top of page

ZAMAN

 

KONU BAŞLIKLARI

Bugün sahip olduğumuz bilgilere göre Evren Ortamının yaklaşık 13,7 Milyar Yıl ve Dünya ortamının ise yaklaşık 4,5 milyar yıl önce oluştuğu varsayılmaktadır. "Evren" için geçen bu sürenin ne kadar geçerli ve doğru olduğu sonraki zamanlarda daha belirgin olarak tahmin edilebilecektir. Ancak, Evrenin ve Dünya Ortamının bundan sonra ne kadar olacağı konusunda "Hiçbir Zaman" bilgi sahibi olamayacağımızı Yüce Allah Kur’an’da bizlere iletmiş bulunmaktadır.

 

Burada dikkate alınması gereken en önemli konu, tüm bu "Yaratılma" işleminin bir “Zaman” ortamında veya boyutunda gerçekleşmiş olduğudur. Yani Evrenin ve bağlı olarak Galaksimizin ve bu Dünya Ortamının madde olarak yaratılması ve bu kütlesel varlığının sürdürülmesi, “Zaman” olarak tanımadığımız ve "akıcı bir süreç” olarak düşünebileceğimiz "Soyut" bir ortamın “varlığı” ile olanaklı olmaktadır. Bu durumda “Zaman”, “Tek Yaratıcı Güç” olan Allah’ın “Zamanı” her şeyden önce ve yaratmayı “takdir ettiği” her ortam için ayrı nitelik ve hızda olmak üzere “alt yapı” niteliğinde bir ortam veya “boyut” olarak hazırladığı (yarattığı) anlaşılmaktadır. Buna göre “zamanın akışı”, tüm oluşumların en önde gelen "Asıl” unsuru olmakta ve tüm “yaratılış” ancak “Zaman Akışı” ile birlikte (bünyesinde) olmak koşulu ile gerçekleşmektedir.

 

Evrenin ve Dünyanın yaratılışı ile ilgili Ayetlerdeki açıklamalar incelendiğinde "Zamanın Akışının" bu oluşumlardaki etkisi çok açık olarak görülmektedir. Gerçekten Evrenin ilk oluşum süreci olarak tanımlanan "Büyük Patlamanın" da bir “ortamda” meydana geldiği kesindir. Ayetlerdeki ifadelerden bu ortamın, şu anda nitelikleri, kuralları ve koşulları insanlarca tam olarak bilinemeyen ve Ayetlerde “Allah’a Ait” olduğu belirtilen “Arş” olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah sadece bu ortamdaki “bir gün” için bildirilen zaman akışının yaşadığımız ortamdaki algılayabildiğimiz “Zaman Akışı” cinsinden” “bin yıl” olduğu tanımlanmaktadır.

 

Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (103/47), (22/47)

 

Bu durumda söz konusu “Büyük Patlama” ile birlikte öncelikle “akıcı bir ortam” olarak "Evren Ortamı Zamanının" ortaya çıktığı (yaratıldığı) varsayılabilir. Buna göre "Evren Ortamı Zamanının" etkisi ile “patlamadan” sonra tüm “madde” oluşumların gerçekleşmesine olanak sağlanmış olmaktadır. Böylece Evrenin bu andan (Büyük Patlama) sonraki "Her Anında" bu ortama özgü olarak "Yaratılmış Olan" Zaman “boyutu” bünyesinde Evrendeki tüm madde yapıları gerçekleşmiştir ve gerçekleşmeye devam etmektedir.

 

Bugün "Dahi" bilim adamı olarak nitelendirilen Stephen Hawking Evren Öncesi" ve “Evrendeki zaman” ile ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır:

"Kozmoloji üzerine ne zaman ders verilse, ben Büyük Patlamadan önce ne olduğunu sık sık sormuştum. Öncenin olmadığı, şüpheyle karşılanır. Çünkü Büyük Patlama zamanın ortaya çıkışını sağladı, bir şey ona sebep olmuş olmalıdır… Fakat ‘neden’ ve ‘etki’ zamana ait kavramlardır. Ve zamanın var olmadığı durumlara uygulanamazlar. Bu yüzden soru anlamsızdır."

http://www.damtp.cam.ac.uk/people/s.w.hawking/ 

http://www.msn.com/tr-tr/yasam/yeni/evrenin-gizemli-kap%c4%b1lar%c4%b1n%c4%b1-aralayan-dahi-fizik%c3%a7i-stephen-hawking%e2%80%99den-ufkumuzu-a%c3%a7an-15-s%c3%b6z/ar-AAlEalW?li=AAatXwc&ocid=spartanntp#page=13

 

Bu yorumda dikkatlerden kaçan (Veya Kaçırılan) konu “Evrendeki Zamanın” Büyük Patlamadan önce varlığının mümkün olmaması değildir. Elbette Evren öncesinde (Büyük Patlamadan önce) “Evrendeki Zamanın” varlığı mümkün değildir. Ancak kendisinin de dediği gibi “bir şey ona sebep olmuş olmalıdır” ve bu “bir Şey” ancak Evrenin "Yaratıldığı" ortamda (Arş) oraya özgü bir "Zaman Akışının" bulunduğu olarak yorumlanabilir. Bu durumda “Öncesi ve Sonrası" olmayan ve " Hükümran Olduğu" Arş ortamının da  "Yaratıcısı" olan Yüce Allah, Arş ve Evren ortamlarında "Akmakta" olan ve tüm "Yaratılışlar" için "Asıl Unsur" olan “Zaman” unsurunun da, her ortama “özgü” olarak, “Yaratıcısı" olduğudur.

 

Yüce Allah, böylece Evrenin yaratıldığı Arş ortamının da sahibi ve "Yaratıcısı" olduğunu bizlere bildirmektedir.

 

Değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi  katında itibarlı bir elçinin. (7/20), (81/20)

Şerefli Arş'ın sahibidir. (27/15), (85/15)

Rahman, Arş'a istiva etmiştir. (45/5), (20/5)

“Büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” (48/26), (27/26)

Dereceleri yükselten, Arş'ın sahibi Allah, kavuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine iradesiyle ilgili vahyi indirir. (60/15), (40/15)

Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler, (60/7), (40/7)

Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların vasıflandırmalarından yücedir, münezzehtir. (63/82), (43/82)

Mutlak hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir, O'ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş'ın sahibidir. (74/116), (23/116)

 

Buna göre Yüce Allah Arş ortamındaki her şeyin "Yaratılması ve Yürütülmesi" için "Kendi Hükümranlığı" altındaki bu ortamda da her şeyden önce “Zaman” unsurunu "Yaratmış" olmaktadır. Yani Yüce Allah, "Öncesi ve Sonrası Olmayan" tek ve benzersiz "Yaratıcı Güç" olduğunu bizlere iletmektedir.

 

Yüce Allah'ın mutlak tasarrufunda bulunan Gerçek Ortamda (Arş) ve bilemediğimiz diğer "Ortamlarda" bildiğimiz anlamda olmamakla birlikte bir zaman akışı bulunduğu Ayetlerdeki ifadelerden açıkça görülmektedir. Örneğin "Allah Katındaki" zaman akışının bir biriminin "Bizim Saydıklarımıza" göre "Bin Yıl" olduğunu bildirilmektedir.

 

Şurası kesin olarak anlaşılmaktadır ki "Allah Katında" ve tüm ortamlardaki her şeyi, her ortama özel bir "Akışkanlık" ile yaratmış olduğu “Zaman” unsuruna bağlı olarak yaratmıştır ve her an yaratmayı sürdürmektedir.

KONU BAŞLIKLARI
Arş (Gerçek Ortam) Zamanı İle İlgili Açıklamalar

Gerçek Ortamda Yaratılanlar ve Zaman

Gökler ve Yer Altı Günde Yaratılmıştır

Dünya Ortamındaki Zaman Boyutu ve İnsanlarca Algılanması

Arş (Gerçek Ortam) Zamanı İle İlgili Açıklamalar                                                                   
                                                                                                     KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah'ın insanlara durumlarını ve nedenlerini anlayabilmelerine bir anahtar ve yol gösterici olarak gönderdiği Kur'an içeriğinde bulunan bazı Ayetlerde Arş (Gerçek Ortam) ve Dünya Zamanlarının birbirine göre durumları belirtilmektedir.

 

Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden Allah'tır. (75/4), (32/4)

Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir, sonra sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar (75/5), (32/5)

Melekler ve Ruh oraya, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar. (79/4), (70/4)

Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (103/47), (22/47)

 

Evrenin ortaya çıkması ile ilgili olarak şu an "geçerli" olan "Büyük Patlama" kuramı ile ilgili olan bilimsel açıklamalarda bu olay özetle “... Hiçbir şey yoktu, bir tenis topu büyüklüğündeki kütle (bazı yayınlarda toplu iğne başı büyüklüğünde olarak yer almaktadır.) patladı ve tüm maddesel evren ve zaman böylece başladı..." şeklinde anlatılırken bu açıklamanın ne kadar "Bilimsel" olduğu doğrusu anlaşılamamaktadır. 

 

Zira yukarıda belirtildiği gibi, öncelikle o tenis topu kadar olan kütlenin “bir ortam” bünyesinde "Oluşması" sonra bu kütlenin "Bir şeyden" etkilenerek patlaması için "Gereken" en önemli unsur "Zaman" olmaktadır. Yani bu olay ancak bir zaman sürecine bağlı olarak gerçekleşebilir. Buna göre Ayette belirtilen süreyi tanımlayan ve "Gerçek Ortama" ait olduğunu düşündüren zaman boyutunun Evrenin oluşmasından önce de var olduğu ve Evren'i oluşturacak olan "Sıkıştırılmış Kütlenin" o ortamda ve orada geçerli olan zaman boyutuna bağlı olarak meydana geldiği söylenebilir. Bu zaman sürecinin niteliklerinin bizim bu ortamdaki kurallar ile açıklanması mümkün değildir. Allah bize ancak bir kıyaslama yapabilmemiz, bir fikir sahibi olabilmemiz ve Evren ortamının oluşmasının da bir "Süreç" gerektirdiğini düşünebilmemiz açısından bu Ayette Gerçek Ortamda "Bir Günlük” sürecin, bizim Dünya ortamında saymakta olduğumuz "Bin Yıl" kadar olduğunu belirtmektedir.

 

Buna göre de Ayetteki ifadenin, Evrenin de bünyesinde oluştuğu Arş ortamındaki "zaman akışı” sürecinin ve koşullarının bulunduğumuz Evren ortamında bizim algıladığımıza benzer ya da aynı olmadığına işaret ettiği anlaşılmaktadır.

 

Bu ifadeler ile Yüce Allah "Zaman" konusunda önemli bir unsuru insanların dikkatine getirmektedir. Bugün geçerli olan "Bilimsel" açıklamalara göre zaman evrenin ortaya çıkması ile aynı anda başlamıştır ve bu olaydan önce "Evren'de akmakta olan" zaman anlamında bir "zamandan" bahsedilmesi bir anlam taşımamaktadır. Bu konuda yukarıda belirtildiği gibi önemli bir bilim insanı olan Stephen Hawking ve onun gibi düşünenler bu görüşü savunmaktadır.

 

Ancak Ayetlerdeki ifadelere göre, Evren Ortamının bünyesinde yaratıldığı "Arş" olarak belirtilen (Rabbinin Nezdinde) ortamda ve Arş’ın kapsamında bulunan Allah’a ait diğer tüm ortamlarda, niteliklerini tam olarak hiçbir zaman anlayamayacağımız ve o ortamlara özel "Zaman Boyutlarının" bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

Nitekim Kur'an Ayetlerinde Evrenin "Yaratılmasından" önce "Arş Ortamında" geçtiği anlatılan bazı olayların, algıladığımız "Zaman" akışına göre "Farklı" ve "Arş" ortamına özgü bir "Zaman" aralığında "Ardışık" olarak meydana gelmiş oldukları görülmektedir.

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

“Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

Bütün melekler toptan secde ettiler. (38/73), (38/73)

Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (38/74), (38/74)

Allah: “Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” dedi. (38/75), (38/75)

İblis: “Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.  (38/76), (38/76)

Allah: “Çık oradan! Sen artık kovulmuş birisin" (38/77), (38/77)

"Ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir!” buyurdu. (38/78), (38/78)

İblis: “Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. (38/79), (38/79)

“Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.” (39/19), (7/19)

Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi.  (39/20), (7/20)

Ve onlara: “Ben gerçekten size öِğüt verenlerdenim” diye yemin etti. (39/21), (7/21)

Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye nida etti. (39/22), (7/22)

Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”  (39/23), (7/23)

 Allah: “Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır” buyurdu. (39/24), (7/24)

"Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada çıkarılacaksınız" dedi. (39/25), (7/25)

Biz: "Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz" dedik. (87/35), (2/35)

 

Ayetlerdeki ifadelerden Yüce Allah'ın Evrenin "Yaratılmasından" önce "Arş Ortamında" bulunan "Meleklere" bir "İnsan" yaratacağını ilettiği belirtilmektedir. Bu durumda Arş ortamında Yüce Allah tarafından "Daha Önce Yaratılmış" olan "Melekler" bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, Arş ortamında bir "Zaman Akışı" olduğu sonucuna varılabilir.

 

Gerçekten, Yüce Allah'ın "İnsanı" tamamlanması ve "İçine Ruhundan Üflemesi" olarak tanımladığı işlemlerin ardışık olarak gerçekleşmesi sonucunda insanın yaratılmasının bir "Zaman" içinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde yaratılan ilk "İnsanlar" olan Adem ve Havva'ya "Yerleşmiş" oldukları "Cennet" ortamından bir süreliğine yerleşip faydalanacakları "Yeryüzü Ortamına İnmelerinin" emredilmesi ve artık bu ortamda yaşayıp orada öleceklerinin ve oradan "Çıkarılacaklarının" anlatılması, farklı ortamlarda farklı akışa tabi olmakla birlikte, daima bir "Zamanın" varlığını göstermektedir. Bu durumda "Yeryüzü" olarak tanımlanan ortamın "Dünya" olarak anlaşılması gerekmektedir. Dünya ortamının oluşması öncelikle "Evren Ortamının" meydana gelmesine bağlı olduğuna göre, bu durum Evren ortamının belirtilen "İnme" emrini "Takiben" ortaya çıkmış olabileceğini göstermektedir. Diğer bir deyişle Yüce Allah'ın İnsanların yeni bir "Ortama" inmelerini "Takdir Etmesi" ile Evrenin "Yaratılması" arasında da bir "Zaman" ilişkisi bulunmaktadır. Buna göre Evren ve Dünya ortamı, Yüce Allah'ın "Hükümranlığı" altında bulunan her şeyin yer aldığı "Arş" ortamında belli olayları takiben Yüce Allah tarafından "Tasarlanmış" ve "Kendi Zaman Akışı" ile birlikte "Yaratılmış" olmaktadır.

 

Burada dikkate alınması gereken en önemli konu, Evrenin "Yaratılma" işleminin yani "Sıkıştırılmış Bir Kütlenin" patlaması ve serbest kalması olayının ancak "Belirlenmiş" bir "ZAMAN" içinde gerçekleşmiş olduğudur. Yani Evrenin yaratılması, "Patlama" veya "Koparılma" ile "Aynı Anda" yani "Birlikte" yaratılmış olan ve Gerçek Ortamdakine "Benzer" olan ve "ZAMAN" sözcüğü ile tanımladığımız "Akan" bir ortamın varlığı ile mümkün bulunmaktadır.

 

İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)

 

Zamanın akışı Evrenin ve Evrendeki tüm oluşumların en "ASIL UNSURUDUR". Zira "Yaratılışın" ancak art arda birbirlerini etkileyen "Olaylar Zincirinin" oluşması ile gerçekleşebileceği yadsınamayacak bir "Gerçek" olarak düşünülmelidir. Diğer bir ifade ile "Ardışık" olarak birbirlerini etkileyen "Olaylar Zinciri" ancak "Akan" bir "Zaman" ortamı içinde mümkün olabilecektir.

 

Buna göre Evrenin yaratılışında bizim "Zaman" olarak adlandırdığımız bu "Akan Ortam” diğer tüm unsurların "Görevlerini" yapmaları için "Gerekli" ve "Etkili" olan "İlk Unsur" olmaktadır.

 

Ayetlerden bu kütlenin oluşturulduğu "Ortamda" geçerli olan "Zaman" ortamının bizim bu Evren ve Dünya ortamındaki "Zaman" ile aynı olmamakla birlikte, "Benzer" bir yapıda olduğu anlaşılmaktadır. Gerçek Ortamdaki (Arş) Zaman Akışı bazı Ayetlerde yaşadığımız ortamda algılayabildiğimiz Zaman Akışı cinsinden fakat değişik “uzunlukta” tanımlanmaktadır.

 

"Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (103/47), (22/47)

Melekler ve Ruh oraya, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar. (79/4), (70/4)

"Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir, sonra (bütün bu işler) sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar" (75/5), (32/5)

 

Tüm bu hususlar çerçevesinde Evrenin ilk oluşma anında bundan sonraki oluşumların gerçekleşmelerine olanak sağlamak üzere değişik süreçlerde olduğuna işaret edilen "Evren Ortamı Zamanının Yaratılmış" olduğu ve Evrenin bu andan (Büyük Patlama) sonraki "Her Anında" meydana gelen "Gelişim ve Değişimlerin" sadece “Evren” ortamına özgü olan bir Zaman Unsuru ile gerçekleştiği ve "Halen" gerçekleşmeye devam ettiği ileri sürülebilir.

Görüldüğü gibi Kur'an Ayetlerinde diğer ortamlardaki zamanın akışındaki “farklılığın” algılanabilmesi için dünya zamanı ile kıyaslanarak "ip uçları" verilmektedir. Bu bilgiler kullanılarak içinde yaşadığımız Evren'in zaman akışı kuralları ile varsayımlarda bulunulduğu takdirde Evren'in "Altı" dünya günü kadar bir süreçte "yaratıldığı" anlaşılabilir. Aynı şekilde "tüm" işlerin "Kendi Nezdine" çıkması zamanı geldiğinde de yani "Kıyamet" zamanı gelince bu sürecin de Dünya zamanı olarak bin yıl kadar süreceği, benzer bir süreç olarak bu Dünya ortamında saymakta olduklarımızdan bin yıllık bir sürecin de Arş ortamında (Rabbinin nezdinde) bir günlük bir zaman kadar olduğu düşünülebilir.  Ayrıca Meleklerin ve Ruh’ un Allah katına (oraya) miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıktıkları varsayılabilir.

 

Bu Ayetlerdeki ifadelerden, Arş ortamında bir "zaman akışının” bulunduğuna, bunun Evren ortamında bizim algıladığımız zaman akışı ile “aynı” olmadığına ve Arş’ın kapsamında bulunan Allah’a ait diğer tüm ortamlarda da niteliklerini tam olarak hiçbir zaman anlayamayacağımız ve o ortamlara özel "Zaman akışlarının" bulunduğuna işaret edildiği anlaşılmaktadır. Bütün bu örnekler sadece Evren dışında ve Arş bünyesindeki diğer ortamlarda da oralardaki “yaratılışların” bağlı (tabi) olduğu koşulların gerçekleşmesini sağlayan özel “zaman akışlarının” bulunduğunu göstermektedir. Nitekim Ayetlerde diğer ortamlardaki “gün” ifadesinin Arapça’ da “süre” anlamında olduğu ve Güneş Sistemimizin özelliklerinden olan yıldızlarla gezegenlerin yörünge ilişkileri ile “gece ve gündüz” olarak ortaya çıkan “gün” ile aynı nitelikte olmadığı tefsirlerde belirtilmektedir.

 

Bu durumda Ayetlerdeki bin ve elli bin yıl ifadelerinin, insanın "zamandan" anladığı şeyin Allah’a ait ortamlarda Dünya zamanı olarak bir anlamı olmadığına işaret ettiği, sadece insanların gerçek ortamdaki zaman boyutunun akışını "zihinlerinde canlandırabilmeleri" ve Evren boyutunda deneyimledikleri zaman akışına "benzemediğini" anlamaları için belirtildiği düşünülebilir. Çünkü Allah yaratmış olduğu bütün ortamlarda akmakta olan "sayısız" nitelikteki "Zaman Akışlarının Mutlak Yaratıcısı" ve "Sonsuzluğun Sahibi" olarak zamana "bağlı" değildir (münezzehtir), zamanın ötesindedir; başlangıcı ve sonu yoktur. Buna göre insanların "zaman akışı" için ölçü olarak tanımladığı bir gün, bir çağ, bin yıl yahut elli bin yıl gibi süreler Allah için aynıdır. Zira bu ölçüler yalnızca Evren ortamında bulunan Dünya'da "insanlar açısından" bir gerçekliğe sahiptirler ve sadece insanların deneyimledikleri zaman ölçüleri açısından bir fikir edinilmesi için bir "benzetme" yapıldığı söylenebilir.

 

Nitekim Muhammed Esed tefsirinde insanın "Zaman" ya da "süreden” anladığı şeyin Allah'a göre bir anlamının olmadığı; çünkü O’nun zamandan münezzeh ve zamanın “ötesinde” olduğu, başlangıcı ve sonunun bulunmadığı, bu nedenle “Zaman" kavramının, zamansız ve sonsuz olan Allah ile ilişkili olarak kullanılmasının “anlamsız” olacağı ve insanlarca belirlenen “zaman ölçülerinin” yalnızca bu dünyada açık bir gerçekliğe sahip oldukları ve Yaratıcı ile hiçbir ilgilerinin olmadığı, keza Ahiret ortamlarında zaman kavramının insan için anlamını yitirmiş olacağı  belirtilmektedir.

Hac suresi | Hac oku Hac arapça türkçe (kuran.gen.tr), Mearic suresi | Mearic oku Mearic arapça türkçe (kuran.gen.tr)

Öte yandan Ayetlerdeki "Gün" ifadesinin bizim bu Dünya ortamında yaşamakta olduğumuz ve güneşin hareketlerine bağlı olarak algıladığımız "Gün" ile aynı anlamda olmadığı, sadece bir "Süre" algılamasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Aksi halde Arş ortamında "Güneş" ve "Gezegenler" bulunduğunu ve bunların hareketlerine gece ve gündüzden oluşan "Günlerin" ya da mevsimlerin meydana geldiğini kabul etmek gerekecektir. Ayetlerde verilen bilgilerden böyle bir varsayımda bulunmamız mümkün bulunmamaktadır.

 

Yukarıda belirtildiği gibi, Arş (Gerçek Ortam) zamanına değinen her Ayette ayrı bir sürece işaret edilmekte ve her Ayette oradaki “Bir Günün" buradaki karşılığı farklı şekilde belirtilmektedir. Buna göre Ayette belirtilen "Gün" ile ilgili olarak, sadece Arş ortamlarında bu Dünya Ortamındaki "Zaman" unsuruna göre tanımlayabildiğimiz farklı zaman akışlarının bulunduğuna işaret edilmektedir.

 

Ayrıca, Gerçek Ortamda zamanın "Sonsuz" olduğu birçok Ayette belirtilmektedir. Bu sonsuzluk kavramı çerçevesinde Gerçek Ortam için bizim buradaki zamanı tanımlamamıza ve belirlememize yardımcı olmak üzere kararlaştırdığımız zaman ölçü dilimlerinin benzerlerinin kullanılmasının mümkün olamayacağı düşünülmelidir. Yani "Sonsuzluk" kavramı altında "Gerçek Ortam Yılı" veya "Gerçek Ortam Saati, Dakikası veya Saniyesi" gibi zaman birimlerinin oluşturulması pek olası bulunmamaktadır. 

 

Buna karşılık, Gerçek Ortamda da "Zaman Geçmektedir" ve “Zaman Boyutu orada da akıcıdır ve Durağan değildir” şeklinde değerlendirmeler yapılabilir.

 

Bu varsayımlar çerçevesinde Arş ortamında (Gerçek Ortamda) Zamanının, bizim şu anda tahmin edemeyeceğimiz bir “süreler” sonunda “döngüler” halinde “yeniden oluşturulduğu” ve böylece “Sonsuzluk” kavramının Gerçek Ortamdaki Zamanın belli sürelerde “yenilenerek” sürdürülmesinin sonucu olduğu düşünülebilir.

 

Bu açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Gerçek Ortamdaki ve kapsadığı diğer ortamlardaki "Zaman" unsurunun niteliklerinin ve zaman akışının açıklanması, bizim bu Dünya Ortamındaki deneyimlerimizle ve sahip olduğumuz bilgi birikimi ve Evren ortamdaki kurallar şu an için mümkün değildir.

 

Bu nedenle Ayetlerde verilen sayılar ile “anlamlı” sonuçlara ulaşılması, ancak Ayetlerin gelecek zamanlarda bu konularda çok daha fazla bilgi birikimi elde edilmesine bağlı olarak yeniden “yorumlanmalarına” bağlı bulunmaktadır.

 

Ayrıca, İnsanların bu bilgilere ancak Allah'ın "bildirdikleri" kadarına ulaşabilecekleri, Allah'ın "ilminden" hiçbir şeyi tam olarak bilemeyecekleri bildirilmektedir.  Yüce Allah böylece bütün insanlara görülmeyeni de görüleni de bilen ve mutlak galip ve merhamet sahibi olduğunu "özellikle" hatırlatmaktadır.

 

İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak galip ve merhamet sahibi O'dur. (75/6), (32/6)

O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)

Görüleceği gibi, bu varsayımların "doğruluğunun" kanıtlanması ve “gerçek ortam zamanı" olarak bir tanımlama yapılması günümüzdeki bilgi birikimleri ile mümkün görünmemektedir. Nitekim, Ayetlerdeki bin ve elli bin yıl ifadelerinin, insanın "zaman" ya da "süreden” anladığı şeyin Allah'a göre bir anlamı olmadığına işaret ettiği, sadece insanların gerçek ortamdaki zaman boyutlarının akışını ve çeşitliliğini "zihinlerinde canlandırabilmeleri" ve Evren boyutunda deneyimledikleri zaman boyutuna ve akışına "benzemediğini" anlamaları için belirtildiği düşünülebilir. Çünkü Allah yaratmış olduğu bütün ortamlarda akmakta olan "sayısız" nitelikteki "Zaman Akışlarının Mutlak Yaratıcısı" ve "Sonsuzluğun Sahibi" olarak zamana "bağlı" değildir (münezzehtir), zamanın ötesindedir; başlangıcı ve sonu yoktur.

 

Öte yandan Yüce Allah Hz.Muhammed'e ve bütün insanlara uzun olduğunu düşündükleri Evren ve Dünya ortamında algıladıkları zamanın aslında "Allah Katında" çok yakın olduğuna işaret ederek "zamanın akışının" yaratmış olduğu her ortamda "farklı" olduğunu bildirmektedir. Buna göre Ayetteki elli bin yıl olan "bir günlük" sürenin, insanların içinde bulunduğu "zaman" olarak geçen "süreden" anladığı ile ilgisi bulunmamaktadır. Buna göre insanların "zaman akışı" için ölçü olarak tanımladığı bir gün, bir çağ, bin yıl yahut elli bin yıl, gibi süreler Allah için aynıdır. Zira bu ölçüler yalnızca Evren ortamında bulunan Dünya'da sadece "insanlar açısından" bir gerçekliğe sahiptirler ve insanların deneyimledikleri zaman ölçüleri açısından bir fikir edinilmesi için bir "benzetme" yapıldığı söylenebilir.

                                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI

  

ARŞ ZAMAN

Gerçek Ortamda Yaratılanlar ve Zaman

 

Yüce Allah, Evren ortamını “İnsanları İndirmek” üzere yaratmasından önce, "Yaratığı" bilip bilemeyeceğimiz "bütün ortamlarda" ve bildiğimiz Evren'de (Bütün Alemlerde), olmasını irade ve takdir ettiği madde ve soyut niteliğindeki her şeyin “yaratılması" ve "Sürdürülmesi" ile görevlendirdiği "Enerji" kaynaklı "Özel Yapıdaki" unsurlar olarak Melekleri ve Cinleri (Şeytanlar) Gerçek Ortam (Arş) bünyesinde yaratmış olduğunu bildirmektedir.

Buna göre, söz konusu meleklerin ve cinlerin, Allah'ın "takdir ettiği" her türlü "Yaratılışın" gerçekleştirilmesini yürütmek üzere, "Kendi İradesine" tabi ve Allah'a ait niteliklere "benzer" olarak "Enerji" esaslı birer Gerçek Ortam (Arş) unsuru oldukları ve görevlendirildikleri işleri bütün "ortamlarda" ve her an her yerde "bulunarak" yürütecek şekilde yaratıldıkları anlaşılmaktadır.

 

Melekler ve Cinler (Cinlerin bir kolu olarak Şeytanlar) olarak belirtilen yapıların, kendilerine "Bildirilmiş" olan "Sayısız" konulardaki görev ve işlevlerini "Arş" bünyesinin "Tamamında" ve "Her An" yürütmekte oldukları dikkate alındığında, Arş'ın yaratılışında olduğu gibi, Arş ortamının bünyesinde bulunan tüm ortamların yaratılışlarında ve sürdürülmelerinde "her an" görevlerini yürüttükleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle de Arş ve Arş'ın kapsadığı tüm ortamların farklı niteliklerde akmakta olan zaman boyutlarında "aynı anda" bulunarak Yüce Allah'ın "İradesi" doğrultusunda tüm bu ortamların yaratılışlarını ve sürdürülmelerini "her an" gerçekleştirmektedirler.

 

Bu yaklaşım çerçevesinde Melekler ve Cinlerin, şu andaki durumumuza göre Evren ortamı ile ilgili olarak düşünebileceğimiz ve Evren Öncesi (Ezel), Evren Ortamı (Geçmiş), Bugün, Evren Ortamı (gelecek) ve Evren Sonrası (Ebed) olarak tanımlayabileceğimiz "ana zaman dilimlerinin" tamamında her an bulundukları Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılabilmektedir.

 

Örneğin, Yüce Yaratan Evren Öncesi (Ezel) zaman diliminde Meleklere (ve Cinlere) çamurdan bir "insan" yaratacağını, onu tamamlayıp, içine de "ruhundan" üfürdüğü zaman, derhal ona secdeye kapanmalarını bildirdiğini belirtmektedir.

 

Rabbin meleklere demişti ki: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” (38/71), (38/71)

 "Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!” (38/72), (38/72)

 

Geçmiş Evren Ortamı konusundaki Ayetlerinde (Mikail Meleğini görevlendirilerek) Evren'i yarattığı, Cebrail Meleğinin peygamberlere ve Hz.Muhammed'e Ayetlerini ilettiği, Cinlerin madde varlıklarının yerlerini anında değiştirdiği bildirilmektedir.

 

İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (73/30), (21/30)

O (Kur'an), şüphesiz bir elçinin getirdiği sözdür. (7/19), (81/19)

Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri  öğretti. (23/5), (53/5)

Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi.  (48/39), (27/39)

Bugün ile ilgili olarak Meleklerin her an Allah'ı "Yücelterek" andıklarını (Tesbih) Allah'a "İman" ettiklerini ve inanan insanların da (Müminlerin) affedilmelerini istediklerini; ayrıca Meleklerden bazılarının, "Ancak" Allah'ın izni ile bazı kimselere (insanlara) şefaat (Af edilmesine vesile olunması) edeceklerini, Allah'ın bu hususta izni olmadıkça meleklerin bu özelliklerinin hiçbir işe yaramadığını açıklamaktadır. Bir diğer uyarı da Şeytan ile ilgili olarak yapılmakta ve kim şeytana uyar ve ona uyan bozguncuları yoldaş edinirse Şeytan'ın kendisini saptıracağını ve alevli ateşin azabına sürükleyeceğini bilmesini "İhtar" etmektedir.

 

Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. (23/26),  (53/26)

Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler, Müminlerin de bağışlanmasını isterler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru!”. (60/7), (40/7)

İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır. (103/3), (22/3)

Onun hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir. (103/4), (22/4)

 

Gelecek Evren Ortamı ile ilgili Ayetlerinde Evren ortamını (İsrafil Meleğine verdiği görev olarak) sona erdireceğini, halen hayatta olan ve bu Dünya ortamının sona ereceği zamana (Kıyamet) kadar yaşayacak olan bütün insanların onlara "vekil" kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleğinin (Azrail Meleği) onların "canlarını" alarak “ölümlerinin" gerçekleşeceği ve ölümlerinin sonrasında ancak "Kendisine" döndürüleceklerini bildirmektedir.

 

O gün ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Üzerimize aldığımız bir vaat oldu. Biz yaparız. (73/104), (21/104)

De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (75/11), (32/11)

 

Evren Sonrasında (Ebed) da Kıyametin gerçekleşmesi ile evren çöküp canlılar yeniden dürülme sürecine girdiğinde, meleklerin bu olaylara nezaret ettiklerine ve gerçekleşmesini sağladıklarına işaret etmektedir. Böylece Meleklerin Arş'ı yüklenip evrenin çöküşünün (Kıyametin) bu arş ortamında meydana geldiğini bildirmektedir. Ayrıca Ahiretteki değerlendirme sonrasında meleklerin insanları ebedi olarak kalacakları Cennet veya Cehenneme yönlendirmekle görevli olduklarını şu anda yaşayan insanlara ihtar etmektedir. Allah'ın iradesini yürüten ve Arş'ın etrafını kuşatmış olan "Meleklerin" böylece Alemlerin "Rabbi" olan Allah'ı "Yücelterek” Cennete gireceklere eşlik edeceğini, cehenneme girecekleri de yakalayıp azaba doğru süreceklerini belirtmektedir.

 

Melekler onun etrafındadır. O gün Rabbinin Arş'ını, bunların da üstünde sekiz yüklenir. (78/17), (69/17)

O toplayıp sürenlere, (56/2), (37/2)

Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır, artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve ''Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" denilmiştir. (59/75), (39/75)

“Onu yakalayın da bağlayın” (78/30), (69/30)

“Sonra alevli ateşe atın onu!” (78/31), (69/31)

 

Görüldüğü gibi Yüce Allah'ın "iradesini gerçekleştiren" emrindeki "enerji" esaslı meleklerin (ve şeytanın), Arş ortamında ve Arş ortamında "Yaratılmış" olan Evren ve Dünya ortamının "özelliklerine” göre geçmiş, bugün ve gelecek kavramlarını açıklamak üzere "ana zaman dilimleri olarak tanımladığımız "Zaman Akışlarını Tamamında" Allah'ın emirlerini "her an" yerine getirmekte oldukları, Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır. (Melekler ve Cinler ile ilgili olarak “Melekler Cinler ve Şeytanlar” bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.)

 

Bu durumda melekler bizce öncesi ve sonrası kestirilemeyen tüm ortamlardaki ve her biri diğerinden "farklı" olan tüm zaman akışları arsında "geçiş" yapabilmektedir. Ya da her ortamın yapısına "özgü" olarak görevlendirilen melekler o ortamlarda kendilerine "emredilenleri" yerine getirmektedirler. Zira Ayetlerde meleklere (ve şeytanlara) bazı değişik isimler verildiği görülmektedir. Buna göre her iki halde de meleklerin, Evren ortamımızda algılayabildiğimiz veya deneyimlediğimiz "Zaman" kavramına göre Evren ortamında tanımlanabilecek en "hızlı" akış olarak belirlediğimiz "elektriğin" akış hızı olan 300.000Km/Sn "sınırının" çok "ötesinde hareket kabiliyetlerinin ve "hızlarının" olduğu söylenebilir. Çünkü "Gerçek Ortam" olarak tanımlamaya çalıştığımız ve Yüce Allah'ın bilebildiğimiz ve bilemediğimiz, hatta hayal bile edemeyeceğimiz her şeyi kapsayan sonsuz kudret, takdir ve saltanatının oluştuğu ve "Kürsü" olarak ta tanımladığı, Evrenimiz ve olası diğer tüm Evrenleri de kapsayan "Arş" ortamında bildiğimiz ışık hızından daha "Hızlı" ışınımların olması çok muhtemeldir.

 

Evren ortamında en son sınır olarak bildiğimiz ışık hızının "Patlamadan" sonraki “oluşum” sürecinde Dünya ortamının "Gerçek Ortam-Arş" ile uyum ve denge içine girmesi (Arş'a İstiva Edilmesi) ve kendi dengelerinin oluşması sonrasında 300.000 Km/Saniye düzeyinde dengelendiği anlaşılmaktadır. Zira Evrenin tamamının bir toplu iğne başı kadar küçük "Sıkıştırılmış" bir kütlenin patlaması ile oluştuğunu ön gören "Büyük Patlama" kuramının halen Evrenin oluşması ile ilgili en geçerli açıklama olduğu dikkate alındığında, o sırada "Saf Enerji" halinde olan bu kütlenin patlama anında ilk olarak "Zamanın Akışını" başlattığı ve "Saf Enerji" durumundan yayılan ve "hızı" konusunda bir tahminde bulunamayacağımız "ilk ışık hızının" Patlama sonrasında maddesel yapıların meydana gelmesine yol açtığı varsayılabilir.

 

Böylece bu Patlama anında ilk olarak "Zaman" unsurunun açığa çıktığı ve bu "Çok Hızlı" olan zaman unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan "İlk Işık Hızının" etkisi ile tüm madde oluşumların "Şekil Almaya" başladıkları, izleyen süreçte Evren'in "soğumaya" başladığı ve Zaman akışı ve Işık Hızının "Meydana gelmekte" olan "Tüm" oluşumlarla etkileşip giderek yavaşladığı, altı aşama veya dönem olduğu anlaşılan sürecin bitiminde Arş ile "Uyum ve Denge" sağlandıktan (İstiva) sonra bu gün bildiğimiz zaman akışı ve ışık hızında dengelendiği düşünülebilir.

 

Nitekim Yaşadığımız bir "gerçek" olarak, çağımızın "Dahi" bilim insanı olan Albert Einstein'ın teorilerine göre "elektriğin" ve türevi olarak bulunduğu anlaşılan "elektroniğin" ve elektro manyetik" uygulamaların tanımlanmalarında ve gerçekleştirilmelerinde "en son" akış hızı ve "değişmez" olarak belirlenen bu akış hızı "sınırının", Evrenimiz ortamında "Ulaşılabilecek Azami Hız" olduğu bu ortam koşulları çerçevesinde "kanıtlanmış" bulunmaktadır.

 

Evren ortamında geçerli olan bu "kural", bilim insanlarının bu alanlarda fayda sağlayacak nitelikte "buluşları" gerçekleştirmesini olanaklı hale getirmektedir. Nitekim, bu kuram çerçevesinde günümüzde Evrendeki yıldızlar, gezegenler ve diğer somut yapıların durumları ve "akışları" izlenebilmekte ve sonuçta insanlık için çok önemli olan "bilgi birikimi" elde edilmektedir.

 

Bu varsayımlara göre, "Arş" ortamı olarak düşünüldüğünde, Allah'ın Arş ve içerdiği tüm "diğer" ortamlar ile ilgili "iradesini" yürütmekte olan meleklerin, yapılarının "özünü" oluşturan ve Allah'a ait olan "enerjileri" ile sağladıkları "güç" sayesinde, onlardan beklenenleri yerine getirirken bu ortamlarda ve Evren ortamımızdaki "zaman akışları" ile sınırlı olmadıklarına işaret edilmektedir.

 

Bu anlamda Dünya Ortamının da içinde bulunduğu Evren Ortamımız oluşturulurken bu ortama "özgü" olan kurallar ve koşulların Arş ortamda geçerli olan Kurallara ve Esaslara "uyumlu "hale getirilmiş (istiva) olduğu, bir anlamda Arş ortamına "Bağlandığı" belirtilmektedir.

 

Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. (39/54), (7/54)

Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden (ona hükmeden) Rahman'dır, bunu bir bilene sor. (42/59), (25/59)

Rahman, Arş'a istiva etmiştir. (45/5), (20/5)

Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek Arş'a istiva eden Allah'tır. (51/3), (10/3)

O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. (52/7), (11/7)

O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istiva edendir. (94/4), (57/4)

Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra Arş'a istiva eden Allah'tır. (75/4), (32/4)

Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (96/2), (13/2)

 

Yani biz henüz algılayamasak da veya bilemesek de “Arş” ortamında bildiğimiz en yüksek hız olan ışık hızından çok daha süratli olan "Arş Ortamına Ait" olarak tanımlayabileceğimiz “ışınımların da” var ve geçerli olduğu ve Gerçek Ortamda yaratılmış olanların (Melekler, Cinler, Şeytanlar) bu ortamın “ışık hızları” ile hareket ettikleri düşünülebilir.

 

Bu durumda Evren ortamındaki zaman akışı ile Arş ortamındaki zaman akışı farklı nitelikte ve hızda oldukları anlaşılmaktadır. Evren ortamının düzeninin ve varlığının sürdürülmesini sağlayan kural ve koşullarının Arş ortamı ile uyumlu hale getirildiği dikkate alındığında, Meleklerin (Cinlerin, Şeytanların) Allah'a ait olan "enerjileri" sayesinde sahip oldukları "güç" ile Allah’ın her şeyin yaratılması ve sürdürülmesi ile ilgili “iradesini” bütün ortamlardaki “zaman akışı farklılıkları” gibi farklı yapılandırmalardan veya herhangi bir sınırlamadan etkilenmeden yerine getirdikleri söylenebilir.

 

Öte yandan bu ortamlarda zaman akışı hızlarındaki farklılık nedeniyle bulunduğumuz Dünya ortamında Gerçek Ortamda yaratılmış olanların (Melekler, Cinler, Şeytanlar) somut olarak algılanmaları olanaklı değildir. Çünkü Gerçek Ortam zaman boyutunun akışı ve özellikleri ile Dünya Ortamı zaman boyutunun akışı ve özellikleri arasında bizim hesaplama ve düşünebilme kabiliyetlerimizi aşan hız ve nitelik farklılıkları bulunmaktadır.

 

Diğer taraftan, Yüce Allah'ın "Takdir ettiği Tüm İşlemleri Tüm Ortamlarda " gerçekleştirmekte olan “Meleklerin” her an her yerde bulundukları dikkate alındığında sayılarının bizce düşünülemeyecek kadar çok oldukları tahmin edilebilir. Zira tüm melekler devamlı olarak Yüce Allah'ın yarattığı her ortamda O'nun takdirine göre gidip gelmekte ve "Tüm İşleri" yürütmektedirler. Buna göre Melekler, bulunduğumuz "Dünya Zaman Ortamına" göre düşünemeyeceğimiz kadar süratlidir. Ayrıca sayıları ve hızları açısından Meleklerin bildiğimiz anlamda birer "Işık Fotonu" veya "Dalga" gibi hareket ettiklerini düşünebiliriz. Ancak bu hareketler, hızları ve nitelikleri nedeniyle insanların veya Evren ortamdaki varlıkların algılama kabiliyetlerinin çok ötesinde bulunmaktadır. Bu varsayımlara göre Meleklerin bizce bilinen en küçük yapı taşlarını (atom altı parçacıkları) ve henüz bilemediğimiz daha küçük ve "Yaratılış" ile ilgili olan yapı taşlarını doğrudan etkilediklerini düşünmek yanlış olmaz.

 

Bu varsayımlar çerçevesinde Meleklerin Arş (Gerçek Ortam) ve diğer bildiğimiz ve henüz bilemediğimiz tüm ortamları kapsayacak sayıda bulundukları ve bizce bilinemeyecek kadar kısa süre aralıkları ile birbirleri ardınca bu hız ile tüm bu ortamlarda devamlı olarak hareket ettikleri düşünüldüğünde, bu “özel” yapıları nedeniyle bir "Soyut Kütle" halinde bulundukları düşünülebilir. Bu kütlenin kendi içerisindeki bilgi iletişiminin ve aktarımının da ayrı kurallara bağlı olduğu ve yürütülecek bir görev ile ilgili bilginin o görevin yapılacağı ortamın zaman boyutuna sığdırılarak (örneğin Dünya ortamında veya bu Evrenin belli bir köşesinde veya henüz bilemediğimiz başka bir Evrenin belirli bir yerinde belirlenen bir işlemin başlatılması gibi) yürütülmesinin mümkün bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

Melekler ile ilgili konularda “Melekler, Cinler, Şeytanlar” bölümünde ve  Evren ve Dünya ortamının yaratılması ve Arş ile uyumlu hale getirilmesi konularında "Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı" bölümünde ayrıca bilgi bulunmaktadır.

                                                                                                                                                                 KONU BAŞLIKLARI

GERÇEK ORT YARATILAN
GÖKLER VE YER

Gökler ve Yer Altı Günde Yaratılmıştır

 

Ayetlerde "Gökler ve Yer" olarak tanımlanan Evrenimizin "Altı" günde yaratıldığına işaret eden ifadeler yer almaktadır.

 

Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden Allah'tır. (75/4), (32/4)

Ancak burada belirtilen “gün” kelimesinin bildiğimiz 24 saatlik bir günün kastedildiği anlaşılmamalıdır. Çünkü "Zaman" bölümünde açıklandığı gibi, Ayetlerde yer alan "gün" sözcüğü bildiğimiz 24 saatten ve gece-gündüzden oluşan gün ile aynı “süreyi” ifade etmemekte, sadece Gerçek Ortamdaki ve Dünya Ortamındaki "Zaman Akışı" farklılığına işaret etmektedir.

 

Diğer taraftan, Ayette gün olarak tercüme edilen Arapça “yevm” sözcüğünün uzun veya kısa süreleri ifade ettiği tefsirlerde belirtilmektedir.

 

“Arapça'da, ister "çağ" (aeon) gibi son derece uzun, ister "an" gibi son derece kısa olsun, her türlü süreyi ya da zaman aralığını ifade etmekte kullanılır; yirmi dört saatlik bir güne karşılık olarak kullanılması, onun pek çok çağrışımı içinden sadece biri durumundadır.”

Araf suresi | Araf oku Araf arapça türkçe (kuran.gen.tr)

 

Esasen birçok Kur'an tefsirinde Ayetlerde "Altı Gün" olarak belirtilen bu süreç devir, vakit, aşama, merhale veya dönem olarak açıklanmaktadır.

 

“Nitekim bazı tefsirciler bu altı günün dünya günleri denilen, bilinen günler diye kabul etmişlerdir. Gerçekte lugat bakımından "yevm" denilince önce güneşin yeryüzüne doğmasıyla batışı arasındaki zaman müddeti demek olan gün mânâsı akla gelir. Fakat henüz yer ve güneşin bulunmadığı yaratma sırasında bu mânâ ile bir gün tasavvur olunamayacağı açık ve Kur'ân'ın birçok yerlerinde olduğu gibi "yevm"in vakit mânâsına geldiği ve dil bakımından bilindiğinden burada da "altı gün" ün, "altı vakit" mânâsıyla tefsir edilmesi lazım geleceği birçok tefsirci tarafından hatırlatılmıştır. Bunun ölçüsünün ise bilinen güne eşit veya ondan kısa veya uzun olması mümkündür.”

http://www.kuranikerim.com/telmalili/araf.htm

 

“Buradaki  fiy sitteti eyyam 6 gün ibaresi, sözcüğünde geçen gün Kur’an da farklı farklı zaman parçaları için kullanılmış ki bizim bildiğimiz güneş ve ayın hareketlerinden, yer yüzünün hareketlerinden oluşan kozmolojik, astronomik gün değildir. Çünkü Allah için böyle bir günün hükmü, standartlığı yoktur. Dolayısıyla Kur’an da gün ifadesi ile an, zaman, her türlü zaman parçası ifade edilir ve burada ki sümme den yola çıkarak müfessirler farklı zaman aşamaları, farklı zaman dilimleri anlamına almışlar. Onun için; fiy sitteti eyyamin ibaresi burada, 6 aşamada, 6 merhalede anlamına alınmalıdır.”

https://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/05/islamoglu-kuran-tefsir-dersleri-araf-35-5452/

 

Bu nedenle Ayetlerde belirtilen “altı gün” ifadesi ile, sadece Büyük Patlamadan Dünya ortamının oluşmasına kadar olan “süreye” dikkat çekildiği varsayılabilir. Zira Evrenin yaratılması ile ilgili Ayetlerde daima "Göklerin ve Yerin" yaratılmasına işaret edilmektedir. Buna göre, Evren ve Dünya ortamının "Belli bir Süreçte" oluştukları düşünülebilir. Buna göre, Evrenin "Saf Enerji" halinden "Madde Yapısına" dönüşerek “oluşmaya" başladığı Büyük Patlamadan sonra geçen sürenin, Dünya ortamının da meydana gelmesini kapsamak üzere, “altı gün” olarak tanımlandığı söylenebilir. Bu durumda daha önce de belirtildiği gibi, Arş ortamındaki "zaman akışı” sürecinin ve koşullarının bulunduğumuz Evren ortamında bizim algıladığımıza benzer ya da aynı olmadığı dikkate alındığında, Ayetlerde “altı gün” olarak belirtilen süre aslında "Evren ve Dünya" ortamının "Yaratılışını" belli bir “süreçte” tamamlandığını ifade etmektedir.  

 

Buna göre Büyük Patlamadan sonraki bu “altı günlük” süreçte patlamanın gerçekleştiği "Gerçek Ortam" ile Evren ve Dünya ortamının da oluşmasını kapsayan bir “uyumun” sağlandığı ve Dünya ortamı da dahil bu yeni oluşum ile Gerçek Ortam arasında "Dengeler" oluşturulduğu söylenebilir. Bu durumda Evrenin ve Dünya ortamının "Gerçek Ortam-Arş" ile yeni uyum ve denge içine girmesi (Arş'a İstiva Edilmesi) sonucunda kendi dengelerinin oluşmasının tamamlandığı varsayılabilir.

 

Bilimsel bulgulara göre Dünya ortamının yaklaşık olarak 4.5 Milyar yıl önce gerçekleştiği bilinmektedir. Buna göre Ayetlerde altı gün olarak belirtilen sürenin, deneyimlediğimiz zaman akışına göre Büyük Patlamadan sonraki 9,2 Milyar yıllık bir zamanı ifade etmektedir. Ancak gün sözcüğünün her türlü “süreyi” ifade ettiği ve Dünya ortamının Büyük Patlamadan 9,2 Milyar yıl (Dünya Yılı) sonra ortaya çıktığı dikkate alınırsa, Dünya ortamının ortaya çıkmasının bu sürede ve birbirine “eşit “veya “aynı” nitelikte olmayan altı “dönemde” veya “aşamada” “tamamlandığına” işaret edildiği anlaşılmaktadır.

 

Bu açıklamalara göre, Evrenin yaratılmasına atıf yapan Ayetlerde işaret edilen altı Günlük "Dönemin" Güneş Sistemi ve Dünya Ortamının oluşması dahil olmak üzere Evren'in Düzeninin kurulmasını kapsadığı görülmektedir. Ancak, Evrenin Düzeni ve bu arada Dünya ortamının oluşumu "Sona Ermemiştir" ve halen devam etmektedir. Aslında bu süreç Evrenin tamamen sona erip yok olmasına kadar da devam edecektir.

 

Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır, gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. (59/67), (39/67)

Günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Üzerimize aldığımız bir vaat oldu. Biz yaparız. (73/104), (21/104)

 

Yani Evrenin "Yaratılış Süreci" tamamen "Yok Oluş" zamanına kadar devamlı olacaktır. Bu durum Yüce Allah'ın Kur'an Ayetinde "Muhteşem" bir şekilde açıklanmaktadır.

 

"O, her an yaratma halindedir." (55/29), (6/29)

 

Öte yandan, Ayetlerde belirtilen ve "Evren ve Dünya" ortamının "Yaratılışını" açıklayan altı sürecin (Gün) her birisinin "Eşit" uzunlukta olduğu da söylenemez. Yukarıda belirtildiği gibi, altı devirden her biri diğerlerinden farklı uzunlukta da olabilir. Gerçekten, Evren ve Dünya ortamının "Yaratılışı" konusunda diğer bazı Ayetlerde bu “altı günlük” süre ile ilgili daha açıklayıcı göstergeler verilmekte ve Evren'in "Katmanlar" halinde olduğu belirtilmektedir.

 

De ki: “Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (61/9), (41/9)

O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti. (61/10), (41/10)

Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek, gelin!" dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler. (61/11), (41/11)

Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti.

Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk, işte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir. (61/12), (41/12)

 

Bu Ayetlerde Evrenin altı günde (Devrede) yaratıldığı ile ilgili açıklamalardan sonra, bu yaratılışın sırası ve şekli ile ilgili olarak bilgi verildiği ve "Yer" ve "Yer küre" olarak belirtilen Dünya ortamının ne kadar "Özel" olarak yaratıldığına işaret edildiği görülmektedir.

 

Ayetlerde Allah’ın Göğü ve Yeryüzünü (Evreni) ne kadar sürdüğü tarafımızdan kesin olarak bilinemeyen “iki” günlük (Dönem) bir sürede yedi gök olarak “yarattığı” ve her göğe görevini vahiy ettiği belirtilmektedir. Ayrıca orada (Yeryüzünde) tam “dört” günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir ettiği bildirilmektedir.

 

Daha önce de değinildiği gibi bu Ayetlerde "Gün" olarak verilen zaman uzunluğunun, halen zaman ölçümü kapsamında kullandığımız yer yüzünün kendi etrafında bir kez dönüşünü ifade eden 24 saatlik süre olarak dikkate alınması mümkün değildir ve süresi tarafımızdan tahmin edilemeyen bir zaman "Sürecini" veya "Dönemini" ifade etmektedir.

 

Bu konularda "Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı" bölümünde ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

                                                                                                                                                                     KONU BAŞLIKLARI                                                                                                                                                                         

DÜNYA ORTAMI

Dünya Ortamındaki Zaman Boyutu ve İnsanlarca Algılanması

 

Günümüzde erişilen bilgi birikimlerine göre Evren ve Dünya ortamında bildiğimiz en yüksek hız Saniyede 300.000 Km. Olarak hesapladığımız "Işık Hızı" olmaktadır. Görüldüğü gibi bu tanımlama bir “zaman biriminde” alınan yol olarak yapılmaktadır. Bu zaman birimi, temelde Güneş ve Dünya ortamlarının birbirleri ile olan ilişkilerine dayandırılmakta ve Dünya’nın Güneş etrafındaki bir defalık dönüşünün gerçekleştiği “zaman akışı” süreci “bir gün” şeklinde ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak ta bu bir günlük “süreç” ayrıca daha kısa süreli zaman akışı süreçlerine bölünerek “saat, dakika ve saniye” olarak belirtilmektedir. Yüce Yaratan Kur’an Ayetinde bu durumun yaratmış olduğu Evren ortamının değişmez kuralları çerçevesinde “gece-gündüz” olayı olarak ve bir “zaman boyutu” bünyesinde gerçekleştiğini açıklamakta ve insanlara bu zaman boyutunu algılamalarını kolaylaştırmak üzere, Güneş ve Dünya ortamlarının bu “düzenini” yaşamlarında bir “zaman akışı ölçüsü” olarak kullanmaları gerektiğini bildirmektedir.

 

O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, azîz olan pek iyi bilen Allah'ın takdiridir. (55/96), (6/96)

 

Buna göre İnsanların yaşadığımız Dünya ortamındaki "Yaşam Koşulları" kapsamında olmak üzere, yeryüzünün sabah aydınlanması ile gece karanlığa girmesini insanların “çalışma” ve “dinlenme” zamanı olarak ve Güneşin ve Ayın hareketlerinin de “zamanın hesaplanmasında” birer "Hesap Ölçüsü" olarak değerlendirilmek üzere yüce, şerefli (azîz) ve her şeyi pek iyi bilen olarak "Takdir Ettiğini" bildirmekte ve bunlar üzerinde düşünülmesini beklemektedir.

 

Allah Ayetlerinde verdiği örneklerde insanlara özellikle içinde bulunduğu ortamın "Allah’ın ve Yaratıcılığının" en önemli delillerinden birisi olduğunu hatırlatmakta, bu "Gerçeği" yaşadığı ortamdaki değişimlerin ve oluşumların "İncelenmesi" ile anlayabileceklerine işaret etmekte ve onlardan Akıllarını kullanarak bu sonuca ulaşmalarını beklemektedir. Bu anlamda gece ve gündüzün insanların bu ortamdaki yaşantılarına uygun olarak düzenlendiğine ve bu değişimlerden yararlanılarak yaratılışın en asıl unsuru olan "Zamanın" anlaşılmasının kolaylaştırıldığı ve geçen zamanın sayı ve hesabının yapılması ile insanların yaşantılarının bir düzene sokulmasının mümkün kılındığına dikkat çekilmektedir.

Biz, geceyi ve gündüzü birer ayet olarak yarattık, nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz, her şeyi açık açık anlattık. (50/12), (17/12)

Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe binaen yaratmıştır, O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır. (51/5), (10/5)

 

Bu anlamdaki araştırma ve incelemeler için Allah'ın geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı ve de yıldızları diğer bir ifade ile tüm Evreni sınırsız olarak insanların hizmetine verdiği hatırlatılmaktadır. Böylece gece ve gündüzün bu Dünya ortamındaki yaşam süresinde akmakta olan "Zaman" boyutunun en önemli bir "Başvuru" noktası olduğuna işaret edilmekte ve Zaman boyutunun yaşamın çeşitli evreleri ve yapılan uygulamalardaki önemi ile ilgili olarak "Sayısal" esaslara göre "Tanımlamalar" yapılmasına olanak sağladığı açıklanmaktadır. Zira “zamanın” yaratıcısı olan Allah insanların akıllarını işleterek düşünmeleri halinde bu açıklamalar sonucunda “zamanın algılanması” ile ilgili olarak daha somut bilgi edineceklerine işaret etmekte ve daha açık bir "Allah" fikrine ulaşmalarını insanlardan beklemektedir.

 

Zaman ile ilgili olarak daha önce yapılan açıklamalarda belirtildiği gibi, şu anda “Dünya” olarak adlandırdığımız bu yerde (mekân) insanlar ve diğer varlıklar, bu yerin de bir parçası olduğu sistemlerde geçerli olan ve “Her An” yürümekte olan bir dizi değişmez kanunlar ve kaidelerle oluşmuş bir “Bir Ortam” içerisinde bulunmaktadır. Görünen ve hissedebilen her şeyin içinde “oluştuğu” bu ortamın var olması ise, “Zaman” olarak adlandırdığımız bir “Akıcı Bir Unsur” ile mümkün olmaktadır. Diğer bir ifade ile bizim görüp hissedebildiğimiz bu ortam ve bu ortamdaki her şeyden önce, tüm bunların var olmasını sağlamak üzere akıcı bir boyut (unsur) olarak “Zaman” oluşturulmuştur.

 

Buna göre bulunduğumuz ortamda algıladığımız “Zaman” unsurunun Evren ortamı ile birlikte ve bu ortamın oluşabilmesini sağlamak üzere “Yaratıldığı” düşünülebilir.

 

Evrendeki tüm yıldızlarda, gezegenlerinde ve Dünya ortamında akmakta olan "Zaman" kavramının insanlarca öncelikle üç Ana Zamanın Dilimi olarak algılandığı söylenebilir.  Bu Ana Zaman Dilimleri, Evrendeki tüm yıldızlarda, gezegenlerinde ve Dünya ortamında "geçmiş" zaman sürecini, "halen bulunulan" süreci (bugün) ve "gelecek" zaman sürecini ifade etmektedir. Ancak “Geçmiş” ve “Gelecek” olarak belirtilen dilimlerin Evrendeki tüm yıldızlar ve gezegenlerin varlıklarını Allah’a ait “sonsuzluk” ortamında (Arş) “bir süre” sürdürdükleri dikkate alındığında, “onlardan önce” ve “onlardan sonra” olarak tanımlayabileceğimiz zaman dilimlerinin de “Ana Zaman Dilimleri” olarak düşünülmesinin gerektiği söylenebilir.

 

Bu çerçevede ve şu anda Evren ortamında yer alan “Dünya” ortamına göre ana zaman dilimlerini aşağıdaki gibi tanımlayabiliriz.

 

1 EVREN ÖNCESİ (EZEL)              

2 EVREN ORTAMI (GEÇMİŞ)                  

3 BUGÜN                 

4 EVREN ORTAMI (GELECEK)                

5 EVREN SONRASI (EBED)                      

 

Buna göre zamanın Evren ortamının ortaya çıkmasından önceki ve Evren ortamının sonrasındaki “durumu” ile ilgili olarak, Ayetlerdeki ifadelerden yararlanılarak, ancak “Arş Zamanı ile İlgili Açıklamalar” bölümünde belirtilen yaklaşımlarda bulunabilmekteyiz.

 

Evren ortamının yaklaşık 13.7 Milyar yıl önce ortaya çıkmasından itibaren bugüne kadar geçen süreç Evren ortamı “Geçmiş” zaman dilimini, Bugün olarak halen içinde bulunduğumuz süreci ve bugün ile Evren ortamının sona ereceği ana kadar olan süreç ise Evren ortamı “Gelecek” zaman dilimini ifade etmektedir.

 

Bu ortamdaki zaman akışı dikkate alındığında Dünya ortamında yaşanmakta olan bugün diliminde “geçen” her an, artık Dünya ortamının “geçmiş” dilimi haline gelmektedir. Geçmiş zaman diliminin özelliği asla “geri dönülemez” olmasıdır. Evren ortamının sona ereceği ana kadar olan “gelecek” zaman dilimindeki “her an” geçmekte olan zamana bağlı olarak “bir an” için “bugün” diliminde olmaktadır. Gelecek zaman diliminin özelliği de asla “bilinemez” olmasıdır.

 

Bu durumda Evren’deki zaman akışı kurallarına göre “gelecek” zaman dilimi olarak düşündüğümüz “zaman akışı”, her an “bugün” olarak tanımladığımız zaman dilimine katılmakta ve bugün zaman diliminde geçen her an geri dönülemez olarak “geçmiş” zaman dilimine geçmekte, böylece İçinde bulunulan “bugün” zaman dilimi ancak o anda geçmekte olan sayısız “anlardan” oluşmaktadır

 

İnsanın bu ortamdaki zaman akışının yapısındaki durumu da benzer özellikler taşımaktadır. Buna göre insanın bu ortama gelişi ile “Bugün” arasındaki zaman dilimini ifade eden ve asla geri dönülemeyen bir “Kendi Geçmişi” süreci, herhangi “bir anda” bu ortamda bulunduğu (yaşadığı) sayısız “anlardan” oluşan “Bugün” süreci ve “Bugün” ile bu ortamdan ayrılacağı “an” arasındaki zaman dilimini ifade eden ve asla bilemeyeceği bir “Kendi Geleceği” süreci bulunmaktadır.

 

Aslında, bu ortamda bulunmayı ifade eden ve “Kendi Geçmişi”, “Bugün” ve “Kendi Geleceği” olarak ana bölümlere ayırdığımız zaman sürecine, “Kendinden Önceki Geçmiş” ve “Kendinden Sonraki Gelecek” ana bölümlerinin de eklenmesi, bulunduğumuz ortamın ana zaman dilimleri ile kendi zaman dilimleri arasındaki ilişkinin daha iyi görülebilmesi açısından gereklidir.

 

Buna göre Dünya ortamında bulunan ve bulunacak olan “insanlar” açısından zaman süreçleri, şematik olarak aşağıdaki gibi ifade edilebilir.

 

1 EVREN ÖNCESİ (EZEL)-Ruhunun Yaratıldığı Yer                                       

2 KENDİNDEN ÖNCE GEÇMİŞ ZAMAN                                               

3 KENDİ GEÇMİŞ ZAMANI                                             

4 YAŞANAN ZAMAN (BUGÜN)                                     

5 KENDİ GELECEK ZAMANI                                            

6 KENDİNDEN SONRA GELECEK ZAMAN                                           

7 EVREN SONRASI (EBED)-Ruhunun Gideceği Yer                                      

 

Görüldüğü gibi, şu anda yaşamakta olan insanlar açısından yaşadıkları her an “Bugün” olmakta, bir önceki an “Kendi Geçmişi” zaman bölümüne “geri dönülemez” olarak eklenmektedir. Ancak, “Kendi Geleceği” bölümü, hiçbir şekilde tanımlanamayacak bir süreyi ifade etmektedir. Zira bir sonraki an onun için “varlığının sona erdiği” bir an, yani “Bu Ortamda Kendinden Sonraki Gelecek” olabilir. Bu nedenle, her insan (Her yaratılan) için “Kendi Geleceği” bölümünün ne kadar süre olduğu bilinmemektedir ve bu sürenin bilinmesine Yüce Yaratan “Allah” izin vermemiştir.

 

Burada yer alan “Zaman” kavramı, ancak bizim algıladığımız ve bulunduğumuz ortamda geçerli olan “Zaman” kavramını ifade etmekte veya ona göre tanımlanabilmektedir. Bilindiği gibi, halen geçerli olarak kabul edilen “izafiyet kuramı” kapsamında dünyamızın da bulunduğu bu “Evren” de, dünyadaki zaman boyutu dünyadan uzaklaştıkça bize göre daha yavaş olarak değişmektedir. Buna göre, dünyada algıladığımız zaman kavramı, bir “Boyut” olarak düşünüldüğünde, evrenin her köşesinde farklılıklar göstermektedir. Bu durumun Arş bünyesindeki tüm ortamların kendi kapsamındaki bölgeleri için benzer olduğu söylenebilir.

 

Aynı şekilde, önceki bölümlerde işaret edildiği gibi, bildiğimiz evrenin yaratıldığı Arş (Gerçek Ortam) ve diğer ortamlardaki zaman boyutlarının da hem bizim evrenimizin değişken zaman boyutu ile ve hem de kendi kapsamındaki bölgeleri arasında farklılık gösterebilmektedir.

 

Dikkat edilirse, bizim algıladığımız evrende, dünyada ve evrenimiz dışındaki ortamlarda bulunan “Her Şey” ve bu dünya ortamdaki insan mutlaka ve ancak “Zaman” ile tanımlanabilmektedir. Zaman boyutu olmadan hiçbir şeyin ifadesi bulunmamakta ve varlığından söz edilememektedir. Ancak zaman boyutu ile insanların ve tüm algıladığımız şeylerin var oluşları (Yaratılma) ve tüm durumları ile ilgili aşamalar anlam kazanmakta ve anlaşılabilmektedir.

 

Buna göre, “Arş Zamanı ile İlgili Açıklamalar” bölümünde belirtildiği gibi, Evrenin yaratıldığı Arş (Gerçek Ortam) zaman boyutunun akışı ve diğer nitelikleri, tüm ortamların Arş kapsamında yaratılmış olmaları nedeniyle, bünyesindeki tüm ortamlardaki ve Evrenimizdeki zaman boyutları ile farklılık göstermektedir. Bu nedenle Arş kapsamındaki tüm ortamında bir şeyin “varlığının” ancak o ortamlardaki zaman boyutları kapsamında geçerli olduğu söylenebilir. Bu bağlamda “İnsan” Evren bünyesinde bulunan yeryüzünde, bizim algıladığımız Evren ortamına ait zaman boyutu ile “var” olmakta; zaman akışı (boyut) farklılığı yüzünden Arş ortamında ve kapsadığı diğer ortamlarda algıladığımız şekilde bir insan varlığından söz edilmesi anlamlı olmamaktadır.

 

Arş’ın zaman ortamı (zamanın akışı ve diğer nitelikleri-boyutu), Arş bünyesindeki tüm ortamların ve “Evren” ortamının “geçmiş” ve “gelecek” tüm zaman dilimlerini, bu ortamların var oluş öncesini (Ezel) ve yok oluş sonrasını (Ebed) kapsamaktadır.  Bu nedenle tüm bu ortamda yaşayanların kendilerine göre tanımladıkları tüm geçmiş ve gelecek zamanların, Ayetlerden “Sonsuz” olduğu anlaşılan Arş (Gerçek Ortam) Zamanı açısından ancak "bir an" niteliğinde olduğu söylenebilir. Zira Gerçek Ortam Zamanının “sonu” olmadığı çok sayıdaki Ayetlerde belirtildiğine göre, Arş ortamının kendi zaman akışı sayısız “bir anlardan” oluşmaktadır. Buna göre Arş ortamındaki zamanın “sonsuzluğu”, bu ortamının zaman akışının sayısız “bir anlardan” oluştuğunu düşündürmektedir. Bu varsayım çerçevesinde Arş ortamında, sayısız “bir anların” tamamını kapsayan “Tek” zaman dilimi olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda, Gerçek Ortamının Zaman akışının bu "Tek” zaman dilimi, şu anda biz Dünyamızın “bugün” zaman dilimini ve aynı zamanda bildiğimiz ve algıladığımız "evrenimizin ve bu evrenin bir parçası olan Galaksimiz ve Güneş sistemimizin “geçmiş” ve “gelecek” ile ilgili zaman dilimlerinin tamamını içermektedir. Diğer bir ifade ile, halen insanlar “bugün” zaman diliminde yaşıyor olmasına rağmen, Arş ortamının “Tek” zaman diliminin Evrenin sona ereceği (Kıyamet) zamanını da “kapsamış” olduğu anlaşılmaktadır.

 

Bu duruma bir örnek olarak, bu ortamdaki “geçmiş” ve “gelecek” tüm zaman dilimlerinin, bu ortam zamanının öncesini (Ezel) ve bu ortam zamanı sonrasını (Ebed) kapsayan Arş (Gerçek Zaman Ortamı) ile "uyum içerisinde" olduğu (istiva edilmiştir) dikkate alındığında, bu ortamda yaşayanların kendilerine göre tanımladıkları tüm geçmiş ve gelecek zamanların, Gerçek Ortam Zamanı (Arş) açısından ancak "bir an" niteliğinde olduğu söylenebilir. Zira Gerçek Ortam Zamanının “sonu” olmadığı çok sayıdaki Ayetlerde belirtildiğine göre, Arş ortamının kendi zaman akışı sayısız “bir anlardan” oluşmaktadır. Buna göre Arş ortamındaki zamanın “sonsuzluğu”, bu ortamının zaman akışının sayısız “bir anlardan” oluştuğunu düşündürmektedir. Bu varsayım çerçevesinde Arş ortamında, sayısız “bir anların” tamamını kapsayan ve o ortamın “bugünü” veya “şu anı” olarak tanımlayabileceğimiz “bir” zaman dilimi olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu durumda, Gerçek Ortamının Zaman akışının bu "Tek” zaman dilimi, şu anda biz Dünyamızın “bugün” zaman dilimini ve aynı zamanda bildiğimiz ve algıladığımız "evrenimizin ve bu evrenin bir parçası olan Galaksimiz ve Güneş sistemimizin “geçmiş” ve “gelecek” ile ilgili zaman dilimlerinin tamamını içermektedir. Diğer bir ifade ile, halen insanlar “bugün” zaman diliminde yaşıyor olmasına rağmen, Arş ortamının “Tek” zaman diliminin Evrenin sona ereceği (Kıyamet) zamanını da “kapsamış” olduğu anlaşılmaktadır.

 

İşte, bize göre "Gerçek" saydığımız "Bu Ortam" içerisinde, Gerçek Ortamdan gelen "Ruhlarımız"; bu ortam zaman akışına göre düzenlenmiş bulunan "Dünya Zamanı" ölçüsünde ortalama olarak 60-90 yıl süre ile Dünya Ortamı için tasarlanan ve Dünya Zamanı içerisinde değişen koşullara uyum göstererek bu Ruhlara bir çeşit "koruma" görevi yapan "bedenlerimizde” yer almaktadır. Ama, bu olay Gerçek Ortam ve Gerçek Ortam Zamanı açısından, yukarıda belirtildiği gibi "YOK" sayılacak bir süreyi ifade etmektedir.

 

Yüce Yaratan Kur'an da bu duruma işaret ederek tüm insanlara, şayet "Yaratana" iman etmemiş bir halde iken ölüm ötesine geldiklerinde artık her şeyin "Olup Bitmiş" olacağını, ayrıca yeryüzüne ve onun üzerindekilerin (İnsanların) bu ortamda yaşarken yaptıklarının Allah'ın bilgisi dahilinde bulunduğunu, yeryüzü ve onun üzerinde yaşayanlar geçip gittikten sonra yalnızca Allah’ın kalacağını ve o zaman onların hepsinin ancak Allah'a "Döndürüleceklerini" bildirmektedir.

 

Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar, çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken iş olup bitmiştir. (44/39), (19/39)

Yeryüzüne ve onun üzerindekilere ancak biz vâris oluruz ve onlar ancak bize döndürülürler. (44/40), (19/40)

 

Buna göre Evren zaman dilimlerinde gerçekleşen her şeyin Arş ortamının “Tek zaman diliminde” esasen olup bittiğini (tamamlanmış olduğunu), böylece her şeyin sonunda Arş ortamının tek zaman dilimine (Allah’a) geri döndürülmüş olduğunu açıklamaktadır. 

                                                                                                                                                                   

                                                                                                                                                                        KONU BAŞLIKLARI    

TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page