik edenlerden "Af" dileyenleri Allah'ın bağışlayabileceğini (Şefaat Edeceğini) insanlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Ayrıca, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsa elbette "Allah" diyeceklerini, buna rağmen Allah'a inanmaktan nasıl çevrildiklerini bilemeyeceklerini açıklamaktadır.
Burada insanlara “kendilerini kimin yarattığının” sorulmasında onların mutlaka bir “Yaratıcıya” işaret edecekleri bildirilmektedir. Bu durum Allah’ın bu Dünya ortamında yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanların ruhlarını yeryüzüne gelmeden önce “huzurunda” toplandığı (Elest) ve bütün ruhların Allah’ı “Rab” olarak tanıyıp şahitlik etmelerinin sonucu ile ilgili olduğu söylenebilir. Buna göre Allah’ın “Tek Yaratıcı Güç” olduğunun kabulüne dair olarak yapılan kabul ve şahitlik nedeniyle bütün insanlar yaşamlarında Allah’ı tanımasalar ve inkâr etseler dahi, ruhlarında “Bir Yaratıcı” güç bulunduğu “gerçeği” bulunmaktadır. Bu nedenle Ayette yer alan “elbette "Allah" diyecekler” ifadesi ile bu duruma işaret edilmektedir.
Hz.Muhammed'in toplumuna Ayetleri bildirirken karşılaştığı zorlukların üstesinden gelebilmesi için, onların "Allah'a" inanmadıklarını ve iman etmediklerini ilettiklerini, Yüce Yaratan'ın da onların "Yakında" gerçeğin ne olduğunu bileceklerini kendisine bildirdiği ve şimdilik "Sizlere Selam Olsun" deyip onlardan yüz çevirmesini (Dikkate Almamasını) ve onlar üzerinde zor kullanmanın bir faydası olmayacağı için onları bu halleri ve inkarları ile "Bırakmasını" önerdiği bildirilmektedir. Böylece, tebliğ görevinden kendisini alıkoymaması ve bu tür inkarların ona engel olmaması için Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olunmaktadır.
Görüldüğü gibi Yüce Allah, Hz.Muhammed'e bile kendisine inanmayanlar üzerinde "Zorlayıcı" olmamayı öğütlemektedir. Zira Allah bütün insanları "Lütfu" ile "Akıl" vererek donattığını, bu unsurun insanları "Yoldan Çıkaracak" ve "İnkarlarına" neden olacak her türlü "Dürtü" ve "etkilerden" koruyarak onları "Doğru Yola" ileteceğini, bu nedenle de onlar üzerinde zor kullanmanın bir faydası olmayacağını bu vesile ile "Bütün İnsanlara" bildirmektedir. Bu nedenle, çeşitli çıkar gruplarının "İmanı" bahane ederek inanmayanlar üzerinde baskı kurmalarının ve onlar üzerinde bir nevi terör estirerek kendi çıkarları doğrultusunda onlardan yararlanmalarının ne kadar "Yanlış" ve "Yersiz" hatta toplum düzeni açısından ne kadar tehlikeli olduğu açıklanmaktadır. Bu nedenle bütün insanların kendilerine "Uyarıcılar" tarafından iletilen asıl ve değiştirilmemiş nitelikteki "Gerçeklerin" doğrudan kendilerine "hitap" ettiğinin bilincinde olmaları ve bu uyarıları "Akıllarını" kullanarak anlamaya çalışmaları ve bu konularda kendilerini "Zorlayan" her türlü telkin ve tehditlere itibar etmemeleri, huzurlu ve samimi inanca (Takva) erişebilmeleri açısından, son derece önem taşımaktadır.
Hz.Muhammed'e İbrahim ve Musa peygamber ve diğer geçmiş toplumlardan dikkate alması ve ona göre davranması için bazı örnekler verilmekte ve uyarılarda bulunmaktadır.
İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (67/24), (51/24)
Musa'da da onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik. (67/38), (51/38)
Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti. (67/39), (51/39)
Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu. (67/40), (51/40)
Âd kavminde de onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik. (67/41), (51/41)
Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu. (67/42), (51/42)
Semûd kavminde de onlara: “Bir süreye kadar faydalanın” denmişti. (67/43), (51/43)
Rablerinin emrine karşı geldiler, bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi. (67/44), (51/44)
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı. (67/45), (51/45)
Bunlardan önce de Nuh kavmini helâk etmiştik çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler. (67/46), (51/46)
Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz elbette genişleticiyiz. (67/47), (51/47)
Yeri de döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz! (67/48), (51/48)
Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız. (67/49), (51/49)
O halde Allah'a koşun çünkü ben, size Allah'ın katından açık bir uyarıcıyım. (67/50), (51/50)
Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin zira ben size Allah'ın tarafından açık bir uyarıcıyım. (67/51), (51/51)
İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: “O, bir büyücüdür veya delidir” dediler. (67/52), (51/52)
Bunu birbirlerine vasiyet mi ettiler? doğrusu onlar azgın bir topluluktur. (67/53), (51/53)
Artık onlara aldırma, sen kınanacak değilsin. (67/54), (51/54)
Sen yine de öğüt ver çünkü öğüt müminlere fayda verir. (67/55), (51/55)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (67/56), (51/56)
Ben onlardan rızık istemiyorum, Beni doyurmalarını da istemiyorum. (67/57), (51/57)
Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. (67/58), (51/58)
Muhakkak ki bu zulmedenlerin de geçmişlerinin payı gibi bir payları vardır! o halde acele etmesinler! (67/59), (51/59)
Başlarına gelecek günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline! (67/60), (51/60)
Yüce Allah İbrahim'in ağırladığı misafirlerinin haberini, Musa'nın uyarıcı olarak Firavun'a gönderilmesini, Firavun'un Musa'nın büyücü olduğunu ileri sürerek ona ilettiklerini inkâr etmesi nedeniyle denizde boğulmasını, Âd ve Semud kavimlerinin üzerinden geçtiğini canlı bırakmayan rüzgar ve yıldırım çarpması ile azaba uğramalarını ve bunlardan önce de Nuh kavminin helak edilmesini Hz.Muhammed'e örnek göstermekte ve göğü "kendi elleriyle kurduğuna" ve onu "genişlettiğine" işaret etmektedir. Buna göre Allah Evren'i (Göğü) Kendi "İradesi" ve eşsiz "Yaratıcı Gücü" ile ortaya çıkardığını ve Evren'in "genişleticisi" olduğunu açıklamaktadır. Böylece Yüce Yaratıcı, işaret ettiği diğer örnekler ile birlikte "Yaratma Gücünü" ve "Yaratma iradesini" hatırlatarak, Ayetlerini insanlara bildirilmesinde dirayetli ve azimli olması için Hz.Muhammed'e yardımcı olmaktadır.
Bu anlamda günümüzde yapılan bilimsel çalışmalara göre Evren'in "genişlemekte" olduğu dikkat çeken bir durum olmaktadır. Nitekim Ayetlerde Evren ile ilgili olarak Allah'ın Evreni "birbirlerine bitişik" iken kopararak "yarattığının", Evrenin "genişleticisi" olduğunun ve Allah'ın "takdiri ile" Evren'in "dürülerek" sona ereceğinin açıklanması, günümüzde yürütülmekte olan bilimsel araştırma ve çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilerle uyum göstermektedir.
İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30, 21/30)
Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz elbette genişleticiyiz. (67/47), (51/47)
Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah'ın tasarrufundadır, gökler Allah'ın kudret eliyle dürülmüş olacaktır. (59/67), (39/67)
O gün ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Üzerimize aldığımız bir vaat oldu. Biz yaparız. (73/104), 21/104)
Bu konuda Evren'in, Zamanın ve Dünya'nın yaratılışı ile ilgili bölümde bilgi bulunmaktadır.
Ayrıca Dünya ortamının insanların yaşamlarının sürdürülmesine "uygun" olarak en güzel şekilde "takdir ederek" hazırlandığına (Döşedik) ve yine bu ortamda yine insanların faydalanmaları ve yaşamlarını sürdürmeleri açısından gereken "her şeyin" çift olarak yaratıldığına (Çoğalmalarına) dikkat çekilmektedir. Hz.Muhammed'den İnsanları bu muhteşem oluşumlar üzerinde düşünmeye ve bunların ortaya çıkışlarını ve "devamlılıklarını" sağlayan dengeleri araştırmaya, düşünüp "öğüt" almaya ve "Yaratılışı" ve "Tek Yaratıcıyı" anlamaya yönlendirmesi için bu "gerçekleri" insanlara bildirmesi istenmektedir.
İ
nsanların kendilerine iletilen bu "gerçekleri" anlamak istemeyen ve inanmayanlara da Allah'a inanmalarını ve Allah ile beraber başka bir tanrı edinmemelerini iletmesi çünkü kendisinin onlara Allah'ın katından görevlendirilmiş açık bir "uyarıcı" olduğunu bildirmesi iletilmektedir. Yüce Allah Hz.Muhammed'e ilettiği "gerçeklerden" kuşku duyan ve inanmayanlardan öncekilerin de, sanki birbirlerine vasiyet etmiş gibi, her hangi bir peygamber geldiğinde hemen onun bir büyücü veya deli olduğunu söylediklerini ve bunların azgın bir topluluk olduğunu hatırlatarak artık inanmayanlara aldırmamasını ve kendisinin onların bu davete uymamaları yüzünden "kınanmayacağını", yine de onlara öğüt vermesini çünkü öğütün inanması muhtemel olanlara fayda vereceğini bildirmekte ve görevini yerine getirmesinde sıkıntı çekmemesine ve azimli olmasına yardımcı olunmaktadır.
Öte yandan, Allah Hz.Muhammed'e cinleri ve insanları, ancak "Kendisine" kulluk etsinler diye yarattığını, onlardan bir fayda istemediğini zaten bunun olamayacağını, şüphesiz fayda sağlayanın (rızık verenin) sadece güç ve kuvvet sahibi olan "Allah" olduğunu bildirmektedir. Buna göre İnsanın yaratılmasında da asıl amacın, kendilerine lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanarak yaratılışını "Takdir Eden" bir "Yaratıcının" bulunduğunun ve Allah'a teslim olmaları (Kulluk Etmeleri) gerektiğinin "idrak edilmesi" olduğu hatırlatılmaktadır. Böylece ilettiklerine inanmamakla ona zulmedenlere geçmişteki inanmayanlar gibi azaptan ve cezadan bir pay alacaklarını, başlarına gelecek bu azap veren zamanda onların durumlarının acıklı olacağını, o halde bunun için acele etmemelerini iletmesi Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e vahiy ettiklerini "okumasını" bildirmektedir.
Rabbinin Kitab'ından sana vahyedileni oku, Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur, O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. (69/27), (18/27)
Sabah akşam Rablerine, Allah'ın rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et, Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme; kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme. (69/28), (18/28)
Ve de ki: “Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. İmdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir, ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri! (69/29), (18/29)
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz. (69/30), (18/30)
İşte onlara, alt taraflarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır, onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler giyecekler, ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri! (69/31), (18/31)
Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. (69/32), (18/32)
İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı, ikisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. (69/33), (18/33)
Bu adamın başka geliri de vardı, bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: "Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm." (69/34), (18/34)
Kendisine zulmederek bağına girdi, şöyle dedi: "Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam." (69/35), (18/35)
"Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum." (69/36), (18/36)
Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı ettin?" (69/37), (18/37)
"Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam." (69/38), (18/38)
"Bağına girdiğinde: Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır, deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan" (69/39), (18/39)
"Belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir." (69/40), (18/40)
"Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın." (69/41), (18/41)
Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi, böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü.
"Ah, diyordu, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!" (69/42), (18/42)
Kendisine Allah'tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendini de kurtaracak güçte değildi. (69/43), (18/43)
İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah'a mahsustur, mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O'dur. (69/44), (18/44)
Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi birbirine karışmış arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir. (69/45), (18/45)
Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır. (69/46), (18/46)
Kendisinin okur yazar olmadığını ilk vahyi aldığında Allah'a iletmiş olan Hz.Muhammed'den aldığı vahiyleri o sırada yanında bulunanlara yazdırmasının ve vahyin alınması tamamlandığında yazanlardan onları okumalarının istendiği anlaşılmaktadır. Böylece vahiylerin "Allah'ın Kelimeleri" oldukları ve onları değiştirebilecek hiçbir şeyin veya gücün olmadığı ve bu konuda kendisine yardımcı olabilecek başka hiçbir "sığınak" da bulunmadığı Hz.Muhammed'e bildirilmekte, böylece Ayetleri bu anlamda anlaması ve belleğinde hıfzetmesi (saklaması) sağlanmaktadır. Ayrıca kendisinin “insanlara” iletmekte olduğu Ayetleri inanarak okuması ve onları okuyarak Yüce Yaratıcıya teslimiyetlerinin kabul edilmesini (Rızasını) sabah akşam dileyip "dua" edenlerle birlikte “tebliğ” görevini yerine getirmesi istenmektedir.
Böylece Ayetlerin inşalara iletilmesinde azimli ve kararlı olması (sebat etmesini) öğüt verilmektedir.
Tebliğ görevinin yapılmasında ona engel olabilecek hususlar olarak da, Dünya hayatının cazip gelen "şeylerin" benliğini ve nefsini etkileyip kendisine inananlardan ilgisini çevirmemesi ve Allah'a ve kendilerine ilettiklerine inanmadıkları için kötü arzularına uymuş, işi gücü aşırılık olan ve böylece Allah'ı anmaktan uzaklaştırılan (gafil kıldığımız) kimseye boyun eğmemesi de görevinin selametle yürütülebilmesi için hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, bu şekilde azim ve irade gücüne destek verilen Hz.Muhammed'e insanlara iletmek üzere, "Gerçeklerin Allah'ta olduğunu, öyle ise dileyenin iman etmesini, dileyenin inkar etmesini bildirdiğini açıklamaktadır. Ayrıca yeryüzünde yaşarken Allah'ın Ayetlerine inanmayıp inkâr ederek "zalim" olanlara duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış olan bir "cehennem" hazırladığını, orada susuzluktan yardım dileyecek olsalar imdatlarına erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verileceğini, bunun ne fena bir içecek ve oranın ne kötü bir kalma yeri olduğunu Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Öte yandan İman edip de Dünya yaşamlarında güzel davranışlarda bulunan ve güzel işler yapanların kazandıklarının (ecrini) zâyi edilmeyeceğini, işte onlar için alt taraflarından ırmaklar akan "Adn" cennetlerinin bulunduğunu onların Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altın bileziklerle bezeneceklerini, ince ve kalın ipekli kumaşlardan (dîbâdan) yeşil elbiseler giyeceklerini bunun ne güzel bir karşılık olduğunu ve oranın ne güzel kalma yeri olduğunu da insanlara iletmesi istenmektedir.
Allah, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olmaları yüzünden kalplerini "Kendisini" anmaktan uzaklaştırarak "gafil" kıldığını bildirdiği kimselere, onlara iletilen "gerçeklere" karşı kuşku duymalarını önlemek ve tebliğ görevini aksamadan yürütmesinde yardımcı olmak üzere, iki adam ile ilgili olayları örnek göstermesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Bu örnekte Allah'ın bunlardan birine etrafı hurmalarla donatıp aralarında da ekinler bitirdiği iki üzüm bağı verdiği, başka gelirleri de bulunan bu adamın, arkadaşına konuşurken sahip olduğu "servete" ve kendisi için çalışan insan sayısına işaret ederek ondan daha "zengin" ve "güçlü" olduğunu söyleyip "kibirlendiği" ve bu adamın bağına girerken "kibrinin" etkisinden kurtulamayıp bu bağların hiçbir zaman yok olacağını sanmadığını, kıyametin kopacağını da sanmadığını, ölüm sonrasında Allah'ın huzuruna çıkarılsa bile sonunun bunlardan daha iyi durumda olacağını arkadaşına söylemeye devam ettiği anlatılmaktadır. Arkadaşının ise bu söylenenler karşısında ona hitaben, onu topraktan, sonra nutfeden (döllenmiş yumurtadan) yaratan, daha sonra bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr ettiğini, fakat O Allah'ın kendisinin "Rabbi" olduğunu ve Allah'a (Rabbime) hiçbir şeyi ortak koşmayacağını, aslında bağına girdiğinde "Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır" deseydi daha doğru olacağını, eğer malca ve evlatça kendisini güçsüz görüyorsa belki Allah'ın kendisine onun bağından daha iyisini vereceğini ve onun bağına ise gökten yıldırımlar göndererek kupkuru bir toprak haline getireceğini yahut bağının suyunu dibe çekip orayı susuz bırakacağını, söyleyerek onlara iletilmekte olan "uyarı, öğüt ve önerileri" ona hatırlattığı bildirilmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e vahiy ettiği bu Ayetler ile sözü edilen "zengin" adamın sahip oldukları ile "kibirlenerek" ne kadar "güçlü" olduğuna inanıp bu gücü nedeniyle artık hiçbir şeye "tabi olmayacağını" ve kendisinden başka hiçbir şeye "inanmayacağını" arkadaşına söyledikleri nedeniyle kendisine "zulmettiğini" bildirmektedir. Zira böylece kendisini her şeyin "üstünde" görerek her şeyin "Yaratıcısını" unutarak Allah'ı tanımamakla buradaki "kendi varlığı" ile ilgili gerçekleri inkar etmekte ve ölüm sonrasında Allah'ın huzurunda bu inançsızlığı ile "kendisine" karşı "zulmetmiş" olmaktadır. Böylece kendi kendine "zulmetmiş" olan "zengin" adamın "servetinin" yok edildiğini, bağın çardaklarının yere çöktüğünü ve bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini ovuşturup çaresiz kaldığını ve pişmanlıkla Allah'a hiçbir ortak koşmamış olmayı dilediğini açıklamaktadır.
Yüce Allah verdiği bu örnek ile Allah'a inanmayıp O'na ve insanlara ilettiklerine karşı gelenlere Allah'tan başka yardım edecek destekçilerin olmadığı gibi kendilerini kurtaracak güçte bulunmadıklarını, böyle durumlarda ancak ve sadece "gerçek" olan Allah'tan yardım ve dostluk beklenebileceğini, mükâfatı en iyi olanın ve en güzel sona erdirenin (âkıbeti) yine Allah olduğunu bütün insanlara hatırlatmaktadır. Ayrıca Dünya hayatının gökten indirdiği bir "su" gibi olduğunu, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisinin birbirine karışmış olarak gelişip çoğaldığını fakat bunların arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline geldiğini de örnek göstermekte ve Allah'ın her şeyin üzerinde "iktidar" sahibi olduğu bütün bir defa daha bildirilmektedir. Yüce Allah verdiği bu örnek ile insanlara sahip olduklarının Allah'ın "Yaratıcılığı" sayesinde elde edildiğini fakat bu "gerçeği" umursamayıp "unutarak" her şeyin kendilerinin "eseri" olduğuna inanmaları ve böylece "kibirlerinin" esiri olmaları halinde, bunların her an "çerçöp" haline gelip ellerinden çıkabileceğini ihtar etmektedir.
Bu ortamda elde edilen "servetin" ve sahip olunan "oğlanların" Dünya hayatının "süsü" oldukları ve örnek olarak anlatılan "üzüm bağı" ile verilen örnekte açıkladığı gibi, insanların aşırı övünç ve gurur duyarak "kibirlenmelerine" neden olabileceğine işaret edilmektedir. Zira insanlar daima sahip olduklarının onlara "güven" ve "mutluluk" verdiğini düşünmektedirler. İnsanları Allah'a inanmalarından alıkoymak ve onlara bu inançlarında engeller çıkartmak için Allah'ın "iznini" alan "Şeytan", insanlar arasında bir çeşit "üstünlük" gibi algılanan "servet" ve erkek evlat (oğul) sahibi olmakla ilgili "hislerini" etkileyip insanların onlarla aşırı "düşkünlük" ve "övünç" duymalarına sebep olabilmektedir. Bu nedenle "her şeyin" Allah'ın "lütfu" ile gerçekleştiğine inanarak bu ortamda yaşarken Dünya hayatının "süsleri" yanında "iyi işler" yapılmasının, Dünya yaşamında ve ölüm sonrasında daima onlarla birlikte (ölümsüz) olarak, Allah'ın nezdinde hem "sevapça" daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyık olduğuna bütün insanların ve de özellikle inanmaktan kuşku duyanların dikkatleri çekilmekte ve bunlar için ancak Allah'a teşekkür edilmesinin (şükredilmesinin) gerektiği özel olarak hatırlatılmaktadır.
Buna göre bütün insanlara hem bu ortamda ve hem de ölüm sonrasında Allah'ın "affına" layık olmayı ve "doğru yola" ulaşabilmeyi ümit edebilmeleri için, bu ortamda sahip oldukları ile "böbürlenmeleri" ve "kibirlenmeleri" yerine "iyi işler" yapmaya "özen göstermeleri" önerilmektedir.
Ayetlerde hatırlatılan bu "gerçekler" ile insanların bilmeleri gereken önemli hususlara işaret edilmekte ve halen bu ortamda yaşayan ve son insana kadar yaşayacak olan bütün insanların, düşünüp ders almaları için, dikkatleri çekilmektedir. Öncelikle insanların aşırı "gurur" ve "kibirli" olmamaları çünkü bunların ve haset, kin, zulüm, nefret, kıskançlık, açgözlülük, hak yemek, taşkınlık
etmek çekememezlik, küstahlık, hor görme, ihanet, azgınlık, yalancılık, oburluk, ahlaksızlık, şehvet, öfke, hırs, tembellik gibi benzer hislerin ve duyguların, insanın "yaratılması" karşısında kendisine verilen kısıtlı iradeyi insanların "Yaratıcısına" karşı "direnmesi ve karşı koyması" için kullanan "Şeytan" tarafından ve Yüce Allah'ın "izni" ile insanların "Ruhlarına" yerleştirdiğinin hatırlanması gerekmektedir.
Bu nedenle yapılan "uyarılar" ile insanların bir şekilde sahip oldukları itibar, makam, rütbe, varlık ve zenginlikleri ile böbürlenmemeleri ve bu durumlarını "çıkarlarını gözeterek" diğer insanlar üzerinde etkili olmak ve onlara "hükmetmek" amacı ile kullanmalarının onlar için yarardan çok zarar vereceğini anlamaları beklenmektedir. En kötüsü olarak da toplumun yönetimi kendisine "emanet" edilen her düzeydeki yöneticilerin böyle davranmalarının sadece kendilerine değil fakat bütün topluma bazı hallerde "tamiri imkânsız" zararlar vereceği bu vesile ile açıklanmaktadır.
Bir diğer uyarı olarak daima yeni bilgiler edinilerek "yaratılışın" nasıl gerçekleştiğinin anlaşılmaya çalışılması "Akıllı" insanlara önerilmektedir. Böylece insanların sahip oldukları her şeyin "Yaratanın" kurduğu bu ortamın "düzeni" dahilinde gerçekleştiğini ve kendisinin ancak Allah'ın "lütfettiği" akıl sayesinde edindiği beceriler sayesinde ve Allah'ın "Halifesi" olarak bunların gerçekleşmesine vesile olduğunu anlamalarına ve "Şeytanın" etkisi altında kalmalarına neden olan kibirden ve nefslerinin "dürtülerinden" uzaklaşarak onların daha "akılcı" ve "mütevazi" olmalarına yardımcı olacaktır. Aksi halde kibirle davranmayı sürdürmelerinin sonucunda hiç ummadıkları ve beklenmedik şekilde sahip olduklarının ellerinden kayıp yok olduklarını görebilecekleri bütün insanlara önemle hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah, "bütün insanları" fayda ve sebepleri ile bilgilendirerek ve güzellikle "Allah'ın Yoluna" çağırmasını, bunlara inanmayan ve kuşku duyup karşı gelenlerle de yine "en güzel şekilde" mücadele etmesini son peygamber olarak "görevlendirdiği" Hz.Muhammed'e öğütlemektedir.
Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir. (70/125), (16/125)
Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. (70/126), (16/126)
Sabret! senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir, onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma! (70/127), (16/127)
Çünkü Allah sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir. (70/128), (16/128)
Ayetlerde aynı zamanda "Doğru Yol" olarak da yer alan "Allah'ın Yolu" ifadesi ile "Yaratılış" esasları, "Tek Yaratan" ve bunlarla ilgili gerçeklere, uyarı, öğüt ve önerilere işaret edilmektedir. Böylece Allah'ın "Kendi Yolundan" sapanları ve ilettiklerine inanarak "Doğru Yolu" bulanları "Kendisinin" en iyi bildiği hatırlatılarak yapılacak mücadelenin en güzel şekilde olabilmesi ve aşırı gidilerek insanları daha çok karşı gelmeye yönelmelerinin önüne geçilebilmesi için Hz.Muhammed'e yardımcı olunmaktadır. Yine bu amaca yönelik olarak gerektiğinde verilecek ceza konusunda karşılaşılan eziyet ve işkence için aynı şekilde (misliyle) ceza verilmesini fakat "sabredilmesi" halinde bunun sabredenler için çok daha faydalı ve güzel (hayırlı) olacağını bildirilmektedir.
Yüce Allah, bu nedenle Hz.Muhammed'e "sabretmesini" öğütlemektedir. Ona sabretmesinin de ancak Allah'ın yardımı ile olduğunu hatırlatarak "inanmayanlardan" dolayı kederlenmemesini ve onların kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duymamasını, çünkü Allah'ın sakınanlarla ve güzel işler yapanlarla beraber olduğunu bildirmekte ve bu telkinleri ile Hz.Muhammed'e görevini yapmasında güçlü ve azimli olmasında yardımcı ve destek olmaktadır.
Bu Ayetlerle Hz.Muhammed'in Peygamberlik görevini yaparken kendisine karşı gelinmesi yanında ona eziyet ve işkence edildiğine işaret edilerek onlara bir ceza verilmesi halinde aşırıya gidilmemesi onların "misli" ile cezalandırılarak "Adaletle" hüküm verdiğinin onlara ve bütün topluma gösterilmesi öğütlenmektedir. Böylece öğretilerin "şiddet" kullanılmadan ve insanların anlayıp kabul edebilecekleri açıklanmakta ve kendisine bu yolla yardımcı olunmaktadır.
Bu "öğüdün" bütün insanlar arasındaki ilişkilerde de dikkate alınması gerekmektedir. Buna göre insanın "Ruhunda" bulunan ve insanların yaratılışı konularında değinildiği gibi "Şeytan" tarafından bu yapılarına eklenmiş olan "olumsuz duyguların" kendilerine yapılanların kabul edilmesine değil "intikam" alınmasına yönelik olduğu hatırlatılarak, Ayette belirtildiği gibi Doğru Yola ulaşılabilmesi için, bu gibi durumlarda "sabredilmesi" önerilmektedir.
Öte yandan, burada verilen öğütlerin özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilen her düzeydeki yöneticiler açısından çok daha önemli olduğunun dikkate alınması gerekmektedir. Zira "yönetici" konumunda bulunanların, kendileri ile aynı düşüncelere sahip olmayanların bunları dile getirmeleri ve itiraz etmeleri nedeniyle, karşılaştıkları olumsuz durumlarda toplum açısından "adil" ve herkes için olumlu olan "çözüm" üretmeleri gerekmektedir. Aksi halde duygularına kapılarak veya çıkarlarını gözeterek toplumu "baskı altına almak" yoluyla düzen sağlamaya çalışılması halinde adil olmaları mümkün olmayacak ve toplumda "ayrışmalara" ve bunlardan tetiklenen yeni sorunların oluşmasına neden olacaklardır. Bu nedenle Kur'an Ayetlerinde yer alan bu ve benzer "uyarı, öğüt ve önerilerin" öncelikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet" edilen her düzeydeki yöneticiler tarafından "mutlaka" okunup anlaşılması ve karar ve davranışlarını da ona göre düzenlemelerinin, bütün toplumun sağlığı ve düzeni açısından, vazgeçilemez unsurlar oldukları unutulmamalıdır.
Hz.muhammed'e ayrıca Allah’ın vahiylerini iletmesine rağmen kendisine inanmayan "zalimlerin" yaptıklarından Allah'ı habersiz sanmaması, ancak Allah'ın onları bir süre ertelediği hatırlatılmaktadır.
Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. (72/42), (14/42)
Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar. (72/43), (14/43)
Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: "Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım" diyecekleri gün hakkında insanları uyar. "Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?" (72/44), (14/44)
"Kendilerine zulmedenlerin yurtarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik." (72/45), (14/45)
Hilelerinin cezası Allah katında iken, onlar, tuzaklarını kurmuşlardı, halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi! (72/46), (14/46)
O halde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz. (72/47), (14/47)
Yer başka bir yer, gökler de haline getirildiği, bir ve gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün. (72/48), (14/48)
O gün, günahkârların zincire vurulmuş olduğunu görürsün. (72/49), (14/49)
Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir. (72/50), (14/50)
Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için. Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir. (72/51), (14/51)
İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir. (72/52), (14/52)
Yüce Allah Hz.Muhammed'e hitaben insanlara ilettiklerine inanmayanların (zalimlerin) sahip oldukları ve yaptıkları şeylerde bir değişiklik olmadan yaşamlarını sürdürmeleri ve sanki onlara hiçbir şey olmayacakmış gibi inanmamakta devam etmeleri karşısında "ümitsizliğe" düşmemesi için "uyarıda" bulunarak Allah'ın bütün bunlardan "habersiz" olduğunu veya sanki onları yaptıkları ile "başıboş" bıraktığını sanmamasını, onların "cezalarını" ölümlerinin sonrasında korkudan gözleri dışarı fırlayacak şekilde yeniden diriltilecekleri zamana kadar "ertelediğini" bildirmektedir.
Yeryüzünde yaşarken kendilerine yapılan "uyarılara" rağmen kendi akıllarını beğenerek kibirlenen ve "inadına" inanmamakta devam edenlerin o zaman bilinçsiz bir şekilde (Zihinleri bomboş olarak) kendilerine bile dönüp bakamaz durumda olacakları ve gözleri "göğe" dikilmiş bir vaziyette koşacakları mecazi bir canlandırma olarak Hz.Muhammed'e ve bu vesile ile bütün insanlara açıklanmaktadır.
Ayetlerde yapılan benzetmelerle bu ortamda yaşarken kendilerine iletilen "gerçeklere" inanmayıp inkâr eden insanların ölüm sonrasında yeniden diriltilecekleri zaman korku ve şaşkınlığa uğrayacakları, bu şaşkın koşuşturmaları yaparken Allah'ı hatırlayacakları ve durumlarından "pişmanlık" duyarak kendilerine azabın geleceğini anlayıp "Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım" diyecekleri açıklanmaktadır. Ancak inanmamış ve inkar etmiş olarak ölenlere, bu sırada yeryüzünde yaşarken yaptıklarından zarar görmeyeceklerine yemin ettiklerinin ve yurtlarında oturdukları önceki toplumun Allah'a inanmamak için yaptıkları "hilelerinin" cezasının Allah katında olduğunu bile bile "tuzaklarını" kurdukları, halbuki onların hileleriyle hiç bir şey elde edemedikleri (dağların yerinden gitmediği) ve böylece "kendilerine zulmeden" bu toplumun nasıl bir son ile karşılaştığı "misallerle" kendilerine "apaçık" bildirilmiş olmasına rağmen onlardan "ders" almadıklarının hatırlatılacağı bildirilmektedir.
Ayrıca bütün insanlara "yer" başka bir yer, "gökler de" başka gökler haline getirildiği "Kıyamet" sürecinde herkese kazandığının karşılığını vermek için yeniden yaratılarak "Tek ve Gücüne Karşı Durulamaz" olan Allah'ın huzuruna çıktıkları zaman, "zincire vurulmuş" olan inanmayanların ve zalimlerin (günahkarların) katrandan "gömlekleri" içinde ve yüzlerini ateş bürümüş bir halde hak ettikleri "cezalarının" verileceğine işaret edilmekte ve Allah'ın "hesabı" çabuk gören olduğu da yeniden hatırlatılmaktadır.
Buna göre insanlar ölüm sonrasındaki ortamlarda Allah'ın Peygamberine (Hz.Muhammed) verdiği sözden (Ayetlerinden) cayacağını sanmamaları için uyarılmaktadır ve bütün insanlara ölümlerinden önce düşünmeleri için Allah'ın mutlak üstün olduğu ve kimsenin yaptıklarını yanlarına bırakmayacağı bir "canlandırma" şeklinde anlatılarak ihtar edilmektedir.
Allah, bu Ayetleri ile açıkladığı durumla karşılaşmamaları için inanmayan ve bu yüzden "zalimlerden" olanları, ölüm zamanından önce bu gerçekler üzerinde durmaları ve anlamaya çalışmaları için, "uyarmasını" Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Hz.Muhammed'den sonra "Kıyamete" kadar yaşayacak insanlardan da bu Kur'an Ayetlerini "Akıllarını Kullanarak" okuyup anlamaları ve yapılan bu "uyarıları" dikkate alarak durumlarını yeniden gözden geçirmeleri beklenmektedir. Zira ölüm sonrasında duyulacak "pişmanlığın" hiçbir yararı olmayacağı gibi o sırada hiçbir "güç" onlara yardım da edemeyecektir.
Bu arada, bu Ayetlerde geçen "gözleri göğe dikilmiş" ifadesinden yeniden dirilişin yaşanacağı "Ahiret" ortamının şu anda yaşamakta olduğumuz "Dünya" ortamına benzer bir yapıda olacağı varsayılabilir. Buna göre Ahiret ortamında da yer ve gök olarak düşünebileceğimiz bir "çevre" bulunmaktadır. Aynı şekilde çok sayıdaki Ayetlerde Cennet ve Cehennem ile ilgili "tasvirlerde" de Dünya ortamına benzer çevrelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Ayette ölüm sonrası ortamın tasviri yapılırken "Yerin" başka bir yer ve "Göklerin de" başka gökler haline getirileceği ifadesi, halen yaşamakta olduğumuz "Evren" ve Dünya" ortamındaki çevre yapısının, "Arş" olarak adlandırdığı "Gerçek Ortam" bünyesinde "ezelde" yaratmış olduğu Berzah, Cennet, Cehennem gibi ortamları kapsayan "Ahiret" ortamlarındaki "Asıl" yapıların bir benzeri olarak yaratıldığını göstermektedir.
Yüce Allah Ayetlerinde sahip oldukları maddi "varlık" nedeniyle, "cezalarının" Allah katında olduğunu bilmelerine rağmen, kurdukları "tuzaklar" ve yaptıkları "hileler" ile kendilerini insanların yönetmeye "yetkili" kılan ve bu güç ile kibirlenerek "Yaratılış" ve Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olması ile ilgili gerçeklere inanmayan, Allah'ın yaptığı uyarı ve verdiği öğütlere aldırmayıp kendi benliklerinin istekleri ve "çıkarları" doğrultusunda davranan ve böylece hem "Kendisine", hem de diğer insanlara zarar verenleri "Zalim" olarak nitelendirmektedir. Örneğin, sahip olduğu olanakları sadece kendi ve kendi gibileri ile birlikte oluşturdukları topluluğun "çıkarları" doğrultusunda kullanarak servetlerine servet ekleyen fakat elde ettiklerinde "muhtaç" insanların da "haklarının" bulunduğunu açıklayan Allah'ın "uyarılarını" yok sayarak onlara değer vermeyen ve önerdiği gibi onlara yardım etmeyenlerin, aksine kurdukları "tuzaklarla" ve yaptıkları "hilelerle" onları kendi çıkarları için kullanarak onlara zulüm yapan "Zalimler" oldukları, bunların böyle davranmakla ölüm sonrasında karşılaşacakları durumlar nedeniyle kendilerine ve kendilerine doğru yolu gösteren Allah'a karşı da "zulüm ettikleri" bildirilmektedir. Yüce Yaratan, "zalimlerin" yaptıkları nedeniyle karşılaşacakları "cezalarını" ölümlerinin sonrasında "dehşet içinde" yeniden diriltilecekleri zamana kadar "ertelediğini" bildirmektedir.
Bu durumda bu insanların yeryüzünde "bildikleri gibi" davranarak "zulüm" yapmayı sürdürmelerine rağmen neden "cezalandırılmadıkları" düşünülebilir. Ancak burada "Akıllı" insanların yaptıkları nedeniyle karşılaşacakları "cezalarının" ölümlerinin sonrasında "dehşet içinde" yeniden diriltilecekleri zamana kadar "ertelendiğini" hatırlayıp "zalimlerin" yaşam biçimleri ve yaptıklarına "gıpta" etmemelerinin ve "imrenmemelerinin" gerektiğine işaret edildiği gözden kaçırılmamalıdır.
İlgili Ayetlerdeki açıklamalardan hatırlanacağı üzere, Allah insanları daima "huzur" içinde yaşamalarını sağlayacak olan bütün "iyi ve olumlu" duygularla donatmış, buna karşılık insanın yaratılmasına sahip olduğu "kısıtlı" yetkisini kullanarak "karşı gelen" Şeytan, yeryüzündeki yaşamlarında insanları Allah'ın yoluna (Doğru Yol) iletecek olan Allah'ın "donattığı" duygular üzerinde etkili olarak onları "doğru yoldan" uzaklaştırmak (Saptırmak) üzere Allah'tan "izin" istemiştir. Yüce Allah, insanları donattığı bu "üstün duyguların" yanında lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanmaları halinde, Şeytan'ın insanların benliklerine (Neflserine) yerleştirdiği her türlü fesat, kötü ve olumsuz duyguların etkilerinden kurtulabileceklerini de Ayetlerinde bildirmiş ve verdiği bu "izin" ile bütün insanları daima "Akıllarını" kullanarak davranmaya ve bütün olumsuz duyguları anlayıp onları "etkisiz" kılmaya teşvik etmiştir. Böylece devamlı olarak "zulmeden" insanların "doğru yola" ulaşmak için bir "örnek" olmadığı, bu nedenle "zalimlerin" yaptıklarının hiçbir şekilde "doğru" olarak düşünülmemesinin gerektiği bütün insanlara iletilmekte ve onlardan "zalimleri" bu açıdan görmeleri ve daima kendilerinin ve toplumun "kurtuluşlarını" düşünmeleri öğütlenmektedir. Zira Allah "her şeyi bilen" olarak hiçbir "zulmü" karşılıksız veya cevapsız bırakmayacağını özel olarak bütün insanlara bildirmektedir. Bu nedenle, "Akıllı" insanların "zorbaların" yaptıklarına ve elde ettiklerine imrenmemeleri gerektiğine Hz.Muhammed'in ve bu vesile ile bütün insanların dikkatleri çekilmektedir.
Ayetteki ifadelerden "bütün insanlardan", Allah'ın insanları yeryüzünde "Kendisinin Halifesi" olarak "iş yapmak" üzere yarattığını dikkate alarak, zulüm ve kötülük yapanların ve bu anlamda “özellikle” kendilerini yönetmek üzere toplumun yönetimini "emanet" edecekleri her düzeydeki "yöneticilerin" zulüm ve kötülük yapmalarını ve toplum düzenine “zarar vermelerini önleyici düzenlemeler" yapmaları beklenmektedir. Görüldüğü gibi toplumun "hukuk düzeninin" sağlanması bu açıdan Allah'ın insanlara "Kendi Halifesi" olarak verdiği "en önemli görev" niteliğinde bulunmaktadır. Böylece toplumda insanların gelişi güzel ve güçlünün daima her istediğini yapan ve toplumdan istediği payı alabilen "zorba" bireyler olmasının önlenebileceği hatırlatılmakta, bu nedenle toplumlarda bazılarının "zorbalıkla" istediği hayatı yaşamalarına izin verilerek hak ettikleri cezaların ölümleri sonrasına "ertelenmesinin" toplumu "uyarıcı" bir yönü bulunduğuna işaret edilmektedir.
Bir diğer önemli husus olarak ta Kur'an'ın kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir "bildiri" olduğu açıklanmaktadır. Buna göre insanlara Kur'an’ın ilgi ve dikkatle okunmasının ve Ayetlerin ne anlama geldiklerinin anlaşılmasının ne kadar "önemli" olduğu anlatılmaktadır. Zira bu dikkat ve özen gösterilmediğinde Kur'an Ayetlerinin birbirleri ile olan "anlam tamamlama" ilişkileri gözden kaçabilecek ve başka anlamlara yol açacak yorumlara neden olabilecektir. Bu durumun bir takım iyi niyetli olmayan insanların kendi çıkarları doğrultusunda Ayetleri yorumlayarak diğer insanlardan yararlanmalarına ve onlara zarar vermelerine yol açabileceği daima hatırda tutulmalıdır.
Hz.Muhammed'e "zorbalıkla" istediği hayatı yaşamlarını sürdürenlerin hak ettikleri cezaların ölümleri sonrasına ertelenmesini anlamalarında güçlük çektiklerine işaret edilerek "İnsanın" aceleci yaratılmış olduğu açıklanmakta ve ilettiği Ayetlere inanmayanların onu hep alaya aldıklarını Allah’ın "bildiği" hatırlatılmaktadır.
Kafirler seni gördükleri zaman: "Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?" diyerek seni hep alaya alırlar, halbuki onlar, çok esirgeyici Allah'ın Kitabını inkâr edenlerin ta kendileridir. (73/36), (21/36)
İnsan, aceleci yaratılmıştır, size ayetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin. (73/37), (21/37)
"Eğer” diyorlar, “Doğru iseniz, ne zaman bu tehdit?" (73/38), (21/38)
İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım dahi edilmeyeceği zamanı bir bilselerdi! (73/39), (21/39)
Bilakis kendilerine o öyle âni gelir ki, onları şaşırtır, artık ne reddedebilirler onu, ne de kendilerine mühlet verilir. (73/40), (21/40)
Andolsun senden önceki peygamberlerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o alay konusu ettikleri şey kuşatıverdi. (73/41), (21/41)
De ki: “Allah'a karşı sizi gece gündüz kim koruyacak?” Buna rağmen onlar Rablerini anmaktan yüz çevirirler. (73/42), (21/42)
Yoksa kendilerini bize karşı savunacak birtakım ilâhları mı var? kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler, onlar bizden de alâka ve destek görmezler. (73/43), (21/43)
Evet, onları da atalarını da barındırdık, nihayet ömür kendilerine uzun geldi, Ooysa onlar, bizim gelip araziyi çevresinden eksilteceğimizi görmezler mi? şu halde, üstün gelen onlar mı? (73/44), (21/44)
De ki: “Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum.” Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. (73/45), (21/45)
Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, "Vah bize! Hakikaten biz zalim kimselermişiz!" derler. (73/46), (21/46)
Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz. (73/47), (21/47)
Yüce Allah, Ayetlerinde öğütlerle, önerilerle ve ihtar ederek "Yaratıcılığını" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu açıkladığı "gerçekleri" Akıl verdiği insanlara iletmesi ve onları "uyarması" görevini Hz.Muhammed'e verdiğine işaret ederek ona inanmayanların (Kafirler), onu gördükleri zaman topluma "Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?" diyerek onu hep alaya aldıklarını "bilmekte olduğunu", halbuki onların çok esirgeyici Allah'ın Kitabını inkar edenlerin "ta kendileri" olduklarını Hz.Muhammed'e "vahiy" etmekte ve böylece bu görevini yerine getirmesinde ona destek olmaktadır.
Yüce Allah ayrıca insanları "aceleci" olarak yarattığına dikkat çekerek, özellikle inkâr etmekte olanların kendilerine iletilen ve bir "tehdit" olarak algıladıkları Ayetlerdeki "uyarılar" hakkında da aceleci davrandıklarını ve "alaycı" bir şekilde bu "tehditlerin" ne zaman gerçekleşeceğini ondan sorduklarını Hz.Muhammed'e açıklamaktadır. İnkâr edenlerin acele olarak bilmek istedikleri "yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları, kendilerine yardım dahi edilmeyeceği" zamanı asla bilemeyecekleri ancak alay ettikleri bu uyarılarda "mecazen" bildirilenlerin onları şaşırtacak kadar "aniden" geleceği ve o zaman artık onları "reddedemeyecekleri" ve kendilerine "mühlet" de verilmeyeceği bir "ihtar" olarak onlara iletilmek üzere Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Burada ölüm ve sonrasına ait bir işaret bulunmaktadır. Buna göre ölüm sonrasında "berzah ortamındaki (Alemi) bekleyiş ve "kıyametin" gerçekleşmesi sonrasında oluşan ortamlarda "yeniden diriltilme" ve "değerlendirilme" olaylarının gerçekleşmesinin, insanların "hafızalarında" sanki "aniden" meydana gelmiş gibi algılanacağına dikkat çekilmektedir. Yine buradan insanların ölüm sonrasındaki yeniden diriltildiklerinde "bilinçlerinin" yerinde olacağı ve yeryüzünde yaşadıklarının "hafızalarında" canlı kalacağı, böylece "çok şaşıracakları" ve yaşarken "reddettikleri" gerçekleri artık "reddedemeyeceklerini" ve durumlarını düzletebilmeleri için onlara bir süre de verilmeyeceğini anlayacakları anlaşılmaktadır. Bu nedenle insanlardan yapılan bu uyarıları dikkate alarak kendi yapısının ve çevresinin nasıl ortaya çıktığı üzerinde düşünmeleri ve kendilerine iletilen "gerçekleri" bu anlayış ile inceleyerek " Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'ı anlamaya çalışmaları ve O'na teslim olmaları beklenmektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e ayrıca ondan önceki peygamberlerle de alay edildiğini, ama onları alaya alanları "o alay konusu ettikleri şeyin" kuşatıverdiğini ve onları yakalayıp "azaba" uğrattığını iletmekte ve görevini yapmasında onun azim ve kararlılığını güçlendirmektedir.
Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay edenleri alay ettikleri şey kuşatıvermişti. (55/10), (6/10)
Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi de ben inkar edenlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım! azabım nasılmış! (96/32), (13/32)
Bu anlamda kendisine karşı gelenlerin içinde bulundukları durumu daha açık olarak görebilmeleri için, Allah'ın onları "cezalandırmayı" takdir etmesi durumunda onları gece gündüz kimin "koruyabileceğini", yoksa kendilerini Allah'ın "iradesine" karşı savunacak birtakım ilâhlarının mı bulunduğunu sormasını öğütlemektedir. Şayet öyle düşünüyorlar ise, o zaman o "ilâh" dedikleri şeylerin kendilerine bile yardım edecek güçte olmadıklarını ve bu inanışları yüzünden Allah'ın ilgi ve desteğini görmeyeceklerini onlara anlatmasını bildirmektedir. Ayrıca Allah'ın onları da atalarını da bir süre yaşamalarına izin vererek beldelerinde "barındırdığını", ancak bu şekilde yaşamlarını sürdürmelerinin Allah'ın iradesi altında olduğunu dikkate almayıp sanki yaşamlarının hiç bitmeyecek gibi uzun gelmesini sanmaları yüzünden, kendilerinde bir "üstünlük" gördüklerini, oysa Allah'ın her şeyin "yaratıcısı" olarak sahip oldukları her şeyi "sona erdirebileceğini" düşünmeleri (Kafirlere ait araziyi çevrelerinden eksilteceğimizi) halinde gerçekleri görüp anlayabileceklerini, bu durumda "üstün gelenin" onlar mı olduklarını yeniden düşünmelerini onlara iletmesi için Hz.Muhammed'e vahiy etmektedir.
Hz.Muhammed'e bu sorulara ve yapılan açıklamalara cevap vermelerinin mümkün olmamasına rağmen onların Rablerini (Allah'ı) anmaktan yüz çevirecekleri hatırlatılmakta ve onları sadece, vahiy ile ikaz etmekte olduğunu söylemesini öğütlemektedir. Fakat, kendisini dikkate almayıp kendi bildikleri yoldan gidenlerin "gerçeklere" karşı "sağır" olduklarını ve ikaz edildikleri zaman bu "çağrıyı" duymadıklarını hatırlatarak, inanmamakta devam etmeleri halinde onları kendi halinde bırakması ve tebliğ görevini aksatmadan yürütmesi Hz.Muhammed'e önerilmekte ve böylece "tebliğin" devamlılığının sağlanması için kendisine yardımcı olunmaktadır.
Ayrıca inanmayan insanların, ölümleri sonrasındaki ortamlarda Allah'ın azabından en ufak bir "esinti" ile karşılaştıklarında, yeryüzünde yaşarken böyle bir durumun "gerçek" olduğunu düşünmedikleri ve inanmadıkları için beklememeleri nedeniyle, inanmamaklar Allah'a, kendilerine ve diğer insanlara karşı "zalim" olduklarını anlayıp "pişmanlık" duyacakları açıkça bütün insanlara bildirilmektedir.
Allah "kıyamet" zamanında "adalet terazileri" kuracağını, kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmeyeceğini, insanların yeryüzünde yaşarken yaptıklarının, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onun bu "adalet terazisine" getirileceğini bir defa daha hatırlatmakta ve "hesap gören olarak" bu ortamın sona ereceği "kıyamet zamanına" kadar bu ortamda yaşamış ve ölmüş olan "herkesin" durumlarının değerlendirilmesi için "Kendisinin Yeteceğini" bütün insanlara "ihtar" etmektedir.
Böylece halen yaşamakta olan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlara böyle "çaresiz" durumlara düşmemeleri için "uyarı" yapılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e önceki peygamberlerle de alay edildiğine işaret ederek onların karşılaştıkları bazı zorlukları anlatmakta ve bunların üstesinden gelebilmesi için çeşitli örnekler vererek kendisine ilettiği ve "bütün insanlara" yapılacak bu "Son Uyarının" eksiksiz ve "doğru" olması için insanlara söyleyecekleri konusunda Ayetlerinde "öğütler ve öneriler" vererek ona destek olmaktadır.
Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir tanrı yoktur. Hâla sakınmaz mısınız?” dedi. (74/23), (23/23)
Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık." (74/24), (23/24)
"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım." (74/25), (23/25)
“Rabbim!” dedi, “Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” (74/26), (23/26)
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: “Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.” (74/27), (23/27)
“Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.” (74/28), (23/28)
“Ve de ki: “Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın.”” (74/29), (23/29)
Şüphesiz bunda birtakım ibretler vardır, hakikaten biz deneriz. (74/30), (23/30)
Sonra onların ardından bir başka nesil meydana getirdik. (74/31), (23/31)
Onlar arasından kendilerine: "Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hâla Allah'tan korkmaz mısınız?" bir peygamber gönderdik. (74/32), (23/32)
Onun kavminden, kafir olup ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler: "Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır! sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer." (74/33), (23/33)
"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz." (74/34), (23/34)
"Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vadediyor?" (74/35), (23/35)
"Bu size vadedilen çok uzak!" (74/36), (23/36)
"Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz, yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz." (74/37), (23/37)
"Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz." (74/38), (23/38)
O peygamber: “Rabbim!” dedi, “Beni yalanlamalarına karşılık bana yardımcı ol!” (74/39), (23/39)
Allah şöyle buyurdu: “Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar!” (74/40), (23/40)
Nitekim, vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir ses yakalayıverdi onları! kendilerini hemen sel süprüntüsüne çevirdik, zalimler topluluğunun canı cehenneme! (74/41), (23/41)
Sonra onların ardından başka nesiller getirdik. (74/42), (23/42)
Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. (74/43), (23/43)
Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüştürdük, artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme! (74/44), (23/44)
Sonra âyetlerimizle ve apaçık bir fermanla Musa ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. (74/45), (23/45)
Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular. (74/46), (23/46)
Bu yüzden dediler ki: “Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?” (74/47), (23/47)
Böylece onları yalanladılar ve bu sebeple helâk edilenlerden oldular. (74/48), (23/48)
Andolsun biz Musa'ya, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik. (74/49), (23/49)
Meryem oğlunu ve annesini de bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik. (74/50), (23/50)
"Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim." (74/51), (23/51)
"Şüphesiz bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının". (74/52), (23/52)
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler, her gurup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler. (74/53), (23/53)
Şimdi sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak! (74/54), (23/54)
Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? (74/55), (23/55)
Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar. (74/56), (23/56)
Rablerine olan saygıdan dolayı kötülükten sakınanlar, (74/57), (23/57)
Rablerinin âyetlerine inananlar, (74/58), (23/58)
Rablerine ortak tanımayanlar, (74/59), (23/59)
Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar (74/60), (23/60)
İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar. (74/61), (23/61)
Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (74/62), (23/62)
Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir, ayrıca onların bundan (bu şirk ve inkarcılıklarından) öte birtakım (kötü) işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar. (74/63), (23/63)
En nihayet, refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar. (74/64), (23/64)
“Boşuna sızlanmayın bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz!” (74/65), (23/65)
“Çünkü âyetlerim size okunurdu da siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı dönerdiniz." (74/66), (23/66)
"Geceleyin hezeyanlar savururdunuz.” (74/67), (23/67)
Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi? yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (74/68), (23/68)
Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkar ediyorlar? (74/69), (23/69)
Yoksa onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? hayır; o, kendilerine hakkı getirmiştir, onların çoğu ise haktan hoşlanmamaktadırlar. (74/70), (23/70)
Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirdiler. (74/71), (23/71)
Yoksa sen onlardan bir karşılık mı istiyorsun? Rabbinin vereceği daha hayırlıdır, O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (74/72), (23/72)
Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. (74/73), (23/73)
Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. (74/74), (23/74)
Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice körleşerek azgınlıklarında direnirlerdi. (74/75), (23/75)
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmuyorlar. (74/76), (23/76)
En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır! (74/77), (23/77)
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır, ne de az şükrediyorsunuz! (74/78), (23/78)
Ve O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir, sırf Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. (74/79), (23/79)
Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi Allah'ın eseridir, hâla aklınızı kullanmaz mısınız! (74/80), (23/80)
Buna rağmen onlar, öncekilerin dedikleri gibi dediler. (74/81), (23/81)
Dediler ki: “Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?” (74/82), (23/82)
“Hakikaten gerek bize gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaatte bulunuldu; (fakat) bu geçmiştekilerin masallarından başka bir şey değildir!” (74/83), (23/83)
De ki: “Eğer biliyorsanız bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?” (74/84), (23/84)
"Allah'a aittir" diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız!” de. (74/85), (23/85)
“Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir?” diye sor. (74/86), (23/86)
“Allah'ındır" diyecekler. “Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız!” de. (74/87), (23/87)
“Eğer biliyorsanız her şeyin melekûtu kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan kimdir?” diye sor. (74/88), (23/88)
"Allah'ındır" diyecekler. “Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?” de. (74/89), (23/89)
Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır. (74/90), (23/90)
Allah evlat edinmemiştir; Allah'ınla beraber hiçbir tanrı da yoktur, aksi takdirde her tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı.
Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. (74/91), (23/91)
Allah, gaybı da şehadeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir. (74/92), (23/92)
De ki: "Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi mutlaka bana göstereceksen;” (74/93), (23/93)
"Bu durumda beni zalimler topluluğunun içinde bulundurma Rabbim!" (74/94), (23/94)
Biz, onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz. (74/95), (23/95)
Sen, kötülüğü en güzel bir tutumla sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz. (74/96), (23/96)
Ve de ki: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!” (74/97), (23/97)
“Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (74/98), (23/98)
De ki: “Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.” (74/118), (23/118)
Bu anlamda Peygamberlerin karşılaştıkları "zorluklar" ile ilgili olarak Hz.Muhammed'e;
* Nuh'un toplumuna Allah'a teslim olmalarını, O'ndan başka bir tanrı olmadığını ve buna rağmen hala Allah'tan sakınmamalarının "Akıl Dışı" olduğunu fark etmelerini bildirdiği,
* Ancak toplumun ileri gelenlerinin insanlara Nuh'un aynı kendileri gibi bir insan olduğunu ve onlardan üstün olmak istediğini, Allah onların "inanmalarını" isteseydi muhakkak bir insanı değil fakat "melekleri" göndermesi gerektiğini, zaten atalarından da böyle bir şey duymadıklarını, Nuh'un kendisinde "delilik" bulunduğu için böyle yaptığını ileri sürerek bir süre beklemelerini ve ona inanmamalarını telkin ettikleri,
* Böylece toplumunun Nuh'a inanmaması (onu yalanladıkları) yüzünden Nuh'un Allah'a yalvararak yardım istediği, bunun üzerine Allah'ın Nuh'a "bildirdiği şekilde" bir "gemi" yapmasını, "emri" geldiğinde sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de inanmamış ve bu yüzden daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki ailesini gemiye almasını, toplumundaki insanlardan inanmamakla kendilerine "Zulmetmiş Olanlar" için hiç yalvarmamasını, çünkü onların kesinlikle boğulacaklarını bildirdiği,
* Nuh'a yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde Allah'a "şükretmesini" ve "Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın" diyerek "bereketli" bir yere indirmesi için dua etmesini istediği, Allah'ın insanları böylece "denediği ve bunlardan ders alınması gerektiği,
* Nuh toplumunun ardından bir başka nesil meydana geldiği, onların arasından "Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hala Allah'tan korkmaz mısınız?" diyerek onları "uyaran" bir peygamber gönderildiği,
* Ancak o toplumda kafir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve Allah'ın dünya hayatında kendilerine "refah" verdiği varlıklı kişilerin bu peygamberin sadece diğerleri gibi bir insan olduklarına, onların yediklerinden yediklerini ve içtiklerinden içtiklerine işaret ederek, öldüklerinde ve toprak ve kemik yığını haline geldiklerinde insanların mutlaka yeniden diriltileceklerini vadettiğini, fakat bunun gerçek olmadığını, hayatın sadece Dünya Hayatından ibaret olduğunu bir daha diriltilme bulunmadığını, bu adamın (Peygamber) Allah hakkında yalan uydurduğunu ileri sürerek topluma "inanmamalarını" telkin ettikleri,
* Böylece toplumunun yalanlamaları yüzünden peygamberin Allah'a yalvararak yardım istediği, bunun üzerine Allah'ın ona pek yakında onların mutlaka pişman olacaklarını bildirdiği, nitekim, vukuu kaçınılmaz olan korkunç bir "sesin" onları "yakalayıverdiğini" ve toplumun hemen "sel süprüntüsüne" çevrildikleri, zalimler topluluğuna "acınmayacağı",
* Onların ardından başka "nesillerin" ortaya çıktığı ve onlara da aralıklarla (peyderpey) Peygamberler gönderildiği, ancak her defasında onların bu peygamberleri yalanladıkları, bu nedenle de onların birbiri ardından "yok edildikleri" ve inkarları yüzünden karşılaştıklarının "ders alınacak birer hikâyeye" dönüştükleri ve iman etmeyen toplumlara acınmayacağı,
* Sonra Musa ve kardeşi Harun'un Allah'ın Ayetleriyle ve apaçık bir "fermanla" Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderildikleri, bu yüzden esasen onların kendilerine "kölelik" eden toplumda kendileri gibi bir insan olan bu iki adama inanmayacaklarını ileri sürdükleri, Yüce Allah'ın belki "yola gelirler" diye Musa'ya "vahiy ederek" gerçekleri (Kitabı) verdiği,
* Ancak onların "kibre" kapıldıkları ve "ululuk" taslayan bir kavim oldukları, böylece onları yalanladıkları ve bu sebeple "helak" edildikleri
* Daha sonra Allah'ın İsa Peygamberi (Meryem oğlunu) ve annesini de "inanan insanların" özelliklerinin ve teslimiyetlerinin bir işareti olarak (alâmet) elverişli ve suyu bulunan bir tepeye yerleştirdiği,
hatırlatılmaktadır.
Bu hatırlatmalar ile Hz.Muhammed'e görevini tam ve doğru olarak yerine getirmesinde "yardımcı ve destek" olmak üzere, bunlardan ders alması ve "Vahiyleri" insanlara bildirirken bu hususları dikkate alarak kendisine inanmayanlar hakkında üzüntüye kapılmaması öğütlenmektedir.
Öte yandan Yüce Allah, önceki bütün Peygamberlere temiz olan şeylerden yemelerini, güzel işler yapmalarını, Allah'ın insanların yaptıklarını tam ve doğru olarak (hakkıyla) bilmekte olduğunu unutulmamalarını, bütün insanların aslında "Allah'a Ait Olan" tek bir "topluluk" olduğunu (Ümmet), Allah'ın da onların tek "ilahı" olduğunu (Rab) ve bunları toplumlarına da iletmelerini bildirdiğini açıklamaktadır.
Ancak bütün bu uyarı, öğüt ve önerilere rağmen insanların bunlara aldırmadıkları, kendi fikir ve davranışları ile övünerek "kibirlendikleri", gruplara ayrılarak kendi aralarındaki işlerini parça parça bölündükleri, her gurubun kendi fikir ve davranışları ile övünerek "kibirlendikleri" Hz.Muhammed'e açıklamaktadır. Yüce Allah kendisine karşı gelerek inanmayanları "bir zamana" kadar içinde bulundukları bu "gaflet ve sapıklıkları" ile baş başa bırakmasını Hz.Muhammed'e öğütlemektedir. Onların bu şekilde "bırakmasının" onlara verdiği servet ve oğulların kendilerine "faydalar sağlamak için" olmadığına, aksine sahip olduklarının kendilerine nasıl verildiğini düşünmeyip anlamamakta ısrar ederek bütün bunları "vereni" inkâr ettikleri için ne ile karşılaşacaklarının "farkına varamadıklarına" işaret etmektedir. Böylece her dönemde Peygamberlerin böyle zorluklarla karşılaştıklarına dikkat çekerek, "Kendisine" karşı gelenler yüzünden ümitsizliğe veya hayal kırıklığına uğramaması için görevini yerine getirmesinde Hz.Muhammed'e "yardımcı ve destek" olmaktadır.
Bu arada kendilerine iletilen Allah'ın uyarı, öğüt ve önerilerini dikkate alarak Allah'ın Ayetlerine inananların, Allah'a olan saygılarından dolayı "kötülüklerden" sakınanların, Allah'a ortak koşmayanların ve yapmakta oldukları işlerde sonunda Allah'a döneceklerini unutmayıp titizlik ve özen gösterenlerin "Allah'a İman Etmiş" tek bir "Ümmet" olarak daima "iyilik" halinde oldukları ve iyilikte yarıştıklarına dikkat çekerek bu yönde olabilmeleri için insanlara telkinlerde bulunması Hz.Muhammed'e önerilmektedir.
Kendisine "vahyedilen" gerçekleri inkâr edenler ile ilgili olarak Hz.Muhammed'e;
* Allah'ın hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmadığının, inanmaları için onları zorlamadığını, "Kendi Katında" doğruları (Hakkı) söyleyen bir "Kitap" bulunduğunu, buna göre insanların hiçbir şekilde "haksızlığa" uğratılmayacaklarını,
* İnatla inanmamayı seçenlerin ancak "cehalet" içinde olduklarını, bundan öte ve daha kötüsü olarak sahip oldukları refahı ve bolluğu kendilerine mal etmeyi sürdürürken (yapar dururken) bir sıkıntıya uğratıldıklarında hemen "isyan" ettiklerini (feryat) ancak Kur'an Ayetleri kendilerine okunurken "kibirlenerek" arkalarını dönmeleri ve geceleri bu Ayetlere karşı saçma sapan sözlerle (hezeyanlar) bağırmaları yüzünden bu sızlanmalarının onlara bir faydasının olmayacağını ve yardım da göremeyeceklerini,
* İnanmayanların, sanki akıllarına daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey gelmiş gibi, bu "Sözlerin" her şeyin "Yaratıcısı" olan "Allah'ın Sözleri" olduğunu ve "Bütün İnsanlara" iletilmek üzere "vahiy" olarak "bildirdiğini" düşünmediklerini, belki de henüz tanıyamadıkları için kendisini (Hz.Muhammed) akıldan yoksun olduğunu (cinnet geçirdiğini) zannettiklerini,
* Kendisinin (Hz.Muhammed) onlara "Doğru" olanı (hakkı) getirdiğini onların çoğunun ise haktan hoşlanmadıklarını, şayet "Hak" onların kötü arzu ve isteklerine "göre" olsaydı, bütün "göklerin, yerin ve bunlarda bulunanların" böyle "muhteşem" bir "düzende" olmak yerine mutlaka "bozulup gitmiş" olacaklarını,
* İnanmayanlar da dahil bütün insanlara "Akıllarını" kullanmak suretiyle Evren'de ve "ötesinde" bulunan her şeyin "Yaratıcısını" anlayabilme şanının ve şereflerinin verildiğini, fakat inanmayanların inanmamakla kendi şereflerine sırt çevirdiklerini,
* Bu görevi yerine getirmesi nedeniyle onlardan bir karşılık istemediğini, herkes için geçimlik (Rızık) verenlerin en "hayırlısı" olan Allah'ın vereceğinin daha "hayırlı" olduğunu, gerçek olanın onları "doğru" bir yola çağırdığını, buna rağmen kendilerine iletilenlere ve ölüm sonrasına (Ahirete) inanmayanların ısrarla yoldan çıkmakta olduklarını,
* Şayet Allah inkarda devam eden "inanmayanlara" acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydi, akıl yürütme ve gerçekleri anlama gayret ve isteklerinin iyice körleşerek azgınlıklarında direneceklerini, zira yeryüzündeki bu azgınlıkları nedeniyle onları sıkıntıya düşürmesine rağmen yine de Allah'a (Rablerine) boyun eğmediklerini, pişmanlık duyarak mazerette (tazarru) ve niyazda da bulunmadıklarını,
* Böyle "inatla" inanmamayı sürdürenlerin, ölüm sonrasında Allah üzerlerine azabı çok şiddetli bir kapı açtığı zaman, orada "şaşkın" ve "ümitsiz" kalacaklarını,
hatırlatarak, bunları anlayabilmeleri için, Ayetlerde belirtilen konularda insanlara ve özellikle inanmayanlara açıklama yapmasını, öğütler vermesini ve önerilerde bulunmasını bildirilmektedir.
Yüce Allah ayrıca,
* İnsanların bu Dünya ortamındaki "bilinen" şeklini oluşturan maddesel yapıları yanında duygusal yapılarını da "yaratan" olduğunu ve bu Dünya ortamında yaşayacak olan bütün insanların sonuncusunun da ölümü ile bütün insanların sonunda Allah'ın "huzurunda" toplanacaklarını,
* Buna rağmen, kendilerine "iletilen" ve Ayetlerde "Allah'ın Yolu" olarak tanımlanan uyarı, öğüt ve önerilere inanmamakta inat edenlerin insanların, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken mutlaka yeniden diriltileceklerine dair olan "gerçekleri", daha önce atalarına da yapılan bir "vaat" olduğunu fakat bunların "geçmiştekilerin masallarından" başka bir şey olmadıklarını ileri sürerek bildiklerinden dönmediklerini,
* İnanmamakta ısrar edenlere eğer biliyorlarsa bu dünya ve onda bulunanların kime ait olduğunu, sayısız büyüklükteki (Yedi kat) göklerin ve sonsuz azametli Arş'ın "yaratıcısının", her şeyin mülkiyeti ve yönetimi (melekûtu) kendisinin elinde olan kendisi her şeyi koruyup kollayan fakat kendisi korunma muhtaç olmayanın kim olduğu sorulduğunda, onların verecekleri cevap ne olursa olsun, mutlaka "bunların hepsi Allahlındır" diyecekleri,
hatırlatarak inanmayanlara neden düşünüp taşınmadıklarını, bütün bunların "Yaratıcısı" ve sahibi olan "güç" karşısında "saygı duyup" bu güçten neden irkilmediklerini (korkmadıklarını) ve "inanmamanın büyüsüne kapıldıklarını" sormasını ve doğrusu Allah'ın onlara gerçeği getirdiğini fakat "inkar" ederek "hakikaten yalancılar" olduklarını onlara bildirmesini Hz.Muhammed'den istemekte ve böylece inanmayanları bunları düşünerek "doğruyu bulmaya" yönlendirmesi için ona yol göstermektedir.
Yüce Allah evlat edinmediğine, ayrıca Allah'la beraber hiçbir tanrı da bulunmadığına zira aksi takdirde her tanrının kendi yarattığını yönetmeleri nedeniyle birbirleri ile mücadele edeceklerine ve mutlaka onlardan birinin diğerine galip geleceğine işaret ederek, her şeyin "Tek Yaratıcısı" olarak insanlarca bilinmeyenleri (Gayb) ve insanların şahit olarak görüp bildikleri her şeyi de esasen onların "yaratanı" olarak, bildiğini ve insanların bu konulardaki yakıştırtmalardan ve ortak koştukları (Şirk) şeylerden çok "Yüce" ve onlardan tamamen uzakta (Münezzeh) olduğunu, "vahiy ettiği gerçekleri" insanlara tebliğ ederken dikkate alması için Hz.Muhammed'e açıklamaktadır.
Bu arada aldığı ve insanlara bildirdiği "Vahiylere" inanmayanlara yeryüzündeki ve ölümleri sonrasındaki yaşamlarında yöneltilecek olan tehdit ve azaba kendisinin de maruz kalabileceğinden endişe eden Hz.Muhammed'e, eğer onlara yöneltilen tehdit mutlaka kendisine de gösterecekse "Allah'a" sığınarak kendisinin bu inanmayan (Zalimler) topluluğunun içinde bulundurmaması için dua etmesi öğütlenmektedir.
Yüce Yaratan onlara yöneltilen "tehdidi" kendisine de göstermeye "kadir" olduğunu, ancak kendisinin inanmayanların davranışlarının neden olduğu "kötülüğü" en güzel bir tutum göstererek sabır ve metanetle savmasını, Allah'ın onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekte olduğunu unutmamasını ve görevini yaparken daha güçlü ve dirayetli hissetmesine yardımcı olmak üzere, bütün bu kötülüklerin sebebi olan Şeytan'ın kışkırtmalarından sakınması için “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!” ve “Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin en iyisisin.” diyerek dua etmesini önermektedir.
Önceki Peygamberlere de bildirildiği gibi Hz.Muhammed'e de "yardımcı ve destek" olmak üzere, Ayetleri insanlara iletirken bu hususları dikkate alması önerilmektedir. Bu konuların aynı zamanda bunların bütün insanlar için üzerinde durulup düşünülmesi gereken çok önemli hususlar olduğuna dikkat çekilmektedir.
Hz.Muhammed'e Musa peygambere iletilen vahiylerde ihtilafa düşenler hakkında kıyamet zamanında hüküm verileceği belirtilmekte ve diğer Ayetlerde de açıklandığı gibi, onların toplumlarının Dünya ortamındaki sonları hatırlatılarak vahiylerin (Ayetlerinin) toplumuna iletilmesinde kendisine güçlük çıkaran inkarcıları bırakması ve beklemesi öğüt verilmektedir.
Andolsun biz Musa'ya Kitap verdik- Sen ona kavuşacağından şüphe etme- ve onu İsrailoğullarına hidayet rehberi kıldık. (75/23), (32/23)
Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik. (75/24), (32/24)
Muhakkak ki Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarında hükmedecektir. (75/25), (32/25)
Halen yurtlarında gezip dolaştıkları kendilerinden önceki nice nesilleri helâk edişimiz onları doğru yola sevketmedi mi? bunlarda elbette ibretler vardır, hâla kulak vermezler mi? (75/26), (32/26)
Kupkuru yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yiyegeldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? hâla da göremeyecekler mi? (75/27), (32/27)
“Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih günü hani ne zaman?” derler. (75/28), (32/28)
De ki: “Fetih gününde inkarcılara imanları fayda vermeyecek ve kendilerine mühlet de tanınmayacaktır!” (75/29), (32/29)
Artık sen onları bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler. (75/30), (32/30)
Yüce Allah Musa'ya "Kitap" verdiğini hatırlatarak onu İsrailoğullarına bir "kurtuluş" rehberi olarak görevlendirdiğini ayrıca "sabrederek" Ayetlerine "kesinlikle inandıkları" zamanlarda "buyruğu" ile onların içinden onları doğru yola ileten başka rehberler de tayin ettiğini bildirmekte ve Tevrat'taki hükümlere "inanmış" olanlar ile bunları "yeniden yazanlar" arasında "ihtilaf" etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarında "mutlaka" hükmedeceğini açıklamakta ve gerçek ortama geri döndüğünde (Allah'a Döndürüldüğünde) kendisi gibi güçlüklerle karşılaşan Musa ile buluşacağını (ona kavuşacağını), bundan şüphe etmemesini Hz.Muhammed'e özel olarak bildirmektedir.
Yüce Yaratan, halen Musa'nın "bildirdiklerinde" ihtilafa düşen "Musevilere" ve Hz.Muhammed'e inanmayıp karşı gelenlere, gezip dolaştıkları yurtlarında Allah'ın kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmasında elbette çıkarılacak dersler (ibretler) bulunduğuna ve sadece bunun onları doğru yola sevk etmeye yeterli olduğuna işaret etmektedir. Allah, buna rağmen hala bu "ibretlere" kulak vermemek mi istediklerini ve kupkuru yerlere suyu ulaştırdığını ve onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yiyegeldikleri ekini çıkarmakta olduğunu da hatırlatarak bunların dikkate alınması gereken bir delil olduğunu hala görmemeyi mi sürdüreceklerini onlara sormaktadır.
Bu şekilde inanmamakta inat edenlerin, Musa'ya sordukları gibi, eğer doğru iseler bahsedilen hüküm (fetih) gününün ne zaman olduğunu sorduklarında, o inkarcılara “Fetih" gününde o gün "pişman" olarak iman etmeleri halinde ettikleri bu imanlarının hiçbir fayda vermeyeceğini ve kendilerine mühlet de tanınmayacağını iletmesi ve bu şekilde inanmayıp kendilerine iletilenleri bir nevi "alaya" alanları artık bırakması ve "beklemesi", zaten onların da kaçınılmaz olan "sonlarını" beklemekte oldukları Hz.Muhammed'e bildirilmekte ve böylece görevini yapmasında "zaman kaybetmemesi" için Hz.Muhammed'e yardımcı ve destek olmaktadır.
Nitekim inanmamayı sürdüren ve büyücü ve deli olduğunu ileri sürüp ona karşı durup güçlük çıkaranlara karşı gücünü ve azmini sürdürebilmesi için söylenenlerin doğru olmadığı kendisine açıklanarak onlara sadece öğüt vermesi ve beklemesi Hz.Muhammed'den istenmektedir.
Yoksa onlar: “Bir şairdir; onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar? (76/30), (52/30)
De ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (76/31), (52/31)
Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur? (76/32), (52/32)
Yahut "Onu kendisi uydurdu!" mu diyorlar? hayır, onlar iman etmezler. (76/33), (52/33)
Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler. (76/34), (52/34)
Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? (76/35), (52/35)
Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? hayır! onlar bir türlü anlayıp inanmazlar. (76/36), (52/36)
Yahut Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? ya da her şeye hakim olan kendileri midir? (76/37), (52/37)
Yoksa onların, üzerine çıkıp gizli sırları dinledikleri bir merdivenleri mi var? öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsinler. (76/38), (52/38)
Yoksa kızlar Allah'ın, oğullar da sizin mi? (76/39), (52/39)
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında eziliyorlar mı? (76/40), (52/40)
Yoksa gayba ait bilgiler kendi yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (76/41), (52/41)
Yahut bir tuzak mı kurmak istiyorlar? asıl tuzağa düşecek olanlar, inkar edenlerdir. (76/42), (52/42)
Veya onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (76/43), (52/43)
Gökten düşen bir kütle görseler "Üst üste yığılmış bulutlardır" derler. (76/44), (52/44)
Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları kendi hallerine bırak. (76/45), (52/45)
O gün planları kendilerine hiçbir fayda vermez ve yardım da görmezler. (76/46), (52/46)
Şüphesiz zulmedenlere, ondan başka da azap vardır fakat çokları bilmezler. (76/47), (52/47)
Rabbinin hükmüne sabret, çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığın zaman da Rabbini hamd ile tesbih et. (76/48), (52/48)
Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra da O'nu tesbih et. (76/49), (52/49)
Sevgili Peygamberimizin "vahiy" alması sırasında hissettiklerini görüyormuş ve okuyormuşçasına etrafındaki insanlara iletmesinden dolayı kendisini "deki" ya da "kâhin" olarak nitelendiren insanların kendisi için bu söylediklerine üzülmemesi, Allah'ın "merhameti" ile lütfettiği nitelikler sayesinde Allah'ın kâhin veya deli olmadığı kendisine iletilmektedir.
Kaleme ve yazdıklarına andolsun ki, sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin. (2/2), (68/2)
Bu niteliklerle donatılmış olan Hz.Muhammed'in delilik ile itham edenlerin, ancak onların deli olarak nitelendirilebileceği kendisine bildirilmekte ve böylece kendisine iç rahatlığı ve güven verilmektedir.
Ayrıca kendisine zorluk çıkaranların, onun bir "şair" olduğunu ileri sürerek kendilerine iletilenleri (Allah'ın Ayetlerini) kabul etmeyi "gurur" meselesi yaptıkları ve onlara "inanmamak" ve onları "inkâr etmek" için ileri sürdükleri; bunlara karşı "beklemelerini, kendisinin de beklemekte olduğunu" ve kimde delilik olduğunun yakında onların da kendisinin de göreceğini bildirmesi Hz.Muhammed'e önerilmektedir.
Hanginizde delilik olduğunu (2/5), (68/5)
Yakında sen de göreceksin, onlar da. (2/6), (68/6)
Kendilerine iletilenleri "inkâr edenlerin" bunları "Akıllarını İşleterek" anlamaya çalışacakları yerde, akıllarının onlara ancak Hz.Muhammed'in "şair" olduğunu yahut onları kendisinin uydurduğunu düşünmeye emrettiğine işaret edilerek, bunların bu şekilde "düşüncesizce" karşı gelmeleri nedeniyle "azgınlık "yapan bir topluluk oldukları açıklanmakta ve artık onların iman etmeyecekleri Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
İnanmayan ve itiraz edenlerin durumlarının daha açık anlaşılabilmesi için, düşüncelerinin ne kadar yüzeysel olduğunu göstermek ve Allah'ın Ayetlerine "itiraz" eden ve onlara "inanmayanların" ürettikleri bahanelere karşı olmak üzere, onlardan (İnanmayan ve inkâr edenlerden) eğer doğru iseler onun (Ayetlerin) benzeri bir söz getirmelerini, acaba onların herhangi bir "yaratıcı" olmadan mı yaratıldıklarını, yoksa kendilerinin mi yaratıcı olduklarını, yoksa gökleri ve yeri onların mı yarattıklarını, yahut Allah'ın (Rabbinin) hazinelerinin onların yanında mı olduğunu, ya da her şeye hakim olan kendileri mi olduğunu, yoksa onların "bilinmeyenleri" mi bildiklerini, bilenlerin de açık bir delil getirmelerini sorması ve bunları açıklamalarını istemesi Hz.Muhammed'e iletilmektedir. Ayrıca inkâr etmelerinde önemli saydıkları bir düşünce olarak Yüce Allah'a karşı "küçültücü" tavır almak üzere "kızların" Allah'ın ve "oğulların" kendilerinin olduğunu ileri sürmelerini hatırlatarak bunların ne kadar "bilinçsiz" değerlendirmeler olduğu Hz.Muhammed'e iletilmektedir.
İnkar edenlerin ileri sürdükleri bütün bu bahanelere ilaveten, Hz.Muhammed'in "ilettikleri" karşılığında onlardan bir "çıkar" beklediği ve bunun karşılığını ödeyemeyecekleri kadar "ağır" bir borç olduğu gibi bahaneleri de ileri sürdükleri bildirilmektedir. Yüce Allah bu bahaneleri iddia etmelerinin nedeni olarak, bilinmeyene (gayba) ait bilgilerin kendi yanlarında da ve onların mı yazdıklarını yahut bir tuzak mı kurmak istediklerini veya onların Allah'tan başka bir tanrısı mı olduğunu onlardan sormasını Hz.Muhammed'den istemekte ve asıl tuzağa inkar edenlerin düşeceğini ve Allah'ın onların ortak koştukları şeylerden uzak olduğunu kendisine hatırlatmaktadır.
Bütün bu bildirmeler ve iletilenler aynı zamanda bütün zamanlarda yaşamış ve gelecekte de yaşayacak olan bütün insanlara da tapılmış çok önemli ve üzerinde durulması gereken "Uyarılar" ve "İhtarlar" olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle bütün insanlardan akıllarını kullanarak bu örnekler üzerinde durmaları ve durumlarını bunlara göre "kendileri "tarafından değerlendirmeleri ve ona göre davranmaları beklenmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer husus da karşılaşılan sonuçların asında insanların kendi verdikleri "kararlar" ile bağlantılı olduklarıdır.
Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir, Allah çoğunu affeder. (62/30), (42/30)
Öte yandan Yüce Allah, inkâr edip kendisine inanmayanların gökten düşen bir kütle görseler "Üst üste yığılmış bulutlardır" sanacak kadar "cahil" olduklarına ve bu anlayışları ile artık kendilerine anlatılanları dikkate almalarının mümkün olmadığına işaret ederek Hz.Muhammed'e onları ölümleri sonrasında inkarlarının kendilerine hiçbir fayda vermeyeceğini ve yardım da görmeyeceklerini fark edecekleri (çarpılacakları) günlerine (zamana) kavuşuncaya kadar kendi hallerine bırakmasını öğütlemektedir. Hz.Muhammed'e ayrıca "inkar" ederek hem kendilerine ve hem de Allah'a karşı "zulmedenlere" bundan başka da azap bulunduğu fakat çoklarının bunu bilemediği bildirilmektedir.
Bu kadar delil iletilmiş ve anlatılmış olmasına rağmen hala kuşku duyup itiraz edenlerin artık iman etmeyecekleri Hz.Muhammed'e hatırlatılmaktadır.
Bütün bu karşı gelme nedenleri ve bahaneler karşısında Hz.Muhammed'e Allah'ın (Rabbinin) hükmüne sabretmesi çünkü onun "mecazen" Allah'ın gözlerinin önünde olduğu (Allah'ın denetimi ve koruması altında olduğu), tebliğ görevine devam etmek üzere işe kalktığı zaman da "Rabbini" hamd ile tesbih etmesi önerilerek bu görevini yerine getirmesinde dirayetli ve azimli olmasına yardımcı olunmaktadır.
Böylece Allah'ın Ayetlerini insanlara iletirken karşılaştığı çeşitli itiraz, bahane ve olumsuzluklardan etkilenmemesi için ona destek olunmaktadır.
Hz.Muhammed'e "sabretmesi" için yapılan öğüt, aslında bütün insanlar için de geçerlidir. Buna göre olumsuzluklar ile karşılaşılması, işlerin ters gitmesi veya bir nedenle engellerle karşılaşılması halinde bu öğüt hatırlanmalı, Yüce Allah "övgü" ile yüceltilerek (Hamd) anılmalı ve sabredilmelidir. Zira Yüce Allah insanlara "sevmedikleri" bir şeyin veya istediklerinin olmamasının onlar için daha "hayırlı" olabileceğini bildirmektedir.
Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. (87/216), (2/216)
Kur'an'da yer alan uyarı, öğüt, yol gösterme ve kesin hükümler ile ilgili olarak çok sayıda örnek verilmektedir.
Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir; şayet onlara bir mucize getirsen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.” (84/58), (30/58)
Ancak insanlar içlerinde bulunan ve şeytan tarafından kolaylıkla etki altına alınan kuşkulanma ve şahsi menfaatine yönelik hareket etme duygularının (nefs) etkisi altında kalarak Kur'an da verilen bu örnekler ve kesin hükümlere ve tüm bilinen ve bilinmeyen evren veya evrenlerin yaratıcısı olan Büyük Allah'a inanmakta (İman) zorlanmakta hatta kendilerine "üstünlük" vehmederek inkâr etmeyi kendilerince çok daha "akılcı" veya "mantıklı" görmektedirler. Yüce Yaratan bu durumdaki insanların "kalplerini" doğru yola kapatmış (mühürlemiş) olduğunu hatırlatmakta ve bütün insanlara bu uyarılarını dikkate almaları için ihtarda bulunmaktadır.
İşte bilmeyenlerin kalplerini Allah böylece mühürler. (84/59), (30/59)
Sen şimdi sabret, bil ki Allah'ın vadi gerçektir iyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin! (84/60), (30/60)
Yüce Yaratan sevgili peygamberi Hz.Muhammed'e bu durumda olanlar için "sabretmesini" zira Allah'ın vadinin "gerçek" olduğunu, buna iyice inanmamış olanların onun yürütmekte olduğu "tebliğ" görevini yerine getirmesinde onu "gevşekliğe" sevk etmemesini, bilgilendirmek ve üzerinden ders almak üzere, bütün insanlara bildirmesini öğütlemektedir.
Yüce Allah Hz.Muhammed'e inanmayan içinde yaşadığı toplumun (Kureyş) ileri gelenlerinin, kendilerine iletilen Ayetlerin çıkarlarına zarar vereceğinden endişe ederek rahatsızlık duyduklarını hatırlatmakta ve güçlü olmasına yardımcı olmak üzere bazı açıklamalarda bulunmaktadır.
Hatırla ki, kafirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu, çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir. (88/30), (8/30)
Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: "İşittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir." (88/31), (8/31)
Hani bir zaman da: “Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir!” demişlerdi. (88/32), (8/32)
Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir. (88/33), (8/33)
Onlar Mescid-i Haram'ın mütevellîleri olmadıkları halde oradan geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek? Oranın mütevellîleri takvâ sahiplerinden başkaları değildir, fakat onların çoğu bunu bilmez. (88/34), (8/34)
Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı tadın! (88/35), (8/35)
Şüphesiz ki inkar edenler mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kafirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır. (88/36), (8/36)
Allah'ın murdarı temizden ayıklaması ve bütün murdarların bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir, işte onlar ziyana uğrayanların kendileridir. (88/37), (8/37)
İnkâr edenlere vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle, yok geri dönerlerse kendilerinden öncekilerin hali gözlerinin önündedir! (88/38), (8/38)
Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. (88/39), (8/39)
Eğer yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır! (88/40), (8/40)
Allah, kendisine inanmayan kabilesinin (kafirler) ortaya çıkan bu "yeni" duruma "son vermek" üzere, onu tutuklamak (tutup bağlamaya) veya kesin bir önlem olarak onu öldürmek ya da onu toplumdan uzaklaştırmak gibi seçenekleri tartıştıkları ve ona "tuzak" kurdukları Hz.Muhammed'e bildirildiğini açıklamaktadır. Ancak onlar bu tuzakları kurarlarken Allah'ın da onlara bu davranışlarını boşa çıkaracak "tuzak" kurduğunu, çünkü Allah'ın tuzak kuranların en iyisi olduğunu Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği", böylece ona verdiği peygamberlik görevinin yerine getirmesinde ona yardımcı ve destek olduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca toplumunun ileri gelenlerinin "Ayetleri" duyduklarında alaycı bir şekilde "Ey Allah'ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır yahut bize elem verici bir azap getir!" diyerek bir an önce "azabı çağırdıkları" hatırlatılmakta ve Hz.Muhammed'e onların içinde iken Allah'ın onlara azap etmeyeceğini bildirmekte, üstelik onlar yaptıklarından pişmanlık duyarak "iman" etmeleri ve bağışlanma (mağfiret) dilemeleri halinde Allah'ın onlara" azap edici" olmayacağını da açıklamaktadır. Böylece bu durumu "kafirlere" açıklayarak onların "doğru yola" dönmelerinin teşvik edilmiş olacağı Hz.Muhammed'e iletilmekte ve görevinde ona yardımcı olunmaktadır.
Yüce Allah, İbrahim Peygamber zamanından beri insanların ibadet ve toplanma yeri olan Mescid-i Haram'ın (Kâbe) yönetimi kendilerine verilmemiş olmasına rağmen inanmayanların "müminleri" oradan geri çevirirlerken Allah'ın da onlara "azap" etmemesi için bir neden bulunmadığını ve Kâbe’nin yönetiminin samimiyetle Allah'a inanan ve iman edenlerden (takva sahiplerinden) başkasına ait olmadığını ve onların bunu bilmediklerini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır. Ayrıca inkâr etmekte oldukları gerçeklerden (şeylerden) ötürü kendisine inanmayan "kafirlerin" Kâbe’nin (Beytullah) yanında yaptıkları duaların bir değer taşımadığını, bu yüzden azabı tadacaklarını, inkâr edenlerin böylece mallarını (varlıklarını) insanları Allah yolundan alıkoymak için harcadıklarını, daha da harcayacaklarını ama sonunda bu tutum ve davranışlarının onlara yürek acısı olacağını ve en sonunda mağlûp olacaklarını ve "kafirlikte" ısrar edenlerin ise cehenneme toplanacaklarını belirtmektedir.
Allah'ın Hz.Muhammed'e bu açıklamaları kirli ve pis olanın (murdar) temizden ayıklaması (mümini kafirden ayırması) ve bütün murdarların bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması ve onlara ziyana uğrayanların kendileri olduğunu hatırlatması, yani ölüm sonrasında başlarına geleceklerin (Cehenneme atılmalarının) tamamen kendi yaptıklarının sonucu olduğunu göstererek onları "uyarması" için yaptığı belirtilmektedir.
Ancak aynı zamanda Yüce Yaratan, inkâr edenlere şayet Akıllarını kullanarak bu inkarlarından vazgeçerlerse geçmiş günahlarının bağışlanacağını, yok geri dönerlerse Ayetlerde anlatıldığı gibi, kendilerinden önceki "inanmayanların" halinin de gözlerinin önünde bulunduğunu söylemesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Bu durumun inkâr edenleri kendilerine bildirilenler üzerinde düşünmeye yönlendireceğine ve Akıllarını kullanarak onlara bildirilen "gerçekleri" görüp "iman" etmelerine yol açacağına dikkat çekilerek Hz.Muhammed'e "tebliğ" görevini yaparken bunları da dikkate alması hatırlatılarak ona yardım edilmekte ve destek olunmaktadır
Ancak, bütün bunlara rağmen kafirlerin bozgunculuk ve bölücülükte (Fitneye) devam etmeleri durumunda "Fitne" ortadan kalkıncaya ve "din" tamamen Allah'ın oluncaya kadar, diğer bir ifade ile karşı tarafın mağlup edilerek Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğu inancının toplumda serbestçe yaşanmasını sağlayacak ortama kavuşuncaya kadar onlarla savaşılması istenmektedir. Savaş çıkaran "inkarcılar" şayet savaş sonrasında inkâra son verirlerse, şüphesiz Allah'ın onların yaptıklarını çok iyi gördüğü, yani artık "iman etmiş" oldukları belirtilerek artık savaşmaya devam edilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Eğer imandan yüz çevirirler ve savaşı sürdürürlerse Allah'ın iman edenlerin "sahibi" olduğu bildirilmekte ve fitne ortadan kalkıncaya kadar savaşılması istenmektedir. Böylece en güzel sahip ve en güzel yardımcı olan Allah'ın daima "İnanan Müminlere" galibiyet nasip edeceği ve inkâr edenlerin "yakayı kurtaramayacakları" çünkü onların iman edenleri âciz bırakamayacakları açıklanmakta ve Hz.Muhammed'in maneviyatı güçlendirilerek ve azimli olması sağlanmaktadır.
İnkâr edenler yakayı kurtardıklarını sanmasınlar, çünkü onlar âciz bırakamazlar. (88/59), (8/59)
Yüce Yaratan ayrıca kafirler ordusunun sayıca üstünlüğüne karşı Hz.Muhammed'e ve onun ordusuna nasıl yardımcı olunacağını sayılarla verilen örnekler ile belirtmekte ve "Yaratıcılığı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğu ile ilgili "gerçeklerin" bütün insanlara iletilmesi açısından çok önemli bir aşama olan bu "ilk" ve küçük "hareketin" karşılaştığı bütün "zorlukları" nasıl aştığına dair açıklamalarda bulunmakta ve ona sabırlı ve dirayetli olabilmesi için destek olmaktadır.
Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kafir olanlardan bin kişiye galip gelirler, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. (88/65), (8/65)
Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. (88/66), (8/66)
Buna göre Ayette Allah'ın lütfu ve iradesi ile sahip oldukları "manevi" gücün sayıları on misli bile olsa, iman edenlerin kafirlere karşı galip geleceklerinin Hz.Muhammed'e vahiy edildiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah'ın Ayetlerde sayısal olarak verdiği örnekleri ile müminlere "galip gelecekleri" konusunda teminat verdiği ve bu durumun savaşın başlarında yaşanan ve kafirlerin sayılarının üstünlüğü ile ilgili olarak yaşanan "kuşkuların" giderilmesini sağladığı anlaşılmaktadır.
Görüldüğü gibi Yüce Allah savaş halinin ancak Allah'a olan İman ve teslimiyetin (İslam’ın) bir şekilde engellenmesi ve yok edilmeye yönelik olarak iman edenlerin taciz edilmeleri, silahlı çatışmalarla baskıya, bölünmeye, bozgunculuğa (Fitneye) ve savaşa maruz kalmaları durumunda savaşılmasını mazur görmektedir. Bu durumda bile şayet saldırganların vaz geçmeleri halinde Allah'ın "yardımcı" olacağı hatırlatılarak onlara doğru yola ulaşmalarında yardım etmeleri öğüt verilmektedir.
Hz.Muhammed'e insanların ancak onlara bildirdiklerine inanarak Allah'a teslim olduklarında doğru yolu bulmuş olacakları açıklanmaktadır.
Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim" Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. (89/20), (3/20)
Allah Hz.Muhammed'e Allah'ın tapılacak Tek İlah olduğu, insanlar arasından Peygamberler görevlendirdiği, onlardan bazılarına vahiylerini derlettiği (Kitaplar gönderdiği) ve Hz.Muhammed'in görevlendirilen son peygamber olduğu öğretilerini içeren İslam Dini konusunda kendisi ile tartışmaya girenlere çok kısa ve net tavır almasını ve onlara sadece "Bana uyanlar ile birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim" demesini öğütlemektedir.
Bu tür bir davranış, günümüzde de Allah'a inanmayanlar tarafından tartışma ortamlarında sözlü saldırılara maruz kalan inanmış kişilerin de bu saldırganlara verecekleri en net ve kesin bir cevap niteliği taşımaktadır.
Tartışmaya girenler ehli kitap olması yani Hz.Muhammed'ten önce görevlendirilen Peygamberlerin bazıları tarafından kendilerine Allah Sözü kitap gönderilmiş olanlardan ise, onlara kendisi gibi "Allah'a" teslim olup olmadıklarını sormasını ve eğer teslim oldularsa onların doğru yolu bulduklarını, yok eğer bundan yüz çevirirlerse Hz.Muhammed'in görevinin onlara sadece duyurmak olduğunu bildirmektedir.
Görüldüğü gibi, Allah Hz.Muhammed'in inatçı inkarcılar ile ve inatla Kendisini ve Kur'an’ı tanımayanlar ile tartışmalara girmemesini, onlara sadece "Gerçekleri” bildirmesini öğütlemekte ve onlardan inanmayanların durumunun Allah tarafından bilindiğini bildirmektedir.
Buna göre, günümüzde de İslam'a inanmış olan iman sahibi insanların, inkarcılar ile ve kendilerine kitap verilmiş diğer dinlere mensup insanlar ile olan temaslarında dikkate alınması gerekmektedir. Allah, her türlü yardımı ve desteğini vererek görevlendirdiği ve "Tüm Alemlerin” Peygamberi olarak görevlendirdiği o "En Sevdiği İnsana” dahi, bu gibi durumlarda sadece net ve kesin bilgileri iletmesini ve onlar ile tartışmalara ve münakaşalara girmemesini, sadece tebliğ görevini yerine getirmesini bildirdiğine göre, günümüzde de bu tür kişilere benzer bilgilerin aktarılması ve gereksiz yere tartışma ve münakaşalara girilmemesi, diğer yoldan daha etkili olacaktır. Çünkü Allah, kullarını (Geçmiş ve gelecek Tüm İnsanları) ve yaptıklarını "Her Zamanda" çok iyi görmektedir.
Bu öğüdün günümüzde insanlar üzerinde etki kurarak "güç" sahibi olmayı amaçlayan ve bunun için kendilerine tabi olmak üzere çok çeşitli ve sayıda "tarikat" adı verilen topluluk ve gruplar meydana getiren insanlar tarafından dikkate alınması ve böylece diğer insanların "vebalini" taşıdıklarının bilinmesi gerekmektedir. Daha da önemlisi olarak inançlarının daha "güçlü" olacağına inanarak bu tarikatlara sorgusuz sualsiz giren ve onlara "tabi" olanların Hz.Muhammed'e verilen bu öğüdü dikkatle okumalarının neden gerektiğine işaret edilmektedir. Çünkü bu gibi "tarikatları" amacının ne olduğunu araştırmaları ve inançlarında daima Kur'an Ayetlerini anlayıp onlara göre davranmaları halinde, bu gibi "birlikteliklerin" birçoğunda bunları kuranların ve yönetenlerin asıl amaçlarının aslında insanların "inançlarından" yararlanılarak onlara inanan "müritlerini" kendi çıkarları için kullandıklarını görebilecekler ve bilmeden neye hizmet ettiklerini anlayabileceklerdir.
Yüce Allah Kur'an Ayetlerinin (Dinin) doğru olarak bütün insanlara bildirmesi ile görevlendirdiği Hz.Muhammed'e "inanmayıp" ona karşı gelenlerin bu konuda onu yanıltmak, saptırmak ve zarar vermek istediklerine işaret etmekte, ancak "lütfu" ile her türlü hata veya noksanlıklara karşı onu "koruduğunu" bu nedenle de Ayetlerin "tebliğinde" herhangi bir şekilde "yanılmadığını" Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Allah'ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur. (92/113), (4/113)
Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur, ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz. (92/114), (4/114)
Ayetlerde Hz.Muhammed'e karşı olanların (güruh) tasarladıkları veya gerçekleştirdikleri her türlü eylemler ile sadece kendilerine zarar verdiği ve kendilerinin yanıldıklarını belirtilmektedir. Yüce Allah böylece bu konuda kendisini "güvende" hissetmesi, herhangi bir "kuşkuya" kapılmaması ve "azimli ve dirayetli" olabilmesi için Kur'an Ayetlerini (Kitap) özellikle "ona" indirdiğini, Ayetler (Din) ve Evren'in yapısı ve yaratılma amacı ile ilgili bilgi ve gerçekleri (Hikmetini) ona bildirdiğini açıklamaktadır. Ayrıca "gerçekten" büyük bir "lütfu" olarak "bilmediğini" öğrettiğini açıklayarak görevini yerine getirmesinde ona yardımcı ve destek olmaktadır.
Bu konuda Hz.Muhammed'e ve onun ilettiklerine karşı olanların, toplumda esasen ona inanmayanlar (özellikle Yahudiler) ile birlikte, aralarında gizli görüşmeler ve fısıldaşmalar yaparak Hz.Muhammed'e ve ona inanan "Müslümanlara" karşı hile, tuzak, dolap ve oyunlar düzenledikleri de bildirilmekte, ancak Allah'ın bunların "gizlice" görüşerek hazırladıkları her şeyden bilgi sahibi olduğu ve gizli yapılan fısıldaşmalarının birçoğunda hayır bulunmadığı ve "kötülük" amaçlı olduğu hatırlatılmaktadır.
Öte yandan, bu şekilde yapılan gizli fısıldaşmalarının ancak bir yardımda bulunulması (sadaka) veya bir iyilik için olması ya da insanların arasını düzeltmesi amacı ile ve sadece Allah'ın rızasını elde etmek için yapılması durumunda onlara yaşarken (yakında) büyük bir mükâfat verileceği belirtilmektedir.
Yüce Allah diğer bazı Ayetlerinde de göklerde ve yerde olanları ve insanların anlayamayacakları "gizli" olan her şeyleri (Gaybları) "çok iyi bilen" olduğunu açıklamakta ve az veya çok kaç kişi olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka "gizli" şekilde bir araya gelerek her türlü "kötülük" düşünenlerle ve hazırlayanlarla "beraber" olduğunu, böylece fısıldaşarak "gizli" sandıkları işleri ve "sırlarını" bildiğini, ölümleri sonrasında (Kıyamet Günü) yaptıklarını haber vereceğini ve onların mutlaka "ceza" göreceklerini açıkça bildirmektedir. Buna bir örnek olarak, Hz.Muhammed ile "alay" etmek ve onu "küçümsemek" için, aralarında gizlice konuşup anlaştıkları ve Allah'ın Hz.Muhammed'i "selamladığı" sözleri değişik şekilde telaffuz ederek onu selamladıkları ve bu yaptıklarına karşılık olarak bir "cezanın" veya bir "sonucun" olmadığı düşüncesine kapılarak Hz.Muhammed ile alay etmek için söyledikleri yüzünden "Allah'ın bunlara azap etmesi gerekmez miydi?” şeklinde aralarında "gizlice" konuştukları ve böylece "küstahlıklarını" sürdürdükleri belirtilmektedir.
Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur, bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir; sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir. (105/7), (58/7)
Gizli konuşmaktan menedildikten sonra yine o yasaklananı yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber'e karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları görmedin mi? onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler; Cehennem onlara yeter oraya gireceklerdir, ne kötü dönüş yeridir orası! (105/8), (58/8)
Ey iman edenler! aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın, iyilik ve takvâyı konuşun, huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun. (105/9), (58/9)
Gizli konuşmalar şeytandandır, bu, iman edenleri üzmek içindir; oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez., müminler Allah'a dayanıp güvensinler. (105/10), (58/10)
Allah'ın, onların sırrını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları çok iyi bilen olduğunu hâla anlamadılar mı? (113/78), (9/78)
Yüce Allah bu açıklamaları ile insanların özellikle kötülük ve düşmanlık düşünerek veya Allah'ın bütün insanlara bildirilmek üzere Hz.Muhammed'e vahiy ettiklerine (Din) karşı gelmek amacı ile yapılan "gizli konuşmaların" şeytanın "dürtülerinden" olduğunu açıklamaktadır. İlgili Ayetlerde bütün insanları "doğru yoldan" ayıracağını bildiren Şeytan'ın özellikle iman edenleri "üzmek" için onları gizli işler yapmaya yönlendirdiği belirtilmektedir. Oysa Şeytan’ın Allah'ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremeyeceği hatırlatılarak müminlerden Allah'a dayanıp güvenmeleri istenmektedir. Buna göre Şeytan’ın Yüce Allah'a iman edip gösterdiği gibi "teslim" olan insanları etkilemesine Allah'ın "izin vermeyeceği "açıklanmaktadır. Yüce Allah böylece kötü niyetle yapılan gizli konuşmaları yasakladığını bildirmektedir.
Yüce Allah, buna rağmen etrafındaki bazı insanların o yasaklananı yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve kendisine karşı gelmek hususunda gizlice konuştuklarını ve kendisini "Allah'ın selamlamadığı bir şekilde" diğer bir ifade ile "alaycı" ifadelerle selamladıklarını ve içlerinden de bu söyledikleri yüzünden Allah'ın onlara azap etmesi gerekirken bir şey olmadığını ima ettiklerini, bu nedenle "ne kötü dönüş yeri" olarak tanımladığı Cehennem’ in onlara yeteceğini ve oraya gireceklerini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. İman etmiş olanlara da ayrıca aralarında gizli konuşacakları zaman günahı, düşmanlığı ve "Peygamber'e" karşı gelmeyi değil fakat sadece iyilik ve "doğru yol" ile ilgili konuları (takvâyı) konuşmalarını istemekte ve Allah'ın "huzuruna toplanacaklarını" hatırlatarak bu gibi davranışlarda bulunmamalarını öğüt vermektedir. Ayrıca gizli konuşmaların Şeytan'ın iman edenleri üzmek için kullandığı "dürtülerinden" olduğunu, ancak Allah'ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremeyeceğini bu nedenle müminlerin Allah'a dayanıp güvenmelerinin yeterli olacağını, onların sırrını da fısıltılarını da bildiğini ve Allah'ın bilinmeyenleri (gaybları) çok iyi bilen olduğunu da hala anlamadıklarını Hz.Muhammed'e açıklamakta böylece ondan beklediği "uyarıcılık" görevini güvenerek ve kendinden emin olarak yapmasında ona yardımcı ve destek olmaktadır.
Diyanet tefsirinde de insanların "kötü niyetle" gizli görüşmelerinin hoş görülmediği ve bir yardımlaşma (sadaka) veya bir iyilik yapılması ya da insanların arasının düzeltilmesi gibi bazı istisnalar dışında müminlerin açıklığı tercih etmelerinin, içlerinin ve dışlarının bir olmasının; kitap, sünnet, yöneticiler ve halk karşısında ihlâslı (samimi ve dürüst) olmalarının, içtenlikle davranmalarının ve ikiyüzlülükten uzak durmalarının istendiği belirtilmektedir.
Ancak burada çok önemli olan bir duruma değinilmesi gerekmektedir. Buna göre toplumun yönetimi kendilerine "emanet" edilen her düzeydeki bütün "yöneticilerin" de, aldıkları kararların toplum üzerindeki "etkileri" dikkate alındığında, kendi aralarında veya diğer toplum yöneticileri ile "kötü niyetle" veya "çıkar sağlamak" üzere "gizli" görüşmeler yapmalarının doğru olmadığı ve onlardan "beklendiği" gibi kendilerine yönetim emanetini veren topluma karşı her konuda açık, samimi, erdemli ve dürüst davranmalarının çok daha önem taşıdığı unutulmamalıdır. Aksi halde toplumun yöneticilerine olan "güveni" sarsılacak ve bunun sonucu olarak ta aldıkları yönetim "emanetini" kendi toplumunun "aleyhine" kullandıklarından "kuşku" duyulacaktır. Duyulan "kuşkuların" gerçek olduklarının anlaşılması halinde de kendilerine yönetim emanetini veren topluma "zulüm" etmiş olacakları için bütün toplumun vebalini (kul hakkı) taşıyacaklardır.
Hz.Muhammed'e tüm işlerinde başarılı olacağı, bütün günahlarının bağışlandığı, ona lütfedilen olanaklar ve yetenekler ile daima "doğru yola" iletilidği ve her konuda şanlı bir zafer elde edeceği bildirilerek peygamberlik görevinde kendisine yardım edildiği açıkça bildirilmektedir.
Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. (111/1), (48/1)
Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. (111/2), (48/2)
Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. (111/3), (48/3)
İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. (111/4), (48/4)
Mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir, işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur. (111/5), (48/5)
Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir; Müslümanlar için bekledikleri kötülük çemberi başlarına gelsin! Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır, orası ne kötü bir yerdir! (111/6), (48/6)
Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azizdir, hakimdir. (111/7), (48/7)
Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (111/8), (48/8)
Ta ki Allah'a ve Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah'ı tesbih edesiniz. (111/9), (48/9)
Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler, Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir; kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur, kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. (111/10), (48/10)
Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki: "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile."; Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (111/11), (48/11)
Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız, bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz. (111/12), (48/12)
Kim Allah'a ve Resûlüne iman etmezse bilsin ki biz, kafirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır. (111/13), (48/13)
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (111/14), (48/14)
Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: “Bırakın, biz de arkanıza düşelim” diyeceklerdir, onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.", onlar size: “Hayır, bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir, bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir. (111/15), (48/15)
Bedevîlerden geri kalmış olanlara de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla, teslim oluncaya kadar savaşacaksınız. Eğer emre itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.” (111/16), (48/16)
Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır. (111/17), (48/17)
Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir. (111/18), (48/18)
Yine onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükâfatlandırdı. Allah üstündür, hikmet sahibidir. (111/19), (48/19)
Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vadetmiştir, işte şunları hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin. (111/20), (48/20)
Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, onlar Allah'ın bilgi ve kudreti dahilindedir. Allah, her şeye kadirdir. (111/21), (48/21)
Eğer kafirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı, sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı. (111/22), (48/22)
Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (111/23), (48/23)
O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir. (111/24), (48/24)
Onlar, inkar eden ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır, eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkar edenleri elemli bir azaba çarptırırdık. (111/25), (48/25)
O zaman inkar edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi, Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı; zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir. (111/26), (48/26)
Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı; Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir; işte bundan önce size yakın bir fetih verdi. (111/27), (48/27)
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur, şahit olarak Allah yeter. (111/28), (48/28)
Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler, onları rükûya varırken, secde ederken görürsün, Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir, bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır, İncil'deki vasıfları da şöyledir: “Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.” Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir, Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (111/29), (48/29)
Hz.Muhammed'in Medine'ye hicretinden 6 yıl sonra iman etmiş olan (Müslüman) toplumundan oluşan bir grubun Kabe'yi ziyaret için Mekke'ye gitmeleri ve henüz müslüman olmayan Mekke ileri gelenlerinin buna izin vermemesi üzerine çıkan anlaşmazlık sonrasında varılan anlaşma ile (Hudeybiye Antlaşması) bu ziyaretin gerçekleştiği, böylece bu anlaşma sonrasında Hz.Muhammed'in tebliğ etmekte olduğu İslam'ı kabul edenlerin Mekke toplumu tarafından "toplumsal bir yapı" veya "devlet" olarak "tanınmış" olduğu tefsirlerde açıklanmaktadır.
Buna göre, Hz.Muhammed'in Allah'ın kendisine "vahiy" olarak bildirdiği Ayetlerini "tebliğ görevini" yürütürken ilk aşamalarında karşılaştığı güçlükler ve direniş karşısında cesaretle durarak önemli bir başarı (fetih) elde ettiği belirtilmektedir. Böylece Yüce Allah Hz.Muhammed'e geçmiş ve gelecek günahını bağışladığını, ona olan iyilik ve lütfunu (nimetini) tamamladığını ve onu doğru bir yola ilettiğini bildirerek İslam toplumunun gelişmesi ve çoğalmasındaki bu şanlı bir zafer (fetih) ile ona yardımcı olduğunu bildirmektedir. Nitekim söz konusu olayda iman edenlere kendilerinden sayıca çok üstün olan Mekkeliler karşısında soğukkanlılık ve cesaret kazandırmak için, göklerin ve yerin bütün güçlerinin (ordularının) Allah'a ait bulunduğu ve Allah'ın her şeyi bilen ve gerçek hikmet sahibi olduğu hatırlatılarak imanlarını daha da sağlamlaştırıldığına ve kendilerini "güvende" hissetmelerinin sağlandığına işaret edilmektedir.
Böylece iman etmiş olan Hz.Muhammed'in toplumuna bu uyarıları dikkate alarak "güvende" olduklarını idrak etmeleri ve imanlarını bir kat daha arttırmaları öğütlenmektedir. Bu öğüdü dikkate alan ve iman eden "mümin" erkeklerle "mümin" kadınların kalplerine imanlarını bir kat daha arttırmaları için ve yaşarken nefslerine uyarak işledikleri günahlarını (hatalarını) örtmesi için kalplerine "güven" indirildiğine ve ölüm sonrasında yeniden diriltildiklerinde içinde ebedi kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetlere konulacaklarına işaret edilmekte ve bu durumun Allah katında büyük bir kurtuluş olduğu bütün insanlara bildirilmektedir. Buna göre Allah'ın müminlere apaçık bir "fetih" ihsan ederek onları hayatta iken Allah hakkında kötü zanda bulunan "münafık" erkeklere ve kadınlara ve Allah'a ortak koşan (Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıran) erkeklere ve kadınlara azap etmesi için onlardan "ayırdığı", ayrıca münafıklar ile Allah'a ortak koşanların iman eden Müslümanlar için bekledikleri kötülüklerin kendi başlarına geleceği, Allah'ın onlara gazap ettiği, lânetlediği ve ne kötü bir yer olan cehennemi kendilerine hazırladığı açıklanmaktadır.
Ayetlerdeki ifadeler dikkate alındığında Yüce Allah'ın Hz.Muhammed'e bu görevini yerine getirmesinde her türlü zorluk, güçlük ve direniş ve engeller karşısında galip geleceğini (fetih) ileterek ona destek olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah ayrıca inananların (müminlerin) kalplerine, Allah'a olan imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye "güven" indirdiğini, göklerin ve yerin yaratılmasını ve sürdürülmesini sağlayan bütün güçlerinin (ordularının) Allah'ın olduğunu, Allah'ın her şeyi bildiğini ve her şeyi "bütün sırları" ile en doğru ve kusursuz (hikmetle) olarak yaptığını hatırlatmaktadır. Böylece Hz.Muhammed'in ve iman edenlerin bulundukları yolun "doğru yol" olduğundan emin olmalarının sağlandığı açıklanmaktadır. Buna göre Hz.Muhammed'e apaçık bir "fetih" ihsan edildiğini bildirilen ifade ile, aslında "İslam Dininin" en doğru yol olarak en sonunda bütün insanların inançlarını "fethedeceği" gerçeğine işaret edildiği ve bunun "şerefinin" Hz.Muhammed'e lütfedildiği (ihsan edildiği) anlaşılmaktadır.
Ayetlerde Hz.Muhammed'in bütün insanlara Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunun "şahidi", aldığı "vahiylerle" bütün insanlara iletmekte olduğu "Yaratılış" ile ilgili gerçekleri bildiren "Ayetlerine" uyanlara doğru yola ulaştırılacaklarını ve kurtuluşlarını "müjdeleyici" ve buna göre iman etmelerinin önemine işaret eden "uyarıcı" olarak gönderildiği bildirilmektedir. Ancak bunların gerçekleşmesinin, Allah'a ve Hz.Muhammed'e (Resulüne) iman etmeleri, "Resulüne" yardımcı olmaları, ona saygı göstermeleri ve sabah akşam Allah'ı anmaları (tesbih) ile mümkün olabileceği de ihtar edilmektedir.
Buna göre, Kabe ziyareti için Mekke'ye gidilmesinde Hz.Muhammed'e bağlılıklarını (biad) bildiren "müminlerin" aslında Allah'a bağlılıklarını bildirdiklerine, Allah'ın onların yanında olduğuna, ancak kim Allah'a ve Hz.Muhammed'e olan bağlılığını (ahdini) bozarsa bunun ancak kendi aleyhine (bozmuş) olacağına, kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah'ın ona büyük bir ödül vereceğine işaret edilmektedir.
Yüce Allah, Mekke'ye gidilmesi konusunda Hz.Muhammed'e bağlılıklarını iletenlerin niyetlerini bildiğini ve onlardan "razı" olduğunu belirterek onlara güven duygusu verdiğini ve onları pek yakında bir zaferle (fetih), ve ayrıca elde edecekleri bir çok ganimetlerle ödüllendirdiğini bildirmekte ve "Üstün ve Hikmet Sahibi" olduğunu hatırlatmaktadır. Gerçekten daha sonra hicretin sekizinci yılında Hz.Muhemmed ve iman edenler, savaşmadan kansız bir şekilde Mekke'nin "fethedilmesi" ve birçok ganimetler elde edilmesi yanında, "İslam'ın" bütün Arap Yarımadasında olağanüstü şekilde genişlemesinin öncülleri olmaları ile ödüllendirilmişlerdir.
Öte yandan Mekke toplumunun Kâbe’ye yapılacak bu ziyarete karşı gelmeleri ile ortaya çıkan anlaşmazlık sırasında bir çatışmanın meydana gelmesi ihtimali nedeniyle müminler arasında bulunan bedevilerin mallarının ve ailelerinin onları gelmekten alıkoyduğunu ve Allah'tan onlar için af (mağfiret) dilemesini Hz.Muhammed'e ilettikleri belirtilmektedir. Allah Hz.Muhammed'e onların kalplerinde olmayan bir şeyi söylediklerini açıklayarak Allah'ın bir zarar vermek veya yarar sağlamak isterse hiç bir şeyin veya kimsenin Allah'ın istediği bir şeyi geri çeviremeyeceğini ve Allah'ın yaptıklarından tamamıyla haberdar olduğunu onlara bildirmesini Hz.Muhammed'den istemektedir. Bedevîlerin "Peygamberin" ve müminlerin ailelerine (Medine'ye) bir daha dönmeyeceklerini zannettikleri, bu durumun onlara güzel göründüğü, bu nedenle yok edilmeyi (helâki) hak ettikleri belirtilmekte ve gerçekte bedevilerin Müslümanlardan daha çok inanmamış olan Mekke'ye (Kureyş kabilesine) sempati beslediklerine işaret edilerek Hz.Muhammed'in bedeviler hakkında "uyarıldığı" anlaşılmaktadır.
Yüce Allah bunun yanında Mekke ziyaretinden geri kalmış olan bedevilere Allah'a ve Resulüne iman etmezlerse Allah'ın kafirler için çılgın bir ateş hazırladığını, göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu, Allah'ın dilediğini bağışladığını, dilediğine ceza verdiğini, Allah'ın çok bağışlayan, çok merhamet eden olduğunu hatırlatmasını, bunun yanında savaş katılmaktan geri duranların savaş sonrasında elde edilen ganimetlerden pay almaya gidenlere katılmak isteyeceklerin yaptıkları bu davranışları ile aslında Allah'ın sözünü değiştirmek istedikleri belirtilerek onlara asla peşlerinden gelmemelerini, bunun Allah'ın buyruğu olduğunu söylemesini Hz.Muhammed'e bildirmektedir. Ayrıca yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaklarını, onlarla teslim oluncaya kadar savaşacaklarını, eğer emre itaat ederlerse Allah'ın onlara güzel bir mükafat vereceğini ama önceden döndükleri gibi yine dönecek olurlarsa acıklı bir azaba uğratılacaklarını söylemesini böylece doğru yola yönelebilmeleri için onları uyarmasını Hz.Muhammed'den istemektedir. Ayrıca körlerin, topalların, hastaların savaşa katılmak zorunda olmadıklarını ve Allah'ın bu durumları nedeniyle mücadele edemeyecek durumda olanlardan kim kalben (samimi olarak) Allah'a ve Peygamberine itaat ederse onu altından ırmaklar akan cennetlere sokacağını, ancak Allah'a ve Peygamberine itaatten geri kalanları da acı bir azaba uğratacağını hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah "Hudeybiye Anlaşması" üzerinden başka bir örnek vererek, Hz.Muhammed ve iman eden müminlerin, karşılarında Kabe'yi ziyaretlerine engel olmaya çalışan son derece donanımlı bir ordu bulunmasına ve onlarla baş edebilecek hemen hiçbir şeyleri bulunmamasına rağmen, onlara saldırmadıklarına işaret ederek Hz.Muhammed'e ve iman eden müminlere nasıl yardımcı olduğunu açıklamaktadır.
Bu durum, müminlere "birçok ganimetler" vaat edildiği, bunların içinde müminlere bir işaret olarak ve onları dosdoğru yola iletmek üzere insanların (Mekkelilerin) müminler üzerinden "ellerini geri çekmeleri ile hemen verildiği bildirilerek açıklanmaktadır. Buna göre müminlere "dosdoğru yolda" olmaları halinde henüz elde edemedikleri başka "ganimetler de" olduğunu, bunların her şeye gücü yeten (kadir) olan Allah'ın bilgi ve kudreti dahilinde bulunduğu belirtilmektedir. Örnek olarak kafirlerin onlarla (müminlerle) savaşa girmiş olsalardı bile, Allah'ın müminlere olan ve henüz bilemedikleri yardımları (ganimetleri) sayesinde arkalarına dönüp kaçmış ve sonra bir dost ve yardımcı da bulamamış olacakları, böylece Allah'ın iman edenlerin daima yanında ve onların yardımcısı olduğu, bunun öteden beri süregelen "Allah'ın Kanunu" olduğu ve Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulunmadığı açıklanmaktadır. Nitekim sonuçta müminlerin Mekke'yi fethetmelerinden sonra kendilerine karşı çıkanların müminlere ve müminlerin de onlara karşı bir davranışta bulunmamalarının (ellerini çekmelerinin) Allah'ın açıkladığı bu "ganimetlerinden" olduğuna işaret edilmekte ve Allah'ın bütün insanların yaptıklarını "gören" olduğu bir defa daha hatırlatılmaktadır.
Yüce Allah ayrıca Mescid-i Haram'ı ziyaretini ve ziyaret sonrasında kesecekleri kurbanlarını bekleterek yerlerine ulaşmasını menedenlerle (kafirler) savaşa girmelerini önlediğini açıklamaktadır. Çünkü onlar arasında tanımadıkları mümin erkeklerin ve kadınların da bulunduğunu, bilmeyerek onlara zarar verebileceklerine (çiğnemeleri) ve bu nedenle üzüleceklerine işaret etmekte ve bu durumu müminlere olan yardımlarının nedeni olarak bildirmektedir. Şayet müminlerin Mekke'yi fethetmeleri sırasında Mekke'deki müminler ile kafirler birbirinden ayrılmış olsalardı elbette inkâr edenlerin elemli bir azaba çarptırılmış olacakları açıklanmaktadır. Burada Yüce Allah'ın inkâr edenlerin önceki bilgisizlik (cahiliye) dönemlerine ait (taassubun) etkisinde olduklarına dikkat çekmekte ve kendilerine iletilen "gerçekleri" bilemedikleri için onlara bir zaman tanınmak üzere Hz.Muhammed'e ve müminlere "sükunet ve güven" verdiğine işaret edilmektedir. Böylece Allah'ın her şeyi "bilen" olduğuna dikkat çekilerek esasen onların buna layık ve ehil kimseler oldukları için onların da sonradan iman etmelerinin (takva sözünün) sağlandığı açıklanmaktadır.
Kur'an’da yer alan Ayetlerde Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara "Yaratılış" açıklanmakta ve Allah'ın bütün yaratılışı gerçekleştiren "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu kesin bir şekilde bildirmektedir.
Bu "gerçeğin" kabul edilerek Allah'a ve ilettiklerine inanılması, Allah'a teslim olunması ve onların kabul edilmesi Ayetlerde "Din" olarak tanımlanmakta ve bütün insanlar için "beğendiğini" açıkladığı bu Dinin (İslam’ın) insanlar arasında yayılacağının yapılan bütün bu açıklamalar ve verilen örnekler ile Hz.Muhammed'e rüyasında gösterildiğine işaret edilmektedir.
Allah nezdinde hak din İslâm'dır. (89/19), (3/19)
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. (112/3), (5/3)
Yüce Yaratan, burada yer alan açıklamalar ve verdiği bilgiler ile Hz.Muhammed'in rüyasını doğru çıkardığını bildirmekte ve artık "dilerse" bütün müminlerin "başları tıraş edilmiş ve kısaltılmış olarak" Mekke'de bulunan Kâbe'yi (Mescid-i Haramı) güvenle ziyaret edebileceklerini (Hac İbadeti bölümünde bu konuda bilgi bulunmaktadır), bunun gerçekleşmesi için Ayetlerde açıklandığı gibi müminlere öncelikle (yakın) bir zafer (fetih) verdiğini, böylece bütün dinlerden "üstün" olmak üzere Hz.Muhammed'i bütün insanların kurtuluşunu (hidayet) sağlayacak "Gerçek Din" olan (Hak Din) İslam ile gönderdiğini açıklamakta ve bu gerçeğin "Şahidinin" de "Kendisi" olduğunu bildirmektedir.
Ayrıca insanları kurtuluşa ileten gerçek "Din" olan "İslam Dinini" bütün insanlığa bildiren ve tebliğ eden Hz.Muhammed'in Allah'ın "elçisi" olduğu, ona inanan ve onunla beraber olan "iman edenlerin" kafirlere karşı çetin kendi aralarında merhametli oldukları, Allah'ın huzurunda saygı ile eğilerek (rükûya varırken) ve yere kapanarak (secde ederken) Allah'tan lütuf ve rıza istedikleri, yüzlerindeki "secde izlerinin" onların güvenç ve övünç "nişanı" olduğu belirtilmektedir. Allah'a iman edenlerin bu durumuna Tevrat'ta değinildiği ve İncil’de de "Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.” Ayeti ile işaret edildiği belirtilmektedir. Bu açıklamalar ile Allah'a ve Hz.Muhammed'e vahyedilenlere inanan müminlerin (Müslümanların) çoğaltıldıkları ve bunun Allah'ı inkar eden "kafirleri" öfkelendirdiği belirtilmektedir. Öte yandan Yüce Allah kafirlerden bu "gerçekleri" anlayıp "İslam’ı" seçerek iyi işler yapanlara affedilme (mağfiret) ve büyük mükâfat vadettiğini önemle bildirmektedir. Böylece Yüce Allah "Yaratıcılığına" ve "Tek Yaratıcı Güç" olduğuna bir defa daha işaret etmekte ve henüz inanmamış olan bütün insanlara göklerin ve yerin ordularının (göklerin ve yerin bütün güçlerinin) aslında "Kendisi" olduğunu ve en saygın (azizdir) ve her şeyin üstünde kudret sahibi (hâkim) olduğunu hatırlatarak bütün insanlara "doğru yola" yönelmeleri için önerilerde ve ihtarda bulunmaktadır.
Ayetlerde yapılan açıklamalar ve verilen öğütler ile Yüce Allah, bütün insanlara iletilmek üzere bildirdiği "Ayetleri" ile insanları "uyarmak" görevini gönül rahatlığı ile sürdürmesinde Hz.Muhammed'e yardımcı olmakta ve destek vermektedir.
Hz.Muhammed'in Sadece Bir Uyarıcı Olması
Yüce Allah, eğer "ilettiklerine" inanmayıp ondan "yüz çevirirlerse", kendisini "inanmayanların" üzerine "bekçi" olarak göndermediğini ona düşenin sadece "duyurmak" olduğunu hatırlatmakta ve onlara insanlara gönderilen peygamberlerin ilki olmadığını, kendisine ve inanmayanlara ne yapılacağını da bilmediğini, sadece kendisine vahyedilene uyduğunu ve kendisinin sadece apaçık bir uyarıcı olduğunu söylemesini bildirerek görevini huzur içinde yapmasında destek olmaktadır.
Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, kafirler şöyle dediler: "Bu şaşılacak bir şeydir." (34/2), (50/2)
Aralarından kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. (38/4), (38/4)
De ki: “Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah'tan başka bir tanrı yoktur.” (38/65), (38/65)
"Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor. " (38/70), (38/70)
Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. (39/184), (7/184)
De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (39/188), (7/188)
Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (42/56), (25/56)
Sen sadece bir uyarıcısın. (43/23), (35/23)
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Eğer seni yalanlıyorlarsa onlardan öncekiler de yalanlamışlardı, peygamberleri onlara açık âyetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi. (43/25), (35/25)
Sonra ben, o inkar edenleri yakaladım, cezam nasıl oldu! (43/26), (35/26)
Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (42/56), (25/56)
“Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (47/115), (26/115)
"Her şey de zaten O'na aittir. Bana müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: “Ben sadece uyarıcılardanım." (48/92), (27/92)
Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi, seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (50/105), (17/105)
Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (58/28), (34/28)
"Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım.” (54/89), (15/89)
Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler. (55/48), (6/48)
Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir. (55/49), (6/49)
Biz hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişileri: “Biz, size gönderilmiş olan şeyi inkar ediyoruz” demişlerdir. (58/34), (34/34)
Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik, sana düşen sadece duyurmaktır. (62/48), (42/48)
Senden önce de hangi memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın varlıklıları: “Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız” derlerdi. (63/23), (43/23)
De ki: “Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (66/9), (46/9)
O halde Allah'a koşun çünkü ben, size Allah'ın katından açık bir uyarıcıyım. (67/50), (51/50)
Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin zira ben size Allah'ın tarafından açık bir uyarıcıyım. (67/51), (51/51)
Biz resûlleri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. (69/56), (18/56)
De ki: “O bilgi, ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. (77/26), (67/26)
"De ki: “Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (85/50), (29/50)
Doğrusu biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin. (87/119), (2/119)
İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir. (87/213), (2/213)
Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. (90/45), (33/45)
Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (90/46), (33/46)
Allah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müminlere müjdele. (90/47), (33/47)
Kafirlere ve münafıklara boyun eğme, onların eziyetlerine aldırma, Allah'a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter. (90/48), (33/48)
Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. (92/163), (4/163)
Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık ve Allah Musa ile gerçekten konuştu. (92/164), (4/164)
Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir. (92/165), (4/165)
Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder; onu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de (buna) şahitlik ederler ve şahit olarak Allah kâfidir. (92/166), (4/166)
Kafirler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır. (96/7), (13/7)
De ki: “Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (103/49), (22/49)
Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (111/8), (48/8)
Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki: "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demiyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. (112/19), (5/19)
Çok sayıdaki Ayetlerde Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed'in "Tüm İnsanlara" Allah'ın öğüt ve önerini ileten bir "uyarıcı" olarak gönderildiği bildirilmektedir. Buna göre yaşamış olduğu "dönemden" itibaren bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün insanlara bu uyarı, öğüt ve önerileri (Kur'an Ayetlerini) ileterek, Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğunu ve sadece Allah'a "teslim olunması" gerektiğini bildirmek olan görevini yerine getirmiş ve yaklaşık 1390 yıl önce vefat etmiştir.
De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (39/158), (7/158)
Ayette "hepinize" ifadesi ile, "bütün insanlara" Allah'ın Elçisi olduğu bildirilmektedir.
Kur'an’da bir çok ayette Hz.Muhammed'in ancak bir uyarıcı ve yol gösterici olduğu, İnsanlar üzerinde bir veli olmadığı yani onların hal ve işlemlerinden sorumlu olmadığı kendisine telkin edilmektedir. Adem ve sonrasındaki dönemlerde "Akıllı" insanlara doğru yolu göstermek üzere "görevlendirilen" uyarıcıların ve peygamberlerin bildirdiklerine rağmen, insanların zamanla bunlardan ayrılarak kendilerince düzen ve gelenekler geliştirdikleri ve bu durumun Hz.Muhammed'in içinde bulunduğu toplumda da benzer olarak sürdüğü anlaşılmaktadır. Zira Yüce Allah Hz.Muhammed'in toplumuna aldığı "vahiyleri" iletirken toplumun büyük bir "şaşkınlık" yaşadığına işaret edilerek "aralarından" böyle bir "uyarıcının" gelmesine anlam veremedikleri belirtilmektedir. Bu durumda Hz.Muhammed'e kendisinin sadece ve apaçık bir "uyarıcı" olduğunu ve tek ve muktedir, mutlak galip ve hakim olan (kahhâr) olan Allah'tan başka bir tanrı olmadığını, bunun kendisine "vahyolunduğunu" topluma bildirmesinin istendiği açıklanmaktadır. Toplumun kendi içlerinden öteden beri "tanıdıkları" ve "arkadaşları" olan Hz.Muhammed'de bir delilik olmadığını bilmelerine rağmen bunu düşünmediklerine işaret edilmektedir. Yüce Allah, "dilediğinden" başka kendisine herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip olmadığını, eğer bilinmeyenleri (gaybı) bilseydi elbette daha çok hayır yapmak isteyeceğini ve kendisine hiçbir fenalık dokunmayacağını, kendisinin sadece ilettiklerine (ona) inananlar için bir "uyarıcı" ve müjdeci" olduğunu toplumuna (kavmine) açıklamasını Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Yüce Allah böylece Hz.Muhammed'e onun sadece bir "uyarıcı" olduğunu tekrarlamakta ve onu gerçekten müjdeleyici ve uyarıcı olarak Kur'an ile (hak ile) gönderdiğini, esasen daha önce de her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gönderdiğini hatırlatmakta, şayet toplumunun onu "yalanlaması" halinde kendisinden önceki peygamberleri de, açık Ayetler, mucizeler, aydınlatıcı kitaplar getirmiş olmalarına rağmen, toplumlarının aralarındaki kıskançlıktan ötürü kendilerine iletilen "gerçekler" üzerinde (dinde) anlaşmazlığa düşerek onları yalanladıklarını, böylece onları (inkar edenleri) yakalayıp cezalandırdığını bildirmekte, üzülmemesini telkin etmektedir. Nitekim kendisinin Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak ve Allah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müminlere müjdelemesi içim gönderildiği açıklanarak kafirlere ve münafıklara boyun eğmemesi, onların eziyetlerine aldırmaması, Allah'a güvenip dayanması öğüt verilmekte ve vekil ve destek olarak Allah'ın yeterli olduğu hatırlatılmaktadır. Eğer yüz çevirirlerse Allah'ın kendisini onların üzerine bekçi göndermediği, ona düşenin "sadece duyurmak" olduğu açıkça bildirilmektedir.
Yüce Yaratan bir örnek olarak hangi ülkeye bir "uyarıcı" gönderdi ise mutlaka oranın varlıklı ve şımarık kişilerinin babalarının dinlerine ve onların izlerine (gösterdiklerine) uyacaklarını söylediklerini ve onlara gönderilmiş olan şeyleri inkâr ettiklerini Hz.Muhammed'e açıklamakta ve kendisinden önceki peygamberlerine de onların sadece bir "uyarıcı" olduklarını toplumlarına bildirmelerini istediğini Hz.Muhammed'e bildirmekte ve görevini yerine getirmesinde ona destek olmaktadır. Nitekim kendisine vahiy ettiği Ayetler (Kur'an) ile, inanıp iman edenlere geçmiş toplumların üzerinde ihtilafa düştükleri "gerçekleri" görmelerine "izin" verdiğini ve Allah'ın "iman edenleri" böylece "doğru yola" iletmeyi "dilediğini" bildirmektedir.
Allah'ın ayrıca toplumuna ve bu ortamda yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlara her şeyin de zaten Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın "Akıllı" insanlara bildirilmek üzere kendisine "vahiy ettikleri" olan Kur'an’ı okumasının ve Allah'a inanıp Allah'a "teslim" olmasının (Müslümanlardan olmasının) emredildiğini iletmesi istenmektedir. Buna göre artık Allah'tan aldığı "vahiyler" olarak "insanlara ilettiklerine" inanıp bunlarda gösterilen "doğru yola" gelenlerin yalnız kendisi için "doğru yola" gelmiş olacağını bildirmesi ve kim de inanmayarak saparsa ona da "sadece uyarıcılardan" olduğunu, yani onların üzerinde zorlayıcı olmadığını hatırlatması öğüt verilmektedir. Yüce Allah bu nedenle ilettiklerine "inanabilmeleri" için kendisinden bir "mucize" göstermesini bekleyenlere kendisinin şüphesiz ve sadece bir "uyarıcı" olduğunu, çünkü Allah'ın "peygamberleri" ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdiğini, kim buna ve "Ayetlerine" iman eder ve kendini düzeltirse ölümleri sonrasında onlara korku olmadığını ve üzüntü de çekmeyeceklerini, buna karşılık Ayetlerini yalanlayanların "yoldan çıkmalarından" dolayı azap çekeceklerinin bir "uyarı" olarak bildirmesini istemektedir. Böylece inanabilmek için Hz.Muhammed'e bir mucize indirilmesinin gerektiğini ileri sürenlere mucizeler ancak Allah'ın katında bulunduğunu, kendisinin ise sadece Allah'ın katından ve Allah'ın tarafından görevlendirilen apaçık bir uyarıcı olduğunu, Allah'ın peygamberleri (Resulleri) sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdiğini, böylece her toplumun bir "rehberinin" bulunduğunu, yalnız Allah'a koşmalarını (inanmalarını), Allah ile beraber başka bir tanrı edinmemelerini (ortak koşmamalarını), bilinmeyenlerin bilgisinin sadece Allah'a mahsus olduğunu, kendisini ise Kur'an (Hak) ile müjdeleyici, şahit ve uyarıcı olarak gönderdiğini ve kendisinin inanmayan ve cehennemlik olanlardan "sorumlu" olmadığını bildirmesini öğüt vererek insanların Allah'ı ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu anlamalarını sağlayacak açıklamaları yapmasında ona "yardımda" bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın, daha önce gönderdiği bütün peygamberler (Ehli Kitap) tarafından bütün insanlara olan uyarı, öğüt ve önerilerinin sözlü veya yazılı olarak bütün insanlara iletilmesinin İsa Peygamber'den sonra kesildiğine işaret edilerek Hz.Muhammed'in bu sırada bütün insanlara "elçi" olarak gönderildiği açıklanmakta ve onun görevlendirilmesindeki ayrıcalığa ve özelliğe dikkat çekilmektedir. Buna göre Yüce Allahbütü n insanlara "gerçekleri" açıkladığını ve artık bu ortamda yaşayacak olan bütün insanların kendilerine "bir müjdeleyici ve uyarıcı" gelmediğini söyleyemeyeceklerini ve bahane edemeyeceklerini bildirmektedir.
Hz.Muhammed'e de, "her şeye hakkıyla kadir" olduğunu ve bütün insanlara "müjdeleyici ve uyarıcı" olarak görevlendirdiğini açıklamaktadır. Ayrıca Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiği gibi ona da vahiy ettiğini ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, Ya'kub'un torunlarına (esbâta), İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahiy ettiğini, Davud'a da Zebur'u verdiğini ve Ayetlerinde ona bir kısım peygamberleri daha önce anlattığını, bir kısım peygamberleri ise anlatmadığını ve Musa ile "gerçekten konuştuğunu" bildirerek bütün insanlara "müjdeleyici ve sakındırıcı" olarak peygamberler gönderdiğini, bu nedenle insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir "bahanelerinin" kalmadığını Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.
Nitekim, Allah "En Üstün" olan (İzzet Sahibi) ve "Bilinmeyenleri" bilen (Hikmet Sahibi) olarak ve ancak "Kendisinin" sahip olduğu bilgilere (kendi ilmi ile) göre Kur'an’ı "Kendisinin" ona "vahiy ederek" indirdiğini, buna "Kendisinin" şahitlik ettiğini, "şahit" olarak Allah'ın yeterli olduğunu ve "indirmeyi" gerçekleştiren Meleklerin de (Cebrail) buna şahitlik ettiklerini güvenli ve güçlü hissetmesi için Hz.Muhammed'e özellikle bildirmektedir.
Böylece Hz.Muhammed'e de, "her şeye hakkıyla kadir" olduğunu, onu bütün insanlara "müjdeleyici ve uyarıcı" olarak görevlendirdiğini açıklamakta ve bu olağanüstü görevini metanet, azim ve kararlılıkla yapmasında ona destek olmaktadır. Nitekim Allah "özel" bir Ayetinde Hz.Muhammed'e verdiği ve bütün "Akıllı" insanlara Allah'ı ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu bildirilmesi ile ilgili son derece "özel" görevi nedeniyle "Kendisinin" ve "Meleklerin" Hz.Muhammed'e destek ve yardımcı olduğunu (selamladığını) bildirmekte ve "İnanan" müminlerin de tam bir teslimiyetle ona salevât getirerek ve selam vererek ona "destek ve yardımcı" olmalarını öğütlemektedir.
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salât ederler, Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (90/56), (33/56)
Burada tüm insan toplumlarında her düzeydeki "yöneticiler" için çok önemli "uyarılar" yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira bu açıklamalar ve ifadeler ile Yüce Allah, bu ortamda yaşayan ve yaşayacak olan bütün insanlara "Kendisinin" bu ortam ve bütün ortamların "Yaratıcısı" olduğunu bildirmek ve böylece "Kendisini" bütün insanlara "Tanıtmak" için özel olarak seçip görevlendirdiği ve önem verip destek olduğu Hz.Muhammed'e bile "sadece bir uyarıcı" olduğunu defalarca hatırlatmakta ve ona özel ve saygın bir konum vermesi dışında insanlar üzerinde onlara "hükmetmesini" veya onları "sahiplenmesini" ya da kendisini "kutsallaştırılmasını" sağlayacak durum ve davranışlarda bulunmamasını önermektedir. Bu durum her düzeydeki toplum yöneticilerine, bulundukları yerde "bir süre" kalacaklarını ve kendilerinden "İnsan Olmalarının" beklendiğini unutmamalarını hatırlatmakta, bunun için de bütün işlerinde ve kararlarında Hz.Muhammed'e bildirilen uyarı, öğüt ve önerileri daima dikkate almalarının gerektiğine işaret etmektedir.
Bu ifadeler çerçevesinde Hz.Muhammed'in son peygamber olmasının da bir anlamı bulunduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki, Allah artık insanların kendilerine verilmiş bulunan "Akıl" nimetini kullanabilecek bir düzeye ulaştığına ve artık insanlığın tüm geçmişini ve yaşanan olayları inceleyip ulaşacağı sonuçları aklı ile değerlendirip gerçeğe (Allah'a) ulaşabileceğini "takdir ettiğini" böylece tüm "insanlığa" bildirmektedir.
Bu nedenle en önemli ve en saygıya layık "Peygamberine" sadece "insanları uyarması" görevini vermiştir ve ona Allah'a ve ilettiklerine inanmayıp karşı gelen ve inkâr eden "cehennemliklerden" kendisinin "sorumu" olmadığını bildirmektedir. Böylece bundan sonra insanlardan kendi akılları ile giderek gelişmelerini ve sonuçta Allah'a ulaşmalarını, yani "İnsan Olmalarını" beklemektedir.
Ancak, Hz.Muhammed ve sonraki "Halifeler" dönemini izleyen zamanlarda "yönetimi" ele geçiren insanların, "Şeytanın" daima onlarla birlikte olduğunu ve şeytanın gücü ile ilgili Ayetleri unutarak, Kur'an ile "İnsanlara" verilen "İnsan Olmak" görevinin tüm insanlar tarafından anlaşılmasına mani oldukları ve "ele geçirdikleri" yönetim gücünü kullanarak Kur'an Ayetlerini çıkarları doğrultusunda yorumladıkları görülmüştür. Toplumu yönetme gücünü elinde bulunduranlar, bu "gücü" kaybetmemek veya korumak için, toplum bireylerine "doğruyu" gösterme ve "koruma" gibi bahaneleri ileri sürerek, anlamasalar dahi Ayetlerin sadece Arapça" okunmasının ve anlamlarının da onlara "gösterdikleri gibi" olduğuna inanarak onlara kesin olarak uyulmasının Allah'ın "emri" olduğunu telkin etmişler ve yönettikleri insanların daima kendilerine "bağlı" kalmalarını sağlamışlardır. Ancak aslında Kur'an bir bütün olarak incelenmeli ve Ayetlerinde yer alan tüm hükümlerin diğer Ayet hükümleri ile "birlikte değerlendirilerek" Kur'an'ın "asıl hedef" olan Allah'ın "Tek Yaratıcı Güç" olduğu ve sadece Allah'a "teslim olunması" gerektiği "gerçeğine" ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Zira Kur'an’ın bir "bütün" halinde okunup Ayetlerin birbirlerini ile olan bağlantılarının dikkate alınarak "okunması" halinde, Yüce Allah'ın Kur'an’ı gönderirken "Bütün Akıllı İnsanlardan" her şeyin "Yaratılışı" ve "Tek Yaratıcı Güç" ile ilgili olarak bildirdiği "gerçekleri" anlamalarını beklediği görülebilecektir. İnsanların bu anlayışa ulaşmaları halinde yönetim güçlerinin ve çıkarlarının azalacağı ve zarar göreceğinin bilincinde olan bazı toplum yöneticileri bu nedenle güçlerini devam ettirmelerinde siyaset olarak etkileri altında bulunan din adamlarını bir silah gibi kullanmışlar ve Ayetleri "tesirsiz" kılmakta yarışarak insanların kendilerini bu açıdan eğitmelerine ve geliştirmelerine daima engel olmuşlardır. Yüce Allah bunların "Cehennemlik" olduklarını açıklamaktadır.
Âyetlerimiz hakkında birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar, cehennemliklerdir. (103/51), (22/51)
Ne ilginç ve ibret alınması gereken bir konudur ki, Allah'a inanmanın siyaset ve güç elde etmek için biraraç olarak kullanılması ve geliştirilmeye muhtaç insanların (Tebaanın) Kur'an’ın belli ayetlerini asıl amaçları dışında ve kendi amaçları için insanlar üzerinde bir etki ve baskı aracı olarak kullanılmasına Hz.Muhammed'in vefatından hemen sonra başlanmıştır. Ancak burada, gelişen tüm olayların Allah'ın izni ile meydanageldiği de unutulmamalıdır. Allah insanlara kendi akılları ile Kendini ve yarattıklarını tanımaları ve teslim olup ibadet etmelerini bir görev olarak verdikten sonra, tayin ettiği zamana kadar, yani Kıyamet zamanına kadar bu aklın kullanılmasında ve şeytanın insanlar üzerindeki etkisine izin vermesi ile insanların bu etkiyi aşmalarında ne kadar başarılı olabileceklerini görmek istemektedir.
Bu nedenle unutulmamalıdır ki Kur'an ile işaret edilen ve önerilen konuların insanlar tarafından araştırılıp anlaşılması ve şeytanın her türlü etkisinin anlaşılıp onun bertaraf edilmesi gerekmektedir. Şayet insanlar bu şekilde hareket etmezler ise, Kıyamete kadar Şeytan aralarında olacak ve Kur'an’ın gösterdiği yol ve öğütlerden insanları uzaklaştıracaktır. Allah bu izni ona vermiştir. Bu daima hatırda olmalıdır.
Müslüman toplumların yapılan bunca açıklama ve uyarılara rağmen, Ayetlerin anlam ve amaçlarını anlamaya çalışmadan kendilerine "bazı insanlar" tarafından bildirilenlere uyarak onlara "hizmet ettiklerini" ve aslında kendilerinden beklenenlerden ne kadar uzaklaştıklarını anlamaları, günümüzde "Dünyadaki" konumlarının açıklanması için yeterli bulunmaktadır.
Kur’an’da Hz.Muhammed İle İlgili olağanüstü Olaylar
Kur'an Ayetlerinde insanlığın geçmişte, hatta günümüzde sahip oldukları bilgi birikimi çerçevesinde "imkansız" olan veya maddi delillere dayandırılıp açıklanamayan bazı "olağan üstü" olaylara yer verildiği görülmektedir.
Bu tür olaylar Ayetlerde "mucize" olarak tanımlanmaktadır. Ayetlerde belirtilen mucizelerin hemen tamamı, Peygamberlerin aldıkları vahiyleri ilettiği insanların bilgi ve anlayış düzeylerinin yeterli olmaması nedeniyle karşılaştıkları itirazların giderilmesi ve ilettiklerinin gerçek olduğuna onların ikna edilerek "inanmalarını" sağlamak için "Yaratıcı" tarafından gerçekleştirilen bir takım "olağan üstü" olaylar olarak açıklanmaktadır.
Böylece peygamberlere toplumları üzerinde "kutsal" bir üstünlük sağlanmak suretiyle toplumlarına ilettikleri gerçeklere "inanmalarını" sağlamaya yönelik etkiler oluşturularak onların "iman etmeye yönlendirildikleri söylenebilir. Gerçekten, Yüce Allah "izni olmadan" hiçbir Peygamber için mucize getirme imkanının bulunmadığına işaret etmektedir.
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin bir kitap vardır. (96/38), (13/38)
Buna göre geçmiş dönemlerde yaşamış sınırlı bilgi düzeyindeki insanların kendilerine iletilen "gerçekleri" anlayabilmelerini kolaylaştırılması için peygamberler aracılığı ile "İmkânsız" olarak tanımlanan herhangi bir şeyi veya olayın Yüce Yaratanın "takdiri" ile gerçekleştirildiği çok sayıdaki Ayetlerde belirtilmektedir. Özellikle Hz.Muhammed'in ilk vahiyleri aldığı dönemlerde kendisine zor kullanarak karşı gelenler karşısında iman edenlerin sayılarının yeterli olmaması nedeniyle zor şartlar altında savaşmak zorunda kaldığına işaret edilmekte, bu nedenle Allah'ın savaşta güçlü olmalarında onlara yardımcı ve destek olmak üzere, Kur'an içeriğinde geçen diğer olağanüstü olaylarda olduğu gibi burada da, savaştıkları insanların olduğundan farklı olarak algılamasını sağladığı açıklanmaktadır. Böylece söz konusu savaşlar sırasında bir çeşit "mucize" olarak iman edenlere "kafirlerin" sayıca daha az veya kafirlere "iman edenlerin" ise çok fazla olarak gösterildiği belirtilmektedir.
Mucizelerin insanların "Yaratıcıya" inanmaya ikna olmalarının sağlaması yanında, peygamberlerin ilettiği "gerçeklere" inanmayıp bilerek onları inkâr edenlerin "imkânsız" olayları "doğrudan" algılayarak "cezalandırılmaları" için de gerçekleştirildiği Ayetlerde açıklanmaktadır. Bu durumda insanlardan inanmamış olan geçmiş toplumların nasıl "cezalandırıldıklarını" dikkate alarak durumlarını gözden geçirmelerinin ve bu cezalardan ders çıkartarak aynı duruma düşmekten kaçınmalarının, böylece "iman ederek" doğru yola yönelmelerinin beklendiği anlaşılmaktadır.
İnsanlara "Acayip" veya "İmkânsız" gelebilecek bazı Ayetlerde yer alan "Olağan Dışı" durum ve olayların, gelecek zamanlarda insanların ulaşacakları bilgi düzeyleri ve bilgi birikimleri ile bir "Delile" bağlanıp açıklamalarının mümkün olması ihtimalinin bulunması nedeniyle, doğrudan reddedilmemeleri gerekmektedir. Zira günümüzde günlük kullanım haline gelen telefon, kablosuz bağlantılar, bilgilerin işlenmesi ve iletişimindeki gelişmeler geçmişte mucize olarak tanımlanan çok sayıdaki olayları ve uygulamaları açıklamaktadır. Buna göre henüz açıklanamayan olağan dışı tüm olayların inanların bilgi birikiminde sağlanacak gelişmelere uygun olarak gelecekte açıklanabilir olacağını söylemek mantıksal olarak kesin görünmektedir.
Bu konuda Elmalılı tefsirinde İslam düşünürlerinden Fahru'ddin-i Râzî’nin “Felsefeci maziye de istikbale de karşı çıkar." sözü hatırlatılarak "esasen mucizeleri tasavvur edemeyenlere karşı ilk yapılacak işin Kur'an'ın birçok yerinde yapıldığı gibi yaratılıştaki acayipliklere dikkat nazarlarını çekmek" olduğu belirtilmekte ve İbn Sina'ya atfedilen aşağıdaki açıklamalara yer verilmektedir.
"İşarât"ının sonunda adıyla mucize ve keramet gibi olağanüstü ve hayranlık uyandıran şeylerden bahseden "Onuncu ünite" de insan nefsinin fevkalâdelikle ilgili olan bazı hususiyetlerine, karakter ve kuvvetlerine, irfanına (kâinatın sırlarını bilmek kudretine) ve metafizik âleme dair işaretlerden sonra şu uyarıları yaparak der ki: "Belki sana ârifler (veliler) den alışılmamış türden birtakım haberler ulaşır sen de hemen yalanlamaya kalkışırsın. Mesela denilir ki bir ârif insanlar için yağmur duasına çıktı da yağmur yağdı yahut şifa dileğinde bulundu da şifa buldular veya aleyhlerine dua etti de zelzeleye tutulup yere geçtiler, yahut başka bir şekilde helak edildiler, yahut lehlerine dua etti de üzerlerinden vebayı, hastalığı, sel ve tufanı bertaraf etti. Yahut bazılarına yırtıcı hayvanlar boyun eğdi yahut bir kısmından kuşlar kaçmadı ve daha bunlar gibi açıkça imkansızlık derecesinde tutulmayacak şeyler duyduğun zaman birden bire inkara kalkışma da bekle, acele etme. Çünkü tabiatın sırlarında bu nevi olayların da sebebleri vardır. Belki ben sana bazılarını da hikaye ederim. Tabiat âleminde gayba dair işler, üç kaynaktan meydana gelir. Birincisi, daha önce zikredilen nefsin karakterleri; ikincisi, dört unsurdan oluşan cisimlerin özellikleri ki mıknatısın kendine has olan kuvveti ile demiri çekmesi gibi. Üçüncüsü göksel kuvvetler ki, bu kuvvetlerle yer cisimlerinin konumlarına göre, özel tabiatları arasında yahut onlarla insanların konumlarına göre özel tabiatları arasında bulunan bir ilgi, bir takım garip izlerin meydana gelmesine yol açar. Sihir, ilk kısma ait şeylerdendir. Belki mucizeler, kerametler ve neyrencât, (bir şeyi başka şeye çevirme) ikinci kısımdandır. Tılsımlar ise üçüncü kısma aittir. Sakın ukalalığın ve halktan farkın, münkirlikle her şeyden sıyrılıp çıkmak olmasın. O, bir beyinsizlik, hafiflik ve acizliktir. Sabit olan bir şeyi anlayamadığından dolayı yalanlamandaki hımbıllık (güçsüzlük), delili olmayan bir şeyi tasdik edivermendeki hımbıllıktan aşağı değildir. Kulağına gelen haberin garipliği seni rahatsız etse bile onun imkânsız olduğuna delilin olmadıkça bekle, hemen yalanlama. Doğru olan, bu durumdaki haberler için delilin bulunmadıkça onların mümkün olabileceğini kabul etmektir. İyi bil ki, tabiatta nice acayib ve aktif halde bulunan üstün kuvvetlerle, etkilenen pasif kuvvetlerin birleşmesinde nice garip durumlar vardır. Birader! Sana hak kaynağından yayık döğdüm ve latif kelimeler içinde hikmet lokmaları ile ziyafet çektim. Sen, o gibi cahillerden, rezillerden, görgüsü ve alışkanlığı olmayıp, gönül eğlencesi koku arkasında dolaşmak olan kimselerden yahut şu feylesofluk taslayanların inkârcılarından ve sinek gibi bulaşık mızmızlarından uzak ol."
http://www.kuranikerim.com/telmalili/kamer.htm
Buna göre Kur'an’da yer alan birçok Ayette belirtilen değişik olay ve konuların, bu günkü bilgilerimiz çerçevesinde "Kabulü İmkânsız" olmasına rağmen, doğrudan "Reddedilmemesi" ve ileride mutlaka "Makul ve Anlaşılabilir" bir açıklamasının yapılmasının mümkün olduğunun hiçbirzaman hatırdan çıkarılmaması gerekmektedir.
Tüm İnsanların, bu tür "Mucize" olayları birebir yaşayan, gören veya yaşayanlardan diğer nesillere aktarılan "Olağan Dışı Olaylardan" hemen yüz çevrilmesinin "Yaratana Olan İnanç" açısından "Doğru" olmamaktadır. Unutulmamalıdır ki, ne kadar "Olağan Dışı" olursa olsun, her mucizevi olayın bir "Bilimsel" açıklaması vardır ve bu ancak insanların bu açıklamaları yapabilecekleri bilgi düzeyine ulaşmaları ile mümkün olabilecektir.
Aslına bakarsanız, bizim şu zamanda bu ortamda bu şekilde bulunmamız, etrafımızdaki her şey ve özellikle "Zaman" olarak tanımladığımız boyut, hepsi birer "Akıl Almaz" derecede "Olağan Dışı Mucizelerdir”. Bunları bilgilerimizle tanımladığımız ve anladığımız ölçüde artık birer "Olağan" durumlar veya olaylar olmaktadırlar.
Ancak, buna rağmen yine de bu olağan durum ve olayların "Anlaşılması İmkânsız Mucizeleri" bulunmaktadır. Örneğin, insanların nasıl üreyip çoğaldıkları ve bu ortamdaki yaşam süreçleri ile ilgili olarak nelerden nasıl etkilendikleri ve neleri yaparlarsa bu etkileri olumlu yöne çevirebilecekler gibi "Bilimsel" gerçekler yanında, insanların neden geçmişte ya da gelecekte değil de bu zamanda bu ortamın "Bu Ülkesine" geldikleri, neden "Bu Ebeveynin" çocuğu oldukları, neden erkek veya dişi oldukları gibi konuları "Bilimsel" olarak açıklamaya belki tüm gelecek insanlık tarihi boyunca elde edecekleri bilgiler yeterli olmayacaktır.
Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)
Ama, Allah "İzin Vermişse" belki de mümkün olacaktır.
Nitekim, Yaratılış ile ilgili olarak ilgili bölümde belirtildiği gibi, yaratılma olayının, Atom Altı Parçacıklardan oluşan unsurlarının (Işın veya Dalga) belli bir şeyi Allah'ın "Takdiri" ile tasarlanan ve belirlenen "Bir Şekli" almak üzere, bünyelerindeki "Bilinçli Enerji" iradesi ile "Bir Araya Gelmesi" olarak yorumlanabileceği düşünülebilir. Buna göre esasen Atom Altı Parçacıkları "Yaratmış Olan" ve onlara tüm Evren ve Dünya Ortamının ve bu ortamlardaki "Her Şeyin" yaratılmasını sağlamak üzere "Kendi Özünden Bilinç" yerleştirmiş olan Allah, dilediği yerde ve ortamda dilediği "Şeyi" yeniden yaratabilir veya halen belli bir şekil almış herhangi bir "Şeyi" herhangi bir "Şey" haline çevirebilir. Bu konuda hiçbir tereddüt olmamalıdır.
Buna göre Kur'an’da yer alan özellikle toplumların imana yönlendirilmelerine veya cezalandırılmalarına dair olan ve şu anda bize göre "İmkânsız" olan ve "Akıl Dışı, Doğa Üstü" olarak tanımlanan herhangi bir şey veya olay (Mucize) Yüce Yaratan'ın "Takdirine" göre her an ve her ortamda ve onun "Her An Yaratma Halinde" olması nedeniyle mümkündür ve bu konuda tartışma açılması bir anlamda "Gerçekleri" inkâr ve dolayısı ile “Allah’ı” inkâr olacaktır.
O her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)
Buna göre Kur’an Ayetlerinde insanları "imana yönlendirmeye" veya inkâr edenleri karşılaşacakları "cezalar ile uyarmaya" yönelik olarak "mucize" niteliğinde belirtilen bazı olayların “olağanüstü” olayların gerçek anlamda ve bilimsel veriler ile açıklandığı zamana kadar birer "mucize" olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Öte yandan bir kısım Ayetlerde ise doğrudan Hz.Muhammed ile ilgili olarak bazı olağanüstü olaylar ve durumlar hakkında açıklamalar yer almaktadır. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayımladığı Kur'an'ı Kerim'de, Hz.Muhammed'in iletmekte olduğu "vahiylere" inanmayıp ona karşı gelen toplumunun (Kureyş) onun peygamber olup olmadığını araştırdıkları ve inanmaya ikna olmak için Medine’deki Yahudi bilginlere de (rabbis/ahbâr) baş vurdukları belirtilmektedir. Bu bilginlerin Kureyşlilere geçmiş zamanlarda mağaraya sığınmış gençleri ve dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı sormalarını, eğer bunları onlara bildirirse onun bir peygamber olduğunu ve ona uymalarını aksi takdirde bir falcı olduğunu ve ona istediklerini yapmalarını önerdikleri yapmalarını söyledikleri belirtilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an'ı Kerim Kehf Suresi Sayfa 292
Hz.Muhammed ile ilgili olarak bazı olağanüstü olayların ve durumların belirtildiği bu tür Ayetlerde açıklananların daha çok vahiylerin "gerçeklikleri" ve Hz.Muhammed'in "üstün nitelikleri" ile ilgili oldukları anlaşılmaktadır.
Ayın Yarılması Olayı
Kıyamet zamanının yaklaşmakta olduğunun bir delili olarak "Ayın yarıldığı" belirtilmektedir.
Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. (37/1), (54/1)
Bu konuda Elmalılı tefsirinde çok sayıdaki "hadislere" dayandırılan ayrıntılı inceleme ve açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalarda özetle Mekke halkının Hz.Muhammed'den kendilerine bir “Ayet” göstermesinin istendiği, onun da Allah'tan Ay'ı ikiye yarması için duada bulunduğu, Ayın böylece bir müddet ikiye yarılmış olarak göründüğü ve bu olayın "Halife" Ali dahil bir çok tanığının bulunduğu belirtilmektedir.
KUR'AN-I KERİM,ELMALILI TEFSİRİ: KAMER SURESİ
Ancak, Ayette Ayın yarılmasının "Kıyametin Yaklaşması" ile ilgili bir "uyarı" işareti olduğu belirtilmektedir. Bu durumda meydana gelen olayın Hz.Muhammed tarafından gerçekleştirilen bir "Mucize" olduğu şeklinde yorumlanmasının çok doğru bir yaklaşım olmadığı söylenebilir. Nitekim insanlara "gösterildiği" belirtilen ay ile ilgili bu "görüntünün" aslında evrenin kural ve koşulları kapsamında ortaya çıkan ve günümüzde "kuzey ışıkları" diye bilinen elektro manyetik oluşumlarda olduğu gibi, insanlarca bilgi birikimlerindeki gelişmelere bağlı olarak anlaşılabilecek olan bir olgu olduğu söylenebilir.
Buna göre burada yer alan Ayın Yarılmış olması ve başka birçok Ayette çok çeşitli konularla ilgili olarak yapılan açıklamalarda belirtilen daha değişik olay ve konuların, bu günkü bilgilerimiz çerçevesinde "Kabulü İmkânsız" olmasına rağmen, doğrudan "Reddedilmemesi" ve ileride mutlaka "Makul ve Anlaşılabilir" bir açıklamasının yapılmasının mümkün olduğunun hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gerekmektedir. Bu kabul ile Ayeti bir defa daha incelersek, Hz.Muhammed'in "Duası" ile Ayın yarılmış olması, belki bir ışık ve havaküre olayı sonucunda "Yarılmış" olarak o sırada olaya tanıklık eden insanlar tarafından algılanmış olabileceğini düşünebiliriz.
Öte yandan, Dünya ortamının bu günkü bilgilere göre yaklaşık 4,5 Milyar yıl gibi insanlar tarafından algılanması bir hayli güç olan geçmişi dikkate alındığında, Hz.Muhammed zamanında meydana gelen ve Kıyamet Gününün yaklaşmasının bir delili olarak açıklanan bu "Mucize" sonrasında, Dünya Ortamının örneğin 10 Milyon yıl sonra ortadan kalkacağının (Kıyamet Günü) farz edilmesi halinde bile, Kıyamet Gününün yaklaştığını ifade edebileceği düşünülebilir. Yani bir başka deyişle, Kıyamet günümüzden 10 Milyon yıl sonra olsa bile, 1400 sene önce meydana gelen "Ayın Yarılması" olayı Kıyametin "Yaklaştığını" ifade edebilmektedir.
Bu konuda "Kıyametin Belirtileri, Orada yaşanacaklar ve İnsanların Ayırımı" bölümünde ayrıca ilgi bulunmaktadır.
Mağaraya Sığınan Gençler (Ashabul Kehf)
Yahudi toplumunda daha önce Musa peygambere vahiy edilen "Ayetlere" dayandırılarak "efsaneleştirilmiş" olduğu anlaşılan "mağaraya sığınmış gençler" olayının aslı Kur'an Ayetlerinde Hz.Muhammed'e açıklanmaktadır. Böylece önceki vahiylerin gerçeklikleri Kur'an Ayetleri ile teyit edilmekte ve ehl-i kitap olarak tanımlanan insanlar da Hz.Muhammed'e güvenmeye yönlendirilmektedir.
Yoksa sen bizim ayetlerimizden Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın? (69/9), (18/9)
O gençler mağaraya sığınmışlar ve: “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demişlerdi. (69/10), (18/10)
Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk. (69/11), (18/11)
Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık. (69/12), (18/12)
Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz, hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. (69/13), (18/13)
Onların kalplerini metîn kıldık, o yiğitler ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.” (69/14), (18/14)
“Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı? (69/15), (18/15)
"Madem ki siz onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın." (69/16), (18/16)
Güneşi görürdün, doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi, onlar mağaranın bir köşesinde. İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın. (69/17), (18/17)
Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın, onları sağa sola çevirirdik, köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi.
Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. (69/18), (18/18)
Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler; şöyle dediler: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nâzik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (69/19), (18/19)
"Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyen iflah olmazsınız." (69/20), (18/20)
Böylece onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vadinin hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehf'in durumunu tartışıyorlardı, dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir." onların durumuna vâkıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanı başlarına bir mescit yapacağız" dediler. (69/21), (18/21)
"Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler, bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.” Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır, öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında kimselerin hiçbirinden malumat isteme. (69/22), (18/22)
Onlar mağaralarında üç yüzyıl ve buna ilaveten dokuz yıl kalmışlardır. (69/25), (18/25)
De ki: “Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. Allah'ın görmesi de işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların Allah'tan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (69/26), (18/26)
Hz.Muhammed'e bir mağarada (Kehf) kalan ve kitabe yazanlar ile ilgili Ayetleri diğer Ayetlerden daha meraka değer, şaşırtıcı ve hayranlık duyularak ders çıkarılacak nitelikte mi (ibrete şayan) sandığı sorulmakta ve olayın gerçekte Allah’tan merhametini (rahmet) ve durumlarından bir kurtuluş yolu göstermesini istemek üzere mağaraya sığınan (çekilen) gençler ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Yüce Allah bunun üzerine o mağarada onların nice yıllar çevreleri ile ilişkilerini kapattığına (kulaklarına perde koyduk) işaret etmektedir.
Bu olayda özetle, putperest bir toplumda yaşayan ve Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç gencin bu inançlarını dile getirip putperestliğe karşı çıkmış olmaları nedeniyle toplumun zulüm ve baskılarından korunmak için yanlarındaki köpek ile birlikte bir mağaraya (Kehf) sığındıkları, orada adlarını, memleketlerini ve başlarından geçenleri bir "kitabeye" yazdıkları ve çok uzun bir süre "uyur bir halde" o mağarada kaldıktan sonra tekrar dışarı çıktıklarında karşılaştıkları anlatılmaktadır.
Ayetlerde olayın nerede ve ne zaman meydana geldiğine ve bu "gençlerin" sayıları hakkında bilgi verilmemektedir. Buna göre daha önce Yahudi ve Hristiyan toplumlarında da anlatılan veya onlara iletilen "vahiylerde" yer alan bu olayın "doğru" olduğuna işaret edilmekte ve "gerçekte" nasıl meydana geldiği Hz.Muhammed’e bildirilmektedir.
Ayetlerde bu olayın da Allah'ın yaratıcılığı ve "gücü" ile ilgili "çok sayıda" delilleri açıklayan diğer Ayetlerde bildirilen "olağanüstü olaylar" ve "gerçekler" gibi, Allah'ın gücü ve yaratıcılığına özel bir "delil" olduğu, bu nedenle o olayda geçenlerin de diğer Ayetlerde açıklanan "ders alınacak" gerçekler gibi (ibrete şayan) bir özellik taşıdığı açıklanmaktadır. Yüce Allah Hz.Muhammed'e onların başından geçenleri "gerçek olarak" anlattığını, onların hakikaten Allah'a "Rablerine" inanmış gençler olduklarını, bu nedenle onları doğru yola ulaştırdığını, azimli ve dirayetli yaptığını çünkü onların putperest toplumun yöneticileri karşısında ayağa kalkarak, Allah'ın göklerin ve yerin "Rabbi" olduğunu, O'ndan başkasına tanrı demeyeceklerini, yoksa saçma sapan konuşmuş olacaklarını, kavimlerinin hiçbir delile dayanmadan Allah'tan başka tanrılar edinerek Allah hakkında yalan uydurduklarını ve "zalim" olduklarını söylediklerini, böylece Allah'a olan inanç ve teslimiyetlerini ifade ettiklerini açıklamaktadır.
Gençlerin bu durumu aralarında konuşarak o toplumdan ve Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaşmak için mağaraya sığınmayı kararlaştırdıklarını bildirmektedir. Böylece mağaraya sığınan gençlerin, "Rabbimiz! bize tarafından rahmet ver ve bize durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla" diyerek Allah'a dua ettikleri ve Allah'ın merhametini ve işlerinde onlara kolaylıklar sağlamasını diledikleri açıklanmaktadır.
Ayetlerdeki ifadelerden yaşamakta oldukları toplum tarafından baskıya uğrayan ve haksızlığa maruz kalan bütün insanların mağaraya sığınan gençlerin yakarışını söyleyip “dua” ederek Allah'ın yardımını isteyebilecekleri anlaşılmaktadır. Ayrıca Allah kimi doğru yola ulaştırmayı dilerse (hidayet ederse) onun hakka (Doğruluğa) ulaşmış olacağı ve kimi de doğru yoldan ayırırsa (hidayetten mahrum ederse) artık onu doğruya yöneltecek hiçbir gücün ce "dostun" bulunmadığı bir defa daha açıklanmakta ve bütün insanlara kendilerini doğru yola (Hidayete) ulaştırması için Allah'a yönelmeleri insanlara önemle hatırlatılmaktadır.
Buna göre Allah, putperest bir toplumun baskılarından kurtulmak için "Kendisinden" merhamet ve kurtuluş yolunu göstermesini dileyerek bir mağarada "Kendisine" sığınan bu gençleri bir anlamda bulundukları ortamda hiçbir şeyi duymamak ve hiçbir şey hissetmemek üzere diğer insanlardan ve "yaşam faaliyetinden" ayırarak "uyur" bir halde "tecrit" ettiğini (kulaklarına perde koyduğunu) açıklamaktadır.
Bu gençlerin sığındıkları mağaranın yeri belirtilmemekle birlikte güneş ışığının mağaranın iç kısımlarına ulaşmadığı, onlara değmeden geçtiği ve onların bu olağanüstü "tecrit" durumundan rahatsız olmamaları için Allah'ın mağaranın ortamını özel olarak hazırladığı ve onları bu uyur hallerinde sanki onları "uyanıklar" gibi sağa sola çevirdiği, köpeklerinin de mağaranın girişinde yatmakta olduğu belirtilmektedir. Onların bu durumları ile ilgili olarak şayet onları böyle görseydi içinin korku ile dolacağı ve dönüp oradan kaçacağı Hz.Muhammed'e bildirilmektedir.
Daha sonra da onların ve onlara eziyet edenlerden hangilerinin ne kadar süre geçtiğini "daha iyi" hesap ederek görmeleri için onların "uyandırıldıkları" ve uyandırıldıkları zaman içlerinden birinin ne kadar kaldıklarını sorduğunda, geçen zamanı bir gün veya bir günün bir parçası kadar kaldıklarını söyledikleri anlatılmaktadır. Bunun üzerine Allah'ın onlara, kaldıkları müddeti "Kendisinin" daha iyi bildiğini, içlerinden birisini erzak almak üzere ellerindeki gümüş para ile şehre göndermelerini; ayrıca, şehirdekilere nazik davranarak onları kimseye sezdirmemesini, çünkü onlar eğer onları anlarlarsa (muttali olurlarsa) onları ya taşlayarak öldüreceklerini veya kendi dinlerine çevireceklerini o zaman ebediyen "iflah" olmayacaklarını vahiy ettiği belirtilmektedir.
Yüce Allah bu olayın nasıl gerçekleştiğini açıklamakla "Kıyametin" ve ölüm sonrası ile "orada" yeniden "Diriltilmenin" şüphe götürmez bir "gerçek" olduğuna dair Allah'ın vaadini bilmeleri için insanların dikkatlerini çektiğini bildirmektedir. Bu olay ile ilgili olarak insanların mağaradaki gençlerin durumu üzerinde aralarında tartıştıklarında olaydan Allah'ın dikkat çektiği anlamı çıkaramayanların o "mağaranın" olduğu yerde onların "üzerine" anılacakları bir “bina” yapılmasını istedikleri, ancak dikkat çekilen asıl durumu anlayanların ise mağaranın yanı başına "Allah'ın Anılacağı" bir yer olarak bir "mescit" yapılmasını önerdikleri açıklanmaktadır. Bu tartışmanın sonucunda nasıl bir yol izlendiği bildirilmemektedir.
Bazı Hristiyan kaynaklardan bu mağaranın bu günkü "Efes" kentinde olduğu ifade edilmektedir. Bu durumun, kesin bir belge veya bulgu ile teyit edilememekle birlikte, ana hatlarıyla Efes şehrine yakın bir mağarada “Efes’in yedi uyurları” olarak tanımlanan hiç bozulmamış bazı cesetlerin bulunmasına dayandığı belirtilmektedir.
ASHÂB-ı KEHF - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Muhammed Esed tefsirinde de kendi ihtiyarıyla dünyadan el etek çekip insan gözünden ırak bir mağarada ömür boyu "uykuya" çekilen ve mucizevî bir "uyanışla hayata dönen" bu insanların kıssasında açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır.
“Hz. İsa'nın zuhurundan hemen önceki ve hemen sonraki yüzyıllarda Yahudi dininin tarihinde önemli bir rol oynayan dinî bir harekete, (3:52 üzerine 42. notumuzda da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın kendisinin de mensup olmuş olabileceği) çileci Essene Kardeşliği hareketine ve özellikle, onun kollarından birine, yani Ölü Deniz yakınlarında bir yerde uzlet içinde yaşamayı seçen ve modern zamanlarda Ölü Deniz Yazmaları/Kitabeleri keşfedildikten bu yana "Kumran cemaati" olarak bilinegelen bir topluluğun hayatına ilişkin çarpıcı bir temsîl buluruz. Yukarıdaki ayette geçen (bizim "yazmalar" ifadesiyle aktardığımız) rakîm ifadesi bu görüşe güçlü bir destek sağlamaktadır. Taberî'nin kaydettiği gibi, ilk otoritelerden bazıları -özellikle İbni Abbâs- bu terimi merkûm ("yazılı şey") terimiyle ve dolayısıyla "kitap" ya da "kitabe/yazıt" terimiyle eş anlamlı görmüşlerdir. "...kendi ihtiyarıyla dünyadan el etek çekip insan gözünden ırak bir mağarada ömür boyu "uykuya" çekilen ve mucizevî bir uyanışla hayata dönen bu insanların kıssasında, Keza Râzî: "Bütün belâgatçiler ve Arapça uzmanları er-rakîm'in el-kitâb'la aynı anlama geldiği görüşündedirler" demektedir. Kumran cemaati mensuplarının -ki bu Essene tarikatinin ilkelere en bağlı grubuydu- kendilerini bütünüyle bazı kutsal metinlerin ya da yazmaların tedris, istinsah ve muhafazasına adamış oldukları, dünyadan tam bir el etek çekme ve tecrit durumu içinde yaşadıkları ve manevî değerlere bağlılıklarıyla ileri derecede saygı uyandırdıkları tarihî olarak ortaya konmuş bulunduğuna göre, bu kişilerin dindaşlarının muhayyilesinde, zaman içinde, dünyayla irtibatını keserek yüzyıllarca "uyuyan" ve manevî/ruhanî görevleri bitince uyanan Mağara İnsanları'nın menkıbesiyle temsîlî bir anlatıma dönüşecek kadar derin bir iz bıraktıkları rahatlıkla söylenebilir. Kaynağı ne olursa olsun, yani ister Yahudi kaynaklı olsun, ister Hristiyan kaynaklı, Kur'an'ın bu menkıbeyi bütünüyle temsîlî bir anlamda: yani, Allah'ın insanda ölümü (yahut "uyku"yu), ölümden sonra kalkışı (yahut "uyanış"ı) gerçekleştirmesini ve bu arada insanları dinlerinin safiyetini korumak için günah ve kötülükle dolu bir dünyayı terk etmeye sevk eden dinî hassasiyeti yansıtan ve nihayet Allah'ın böyle bir imanı, zamanı ve ölüm olgusunu aşan manevî/ruhanî bir uyanma bahşederek nasıl ödüllendirdiğini dile getiren bir temsîl olarak zikrettiği bir gerçektir.”
Kehf suresi | Kehf oku Kehf arapça türkçe
Mağaraya sığınan gençlerin sayısı ile ilgili olarak insanlar arasında yapılan tartışmalarda bazı tahminlerin yapıldığı belirtilmekte ve Hz.Muhammed'e onların sayısını Allah'ın aha iyi bildiğini insanlara iletmesi, onlar hakkında Ayetlerde açıklananların (açık delillerin) dışında tartışmaya girmemesi ve bu konuda bilmeden konuşanları dinlememesi ve onlardan bilgi almaması önerilmektedir. Öte yandan Allah onların mağaralarında üç yüzyıl ve buna ilaveten dokuz yıl kaldıklarını belirtmekte ve bu konuda açık bilgi (Delil) vermekte ve Hz.Muhammed'e bu bilgiyi insanlara iletirken ne kadar kaldıklarını Allah'ın daha iyi bildiğini, Evren'in (göklerin ve yerin) yaratılışının "gizli bilgisinin" O'na ait olduğunu ve Allah'ın görmesinin de işitmesinin de insanlar için hayret verici (şâyanı hayret) olduğunu da bildirmesini istemektedir.
Yüce Allah bütün insanlara Evren'de olanların "Kendisinden" başka bir "yöneticisinin" bulunmadığını ve "Kendi Hükümranlığına" kimseyi ortak etmediğini hatırlatmakta ve böylece yaratılış konusunda O'ndan başka bir güç veya şey bulunduğunu düşünenleri veya arayanları uyarmakta ve onlara kesin bir "ihtarda" bulunmaktadır.
Günümüzde sahip olduğumuz yaşam deneyimlerine göre Ayetlerde anlatılan olay ile ilgili olarak insanların bir mağara ortamında 309 yıl "uyur halde" bulunmalarının mümkün olmadığı düşünülebilir. Ancak insanların günümüzde ulaştıkları bilgi birikimi ve bilgi düzeyi çerçevesinde bir yaklaşımda bulunulduğunda bu durum için iki varsayım üzerinde düşünülebilir. Buna göre ilk olarak insanların beden yapılarını oluşturan yaklaşık 30-40 trilyon olduğu tahmin edilen hücrelerdeki "sayısız" atom altı parçacıkların karşılaştıkları etkilere "her an" Yüce Yaratan'ın "İradesi" ile karşı tepkiler "üreterek" canlılığın sürdürülmesini sağlayan faaliyette bulunduklarının dikkate alınması gerekmektedir. Zira esasen bu Evren ortamının "Yüce Yaratıcı Güç" tarafından tasarlanarak "yaratılmış" olması ile, Evren ortamındaki bütün varlıkları meydana getiren moleküller ve hücreler ve "yaşam" olgusu da "Yüce Yaratıcı Güç" tarafından tasarlanmış, Allah'ın tarafından gerçekleştirilmiş ve yine Allah'ın belirlediği "zamana" kadar sürdürülmesi sağlanmış bulunmaktadır. Bu durumda Yüce Allah'ın bu insanların bedensel yapılarını ve bulundukları "dar" mağara ortamının koşullarını onların belirtilen süre "uyur halde" kalmalarını sağlayacak şekilde "düzenlediği", bütün bedensel ve moleküler faaliyet ve işlemlerin bu düzene göre devam ettiği ve sonuçta onların bu düzene uyum sağlayacak özel bir yaşam biçimine geçerek bu sürede canlı kaldıkları varsayılabilir.
Bu varsayımda, küçük bir mağara ortamında birkaç insan ve bir köpeğin beden yapılarını oluşturan bütün hücrelerinin ve hücreleri oluşturan "alt yapılarının" 309 yıl uyur halde yaşamalarına olanak sağlayacak şekilde "Yaratıcı İrade" tarafından "değiştirildiği" ve aynı şekilde bulundukları mağara içindeki ortamın kütlesel ve hava olayları olarak moleküler yapılarının da oradaki insan bedenlerinin 309 yıl uyur halde yaşamalarını mümkün hale getirecek "değişiklikleri" sağlayacak "uygun ortamı" oluşturmak üzere "Yaratıcı İrade" tarafından "değiştirildiği" düşünülebilir.
Bir diğer varsayım olarak da o mağaranın içindeki dar ortamda zaman akışının, algılamakta olduğumuz zaman akışı ile farklı olduğu ileri sürülebilir. Kur'an Ayetlerinde "yaratılış" ile ilgili olarak yer alan açıklamalar, Arş, Evren ve diğer bütün ortamların (Alemlerin) "yaratılış" olgusunun ancak "zaman akışı" çerçevesinde gerçekleştiklerini yani bütün yaratılışın zaman boyutunun varlığı ile mümkün olduğunu göstermektedir. Buna göre Evren'in yaratılmasının başlatılması sırasında ilk önce her şeyin "gerçekleşmesinin" bir "alt yapısı" olarak "zaman boyutunun" ve zaman akışının" hazırlanmış olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde sahip olduğumuz bilgilere göre, Evrenimiz günümüzden yaklaşık 13,7 Milyar yıl önce "sıkıştırılmış" bir "kütlenin" ani olarak "patlaması" sonucunda meydana gelmiştir. Bu durumda bu "sıkıştırılmış kütlenin" Kur'an Ayetlerinde "Arş" olarak tanımlanan ve "Gerçek Ortam" olarak düşünebileceğimiz bir "ortam" bünyesinde bizim algılayamayacağımız bir "zaman boyutu" koşullarına bağlı olarak oluşturulduğu (Yaratıldığı) anlaşılmaktadır. Böylece patlamaya hazırlanmış olan bu kütlenin bünyesinde yer alan "unsurlar" arasında patlamanın ve sonraki gelişmelerin gerçekleşmesini sağlayacak "asıl unsur" olarak "zaman unsurunun" bulunduğunun düşünülmesi gerçekçi bir yaklaşım olmaktadır. Bu yaklaşım çerçevesinde ilk olarak sözü edilen "sıkıştırılmış kütle" bünyesinde bulunan "zaman" unsurunun "akışının" başlaması, patlamayı meydana getirecek zincirleme "nükleer faaliyetin" başlamasında "ilk etki" olacaktır. Zira patlama olarak tanımlayabildiğimiz bu olayın ancak "zaman akışının" başlamasına bağlı bir "ilk etki" ile başladığı ve böylece patlama ortamında oluşan zaman akışı ortamında (zaman boyutunda) bu "etkiye" karşı oluşan "tepkiler" zinciri şeklinde gerçekleştiği ve sonuçta hala yorumlamaya ve anlaşılmaya çalışılan Evrenin "uzay-zaman" dengesine ve düzenine göre gerçekleştiğinin varsayılması bugünkü bilgi birikimlerimizle uyumlu olmaktadır.
Burada "sıkıştırılmış kütlenin" patlamasını gerçekleştirip sürdürecek olan "zaman unsurunun" ve diğer "unsurların" eksiksiz ve hatasız olarak "tasarlanıp" bünyesine dahil edilerek patlamaya hazırlanması, takdir edilen bir "anda" kütle bünyesindeki zaman unsurunun "akmaya" başlaması ve diğer unsurların bu "ilk etki" karşısında "gerektiği" şekilde ve şiddette "tepki" vermeye başlaması, sonuçta "Kıyamet" zamanına kadar sürecek olan zincirleme etkileşimlerin başlaması olarak özetleyebileceğimiz ve Evren ortamının oluşması olarak tanımlayabileceğimiz olaylar akışının belirtilen her aşamasının, Yüce Allah'ın "İradesi" ve "Seçimlerinin" sonucu olarak gerçekleştiği aklını kullanan her insan tarafından anlaşılabilecektir.
Evren öncesinde (Arş) ve Evren bünyesinde her şeyin "var olması" ile doğrudan ilgili olduğu anlaşılan "zaman" unsuru ve zaman akışı (Boyutu) konusunda Yüce Yaratan, insanların bu ortamda algıladığı zaman akışının "gerçek ortam" zamanına göre farklı olduğunu bildirmektedir.
Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (103/47), (22/47)
Bu saptamalar dikkate alındığında Dünyanın çok küçük bir yerinde (örneğin buradaki mağaranın içinde) Dünya ortamındaki zaman boyutundan "farklı" bir zaman boyutunun oluşturulması bütün ortamlarda farklı akışa sahip "zaman" unsurunun (Zaman Boyutlarının) da "Yaratıcısı" olan Allah'ın takdiri ile mümkün olduğu anlaşılabilmektedir. Bu durumda örnek olarak Ayette belirtilen gerçek ortam zaman akışının Dünya ortamı zaman akışına olan oranı (0,00000274) dikkate alındığında, Dünya ortamında 309 yıl geçmesine rağmen, bu süre belirtilen orana göre hesaplandığında, bir "günün" sadece 0,309 oranındaki bir sürenin (7 saat 42 Dakika) geçtiği düşünülebilecektir. Bu da normal bir "uyku" süresi olmaktadır. Ayette mağaradakilerin orada ne kadar kaldıkları ile ilgili tartışmalarında, mağara dışında 309 yıl geçmiş olmasına rağmen, birbirlerine "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediklerinin belirtilmesi ile, onların mağara içinde "özel" bir zaman boyutuna tabi olarak fakat bir "Dünya günü" içinde kalan bir süre geçirdiklerine işaret edildiği düşünülebilir.
Ayetlerde mağara dışındakilerin şayet onları görebilselerdi uykuda oldukları halde insanların onları uyanık sanacakları zira onların sağa sola çevrildikleri ve bu durumlarından korkarak dehşete düşecekleri açıklanmaktadır. Bu da mağara içindekiler bir günün üçte biri kadar uyumuş olsalar da görünümlerinin 309 yıllık bir süre geçirmiş gibi olduğunu göstermektedir.
Aslında bütün ortamlardaki "yaratılışların" tasarlayıcısı, uygulayıcısı ve "tek Yaratıcısı" ve "mutlak güç" sahibi ve "her şeye kadir" olması nedeniyle, bu olayın her iki varsayımda belirtildiği gibi veya başka bir şekilde gerçekleşmiş olması Yüce Yaratan'ın "Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir" hükmü çerçevesinde tartışılamaz bir "gerçek" olarak kabul edilmesi gerekmektedir. İnsanlara düşen, bu ve benzer olağanüstü olayların nasıl gerçekleştiklerini akıllarını kullanarak ve bilgi birikimlerinden yararlanarak anlamaya çalışmak ve sonuçta "yaratılış" ve "tek yaratıcı" ile ilgili olarak kendilerine iletilen "gerçekleri" kabul edip O'na teslim olabilmektir.
De ki: “Allah her şeyi yaratandır ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” (96/16), (13/16)
Göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir. (87/117), (2/117)
Dünyanın Doğusunu ve Batısını Dolaşmış Olan Adam (Zülkarneyn)
Kureyş kabilesinin peygamberliğinden emin olamadıkları ve şüphe duydukları kendi kabilelerinin mensubu olan Hz.Muhammed'e Yahudi bilginlerin önerilerine uyarak Dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı sormaları üzerine, Yüce Allah ilgili Ayetlerinde bu olay ile ilgili gerçekleri Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: “Size ondan bir hatıra okuyacğım.“ (69/83), (18/83)
“Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona her şey için bir sebep verdik.“ (69/84), (18/84)
“O da bir yol tutup gitti.” (69/85), (18/85)
“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: “Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin” dedik.“ (69/86), (18/86)
“O, şöyle dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak." (69/87), (18/87)
"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını söyleyeceğiz." (69/88), (18/88)
“Sonra yine bir yol tuttu. “ (69/89), (18/89)
“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.” (69/90), (18/90)
“İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.” (69/91), (18/91)
“Sonra yine bir yol tuttu. “ (69/92), (18/92)
“Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.” (69/93), (18/93)
“Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cüc ve Me'cüc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim mi?” (69/94), (18/94)
“Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.”" (69/95), (18/95)
“Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince "Üfleyin!" dedi. Artık onu kor haline sokunca "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi.” (69/96), (18/96)
“Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.” (69/97), (18/97)
“Zülkarneyn: “Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vadi gelince O bunu yerle bir eder. Rabbimin vadi haktır” dedi.” (69/98), (18/98)
O gün biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; Sûr'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir. (69/99), (18/99)
Ve gözleri beni görmeye kapalı bulunan, kulak vermeye de tahammül edemez olan kafirleri. (69/100), (18/100)
O gün cehennemle yüz yüze getirmişizdir. (69/101), (18/101)
Yüce Allah "Ayetlerini Tebliğ" görevini yaparken Hz.Muhammed'e yardımcı olmak üzere, o sırada içinde bulunduğu toplumun anlayışı ve yapısı nedeniyle bağlı olduğu ve önem verdiği ve öteden beri toplum arasında anlatılagelmekte olan bazı olay ve hikayeleri de, hem onlara "güven" vermek ve aynı zamanda ders almaları ve davranışları ile düşüncelerini onlara göre geliştirmeleri için, Ayetlerinde açıklamaktadır.
Zira öteden beri "Yahudi" toplumlarında anlatılan Ashâb-ı Kehf gibi bazı "hayret verici" efsaneler ile ilgili olarak Medine’deki Yahudi alimlerden bilgi alan Mekkelilerin (Hz.Muhammed'e karşı gelen Mekke ileri gelenlerinin) Hz.Muhammed'i "imtihan" etmek için ona sorular sordukları anlaşılmaktadır.
İslam Ansiklopedisindeki açıklanmalarda Ayette belirtilen Zülkarneyn'in Yahudilerce bilinen ve önemsenen bir kişilik olduğu ve bu açıdan bakıldığında da Tevrat'ta hakkında çokça açıklama ve bilgi bulunan "Büyük Koreş" olması ihtimalinin güç kazandığı ileri sürülmektedir. (Tevrat II. Tarihler, 36/22-23; Ezra, 1/1-4; 6/3-5). Bu nedenle, Mekkeli inkarcıların Hz.Muhammed'i imtihan etmek için Yahudilerden aldıkları bilgilere göre ona yeryüzünün hem doğusuna hem de batısına sefer yapmış olan şahıs hakkında soru sordukları ve Ayetlerde de bu konu ile ilgili olarak açıklamalar bulunmaktadır.
ZÜLKARNEYN - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Zülkarneyn Ayetlerde iktidar ve kudret sahibi "gezgin" bir kişilik olarak tanımlanmakta ve ilim ve hikmet sahibi, mümin ve salih bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah ona yönetim yetkisini verdiğini, "Yönetmenin" iki biçimi olduğunu buna göre toplumu "Zulmederek" veya "Adaletle" ve "İyilikle" yönetebileceğini, yönetim gücünü bunlara göre seçebileceğini bildirmektedir.
Buna göre Allah, Zülkarneyn'e güneşin battığı yerde bir toplumla karşılaştığında sahip olduğu yönetim yetkisini kullanarak onlara ya azap edeceğini veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceğini "vahiy" ettiğini; ayrıca "haksızlık edenin" cezalandıracağını, sonra onun Allah'a (Rabbine) geri döneceğini ve sonra Allah'ın da ona korkunç bir azap uygulayacağını; iman edip "iyi davranan kimse" için de en güzel bir "karşılık" bulunduğunu ve ondan zor şeyler istemeyeceğini, yani "buyruğundan" kolay olanını söyleyeceğini Zülkareyn'e bildirdiğini açıklamaktadır.
Allah, Zulkarneyn'in güneşin battığı yerdeki toplumun yönetiminden sonra bu defa "Doğuya" yönelerek güneşin doğduğu yere ulaştığını, oraya vardığında üzerlerine giyecekleri bir örtü bile bulunmayan ve hiçbir şeyden "haberi olmayan" bir toplumla karşılaştığını açıklamaktadır. Daha sonra Zülkarneyn'in "iki dağ" arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim bulduğuna işaret edilmekte ve onların "Ye'cüc ve Me'cüc" tarafından toplumlarında "bozgunculuk" yapıldığını Zülkarney'e ilettikleri ve Zülkarneyn'den toplum ile onlar arasında bir "set" yapmasını istedikleri, bunun için bir ücret verebileceklerini söyledikleri anlatılmaktadır. Zülkernayn'ın ücret teklifini reddederek Allah'ın kendisine verdiği nimet ve kudretin daha hayırlı olduğunu, toplumun kendisine kuvvetleri ile destek olmalarının yeterli olduğunu ve böylece bu toplum ile onlar arasına aşılmaz bir engel yapacağını topluma ilettiği belirtilmektedir. Zülkarneyn'in toplumu çalıştırarak iki dağın arasının aynı seviyeye gelinceye kadar demir kütleleri ile doldurulmasını sağladığı, yakılan "ateş" ile bu kütlelerin "kor" haline getirildiği ve üzerine erimiş bakır döktürdüğü, böylece o toplum ile "Ye'cüc ve Me'cüc" arasında aşılmasının veya delinmesinin mümkün olmadığı bir "set" yapıldığı anlatılmaktadır. Zülkarneyn'in yapılan bu "setin" Allah'ın bir bağışlaması (Rahmeti) olduğunu hatırlatarak, Allah'ın "vakti gelince" bu seti yerle bir edeceğini, bunun "önüne geçilemez bir gerçek" olduğunu topluma ilettiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah Ayetlerinde verdiği bu bilgileri, Mekke eşrafının "Zülkareyn Efsanesi" ile ilgili sorusuna verilen cevapların "doğruluğunun" bir kanıtı olarak Hz.Muhammed'e bildirmektedir.
Öte yandan, Ayetlerde Zülkarneyn'in "kişiliği" ile ilgili bilgi bulunmaması ve güneşin battığı yer, güneşin doğduğu yer ve iki dağ arası olarak tanımlanan "yerlerin" Dünya üzerinde "neresi" olduklarının bildirilmemiş olması da Yahudi kaynaklarında yer alan bu "Hikayenin" aslında insanlar ile ilgili bazı nitelikleri açıklayan "Mecazi" bir anlatım olduğunu düşündürmektedir.
Bu açıklamalardan Zülkarneyn'in Dünya'nın her bölgesinde yaşamakta olan insanlar ile birlikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu mecazi anlatımlardan haraket edildiğinde, Zülkarneyn'in maddi anlamda bir "insan" olmadığı fakat her insanda bulunan en önemli "Unsur" olan "Akıl" ve "İdrak" kabiliyetinin ifade edildiği söylenebilir. Nitekim Ayette "Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona her şey için bir sebep verdik." denilmektedir. Buna göre de Zülkarneyn’e verilen "sebebin" geniş anlamda akıl, ilim, irade, kuvvet, kudret, imkân gibi amaca ulaşmayı mümkün kılan her şeyi kapsadığını söylemek mümkündür. Bu görüş Farsi (İranlı) şair ve İslam âlimi olan Sadi Şirazi'nin eserinde de bu anlamda ifade edilmektedir.
ZÜLKARNEYN - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Anlatılan "efsane" bu açıdan değerlendirildiğinde, insanlara zarar veren her türlü olay ve davranışların "Ye'cüc" ve "Me'cüc" olarak tanımlanarak bir nevi "varlık" gibi simgeleştirildiği düşünülebilir. Buna göre insanlara "musallat" olan ve yaşamlarında onları Allah'ın "doğru yolundan" alıkoyan bu "simge varlığın", bu konudaki diğer Ayetlerde belirtildiği gibi, insanların "Ruhlarının" yaratılması sırsında Allah'ın izni ile "Şeytan" tarafından eklenen her türlü olumsuz dürtü ve duyguları ifade ettiği görülebilir.
İblis: “Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)
Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (39/15), (7/15)
İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)
"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (7/17)
Buna göre "Ye'cüc" ve "Me'cüc" olarak bir "varlık" gibi simgeleştirilen ve insanlara zarar veren her türlü olay ve davranışlar (Şeytan'ın Dürtüleri), aynı zamanda insanların "Akıllarını" kullanmalarında bir "uyarıcı" ve Allah'tan bir bağışlanma vesilesi (Rahmet) olarak ifade edilmektedir. Böylece "Şeytan'ın Dürtülerinin" etkisi altında kalarak insanlar arasında "bozgunculuk" yapan ve onlara zarar verenler mecazen "Ye'cüc" ve "Me'cüc" olarak ifade edilmektedir.
Mustafa İslamoğlu tefsirinde "Ye'cüc" ve "Me'cüc" ile ilgili olarak şu açıklamaya yer verilmektedir.:
"Kitabı Mukaddeste gog, magog olarak geçen iki unsur. Ye’cüc ve Me’cüc olarak Kur’an a geçmiş. Aslında muarrab şeklidir gog, magog’un, Arapçalaşmış halidir. Bu sözcüklerin aslı gregçe’dir, Yunanca. Ye’cüc; teagog kökünden türetilmiştir. Tanrıya serkeşlik eden, tanrılara baş kaldıran, tanrıları kendi arzu ve isteklerine göre kullanan anlamına geliyor Yunanca da. Me’cüc’ün kendisinden türetildiği Gregçe karşılığı ise demos agos sözcüklerinin birleşiği olan demagog. Yani halka karşı zorbalık yapan, onun üzerinde baskı kuran, onu etkileyen çeteler demektir, zorbalar demektir.
Ye’cüc; çete başları, Allah’a karşı baş kaldıran, tanrıya başkaldıran. Me’cüc ise onun çeteleri. Halkı zorbalıkla boyun eğdiren. Dolayısıyla ikisini birlikte aldığımız zaman kelime anlamı olarak Kehf/94 ayetini de bu ayetle birlikte anladığımızda Ye’cüc ve Me’cüc diye Kur’an da bahsedilen bu zümrelerin herhangi bir çağa, herhangi bir zamana, herhangi bir mekana, herhangi bir ırka ait olmadığı bununla sınırlanamayacağı, her zamanda, her çağda gelen Ye’cüc ve Me’cüc zümresi bulunduğunu anlamış oluruz kolayca."
İslamoğlu Tef. Ders. KEHF SURESİ (060-110)(95) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Buna göre "Ye'cüc" ve "Me'cüc" olarak simgeleştirilen bütün "bozgunculuk" olayları ve davranışları ile karşılaşıldığında, insanların "Akıl Yürütmeleri" halinde, Ayette yine bir "simge" olarak belirtildiği gibi, bir Zülkarneyn olarak bunları (bozgunculuk ve zorbalık yapanları) durdurabileceğine işaret edilmektedir.
Burada Allah'ın "Kendisine Benzer" özelliklerde yaratmış olduğu "Melekler" dahil tüm "Yarattıkları" karşısında, özel bir "değer" ve "üstünlük" vererek ve "Halifesi" olarak yarattığı "İnsanlara" lütfettiği bir "nimeti" ve "kudreti" temsil etmek üzere "Zülkarneyn" olarak simgeleştirilen "Akıl Gücü" verdiği ve bu "Gücün" karşılaşılan zararlar ve bozgunculuklardan, "Şeytan'ın Dürtüleri" dahil olmak üzere, insanları "koruyacak" aşılmaz bir "set" olduğu açıklanmaktadır. Bu durum "mecazen" bir "efsane" olarak anlatılmakta ve böylece her insanın içinde bir "Zülkarneyn" bulundurduğu (Akıl) hatırlatılmaktadır. Zira Kur’an Zülkarneyi'in ne zaman ve nerede yaşadığına veya bir peygamber ya da melek olduğuna dair bir bilgi vermemekte, sadece bu Ayetler ile çok özel ve olağanüstü bir hikaye ile insanların "Akıl Kullanma" yetilerine dikkat çekilmektedir.
İnsanların "gerçeklere" ulaşmalarına "zarar" vermeleri nedeniyle "Ye'cüc" ve "Me'cüc" olarak tanımlanan "inkarcıların" Kıyamet ortamında Allah'ın "gerçek bir vaadi" olarak (Rabbimin vaadi gelince) birbirine girmiş büyük kalabalıklar halinde yeniden dirilterek "yerle bir" edilecekleri ve hesaba çekilecekleri belirtilmektedir. İnsanlara bu Evren ve Dünya ortamdaki yaşamları sona erdiği sırada (Kıyamet) bu ortamda yaşarken kendilerine yapılan hatırlatmalara, uyarılara ve verilen öğütlere (Gerçeklere) rağmen inanmamakta devam etmeleri halinde, birer "Ye'cüc ve Me'cüc" olacakları, "Sur'a" üflendiğinde (Kıyamet) bir araya getirilecekleri, artık gözlerinin Allah'ı (Gerçekleri) görmeye kapalı olacağı ve onlara "kulak vermeye" tahammüllerinin ve güçlerinin olmayacağı bir durumda kalacakları ve işte o zaman Cehennem ile yüz yüze gelecekleri ihtar edilmektedir.
Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman; (73/96), (21/96)
Ve gerçek vaat yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz." (73/97), (21/97)
Bu anlamda Allah'ı ve Allah'ın insanlara ilettiklerini Şeytan'ın "etkisi" altında kalarak inkâr edenlerin, Akıllarını kullanmamaları nedeniyle, kendilerini Şeytan'ın "dürtülerinden" koruyacak olan "setlerin" açılmasına yol açacakları belirtilmektedir. Bu yüzden "her tepeden akın eden Ye'cüc ve Me'cüc" olarak tasvir edildiği gibi, yeryüzünde yaşarken kendilerine ve dolayısı ile çevresindekilere "zarar veren" her türlü olay ve davranışlarda bulunacakları ve ölüm sonrasındaki ortamlarda ise gözleri donakalıp "Yazıklar olsun bize! gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz." diyerek çaresizlik içinde pişmanlık duyacakları açıklanmaktadır.
Buna göre insanlardan her türlü olumsuz ve zararlı olay ve davranışlarla karşılaştıklarında veya şahit olduklarında, "Akıllarını" kullanmaları ve bu durumdan kurtularak "doğru yola" ulaşmaya gayret etmeleri beklenmektedir.
Özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet edilen" her düzeydeki "Yöneticilere", bu konuları hikaye olarak almamaları ve tüm toplumun selameti ve huzuru açısından üzerinde önemle durarak yönetim biçimini seçerken toplumu "Zulmederek" değil fakat "Adaletle" ve "İyilikle" yönetmelerini, şahsi çıkarları yerine toplumun huzuru ve çıkarlarının gözetilmesinin en önemli unsur olduğunu ve kendi şahsi veya oluşturdukları örgütün çıkar ve beklentilerini "dizginlemeleri" ve nihayet Ayetlerin ana unsur olarak açıkladığı gibi, birer "Zülkarneyn" olmaları gerektiğini hiç bir zaman unutmamaları ihtar edilmektedir.
İsra ve Miraç olayı
Allah, Peygamberlik görevini vermesinden yaklaşık 11 yıl sonra (621) Vahiylerin nasıl "İndirildiğini" göstermek ve her türlü kuşkularını yok ederek bu konuda "Sonsuz" güven vermek üzereHz.Muhammed'e özel bir "Durumu" hissettirdiğini bildirmektedir.
Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. (50/1), (17/1)
Bu Ayetin vahiy edilmesiyle Allah'ın her şeyi "İşiten" ve "Gören" olduğunu, insanların bildiği veya hayal ettikleri her şeyin ve her sıfatların ötesinde niteliklerinin bulunduğunu Peygamberimiz Hz.Muhammed'in "Somut" bir şekilde algılamasını sağladığı söylenebilir.
Araştırmacı İlahiyatçılara çoğuna göre, Ayette Mescid-i Harâm ile Kabe bölgesinin kasdedildiği, Mescid-i Aksâ'nın "Uzak Mescid" anlamına geldiği ve bu yerin Kudüs’te bulunan ve Kur’ân’ın indiği zamanlarda harabe halinde olan ve Beyt-i Makdis olarak adlandırılan Süleyman tapınağı olduğu, Mescid-i Aksâ adı ile anılan mescidinin ise sonradan Halife Ömer zamanında Müslümanlar tarafından Süleyman tapınağı harabesinin bir bölümü üzerinde yapıldığı belirtilmektedir.
http://www.suleymanates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12&Itemid=39
https://sorularlaislamiyet.com/peygamberimiz-zamaninda-kudusde-mescidi-aksa-var-miydi
Ayetteki ifadelere göre Hz.Muhammed Peygamberimizin Kâbe'den Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya "Bedensel" olarak "Götürüldüğü" söylenebilir. "Maddenin Yer Değiştirmesi" şeklinde olduğu anlaşılan bu durum bugün sahip olduğumuz bilgilere göre mümkün görülmemektedir. Zira, şu anda kullanılan en hızlı ulaşım aracı olan uzay araçlarının hızı saatte yaklaşık 64.000 km. dolayında bulunmaktadır.
Bu hız ile Kâbe ile Kudüs arasındaki 1484 Km. olan uzaklık 0,0231875 saatte, yani yaklaşık 1,39 dakikada aşılabilmektedir. Bu günkü koşullarda belirtilen mesafe için bir "Uzay Aracı" kullanılamayacağına göre Peygamberimizin bu hızdaki bir araç ile "Götürülmüş" olması mümkün değildir. Bu yolculuğun "Işık Hızı" ile yapıldığını varsaydığımızda bu yol yaklaşık olarak 0,004947 saniyede tamamlanabilmektedir. Halen geçerli olan bilimsel bulgulara göre maddenin "Işık Hızına" ulaşması halinde kütlesinin kaybolacağı varsayılmaktadır. Buna göre bir madde yapısının söz konusu uzaklığı ışık hızı ile aşabilmesi için önce bu hıza ulaşıp kütlesini kaybetmesi ve bir nevi "Işık" haline dönüşmesi ve 0,004947 saniye sonra normal zaman boyutuna dönerek eski kütlesine kavuşması gerekecektir.
Bu durumun ancak maddenin yapısını oluşturan en küçük atom altı parçacıkların esasen ışık hızı ile hareket etmekte olan yapılarının, şu andaki bilgilerimiz ile açıklayamayacağımız bir "Etki" sonrasında bir çeşit "Işık" haline dönüşmeleri, böylece bir parçası oldukları "Madde Yapısını" da bir çeşit "Işık" haline dönüştürmeleri ve bu ışığın hedefine yansıtılarak oraya ulaştığında yeniden bir "Etki" sonrasında önceki madde yapısına dönüşmesini gerçekleştirmeleri ile mümkün olabileceği düşünülebilir.
Elmalılı tefsirinde bu yolculuğun Arapçada şimşek anlamına gelen "Berk" kelimesinden türetilen "Burak" olarak tanımlanan bir binek ile gerçekleştiği belirtilmektedir.
“Allah'ın kudretine göre bu vasıtalara gerek yoktur. Yüce Allah'ın dilediğini bir anda herhangi bir yere ulaştırmaya gücü yeter. Fakat bütün bunlar, âyetlerini göstermek ve ikramını ortaya koymak cümlesinden sayılır. Çünkü "Ona âyetlerimizden gösterelim diye" ifadesi gereğince İsrâ'nın hikmeti âyetleri (alâmetleri) göstermektedir. Tefsircilerden bazıları gök cisimlerinin hareketlerinin süratlerinden bilimsel misaller getirerek İsrâ ve Mirac'daki süratli yürüyüşü akıllara yaklaştırmaya çalışmışlardır. Fakat doğrudan doğruya ilâhî âyetlerden olan bir harika, tabiî bir görüş açısı ile açıklanabilmekten uzaktır. Tabiî bir tasarı, benzerlerine göre düşünmek demektir. Halbuki benzeri görülmemiş bir olayı benzerleri ile düşünmeye kalkışmak çelişki olur. O, ancak müşahede veya haber ile bilinir. Gerçi İsrâ'yı iyice tetkik edebilmek için Burak hadisi bize bir düşünce prensibini vermiyor değildir. Çünkü Burak kelimesinin berk (yıldırım) maddesinden türemiş olduğu apaçıktır.”
http://www.kuranikerim.com/telmalili/isra.htm
Işığın ve enerjinin madde kütlesinin oluşumu ile ilgisi konularında sürdürülmekte olan bilimsel çalışmalarda bu varsayımı çağrıştıran bazı benzer sonuçlara ulaşılabileceği görülmektedir.
“Scientists discover how to turn light into matter after 80-year quest”
https://www.imperial.ac.uk/news/149087/scientists-discover-turn-light-into-matter/
“Proving Einstein correct, Compton showed that photons indeed have momentum which is transferrable to materials that have a mass.”
“the authors prove that the special theory of relativity requires an extra atomic density to travel with the photon.”
https://phys.org/news/2017-06-atomic-mass-photon-momentum-paradox.html#jCp
“Einstein Was Right: You Can Turn Energy Into Matter”
“Experiments underway to turn light into matter”
https://www.imperial.ac.uk/news/185368/experiments-underway-turn-light-into-matter/
Bu varsayımın ancak ve sadece tüm Evrendeki madde yapılarını meydana getiren en küçük atom altı parçacıkların "Yaratarak" Evreni "Yaratmış" olan ve bu parçacıklar üzerinde dilediği zaman dilediği gibi "Etkili" olan ve bu "Eşsiz" nitelikleri ile Evren ve Dünya ortamında "Her An" Yaratmayı sürdüren tek "Yaratıcı" tarafından gerçekleştirilebileceğini ileri sürmek en doğru ve en mantıklı bir yaklaşım olacaktır.
Bu konuda Evrenin Yaratılışı ile İlgili Kuramlar-"Görelilik-Enerjinin Maddeye Dönüşmesi" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.
Öte yandan, Sevgili Peygamberimizin "Isra" olarak adlandırılan ve tüm Müslüman bilim adamlarınca Hicretten bir yıl önce meydana geldiği belirtilen bu yolculuğu "Bedensel" olarak değil, bir nevi "Rüya" hali ile algıladığı da ileri sürülmektedir.
“Bizim kanâatimize göre İsrâ ve Mi‘râc, uyanık iken vukubulmuş, ruhsal olaylardır. Biz, Kur’ân’ın dediği biçimde Peygamber’in, Necm Sûresinin inişine kadar Cibrîl’i iki kez gördüğüne, ondan vahiy aldığına, Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya kadar da uyanık durumda, fakat ruhsal olarak yürütüldüğüne, bu arada Allah’ın birçok âyetini gördüğüne inanırız.”
http://www.suleymanates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12&Itemid=39&limitstart=1
Bu konuda bir başka görüş olarak ilahiyatçı Cemil Kılıç yaptığı araştırmalara dayanarak "Isra" yolculuğunun Mekke ile Kudüs arasında değil fakat Mekke'ye yaklaşık 10-11 kilometre uzaktaki "Cirane" kentine yapıldığını ve Mescid-i Aksa'nın da Cirane'de olduğunu ileri sürmektedir.
Ancak, İslam Ansiklopedisinde yer alan açıklamalara göre Cirane Huneyn'de Hevazini Kabilesi ile yaptığı savaştan (630) elde edilen "ganimetlerin" dağıtıldığı yer olduğu, Hz.Muhammed'in ganimetin saklanması için bu kentte bulunduğu ve burada geçen olayların hatırası olarak bir "mescit" yapıldığı anlaşılmaktadır. Isra yolculuğunun Hicretten bir yıl önce meydana geldiği (621) dikkate alındığında bu şehirdeki mescidin daha sonra yapılmış olması nedeniyle yapılan iddia inandırıcı olmamaktadır.
Cİ‘RÂNE - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
HUNEYN GAZVESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
Kur'an'da Hz.Muhammed'e hangi Ayetlerin "Gösterildiklerine" dair bir açıklama veya bilgi bulunmamasına rağmen, "Isra" olarak adlandırılan bu yolculuktan sonra Peygamberin "Göklere" yükseltildiğini ve orada Yüce Allah ile bir şekilde "Görüştüğünü" anlatan "Hadisler" bulunmaktadır. Hz.Muhammed'in vefatından yaklaşık olarak 200 yıl sonra bazı "İslam Alimlerinin Hz.Muhammed'e "Gösterildiği" belirtilen ve bunların neler oldukları Kur'an’da açıklanmayan Ayetler ile ilgili olarak, Hz.Muhammed tarafından anlatıldıkları "Rivayetlerine" dayandıkları ileri sürülen bu hadisleri yazdıkları bilinmektedir. "Miraç" olarak tanımlanan bu ikinci olay hakkında Kur'an’da herhangi bir Ayet veya açıklama bulunmamaktadır. Bu olay sadece sonradan yazılan Hadisler ile açıklanmaktadır.
Bu nedenle, bu olayı (Miraç) anlatan hadislerde yer alan açıklamaların "Rivayetlere" dayanarak ve Kur'an’da yapılmaması öğütlenmesine rağmen, Peygamberimize olan sevgi ve saygının çok "Abartılı" bir şekilde ifade edilerek "Bilgisiz" insanlar üzerinde inanca dayalı bir "Otorite" kurulması gayretleri olmaları nedeniyle "İnanılması" gereken bir nitelik taşımadıkları söylenebilir.
Bu durumda hadisleri "Yazanların" kendilerinde bu Ayetlerin açıklamaları olarak aşırı derecede ayrıntılı ve inanılması imkânsız hayali olaylar şeklinde yazmaya nasıl "Yetkili" oldukları açıklanması gereken bir sorun olmaktadır. Çünkü bu hadisleri yazanlar Kur'an’da belirtilmeyen bazı konularda kendilerini bu konuları "Açıklayabilecek" insanlar olarak görmektedirler ve bu durum Kur'an’ın bazı Ayetlerinin anlaşılabilmesi için bu "Hadisçiler" tarafından yazılan hadislere ihtiyaç olduğuna insanların inandırılması gayretinde olduklarını göstermektedir. Aslında Kur'an’ın Ayetlerinin anlaşılabilmesi için böyle kendilerini yetkili kılan insanların ortaya attıkları açıklamalara ihtiyaç bulunmamaktadır. Zira Kur'an Ayetleri aklını kullanan insanlar tarafından başka birisinin "Telkinlerine" ihtiyaç olmadan "Anlaşılabilir" niteliktedir. Bunun için aynı konulardaki Ayetlerin tamamının bir araya getirilerek okunması yeterli olacaktır. Ayrıca Hz.Muhammed'in Isra olayından sonra "Sahabelerine" anlatmış olduğu "İzlenimlerinin" neden vefatından 200 yıl sonra ortaya çıkan ve bunlardan altısının önemli oldukları belirtilen "Hadis Yazarları" tarafından "Birden bire" hatırlanarak "Hadis Kitaplarının" yazıldıkları ve neden bunlardan sonra hiç kimsenin yeni hadis kitapları "Yazmadıkları" üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Bu durum "Rivayet" olarak anlatılan bu izlenimlerinin bu insanlar tarafından yazılan hadislerin ne kadarının "Doğru" olduğu konusunda çekincelere neden olmaktadır.
“Mi‘râc hakkındaki rivâyetler, genellikle olayı görmeyen, ancak Peygamber (s.a.v.) Medîne’ye hicret ettikten sonra onun hizmetine girmiş olan Enes ibn Mâlik, Câbir ibn Abdullah ve Medîne döneminin son yıllarında gelip müslüman olan Ebû Hüreyre gibi sahâbîler tarafından aktarılmaktadır. Rivâyetlerin birbirinden farklı yanları çoktur ve Peygamber’in, başka rü’yâlarındaki olaylar Mi‘râc olayına karıştırılmıştır. Kur’ân’da Mi‘râc olayından da söz edilmez. İsrâ Sûresinin birinci âyetinde anlatılan, Mi‘râc değil, İsrâ olayı, yani Peygamber’in göklere çıkarılması değil, Mescid-i Harâm’danMescid-i Aksâ’ya yürütülmesi olayıdır. Sûrede bunun dışında bir şey söylenmiyor. Ancak 60’ncı âyette: “Sana gösterdiğimiz rü’yâyı ve Kur’ân’da lanetlenmiş ağacı, insanları sınama (aracı) yaptık” buyurulmaktadır ki bundan da olayın, Peygamber’e gösterilen rûhânî bir müşâhede (vizyon) olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Arapçada rü’yâ, baş gözüyle değil,uykuda veya gönül gözüyle görme olayına denilir. Bizim kanâatimize göre İsrâ ve Mi‘râc, uyanık iken vukubulmuş, ruhsal olaylardır. İsrâ olayı bir defa olmuştur, fakat Mi‘râc olayı birkaç kez vukubulmuştur. Necm Sûresinde anlatılan olay ile İsrâ olayı birbirinden ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü bu müşâhedelerle Peygamber(s.a.v.)e, Rabbinin bazı büyük âyetleri gösterilmiştir ki işte bu, Mi‘râc (mânâ âleminde yükselme,ruhen yüceler âlemine çıkma) demektir. Zîrâ İsrâ olayını anlatan âyette de bu olayın, ona Allah’ın büyük âyetlerinin gösterilmesi için düzenlendiği bildirilmektedir. Ancak Mi‘râc olayını anlatan rivâyetlerde geçen ayrıntılar, inanılması gereken şeyler değildir.”
http://www.suleymanates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12&Itemid=39&limitstart=1
“Hiç şüpheniz olmasın ki, nasıl kendisi hakkındaki aşırı izahları görse en çok kızan İsa olacaksa, Kuran’ın ruhuna aykırı şekilde kendisi hakkında uydurulan hadisleri, Allah’la miraçta pazarlık ettirmeleri görse bunları uyduranları ilk kınayan Peygamberimiz olurdu.” (Uydurulan Din ve Kur'andaki Din Sayfa 330)
Ancak "Miraç" olayının en sahih kabul edilen rivayete göre, birinci ve ikinci Habeşistan hicretinden sonra, Hatice ile Ebû Talib'in vefatlarını takip eden dönemde, Hicretten bir yıl önce (621 Yılında) meydana geldiği açıklanmaktadır.
http://www.sonpeygamber.info/mirac-nasil-ve-ne-zaman-gerceklesti
Miraç olayı söz konusu hadislere dayandırılarak Müslüman toplumlarında her yıl olayın meydana geldiği kabul edilen Recep ayının 27. gecesinde kutlamaktadır
Tüm bu açıklama ve tefsirlerden Ayette belirtilen "Götürülme" olayının bedenen değil fakat "Rüya" benzeri "Uyanık" olarak fakat "Ruhsal" bir algılama şeklinde gerçekleştiğini kabul etmek çok daha anlamlı ve mantıklı olmaktadır. Zira bu götürülüş esnasında, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh (Uzak) olan, gerçekten işiten ve gören "Allah" tarafından kendisine "Ayetlerinden" bir kısmını gösterildiği açıkça belirtilmektedir. Buna göre Hz.Muhammed bu süreçte Allah'ın izni ve ilmi ile bazı "Ayetleri" yani "Gerçekleri" görmüş, algılamış, hissetmiş ve idrak etmiştir. Bu Ayetlerin yeri ve zamanı geldiğinde kendisine vahiy edilerek tüm insanlara iletilmiş oldukları düşünülebilir. Nitekim Süleyman Ateş tefsirinde Mi‘râc olayının en sağlam rivâyete göre bir rüyadan ibâret olduğu belirtilmektedir.
“Herhalde bu rivâyetler, namazın beş vakit olduğunu sağlama bağlamak için Mi‘râc hadîslerinin arasına sokuşturulmuştur. Çünkü bazı kimseler, Kur’ân’da bulunmayan dinî uygulamalara itiraz ediyorlardı. Bunu yapanlar, Mi‘râc olayının da, en sağlam rivâyete göre bir rü’yâdan ibâret olduğunu hiç anlamamışlardır.”
www.suleymanates.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12&Itemid=39&limitstart=1
Burada Ayetlerin bit kısmının kendisine "Gösterildiğini" açıklayan "İsra" suresinin ilk Ayetlerinden daha önce vahiy edilmiş olan "Necm" suresinin 18 nci Ayetinde Hz.Muhammed'in Allah'ın en büyük Ayetlerinden bir kısmının "gördüğü" bildirilmektedir.
Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (23/18), (53/18)
Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. (50/1), (17/1)
Bu durumda Hz.Muhammed'in İsra olayının gerçekleşmesinden daha önceki zamanlardaki vahiy alışı sırasında da "en büyük" Ayetlerinden bir kısmının, Allah'ın kendisini Mescid-i Harâm'dan çevresini mübarek kıldığını açıkladığı Mescid-i Aksâ'ya götürdüğü "Yolculuk" ile ilgili Ayette belirtilen "Gösterilme" olayına benzer bir şekilde, Hz.Muhammed'e "Gösterildiği" bildirilmektedir.
Buna göre Hz.Muhammed'in vahiy alması sırasındaki "Görme" olayının önceden bir defa daha gerçekleştiği, bunun Sidretü'l-Müntehâ olarak adlandırılan ve görüp algıladığımız evrenin "uyumlu" hale getirilmesinin (istivâ) ve sadece "Allah'a Ait" bulunan en son makamın (Arş) kendisine "Gösterildiği" anlaşılmaktadır. Bu konuda Hz.Muhammed'in Vahiy Alışı bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.
Öte yandan Yüce Allah Ayetinde" bildirdiklerinin" dışında insanların Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemeyecekleri açıklamaktadır
Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)"
Nitekim "sınırsız kudret ve ilmiyle" insanları "kuşatmış" olduğunu, buna göre hiçbir insanın Allah’ın bilgisi ve izni ile sınırlandırdıklarının dışına çıkamayacaklarını, O neye izin verirse insanların ancak onu başarabileceklerini hatırlatarak "bir kısım Ayetlerin" ve "en büyük Ayetlerin" kendisine "Rüya" benzeri "Uyanık" olarak fakat "Ruhsal" bir algılama şeklinde Hz.Muhammed'e gösterilmiş (Miraç) olmasının ve Kur'an'da lânet edilen "o ağacın da" inananla inanmayanı ayırmak üzere insanları "sınamak" için gerçekleştirdiğini bildirmektedir.
Hani sana: “Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz. (50/60), (17/60)
Yüce Allah böylece Şimdi Hz.Muhammed'e gösterdiği o manzaralara ve Kur'an'da lânet edilen "Cehennemdeki" o ağaca işaret ederek insanlara korku veren bir uyarıda bulunduğunu, böylece insanları korkuttuğunu, ancak bunun Allah'ı inkara niyetli olanların azgınlığını daha da artırmaktan başka bir sonuç vermediğini açıklamaktadır.
Şimdi, ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? (56/62), (37/62)
Şüphesiz zakkum ağacı, (64/43), (44/43)
günahkârların yemeğidir. (64/44), (44/44)
Hz.Muhammed'e "bazı Ayetlerin" gösterilmesi ve cehennem yemeği gibi soyut kavramların yer aldığı bu Ayetin, insanların bu konularda birbirleriyle çelişen yorumlar yapmalarına açık olduğu ve bazı şüphelere yol açtığı için, insanların Allah'a "İnanmaları" açısından bir "sınama" vesilesi olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Yüce Yaratan İnsanları bu tür fitnelerle (sınav araçlarıyla) korkutarak uyarmakta olduğunu, ancak bu durumun inanmamakta devam edenleri sadece küstahlaşıp kibirlenmelerini artırdığını belirtilerek, İnsanlardan bu ve benzer uyarı ve önerilerin dikkatle ve akılla ele almalarını ve kendilerine iletilen "gerçekleri" anlamaya çalışmaları ve sonuçta "doğru yola" yönelmeleri öğüt verilmektedir.
Daha ayrıntılı bilgi için bu bağlantılardan yararlanılabilir.
Isra suresi | Isra oku Isra arapça türkçe
İslamoğlu Tef. Ders. İSRA SURESİ (001-021)(89) | KURAN MEAL TEFSİR (DERLEME)
Hz.Muhammed'in Son Peygamber Olması
Yüce Allah Hz.Muhammed'ten önce, tüm insan topluluklarına uyarıcılar (Peygamberler) gönderdiğine ve onların ilettikleri "uyarılara" uymayan toplulukların yok edildiklerine işaret etmekte ve her millet için bir "uyarıcı" geldiği, hiçbir toplumun (memleket) kendilerine "öğüt" vermek üzere bir "uyarıcı" gönderilmeden, diğer bir ifade ile "Uyarıcı Peygamberler" tarafından kendilerine "öğüt" verilmeden yok edilmediklerini açıklamaktadır.
Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik, her millet için mutlaka bir uyarıcı gelmiştir. (43/24), (35/24)
Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcıları olmadan yok etmemişizdir. (47/208), (26/208)
Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de göndermişizdir, fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de işte o, bugün onların velisidir ve onlar için elem verici bir azap vardır. (70/63), (16/63)
Buna göre, Şeytan'ın "dürtüleri" sonucunda "Uyarıcı Peygamberler" tarafından kendilerine iletilen "gerçeklerin" inkâr edilmesinin onlara "cazip" ve çekici gösterilmesi sonucunda geçmişteki çok sayıdaki toplumun "doğru yoldan" ayrıldıkları ve bunları dikkate alınmayıp "iman etmemeleri" yüzünden o toplumların yok edildikleri bir "örnek" olarak bildirilmektedir. Bu nedenle sonraki toplumların da gönderilen "Peygamberler" tarafından "uyarılmalarına" devam edildiği anlaşılmaktadır. İnkârcı olarak bu ortamda yaşayan insanlara ve toplumlara ölüm sonrasındaki ortamlarda Şeytan'ın onların "velisi" olduğuna dikkat çekilerek onlar için elem verici bir azap bulunduğu ihtar edilmektedir.
İnsan aklının gelişmesi sonucunda Allah, Hz.Muhammed'e indirdiği Kur'an’ın artık insanlar tarafından anlaşılmasını beklemektedir. "Kur'an" ve Kur'an’da belirtilen konuların tamamı olan "İslam" İnsanlar için "Ne" oldukları ve "Nereye" gideceklerini, insan aklı ile bu Dünya'da gördükleri, buldukları ve elde ettikleri bilgiler ile Evren'in oluşması ve sistematiği, canlıların ve maddesel varlıkların oluşması ve sistematiği tüm bunların dayandığı fizik, kimya ve diğer bilinen ve ileride bilinecek olan yasaları ile ilgili olarak ip uçları ve örnekler vermektedir.
Artık bu tür bilgilerin insanlara yeni bir aracı (Peygamber) ile iletilmesi gerekmemektedir. İnsanlar “akıllarını” kullanarak ve verilen ip uçları ile örnekleri değerlendirerek bu işi kendileri yapacaklar ve kendileri bizzat Allah'ı algılayıp O’nu hissedecekler ve Allah'ın büyüklüğünü kavrayıp “yalnızca” O'na teslim olacaklar ve O'na ibadet edip bu hisler altında O’na secdeye kapanacaklar ve böylece "İnsan" olacaklardır.
Böylece tüm “İnsanlara” artık “Son Uyarı” yapılmış ve "Yol Gösterici" (Kur'an) verilmiştir. İnsanlara düşen artık "İnsan Olmak" tır.
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)
Ayette belirtilen ifadelerden Hz.Muhammed'in son gönderilen peygamber olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Yüce Allah Hz.Muhammed’in "Hak Din" olarak nitelendirdiği İslam’ın “son aşaması” olarak "Müslümanlık" olarak adlandırdığı “son dini” iletmek üzere bir uyarıcı ve elçi olarak gönderdiğini açıkça bildirmektedir. Buna göre Hz.Muhammed’in “son peygamber” olarak gönderildiği anlaşılmaktadır.
Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler, onları rükûya varırken, secde ederken görürsün, Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir, bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır, İncil'deki vasıfları da şöyledir: “Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider.” Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir, Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (111/29), (48/29)
Nitekim Musa toplumuna İsa Peygamberin geleceği ve sonrasında da adı "Ahmed" olan "son peygamberin" gönderileceği, Yahudi ve Hristiyan toplumlarına gönderilen Tevrat ve İncil’de de yer aldığı Kur'an Ayetinde açıklanmaktadır.
Bir zaman Musa kavmine: “Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?” demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı, Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez. (109/5), (61/5)
Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: “Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demişti, fakat o, kendilerine açık deliller getirince: “Bu apaçık bir büyüdür” dediler. (109/6), (61/6)
Bu ifadelerden bütün insanlara "uyarıcı" olarak gönderilmekte olan Peygamberlerin Hz.Muhammed ile son bulduğu anlaşılmaktadır.
Ancak Hristiyan ile ilgili kaynaklarda bu Ayette yer alan açıklamaların Hz.Muhammed'i işaret etmediği ileri sürülmekte ve bilgi verilmektedir. Örnek olarak alınan bir kaynakta aşağıdaki yarı alaycı değerlendirme bulunmaktadır.
"Tanrı, hristiyanların kendi Kutsal Kitaplarını tahrif etmelerine göz yummuş, bunu yaparken de Tanrı'nın Oğlu gibi kimi ifadeler sokuşturmuşlar, haçı eklemişler, ama sıra Muhammet ile ilgili kısımlara gelince Tanrı onlara engel olmuş...!”
Müslümanların Bazı Yanlış Anlamalarını Anlamak (kutsalkitap.nl)
Burada çok sayıdaki Kur'an Ayetinde açıklandığı üzere, Yüce Allah "Akıllarını" kullanarak "karar vermekte" bütün insanları "serbest" bırakmayı "takdir" ettiğinin unutulmaması gerekmektedir.
Buna göre Allah'ın Musevilerin ve Hristiyanların Kutsal Kitaplarının tahrif etmelerine "göz yumması" ifadesi, Allah'ın "takdiri" ile ilgili olarak son derece yüzeysel, basit ve daha çok "insanca" bir değerlendirme olmaktadır. Zira insanların “kendi iradeleri” ile kutsal kitapları tahrif ettikleri ve Peygamberlerini "Tanrının Oğlu" olarak tanımladıkları kesin ve tarihi bir gerçektir. Kur'an’ın gerçekliği konusunda ise tereddüde yer vermeyecek tarihi gelişmelerin incelenmesi gerekmektedir. Bu konularda "Kur'an" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.