top of page

İNSAN OLMAK

 

"Ne İnsanlar Gördüm Üzerinde Çul Yok,

Ne Çullar Gördüm İçerisinde İnsan Yok"

Mevlana

 

"İnsan Olmak", Allah'ı Tanımak ve Allah'a İman edip Allah'a teslim olmaktır.

"İnsan Olmak", tüm insanların Dünya'ya geliş nedenidir ve Dünya'ya gelen insanların en önde gelen görevi ve işlevidir.

 

"İnsan Olmak" için buradayız.

 

Dini konular ile ilk temaslarım, çoğumuzda olduğu gibi, İlk Okul dönemlerinde aile içerisinde gözlemlediğim ibadetler ile aile büyükleri tarafından uyarılar yapılması, Arapça duaların ezberletilmesi ve özellikle Bayram günlerinde Camiye “Namaza” gidilmesi gibi konularda olmuştur.

 

O günlerden itibaren bütün bu işlerin neden yapıldıkları ilgimi çektiğinden ve çok merak ettiğimden, bulduğum her fırsatta bu “Nedenler” konusunda araştırma yapıp bilgi edinmeye çalıştım.

 

Bu dönemlerde ve izleyen Lise çağlarında Bayram ve Cuma Namazları öncesinde Camilerde hatipler “Vaiz” tarafından yapılan açıklamaları anlamakta ne kadar zorlandığımı hala çok canlı olarak hatırlıyorum. Bana göre anlatılanlar hiç de mantıklı görünmüyordu. Ayrıca anlatış tarzları son derecede ürkütücü geliyordu. Zira daima emredici, korkutucu ve çok yüksek bir ton ile azarlayıcı bir yöntem kullanıyorlardı. Sanki söylediklerinin başka türlü anlaşılması mümkün değildi. Ancak, bu şekilde yapılan “Bilgi Aktarımı” benim merakımı azaltmadı, hatta mutlaka bu işte bir yanlışlık olduğu şeklinde bir kanaatin oluşmasına yardımcı oldu.

 

İlk önemli sayılabilecek tespitim, bu hatiplerin söylediklerine her fırsatta ve sürekli olarak “Kur’an Ayetleri” ile “Hadisleri” mesnet olarak göstermelerini fark etmem oldu. Bu durumda, bu hatiplerin insanlara anlattıklarının karşısında, ya işaret etikleri Ayet ve Hadis’leri tam olarak anlamadan kullanıyorlardı veya bu Ayet ve Hadislerin anlaşılmaları çok zordu.

 

Bana göre, bu konular insanların mantıklı düşüncelerine aykırı olmamalı idi. Bunu anlamanın tek yolu da Kur’an Ayetleri ve Hadisleri okumaktan ve anlamaktan geçiyordu.

 

İşte bu düşüncelerle bu tür konuları anlamaya çalışırken, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1960 lı yıllarda 3 ciltlik Kur’an’ın Türkçe tercümesi (Meal) yayınlandı. Bu benim için aradığım çok önemli “Bilgi Kaynağı” idi. Hemen bir takım edindin ve okumaya başladım.

 

İlk sıralarda bazı bölümleri kolaylıkla anladığımı ancak birçok bölümleri ise tam olarak anlayamadığımı fark ettim. Fark ettiğim bir başka konu da Kur’an’ı her okuduğumda anlamakta zorlandığım konuların da giderek daha fazla “Anlaşılır” hale gelmesiydi.

 

Bu tür araştırmalarım ve çalışmalarım hala devam etmektedir ve hala her okuduğumda daha önce anlamlandıramadığım hususları görebiliyorum ve nasıl bir anlama geldiklerini daha net fark edebiliyorum.

 

Tüm bu çalışmalarım sırasında 2 çok önemli hususu anlamış bulunmaktayım.

 

1) Dini konularda lider veya bilgin durumunda olanlar diğer insanların bu konularda “Akıl” yürütmelerini, hatta en basit sorgulamaları bile “Hoş” karşılamamaktadırlar,

2) Yine bu lider veya bilginler bu konularda “Sadece” kendilerinin fikir yürütebileceklerini ve diğer insanları bu konularda “Yetkisiz” olduklarını ileri sürmektedirler.

 

Ancak, bana göre bu hususlar, “İlk Akıllı” insanlardan itibaren yaşamış tüm insan toplumlarında bu şekilde uygulanagelmiştir. Ancak, “Yüce Allah” tarafından Hz. Muhammed’e tüm insanlara iletilmek üzere Kur’an’ın indirilmesi ile bu durum sona ermiştir.

 

Zira Kur’an; 

 

Tek tek “Tüm İnsanlara” hitap etmektedir.

 

Tek tek tüm insanların “Akıllarını” kullanarak Yüce Allah’ı anlayıp algılamalarını istemektedir.

 

Yüce Allah’ı anlayıp algılayan tüm insanların “Sadece” O’na teslim olup O’na ibadet etmelerini ve O’ndan yardım talep etmelerini önermektedir.

 

Bu durumda, tek tek tüm insanlar Kur’an’ı “Okumak” durumundadır. Okuduklarını anlamalarında sahip bulundukları “Akıl” ve “Bilgi Birikimi” onlar için yeterli ve en önemli unsurlardır. 

 

Kur’an Ayetlerinde yüzlerce defa insanların “Akıllarını” kullanmaları gerektiğine işaret edilmektedir.

 

Yine bu Ayetlerde Tüm İnsanlara ancak akıllarını kullanarak bilgi edinmeleri ve bu bilgilerin kullanılıp birikimlerinin diğer insanlara aktarmaları halinde Yüce Yaratan “Allah” hakkında “Gerçek Anlamda” bir fikir sahibi olabilecekleri hatırlatılmaktadır.

 

İnsanlar ancak bu düzeye çıktıklarında yani bilgi birikimleri ve akılları ile Allah’ı idrak edip O’na teslim olduklarında, Yüce Allah’ın “Halifesi” olma niteliklerine ve  “İnsan Olmak”  şerefine erişebileceklerdir.

 

Zira “Tüm Zaman Dilimlerinde” yaşamış olan ve yaşayacak insanlardan sadece Allah’a ve tüm yarattıklarına inanan, iyi işler yapan ve diğer insanlara Allah’ı ve yarattıklarını, doğru yolu ve sabırlı olmayı tavsiye eden ve bu şekilde bir anlayışa erişebilen “İnsanlar” Allah’ı algılayıp “İdrak” edebileceklerdir.

 

Diğer insanlar ise, “Canlı Bir Varlık” olarak yaşayacaklar ve bu Dünya ortamında ne kadar “Başarılı” olurlarsa olsunlar, Yüce Allah’ı tanımamaları nedeniyle, yaşamlarının sonunda çok büyük bir hayal kırıklığına ve hüsrana uğrayacaklardır.

 

İnsan olmak, yalnızca canlı bir varlık olarak doğup büyümek, kapasitesi ölçüsünde bir şeyler öğrenip bunlarla maddi anlamda bir şeyler kazanmak ve olduğunca rahat ve refah içinde yaşayıp ölmekten ibaret bir süreç değildir. Bu durum, insanların bu ortamdaki diğer her şey ile birlikte tabi olduğu ve bu ortamda bulunmanın süregelen olağan döngüsüdür sadece...

 

Ancak “İnsanlar”, diğer tüm varlıklardan ayrı olarak sahip olduğu “Akıl” unsurunu, sadece bu ortamda (Dünyada) bulunduğu zaman içerisinde refah içerisinde geçirebilmek için bir şeyler öğrenmek ve bu öğrendiklerini kullanarak kendisine refahı sağlayacak maddi olanakları elde etmek için kullanmayı önemsemektedir. 

 

Refah içerisinde yaşamak, her dönemde daha iyi koşullarda yaşamak ve yaşamaktan haz duymak olarak nitelendirilebilir. Dünya’ya gelen her insanın da bunu istemesi son derece doğal ve hatta gereklidir.

 

Ama ....

 

Şöyle bir etrafınıza bakın.

 

Yeryüzüne, gökyüzüne...

 

Oralarda olanlara ve insanların oralarda yaptıklarına.

 

Sonra insanlara bakın.

 

Çeşit çeşit renkleri, görünüşleri, anlayışları ve davranışları olan...

 

Sora sorun kendinize, “Tüm bunlar nedir? “

 

“Neden bu ortam bu şekilde oluşmuş, neden bu insanlar ve diğer tüm canlılar bu şekilde “VAR” olmuşlar ve nereden gelmişler, nereye gidiyorlar?”

 

“Ben bu olayın neresindeyim? Ben neden Ben’im? neden bu zamanda ve bu ortamda ortaya çıktım?”

 

Ve cevabını arayın. Cevabı bulmak için sahip olduğunuz tüm bilgi ve yeteneklerinizi kullanın, tereddüt ettiğiniz konularda araştırma yapın, bilgisine güvendiğiniz diğer insanlara sorun, ama mutlaka bir cevap bulmaya çalışın.

 

İşte bu gayretiniz “İnsan Olmak” için gereken ilk adımdır.

 

İnsan, kendini ilk tanıdığı ve “Aklını” ilk kullandığı zamandan beri bu cevabın peşindedir ve her geçen zamanda elde ettiği bilgileri kullanarak, kendinden önce elde edilen bilgilerden yararlanarak bulduğu cevaplar ile sonuca doğru ilerlemektedir.

 

İşte bu ilerleme, “İnsan Olmak” için gereken yoldur.

 

Bu Dünya ortamındaki yaşantısı ne denli varlıklı, bulunduğu statü ne denli önemli olursa olsun ancak “Bu Yolu” bulabilenler bu Dünya’da bulundukları zamanı en iyi şekilde değerlendirmişlerdir ve “İnsan Olmak” üzere bir gelişme kaydetmişlerdir. Bu yolda gerçekleştirilen her ileri aşama, insanları “İnsan Olmak” düzeyine bir adım yaklaştırmaktadır.

 

Şu anda “Dünya” olarak adlandırdığımız bu mekân üzerinde, bu mekân ve bu mekânın bir parçası olduğu sistemlerde geçerli olan ve “Her An” yürümekte olan bir dizi değişmez kanunlar ve kaidelerle oluşmuş bir “Ortam” içerisinde bulunmaktayız. Görüp hissedebildiğimiz her şeyin içinde oluştuğu bu ortamın var olması ise, “Zaman” olarak adlandırdığımız bir unsur ile mümkün olmaktadır. Diğer bir ifade ile bizim görüp hissedebildiğimiz bu ortam ve bu ortamdaki her şeyden önce, tüm bunların var olmasını sağlayan “Zaman” oluşturulmuştur.

 

Buna göre bulunduğumuz ortamda algıladığımız “Zaman” unsurunun Evren ortamı ile birlikte ve bu ortamın oluşabilmesini sağlamak üzere “Yaratıldığı” düşünülebilir.

 

Bu çerçevede ve şu andaki durumumuza göre Evren ortamı ile ilgili olarak ana zaman dilimlerini aşağıdaki gibi tanımlayabiliriz.

 

1 EVREN ÖNCESİ (EZEL)              

2 EVREN ORTAMI (GEÇMİŞ)                  

3 BUGÜN                 

4 EVREN ORTAMI (GELECEK)                

5 EVREN SONRASI (EBED)                      

 

Bu zaman yapısına benzer şekilde insanın bu ortama gelişi ile “Bugün” arasındaki zaman dilimini ifade eden bir “Kendi Geçmişi” süreci, “Bugün” olarak tanımladığımız Yaşanan Zaman süreci ve “Bugün” ile bu ortamdan ayrılacağı an arasındaki zaman dilimini ifade eden bir “Kendi Geleceği” süreci bulunmaktadır.

 

Aslında, bu ortamda bulunmayı ifade eden ve “Kendi Geçmişi”, “Bugün” ve “Kendi Geleceği” olarak ana bölümlere ayırdığımız zaman sürecine, “Kendinden Önceki Geçmiş” ve “Kendinden Sonraki Gelecek” ana bölümlerinin de eklenmesi, bulunduğumuz ortam ile zaman arasındaki ilişkinin daha iyi görülebilmesi açısından gereklidir.

 

Buna göre Dünya ortamında bulunan ve bulunacak olan “insanlar” açısından zaman süreçleri, şematik olarak aşağıdaki gibi ifade edilebilir.

 

1 EVREN ÖNCESİ (EZEL)-Ruhun Yaratıldığı Yer                                            

2 KENDİNDEN ÖNCE GEÇMİŞ ZAMAN                                               

3 KENDİ GEÇMİŞ ZAMANI                                             

4 YAŞANAN ZAMAN (BUGÜN)                                     

5 KENDİ GELECEK ZAMANI                                            

6 KENDİNDEN SONRA GELECEK ZAMAN                                           

7 EVREN SONRASI (EBED)-Ruhun Gideceği Yer                                           

 

Şu anda yaşamakta olan insanlar açısından yaşadıkları her an “Bugün” olmakta, bir önceki an “Kendi Geçmişi” zaman bölümüne eklenmektedir. Ancak, “Kendi Geleceği” bölümü, hiçbir şekilde tanımlanamayacak bir süreyi ifade etmektedir. Zira bir sonraki an onun için “Bu Ortamda Kendinden Sonraki Gelecek” olabilir. Bu nedenle, her insan (Her yaratılan) için “Kendi Geleceği” bölümünün ne kadar süre olduğu bilinmemektedir ve bu sürenin bilinmesine Yüce Yaratan “Allah” izin vermemiştir.

 

Burada yer alan “Zaman” kavramı, ancak bizim algıladığımız ve bulunduğumuz ortamda geçerli olan “Zaman” kavramını ifade etmekte veya ona göre tanımlanabilmektedir. Bilindiği gibi, dünyamızın da bulunduğu bu “Evren” de, dünyadaki zaman boyutu dünyadan uzaklaştıkça bize göre daha yavaş olarak değişmektedir. Buna göre, dünyada algıladığımız zaman kavramı, bir “Boyut” olarak düşünüldüğünde, evrenin her köşesinde farklılıklar göstermektedir.

 

Aynı şekilde, bildiğimiz evrenin yaratıldığı Arş (Gerçek Ortam) ve diğer ortamlardaki zaman boyutlarının da hem bizim evrenimizin değişken zaman boyutu ile ve hem de kendi kapsamındaki bölgeleri arasında farklılık gösterebileceği düşünülmelidir.

 

Dikkat edilirse, bizim algıladığımız evrende, dünyada ve evrenimiz dışındaki ortamlarda bulunan “Her Şey” ve bu dünya ortamdaki insan mutlaka ve ancak “Zaman” ile tanımlanabilmektedir. Zaman boyutu olmadan hiçbir şeyin ifadesi bulunmamakta ve varlığından söz edilememektedir. Ancak zaman boyutu ile insanların ve tüm algıladığımız şeylerin var oluşları (Yaratılma) ve tüm durumları ile ilgili aşamalar anlam kazanmakta ve anlaşılabilmektedir.

 

Tüm yaratılışların tasarımı ve yürürlüğe konulmasında önemli bir etken olan “zaman” boyutları dışında, henüz nitelikleri tam olarak anlaşılamayan başka boyutların da varlığı bugün bilim çevrelerinde tartışılmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadır.

 

Tüm bu saptamalar, şu an için algılayabildiğimiz evren ve bu evrende yer alan tüm canlı ve cansız olarak tanımladığımız şeylerin, insanların hiçbir zaman bu dünya ortamında tam olarak ulaşamayacakları bir “Yüksek Bilinç-Yüce Yaratan” tarafından tasarlanıp belli bir düzen ve sistem içerisinde ve belli kanunlara (Zaman ve diğer boyutlara ve ortam niteliklerine) bağlı olarak insanların tahayyül bile edemeyecekleri bir düzen içerisinde oluşturulduklarını ve yürütüldüklerini kanıtlamaktadır.

 

İşte, bizlerin algılayıp anlayabildiğimiz tüm evren ve içerisindekiler ile bizlerin henüz algılayıp anlayamadığımız ve bizlerin hiçbir zaman algılayıp anlayamayacağımız diğer ortamlar ve içerisindekilerin muhteşem, hiç eksiksiz ve kesin olarak tam ve mükemmel bir şekilde tasarlanması, sistem ve kurallara bağlanması ve bunlara bağlı olarak yaratılması ve her an “Yaratma” işleminin sürdürülmesi ve böylece tüm yaratılanların sürekliliklerinin sağlanması olarak tanımlayabileceğimiz muhteşem bir “Süreç”, belirtilmeye çalışıldığı gibi, “Tek Yaratıcı Güç” tarafından başlatılmıştır ve yürütülmektedir.

 

Bu muhteşem irade “Kendisine” bir isim vermiştir: “ALLAH”.      

 

Yüce Allah, bilip bilemediğimiz her şeyi tasarlayıp yaratan ve onların idamesini sağlayan “TEK” irade olarak, tüm yaratılmışlar tarafından her an her türlü “Övgü” ile anılmaktadır. Bu “Anma” cansız olarak nitelendirdiğimiz varlıklar ve kendisine akıl verilmemiş bulunan diğer canlı olarak nitelendirdiğimiz her türlü bitki ve hayvanlar tarafından bilinçsiz olarak ve yapıtaşlarındaki her molekül ve hücrelerini oluşturan “Atom Altı En Küçük Parçacıkları” bünyesinde bulunan “Cevher Hareketleri” ile yapılmaktadır.

 

Kendisine “Akıl” verilen ve Yüce Allah’ın Kendisine “Halife” olarak yarattığı “İnsan” ise, hem bitki ve hayvanlarda olduğu gibi kendisini oluşturan birim ve hücrelerindeki “Cevher Hareketleri” ile (istese de istemese de) Yüce Allah’ı anmakta; hem de akıl edebilen insanlar, somut olarak görmemesine ve algılayamamasına rağmen, kendisine gösterilen ve verilen bilgiler ve “Şahit Olduğu Deliller” ile ve “Bilinçli” olarak Yüce Allah’ı her türlü övgü ile anmaktadır. Sonuçta Yüce Allah bilebildiğimiz yarattıkları tüm yaratılmışlar tarafından kapasitelerinin en azamisi ile her türlü “Övgü” ile “Her An” anılmaktadır. Kur’an’ı Kerim’in Fatiha Suresinin ikinci Ayeti, bu anma işlemini ifade etmektedir.

 

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.(5/2), (1/2)

 

İşte, “İnsan” olmak;

 

Kendine verilmiş olan “Akıl” unsurunu kullanarak, görüp göremediğimiz bilip bilemediğimiz “Her Şeyi”; öncelikle tasarlayıp oluşturduğu ve bizlerin bilimsel anlatımlarda “Kanun” olarak tanımladığımız  “Sonuçları belli ve değişmeyen etkileşim ve ilişkiler zincirleri” ne bağlı olarak tasarlayıp oluşturan, devam ettiren ve sona erdiren ve tüm bu “Her Şeyin” oluşturulması ve devamı ve sonlandırılması için gereken diğer tüm ortam, etkileşim ve ilişkileri de tasarlayıp yürürlüğe koyan Tek Hakim güç, bilinç, kudret ve daha ne tür sıfat gerekli ise o sıfatların tümünü kendinde bulunduran “Yüce Yaratıcı”  fikrine ulaşabilmek, “O” nu bu anlamda hissedip tanıyabilmek “O”nun varlığına şahit olmak ve “O”nun bu erişilemez durumunu kabullenip, “O”na teslim olmak ve “O”na övgü ve şükranlarını sunabilecek bilince erişmektir.

“Allah” işte bu “Yüce Yaratıcının” ismidir. Kur’an’daki açıklamalar çerçevesinde Allah isminin, Araplardan ve Arapçadan önce de ilk Akıllı İnsan olan Hz. Âdem’den başlamak üzere Allah tarafından görevlendirilen tüm Peygamberler tarafından ve bu peygamberlerin gönderildikleri toplumları oluşturan  “İnsanlar” tarafından,  telaffuzu değişik olmakla birlikte, “Tek Yaratıcı İlahı” ifade etmek üzere kullanılmıştır. Yukarıda açıklanmaya çalışılan anlamda ele alındığında, genellikle günümüzdeki bazı insanlar tarafından kullanılan ve göklerde bulunup her şeyi yaratıp idare eden tonton bir (Erkek) “Baba” imajlı bir “Tanrı” kelimesinin “Allah” için kullanılmasının ne derece farklı olduğu kolayca anlaşılabilir. Esasen, bu ayırımı yapabilmek, “İnsan” olabilmenin ilk aşamalarından birisini oluşturmaktadır. Öte yandan, “Tanrı Tanımaz-Ateist” düşünce yapılarının belirtilen bu tanrı tanımlamasına karşı ortaya çıktığı söylenebilir. Bu düşüncede olan insanların bilimsel bulguların gelişmesine uygun olarak ileride “Allah” kavramını “Anlayabileceklerini” düşünmek yanlış olmayacaktır.

 

Dünya olarak tanımladığımız “Bu Ortam” da, “Bu Ortam Zamanına” göre “Şu Andan” önceki zaman dilimlerinde “Yüce Yaratıcının” yüklediği “RUH” u taşıyan ve bunun bilincinde olan “İlk İnsandan” itibaren yaşamış olan İnsanların bu yüce fikre sahip olabilmeleri için gereken bilgi ve iletiler; Yüce “Allah ” tarafından  belirlenen ve genellikle “Peygamber” olarak tanımlanan bazı “Uyarıcı İnsanlara”, şu andaki bilgilerimiz ile tam olarak açıklayamadığımız bir çeşit “Etkileşim” ile (Vahiy) hissettirilmiş ve belleklerine sağlam bir şekilde kaydedilmiştir. Bu iletiler, bu “İnsanlar” tarafından, diğer insanlara birer Uyarı, Yönlendirme, Yol Gösterme, Örnekleme, Öğüt Verme şeklinde sözlü veya yazılı olarak aktarılmıştır.

 

Bu anlamdaki “İletilerin” sonuncusu “Allah” tarafından Hz. Muhammed’e iletilmiştir. Arapça “Kur’an” olarak isimlendirilen bu ileti, “Allah” tarafından daha önce iletilen tüm iletileri de onaylamaktadır. Aynı zamanda, insanlara artık başka bir “İleti” de gönderilmeyeceğini ifade etmektedir.

 

Kur’an’ın Hz. Muhammed tarafından alınışı ve diğer insanlara aktarılışı toplam 23,5 yılda ve diğer insanların sürekli “tanıklığında” olmuştur. Bu şekilde alınan her “İleti” o sırada Hz. Muhammed ile birlikte olanlar tarafından ezberlenmiş ve bu 23,5 yıllık süre sonunda binlerce insan Kur’an’ın tamamını ezbere bilir durumda olmuştur. Daha sonraki zamanlarda insanların bu son “İletiyi” daha kolay ve her ihtiyaç duyduklarında ulaşabilmeleri için “Kur’an” yazılı hale getirilmiştir. Bu işlemin de nasıl gerçekleştiği tüm din ve tarih uzmanları tarafından ortaya konulmuştur. Bu nedenle Kur’an’ın gerçekliği konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Esasen. “Allah” kendisinin “Kur’an’ı” koruyacağını bildirmiştir

 

Ancak, burada şu hususu ortaya koymak gerekmektedir. Kur’an’dan önceki iletileri değiştiren veya yok eden insanlar ile aynı hırslara sahip olan ve “Kur’an” tarafından iletilen öğüt ve öğretilere inandıklarını ifade eden bir kısım insanlar, “Kur’an” da yer alan ve her biri diğeri ile muhteşem bir ilişki ve etkileşim halinde olan “Ayetleri” bu hırsları doğrultusunda anlamış, anlatmış ve uygulamışlardır ve halen de uygulamaktadırlar. Bu durum insanların kendilerine iletilmiş olan bu son “İletiyi”, Allah’ın kendilerinden beklediği gibi, ancak “Akıllarını” kullanmaları ile anlamaları ile düzeltilebilecektir.

 

Kanımca, “Kur’an’ın” son “İleti” olmasının iki ana temeli bulunmaktadır. Bunlar;

 

1) Önceki “İletilerin” bu iletilere göre oluşturulan esaslara inanan “Din” ve “Tarih” uzmanlarının da net bir şekilde teyit ettikleri gibi, insanların hırsları ve özellikle diğer insanlar üzerinde hâkimiyet ve yönetme güdüsünün ifadesi olan “Siyasi” hırsları nedeniyle ya değiştirilmiş olması veya tamamen yok edildikten sonra bir kısım insanlar tarafından kendi bilgi ve özel durumlarına göre yeniden yazılmış olması ve

 

2) İnsanların bilgi düzeyinin, diğer bir anlatımla bulundukları ortamı ve bu ortamın bulunduğu ortamları anlama ve algılama konusunda araştırma, geliştirme ve bunların oluşması ve devamını sağlayan etkileşim ve ilişkileri ortaya çıkarma ve bunları saklayıp bunlardan yenilerine ulaşma kabiliyeti düzeyinin ve tüm bu bilgilerden insanların görüp hissettikleri “Her Şeyi”  bir “Tasarlayan” ve “Yaratanın” bulunması gerektiği ile ilgili fikirleri oluşturma ve geliştirme düzeyinin artık bir “Başlangıç” noktasına ulaştığına ve insanların kendi “Akılları” ile “Allah” kavramına doğru yönelebileceklerini “Yüce Yaratan’ın” takdir etmiş olmasıdır.

 

Bize düşen, Yüce Allah’ın bize verdiği izin ve yetkiler çerçevesinde O’nu bizden beklediği gibi tanımak ve O’na teslim olmak, yani “İnsan Olmak” tır.

 

Bunun için, “Her İnsanın” insanlara son olarak yapılan uyarı ve yol gösterme iletisi olan Kur’an’ı okuyarak kendi bilgi ve birikimleri ve akıl kullanma kapasitesi ile bu okuduklarını derlemeye ve böylece O’nu anlama ve tanımaya kendisinin “Karar Vermesi” gerekmektedir.

 

Diğer bir ifade ile ilk olarak Yüce Allah’ın tüm insanlara bir Uyarı, Öğüt, Öneri ve Yol Gösterici olanak gönderdiği bu “İletinin” incelenmesine karar verilerek ilk adım atılmalı ve “Doğru Yola” giden kapı böylece aralanmalıdır.

 

Bilindiği gibi Kur’an Arapça olarak tüm insanlara iletilmiştir. Bunun nedeni konusunda yorum ve iddialarda bulunmak özellikle benim bilgi ve birikimlerimle mümkün değildir. Ancak, bu konudaki Ayetlere insanların en iyi şekilde anlamaları için Arapça gönderildiği belirtilmektedir. Anadili Arapça olmayan diğer insanların, bu iletiyi okuyup anlamaları için itina ve dikkatli bir şekilde Kur’an’ın kendi dillerine çevrilmiş olması gerekmektedir. Bu tüm insanların Kur’an’ı okuyup anlayabilmeleri için ilk gerekli husustur. Ancak, en önemli husus ise Kur’an’ın okunması sırasında herhangi bir kitabı okur gibi ele alınmamasının gereğidir. Diğer bir ifade ile Ayetler okunurken salt yazılı oldukları biçimde ve yalın olarak yazıldığı şekilde anlam verilmemesi gerekir. Zira Kur’an defalarca ve anlama gayreti ile okundukça görülecektir ki, Ayetler diğer Ayetler ile birlikte ele alındığında sadece indirildiği zamanda ve indirildiği bölgede yaşayan insan topluluğuna hitap etmemekte, fakat gelecekteki zamanlarda yaşayacak olan tüm insanlara da öğüt ve öneriler veren bir sistem olarak tüm insanlara hitap etmektedir.

 

İnsanlar, akıllarının gelişip bulundukları ortamı anlamaya başlamalarından itibaren, daima bu ortama müdahale ederek yaşam koşullarını daha ileri ve rahat düzeylere ulaştırmışlardır. Bu uğraş "Akıl" olarak nitelenen ve muhakeme ve karar verme gibi unsurları kapsayan özellikleri taşıyan "İlk İnsandan” itibaren başlamıştır ve halen devam etmektedir.

 

"İnsanların” diğer canlılardan en önemli farkı görünürde bu "Akıl Kullanma" becerisi olmuştur.

 

Akıl, insana öğrenme, öğrendiğini depolama (Hafıza) ve gerektiğinde kullanma, hafızadaki bilgiler ile kullanımdaki bilgileri birbirleri ile karşılaştırma ve yeni bilgilere ulaşma, yeni bilgileri, eskileri ile birlikte kullanma, karşılaştırma ve yeniden yeni bilgiler üretme ve buna benzer zincirleme etkileşimlerle sonsuza kadar uzanan bir "Gelişme" olanağı vermektedir.

 

İşte insan, bu "Akıl" unsurunu kullanabildiği ve ondan yararlanıp gerek kendisi gerekse kendi dışındaki "Her Şey" ile ilgili bilgileri üretebilen ve bu bilgilerden yararlanarak "Kendisi" ve "Her Şey" ile ilgili “Gerçeklere” ulaşabildiği ölçüde "İnsan" olacaktır. Zira insan "Gerçeklere” ulaştıkça, kendisi, etrafındaki ortam ve boyutlar ile ilgili nitelikler, diğer ortamlar ve boyutlar ile ilgili nitelikler ve tüm bunların (Her Şey) oluşması, sürdürülmesi ve sonları konularında daha bilgili ve bilinçli olacak ve bu sonuçlar insanları tüm bunların sahibi ve yaratıcısı olan "Yüce Yaratan’a” götürecek ve sonuçta “O”nu anlayıp "O"na teslim olmalarını sağlayacaktır.

 

İnsanların sonuçta ulaşacakları kendisi ve "Her Şey" ile ilgili "GERÇEK" budur.

 

Bu “Gerçek”, Yüce Allah'ın takdiri ile tasarlayıp "OL" emri ile oluşturduğu nitelikleri ve yapıları insanların kabiliyetleri dışında olan "unsurların", yine Yüce Allah'ın tüm oluşumların gerçekleşebilmeleri için takdir ettiği ve "OL" emri ile oluşturduğu, "Zaman" ve “diğer boyutlara” bağlı olarak oluşturduğu tüm  "Yaratılışı” ifade etmektedir.

 

"Her Şey" in yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Yaratan'ın varlığını, bu ortamda sahip olduğumuz algılama yeteneklerimiz ile somut olarak görmemiz, dokunmamız, hissetmemiz hiçbir zaman ve hiçbir şekilde mümkün bulunmamaktadır. Zira bulunduğumuz ortam, Arş (Gerçek Ortam) ile aynı yapı ve karakterleri taşımamaktadır. Gerçek Ortamı da yaratıp tüm diğer ortamları buna göre tasarlayıp oluşturan ve tüm yaratılışların kaynağı olan “Bilinçli Saf Enerji” olarak ta düşünebileceğimiz bir “Yüce Gücün”, bizim sahip olduğumuz algılama unsurları ile “somut” bir şekilde hissedilmesi mümkün bulunmamaktadır. Biz, bu gücün varlığını bizim ortamımızda ve kendi bünyemizde “somut “olarak algılayabildiğimiz sonuçları ile anlayabiliriz.

 

Örneğin, bulunduğumuz ortamda;

 

HİÇBİR ŞEY DURAĞAN DEĞİLDİR.

 

HİÇBİR ŞEY BİR DİĞERİ İLE AYNI DEĞİLDİR.

 

HİÇBİR ŞEY BİR ÖNCEKİ ANDAKİ DURUMU İLE AYNI DEĞİLDİR.

 

BU DEĞİŞİMLER HİÇBİR ŞEKİLDE TESADÜFİ DEĞİLDİR.

 

HER ŞEY DİĞER HER ŞEYİ, TÜM UNSURLARI, ETKİLERİ VE SONUÇLARI ALLAH TARAFINDAN TASARLANMIŞ DEĞİŞMEZ KANUNLAR ÇERÇEVESİNDE ETKİLEMEKTEDİR

 

Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku, O'nun kelimelerini değiştirebilecek yoktur, O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın (69/27), (18/27)

 

Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor, andolsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. (43/41), (35/41)

 

Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı, halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın. (43/43), (35/43)

 

Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın. (50/77), (17/77)

 

Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. (55/34), (6/34)

 

O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. (55/115), (6/115)

 

O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır, Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin, gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?  (77/3), (67/3)

 

Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. (77/4), (67/4)

 

Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (90/62), (33/62)

 

Allah'ın, öteden beri süregelen kanunu budur, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (111/23), (48/23)

 

BU SARMAL ETKİLEŞİM BU ORTAMDAKİ "ZAMAN" SONA ERİNCEYE KADAR TAMAMEN YÜCE YARATICI'NIN BİLGİ VE KONTROLÜNDE OLARAK BU ŞEKİLDE SÜRECEKTİR.

 

Allah her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)

 

Bu önemli noktadan hareket ile Yüce Yaratıcıyı gökyüzünde oralarda bir yerde bizleri gözetip yöneten ve insana benzetilen bir varlık olduğu gibi bir anlayışın tamamen geçersiz ve yersiz olduğu, insanlara verilmiş olan akıl ve mantık yürütülerek net bir biçimde görülebilmektedir. Yani, Yüce Yaratıcı, bizim düşünce ve hayal gücümüz ile erişebileceğimiz bir varlık olmaktan çok, görüp hissettiğimiz belirti ve sonuçları aklımızı ve mantığımızı kullanarak yaptığımız değerlendirmeler sonucunda varlığından kesin olarak emin olduğumuz “EŞSİZ BİR GÜÇ” olarak anlaşılabilmektedir. Böylesine "Soyut ama Gerçek" bir olgunun bu ortamda bizim gibi bir "İnsan" olarak aramızda bulunabilmesi de tamamen insanlar tarafından ortaya atılmış düşünceden ibaret olmaktadır. Zira insanlar sahip oldukları bilgi birikimleri ve gördükleri "Normal" kalıplara uymayan gelişmeler karşısında, en kolay yol olarak bunları inandıkları bir “İlah” ile aynı düzeyde ve anlamda görerek akli denge kurmuşlardır.

 

Bilimin gelişmesi ile bu tür açıklanamayan olaylar açıklığa kavuştuğunda, bunların da yukarıda açıklanan süreç içerisinde Yüce Yaratıcı tarafından oluşturuldukları net olarak anlaşılabilecektir. Bu düzeye ulaşıldığında, artık hiçbir insanın geçmişte yaşamış veya gelecekte yaşayacak bir diğer insanı "Yaratıcı" olarak görüp ona teslim olarak ibadet etmeyeceği ve ona "Tek Yaratıcı Güç" ile aynı düzey ve anlamı vermeyeceği kesindir.

 

Ancak Dünyadaki her zaman dilimindeki insanlardan, yaşadıkları "zaman" boyutu içerisinde insanlığın sahip olduğu bilgiler çerçevesinde bu anlayış ve sonuca ulaşabilenler “İnsan" olabileceklerdir. Aksi halde insanlar Dünyadaki diğer canlılar gibi yaşayacaklar ve kendilerinden beklenen gelişmeyi gösterememiş olacaklardır. Nitekim "Akıl" unsurunu taşımadan önceki zamanlarda yaşamış olan ancak vücut yapılanı ile insanı andıran canlılar bu konuda en etkili örnekleri oluşturmaktadırlar. Bu canlılar için "İnsan" olduklarını söylemek imkânsızdır. Bunlar birer canlı olarak diğer tüm canlılarda olduğu gibi yaratılışlarında sahip oldukları "İçgüdü" olarak isimlendirilen ve belli bir sınıra kadar “zekâ” unsurunu da kapsayan dürtülerinin etkisi ile yaşamlarını sürdürmek için gereken faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu tür insanı andıran canlıların ortadan kaybolmasından uzun bir zaman sonra Yüce Yaratıcının “Ruhunu” taşıyan ve "Akıl" unsuruna sahip "İlk İnsan" dünyada ortaya çıkmış ve asıl insanlık bundan sonra aklını kullanıp bilgi üreten özel canlılar olarak başlamıştır.

 

Bu Dünya ortamının sonu gelinceye kadar bu Dünyada ve ileride gidilecek yeni ortamlarda yaşayacak insanlardan bir bölümü bu "gerçekleri fark edecek ve insanlığın gelişmesine katkıda bulunacaktır. Diğer bölümü ise sadece "Bir Varlık" olarak belli bir süre yaşamış olacaktır. Bu insanlar, Yüce Yaratan'ın tüm insanlara verdiği "Akıllarını” sadece yine Yüce Yaratan'ın yarattığı Evren ortamında bulunan maddeleri tanıyıp anlamak, yine Yüce Yaratan'ın bu maddeler ve diğer her şeyin oluşumu ve devamı ile ilgili olarak koyduğu Kanunları keşfederek rahat yaşaması ve Evren’i anlaması için alet, ekipman vs. bulmak, geliştirmek ve yararlanmak için kullanacaklardır. Ancak bu çok değerli "Akıl" unsurunu, tüm bunların nasıl oluştukları ve birbirleri ile ilişkilerinin ve tüm bunların taşıdığı olağanüstü niteliklerin değerlendirilerek Yüce yaratıcıyı anlamak yönünde kullanamadıkları için bir anlamda bu ortamda sıradan bir canlı olarak, yani daha önceki zamanlarda yaşamış olan "insani andıran canlılara” benzer bir şekilde yaşamlarını sürdüreceklerdir. Bu insanların "insanı andıran canlılardan” farkları, Akıllarını Dünya ortamındaki oluşumlar ve etkilerinin anlaşılması ve onlardan sonuçlar elde ederek oluşturduğu alet ve ekipmanlar yardımı ile önceki nesillere göre çok değişik tarzda ve çok daha rahat bir şekilde yaşamaları olmaktadır.

 

İnsanların "İnsan" olabilmeleri aslında insanların yaratılış nedenidir ve Yüce Yaratan, kendi ruhundan ve niteliklerinden bir bölümünü vererek yarattığı insanlardan "İnsan" olmalarını beklemektedir.

 

Bu nedenle "Akıllı" insanlığın ilk olarak ortaya çıkmasını izleyen süreçte, akıllarını kullanmaları ve gerekli bilgi birikimini oluşturarak "İnsan" olma yolunda ilerleyebilmeleri için Yüce Allah tarafından bazı olağanüstü doğa olayları meydana getirilmiştir. Bu tür “Olağanüstü” doğa olaylarının, akıllarını sadece isteklerine ve zevklerine göre kullanmalarının asıl gerçekleri ve yaratılış amaçlarını görmekten uzaklaştırdığını anlamaları açısından en etkili yöntem olduğu düşünülebilir.

 

Aynı şekilde İnsanların gerçeklere ulaşabilmelerinde yardımcı olmak için, Yüce Yaratan tarafından zaman zaman "Uyarıcı" olarak bir kısım insanlar görevlendirilmiştir. Bu "Uyarıcı" insanlar "Peygamber" olarak tanımlanmaktadır ve bunlardan bir kısmının insanlara ilettikleri “uyarıların” onlar hayatta iken veya daha sonra yazılı hale getirilmesine olanak sağlanmıştır.

 

Bugün bu tür yazılı metinler insanların elinde bulunmaktadır. Her ne kadar bunlardan bir bölümünün "Asıl" metin olduğu kesin olarak kanıtlanamamakta ise de büyük bir kısmının Yüce Yaratan tarafından "Uyarıcı-Peygamberlere" öğretildiği şekilde oldukları kabul edilmektedir. Bu metinlerden en sonuncusu Kur'an'dır. Eldeki bilgiler ve Kur’an’ın taşıdığı özellikler, bu metinin "Asıl" niteliğini koruduğunu göstermektedir.

 

Kur'an önceki yazılı metin haline getirilmiş iletileri “Teyit” ederek, tüm insanlara "İnsan" olabilmeleri için öğüt ve önerilerde bulunmaktadır. Ancak, bu öğüt ve önerilerden bir bölümü o sırada yaşayan insanların bilgi ve anlayış düzeylerine hitap etmekte, diğer önemli bölümü ise, insanların gelişmeleri paralelinde yorumlayabilecekleri "Gerçeklere” dikkat çekmektedir. Buna göre insanlar bunları araştırmaları ve öğrenmeleri için teşvik etmekte ve insanlardan bu gerçeklere göre davranmaları beklenmektedir.

 

Bu anlamda Kur'an "İnsan" olabilmek için çok değerli unsurları ve ipuçlarını, öğüt ve öneriler olarak insanların bilgi ve anlayışlarına getiren bir "Hazinedir”. Kur’an’da bulunan 6236 Ayet ve bu Ayetleri teşkil eden 10000 dolayında cümleden her biri bir mücevher gibi yerlerinde durmaktadır.

 

Kur'an, insan aklının artık bu mücevherleri anlayabilir hale geldiği bir dönemde çok değerli bir Peygamber olan Hz. Muhammed'e öğretilmiş (vahiy edilmiş) ve tüm insanlara aktarılması sağlanmıştır. Buna göre Yüce Allah, Kur’an Ayetlerinin “Tüm İnsanlar” tarafından “Okunmasını” ve “Yorumlanmasını” önermekte ve beklemektedir. Yani Kur’an’ı okuyup anlamak ve yorumlamak Yüce Allah tarafından tüm insanlardan beklenilen bir “Görevdir”. Bu durumda Kur’an’ın “Yorumlanması” sadece “din bilginlerine” ait bir ayrıcalık değildir. Nitekim “İnsanlar”, Kur’an Ayetlerini yaşadıkları zamanlarda sahip oldukları bilgi birikimleri ile anlayıp yorumları ile kendilerine eşsiz bir "Eser" meydana getirecekler ve kendi zamanlarında birer "İnsan" olacaklar ve o zaman için ulaşabilecekleri derinlikte "gerçekleri” anlayabileceklerdir.

 

İnsanların yaşadıkları "Zaman" dilimlerinde uluşabildikleri derinlik ne olursa olsun değişmeyen tek bir "Gerçek" bulunmaktadır:

 

Tüm "İnsanların" ve "Her Şeyin" sahibi ve yaratıcısı “Tek Yaratıcı Güç” olan “Allah’tır"

 

Öte yandan önemli bir husus olarak Kur'an Ayetlerinde bütün "Peygamberlerin" içinde yaşadıkları toplumların bünyelerinde yaşamış olan birer "İnsan" oldukları ve onlar için "abartılı" olarak "yüceltme" ifadelerinin kullanılmasının hiçbir şekilde hoş karşılanmadığı ve "Yüceltmenin” sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan Allah'a ait olduğu kesin bir şekilde bildirilmiş olduğundan bu "çalışma" içeriğinde "Yücelik" ifadesi sadece "Tek Yaratıcı Güç" olan "Allah" için kullanılmış ve Kur’an’da adı geçen bütün peygamberler de "adları" ile belirtilmiştir. Ancak Yüce Allah'ın bu ortamın sona ereceği (Kıyamet) zamana kadar yaşayacak tüm insanlara "Ayetlerinin" iletilmesi için "seçmiş" olduğu "özel insan" olan Muhammed'e destek verilmesini, ona böylece yardımcı olunmasını ve onun manevi şahsiyetinin "selamlanmasını" istediği dikkate alınarak, sevgili peygamberimiz, diğer peygamberlerden ayırt edici bu özelliği nedeniyle, Hazreti Muhammed (Hz.Muhammed) olarak belirtilmiştir.

Her dönemde yaşayan ve yaşayacak olan insanlar, “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah "gerçeğini” çeşitli şekillerde ve derinlikte anlayıp algılayacaklardır. Örneğin önceki zamanlarda, yaşamış olan ve henüz Yüce Allah tarafından kendilerine “Ruh” üflenmemiş ve “Akıl” verilmemiş olan “insansı” yapılar, kendi güçlerini aşan veya anlama kapasitelerinin üzerinde bulunan olay, yaratık veya şeyleri "Her Şeyin Sahibi ve Yaratıcısı" olarak düşünmüşler ve bu “Kabul” etkisinde yaşamlarını sürdürerek gelenek, görenek, sanat ve diğer birlikte yaşamla ilgili konularda düzen, sistem, yaşam tarzı ve eserler oluşturmuşlardır.

 

Daha sonra, Allah’ın "Uyarıcı-Peygamber" olarak özellikle görevlendirdiği insanların öğretileri ile "Tek Yaratıcı" kavramı Adem ve eşi Havva’nın yeryüzü ortamında ortaya çıkması ile çoğalmaya başlayan kendilerine Allah’ın “Ruhu” yüklenmiş ve “Akıl” unsuru verilmiş olan insanların anlayışlarına getirilmiş ve "Akıl" unsurunun gelişmesi ve kullanılması paralelinde bu kavram zaman içerisinde gelişerek daha anlamlı ve anlaşılır duruma gelmiştir. Bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak insanların "Akıllarını” kullanmaları ile bu kavram “Hiçbir akıl sahibi tarafından tartışılmayacak bir biçimde” insanlar tarafından anlaşılır duruma gelecektir.

 

Görüldüğü gibi, insanların "Gerçek" ile ilgili olarak bilgi ve anlayışlarının gelişmesi öncelikle “Akıl” unsurunu en etkili bir şekilde kullanmalarına bağlı bulunmaktadır. Ancak, bu ortamda yaşayan insanların bu unsuru kullanmaları her bir insanın yaşadığı "zaman" diliminde önceki insanlardan devir alınan ve kendisinin buna eklediği bilgiler ile mümkündür.

 

Bu nedenle, insanların "gerçekler” ile ilgili bir kanıya ulaşmaları; her zaman diliminde o zaman dilimine kadar biriken bilgiler ve bu bilgilerin "Akıl" unsuru ile derlenip kullanılması ve yeni bilgilere ulaşılarak bunların da sonraki insanlara aktarılması ile gerçekleşecektir.

 

Bu nedenle, insanları "Gerçeğe” götürecek olan Kur’an’ın okunması ve anlaşılmasında da en önemli unsur "Akıl" olmaktadır. Buna göre Kur'an okunurken her cümle, her Ayet, her Sure ve sonuçta Kur'an'ın tamamı, o insanın bulunduğu "zaman" dilimine göre değerlendirilecek ve Ayetlerin taşıdıkları anlam ve insanlara verdikleri öğüt ve öneriler buna göre anlaşılacaktır.

 

Sonuç olarak bu çalışmada, Kur'an'ı Kerim'in bu çağda yaşayan normal eğitimli bir insan tarafından nasıl anlaşılabileceği, taşıdığı önem nedeniyle Ayetlerin işaret ettiği "zaman" boyutu dikkate alınarak, yorumlanmaya çalışılmış ve buradan ulaşılan sonuçlara göre bir deneme yapılmıştır.

 

Bu çalışmam, kendisine verilen dini bilgiler ile yetinmeyip Allah’ı özel olarak araştıran ve Dini kitapları bu gözle inceleyip Kur’an’da bu konuda çok somut ipuçlarının bulunduğunu ve Kur’an’ın Zaman ile olan mucizevi bağlantısını fark eden ve bu bağlantıyı dikkate alarak Ayetleri inceleyip bazı sonuçlara ulaşan "Bir İnsanın” görüşlerini ve birikimlerini ifade etmektedir.         

 

Bu çalışmada Kur’an’ı Kerimdeki Ayetler, öncelikle “Ana Zaman Dilimi” başlıkları altında olmak üzere, içinde bulundukları Surelerin “Vahiy Edildikleri” sıra gözetilerek ve “Zaman” unsuru ile bağları ve  ilişkileri dikkate alınarak derlenmeye ve yorumlanmaya çalışılmıştır.

 

Burada şu önemli hususları yeniden belirtmem gerekmektedir:                      

 

*Bu çalışma, tamamen kendi kişisel fikirlerim ve görüşlerimdir.                      

*Bu çalışmada yer alan kişisel fikir ve görüşlerimin en doğru oldukları iddiasında bulunmamaktayım.        *Bu çalışma ile kimseye hocalık yapma veya yol gösterme iddiasında değilim

*Bu çalışma ile kimseyi kınama veya hor görme amaçlanmamıştır.                 

*Bu çalışma ile hiçbir kimseye hiçbir fikir dayatılma amacı güdülmemiştir.   

*Bu çalışma ile herhangi bir mezhep vesaire oluşturulması veya ilişki kurulması amaçlanmamış ve       hedeflenmemiştir.                                                                             

*Her insan, Kur’an’ı Aklı ile okumalı ve Yüce Yaratıcıyı kendisi görüp bulmalıdır. Bunun, Yüce    Allah'ın   insanlara "İnsan Olmak" için verdiği görev olduğunu düşünmekteyim.                                                                             

Ben kendi aklımca, Yüce Allah'ın "İnsanlara” gönderdiği uyarı, öğüt ve önerilerini içeren Kur’an’ın tüm ayetlerinin Akıl ile okunarak değerlendirilmesini yine kendi bilgi seviyem paralelinde yapmaya çalıştım. Buradaki tüm fikir ve kanaatler tamamen şahsımın fikir ve kanaatleridir. Yüce Allah'ın, bu çalışmada insanlara yanlış fikir ve kanaatler verilmesine mani olması dileğiyle kim ve nerede, ne ırkta, ne inançta ve inançsızlıkta olursa olsun, her "İnsana” ayrı ayrı "Selam ve Saygılar” sunarım.

 

Tüm İnsanlara “İnsan Olmak” şerefine ulaşmaları dileklerimle,

 

Hasan Ulukanlı

hulukanli@gmail.com

hasanulukanli@hotmail.com

16.09.2014

Güncelleme: 31.08.2023

(İlk Yazıma Başladığım Tarih: 08.05.2002)

                                                                                                                                                                             SAYFA  BAŞI

Anchor 1
SAYFA BAŞI
TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page