top of page

Hz.MUHAMMED'DEN ÖNCEKİ TOPLUMLAR

Kur'an'da Hz.Muhammed'ten önce yaşadıkları belirtilen bazı toplumların sadece Ortadoğu ve Mezopotamya bölgelerinde bulundukları belirtilmekte, hüküm sürdükleri süreçte yaptıkları "hatalar" yüzünden karşılaştıkları olaylara yer verilmekte ve Nuh peygamber ve sonrasında gönderilen peygamberler tarafından yeniden doğru yolu bulmaları için yapılan "uyarılardan" ders almaları gerektiği bildirilmektedir.

 

Aşağıdaki bölümlerde bu toplumlar (Kavimler) ve onlara gönderildikleri belirtilen “Peygamberleri” arasında meydana gelen olayların yer aldığı Ayetler ayrıntılı olarak incelenmektedir. Tüm İnsanlardan bu Ayetlerin o zamanda yaşamış olan insanların sahip oldukları bilgi düzeyi çerçevesinde incelemeleri, yapılan "Uyarıları" nasıl değerlendirdikleri ile Allah'ı Tanımalarının ve "Gerçekleri" görmelerinin nasıl sağlandığı üzerinde düşünmeleri ve günümüz şartları ve bilgi düzeyi dikkate alınarak Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğu "Gerçeğini" görmeleri beklenmektedir.

KONU BAŞLIKLARI

 

Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar - Genel Açıklamalar ve Uyarılar

Hz.Muhammed’den Önceki Toplumlar İle İlgili Olaylar

Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar (Kavimler)

     Nuh Kavmi                             

     Ad Kavmi                               

     Semud (Hicr) Kavmi (Thamud Tribe)                      

     Ress Halkı                              

     Nebati Krallığı (Petra)                     

     İbrahim Kavmi

     Lut Kavmi

     Yusuf ve Kardeşleri                                   

     Medyen (Eyke) Kavmi                                                      

     Firavun Kavmi                                         

     Musa Kavmi

     Karun ve Musa

     Sebe Kavmi                            

     Asur (Ninova) Kavmi             

     İsa Kavmi

KONU BAŞLIKLARI
KONU BAŞLIKLARI

Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar - Genel Açıklamalar ve Uyarılar

                                                                                                                                                    KONU BAŞLIKLARI

Kur'an Ayetlerinde Hz.Muhammed’den önce yaşamış olan toplumlar olarak Adem ve Havva'nın yeryüzünde ortaya çıkmaları sonrasında çoğalan Akıllı İnsanlardan  sadece Nuh ve sonrasındaki nesillere ait olanlar hakkında bilgi verilmektedir. Oysa diğer bölümlerde değinildiği gibi, yaklaşık olarak 10-15.000 yıl öncesinden bu yana Akıllı İnsanlar yeryüzünün her bölgesinde çoğalmışlar ve çok sayıda toplumlar ve medeniyetler meydana getirmişlerdir.

 

Buna göre Kur'an'da belirtilenlerin dışında kalan tüm toplumların, Adem’den sonra en son İdris Peygambere kadar olan süreçte sadece Allah'ın "Her Şeyin Yaratıcısı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak tüm "yaratılışı" gerçekleştirdiği esasına dayanan "İnanışa" sahip olmakla birlikte, zamanla çeşitli etkenlere bağlı olarak Ayetlerde "Allah'ın Dini" veya "İslam" olarak tanımlanan söz konusu inançtan ayrıldıkları ve çok çeşitli inançlar edindikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Kur’an Ayetlerinde Adem’den sonra İdris Peygamberin adı geçmekte ve İdris Peygamberden sonra ise Nuh Peygambere kadar uzun bir süre herhangi bir peygamber yer almamaktadır.

​​

Buna bağlı olarak Adem’in yeryüzünde yaklaşık 15.000 yıl öncesinde ortaya çıktığı varsayımı dikkate alındığında, peygamberlerin bulunmadığı bu sürecin yaklaşık olarak yaklaşık 8.000 yıl kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. Bu süreçte “Akıllı İnsanların” yeryüzünün her bölgesinde çoğaldıkları ancak insanların “Allah'ın Her Şeyin Yaratıcısı ve Tek Yaratıcı Güç olduğu” şeklinde açıklanan Adem’in öğretisini çeşitli etkenlere bağlı olarak terk ettikleri söylenebilir.

 

Öte yandan tarihi bir araştırmada yaklaşık 15.000 yılı kapsayan söz konusu süreçte insanlara gönderilen bütün Peygamber ve Uyarıcılar Adem’den itibaren isimlerinin ve “soy” bağlarının aşağıdaki gibi olduğu belirtilmektedir.

​​

http://quran-sunnah.blogspot.com/2013/02/family-tree-from-adam-as-to-prophet.html

Ayetlerdeki ifadelere göre Yüce Yaratan'ın "Akıllı İnsanlara" iletilmesi için Hz.Muhammed'e "vahiy ettiği" Kur'an’ın "Akıllı İnsanlara" en son öğüdü ve uyarısı olduğu belirtilmektedir. Buna göre Yüce Allah insanlardan "Akıllarını" kullanarak inançlarını gözden geçirerek nasıl bir ayrışma ve yanlışlık içinde bulunduklarını bulmalarını ve böylece tekrar "doğru yol" olarak nitelendirdiği "İslam" inancına dönmelerini beklediğini açıklamaktadır. Bu nedenle Kur'an Ayetlerinde sadece "İslam" üzerine öğüt ve öneriler yer almakta, diğer inançlara sahip olanlara bu öğüt ve önerileri her an, her yerde ve her istediklerinde okuyup anlayabilecekleri hatırlatılarak bu "gerçeğe" ulaşabilmeleri için kendi durumlarını düşünüp değerlendirmelerinin gerektiği bildirilmektedir.

 

Nitekim Kur'an'da Hz.Muhammed’den önce yaşadıkları belirtilen bazı toplumların sadece Ortadoğu ve Mezopotamya bölgelerinde bulundukları görülmekte, hüküm sürdükleri süreçte bu toplumların yaptıkları "hatalar" yüzünden karşılaştıkları olaylara yer verilmekte ve Nuh peygamber ve sonrasında gönderilen peygamberler tarafından yeniden doğru yolu bulmaları için yapılan "uyarılardan" ders almaları gerektiği bildirilmektedir.

 

Kur'an Ayetlerinde Hz.Muhammed’den önce yaşamış olarak belirtilen toplumlar ve hüküm sürdükleri bölgeler ile zaman aralıkları konusunda çeşitli kaynaklardan edinilen bilgiler tam olarak uyum göstermemekle birlikte yaklaşık olarak bir fikir vermektedir. Buna göre Kur'an'da Hz.Muhammed’den önce yaşadıkları belirtilen bazı toplumların bulundukları bölgeler aşağıdaki gibidir.

http://eskikavimler.blogspot.com/p/blog-page.html

https://www.encyclopedia.com/people/philosophy-and-religion/biblical-proper-names-biographies/abraham

http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1705

https://www.encyclopedia.com/people/philosophy-and-religion/biblical-proper-names-biographies/abraham

https://wol.jw.org/en/wol/d/r1/lp-e/1200003266#h=3

https://peygamberlertarihi.webnode.com.tr/peygamberler/hz-şuayb/

http://www.chabad.org/library/article_cdo/aid/73398/jewish/Moses.htm

http://yavuztellioglu.blogspot.com/2016/06/ress-halk-ya-da-ress-kavmi-ashabur-res.html

http://eskikavimler.blogspot.com/p/tubba-kavmi.html

http://www.timemaps.com/civilization/ancient-egypt#overview

http://bilgikitabi.blogcu.com/misir-tarihi/1838128

http://www.uzmanportal.com/karun-kimdir-karunun-hayati-yaptiklari-ve-karunun-hazinesi.html

http://www.kavimlerinhelaki.com/sebehalkiarimseli.html

http://www.kavimlerinhelaki.com/index2.html

http://eskikavimler.blogspot.com/p/ashabul-uhdud.html

http://eskikavimler.blogspot.com/p/ashabul-karye-yasin-suresindeki-kavim.html

https://mehmetselvi.wordpress.com/2015/11/07/kuranda-adi-gecen-helak-edilmis-kavimler/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Nebatî_Krallığı

Toplumların bir kısmı kendilerine "Gönderilmiş" olan Peygamberlerin adını taşımaktadır. Buna göre Kur'an’da değinilen ve her birinin "Allah'ın Varlığını" yalanlamaları ve diğer "Yoldan Çıkma" nedeniyle nasıl "Ortadan Kaldırıldıklarının" anlatıldığı yaklaşık on dört Eski Kavim genellikle Mezopotamya ve Arabistan bölgesinde bulunmaktadır.

 

Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği halde zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi, işte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız. (51/13), (10/13)

 

Yüce Allah, Hz.Muhammed’den önceki toplumlara yaşadıkları zamana göre "Mucize" sayılacak deliller ile "Uyarıcı" Peygamberler gönderdiğini ancak "Akıllarını" işleterek kibirlerinin ve büyüklenmelerinin etkisi altında kalarak uyarıcıların gösterdiklerini inkar edip kabul etmemelerinden dolayı onları "Helak" ettiğini ve cezalandırdığını hatırlatmaktadır.

 

Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; (10/6), (89/6)

Direkleri olan, (10/7), (89/7)

Ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, (10/8), (89/8)

O vadide kayaları yontan Semûd kavmine, (10/9), (89/9)

Kazıklar sahibi Firavun'a! (10/10), (89/10)

Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. (10/11), (89/11)

Oralarda kötülüğü çoğalttılar. (10/12), (89/12)

Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. (10/13), (89/13)

Çünkü Rabbin gözetlemededir. (10/14), (89/14)

Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı. (34/12), (50/12)

Âd ve Firavun ile Lût'un kardeşleri de. (34/13), (50/13)

Eyke halkı ve Tübba' kavmi de, bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da tehdidim gerçekleşti! (34/14), (50/14)

Âd'ı, Semûd'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de. (42/38), (25/38)

Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler mi? onları yok ettik, çünkü onlar suçlu idiler. (64/37), (44/37)

 

Allah, geçmiş toplumlara gönderdiği Peygamberler aracılığı ile o toplumların bilgi ve anlama düzeylerine uygun olarak Kendi Varlığı ile ilgili deliller ve insanların birbirleri ile olan ilişkileri konularında öğüt ve öneriler iletmiş bulunmaktadır. Toplumların bu uyarıları dikkate almamaları ve bilinçli olarak inkâr etmeleri ve karşı gelmeleri sonucunda bu toplumların çeşitli felaketlerle karşılaştıkları ve bir kısmının tamamen kayboldukları tüm insanlara bir ders ve öğüt olarak iletilmektedir.

 

Bu şekilde felaketlerle karşılaşan toplumlar arasında Ad, Semud, Ress, Firavun, toplumları, Lût'un kardeşleri, Eyke ve Tübba halkı ve onlardan önce de Nuh kavimleri sayılmaktadır. Bu toplumları ve böyle inkarda bulunan daha birçok nesilleri yönetenlerin ve fertlerinin hepsinin "Azgınlık" ettikleri ve "Kötülükleri” çoğalttıkları belirtilmekte ve "Her an" tüm insanlar "Gözetlemekte" olan

 

Allah'ın bu toplumlara azap çektirdiği bizlere söylenmektedir.

İnsanların "Yaratanı” tanıması ve "O’na” teslim olması çeşitli delillerle ve verilen öğüt ve örneklerle kendisine iletilmesine rağmen, bir tür karşı duruş sergilemesi sonucunda azap ile karşılaşmasının kaçınılmaz olduğu yine bir öğüt olarak hatırlatılmaktadır.

 

Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. (39/94), (7/94)

Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: "Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı" dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık. (39/95), (7/95)

O ülkelerin halkı inansalardı ve sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik. (39/96), (7/96)

Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?  (39/97), (7/97)

Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?  (39/98), (7/98)

Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın mühlet vermesinden emin olamaz.  (39/99), (7/99)

Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı ki: "Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar işitmezler." (39/100), (7/100)

İşte o ülkeler... Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.  (39/101), (7/101)

Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.  (39/102), (7/102)

Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler, böylece o ülke, helâke müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. (50/16), (17/16)

Sizden önceki asırlarda yeryüzünde bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır. Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler, zaten günahkâr idiler.  (52/116), (11/116)

Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.  (52/117), (11/117)

Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.  (52/118), (11/118)

Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır, zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü yerini buldu.  (52/119), (11/119)

Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz, bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.  (52/120), (11/120)

İman etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın! Biz de yapmaktayız!” (52/121), (11/121)

“Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz!” (52/122), (11/122)

Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir. Her iş Allah'na döndürülür, öyle ise Allah'na kulluk et ve Allah'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir. (52/123), (11/123)

 

Allah, insanların topluluklar halinde yaşadıkları dönemlerde her topluma "Uyarıcılar" gönderdiğini, ancak insanların benliklerini onları yoldan çıkaracak olan "Şeytan" ile mücadele etmek üzere "Serbest" bıraktığını, fakat insanların çoğunun bunda başarılı olamadıklarını bunun sonucunda da bu uyarıcıların getirdiklerini dikkate almayıp sözlerinde durmadıklarını ve "Doğru Yoldan" çıktıklarını açıklamaktadır.

 

Bu durum, her topluma muhtelif zamanlarda bir den fazla "Uyarıcı" gönderilmesinin nedenlerini açıklamaktadır. Nitekim Yüce Allah, insanlara "Kendisinin" iradesi ve takdiri ile iletmiş olduğu "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı Güç" olması ile ilgili "gerçeklerden" uzaklaşmış olan toplumlara "uyarıcı" olarak "peygamberlerini" gönderdiğini, kendilerine "Uyarıcı" olarak gönderilen Peygamberlere ve onların insanlara "Kendisinin" iradesi ve takdiri ile iletmiş olduğu "Öğüt ve Önerilere" karşı gelen toplumların yoksulluk ve darlıkla "Sıkıştırıldıklarını" ancak sonradan "iman" etmeleri ile bu kötülükleri değiştirip yerine "iyilikler" getirerek "Sevindirildiklerini" bildirilmektedir. Bu toplumlarda, atalarının da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamış olduklarını ileri sürerek, kendilerine iletilenleri yalanlayanların giderek "çoğaldıkları" bunun üzerine Allah'ın da onları farkına varmadan ansızın yakaladığına işaret edilmektedir.

 

Böylece toplum halinde yaşamakta olan insanlara başlarına gelenlerin her şeyi "Yaratan" tarafından gerçekleştirildiğini "Anlamaları" ve bu durumdan kurtulabilmeleri için O'na sığınarak ve yalvarmalarının gerektiği bildirilmektedir.

 

Bu "Uyarılar" günümüzde yaşamakta olan ve bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan bütün toplumlar için geçerliğini sürdürmekte ve korumaktadır.

 

Toplumların karşılaştıkları büyük çaplı doğa olayları veya kendileri ve aileleri olarak yaşadıkları felaketler karşısında, "İnanan" veya "İnanmayan" bütün insanların, bu durum ile baş edebilmek için "Kime" sığındıklarını ve yalvardıklarını hatırlamaları ve "Kendilerine Sormaları" gerekmektedir. Bu ortamdaki tüm zamanlarda korku ve felaketlerden kurtulan insanların karşılaştıkları bu durumun esasen daha önce de geçmişlerinin yaşadıkları şeyler olduğu görüşünü birbirleri ile paylaşarak "Güvenli" bir duruma ulaştıklarını düşündükleri; ancak "Hak Ettikleri" cezalar ile böylece rahatlamış olduklarında ansızın ve hiç beklenmedikleri şekilde karşılaşacakları açıklanmaktadır. Yüce Allah, bu şekilde "Cezalandırılmış" olan toplumların halkı olan inansalar sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapılarının açılmış olacağını, fakat yalanlamaları yüzünden onların "Yakalandıklarını" bildirmektedir. İnanmamakta ısrar eden bütün insanlara "Rahat" bir ortamda uyurlarken veya "Sabaha Kadar" eğlenirlerken kendilerine bir "Azabın" gelmemesinden emin olmamaları ihtar edilmekte ve ancak bu inatları yüzünden ziyana uğrayan toplulukların Allah'ın böyle mühlet vermesinden emin olabilecekleri hatırlatılarak "Gerçekleri" görebilmeleri açısından önemle dikkate alınması gereken bir ders olarak bütün insanlara bir uyarı yapılmaktadır

 

Yüce Allah azap gören ve hatta "Yok" olan toplumların "Varisleri" olarak yaşayan insanların öncekilerin "Cezalandırılmalarına" yol açan olaylardan "Ders" almaları ve yaşantılarını gözden geçirmeleri gerektiğine işaret edilmektedir. Buna göre, bütün insanlara öncekilerin yaptıkları gibi inkâr yoluna gitmeleri ve kendilerine iletilen öğüt ve önerileri yok sayarak "Günah" işlemeleri halinde, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, önceki toplumlarda olduğu gibi "Musibetlere" uğrayabilecekleri hatırlatılmakta ve bu şekilde gerçekleri görmelerine ve anlamalarına mâni olacak bir duruma düşmemeleri için "Akıllarını" kullanarak Yüce Yaratan'ı anlamaya çalışmaları öğütlenmektedir

 

Toplum yönetimi "Emanet" edilenlerin eriştikleri refah ve zenginlik düzeyi nedeniyle "Şımarmaları" sonucunda onlara toplum yararına "İyilikte" bulunmaları gerektiğinin "Emredildiği" açıklanmaktadır.

Bu gibi toplum yöneticilerine (Elebaşlarına), esasen elde ettikleri zenginliğin "Yasal" yollardan olmaması ve toplum üyeleri olan insanların haklarının bir şekilde "Gasp" edilmiş olması nedeniyle, bu şekilde toplum yararına "İyilikte" bulunmalarının emredildiği ve emredilen "İyiliğin" ne olduğu ve nasıl yapılacağının onlara "Bir Şekilde" kendilerine "Hissettirildiği" anlaşılmaktadır. Buna rağmen bu tür yöneticilerin orada kötülük işlemeleri ve toplum fertlerinin de böyle davranan yöneticilerden "Emaneti" geri almamaları halinde, o toplumun "Helâke Müstahak" olacağı ve Yüce Allah'ın bu durumda olan toplumları "Darmadağın" edeceği açıkça bildirilmektedir. Ayette "Darmadağın Edilmek" olarak belirtilen durumun, önceki toplumlar ile ilgili Ayetlerde daha çok "Felaket" düzeyinde ve bugün sahip olduğumuz bilgilerle açıklayabildiğimiz veya henüz elimizdeki bilgilerle açıklama yapamayacağımız nitelikte bir "Doğa Olayı" şeklinde gerçekleştiği anlatılmaktadır.

 

Ancak bu durum günümüzde insanların eriştikleri bilgi birikimi ile "Akıllarını" kullanmaları halinde kendilerine "Yaratan" ile ilgili olarak "İletilenleri" anlamaları çok daha kolay olmasına rağmen, "Akıllarını İşletmemeleri" nedeniyle toplum yönetimini ve düzenini sağlamakta başarısız olmaları yüzünden, daha çok toplumların bütün işleyiş düzenlerinin bozulması, kaynaklarının ve zenginliklerinin başka toplumlarca "Talan" edilmesi, topluca "Sefil" ve "Fakir" bir yaşam seviyesine düşülmesi gibi şekillerde ortaya çıkmaktadır. Gelecekte de Akıllarını kullanmama yolunu seçen toplumların belki daha değişik şekillerde "Darmadağın" edileceği söylenebilir.

 

Yüce Yaratan açıkladığı nedenlere bağlı olarak "Cezalandırdığı" ve bir kısmını "Helak" ettiği toplumlarda insanları "Bozgunculuktan" alıkoyacak Akıllı ve "Faziletli" kimselere "Önem" verilmesinin ve onların fikirlerinin "Dinlemelerinin" önemine işaret etmektedir. Toplumda bu nitelikte "Faziletli" kimselerin bulunmaması veya bulunsalar dahi bunların ortaya çıkmaması sonucunda toplumu "Doğru Yola" yönlendirilmesinin mümkün olamadığı geçmiş toplulara ait açıklanan olaylardan anlaşılmaktadır. Buna göre, topluma etki edebilecek düzeyde olan "Faziletli" insanların toplumu "Doğru Yola" ve "Kurtuluşa” yönlendirebilecekleri açıklanmakta ve geçmişte bu niteliklere sahip olan az bir kısım insanların görevlerini yaparak içinde bulundukları toplumları bozgunculuktan kurtardıkları ve "Kurtuluşa" erdirebildikleri hatırlatılmaktadır. Bu açıklamalar ile bütün insanların kendilerine Peygamberler tarafından iletilen "Gerçekler" veya "Faziletli" insanların öğretileri üzerinde düşünüp "Akıllarını" kullanarak doğru veya doğru olmayan şekillerde serbestçe "Karar" verebileceklerine ve "Uygulama" yapabileceklerine dikkat çekilmektedir. Ayetlerde kendilerine iletilen "Gerçeklere" ve verilen öğütlere aldırmayıp bildikleri şekilde davranarak "Kibirlerinin" ve "Benliklerinin" etkisinden kurtulamayan ve "İnkâr" yolunu seçenler "Zalim" olarak nitelendirilmektedir. Özellikle, bu nitelikte olan "Geçmiş" dönemlerdeki toplum yöneticilerinin çoğu zaman "Doğru Olmayan" yollara baş vurarak kendi kabiliyetleri ile elde ettiklerini sandıkları ancak aslında onlara düşünmeleri ve "Doğru Yolu" bulmaları için bir "Fırsat" olarak Yüce Allah tarafından sağlanan refah ve zenginliklerin peşine düşerek, yani bildikleri yolda devam ederek hem kendilerine hem de yönettikleri topluma "Zulüm" ettikleri ve "Günaha" girdikleri açıkça bildirilmektedir.

 

Yüce Allah, kendilerine "Zulmeden" yöneticilerine karşı onları uyarmaya veya verdikleri "Yönetim Emanetini" değiştirmeye "Gücü Yetmeyen" iyi niyetli halkın yaşadığı memleketleri helak etmediğini açıklamaktadır. Allah, geçmiş toplumlara yaptığı gibi günümüzde yaşamakta olan ve gelecekte yaşayacak olan bütün insanlara, "Dileseydi bütün insanları bir millet yapabilecek olduğunu" bildirmektedir.

 

Bu hatırlatma ile, halkına zulmeden yöneticilere ve bu duruma engel olamayan insanlara, bu durum üzerinde düşünerek ve bu Dünya ortamdaki "Geçici" yaşam ve davranışlarını, özellikle "Son Peygamber" olan Hz.Muhammed tarafından Yüce Yaratan'ı tanıyıp O'na teslim olmaları ile ilgili olarak iletilen "Gerçekleri" dikkate alarak,  düzenlemeleri gerektiğine bir defa daha dikkat çekilmektedir.

 

Günümüzdeki ve gelecekteki bütün toplum yöneticilerinin, Ayetlerde açıklanan hususların toplumlarını doğru yola yönlendirmelerini ve "Bozgunculuktan" kurtarmalarını sağlayacak çok "Değerli" birer uyarı ve bilgiler olduğunu anlamaları ve bu anlayış çerçevesinde davranarak hem kendilerine hem de toplumlarına yararlı olmaları gerekmektedir. Ancak, insanların benliklerinde bulunan "Bencillik" duygusu, daha önce de belirtildiği gibi "Şeytan" tarafından "Her An" kışkırtılmaktadır. Bu nedenle insanlar kendilerine bu kışkırtmaları etkisiz hale getirecek yegâne unsur olan "Akıllarını" kullanmaları her vesile ile Ayetlerde bütün insanlara bildirilmektedir. Aksi halde yapılan bütün "Uyarılara" rağmen insanların "İhtilafa" düşecekleri de ayrıca ve önemle hatırlatılmaktadır. Ancak Akıllarını kullananlara Yüce Allah "Merhamet" edecek ve onların bu duruma düşmelerine mâni olunacaktır. Esasen Allah insanları bu nedenle "Akıllarını" kullanmak üzere yaratmış olduğunu; Akıl kullanmayıp kışkırtmalara yenilenlerin kendilerini kışkırtan "Cinler" ile birlikte "Cehenneme" doldurularak cezalandırılacaklarına "Söz Verdiğini" bildirmektedir. (Şeytanın “Cinlerden” olduğu Ayetlerde bildirilmektedir. Bu konuda “Cinler" bölümünde bilgi bulunmaktadır.)

 

İnsanların dikkate almaları gereken bu "Gerçeklerin" önceki toplumlara gönderilmiş olan "Peygamberler" tarafından o toplumlara iletildiği, fakat kibirlerine yenik düşerek "Sözlerinde Durmayan" ve "Yoldan Çıkan" bu toplumlardaki insanların ve de özellikle toplumu yönetenlerin veya önderlik edenlerin bunlara "İman Etmedikleri" ve böylece "Kafir" olanların artık doğru yola yönelmelerine imkan kalmadığı Hz.Muhammed'e bildirildiği açıklanmaktadır. Allah ayrıca Hz.Muhammed'in yürütmekte olduğu Allah'ın vahiy ettiği öğüt ve önerileri toplumuna ve bütün insanlara "İletme" görevinin yürütülmesi ile ilgili olarak önce kendisinin tatmin edici bir "Güven" hissi duymasına yardımcı olmak ve sükunetle bu görevi yapmasını sağlamak üzere önceki toplumlara gönderilmiş olan Peygamberlerin haberlerini, daha önce bu konularda bir "Bilgisi" bulunmayan Hz.Muhammed'e  "Gerçeğin Bilgisi" olarak "Anlattığını" bildirmektedir.

 

Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini sana anlatıyoruz, gerçek şu ki, sen bundan önce elbette bilmeyenlerden idin. (53/3), (12/3)

 

Böylece Hz.Muhammed'in vahiy olarak aldığı bu bilgilerin ondan sonra gelecek olan bütün "İnanan" insanlar açısından bir "Öğüt" ve "Uyarı" niteliğinde olduğunu bir defa daha bildirmektedir. Yüce Yaratan buna rağmen "İman Etmeyenleri" kendi "Akılları" ile serbest bırakmış ve "Diledikleri" gibi düşünmelerine ve "Dilediklerini" yapmalarına izin vermiştir. Ancak bu izni verdiğinde, belki bir defa daha düşünmelerine imkân vermek üzere, “Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz!” şeklinde bir "İhtarda" bulunarak yaptıklarının sonuçlarını düşünmeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır. Böylece düşünebilmeleri için ayrıca inanan ve inanmayan bütün insanlara Evren ve Dünya ortamı ile ilgili "Sırların" ve "Bilinmeyenlerin" sadece "Kendisinde" olduğu ve bu ortamlardaki her işin sadece Allah'a döndürüldüğü tekrar açıklanarak; Allah'a "Kulluk" edilmesinin, yani sadece Allah'a teslim olunarak ibadet edilmesinin, her şeyin sadece Allah'tan istenmesinin ve sadece Allah'a "dayanılmasının" gerektiği kesin bir şekilde bildirilmektedir. Allah, insanların yaptıklarını "Bildiğini" bütün insanlara "Yaptıklarınızdan gafil değildir" ifadesi ile ihtar etmektedir.

 

Bütün insanlara "Son Uyarı" olarak gönderilmiş olan Kur'an’da yer alan ve geçmiş toplumların, genel anlayışlarına ve "Uyarıcı" Peygamberlerine karşı yaptıklarına göre karşılaştıkları olaylar, her toplum için ayrıca açıklanmaktadır. Bu Ayetlerin sadece bir "Hikaye" gibi düşünülmemeleri ve özellikle Hz.Muhammed sonrasındaki bütün insanların kendi yaşamlarında bunları dikkate alarak Yüce Yaratan'ı "Anlamalarını" sağlayacak olan "İp Uçları" olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.

 

Yüce Allah bu toplumlar ile ilgili Ayetlerinde yer alan ve "Helak" edilerek "Cezalandırılmalarının", ancak toplum fertlerinin kendilerine lütfetmiş olduğu "Akıl" unsurunu kullanmamaları ve "Benliklerinde" bulunan "Çıkarlarının" doğrultusunda giderek, kendilerinin ve bulundukları ortamların "Yaratılışları" ile ilgili "Gerçekler" kendilerine bildirilmiş ve uyarılar yapılmış olmasına rağmen, fark edememeleri nedeniyle aldıkları yanlış kararlar ve yaptıkları yanlış işlerin karşılığı olarak hesaba çekilerek görülmemiş azaba çarptırıldıklarını ve sonlarının tam bir hüsran olduğu açıklamaktadır. Yapılan yanlışlıklar, Allah'ın ve iman edip iyi işler yapanları (salih amel işleyenleri), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın apaçık Ayetlerini okuyan peygamberlerinin (elçilerinin) emrinden uzaklaşılması olarak açıklanmakta ve üzerinde durup düşünmeleri için "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanların dikkatlerine getirilmektedir.

İşte bu, memleketlerin haberlerindendir, Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan kalan da vardır, biçilmiş ekin de vardır. (52/100), (11/100)

Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. (52/101), (11/101)

Rabbinin ve O'nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azmış nice memleketler vardır ki, biz onları (ahalisini) çetin bir hesaba çekmiş ve onları görülmemiş azaba çarptırmışızdır. (99/8), (65/8)

Böylece onlar da yaptıklarının karşılığını tatmışlar ve işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.  (99/9), (65/9)

Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır, ey inanan akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı indirmiştir.  (99/10), (65/10)

İman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar, Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir. (99/11), (65/11)

 

Yüce Allah "Kendisine" ve Peygamberlerine inanmayıp inkâr edenlere ölüm sonrasında şiddetli bir azap hazırladığını açıklamakta ve akıl sahibi olup iman edenlere de bu azaba uğramamaları için Allah'ın bütün insanlara bir uyarıcı olarak Allah'ın bildirdiklerini ileten peygamberi (Hz.Muhammed) ve kitabı (Kur'an) indirdiğini unutmamalarını ve Allah'a ve peygamberlerine olan inançlarını korumalarını (Allah'tan Korkmalarını) öğüt vermektedir. Ayrıca Allah'ın iman edip onlardan beklendiği gibi iyi ve güzel işler (salih amel işleyenleri) yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın apaçık Ayetlerini okuyan bir peygamber gönderdiği belirtilmekte ve kim Allah'a inanırsa ve faydalı iş yaparsa Allah'ın onu altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağı ve Allah'ın o kimse için gerçekten güzel bir rızık verdiği bildirilmektedir.

 

Görüldüğü gibi bu konuda Hz.Muhammed’den önceki toplumların Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıların onlara ancak uğradıkları "Ziyanı" artırmaktan başka bir şey sağlamadığı bildirilmekte ve gelecek zamanlarda yaşayacak olan insanların benzer yanılgılara düşmemeleri için Hz.Muhammed'e açıklamalarda bulunulmaktadır. İnsanların bu ve benzer Ayetlerde yer alan olaylar üzerinde "Akıllarını" işleterek düşünmeleri ve davranışlarını ona göre düzenlemeleri gerekmektedir.

 

Öte yandan, inkârcı toplumlara verilen cezaların o dönemde yaşamış olan insanların sahip oldukları bilgi birikimleri çerçevesinde en etkili olacak şekilde olduğu da dikkate alınması gereken diğer bir önemli unsur olmaktadır. Günümüzde bu amaçla verilen cezaların, toplum düzenlerinde ve insan yaşamlarında insanların kendi yaptıklarının sonucu olarak iktisadi krizler, yönetimlerde zafiyetler ve toplumda adaletin, huzurun ve güvenliğin yok olması gibi çok çeşitli olumsuzlukların ortaya çıkması şeklinde kendini gösterdiği söylenebilir.

 

Sonuçta, bütün insanlardan Hz.Muhammed'e yapılan bu açıklamaları dikkate alarak içinde bulundukları "Durumu" değerlendirmeleri ve "Akıllarını" işleterek aynı sonuçlarla karşılaşmamak üzere Tek Yaratan'a "İman" etmeleri ve  "Doğru Yola" yönelmeleri istenmektedir.

KUR'AN'DA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER.jpg
KURANDAKİ PEYGAMBERLER.jpg
MEZOPOTAMYA ESKİ KAVİMLER.jpg
HZ.MUHAMMED ÖNCE-AÇIKLAMA
HZ.MUHAMMED ÖNCE-OLAY

Hz.Muhammed’den Önceki Toplumlar İle İlgili Olaylar

                                                                                                                                                 KONU BAŞLIKLARI

Bir kısım Kur'an Ayetlerinde özellikle Hz.Muhammed öncesindeki toplumlarda  geçtiği belirtilen olaylar "hikayeler" veya "benzetmeler" şeklinde yer almaktadır. Bu tür anlatımlar ile aslında uyulması gereken kesin hükümler ile örnek olarak alınması gereken davranışların toplum tarafından iyice anlaşılabilmesinin amaçlandığı, böylece toplumlara iletilen öğüt ve önerilerden "Ders" alarak akıllarının ona göre yönlendirilmelerinin gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Yüce Allah'ın Peygamberi Hz.Muhammed'e bütün insanlara iletilmek üzere "vahiy ettiği" Kur'an’da, önceki zamanlarda bu ortamdan gelip geçen ve kendine özgü yaşam tarzları olan nice toplumlarla ilgili hikayeler bulunmakta ve bunlarda "Akıl" sahipleri için pek çok "İbretler" bulunduğu açıklanmaktadır.  Bu nedenle bütün insanlara yeryüzünde gezip dolaşmaları ve bu toplumların nasıl ortadan kalmış olduklarının inceleyip nedenlerini araştırmaları önerilmekte ve böylece kendilerine iletilenleri yalan saymalarının (inkâr etmelerinin) sonucunu görecekleri ve bunlardan "ders alabilecekleri" bildirilmektedir.

 

Sizden önce nice ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün! (89/137), (3/137)

Bu, bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.  (89/138), (3/138)

 

Bu nedenle geçmiş toplumlarda geçen olayların "gerçek" nedenlerini açıklayan hikayelerin yer aldığı Kur'anın, "Uydurulabilecek" bir "İnsan Sözü" olmadığı, daha önce de birçok topluma gönderilmiş olan "Vahiyleri" onaylayan, onlarda yer almasına rağmen zamanla tahrifata ve değişikliğe uğrayan konuları ve diğer bütün konularla ilgili olarak bütün insanlara "Her Şeyi" açıklayan bir "Kitap" olarak bu vahiylere inanıp iman eden "Takva Sahibi" toplumların ve kötülüklerin çekici gösterildiği "Şeytani Dürtülere" kapılarak "hata" yapan toplumların "bağışlanmaları" (Hidayet) için bir "öğüt" olduğu ve  "Doğru Yola" ulaşmalarını sağlamak üzere bütün  insanlara "Doğrudan" iletilen "Uyarı, Öğüt ve Öneriler" toplamı olduğu özellikle bildirilmektedir.

 

Bu nedenle söz konusu "hikayelerin" yer aldığı Ayetler incelenirken anlatılan olayların Kur'an ile tüm insanlara iletilen Allah’ın yaratıcılığının, geçmiş dönemlerde yaşamış olan insanların davranış biçimlerinin, insanların taşıdıkları "Unsurların" ve bu unsurların insan ilişkilerinde ne kadar "Etkili" olduğunun dikkate alınması gerekmektedir.

 

Ayetler dikkatle incelendiğinde insanın düşündüğü ve düşüneceği her konuda örneklerin Kur'an’da bulunduğu görülecektir. Bu nedenle Ayetlerde özellikle hikaye olarak anlatılan olayların bu anlayış çerçevesinde incelenmesi ve diğer Ayetler ile olan ilişkileri de dikkate alınarak anlatılan öğüt ve önerilerin asıl anlamlarının anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir.

 

Buna göre Kur'an Ayetlerinde hikaye veya efsane şeklinde yer alan olaylar, günümüz insanları ve gelecekte yaşayacak olan insanlar için sahip oldukları bilgi birikimlerinin ışığında değerlendirerek bazı önemli sonuçlara ve “gerçeklere” ulaşmalarını sağlamak üzere "Ders Alınacak" birer "Kılavuz" niteliğindedir. Böylece günümüzde ve gelecek her dönemde yaşayacak olan insanların geçmiş dönemlerde yaşamış olan insanların bilgi düzeylerine göre bu Ayetler ile nasıl "Doğru Yola" yönlendirildiklerini ve aynı Ayetleri kendilerinin bilgi düzeyleri ile okuduklarında onların da "Doğru Yola" ulaşmalarında nasıl yol gösterici olduklarını anlayacaklarına işaret edilmektedir.

 

Nitekim, Hz.Muhammed öncesindeki dönemlerde yaşamış olan ve bu güne göre çok düşük düzeyde bilgi sahibi olan insanlar üzerinde, Doğru Yoldan "Ayrılan" toplumların daha çok "Doğal Olaylar" ile "Helak Edilerek" ortadan kalkmaları ile ilgili hikaye anlatılmasının ve örnekler verilmesinin, kendilerine iletilen öğüt ve önerileri dikkate almalarında ve böylece korkuya kapılarak "Yaratıcıya" inanmalarında ve aynı hatalara düşmelerinin önlenmesinde doğrudan "Etkili" olduğu söylenebilir.

 

Kur'an’ın istendiği gibi anlaşılması ve uygulanması ancak Ayetlerin bu özelliklerinin de göz önünde bulundurularak okunması ile mümkün olabilecektir. Zira Kur'an’ın herhangi bir konuda yazılan bir ders kitabı ya da hikaye gibi sadece cümlelere göre okunarak anlaşılması çok zordur hatta imkansızdır.

 

Kur'an Ayetlerinde hikaye ve efsane şeklinde anlatılan ifadelerin, önceki dönemlerde insanlara iletilen "Gerçeklerin" zamanla değişikliklere uğrayarak göz ardı edilmeleri nedeniyle gerçekte neye "işaret ettiklerini" açıklamak ve  insanların "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" konularında doğru bilgi sahibi olmalarını ve bunlardan ders (ibret) alarak davranışlarına yön vermelerini sağlamak üzere Kur'an’da yer aldıkları, ancak Ayetlerin birbirleri ile olan bağlantıları ve ilişkileri dikkate alınarak yorumlanmaları halinde anlaşılabilecektir. Zira Hz.Muhammed'in bu vahiyleri ilettiği dönemlerde etrafındaki insanların bilgi düzeyleri ile Ayetlerde belirtilen olaylardan dehşete düşmeleri yanında, bütün bu olayları "Yapan Güce" karşı hayranlık ve korku duyarak böylece Yüce Allah'ı "Anlamalarının"  kolaylaştırıldığı dikkate alınmalıdır.

 

Bu tür anlatımlarla ayrıca günümüzde yaşayan ve gelecekte de yaşayacak olan bütün insanlara da bazı "Uyarılar" yapılmaktadır. Öncelikle Ayetlerde geçmişte meydana gelen olayların anlatıldığı bu ve benzer "Hikayelerin" hiçbir zaman sadece bir hikaye olarak düşünülmemesi ve Ayetlerde yer alanlardan da ders alınması istenen hususların anlaşılması ve dikkate alınması önerilmektedir.

 

Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. Kur'an uydurulabilecek bir söz değildir, fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan; iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. (53/111), (12/111)

 

Özellikle kendilerine toplumun yönetimi "emanet edilen" her düzeydeki "Yöneticilere", bu konuları hikaye olarak almamaları ve tüm toplumun selameti ve huzuru açısından üzerinde önemle durarak yönetim biçimini seçerken toplumu "Zulmederek" değil fakat "Adaletle" ve "İyilikle" yönetmelerini, şahsi çıkarları yerine toplumun huzuru ve çıkarlarının gözetilmesinin en önemli unsur olduğunu ve kendi şahsi veya oluşturdukları örgütün çıkar ve beklentilerini "dizginlemeleri" gerektiğini, Ayetlerin bu hususları "ana unsurlar" olarak belirttiğini  hiç bir zaman unutmamaları ihtar edilmektedir.

 

Adem'den sonra Dünya ortamında "Çoğalan" ve günümüze kadar ulaşan "Akıllı" insanların bu süreçte geçirdikleri çeşitli bireysel ve toplumsal aşamalar sırasında meydana gelen olaylar, kendilerinin ve bulundukları ortamın ve bu ortamdaki tüm varlıkların durumlarını "Anlamalarını" sağlamıştır. Özellikle insanların toplum halinde ve birlikte yaşamaları bilgi edinme ve buna dayalı olarak bu bilgileri "İhtiyaçlarını" gidermede yoğun bir şekilde "Kullanma" anlamında çok etkili olmuştur.  Önceki dönemlerde de kendi varlıklarının ve içinde bulundukları Dünya ortamındaki varlıkların ve bu ortamdan "Gözlemledikleri" Evren çok "Merak" edilmiş ve bunların "Nasıl" oluştukları ve "Kim" tarafından oluşturulduklarını "Öğrenmek" daima en çok çaba sarfedilen bir uğraş olmuştur. Edinilen bilgilerin birikimlerinin nesilden nesle aktarılması ile bu öğrenme çabasında "Açıklanamayan" noktalara ulaşıldığında bu çaresizlikler "Gizemli" bir "Güç" fikrine dayanılarak aşılmıştır. Böylece toplum yaşamına geçen ilk "Akıllı" insanların beyinlerinde bir "Yaratıcı" fikri de ortaya çıkmıştır. Allah, insanların gelişmeleri sürecinde "Uygun" gördüğü aşamalarda birbirleri ile, Dünya ortamındaki diğer "Varlıklar" ile ve nihayet bunları "Yaratan" ile olan ilişkilerine "Yön" vermek ve tüm bu konularda "Doğru" bilgiler edinmelerini sağlamak üzere, toplum bünyesinden "Seçtiği" insanlara "Vahiy" ederek onların "Kendisi" hakkında bilgilendirilmelerini sağlamıştır.

 

Allah tarafından seçilip "Bilgilendirilen" insanlar (Uyarıcılar-Peygamberler) içinde bulundukları toplumda yaşanan olaylar ile ilgili olarak önerilerde bulunmuşlar ve öğütler vermişlerdir. Bu öğüt ve öneriler nesilden nesle sözlü ve yazılı olarak aktarılarak sonraki insanlar için birer "Kaynak" haline gelmiş ve yaşantılarına yön vermiştir. Zamanla ve daha çok İnsanların bünyelerine Şeytan tarafından eklenmiş bulunan etkilerden olan "Çıkar Güdüsünün" etkisi ile bu kaynaklarda yer alan olaylarda bozulma ve değişmeler meydana gelmiş ve asıl amaçlarının dışına çıkılmıştır.

Bu durum "Yakın" zamanlar olarak nitelendirebileceğimiz son birkaç bin yıllık geçmiş dönemlerde insanlar arasındaki ilişkilerin giderek daha çok "Çıkar" amacına yönelmesi ile "Yaratan" ile olan ilişkilerin "Düzenlenmesinde" daha büyük açıkların oluşmasına neden olmuştur. Bu nedenle özellikle Musa, Davut ve İsa tarafından tüm insanlara iletilen ve "Yazılı" hale getirilen "Öğüt ve Öneriler" ilginç bir biçimde "Yok" edilerek içerikleri giderek daha fazla "Göz Ardı" edilmiştir. Bu durumda insanlar bu "Öğüt ve Önerileri" bu defa "Hatırlanabildiği" kadar ve biraz da "Çıkarları" doğrultusunda yeniden "Yazılı" hale getirerek "Yaratan-İnsan" ilişkileri ve Yaratan'ın öğretisi olarak "İnsanlar Arası" ilişkileri düzenlemek üzere "Kendileri" yazmışlardır. Bu yazılı metinler zaman zaman bu konuda "Yetkili" olduklarını iddia edenler tarafından yenilenmekte ve böylece "Aslı" ile ilgisi bulunmayan fakat insanların isteklerine de izin veren bir kaynak olarak varlığını sürdürmektedir.

 

İşte böylece oluşturulan “Kutsal” metinlerde de yer alan geçmiş dönemlerde meydana gelmiş olayların aslında ne oldukları ve nasıl meydana geldikleri Kur'an Ayetleri ile yeniden tüm insanlara iletilmektedir. Allah böylece "Geçmiştekiler" ile ilgili olaylardan verdiği "Haberleri" tüm insanlara iletmek üzere "Kur'an Ayetleri" olarak Hz.Muhammed'e verdiğini belirtmekte ve tüm “Akıllı İnsanlardan”, serbest bırakılan iradeleri ile Allah fikrini kavramaları için, Kur'an Ayetlerinde yer alan bu tür olayların işaret ettikleri “gerçekleri” anlamaları ve değerlendirmeleri beklenmektedir.

 

İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz, şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik. (45/99), (20/99)

 

Görüldüğü gibi, bu Ayetler belirtilen topluma ve bu toplumların değinilen zamana ait "Yaptıklarının" ve bunlara bağlı olarak "Başlarına Gelenlerin" anlatıldığı bir nevi "Hikaye" gibi düşünülmemelidir. Zira Dünya ortamına "İndirilen" Akıllı insanların "Allah’ı" anlamaları ve toplum düzenlerinin sağlanması amacıyla "Öğüt ve Önerilerini" iletmesi için görevlendirdiği Peygamberlerin toplumlarına ilettikleri Ayetlerde “İnsan-Yaratan ve İnsanlar arası" ilişkiler açısından çok önemli "Uyarı" unsurları yer almaktadır.

Buna göre Kur'an'ı Kerim'in çeşitli geçmiş kavim ve toplumlara hitabeden çok sayıdaki Ayetlerinde yer alan konular, tüm insanlar tarafından dikkate alınması gereken öğüt ve önerileri de kapsamaktadır. Diğer bir ifade ile bu Ayetlerde belirtilen olaylar ve uyarılar "Her İnsan" tarafından dikkatle okunmalı ve bu olay ve uyarılar ile verilen "Anlamlar" anlaşılmaya çalışılmalıdır.

 

Ayetlerde geçmişte yaşamış olan insanların yaratılış özellikleri ve buna göre neler yapabilecekleri ve çıkarları uğruna nasıl Allah'ın "Yolundan" ayrılabileceklerine "Tüm İnsanların" dikkatleri çekilmekte ve "Çıkış" ve "Kurtuluş" yolları gösterilmektedir. Bu Ayetlerde her toplumda insanların hangi eylemleri ile "Yaratılış" konusundan "Ayrıldıkları" belirtilmekte ve her topluma bu şekilde "Sapmaları" nedeniyle hangi "Cezaların" verildiği, günümüzde yaşamakta olan ve "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan tüm insanlara alınması gereken "Ders" olmak üzere anlatılmaktadır.

 

Buna göre "Bütün İnsanların" Kur'an'da Peygamberler ile ilgili "Hikayelerin" üzerinde düşünülerek ders çıkarılması gereken ve eğitici nitelikte olduklarına dikkat çekilmekte ve insanların "Akıllarını" kullanarak bunlardan "İbret Almaları" gerektiği önemle hatırlatılmaktadır. Bu konuda bir örnek olarak “Kalem” suresinde bahçe sahipleri ile ilgili olarak anlatılan hikaye üzerinde düşünülebilir.

 

Biz, vaktiyle "bahçe sahipleri" ne bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. (2/17), (68/17)

Onlar istisna da etmiyorlardı. (2/18), (68/18)

Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de, (2/19) , (68/19)

Bahçe kapkara kesildi. (2/20), (68/20)

Onlar, sabah olurken birbirlerine seslendiler.  (2/21), (68/21)

 “Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsulünüzün başına gidin!” diye (2/22), (68/22)

Derken fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. (2/23), (68/23)

“Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!” diye (2/24), (68/24)

Güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler. (2/25), (68/25)

Fakat bahçeyi gördüklerinde: “Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler. (2/26), (68/26)

“Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!” (2/27), (68/27)

İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: “Ben size "Rabbinizi tesbih etsenize!" dememiş miydim?” (2/28), (68/28)

“Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz yazık etmişiz” dediler. (2/29), (68/29)

Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. (2/30), (68/30)

Şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.” (2/31), (68/31)

 “Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz Rabbimizi arzuluyoruz.” (2/32), (68/32)

İşte azap böyledir, ahiret azabı ise elbette daha büyüktür keşke bilselerdi! (2/33), (68/33)

Şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır. (2/34), (68/34)

Öyle ya teslimiyet gösterenleri günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?  (2/35), (68/35)

Size ne oluyor? ne biçim hüküm veriyorsunuz? (2/36), (68/36)

Yoksa size ait bir kitap var da onda mı okuyorsunuz? (2/37), (68/37)

Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır? (2/38), (68/38)

Yoksa, "Ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?  (2/39), (68/39)

Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?  (2/40), (68/40)

Yoksa ortakları mı var onların? sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını! (2/41), (68/41)

O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. (2/42), (68/42)

Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür, halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı. (2/43), (68/43)

 

Bahçe sahipleri ile ilgili bu öykü, insanların sadece kendilerini düşünmeleri, aşırı bencil davranmaları, elde ettiklerinin aslında "Her Şeyi Yaratan ve Her Şeyin Sahibi" olan Allah'ın izni ile olduğunu düşünmemeleri sonucunda ne tür bir sonuç ile karşılaşacakları konusunda örnek verilmekte ve bu insanlar gibi düşünen ve davranan tüm insanların bundan bir ders ve ibret almaları beklenmektedir. Burada verilen örnekte yer alan "Bahçe ve Ürünler" bu dünya ortamında insanların çıkar elde ettikleri herhangi bir konu için dikkate alınmak üzere bir sembol olarak alınmalıdır. Burada asıl olan ana fikirlerdir ve insanların iç yapılarındaki çıkarları için her şeyi göze alma dürtüsünün onları nasıl diğer insanlar arasında kibirli yaptığına işaret edilerek bu durumun aslında kendilerine nasıl zarar verdiğini ve "Akıl" kullanılarak böyle bir durumu fark edebilecekleri ve bu duruma tekrar düşmeyeceklerinin anlaşılabileceği ve insanların ancak böyle bir anlayışa ulaşılabildiğinde "İnsan Olabilecekleri" gibi hususlar tüm insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

Aynı fikir yapısında olan ve bahçelerinde çeşitli ürünler yetişen bahçe sahipleri, kimseye görünmeden ürünleri toplamaya gitmek konusunda yemin etmişlerdir. Diğer bir ifade ile kesin olarak ve sanki hiçbir şeyin bu niyetlerini durduramayacağı düşüncesi ile ve bahçede olgunlaşan ürünlerin Allah'ın izni ile geliştikleri ve bunun için Allah'a şükür etmeyi hiç akıllarına getirmeden, sanki her şey sadece kendilerinin yaptıkları ile üretmişler gibi gururlanarak, sabah ürünleri toplamak için birbirleri ile sözleşmişlerdir.

Burada insanların her zaman içerisine düştükleri bir duruma dikkatler çekilmektedir. Bir şeyi yapmayı düşünürken mutlaka Allah hatırlanmalı, onun lütfettiği imkanlar ile o işin gerçekleşmekte olduğu düşünülmeli ve Allah'a teşekkür edilerek ve bir anlamda Allah'ın izni alınarak o işe başlanmalıdır. Aksi durumda insan kendisinin her şeyi yaptığı ve her şeye muktedir olduğunu ve dolayısı ile her şeyin kendi iradesi ile gerçekleştirdiğini zannedecek ve bundan bazen kontrol dahi edemediği bir biçimde gurura kapılacaktır. İşte bu şekilde gururlanma insana hoş gelen bir büyüklük hissi kazandıracak ve bunun önüne Akıl ile geçemediği takdirde sürekli olarak Allah fikrinden uzaklaşmaya başlayacaktır. Bunun sonucu da hiçbir zaman beklediği gibi olmayacaktır.

Erişilen bu gurur hislerine teslim olan insanlar, diğer insanlardan üstün olduklarına inanacaklar ve onlar üzerinde hükmetme, onları küçük görme, dikkate almama ve hatta tarihte görüldüğü gibi onlara hayvandan daha kötü muamele yapma gibi davranış bozuklukları göstereceklerdir. Bu derece bencilliğe ulaşan ve "nefsine” teslim olan insanlar, karşılaştıkları bazı durumlarda istisna da etmeyeceklerdir.

 

Ancak, bu şekilde gurura kapılıp diğer insanlara ve özellikle ihtiyacı bulunan insanlara karşı cimrilik ve kıskançlık gösterenler hiç de ummadıkları sonuçlar ile karşılaşmaktadırlar ve karşılaşacaklardır. Bu nitelikteki insanlar karşılaştıkları beklemedikleri durumlar için öncelikle kendi yaptıkları işlemleri gözden geçirdikleri takdirde, bazı ilişkileri kendileri de görebileceklerdir.

Bir örnek olarak verilen bu durumun İnsanlar tarafından akılları ile değerlendirilmesi ve benzer şekilde bu Dünya ortamında her türlü imkanlardan yararlanıp diğer insanların haklarına tecavüz ederek kendilerine üstün bir maddi durum ve itibar sağlayıp bununla gururlanan ve bu gururun etkisi ile gittikçe daha çok hakka tecavüz ederek daha çok maddi imkân sağlayıp yolunu kaybeden insanların, zaman gelip bu ortamdan ayrılmadan önce yaptıklarını bu örnek ile karşılaştırmaları ve geleceklerinin nasıl olacağını düşünmeleri önemle hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma, örnekte verilen Dünya'daki azabın (Bahçenin durumu karşısındaki hislerin) ahiret azabı ile kıyaslandığında çok hafif kaldığı belirtilerek, oradaki pişmanlığın büyüklüğünün ifadesi ile insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

Bu şekilde elde ettikleri ile gururlanarak bulunduğu yolu doğru zannedip daha çok elde eden ve böylece kendisine zarar verecek olan gururunu daha da güçlendiren insanlardan olmayan, aklını kullanıp Allah'ın varlığını idrak eden ve işlerini ona göre yürüten ve Allah'a teslim olup O'na ibadet  eden "Takva" sahiplerinin ise, bu Dünya ortamından ayrıldıklarında "Cennet" olarak tanımlanan her şeyin bol bol bulunduğu ve iyilikle verildiği ortamlarda bulunacakları ve bu insanların Allah'ı unutup, tanımayıp kendi bildiklerince ve gururları ile yaşayarak "Günahkar" olanlarla bir tutulmayacakları tüm insanların dikkatlerine getirilmektedir. Aynı zamanda belirtilen nitelikleri taşıyan günahkâr insanlara bu durumlarını sorgulayabilmeleri için bu tutumlarını neye dayandırdıklarını bir düşünmeleri önerilmekte ve somut olarak yaptıklarını iyi gösteren, hoş gören ve hatta yaptıklarının iyi oluğunu, ne hükmederlerse mutlaka doğru olanın o olduğunu ifade eden Kıyamet'e kadar geçerli geçerli bir belgeye mi veya verilmiş bir söze mi sahip bulunduklarını düşünmeleri istenmektedir. Hz.Muhammed'e de böyle bir iddiayı kimin savunacağını sorması önerilmektedir. Böylece kendi aralarında durumlarını bir defa daha düşünebilmeleri için bir fırsat verilmektedir. Allah, kendisine teslimiyet gösterenler ile günahkarları bir tutmayacağını açık olarak bildirmekte ve günahkâr olarak tanımladığı inkâr eden insanlara güvendikleri bir ortakları varmış gibi düşündükleri ve hareket ettikleri hatırlatılarak ortaklarını açıklamaya davet etmektedir. Zira, insanın belli bir düşünce yapısına eriştiğinde yaptığı değerlendirmeler sahip olduğu bilgi ve deneyimlerinden oluşturduğu bir birikime dayanmaktadır.

 

Kur'an’ın tümünün incelenmesi ile Allah hakkında verilen delil ve öğretileri bilinçli olarak inkâr edilmesi, ancak insanın kendi bilgi birikimi ve deneyimleri ile oluşturduğu bir yapıya kendini tabi kılması ve artık bir anlamda sadece kendi düşüncelerine inanarak onları "Mutlak Doğru" olarak benimsemesi sonucunda ortaya çıkmakta ve bu kendi oluşturduğu inanç dayanağı Ayette değinilen "Ortak" niteliğini kazanmaktadır. Allah bu tür insanları "ortaklarını" açıklamaya zorlamakta ve böylece durumlarını yeniden gözden geçirebileceklerini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatma yapılırken, belli bir aşamadan sonra artık yapılacak gayretlerin işe yaramayacağı da kesin olarak insanın dikkatine getirilmektedir.

 

İnanmayanların gerçek ortamda yeniden diriltildikleri zaman "benliklerindeki" bütün "gerçekler" ortaya çıktığında, (Arapça bir deyim olarak bacakları açıldığında) Allah önünde secdeye davet edilecekleri ancak artık buna güçlerinin yetmeyeceği, onların gözleri hakarete uğramaktan (horluktan) aşağı düşmüş bir halde aşağılanacakları (zillet) ve yeryüzünde sapasağlam iken de (yaşarken) secdeye davet edilmelerine rağmen yine secde etmediklerinin onlara anlatılacağı bildirilerek insanlara bu ortamda yaşarken Ayetler ile verilen öğütlerin önemine işaret edilmektedir.

Allah, tüm insanlara gönderdiği öğüt ve önerileri öğrettiği ve hissettirdiği Hz.Muhammed'in insanların yapılan bu öğüt ve önerileri (Kur'an) dikkate almamaları karşısında üzülmesi nedeniyle burada tüm insanlar için ve bu ortamda gelecek tüm zamanlar için çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır. İnsanların yapılan öğüt ve önerileri dikkate almayıp kendi düşüncelerinin doğruluğuna kendilerini inandırmaları sonucunda, tıpkı bir bataklığa batar gibi yavaş yavaş kendilerini bekleyen kötü geleceğe gittiklerini fark edemez bir duruma geleceklerini belirtmektedir.

 

Burada önemli olan husus, insanların kendilerine en büyük armağan olarak Allah'ın verdiği "Akıl" unsurunu kullanarak ve elde ettiği bilgi birikiminin yardımı ile bu ortam ile ilgili gerçekleri, yaratılışı ve yaratanı anlayabilecek iken tamamen kendi seçimi olarak edindiği bilgi birikimini yanlış bir şekilde değerlendirip kendi doğrularını ortaya çıkarması ve artık bunlardan başka bir şeyi hiç tartışmaya bile açmamasıdır. Böyle bir durumda olan insanlar kendilerindeki nitelikleri tam olarak kavrayamamış ve gerçek doğrular yerine kendi oluşturduğu bir anlayışa inanmış olmakla fark edemedikleri büyük bir yanılgıya düşmüş olmaktadırlar. Şayet Kur'an da yer alan öğüt ve önerileri akıl ve bilgi birikimi ile yorumlayıp Yaratan ve yaratılış konularında bilgilenip Yaratan'a teslim olmak suretiyle bu durumdan kurtulabilecekleri fırsatları değerlendiremezlerse, işte o zaman fark edemedikleri bir kötü sona (Azaba) doğru doğru yavaş yavaş yaklaşmakta olacakladır ve artık kendilerine, Allah izin vermediği için, kimse yardımcı olmayacaktır.

 

Allah tüm insanlara ne kadar inkâr eden ve kendi doğrularına tapan düşüncede ve durumda olurlarsa olsunlar, bu durumdan kurtulabilecekleri fırsatlar ile karşılaşabileceklerini de hatırlatmaktadır. Bu ortamdaki yaşamlarında bu nedenle bu düşüncedeki insanlara zaman tanıdığını açıklamaktadır. İnsanların bu zaman içerisinde karşılaşabilecekleri kurtuluş fırsatlarını görüp değerlendirmeleri her an için mümkün bulunmaktadır. Tanınan bu zaman, yine Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerinde ifade edilen bir lütfudur. Yoksa Allah her türlü şüpheden uzaktır ve hiç kimsenin tanımlayamayacağı güç ve yeteneklere sahiptir ve bunları dilediği zaman ve şekilde kullanır.

 

Aşağıdaki bölümlerde bu Kavimler ve topluluklar ile ilgili olarak meydana gelen olayların yer aldığı Ayetler Kavimlere göre ayrıntılı olarak incelenmektedir. Tüm İnsanlardan bu Ayetlerin incelenmesi ile o zamanda yaşamış olan insanların sahip oldukları bilgi düzeyi çerçevesinde "Cezalandırılmak" suretiyle Allah'ı Tanımalarının ve "Gerçekleri" görmelerinin nasıl sağlandığı üzerinde düşünmeleri ve günümüz şartları ve bilgi düzeyi dikkate alınarak Allah'ın "Varlığı" ve "Tek Yaratıcı" olduğu "Gerçeğini" görmeleri beklenmektedir.

HZ.MUHAMMED ÖNCE-KAVİMLER

Hz.Muhammed'den Önceki Toplumlar (Kavimler)

                                                                                                                                              KONU BAŞLIKLARI

Kur'an’da yer alan eski toplumlara ait olaylar aslında Musa Peygamber tarafından toplumlarına anlatılan “Tevrat” içeriğinde anlatılan, daha sonra da kendisinden yaklaşık 200 yıl sonrasında İsa Peygamberin öğretilerinin “İncil” adı altında derlenmesi sırasında “Eski Ahit” olarak yer verilen “olayların” benzeridir.

Bu olayların Musa ve İsa peygamberlerden sonra nesiller boyu anlatılmasında ve "Yazılı" hale getirilmesi sırasında uğradığı değişiklikler nedeniyle Kur’an Ayetlerinde Tevrat ve İncil’de anlatılanlar aslında tüm insanlara yeniden iletilmektedir. Ancak daha da önemlisi, Kur’an Ayetlerinin bir arada ve anlam bütünlükleri gözetilerek incelenerek bu anlatılanların sadece bir "Hikaye" gibi değerlendirilmemelerinin gerektiğine işaret edilmektedir. Böylece Allah'ın ve yaratıcılığının o zamanlarda yaşamış olan insanlara nasıl anlatıldığının incelenerek bundan günümüz insanlarının ve gelecekte yaşayacak olan insanların nasıl bir anlam çıkarmaları gerektiği üzerinde "Düşünmeleri" ve ona göre Allah hakkında daha somut fikir edinmeleri beklenmektedir.

Kur'an'da Hz.Muhammed'den önce yaşadıkları belirtilen bazı toplumların sadece Ortadoğu ve Mezopotamya bölgelerinde bulundukları belirtilmekte, hüküm sürdükleri süreçte yaptıkları "hatalar" yüzünden karşılaştıkları olaylara yer verilmekte ve Nuh peygamber ve sonrasında gönderilen peygamberler tarafından yeniden doğru yolu bulmaları için yapılan "uyarılardan" ders almaları gerektiği bildirilmektedir.

Kur’an’da Hz.Muhammed'den önce bir öoğu ortadan kaldırılmış (helak edilmiş) olan ve bir kısmı da halen devam eden 15 eski topluma (kavme) işaret edilmektedir. Bu toplumlar varlıklarını sürdürdükleri muhtemel tarihlere göre;

Nuh Kavmi, Ad Kavmi, Semud Kavmi (Thamud Tribe), Ress Halkı, Nebati Krallığı (Petra), İbrahim Toplumu, Lut Kavmi, Yusuf ve Kardeşleri, Medyen (Eyke) Toplumu, Firavun Toplumu, Musa Kavmi, Karun Toplumu, Sebe Kavmi, Yunus Toplumu (Ninova), İsa Kavmi 

olarak sıralanabilir.

 

Aşağıdaki bölümlerde bu toplumlar (Kavimler) ve onlara gönderildikleri belirtilen “Peygamberleri” arasında meydana gelen olayların yer aldığı Ayetler ayrıntılı olarak incelenmektedir. Tüm İnsanlardan bu Ayetlerin o zamanda yaşamış olan insanların sahip oldukları bilgi düzeyi çerçevesinde incelemeleri, yapılan "Uyarıları" nasıl değerlendirdikleri ile Allah'ı Tanımalarının ve "Gerçekleri" görmelerinin nasıl sağlandığı üzerinde düşünmeleri ve günümüz şartları ve bilgi düzeyi dikkate alınarak Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğu "Gerçeğini" görmeleri beklenmektedir.

Nuh Kavmi

                                                                                                                                                    KONU BAŞLIKLARI

Nuh Peygamber ile ilgili Ayetlerde Allah "Allah'tan başka bir tanrı olmadığını ve sadece Allah'a kulluk etmelerini" yaşadığı topluma iletmek üzere Nuh'u peygamber (Elçi) olarak gönderdiğini bildirmektedir. Buna göre Nuh toplumunun Adem sonrasında yeryüzünde çoğalan "Akıllı İnsanların" bir bölümünü oluşturduğu ve bu toplumların, Adem ve sonrasında sadece Allah'ın "Her Şeyin Yaratıcısı" ve "Tek Yaratıcı Güç" olarak tüm "yaratılışı" gerçekleştirdiği esasına dayanan "İnanışa" sahip olmakla birlikte, en son İdris Peygamberden sonraki süreçte çeşitli etkenlere bağlı olarak Ayetlerde "Allah'ın Dini" veya "İslam" olarak tanımlanan söz konusu inançtan ayrıldıkları ve çok çeşitli inançlar edindikleri anlaşılmaktadır. 

 

Yüce Allah Hz.Muhammed'in toplumunda onun ilettiklerine karşı gelenlerin bulunduğuna işaret ederek "inanabilmeleri" için "görebilecekleri" bir "kanıt" olarak ondan kendilerine bir "mucize" göstermesini istediklerini, ancak kendilerine gösterilen mucizeye (Ayın Yarılması) rağmen inanmamakta ısrar ettiklerini ve onlardan önce Nuh toplumunun da çok sayıdaki Ayetlerde "doğru yol" olarak da tanımlanan Allah inancından ayrılmış olduğunu bir örnek olarak belirtmektedir. Buna göre Nuh'un toplumuna kendisini Allah'ın "gönderdiğini", O'na "kulluk" etmelerini, O'ndan başka bir "tanrı" bulunmadığını ve Allah'tan "sakınmadıklarını" ve Allah'a iman etmelerini bildirdiği anlatılmaktadır. Ancak toplumun önderlerinin, Nuh'un "sapıklık" içinde olduğunu, kendisinde "delilik" bulunduğunu, onlar gibi bir insan (beşer) olmaktan başka bir şey olmadığını, onlara üstün ve hâkim olmak istediğini, eğer Allah bir uyarıcı (peygamber) göndermek isteseydi muhakkak ki "melekleri" göndermesi gerekirdi şeklinde bahaneler ileri sürüp geçmişteki atalarından böyle bir şey duymadıklarını ve ona inanmadıklarını söyleyerek toplumu kendi görüşlerini kabul edip Nuh'a karşı gelmeye yönlendirdikleri belirtilmektedir.

 

Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: “O, delirdi” dediler ve zorlandı. (37/9), (54/9)

Bunun üzerine, Rabbine: “Ben yenik düştüm, bana yardım et!” diyerek yalvardı. (37/10), (54/10)

Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. (37/11), (54/11)

Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık, su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti. (37/12), (54/12)

Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik. (37/13), (54/13)

İnkâr edilmiş olana bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. (37/14), (54/14)

Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? (37/15), (54/15)

Benim azabım ve uyarılarım nasılmış! (37/16), (54/16)

Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” (39/59), (7/59)

Kavminden ileri gelenler dediler ki: “Biz seni gerçekten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz!” (39/60), (7/60)

Dedi ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.” (39/61), (7/61)

“Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan biliyorum.” (39/62), (7/62)

“Sakınıp da rahmete nâil olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir gelmesine şaştınız mı?" (39/63), (7/63)

Onu yalanladılar, biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.  (39/64), (7/64)

Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar. (47/105), (26/105)

Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: “Sakınmaz mısınız? “ (47/106), (26/106)

 “Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (47/107), (26/107)

“Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (47/108), (26/108)

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir“ (47/109), (26/109)

“Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (47/110), (26/110)

Onlar şöyle cevap verdiler: “Sana düşük seviyeli kimseler tâbi olup dururken, biz sana iman eder miyiz hiç!” (47/111), (26/111)

Nuh dedi ki: “Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur.” (47/112), (26/112)

 “Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz!” (47/113), (26/113)

“Ben iman eden kimseleri kovacak değilim.” (47/114), (26/114)

“Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (47/115), (26/115)

Dediler ki: “Ey Nuh! vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!” (47/116), (26/116)

Nuh: “Rabbim!” dedi, “Kavmim beni yalancılıkla suçladı.” (47/117), (26/117)

“Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.” (47/118), (26/118)

Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde kurtardık.  (47/119), (26/119)

Sonra da geri kalanları suda boğduk. (47/120), (26/120)

Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. (47/121), (26/121)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (47/122), (26/122)

Onlara Nuh'un haberini oku; hani o kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim durmam ve Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin." (51/71), (10/71)

"Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir ve bana Müslümanlardan olmam emrolundu." (51/72), (10/72)

Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları halifeler kıldık; ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk, bak ki uyarılanların sonu nasıl oldu! (51/73), (10/73)

Sonra onun arkasından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik, onlara mucizeler getirdiler fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi, işte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz. (51/74), (10/74)

Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik, onlara: "Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” (52/25), (11/25)

“Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size elem verici bir günün azabından korkuyorum." (52/26), (11/26)

Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz." (52/27), (11/27)

Dedi ki: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?”(52/28), (11/28)

“Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir.

Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” (52/29), (11/29)

“Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan kim korur? Düşünmüyor musunuz?” (52/30), (11/30)

“Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gödüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum." (52/31), (11/31)

Dediler ki: “Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini bize getir!” (52/32), (11/32)

Dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir ve siz âciz bırakacak değilsiniz.” (52/33), (11/33)

“Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir. Ve O'na döndürüleceksiniz." (52/34), (11/34)

Nuh'a vahyolundu ki: “Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.” (52/36), (11/36)

“Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!” (52/37), (11/37)

 

Nuh'a inanmayan toplumun ileri gelenlerinin ayrıca onu sadece kendileri gibi bir insan olarak gördüklerinin, kendilerine karşı bir üstünlüğünün bulunmadığının ve "Yalancı "olduğunun bir "delili" olarak ancak "Düşük Seviyeli" ve "Alt Tabaka" kimselerin ona inandıklarını ileri sürdüklerine de işaret edilmektedir.

 

Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik ve o: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka bir tanrı yoktur. Hâla sakınmaz mısınız?” dedi.  (74/23), (23/23)

Bunun üzerine, kavminin inkârcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."   (74/24), (23/24)

"Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım."   (74/25), (23/25)

 

Bunun üzerine Nuh'un toplumunu ikna edebilmek için onlara kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir "Elçi" olduğunu, sapık ve deli olmadığını, "Aralarından biri" olarak Allah'ın "bahsettiklerini" onlara duyurduğunu ve öğüt verdiğini ve onların bilmediklerini bildiğini, onlardan bir "Ücret" veya "Mal" istemediğini, Allah'ın bütün varlıklarına (Hazinelerine) sahip bulunmadığını, kendisinin ücretinin Allah tarafından verileceğini, "Allah'tan" korkarak kendisine itaat etmelerini, şayet bu durum onlara "Ağır" gelirse toplanıp kendisine ne yapılacağına karar vermelerini bildirdiği açıklanmaktadır.

 

Nuh'un ayrıca bir "Melek" olmadığını ve toplumda yaşayan bir "İnsan" olduğunu bildirerek kendisine inanıp "Allah'a" iman eden fakat "toplumun ileri gelenlerinin "Hor Görerek" küçümsedikleri ve beraber olmak istemedikleri kimsesiz ve güçsüz insanları "kovmayacağını" çünkü Allah'ın bu kimsesiz ve güçsüz insanlara bir "hayır vermeyeceğini" söyleyemeyeceğini, onların kalplerinde olanı Allah'ın daha iyi bildiğini, onları kovduğu takdirde gerçekten "Zalimlerden" olacağını ve Allah'ın azabına uğrayacağını ve kendisini Allah'ın azabından kimsenin koruyamayacağını, kendisinin sadece bir "Uyarıcı" olduğunu kendisine karşı çıkanlara açıkladığı ancak onların yine de Nuh'u dışladıkları anlaşılmaktadır.

 

Nuh'un bu nedenle onları bulunduğu ortamdan kovmadığı ve onlara da diğerleri gibi davrandığı, zira aksi halde kendisine Peygamberlik görevi verilmiş olmasına rağmen onları kovduğu takdirde gerçekten "Zalimlerden" olacağı bildirilerek bütün insanlardan da diğerleri ile olan ilişkilerinde bu durumu dikkate almalarının beklendiği bildirilmektedir.

 

Nuh'un toplumunu ikna edebilmek için çok çaba harcadığı ve onlarla tartışmaları sırasında kendisinin Allah'ın "Hazinelerine" sahip olmadığını, "Gaybı" bilmediğini ve bir "Melek" olmadığını açıkladığı ancak toplumunun ileri gelenlerinin Nuh'un inanmayanlar için bahsettiği azabı bir tehdit olarak değerlendirerek bir an önce bunu gerçekleştirmesini istedikleri ve böylece Nuh'a meydan okudukları; buna karşılık Nuh'un "Onu size ancak dilerse Allah getirir ve siz  âciz bırakacak değilsiniz"  diyerek Allah'ın varlığı ve gücünü anlatıp onları ikna etmeye çalıştığı açıklanmaktadır. Çabalarına rağmen onları ikna edemediğini gören Nuh'un toplumuna son olarak Allah'ın onları bu tutumları nedeniyle "Azdırmak" istemesi halinde kendisi öğüt vermek istese de bunun onlara fayda vermeyeceğini çünkü Allah'ın onların "Rabbi" olduğunu (Mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, ona ibadet edilen) ve sonuçta O'na döndürüleceklerini ilettiği bildirilmektedir.

 

Bu durumun görevini yapmasına engel olma noktasına gelmesi ve kavmi tarafından yalancılıkla suçlanması üzerine, Allah'tan kendisini ve "İnananları" kurtarması için yardım istediği bildirilmektedir.

 

Andolsun, Nuh bize yalvarıp yakardı, Biz de duayı ne güzel kabul ederiz!  (56/75), (37/75)

Kendisini ve ailesini büyük felâketten kurtardık.  (56/76), (37/76)

“Rabbim!” dedi, “Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!”  (74/26), (23/26)

 

Yüce Allah içinde bulunduğu bu durum nedeniyle ümitsizliğe düşen Nuh'a, "gözetiminde" ve bildirdiği şekilde gemiyi yapmasını. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki ailesini gemiye almasını, Kendisine inanmayarak "zulmetmiş" olanlar konusunda hiç yalvarmamasını, zira onların kesinlikle boğulacaklarını bildirdiğini açıklamaktadır.

 

Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: “Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.” (74/27), (23/27)

“Sen, yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.” (74/28), (23/28)

“Ve de ki: “Rabbim! Beni bereketli bir yere indir. Sen, iskân edenlerin en hayırlısısın.” (74/29), (23/29)

Şüphesiz bunda birtakım ibretler vardır, hakikaten biz deneriz.  (74/30), (23/30)

 

Yüce Allah yapılan "uyarıları" dikkate alarak "Kendisine" inanmış olanlardan başkasının inatlarına ve kibirlerine kapılarak artık asla inanmayacaklarını, o nedenle Nuh'un onların bu durumları nedeniyle üzülmemesini, onlar hakkında artık bir şey söylememesini çünkü nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtığını, yeryüzünde kaynaklar fışkırttığını, böylece "takdir etmiş" olduğu bir işin olması için suları birleştirdiğini ve onları suda boğulmaları "kararını" verdiğini bildirmektedir. Yüce Allah böylece azabından kurtardığı Nuh'a yanındakiler ile birlikte gemiye yerleştiklerinde "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" diyerek "şükür" etmesini ve Allah'ın "iskân edenlerin en hayırlısı" olduğunu söyleyerek kendilerini bereketli bir yere indirmesi için Allah'a dua etmesini öğütlemektedir.

 

Yüce Allah Nuh'un peygamberliği ile ilgili olarak ayrıca, onun 950 yıl yaşadığını, bu kadar zaman geçmesine rağmen sonunda toplumunun inanmamakta devam ederek "zulümlerini" sürdürürken önüne geçilemeyen su baskınlarının (tufan) onları "yakaladığını", fakat Nuh'u ve onun gemiye aldıklarını bu tufandan kurtardığını ve bu olayı iman ve inancın önemi açısından bütün insanlara (âlemlere) ders olmak üzere gerçekleştirdiğini belirtilmektedir.

 

Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı, sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.( 85/14),  (29/14)

Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık. (85/15), (29/15)

 

Burada bütün insanlara Nuh ve toplumunun başından geçenlerde birtakım dersler (ibretler) bulunduğuna dikkat çekilerek Allah'ın insanları bunlarla denediği ve insanların da bunlar üzerinde düşünerek davranış ve kararlarını ona göre "düzenlemeleri" için kendilerini sınamaları hatırlatılmaktadır. Örneğin, yapılan öğüt, öneri ve uyarılara kibirlenerek ve bilerek (inadına) inanmamakta ısrar edenlerin Allah'a "hasım" haline dönüştükleri ve bu durumda olanlar için verilen "kararın" artık kesin ve değişmez olduğu bildirilmektedir. Buna göre İnsanların kibirlerini bir kenara bırakıp "inatlaşmadan" vaz geçerek "Yaratılış" ve "Tek Yaratan" ile ilgili olarak sahip oldukları bilgilerini gözden geçirmek suretiyle "Akıllarını" işleterek kendilerini "sınamaları" ve bu konulardaki düşüncelerini ona göre yeniden değerlendirmeleri, doğru yola ulaşabilmeleri için hala bir "ümit" olduğunu göstermektedir.

 

Bir diğer "sınama" konusu da karşılaşılan herhangi bir "sıkıntı" karşısında telaşa ve isyana kapılmadan bunların neden meydana gelmiş olabileceği üzerinde "düşünmeleri" ve    olarak özetlenebilir. Bu durumun ancak "Akıl" işletilerek "fark edilebileceği" unutulmamalı ve karşılaşılan zorluklar ve sıkıntıların "Allah'ın Düzeni" gereğince gelişen olaylardan ibaret olduğu ve bunlardan çıkılmasının da yine aynı olaylar ile mümkün olduğu "kabul edilmelidir. Böylece selamete ulaşıldığında (kurtulduğunda) ise, "Akıllarını" kullanabildikleri için ve Allah'ın lütfettiği ve Nuh'a önerildiği gibi "Bizi kurtaran Allah'a hamdolsun" diyerek sıkıntıdan kurtulmalarını sağlayan Allah'ı "yüceltmelerinin" ve Allah'a "şükretmelerinin" gerektiği bütün insanlara bildirilmektedir.

 

Nuh'un kendisinden istendiği gibi "Gemiyi" yapması sırasında kendisi ile alay edilmesi üzerine yaptığı işte destek olmak üzere onlara sonuçta kendisinin onlarla alay edeceğinin ve "Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceklerini" onlara iletmesinin "Öğütlendiği" bildirilmektedir.

 

Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı, dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!” (52/38), (11/38)

“Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." (52/39), (11/39)

Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: "Her birinden iki eş ile - aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında - aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti. (52/40), (11/40)

Dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (52/41), (11/41)

Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu, Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: “Yavrucuğum! bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma!”  diye seslendi. (52/42), (11/42)

Oğlu: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. "Bugün Allah'ın emrinden merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. (52/43), (11/43)

"Ey yer suyunu yut! Ve ey gök tut!" denildi, su çekildi: iş bitirildi; Cûdî üzerine yerleşti ve: "O zalimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi. (52/44), (11/44)

Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." (52/45), (11/45)

Allah buyurdu ki: “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (52/46), (11/46)

Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!” (52/47), (11/47)

Denildi ki: “Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle in! Kendilerini faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (52/48), (11/48)

İşte bunlar sana vahiy ettiğimiz gayb haberlerindendir, bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin; o halde sabret çünkü iyi sonuç sakınanlarındır. (52/49), (11/49)

Nihayet ötekileri suda boğduk.   (56/82), (37/82)

 

Sular yükselmeye başladığında Nuh'a canlılardan her birinde iki eş ile inanmayanlar dışında ailesinin ve zaten çok az sayıda olan inananların "Gemiye" bindirmesinin vahiy edildiği açıklanmaktadır. Bu geminin yüzdürülmesinin ve "Durmasının" çok bağışlayan ve esirgeyen Allah'ın "Adıyla" yani Allah'ın "İlmi" ile olduğu hatırlatılmaktadır.

 

Böylece Nuh'un ve ona "İnanan" insanların yeni bir "Başlangıç" için "Tahtalardan yapılmış çivilerle çakılmış gemiye bindirilerek" kurtarıldıkları, onları yeryüzünde "Halifeler" kılınarak soylarının devamının sağlandığı, geride kalan "İnkâr Eden" insanların ise suda boğuldukları, bu sırada Nuh'un "Kafirlerle" beraber olmamasını ve gemiye binmesini söylemesine ve "Bugün Allah'ın emrinden merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" diyerek uyarmasına rağmen ona karşı gelerek gemiye binmeyen oğlunun da boğulanlar arasında olduğu anlatılmaktadır. Nuh'un daha sonra Allah'ın vaadinin "Hak" olduğunu ve hakimlerin hakimi olduğunu söyleyerek "Aileden" olması nedeniyle oğlunun bağışlanması için Allah'a yalvardığı belirtilmekte ancak kendisine onun "İnkar Etmekle" kötü bir iş yaptığını, bu nedenle asla onun ailesinden olamayacağını ve hakkında bilgisi olmayan bir şeyi istememesini ve böylece "Cahillerden" olmamasının kendisine hatırlatıldığı anlatılmaktadır. Nuh'un Allah'tan bu isteği nedeniyle bağışlanması için dua etmesi üzerine görevine devam ettiği anlaşılmaktadır.

 

Allah'ın iradesi ve takdiri ile suların yeraltına çekilmesi ve yağmurun durması sonucunda geminin "Cudi" dağına oturduğuna işaret edilmekte ve bu olayın gerçekliğinin ve Allah'ın "Uyarılarına" karşı gelenlere uyguladığı "Azabın" bir "Delili" olarak ve "Ders" alınması için orada "Bırakıldığı" açıklamaktadır. Günümüzde bilimsel yöntemlerden yararlanılarak bu gemiye ait kalıntıları halen araştırılmaktadır.

 

Yüce Allah bu olaydan sonra Nuh'a ve onunla beraber olanlara "Selam" ederek bereketlerle yaşamak üzere gemiden inmelerini bildirmektedir. Ancak kendilerini dünyada faydalandıracağı sonra da (Yine yoldan çıkarak inkâr etmeleri yüzünden) kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetlerin de olacağı bildirilmektedir.

Bu arada Hz.Muhammed'e kendisinin ve toplumunun  "Haberdar" olmadığı ve bir bilgisinin bulunmadığı bu olayların anlatıldığı ve "Sabrederek" ve "Sakınarak" görevinde "İyi" bir sonuca ulaşacağı hatırlatılmaktadır.

 

Burada günümüzde yaşayan ve gelecekte de yaşayacak olan bütün insanlara bazı "Uyarılar" yapılmaktadır. Yukarıda genel açıklamalar bölümünde açıklandığı gibi, Ayetlerde anlatılan bu ve benzer "Hikayelerin" hiçbir zaman sadece bir hikâye olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir. Bu Ayetlerde yer alanların da ancak insanlık "Alemleri" için bir "İbret" olduğu (ders alınması gerektiği) açıkça belirtilmektedir.

 

Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık. (85/15), (29/15)

 

Buna göre Allah'a ve Allah'ın bütün insanlara Ayetleri ile "İletmiş" olduğu "Gerçeklere" inanmayan ve onlarla "Alay Eden" İnsanların öncelikle "Neyi" alaya aldıkları hakkında önemle düşünmeleri gerekir. Bu ortamın yapısı, koşulları ve niteliklerine dair "sahip oldukları” ve tamamı "Maddeye" dayalı bilgilere dayanarak her şeyi bunlar ile açıklamaya çalışan ve bu bilgilerine güvenerek "Kibirlenen" insanların, "Akıllarını" kullanarak Ayetlerde değinilen ve "Madde" yapısının oluşumunu gerçekleştiren "Diğer" yapılar ve "Unsurlar" hakkındaki "Bilgileri" de dikkatle fark edip incelemeleri gerekmektedir.

 

Bunları yapmayıp Ayetlerle ve (tam olarak bilgi sahibi olmasalar da) Ayetlerin gerçek olduklarına inanan "İnsanlarla" alay edilmesi halinde, "Kendilerini Rezil Edecek" bir azaba uğramalarına yol açabileceklerini dikkate almaları bu sebeple bir defa daha "İhtar" edilmekte ve bütün insanlardan bu ihtarı ciddiye alarak yaşamlarını ve kararlarını ona göre yeniden düşünmeleri beklenmektedir.

Bu durum kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilenler açısından çok daha fazla önem taşımaktadır. Bu yöneticilerin Ayetlerin hükümlerini kendi "Çıkarlarına" göre yorumlayıp samimiyetle inanan (Takva Sahibi) insanları buna göre "Zorla" yönlendirmelerinin, onlarla "Alay" edilmesi ve onlara bu şekilde "Zulüm" edilmesi olduğunu anlamaları ve durumlarını buna göre düzeltmeleri gerekmektedir. Yine bu Ayetlerden yola çıkılarak güç sahiplerinden "Hak Edilmeyen" bir şeyin istenmesinin doğru olmadığı insanlara anlatılmaktadır.

 

Bir başka husus da bazı Kur'an Ayetlerinde yer alan ve günlük yaşantımız açısından imkânsız olarak görülen ve "Mucize" olarak tanımlanan olayların hemen dışlanmamaları ve sahip olduğumuz bilgiler çerçevesinde üzerlerinde durularak nasıl gerçekleşmiş olabileceklerinin araştırılmalarının gerekli olduğudur. Böylece insan yaşamını kolaylaştıracak bazı yeni uygulamalara ulaşılabileceği hatırlanmalıdır.

 

Nuh döneminden sonra insanlara gönderilen diğer çok sayıda "Uyarıcı" peygamberlerin de kendi toplumlarına "Mucizeler" getirdikleri ancak bu toplumlarda da birçoğunun Nuh zamanında yaşamış olan insanlar açısından son derece etkileyici ve "Korkutucu" olmasına rağmen bu olaya ve kendilerine iletilen "Yaratıcı" ve "Yaratılış" ile ilgili "Gerçeklere" inat ile "Kibirlenerek" inanmayanların ve "Hadlerini Aşanların" hislerinin körleştirildiği, kalplerinin "Mühürlendiği" ve "İnanmamaya" devam etmelerinin sağlandığı bir "Ders" olarak bütün insanlara bildirilmektedir.

 

Bu tür Ayetler incelenirken anlatılan "Olağanüstü" olayların yukarıda belirtildiği gibi, tüm "Yaratılışı" yürütmekte olan muhteşem "Yaratıcı" gücün insanlara öğüt vermek üzere "Atom Altı Parçacıkların" bünyelerine "Yansıtılmış İradesi" ile madde yapılarını değiştirdiğinin veya bu durumları algı olarak gerçekleştirdiğinin üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Buna göre anlatılan olayın "Aynen" gerçekleştiğinin kabul edilmesi ve Allah'ın mutlak galip ve engin merhamet sahibi olduğunun kabul edilerek bu olaydan "Ders" alınması beklenmektedir. Ayetlerde "Yaratan" ve "Yaratılanlar" arasındaki ilişkiler ile "Yaratılış" konularında "Büyük" dersler bulunduğuna ve bunlardan "Ders" alınması gerektiğine ve buna rağmen insanların çoğunun bunlardan ders almadıklarına işaret edilerek bu durum üzerinde düşünülmesi istenilmektedir.

 

Toplumunu kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce uyarması için Nuh'un kendi kavmine gönderildiği, ancak toplumunun Nuh'a karşı gelerek malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan "güçlü kimselere" uymaları nedeniyle cezalandırıldıkları Ayetlerde bir defa daha hatırlatılmaktadır. Bu uyarılar ile aslında bütün insanlara Nuh toplumuna yapılan hatırlatmalar üzerinde düşünerek "durumlarını" değerlendirmeleri önerilmektedir.

 

Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik.  (71/1), (71/1)

Nuh şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüpheniz olmasın ki, ben sizi, "Allah'a kulluk edin; O'na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin" diyerek apaçık uyaran bir kimseyim."  (71/2), (71/2)

"Bilinmeli ki Allah'ın tayin ettiği vade gelince, artık o ertelenmez."  (71/3), (71/3)

"Keşke bilseydiniz!”  (71/4), (71/4)

“Rabbim!” dedi, “Doğrusu ben kavmimi gece gündüz davet ettim;”  (71/5), (71/5)

“Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı.”  (71/6), (71/6)

“Gerçekten de günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.”  (71/7), (71/7)

“Sonra, ben kendilerine haykırarak davette bulundum.”  (71/8), (71/8)

 “Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.”  (71/9), (71/9)

“Dedim ki: “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.””  (71/10), (71/10)

"Üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,” (71/11), (71/11)

“Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.”  (71/12), (71/12)

“Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?”  (71/13), (71/13)

“Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.”  (71/14), (71/14)

“Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış!”  (71/15), (71/15)

“Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır.”  (71/16), (71/16)

“Allah, sizi de yerden ot gibi bitirmiştir.”  (71/17), (71/17)

“Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır.”  (71/18), (71/18)

“Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.”  (71/19), (71/19)

“Onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye" (71/20), (71/20)

Nuh: “Rabbim!” dedi. “Doğrusu bunlar bana karşı geldiler de malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan kimseye uydular.”  (71/21), (71/21)

“Bunlar da büyük hileler, büyük desiseler kurdular!”  (71/22), (71/22)

“Ve dediler ki: “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!””  (71/23), (71/23)

“Onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır!”  (71/24), (71/24)

Bunlar, günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular ve o zaman Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.   (71/25), (71/25)

Nuh: "Rabbim!” dedi, “Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!"   (71/26), (71/26)

"Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız, nankör doğururlar."   (71/27), (71/27)

"Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır."  (71/28), (71/28)

 

Adem ve eşinin bu Dünya ortamında yaşamaya başlamalarından sonra onlara bildirmiş olduğu "Doğru Yol" öğretilerinin ilerleyen zamanlarda değişikliklere uğraması ve insanların Şeytan'ın insanların “Ruh yapılarına” Allah'ın "izni" ile eklediği duygu ve dürtülerin etkisiyle "nefslerine" uyarak kendilerine öğretilenlerden ve "Yaratıcı" fikrinden uzaklaştıkları anlaşılmaktadır. Yüce Allah, o sırada muhtemelen en yoğun insan topluluğu olan Nuh toplumunun da yaşamlarında onlardan beklendiği gibi "doğru yol" üzerinde olmaması yüzünden onların "uyarılmasının "gerektiğini takdir ettiğini ve kendilerine yakıcı bir "azap" gelmeden önce kavmini (toplumunu) uyarması için Nuh'u kendi kavmine gönderdiğini bildirmektedir. Böylece iman edenlerin kurtuluşa erdikleri ve "inkarda" devam eden ve "keyiflerine göre" yaşam sürenlerin ise bu ortamdaki ve ölüm sonrasındaki yaşamlarında "ceza" görecekleri Nuh toplumuna bildirilmekte ve aynı zamanda bu toplumdan sonra gelecek insanlara da "uyarılar" yapılmaktadır.

 

Allah, Nuh'un toplumuna yaptığı "uyarılarda" onlar ile olan tartışmalarını açıklamakta ve sonuçta "çaresiz" kalması nedeniyle bu toplumdan kendisine inanmış az sayıdaki insanların cezadan kurtarıldıklarını Ayetlerinde bütün insanlara anlatmaktadır. Öncelikle Nuh'un toplumuna Allah'a kulluk etmeleri, O'na karşı gelmekten sakınmaları ve kendisine itaat etmeleri için apaçık uyaran bir kimse olarak Allah'ın kendisini gönderdiğini, Allah ancak bu durumda bir kısım günahlarını bağışlayacağını ve belli bir vadeye kadar ayıplamadan yaşatacağını (tehir) onlara ileterek Peygamberliğini açıkladığı bildirilmektedir.

 

Nuh tarafından toplumuna iletilen bu öğüt ve önerilerin aslında bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak bütün "Akıllı" insanlar için de bir "yol gösterici" olarak düşünülmesi gerekmektedir. Buna göre, insanlardan Akıllarını kullanarak ve sahip oldukları tüm bilgilerden yararlanarak "muhteşem" ve "benzeri" bulunmayan "Güç" olan Allah'ı anlamaya çalışmaları, anladıklarında Allah'a teslim olarak O'na "kulluk" etmeleri, O'na karşı gelmekten sakınmaları ve kendilerine gönderilmiş olan Peygamberlere ve onların bildirdikleri "gerçeklere" itaat etmeleri beklenmekte ve ancak bu durumda Allah'ın insanların kaçınılmaz olarak işledikleri bir kısım "günahlarını "bağışlayacağına" ve belli bir vadeye kadar "kınamadan ve ayıplamadan" yaşatacağına (tehir edeceğine) işaret edilmektedir. Bu anlamda çok önemli bir husus olarak da Allah, tayin ettiği vade gelince artık onun (ölümün) ertelenmeyeceğinin bilinmesi gerektiğine dikkat çekerek (keşke bilseydiniz) insanları sonradan pişman olmamaları için uyarmaktadır.

 

Ayetlerde insanları "uyarmak" üzere Peygamber olarak seçilmiş ve görevlendirilmiş olan Nuh'un toplumunu Allah'a, Allah'ın "Yarattıklarına" ve Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu "anlamaları" için ikna etmek ve onları "imana" davet" etmek için gösterdiği çabalar açıklanmaktadır. Buna göre Nuh'un toplumuna "iman etmelerini" ve Allah'tan "bağışlanmalarını" istemelerini çünkü Allah'ın çok bağışlayıcı olduğunu, şayet bağışlanmalarını dilerlerse Allah'ın lütufları ile refah ve varlıklarının çoğalacağını ilettiği bildirilmektedir. Öte yandan toplumunun bütün bunlara rağmen "kibirlerine" yenilerek Allah'a büyüklük yakıştıramadıklarına işaret edilmekte ve onlara Allah'ın "Büyüklüğü" ve "Yaratıcılığı" ile ilgili olarak Allah'ın insanları türlü aşamalardan geçirerek yaratmış olduğu, "Yedi Gök" olarak tanımlanan Evren Ortamını oluşturan bütün unsurları (Galaksiler, Yıldızlar, Nebulalar, Güneş Sistemi ve Dünya) birbirleriyle uyumlu (Ahenktar) olarak yarattığı, onların içinde Güneşi ışık kaynağı ve Ayı da ışığı yansıtan olarak yaptığını örnek olarak hatırlatılmaktadır. Burada ve diğer çok sayıdaki Ayetlerde geçen "yedi gök" deyiminin Arapça dilinin bir özelliği olarak "çokluğu" anlatmak için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre "Gökler ve Yer" olarak da ifade edilen "Evren" bünyesinde bulunan "Galaksiler" ve bunları oluşturan bütün madde yapıları ile (Yer) onları çevreleyen uzay boşluğundan "çok sayıda" bulunduğu (Yedi Gök) ve birbirleri ile uyum içinde (Ahenktar) oldukları açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah, Nuh Peygambere ilettiği vahiyleri toplumuna iletirken verdiği bir başka örnekte, insanları "yerden ot gibi bitirdiğine", ölümleri sonrasında "Kıyamet" ortamında yeniden "diriliş" aşamasında yeniden "topraktan çıkarılacaklarına" dikkat çekmekte ve yeryüzünü insanların "bütün" ihtiyaçlarını ve gereksinimlerini karşılamak için yararlanabilecekleri "her türlü nimetinin" onlara sunulduğu "geniş yollar edinip dolaşabilecekleri" bir "sergi" yaptığını bütün insanlara açıklamaktadır.

 

İlk zamanlarda insanların hayatta kalmak için yeryüzünde "dolaşarak" barınma ve beslenmelerini sağlamak üzere "arayışlar" içinde oldukları ve "Akıllarını" kullanarak bunlara "çözüm" ürettikleri elde edilen kalıntı ve belgelerden anlaşılmaktadır. Bu arayışlar, insanların zamanla giderek artan bilgilerini kullanmalarında da gelişme gösterip yerleşik toplumlar oluşturmaları ile edindikleri bilgileri derleyerek "bilgi birikimlerini" geliştirmeleri sayesinde yararlandıkları "nimetleri" nitelik ve nicelik olarak çeşitlendirmişlerdir. Bu "arayışlar" sahip olunan bilgi birikiminin artışı ile uyumlu olarak bu ortamın sona ereceği zamana kadar artarak devam edecektir. Buna göre Allah'ın yeryüzünü insanlar için yaratmış olduğu bu "sergide" şu anda bilinmeyen veya anlaşılmayan daha pek çok sayıda insanların yararlanacakları şeylerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

 

Burada insanın ilk yaratılışı ve yeryüzünde ortaya çıkışı ile ilgili bir işaret verilmektedir. Buna göre insanın "gerçek ortamdaki" ilk yaratılışının yerden ot gibi çıkarılarak (bitirdiği) gerçekleştiğine işaret edilmektedir. Buna göre insanın ilk yaratıldığı gerçek ortamın (Arş) toprak, su, çamur yapısının bulunduğu ve yeryüzünün yapısının da bu yapının bir "benzeri" olduğu sonucuna varılmaktadır.

 

Ancak, yaratılan ilk insanların vücut yapılarının ve şeklinin yaratıldıkları ortama ve bulundukları Cennet ortamındaki yaşam koşullarına "uygun" bir nitelikte olduğu ve orada "çoğalacaklarına" dair bilgi verilmediği, bu nedenle de Cennet'te "üremelerini" sağlamak üzere bildiğimiz anlamda "cinsel" yapılarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre bu Dünya ortamda bildiğimiz (kullandığımız) beden şeklinin ve yapısal özelliklerinin (moleküler yapı) ilk yaratılan insanların “Gerçek Ortamdaki” beden yapıları ile tamamen "aynı" olmadığı fakat bir “benzeri” olduğu söylenebilir.

 

Bu varsayıma göre bu “yeryüzü” ortamının da insanın ilk yaratıldığı “Gerçek Ortamın” bir “benzeri” olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir ifade ile insanlar bu yeryüzü ortamdaki yaşamlarından sonra yaşadıkları bu ortamın “benzetildiği” Ahiret ortamlarında (Gerçek Ortamda) ve bu yeryüzü ortamındaki yapılarının “benzetildiği” Gerçek Ortamdaki “beden yapılarında” yeniden diriltilecekleri düşünülebilir. Böylece Ahiret ortamlarında (Gerçek Ortamda) yeniden diriltildiklerinde insanların bildiğimiz anlamda "cinsel" yapılarının bulunmayacağı ve “cinsel faaliyetlerinin” olmayacağı anlaşılmaktadır.  Bu konuda "İlk İnsanın Yaratılışı" bölümünde ayrıca açıklama bulunmaktadır.

 

Nuh'un, toplumunun kendisine karşı gelerek verdiği öğütlerini dinlenmediklerini, hile yapıp tuzaklar kurduklarını, tapınmakta oldukları "ilahları" bırakmamalarını aralarında konuşup diğerlerini de "saptırdıklarını" Allah'a bildirip onları "şikayet" ederek O'ndan bu zalimlerin şaşkınlıklarını arttırmasını dilediği anlatılmaktadır. Yüce Allah bu yüzden onun duasını kabul ettiğini böylece onu gerçekten "fena" olan ve Ayetlerini inkâr eden kavimden koruduğunu, kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük "sıkıntıdan" kurtardığını, bu yüzden Nuh toplumunun topunu birden suya gömdüğünü (suda boğulduklarını) öldüklerinde de (ardından) ateşe sokulduklarını (cezalandırıldıklarını) ve o zaman Allah'a karşı bir "yardımcı" bulamadıklarını açıklamaktadır.

 

Daha önce Nuh da dua etmiş, biz onun duasını kabul etmiştik, böylece, kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. (73/76), (21/76)

Onu, ayetlerimizi inkar eden kavimden koruduk, gerçekten onlar, fena bir kavim idi; bu yüzden topunu birden (suya) gömdük. (73/77), (21/77)

 

Nuh gelecekteki insanların selameti ve kurtuluşa ulaşabilmeleri için yeryüzünde inanmayanlardan (kafirler) hiç kimseyi bırakmamasını Allah'tan dilemektedir. Çünkü onları bıraktığında İnkâr eden kafirlerin Allah'ın inanan kullarını saptıracaklarından ve ahlaksız, nankör insanlar yetiştireceklerinden endişe etmekte ve insanların yeryüzünde huzurla yaşamaları için Allah'tan bütün insanları doğru yola ulaştırmasını talep etmektedir. Nuh'un bu dileğinin gerçekleşmesi ve sapmış, ahlaksız ve nankör (kafirler) hiç kimse kalmaması halinde insanların "huzur" içinde yaşamaları mümkün olsa da Allah bu "sonsuz huzur" ortamını sadece Şeytan (Nefsleri) ile "mücadele" ederek ve "akıllarını kullanarak" Allah'ı anlayan ve O'nu tanıyarak O'na teslim olan "İnsanlara" bir "ödül" olarak Cennet ortamlarında vereceğini çok sayıdaki Ayetlerinde bildirmektedir.

 

Nuh Peygamberin toplumuna ilettiği hususlar ondan sonra yaşamış ve bu ortam sona erinceye kadar yaşayacak bütün insanlar için de bir öğüt ve uyarı niteliğindedir. İnsanlar Akıllarını kullanıp Ayetlerde belirtilen konuları bilgi birikimlerinden yararlanarak merak edip incelemeleri için yönlendirilmektedirler. Böylece edindikleri her yeni bilginin biriktirilip ortaklaşa kullanılması "Akıllı" insanların "Yaratılış" ve Tek Yaratıcı ile ilgili "gerçekleri" anlamalarını sağlayacaktır. Bu nedenle insanlardan samimiyetle "Yaratılış" ve "Yaratan Tek Güç" olan Allah'ı anlamaya yönelmeleri ve bu konuda tek ve en doğru kaynağın ancak ve sadece "Kur'an" olduğunu unutmamaları beklenmektedir.

 

Ayetlerde Nuh'un kendisine karşı gelerek malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan "güçlü kimseler" tarafından Ved, Suvâ, Yeğûs, Ye'ûk ve Nesr olarak değinilen "ilahların" bırakmamalarını topluma telkin ettikleri bildirilmektedir.

Bu konuda Diyanet Tefsirinde şu özet açıklama bulunmaktadır.

 

"Buna göre sâlih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hâtıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği sâlih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır. Kaynaklar bu heykellerin Câhiliye dönemi Arapları’nın da tanrıları arasında yer aldığını kaydetmektedir."

Nûh Suresi 23. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

Bu açıklama, günümüzde bazı insanların geçmiş atalarını "kutsallaştırıp" onlara "tapınmayı" bir "ibadet" sayan "inanışlarının" kaynağı olabileceğini düşündürmektedir. Zira, bütün inanışların Adem ve “Kabiller” olarak adlandırılan insanlara gönderildiği belirtilen İdris peygamber sonrasında insanların zamanla kendilerini "uyaran" peygamberlerin öğretilerini unutarak kendi düşüncelerine daha çok önem verip onlara inanma yolunu tercih etmeleri ile, kendilerine bildirilen “asıl gerçeklerin” değiştirildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle günümüzde bu anlamda bu ortamın sona ereceği zamana kadar yaşayacak olan ve çok sayıda "çeşitlilik" gösteren "inanışlara" sahip olan bütün insanlardan, onlara en son olarak "gönderilmiş" olan "Ayetleri" okuyup "Yaratılış" ve "Tek Yaratıcı" ile ilgili "gerçekleri" anlamaya çalışmaları beklenmektedir.

NUH KAVMİ
AD KAVMİ

Ad Kavmi

                                                                                                                                               KONU BAŞLIKLARI

Nuh peygamberden (MÖ 3500) tahminen sekiz yüz sene sonra günümüzden yaklaşık 4.700 yıl önce Yemen, Aden ve Ummân arasındaki bölgede yaşamış olan bu toplum (Kavim) Nuh’un torunlarından olan Ad'ın ismi ile bilinmektedir. Ad kavimin Arabistan yarımadasına ilk yerleşen toplumlardan olduğu belirtilmektedir.

http://www.islamveihsan.com/ad-kavminin-ozellikleri.html

AD - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Ayetlerde Ad kavminin Nûh Tufan’ından sonra inançlarını inkâr ederek putperestliğe dönen ilk kavim olduğu, zamanla elde ettikleri zenginlik nedeniyle "Kibre" kapılarak sefahat (İrem Bağları) içinde yaşadıkları, fitne ve fesada düştükleri, Allâh'ın Dininden uzaklaştıkları, Nûh Tufanının dehşet ve nedenini (hikmetini) düşünmeyip iyice dünyaya daldıkları, elde ettiklerinin çokluğuna bakarak aldandıkları ve bunlara bağlı olarak sonuçta cezalandırıldıkları açıklanmaktadır.

 

Ad kavmi yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış. (37/18), (54/18)

Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik. (37/19), (54/19)

O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. (37/20), (54/20)

Nasılmış benim azabım ve uyarılarım! (37/21), (54/21)

Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu? (37/22), (54/22)

Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u. O dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin Allah'ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?" (39/65), (7/65)

Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: “Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz.” (39/66), (7/66)

"Ey kavmim!” dedi, “ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim.” (39/67), (7/67)

“Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”  (39/68), (7/68)

“Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz." (39/69), (7/69)

Dediler ki: “Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini bize getir.” (39/70), (7/70)

Dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" (39/71), (7/71)

Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik. (39/72), (7/72)

Ad kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. (47/123), (26/123)

Kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: “Sakınmaz mısınız?” (47/124), (26/124)

“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (47/125), (26/125)

“Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (47/126), (26/126)

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (47/127), (26/127)

“Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz?” (47/128), (26/128)

“Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” (47/129), (26/129)

“Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?” (47/130), (26/130)

“Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (47/131), (26/131)

“Bildiğiniz şeyleri size veren" (47/132), (26/132)

"Size davarlar, oğullar, bağlar veren" (47/133), (26/133)

"Pınarlar ihsan eden den sakının.” (47/134), (26/134)

“Doğrusu sizin hakkınızda muazzam bir günün azabından endişe ediyorum.” (47/135), (26/135)

Şöyle dediler: “Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir.” (47/136), (26/136)

“Bu, öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir.” (47/137), (26/130)

“Biz azaba uğratılacak da değiliz.” (47/138), (26/138)

Böylece onu yalancılıkla suçladılar; biz de kendilerini helâk ettik. Doğrusu bunda büyük bir ibret vardır; ama çokları iman etmezler. (47/139), (26/139)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (47/140), (26/140)

Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin Allah'tan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.” (52/50), (11/50)

“Ey kavmim! Ben, ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?” (52/51), (11/51)

“Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tövbe edin ki, üzerinize göğü bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek yüz çevirmeyin.” (52/52), (11/52)

Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.” (52/53), (11/53)

“Biz "Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz!” Dedi ki: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım." (52/54), (11/54)

"O'ndan başka. Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!" (52/55), (11/55)

"Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır." (52/56), (11/56)

"Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni size bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetendir." (52/57), (11/57)

Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik. (52/58), (11/58)

İşte Ad. Rablerinin ayetlerini inkâr ettiler, Allah'ın peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular. (52/59), (11/59)

Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular, biliniz ki, Ad Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı. (52/60), (11/60)

Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Bizden daha kuvvetli kim var?” dediler, onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? onlar bizim ayetlerimizi inkâr ediyorlardı. (61/15), (41/15)

Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik, ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir; onlara yardım da edilmez. (61/16), (41/16)

Ad kavminin kardeşini an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum” demişti.  (66/21), (46/21)

"Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Haydi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.   (66/22), (46/22)

Hûd da: “Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi duyuruyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum” dedi.  (66/23), (46/23)

Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce: “Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur” dediler; hayır! o, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir, içinde acı azap bulunan bir rüzgârdır!   (66/24), (46/24)

O, Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder, nitekim onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu; işte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız.   (66/25), (46/25)

Andolsun ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştik, kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik, fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda sağlamadı zira bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlardı alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.  (66/26), (46/26)

Andolsun biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik, belki doğru yola dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık.   (66/27), (46/27)

Allah'tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine yardım etselerdi ya! hayır, onları bırakıp gittiler bu onların yalanı ve uydurup durdukları şeydir.   (66/28), (46/28)

 

Allah doğru yoldan ayrılmaları üzerine Hûd Peygamberi (Eski belgelerde Heber, Eber, Ever olarak da anılmaktadır) Ad kavmine gönderdiğini, Hûd Peygamberin toplumuna hitaben onlardan bir ücret istemediğini, ücretinin onu yaratandan başkasına ait olmadığını, Allah'tan bağışlanma dilemeleri ve sonra da O'na tövbe etmeleri gerektiğini, böylece Allah'ın bereketli yağmuru bol bol göndereceğini ve kuvvetlerine kuvvet katacağını ve Allah'tan yüz çevirerek günaha girmemelerini bildirdiğini ve "Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?" diye sorup onları doğru yola döndürmeye çalıştığını açıklamaktadır.

 

Hûd'un toplumuna Allah tarafından gönderilmiş "Güvenilir" bir elçi olduğunu, Allah'a karşı gelmekten sakınmalarını, bunun için toplumdan bir ücret istemediğini, bu işin karşılığının ancak "Alemlerin Rabbi" olan Allah tarafından verileceğini iletilmesi ve ayrıca toplumunu  her yüksek yere bir alâmet dikerek eğlenmelerinin, bu Dünya'da temelli kalacaklarını ümit ederek sağlam yapılar edinmelerinin ve "Zorbalık" yapmalarının boşuna olduğunu belirterek onları muazzam bir günün azabı ile uyardığı anlatılmaktadır.

 

Ancak Ad toplumunun Hûd'ın "açık bir mucize getirmediğini" bahane ederek kendilerine ilettiklerine inanmayıp ona karşı gelmeleri üzerine Hûd Peygamberin toplumuna "Allah'ı şahit tuttuğunu, onların ortak koştukları tanrılardan ve taptıkları şeylerden uzak olduğunu bildirdiği ve kendisine hemen tuzak kurmalarını söyleyip toplumuna meydan okuduğu açıklanmaktadır. Hûd Peygamberin toplumuna ayrıca Rabbinin onların da Rabbi olan Allah olduğunu, kendisinin O'na dayandığını, bu ortamdaki bütün varlıkların O'na tabi olduğunu ve Allah'a inanmanın dosdoğru yol olduğunu, şayet bundan yüz çevirmeleri halinde kendisinin sadece onlara gönderilenleri ilettiğini, Allah'ın dilerse onların yerine başka toplumları getireceğini, hiçbir şeyin O'na zarar veremeyeceğini çünkü Allah'ın her şeyi gözeten olduğunu ilettiği bildirilmektedir. 

 

Ad toplumunun Peygamberleri Hûd tarafından yapılan tüm bu "Uyarılara" rağmen ona inanmamaları üzerine Allah "Onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu" bir rüzgâr gönderdiğini, o rüzgârın insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yere serdiğini açıklamakta ve bir azap ve uyarı olarak bu cezanın verildiğine dikkat çekmektedir. Allah Hûd'u suçlayan ve Ayetlerini yalanlayıp da iman etmeyenlerin "İradesi" ile gerçekleşen Dondurucu Rüzgar olayı ile kökünü kestiğini fakat Hûd'u ve onunla beraber olanlara sonsuz "Merhameti" ile kurtardığını bildirmektedir.

 

Ayrıca Ad Kavminin yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayıp kendilerinden daha kuvvetli kimsenin olmadığını düşünerek kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmemeleri ve Allah'ın "Ayetlerini" inkar etmeleri nedeniyle "Onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için" o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderildiği belirtilmektedir. Bu hatırlatma ile tüm insanlara Yüce Allah’ın ve "Yaratıcılığının" tanınarak "Kabul Edilmesi" ve O'na "Teslim Olunması" öğütlenmekte ve "Ahiret Azabının" elbette daha çok rüsvay edici (aşağılayıcı) olduğu ve "Yalanlayanlara" ve "İnkar Edenlere" yardım da edilmeyeceği bildirilmektedir.

 

Yüce Alah, daha önce Ad kavimine uyarıcı (Peygamber) olarak gönderdiği Hûd'un onlara Allah'tan başkasına kulluk etmemelerini, böyle yapmaları halinde büyük bir günün azabına uğramalarından korktuğunu söylediğini, buna karşılık Ad kavminin de Hûd'a meydan okuyarak tanrılarına tapınmaktan dönmeyeceklerini söyleyip "tehdit ettiği" azabı başlarına getirmesini ondan istedikleri, toplumunun bu şekilde kendisine karşı gelmesi üzerine Hûd bilginin ancak Allah katında olduğunu, onlara sadece kendisine "gönderilenleri" ilettiğini fakat bu gerçeklere inanmamakla cahil bir toplum olduklarını gösterdiklerini onlara ilettiği anlatılmaktadır. Toplumunun o sırada bulundukları vadiye bir bulut görüp onu yağmur bulutu olduğunu zannetmesi üzerine Hûd'un toplumuna bunun acele gelmesini istedikleri "Azabı" getiren rüzgar olduğunu söylediği ve "Allah'ın emriyle" her şeyi yıkıp mahveden, evlerinden başka bir şeyi göstermeyen bu rüzgarın inanmayarak suç işleyen toplumu "cezalandırdığı" bildirilmektedir.

Ayrıca Peygamberlerine ve onun ilettiklerine inanmadıkları için cezalandırılan Ad toplumunun verilenden çok daha güçlü, kudretli ve servet sahibi ve her şeyden haberdar ve bilgili olduklarına da işaret edilerek, Allah'ın Ayetlerini inkâr etmeleri karşısında alay ettikleri şeyin (cezalandırılmaları) kendilerini kuşattığı ve bütün bu niteliklerinin onlara bir fayda sağlamadığı, aynı şekilde çevrelerindeki bildikleri ve belki doğru yola dönerler diye Ayetlerin kendilerine tekrar tekrar açıklandığı toplumların da inkarları yüzünden yok edildikleri Hz.Muhammed'e karşı gelenlere ihtar edilmektedir. Allah'tan başka kendilerine yakınlık sağlamak için bazı maddi veya sanal şeyleri tanrı edinenlere de Allah'a ortak ettikleri şeylerin ölüm sonrası ortamlarda kendilerine yardım etmeyecekleri, bırakıp gidecekleri ve onların ancak yalanı ve uydurup durdukları şeyler oldukları hatırlatılmaktadır. 

 

Böylece hûd Peygamber ile ilgili olaylar örnek olarak verilerek, Hz.Muhammed'in Kur'an Ayetlerini bildirdiği toplumdan kendisine karşı gelen ve inanmayanların ve bu arada günümüzde yaşayan ve inanmamayı kendileri açısından en akılcı yol olduğunu düşünenlerin anlatılanlardan ders alıp doğru yola dönmeye özendirildikleri açıklanmaktadır. Ancak burada açıklanan cezalandırılma şeklinin günümüzde yaşayan insanlar açısından mecazi bir canlandırma olarak değerlendirilmesi, cezalandırılmanın bu günkü ve gelecekteki ortam ve bilgi düzeyi ile uyumlu olacağının unutulmaması gerekmektedir.

 

Olayın yer aldığı zamanda yaşayan insanların bir konuya "Yönlendirilmesinde" bu Evren ve Dünya hakkında sahip oldukları bilgi düzeyi dikkate alındığında, Ayette açıklanan ve Allah'ın "Takdiri" ile meydana gelen olayın toplum üzerinde ne derece etkili olduğu görülebilir. Öte yandan, günümüz toplumlarında da Allah'ın "Tek Yaratıcı" olduğuna dair bugüne kadar birçok geçmiş topluma iletilmiş olan ve son olarak da Hz.Muhammed'e "Vahiy" edilmiş olan ilahi belgelerde iletilenlere inanmayan toplumların ve bireylerin, önceki toplumlardaki gibi "Yalın" ve "Doğrudan" olaylar ile etkilendirilerek "Yönlendirilmeleri" veya "Cezalandırılmaları" yerine, günümüzdeki insanların sahip oldukları bilgi düzeyi çerçevesinde ve ancak Akıllarını kullanarak anlayabilecekleri "Etkiler" ile "Yönlendirildikleri" veya "Cezalandırıldıkları" düşünülebilir. Bunlar arasında toplum düzenlerindeki "Dengeleri" bozan ve değiştiren unsurların bizzat o toplum bireyleri veya sorumluluk taşıyan yöneticileri olması, bir grup insanın elde ettikleri devasa kaynakları kullanarak bütün insanları etkileyecek şekilde ve hacimde olmak üzere diğer toplumları "Yönetmesi" bunu sağlamak için o toplumlarda kendi amaçlarına yönelik "Değişimleri" zorlamaları ve yaptırmaları gibi aslında hiç de "İnsan Olmak" ile bağdaşmayan faaliyetler ve işlemler sayılabilir. Toplumlar bu gibi etkileşimleri ancak kendilerine iletilmiş olan belgeleri Allah tarafından lütfedilmiş olan "Akıl" unsurunu kullanarak "Anlamaları" gerektiğini "Bireysel" olarak ve "Birlik" olarak fark etmeleri halinde etkisiz hale getirebileceklerdir.

 

Allah, sade bir anlatım ile "Tüm İnsanlar" için Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdığını açıklamaktadır. Günümüz insanlarının sahip olduğu bilgi birikiminin düzeyi ve gelecekteki insanların sahip olacakları bilgi birikiminin ulaşacağı durum dikkate alındığında "Felaket" derecesinde meydana gelen bu "olağanüstü" doğa olaylarının "Mantıklı" bir açıklaması yapılabilecektir. Ancak yapılacak olan bu açıklamaların dayandırılacağı "Etkilerin" nasıl "Başladıkları" konusunda, Atom Altı Parçacıklarda olduğu gibi, daima bir "Asıl Unsur" bulunduğunu da göreceklerdir. Düşünüp "Öğüt" alınması açısından Doğa olaylarının temelinde bir "Tetikleyici Asıl Unsur" etkisi bulunduğunun fark edilmesi, bunun bir "Uyarı" olarak değerlendirilmesi ve "Yaratan" ile olan ilişkilerinin gözden geçirilmesi, Allah'ın tanınması ve O'na "İman" edilmesi tüm insanlardan beklenmekte ve "Öğüt alan yok mu " diye sorulmaktadır.

SEMUD KAVMİ

Semud (Hicr) Kavmi (Thamud Tribe)

                                                                                                                                                KONU BAŞLIKLARI

Semud Kavmi Eski Arabistan'da önemli ve önde gelen kabile ya da kabileler topluluğudur. Güney Arabistan kökenli oldukları, ancak içlerinden büyük bir grubun çok eskiden kuzeye göç ederek Aslab Dağı yamaçlarına yerleştiği sanılmaktadır. Hicaz ve Şam arasında yaşayan Semudlar, Ashab-ı Hicr olarak bilinmektedir.

 

Son arkeolojik araştırmalarda, Arabistan'ın orta kesimlerinde Semudlar'a ait çok sayıda kaya resim ve yazı ortaya çıkartılmıştır. Bu toplumun günümüzden yaklaşık 5.000 yıl önce (MÖ 3000) ortaya çıktığı ve MS 100 yıllarında yok olduğu tahmin edilmektedir.

"Among the most prominent civilizations were Thamud, which arose around 3000 BCE and lasted to about 300 CE,"

https://courses.lumenlearning.com/suny-hccc-worldcivilization/chapter/the-nomadic-tribes-of-arabia/

 

Yüce Allah'ın Semud toplumuna aralarından Salih'i "Uyarıcı Peygamber" olarak gönderdiği, Salih'in toplumuna Allah'a kulluk etmelerini, Allah'tan başka tanrılarının bulunmadığını iletmesi üzerine Semud Kavminin  hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdikleri  ve ileri gelenlerinin "Büyüklük" tasladıkları, Salih'in aralarından bir insan olduğunu, ilettiklerinden şüphelendiklerini ve onu yalancı ve şımarık olarak gördüklerini ileri sürerek kendilerine "Uyarıcı" olarak gönderilen Salih Peygambere "Vahiy" verilmesini kabul edemedikleri belirtilmektedir. Toplumun bir kısmının da Salih'e inanmasına rağmen ileri gelenlerin bu insanlar üzerindeki etkilerinin zarar görmesinden de endişe ederek Salih'i ve onun ilettiklerini böylece Allah'ı da yalanladıkları anlaşılmaktadır.

 

Semûd kavmi azgınlığı yüzünden yalanladı. (26/11), (91/11)

Onların en bedbahtı atıldığında, Allah'ın Resûlü onlara: "Allah'ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!" dedi. (26/12), (91/12)

Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler. (26/13), (91/13)

Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük bir felâket gönderdi de hepsini helâk etti. (26/14), (91/14)

Âkıbetinden korkacak değil ya! (26/15), (91/15)

Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı. (37/23), (54/23)

"Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler. (37/24), (54/24)

"Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir". (37/25), (54/25)

Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir. (37/26), (54/26)

Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz, sen onları gözetle ve sabret. (37/27), (54/27)

Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver, her biri kendi içme sırasında gelsin. (37/28), (54/28)

Arkadaşlarını çağırdılar, o da kılıcını kaptı ve deveyi kesti. (37/29), (54/29)

Azabım ve uyarılarım nasıl oldu! (37/30), (54/30)

Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik, hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler. (37/31), (54/31)

Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öِğüt alınması için kolaylaştırdık, o halde düşünüp öğüt alan yok mu? (37/32), (54/32)

Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin Allah'ndan başka tanrınız yoktur. 

Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mucize olarak Allah'ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin, ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.” (39/73), (7/73)

“Düşünün ki, Ad kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.”  (39/74), (7/74)

Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: “Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?”  (39/75), (7/75)

Onlar da “Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız” dediler. Büyüklük taslayanlar dediler ki: "Biz de sizin inandığınızı inkâr edenleriz."  (39/76), (7/76)

Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: “Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler.  (39/77), (7/77)

Bunun üzerine onları o sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar. (39/78), (7/78)

Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”  (39/79), (7/79)

Semûd Kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. (47/141), (26/141)

Kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: Allah'a karşı gelmekten “Sakınmaz mısınız”  (47/142), (26/142)

“Bilin ki, ben size gِnderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (47/143), (26/143)

“Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (47/144), (26/144)

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (47/145), (26/145)

“Siz burada, bahçelerin, pınarların içinde" (47/146), (26/146)

"Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında" (47/147), (26/147)

"Güven içinde bırakılacak mısınız!” (47/148), (26/148)

”Dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz” (47/149), (26/149)

“Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.” (47/150), (26/150)

“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenlerin" (47/151), (26/151)

"Aşırı gidenlerin emrine uymayın.” (47/152), (26/152)

Dediler ki: “Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!” (47/153), (26/153)

“Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.” (47/154), (26/154)

Salih: “İşte bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir” dedi. (47/155), (26/155)

“Ona bir kötülükle ilişmeyin, yoksa sizi muazzam bir günün azabı yakalayıverir.” (47/156), (26/156)

Buna rağmen onlar deveyi kestiler; ama pişman da oldular. (47/157), (26/157)

Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. (47/158), (26/158)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (47/159), (26/159)

Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" Semûd kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik, hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler. (48/45), (27/45)

Salih dedi ki: “Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.” (48/46), (27/46)

Şöyle dediler: “Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.”

Salih: “Size çöken uğursuzluk Allah katındadır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz” dedi.  (48/47), (27/47)

O şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı. (48/48), (27/48)

Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: “Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine: "Biz ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz" diyelim.” (48/49), (27/49)

Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik. (48/50), (27/50)

Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu; onları da kavimlerini de toptan helâk ettik! (48/51), (27/51)

İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır. (48/52), (27/52)

İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık. (48/53), (27/53)

Bizi, ayetler göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu ayetleri yalanlamış olmasıdır, nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik, onlar ise, bu yüzden zalim oldular, oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz. (50/59), (17/59)

Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin Allah'ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden yarattı. Ve sizi orada yaşattı.

O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tövbe edin. Çünkü Rabbim çok yakındır, kabul edendir.” (52/61), (11/61)

Dediler ki: “Ey Salih! Sen bundan önce içimizde ümit beslenen birisiydin. Babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddi bir şüphe içindeyiz.”  (52/62), (11/62)

Dedi ki: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.”  (52/63), (11/63)

“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah'ın devesi. Onu bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.”  (52/64), (11/64)

Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" bu söz, yalanlanamayan bir tehdit idi.  (52/65), (11/65)

Emrimiz gelince, Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, galip gelendir.  (52/66), (11/66)

Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.  (52/67), (11/67)

Sanki orada hiç oturmamışlardı, biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rablerini inkâr ettiler yine bilesiniz ki, Semûd kavmi uzak kılındı.  (52/68), (11/68)

Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı. (54/80), (15/80)

Biz onlara mucizelerimizi vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.  (54/81), (15/81)

Onlar, dağlardan emniyet içinde kalacakları evler oyarlardı.  (54/82), (15/82)

Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç ses yakaladı.  (54/83), (15/83)

Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiçbir zararı savmadı. (54/84), (15/84)

Semûd'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler, böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı. (61/17), (41/17)

İnananları kurtardık, onlar korkuyorlardı. (61/18), (41/18)

 

Allah Salih'e insanların kendilerine gönderilen "Uyarıcıya" nasıl itaat edeceklerini "İmtihan" etmek üzere açık bir "Delil" olarak bir dişi deveyi gönderdiğini vahiy ettiğini, Salih'in toplumuna bir "Mucize" olarak Allah'ın devesini gösterdiğini, onu Allah'ın arzında yemesi için serbest bırakmalarını, yoksa azap göreceklerini ilettiğini açıklamakta ve ondan toplumunu gözetlemesini ve sabretmesini telkin ederek  toplumuna suyun aralarında paylaştırıldığını, deve de dahil olmak üzere her birisinin kendi içme sırasında geldiğinde su almasını söylemesini istediğini bildirmektedir.

 

Salih'in toplumuna "Allah'ın Devesi" olarak gösterdiği ve ona dokunulmasını yasakladığı devenin toplumu tarafından su paylaşımı sırasında su hakkının vermeyip kesildiği açıklanmaktadır. Bunun üzerine, güven içinde kalacaklarını düşünerek dağlarda evler oyan ve aynı zamanda "Hicr Halkı" olarak da adlandırılan Semud toplumunun Peygamberleri Salih'in onları "İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir" diyerek uyardığı belirtilmektedir. Buna karşılık Semud halkının ona inanmayıp onu küçümsemeleri ve ondan yüz çevirmeleri, onu "Uğursuzlukla" suçlamaları ve daha da ileri giderek dokuz kişinin tuzak kurarak Salih ve ailesini yok etmeyi kararlaştırmaları gibi yaptıkları "Azgınlıklar" yüzünden üzerlerine korkunç bir "Ses" gönderilerek "Kuru Ot" gibi yığılmak suretiyle büyük bir felakete uğradıkları ve hepsinin sanki hiç orada olmamışlar gibi helak oldukları, ancak İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanların ise kurtarıldıkları hatırlatılmakta ve bu cezanın Allah'ın kendi "İradesi" ile verildiği ayrıca insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

Bu arada Semud toplumuna doğru yolun gösterildiği ama onların inkârı (Körlüğü) doğru yola tercih ettiklerini, böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımının onları çarptığı ve sdece Allah'tan korkan "inananların" kurtarıldığı bildirilmekte ve bu topluma da iletildiği gibi, "Bütün İnsanlara", inanmamakta direnmeleri halinde bu ortamda "Kazanmakta" oldukları "Şeylerin" Allah'ın takdir ettiği "Hiçbir Zarardan" savamayacağı da özellikle hatırlatılmaktadır.

 

İnsanlar, görünen mucizeler gönderilse dahi inanmak konusunda şeytanın etkisi altında kalarak fikir değiştirmeyebilmektedirler. Nitekim Ayetlerde önceki insanlara bazı mucizeler gönderilmesine rağmen insanların tamamının bu mucizeler nedeniyle inanmadıkları ve “gerçeklerden” yüz çevirdikleri belirtilmektedir. Bu nedenle Semud Kavmine "Dişi Deve" olarak gönderilen mucizelerin ancak onları korkutmak için gönderildiği, ancak onların Peygamberlerinin sözlerine uymamakla "Zalim" oldukları bildirilmektedir.

 

Aklını kullanıp Allah'ı bilen, tanıyan, teslim olan ve şükür edip ibadet edenler için Kur'an-ı Kerim’in en büyük ve tek mucizenin olduğuna işret edilmektedir. Yüce Allah Ayetlerinde geçmişte meydana gelen olayları sade bir şekilde ve hikaye olarak anlatarak Kur'an'ı "Tüm İnsanlar" tarafından anlaşılıp öğüt alınsın diye kolaylaştırdığını açıklamaktadır. Özellikle Hz.Muhammed'in bu vahiyleri ilettiği dönemlerde etrafındaki insanların bilgi düzeyleri ile anlatılanların nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmaları yerine olayda belirtilen olayları "Yapan Güce" karşı hayranlık ve korku duyarak anlatılan yanlışlık yapmamalarının ve böylece Allah'ı "Anlamalarının" sağlandığı dikkate alınmalıdır.

 

Bu günkü bilgilerimize göre Ayette "Korkunç" olarak anlatılan "Ses" ile ilgili olarak çok yüksek salınımlı bir ses dalgası olabileceği varsayılabilir. Bu tür bir ses dalgasının meydana gelmesini sağlayan etkileşimin "Başlatılmasının" incelenmesi halinde, “Yaratılışın" özüne yani Evrendeki tüm Atom Altı Parçacıkları harekete geçiren "Cevheri-Sırrı" yaratan, "Bilinç" niteliğinde oraya yerleştiren ve "Dilediği" gibi "Yönlendirerek" sonsuz "Hakimiyeti" altında "Yaratılışı" sürdürmekte olan Allah'ın, "İradesi" ile yürürlüğe koyduğu Evren’deki kurallar ve koşullar (Allah’ın Kanunları) çerçevesinde, bu tür olayları "İstediği Zaman" yapabileceği görülecektir. Gerçekten Kur'an’da birçok defa tekrarlanan "Ol der ve hemen olur" şeklindeki hatırlatmalar bu şekilde gerçekleşmektedir.

 

Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur. (44/35), (19/35)

 

Salih'in toplumun kendisini yalanlaması üzerine Kavmine “Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahiy ettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dediği ve onlardan yüz çevirdiği ve bunun üzerine onları "Azabın" yakaladığı açıklanmaktadır. Allah bu toplumun çökmüş evlerinin harabe olarak kalmasında ve benzer Ayetler ile açıklanan olaylarda anlayan bir kavim ve tüm insanlar için "Elbette" bir ibret bulunduğuna ve alınacak büyük dersler olduğuna işaret etmektedir. Fakat o zamanlarda olduğu gibi günümüzde de "Çoklarının" bu tür "Uyarıları" yok sayıp iman etmediklerine dikkat çekilmekte ve tüm insanlardan kendilerini bu açıdan değerlendirerek "Gereken Dersleri" almak üzere Allah'ın mutlak galip ve engin merhamet sahibi olduğunu idrak ederek durumlarını gözden geçirmeleri beklenmektedir.

Ress Halkı

                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI  

Hz.Muhammed'in Kur'anı "Tebliğ" etmesi sırasında etrafındaki bazı insanların aralarından bir "Uyarıcının" gelmesine şaşırdıklarını ve kendilerine iletilenleri gerçekçi görmeyip inkar ettiklerine işaret edilmekte ve bu inkarcılardan önce bu şekilde inkar etmeleri nedeniyle tarih boyunca yaşamış Nuh Kavmi, Ress Halkı, Ad ve Semud Halkı gibi bir çok toplumun da "Helak" edildikleri, böylece ortadan kaldırılan bu toplumlar üzerinde Allah'ın "Tehditlerinin Gerçekleştiği" belirtilmektedir.

Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı. (34/12), (50/12)

 

Âd'ı, Semûd'u, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de helâk ettik. (42/38), (25/38)

 

Ayetlerde kendilerine gönderilen uyarıcıları dikkate almayıp inkâr eden ve bu yüzden ortadan kaldırılmış kavimlere örnek olarak yer verilmekte Yapılan bu "uyarılar" ile tüm insanlara aynı yolda olmamaları ve Akıllarını kullanıp inkarcılıktan geri dönmeleri önerilmektedir.

Ress halkının Kur’an-ı Kerîm'de adı geçen ve Hz. Sâlih'in tebliğ faaliyetinde bulunduğu bir Arap kavmi olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an'da sadece bu iki Ayette yer alan Ress halkının (Ashâbü’r-ress) Nûh, Âd ve Semûd kavimleriyle birlikte peygamberlerini yalanladıkları ve bu yüzden helâk edildikleri dışında bir bilgi verilmemektedir. 

ASHÂBÜ’r-RES - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Ayette belirtilen "Ress" halkı konusunda yapılan araştırmalarda kesin olarak hiçbir bilgi bulguya rastlanmadığı, daha çok Kur'an tefsircileri tarafından bazı varsayımlara veya söylentilere göre açıklamalar yapıldığı ancak bunlar arasında da görüş birliği bulunmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin Ress Halkı ile ilgili olarak yapılan bir araştırma özet olarak şu bilgileri içermektedir:

 

“Kur'an'da anlatılan, peygamberlerini yalanlayan bu zalim kavimlerden biri olan ashâbu'r-ress, örülmemiş kuyu halkı anlamına gelmektedir. Bu halkın Yemâme'de (Bugünkü Riyad çevresi), Azerbaycan'da veya Antakya'da olduğu söylenmişse de bütün bunların tahminden ibaret olduğu muhakkaktır. Böyle bir kuyu etrafında yaşayan bu kavim kendilerine bir peygamber gelip onlara Allah'ın dinini öğretmeye çalışması üzerine, ona karşı gelerek bu peygamberlerini kuyuya atıp üzerini kapattıkları için bu ismi almıştır. Bunların Semûd kavmi veya bu kavmin artıkları yahut Ashâbu'l-Uhdûd oldukları hakkında tahminler yürütülmüşse de bütün bunlar da birer tahminden ibaret kalmıştır.”

http://eskikavimler.blogspot.com/p/ress-kavmi.html

 

Bir diğer çalışmada Ress kavminin kimler olduğu, nerede ve ne zaman yaşadıkları konusunda tefsir kitaplarında birçok rivayet bulunduğu, Şuayb’ın kavmi oldukları, peygamberlerini dinlemedikleri için cezalandırıldıkları, ancak ileri sürülen bu gibi görüş ve rivayetlerin Kur’an-ı Kerîm’le veya sağlam bir kaynakla desteklenmediği belirtilmekte ve bilinebilen tek şeyin küfür ve imansızlıkları sebebiyle Allah’ın bunları helâk etmiş olduğu açıklanmaktadır.

 

"Kur’an’da iki ayette (bk. el-Furkan 25/38; Kaf 50/12) Ashâbü’r-ress’in Nûh, Âd ve Semûd kavimleriyle birlikte peygamberlerini yalanladıkları ve bu yüzden helâk edildikleri belirtilmekte, bunun dışında bir bilgi verilmemektedir. Bununla birlikte gerek res kelimesinin mânası gerekse Ashâbü’r-ress’in kimler olduğu, nerede ve ne zaman yaşadıkları konusunda tefsir kitaplarında birçok rivayet mevcuttur. (Lisânü’l-ǾArab, “ress” md., VI, 98; Kurtubî, XIII, 32). Bir görüşe göre de Ashâbü’r-res, Yâsîn sûresinde sözü edilen Ashâbü’l-karye’nin diğer bir adıdır. İbn Abbas bunların Azerbaycan’da yaşamış ve peygamberlerini öldürmüş bir kavim olduklarını belirtmiş, buna karşılık Şuayb’ın kavmi oldukları, peygamberlerini dinlemedikleri için cezalandırıldıkları da öne sürülmüştür (Kurtubî, XIII, 32; Âlûsî, XIX, 19). Râzî’nin de kaydettiği gibi, Ashâbü’r-ress’in kimler olabileceği hususunda ileri sürülen görüş ve rivayetler, Kur’ân-ı Kerîm’le ve senedi sağlam bir haberle desteklenmiş değildir. Bilinebilen tek şey, küfür ve imansızlıkları sebebiyle Allah’ın bunları helâk etmiş olmasıdır (Tefsîr, XXIV, 83)."

http://yavuztellioglu.blogspot.com/2016/06/ress-halk-ya-da-ress-kavmi-ashabur-res.html

 

İlgili Ayetlerde Hz.Muhammed'i inkar edenler ile önceki "inkarcılar" arasında geçen süreye işaret edilirken, birlikte değinilmesi nedeniyle Ad ve Semud halkları (Kavimleri) ile aynı dönemlerde ortadan kalkmış oldukları (helak edildikleri) söylenebilir.

Nebati Krallığı (Petra)

                                                                                                                                              KONU BAŞLIKLARI 

Yüce Allah Ayetinde, Ad kavminden sonra onların yerlerine getirdiği bir topluma işaret ederek onlara sağlanan bu olanaklarla (nimetler) saraylar ve dağlarından yontarak evler yaptıklarını bildirmekte ve onlardan artık Allah'ın nimetlerini hatırlamaları ve ortadan kaldırılan Ad kavmi gibi yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmamalarını istediğini açıklamaktadır.

 

“Düşünün ki, Ad kavminden sonra yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.” (39/74), (7/74)

 

Buna göre sözü edilen toplumun "Semud" kavmi olduğu ve Ad toplumunun bir kolu ve devamı olarak bu bölgede yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda Ayette belirtilen toplumun aslında Semud Kavminin son zamanlarında yerleştiği Petra bölgesinde hüküm süren Nebati Krallığı ile ilgili olduğu varsayılmaktadır.

https://mehmetselvi.wordpress.com/2015/11/07/kuranda-adi-gecen-helak-edilmis-kavimler/

 

Bir çok Kur'an Tefsirine göre Ürdün'ün güneyinde bulunan Petra bölgesinde "Semud" kavminin yaşadığı açıklanmaktadır. Bu toplumun günümüzden yaklaşık 4.400 yıl önce (MÖ 2400) ortaya çıktığı ve MS 100 lü yıllarda yok olduğu tahmin edilmektedir. Semud kavmi bu bölgede MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında Edomi bölgesinde Nebati devleti olarak hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır.

 

Nitekim bu "Krallığın" başkentinin "Petra" olduğu ve Arami dili ve alfabesi kullandıkları, Helenistik yapıdan büyük oranda etkilendikleri, kurdukları devletin Roma İmparatorluğu işgalleri ile zayıflamaya başladığı ve sonuçta Roma İmparatorluğunun kontrolüne girerek 106 yılında yıkıldıkları tarihi belgelerde belirtilmektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki

http://visitpetra.jo/Pages/viewpage.aspx?pageID=124

 

Nebati Krallığı ile ilgili olarak aşağıda kısaca özetlenen bilgiler, ayrıntılı olarak Dünya Tarihi Ansiklopedisinde bulunmaktadır.

 

“Nebatiler, Necef Çölünden bölgeye gelen Arap göçebeleriydi; Kataban’dan (günümüzde Yemen) komşu Seba Krallığı topraklarına (güçlü bir ticaret merkezi) ve Akdeniz’de, Gazze’ye doğru uzanan Tütsü/Baharat Yolları üzerinde faaliyet gösteren tüccarlar olup ilk zenginliklerini bu ticari faaliyetlerden elde etmişlerdi. Nebati Krallığı, MÖ 4.yüzyıl ile MS 106 yılları arası dönemde, günümüz Ürdün topraklarında hüküm süren, en çok başkenti Petra kalıntılarıyla bilinen, gelişmiş güçlü bir siyasi oluşum idi. Her ne kadar MÖ 312 yılında başkenti Petra’nın yakın çevresinde varlıklı bir topluluğun gelişme gösterdiği açık olsa da (bölgeye düzenlen Yunan seferi de bu gelişmeyi kanıtlıyor) konuyla ilgili araştırma yapan bilim insanları genellikle Nebati Krallığı tarihini, bilinen ilk kralları tarihi olan MÖ 168 yılı itibariyle tarihlendirirler. Tarihsel olarak kanıtlanmış ilk Kral I.Aretas (MÖ 168 dolayı) ve onun hükümdarlık dönemi Nebati Krallığının başlangıç dönemine işaret eder. Nebati Krallığı, daha ziyade Trajan ( MS 98-117) adıyla bilen İmparator Marcus Trainus yönetimi döneminde, MS 106 yılında, Roma İmparatorluğu tarafından ilhak edilmişti. Nebatilerin dini uygulamaları hakkında; çok tanrılı oldukları, tapınakların tepesinde yapılan törenlerde güneşe tapındıkları ve evlerinde yaptıkları özel törenlerde tanrılarını onurlandırmaları dışında hiçbir şey bilinmemektedir. Nebati kültürü ilk yıllarındaki en önemli üç tanrıları şunlardı: Al-Qaum – savaş tanrısı, halkı koruyan ve gece tanrısı ruhları koruyan, Al-Kutby - bilgi, yazı ve kehanet tanrısı, Al'Uzza - İlahi ve dünyevi güçle ilişkilendirilen yüce ana tanrıça. Daha sonraki tanrılar; Manawat (kader ve doğurganlık tanrıçası), Allat (yenilenme, bahar ve bereket tanrıçası) ve Dushara (güneşle ilişkilendirilen, dağların ve gündüz tanrısı; Dushares olarak da bilinir). Bütün bu tanrılar arasında Dushara en uzun süre tapınılan, Nebati tapınakların en üst katında tapınılan tanrı olmuştu. Nebati şehirleri Roma yönetimi döneminde gerilemiş ve birçoğu da MS 363 yılında meydana gelen bir deprem sırasında yıkılmışlardı. Bölge, şehirlerde kiliseler inşa eden ve MS 551 yılında daha yaygın ölçekte yıkım yaşanmasına yol açan bir depremin olmasına kadar ticaretin canlandırılmasını sağlayan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu egemenliğide kalmıştı. MS 7.yüzyılda meydana gelen Arap İstilaları döneminde şehirler zaten çoktan terkedilmiş ve Nebastiler de unutulmuşlardı.”

Nebati Krallığı - Dünya Tarihi Ansiklopedisi (worldhistory.org)

RESS HALKI
NEBATİ KRALLIĞI
İBRAHİM KAVMİ

İbrahim Kavmi

                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

İbrahim Peygamber in toplumu ile ilgili Ayetlerde İbrahim'in babasının ve kavminin "Neye Tapındığını" öğrenmek için babası ile yaptığı konuşma sırasında babasının "İlah" olarak düşündükleri "Put" olarak tanımlanan insan yapısı eşyalara "taptıklarını" söylemesi üzerine ona sorduğu "Akıllı" sorulara cevap alamadığına işaret edilmektedir.

 

Onlara İbrahim'in haberini de naklet. (47/69), (26/69)

Hani o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti. (47/70), (26/70)

"Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz" diye cevap verdiler.  (47/71), (26/71)

İbrahim: “Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?”  (47/72), (26/72)

“Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?”  (47/73), (26/73)

Şöyle cevap verdiler: “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.”  (47/74), (26/74)

İbrahim dedi ki: “İyi ama, düşündünüz mü?”  (47/75), (26/75)

İster sizin ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı " (47/76), (26/76)

“İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi “(47/77), (26/77)

“Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.”  (47/78), (26/78)

“Beni yediren, içiren O'dur.”  (47/79), (26/79)

“Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.”  (47/80), (26/80)

“Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.”  (47/81), (26/81)

“Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur.”  (47/82), (26/82)

 

İbrahim'in babasına sorduğu sorular üzerinden, insanlara hiçbir fayda veya zarar vermeyen Putların yerine tüm Âlemlerin Rabbinden başka hiçbir şeyin "İlah" olamayacağını, Putların kendisinin düşmanı olduğunu, Âlemlerin Rabbinin tüm insanları yarattığını, onlara doğru yolu gösterdiğini, onlar için yiyecek içecek gıdalar verdiğini, hastalıklardan iyileştirdiğini, insanları öldürüp sonra yeniden dirilttiğini, insanların hatalarını bağışlanmasının ancak O'ndan umulacağını babasına anlatarak onlara "Allah" hakkında "Gerçekleri" ilettiği açıklanmaktadır. İbrahim'in bu nedenle babasına ve toplumuna, onların taptıklarından "Uzak" olduğunu, yalnız kendisini "Yaratana" taptığını, çünkü Allah'ın kendisini "Doğru Yola" ileteceğini bildirdiği Ayetlerde ayrıca belirtilmektedir.

 

Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım.” (63/26), (43/26)

“Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.” (63/27), (43/27)

Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar dönsünler. (63/28), (43/28)

 

Yüce Allah, İbrahim'in bu sözünün ondan sonra gelecek insanlara her zaman yararlanabilecekleri devamlı kalacak bir "Miras" olduğunu ve "Doğru Yoldan" ayrılmaları halinde İbrahim'in bu mirası ile onun "Doğru Yol" olan inancına (Din) dönmelerini sağlayacağını bütün insanlara bildirmektedir. Hz.Muhammed'e yapılan bütün bu açıklamalar, tüm insanların dikkate almaları açısından önemli bulunmaktadır. Tüm insanların o zamandan günümüze kadar önemi hiç azalmayan ve Kıyamet zamanına kadar da azalmayacak olan bu "Uyarıların" üzerinde düşünmeleri gerekmektedir.

 

Yüce Allah Ayetlerinde babasının toplumu geleneklerine uyarak insan yapısı eşyaları "kutsallaştırmasına" ve dini bir "inanış" ile onlara "tapınmalarına" karşı çıkması üzerine İbrahim'e yardımcı olduğunu ve ona neslinin devamı ve peygamberliği ile ilgili bazı müjdeler verdiğini bildirmektedir.

Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde getirdiler ve: "Selam" dediler, o da: "Selam" dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi. (52/69), (11/69)

Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: “Korkma! Lût kavmine gönderildik.” (52/70), (11/70)

O esnada hanımı ayakta idi ve güldü, ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik. (52/71), (11/71)

“Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!” dedi. (52/72), (11/72)

Dediler ki: “Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.” (52/73), (11/73)

İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizimle mücadeleye başladı. (52/74), (11/74)

İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi. (52/75), (11/75)

“Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!” (52/76), (11/76)

Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver. (54/51), (15/51)

Onun yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. “Biz sizden çekiniyoruz” dedi. (54/52), (15/52)

Dediler ki: “Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.” (54/53), (15/53)

“Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz?” dedi. (54/54), (15/54)

“Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!” dediler. (54/55), (15/55)

Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?” (54/56), (15/56)

Ey elçiler! ne işiniz var?" dedi.  (54/57), (15/57)

Dediler ki: "Biz, suçlu bir topluma gönderildik."  (54/58), (15/58)

"Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız."  (54/59), (15/59)

"Karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik."  (54/60), (15/60)

İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (67/24), (51/24)

Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi, İbrahim de selamı almış, içinden, "bunlar, yabancılar" demişti.   (67/25), (51/25)

Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana getirmiş, (67/26), (51/26)

Onların önüne koyup "yemez misiniz?" demişti.   (67/27), (51/27)

Derken onlardan korkmaya başladı, "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.   (67/28), (51/28)

Karısı çığlık atarak geldi, elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi.   (67/29), (51/29)

Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler.   (67/30), (51/30)

“O halde işiniz nedir, ey elçiler?” dedi.    (67/31), (51/31)

"Biz,” dediler, “Suçlu bir kavme gönderildik."   (67/32), (51/32)

"Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya”.    (67/33), (51/33)

“Aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş”.    (67/34), (51/34)

Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.    (67/35), (51/35)

Zaten orada Müslümanlardan bir ev halkından başka kimse bulmadık.    (67/36), (51/36)

Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.    (67/37), (51/37)

 

Bu Ayetler ile ilgili olarak yapılan bütün tefsirlerde İbrahim'e müjde getiren "Elçilerin" ona ve eşine "İnsan" olarak görünen "Melekler" olduğu belirtilmektedir.

 

"Şöyle ki: (Ve) Şu da (muhakkak ki, bizim elçilerimiz) yani: Meleklerimiz, bunlar bir rivayete göre  Cibril ile Mikâil ve israfil Aleyhimüsselâm idi. Diğer bir rivayete göre de Cibril Aleyhisselâmile diğer yedi’veya onbir melek idi. Bunlar genç, güzel insanlar suretinde görünüvermişlerdi."

http://www.tahavi.com/2018/04/06/hud-suresi/

 

"Allah Teâlâ da onları helâk etmek üzere elçilerini gönderdi. Kur’ân-ı Kerîm elçilerin kimler olduğu hakkında ayrıntılı bilgi vermemekle birlikte müfessirler bunların insan şekline girmiş melekler olduğunu kabul ederler."

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hûd-suresi/1542/69-73-ayet-tefsiri

 

Bu açıklamalarda olduğu gibi, İbrahim'e ve eşine "Görünen" Allah'ın Elçilerinin "Melek" olduklarının düşünülmesi durumunda, meleklerin bu ortamda yaşamakta olan "İnsanlar" ile ilgili olan bazı işleri yürütürken onlar gibi yani "İnsan" gibi "Görünebildiklerinin" veya Allah'ın İbrahim ve karısının bu "vahiyleri" alırken bir "hayal" olarak (sanrı) karşılarında insan gördüklerinin kabul edilmesi gerekmektedir.

 

Yeryüzü ortamının ve bu ortamın "Sürdürülmesinin" bağlı olduğu "Koşulların" tüm bu ortamların "Yaratıcısı" olan Allah tarafından ve Allah'ın "İradesi" ile gerçekleştirilmiş olduğunun dikkate alınması gerekmektedir. Bu anlamda Yüce Allah'ın algılamakta olduğumuz ve esasen "Kendisinin" yaratmış olduğu Evren ve Dünya ortamının "Üzerinde" olduğu, bu ortamlara "Bağlı veya Tabi" olmadığı ve bu ortamlara "Hükmettiği" anlaşılmaktadır.  Ayrıca, ancak "Kendisinin" takdir ettiği işlerin ve şeylerin gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesi için Evren ve Dünya ortamlarından çok daha önce bu ortamlarda geçerli olan ve bizim bilebildiğimiz "Maddi" anlamda olmayan bazı "Unsurları" yaratmış olduğu ve bu Unsurlara genel anlamda "Melekler" adı verildiği çok sayıdaki Ayetlerde belirtilmektedir. Melekler konusunda "Gerçek Ortamda Yaratılmışlar" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.

 

Buna göre İbrahim ve eşinin aynı anda ve birlikte Ayetlerde açıklanan olayları ve karşılıklı konuşmaları bir çeşit "Rüya" şeklinde algıladıkları anlaşılmaktadır. Nitekim, kendilerine "Gerçek" insanlar" olarak "görünen" elçilerin bir onlara "müjde" getirdiklerini bildirdikleri, bunun üzerine İbrahim'in "misafirlere" kızartılmış buzağı eti hazırlattığı, onların bu ikrama "Dokunmamaları" üzerine içlerine bir "korku" düştüğü ve "Elçilerin" İbrahim ve Eşine "Korkmamalarını" söyleyip onlara soylarından "bilgin bir oğlan çocuğu" olarak İshak ve ondan da Yakup peygamberlerin geleceğini bildirdikleri "müjdeledikleri" açıklanmaktadır.

 

Elçilerin onların soyundan İshak ve ondan da Yakup peygamberlerin geleceğini bildirmeleri (müjdelemeleri) üzerine, İbrahim'in eşinin kendisinin "kısır" bir kocakarı ve kocası İbrahim’in de bir ihtiyar iken çocuk doğurmasının gerçekten şaşılacak bir şey olduğunu ve İbrahim’in de kendisine ihtiyarlık çökmesine rağmen onu ne ile müjdeliklerini sorması üzerine onların İbrahim'e ve eşine şaşırmamalarını çünkü bu durumun Allah'ın lütfu ve bereketi olduğunu ve "böyle" olacağını Allah'ın takdir ettiğini ve Allah'ın "hikmet sahibi ve bilen" olduğunu söyledikleri açıklanmaktadır.

 

Öte yandan Yüce Allah "elçilerinin" İbrahim'e iki oğul ihsan edeceğine dair müjdeyi getirdiklerinde İbrahim'in "Elçilere" başka ne işleri olduğunu sorması üzerine onlara aslında "suçlu bir toplum" olan Lût kavminin üzerlerine "Aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş olan" çamurdan taş yağdırmaya geldiklerini, bu memleket halkını "helâk" edeceklerini ilettikleri açıklanmaktadır.

 

Elçilerimiz İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: “Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.” (85/31), (29/31)

 

Bu durumda İbrahim'in dini kaynaklarda yeğeni olduğu belirtilen Lut ile ilgili olarak endişe duyduğu ve bazı isteklerde bulunduğu; fakat Allah'ın bu Elçilerinin İbrahim'e cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri olması nedeniyle bundan vazgeçmesini önerdikleri, çünkü Lut toplumu için Rabbinin azap emrinin geldiği ve onlara geri çevrilmez bir azabın mutlaka geleceğini, Lut'u ve ailesini elbette kurtaracaklarını, yalnız karısının azapta kalacaklar arasında kalacağını bildirdikleri açıklanmaktadır.

 

Dedi ki: “Ama orada Lut var!”. Şöyle cevap verdiler: “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o kalacaklar arasındadır.” (85/32), (29/32)

 

Sonuçta söz konusu "elçilerin" Lut toplumunda bulunan "müminleri" çıkardıkları, esasen orada sadece bir ev halkından başka Müslüman bulamadıkları, onları ve Allah'ın "geri kalanlardan olmasını" takdir ettiği "karısı" hariç olmak üzere Lut ailesinin hepsini kurtardıkları ve Allah'a inanmamak yüzünden "acı azap" çekmekten "korkanların" bu olayları hatırlayıp "doğru yola" yönelmeleri için orada bu olaylardan kalan bir işaret bıraktıkları bildirilmektedir.

 

Bırakılan işaretin halen Ölüdeniz (Lut gölü) kıyısındaki Sodom ve Gomore olarak adlandırılan bölgede bulunan "kalıntılar" oldukları düşünülmektedir. Bu konuda Diyanet Tefsirindeki açıklamada, Allah’ın elçilerinin İbrahim'in ümmeti hakkında herhangi bir korkuya kapılmamasını sağlamak için öncelikle onu ziyaret ederek Lût kavmi "Helak" etmek için geldiklerini bildirdikleri açıklanmakta, İbrahim'in kardeşi Haran'ın oğlu olan Lut'un İbrâhim ile birlikte Irak’tan ayrılıp önce Filistin’e daha sonra da Ölüdeniz (Lut gölü) kıyısındaki Sodom ve Gomore’ye yerleştiği, bu sebeple “Lut kavmi” tabirinin Lut’un mensup olduğu kavmi değil, onun aralarında yaşamaya karar verdiği ve peygamber olarak görevlendirildiği "Sodom" sakinlerini ifade ettiği belirtilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hûd-suresi/1542/69-73-ayet-tefsiri

 

İbrahim ve Eşinin yaşlı bedenlerine rağmen çocuk sahibi olabilmelerinin, bu ziyaretten sonra Yüce Allah'ın yedikleri ve içtikleri şeyler üzerinde gönderdiği bazı "Etkileşimlere" bağlı olduğu düşünülebilir. Zira tabiat kanunlarını koyan ve "Her An Yaratmakta Olan" Allah’ın, hiçbir "Sınıra" tabi olmayan "İradesinin" bu kanunlar ile ilgili olarak "Dilediği" tasarruflarda (Mucizeler) bulunabileceğin anlaşılmaktadır. Yüce Allah peygamberlerini desteklediğini böylece açıklamaktadır.

 

İbrahim ve Eşinin karşılaştıkları bu olayın, "Halüsinasyon" adını verilen bir deneyimleme (sanrı) şeklinde gerçekleşmiş olması da çok mantıklı bir olasılık olarak değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi halüsinasyon daha çok ruhsal bozukluklara dayalı olarak, çevresinde gerçek bir uyarıcı olmamasına rağmen, gerçekte olmayan fakat kişinin sahip olduğu duyu organından herhangi bir tanesiyle canlı veya cansız varlıkları algıladığını sandığı durumlara verilen bir isim olmaktadır. Bu konuda Cambridge Üniversitesi'nden Prof. Paul Fletcher tarafından yapılan araştırmada; insan beyninin "Öngörücü" şekilde çalıştığı, belirsiz ve kompleks şeylerden daha bütünlüklü bir anlam çıkarabildiği ama bu durumun aynı zamanda orada olmayan şeyleri görebileceğimizi ve bunun da halüsinasyon gördüğünüz anlamına gelebileceği belirtilmekte ve bu gibi "Değiştirilmiş Algı" deneyimlerinin ruhsal hastalık geçiren insanlarla kısıtlı olmadığı, hemen herkesin hayatının bir döneminde gerçekten orada olmayan şeyleri görüp duyabileceği açıklanmaktadır.

Lut Kavmi

                                                                                                                                                     KONU BAŞLIKLARI

Çeşitli kaynaklardaki bilgilere göre İbrahim'in yeğeni olduğu belirtilen ve buna göre de aynı zamanlarda (Günümüzden yaklaşık 5.000 Yıl önce) yaşamış olan Lût’un kendi adı ile anılan topluma bir "Uyarıcı" olarak Allah tarafından görevlendirilmiş bir Peygamber olduğu belirtilmektedir.

 

Ayetlerde Lût'un toplumuna gönderilmiş bir elçi olduğu ve onlardan Allah'a karşı gelmekten sakınmalarının ve kendisine itaat etmelerinin gerektiğini, bundan dolayı toplumdan bir çıkar (Ücret) istemediğini, kendisine bir mükafat verecek olanın ancak "Alemlerin Rabbi" olduğunu toplumuna ilettiği belirtilmektedir.  Böylece "Peygamberlik" görevi verilen Lût kavmini "Şiddetli Azabı" ile uyarmasına rağmen onların bu durumu kabul etmediklerini ve onu yalanladıkları, bunun üzerine bu toplumun "Taş" yağdırarak "Cezalandırdığı" belirtilmektedir.

 

Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı. (37/33), (54/33)

Biz de üstlerine taş gönderdik. (37/34), (54/34)

Ancak Lût ailesi müstesna; katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık, biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız. (37/35), (54/35)

Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar. (37/36), (54/36)

Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı, hemen biz onların gözlerini silme kör ettik; "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!". (37/37), (54/37)

Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı. (37/38), (54/38)

“İşte azabımı ve uyarılarımı tadın!”. (37/39), (54/39)

Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık, o halde düşünüp ibret alan yok mu? (37/40), (54/40)

Lût'u da. Kavmine dedi ki: "Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?” (39/80), (7/80)

“Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz."  (39/81), (7/81)

Kavminin cevabı: “Onları memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış!” demelerinden başka bir şey olmadı. (39/82), (7/82)

Biz de onu ve karısından başka aile efradını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan idi. (39/83), (7/83)

Ve üzerlerine taş yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!  (39/84), (7/84)

Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. (47/160), (26/160)

Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: Allah'a karşı gelmekten “Sakınmaz mısınız?”  (47/161), (26/161)

“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.”  (47/162), (26/162)

“Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”  (47/163), (26/163)

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.”  (47/164), (26/164)

“Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?"   (47/165), (26/165)

"Doğrusu siz sınırı aşmış sapık bir kavimsiniz!”  (47/166), (26/166)

Onlar şöyle dediler: “Ey Lût! vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın!”  (47/167), (26/167)

Lût: “Doğrusu” dedi, “Ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim!”  (47/168), (26/168)

“Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden kurtar.”  (47/169), (26/169)

Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık (47/170), (26/170)

Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan oldu.  (47/171), (26/171)

Sonra diğerlerini helâk ettik.  (47/172), (26/172)

Üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki... uyarılanların yağmuru ne de kötü!  (47/173), (26/173)

Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.  (47/174), (26/174)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.  (47/175), (26/175)

Lût'u da kavmine şöyle demişti: “Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak mısınız?” (48/54), (27/54)

“Siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!” (48/55), (27/55)

Kavminin cevabı sadece: "Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar uzak kalmak isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu. (48/56), (27/56)

Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısı müstesna; onun geride kalmasını takdir ettik. (48/57), (27/57)

Onların üzerlerine müthiş bir yağmur indirdik, bu sebeple, uyarılanların yağmuru ne kötü olmuştur! (48/58), (27/58)

Elçilerimiz Lût'a gelince, onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da "Bu, çetin bir gündür" dedi. (52/77), (11/77)

Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır; sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!" dedi. (52/78), (11/78)

Dediler ki: “Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.” (52/79), (11/79)

“Keşke benim size karşı bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim!” dedi. (52/80), (11/80)

Dediler ki: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vadolunan zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?” (52/81), (11/81)

Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. (52/82), (11/82)

Rabbin katında işaretlenerek, onlar zalimlerden uzak değildir. (52/83), (11/83)

Elçiler Lût ailesine gelince, (54/61), (15/61)

Lût onlara: "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz" dedi.  (54/62), (15/62)

Dediler ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi (azabı ve helâkı) getirdik."  (54/63), (15/63)

“Sana gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.”  (54/64), (15/64)

“Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."  (54/65), (15/65)

Ona şu hükmümüzü vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."   (54/66), (15/66)

Şehir halkı, birbirlerini kutlayarak, (meleklerin yanına) geldiler.  (54/67), (15/67)

Onlara "Bunlar benim misafirimdir. Sakın beni utandırmayın"  (54/68), (15/68)

"Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi.  (54/69), (15/69)

 "Biz seni, elâlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?" dediler.  (54/70), (15/70)

Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.  (54/72), (15/72)

Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.  (54/73), (15/73)

Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik, üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.  (54/74), (15/74)

İşte bunda ibret alanlar için işaretler vardır.  (54/75), (15/75)

Onlar hâla gözler öِnünde duran bir yol üzerindedirler.  (54/76), (15/76)

Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.  (54/77), (15/77)

 

Allah, Lut toplumunda yaşayan ve bazı kaynaklarda İbrahim'in yeğeni olduğu belirtilen Lut'a "Uyarıcı Peygamberlik" görevini verdiğini, onları "Şiddetli Azabı" ile uyarmasına rağmen onların bu tehditleri kuşkuyla karşılatıldıklarını, bu durumu kabul etmediklerini ve Lut'u yalanladıklarını bunun üzerine bu toplumu “Taş" yağdırarak "Cezalandırdığını" ancak Allah'a inanan ve Kendisine şükreden Lut ailesini bir nimet ve mükafat olarak seher vaktinde kurtardığını açıklamaktadır.

Ancak Lut toplumu ile ilgili diğer Ayetlerde onların cezalandırılmasındaki tek unsurun Peygamberlerini yalanlamaları olmadığına işaret edilmektedir. Buna göre Lut toplumunun "Daha önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı" bir çirkinliği (Fuhuş) yaparak yaygın bir şekilde erkeklerin azgınlık ve taşkınlık ile şehveti tatmin için kadınları bırakıp erkeklere yanaştıkları ve Lut'un onları ahlaksızlık (hayâsızlık) yaptıklarını söyleyerek "uyardığı" açıklanmaktadır.

 

Lût'u da gönderdik. O, kavmine demişti ki: “Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz!” (85/28), (29/28)

 

Lut'un toplumuna bu uyarıdan sonra hala erkeklere yaklaşmaya, yol kesmeye ve toplantılarında edepsizlik yapmaya devam edip etmeyeceklerini sorduğunda, karşılık olarak toplumunun kendisine doğru söylüyor ise Allah'ın azabını getirmesini isteyerek cevap verdiği ve bu duruma çok üzülen Lût'un Allah'tan yardım istediğine işaret edilmektedir.

 

“Siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız!” Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: "Doğru söyleyenlerden isen, Allah'ın azabını getir bize!” (85/29), (29/29)

“Şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardım eyle Rabbim !” dedi.  (85/30), (29/30)

 

Ancak, toplumun yapılan bütün "ihtarlara" uymadığı ve bildiklerini yapmakta "ısrar" ettikleri, bunun üzerine Lut'un toplumuna erkeklerin eşlerini bırakıp da diğer erkeklere yaklaşmalarının "Sınırın Aşılması" ve "Sapıklık" olduğunu ve bu "Hayasızlığı" sürdürmelerinin de "Beyinsizlik" olduğunu ve onların bu işlerinden "Tiksindiğini" açıkladığına işaret edilmektedir. Lût'un yapmış olduğu uyarılarına karşılık toplumun onu alaya alması ve onu toplumdan "Sürgün" edeceklerini bildirmeleri nedeniyle onları bu düşüncelerinden caydıracak bir güce sahip olmadığını ifade eden Lut'un Allah'tan kendisini ve ailesini "Kurtarmasını" istediği açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah'ın daha önce İbrahim Peygambere de haber vermek üzere gönderdiği "Meleklerden" oluşan "Elçiler" Lut'un içinde bulunduğu topluma geldiklerinde Lut'un onları tanımadığını ilettiği, bunun üzerine elçilerin, yaptığı uyardıklarından "Şüphe" duyarak ona inanmayan toplumuna "Şüphe Duydukları Şeyi" getirdiklerini Lut'a bildirdikleri anlatılmaktadır.

Bu elçileri gören toplumunun koşarak Lut'un yanına geldikleri ve Lut'un son bir uyarıda bulunarak toplumuna yapmakta oldukları bu "Kötü" davranışlardan vaz geçmelerini bunun yerine onlar için daha "Temiz" olan kendi kızları ile birlikte olabileceklerini bile ilettiği; onlara Allah'tan korkmaları, Akıllarını" kullanmalarını ve "Misafirlerinin" önünde kendisini rezil etmemelerini ihtar ettiği ancak toplumun bu ihtarlara uymadığı ve bildiklerini yapmakta "ısrar" ettikleri açıklanmaktadır.

 

Toplumunun davranışları yüzünden Lut'un tasalanarak ne yapacağını bilemediği ve onlardan dolayı içi daralarak "Bu, çetin bir gündür" dediğini belirtmektedir. Zira "Elçiler" olarak tanımlanan ve daha önce İbrahim Peygamber'i ziyaret eden ve onlara da "İnsan" olarak "Görünen" bu "Meleklerin" kendilerine verilen görevi ve ne yapacaklarını anlattıkları; buna göre Elçiler Lut'a korkmamasını, tasalanmamasını çünkü onu ve ailesini kurtaracaklarını, yalnız karısının arkada kalacaklar arasında olacağını, şüphesiz bu halkın üzerine yoldan çıkmalarına karşılık olarak gökten bir "azap" indireceklerini, gece olduğunda "Karısı Hariç" olmak üzere ailesini yola çıkartmasını, kimsenin arkasına bakmamasını, kendisine inanmayıp geride kalanların ona asla bir zarar veremeyeceklerini çünkü onlara (Kendisine inanmayan karısı da dahil) sabah vaktine helak edici bir "Azap" isabet edeceğini ve sabah olurken geride kalanların "Ardı Kesilmiş" olacağını Lut'a bildirdikleri açıklanmaktadır.

 

Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve ne yapacağını bilemedi, ona: “Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, kalacaklar arasında bulunan karın müstesna” dediler.  (85/33), (29/33)

"Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten bir azap indireceğiz."  (85/34), (29/34)

Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişânesi bırakmışızdır.   (85/35), (29/35)

 

Yüce Allah, bu olayın geçtiği yerden (oradan) hâlâ gözler önünde duran bir yol üzerinde apaçık bir ibret nişanesi bıraktığını ve hakikaten bunda aklını kullanarak iman eden toplumlar için alınacak dersler (bir ibret) bulunduğunu bildirmektedir. Söz konusu olayın, Lût Gölü'nün güney bölgesinde bulunan el-Lisan yarımadasının güneyinde olduğu tahmin edilen ve yaklaşık olarak 4.000 yıl önce yaşadığı belirtilen "Sodom ve Gomora" toplumunda geçtiği Eski Ahit'in Tekvin Kitabı'nda yer almaktadır. Kur'an Ayetlerinde bu toplum ve olay ile ilgili "gerçekler" açıklanmaktadır.

 

Sonuç olarak Allah'ın Lut'u ve karısından başka aile efradını kurtardığı, günahkârların sonunun nasıl olduğunu "Göstermek" için kalan "Zalimlerin" üzerlerine "Rabbin" katında işaretlenerek pişirilip istif edilmiş taş yağmuru yağdırıldığı Ayetlerde açıklanmaktadır. Bu açıklamalardan toplumun üzerine yağdırılan bu taşların oranın altını üstüne getirmek üzere "Özel" olarak hazırlandıkları anlaşılmaktadır.

 

Buna göre bunların o dönemde bu tür çirkinlikleri yaşayan toplum için "Doğrudan" helak edici etkisi olan birer "Taş" niteliğinde oldukları ancak günümüzde bu tür "Çirkinlikleri" işleyenler üzerinde o taşlardan daha da "Etkili" ve "Korkutucu" olacak hastalıklar veya arazlar şeklinde "Yağdırıldıkları" dikkate alınmalıdır.

 

Önceki Peygamberler ile ilgili olayların açıklanması ile ilgili Ayetlerde, o Peygamberlere ve onların toplumlarına iletmiş olduğu "Gerçeklere" inanamayıp "Karşı Gelen" toplumların “Yalanlama" şekline göre farklı olarak ve "olağanüstü" doğa olayları ile cezalandırıldıkları belirtilmektedir. Daha önce diğer Peygamberler ile için yapılan yorumlarda değinildiği gibi, Lut toplumunu anlatan Ayetlerde yer alan "Taş" yağdırılması gibi olağanüstü bir durumun da "Yaratılışın" özüne yani Evrendeki tüm Atom Altı Parçacıkları harekete geçiren "Cevheri-Sırrı" yaratan, "Bilinç" niteliğinde oraya yerleştiren ve "Dilediği" gibi "Yönlendirerek" sonsuz "Hakimiyeti" altında "Yaratılışı" sürdürmekte olan Allah'ın "Zati İradesi" ile ve "İstediği Zaman" yapabileceği görülecektir. Kur'an’da birçok defa tekrarlanan "Ol der ve hemen olur" şeklindeki hatırlatmalar bu şekilde gerçekleşmektedir.

 

Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der, ve hemen olur. (44/35), (19/35)

 

O zamanlarda yaşayan toplumların bilgi düzeyi ve bilgi birikimi açısından "Yaratıcı" bir gücün anlaşılmasının ancak "Deneylemek" yolu ile mümkün olabileceği düşünüldüğünde, bu tür "olağanüstü" olayların meydana getirilmiş olmasının O zamanda yaşayan toplumlar için en etkili "Öğretim" aracı olduğu görülebilir.

 

Burada "Günümüz İnsanı" için önemli olan, Allah'ın Atom Altı Parçacıkları oluşturan "İradesini" ve onlara "Tamamen" ve "Eksiksiz" olarak "Hükmederek" Evrendeki her türlü oluşumu gerçekleştirmesinin "Mümkün" olduğunu "Aklı" ile kavrayabilmesidir. Buna göre günümüz insanlarının artık somut doğa olayları yerine, ulaştıkları bilgi düzeyi ve bilgi birikimleriyle "Deneyleyebilecekleri" çok daha karmaşık "Toplumsal" gelişmelerde insanların diğer insanlarla ve bulundukları ortamdaki diğer "Varlıklarla" olan ilişkilerinde meydana gelen bozulmalar ile veya bunlara bağlı olarak ortaya çıkan ve daha önce bilinmeyen ya da şekil değişikliklerine uğrayan sağlık sorunları ile "Cezalandırıldıkları" görülebilecektir.

 

Bu yaklaşıma göre Kur'an'ın "Anlaşılmasının" her dönemde yaşayan insanların "Akıl" kullanmalarının gelişmesine uygun olarak "Öğüt Almalarını" sağlamak üzere kolaylaştırıldığı anlaşılmaktadır.

Ayetlerde "Tiksindirici" ve "Sapıklık" olarak nitelendirilen bu tür eylemlerin "Yaratılış" olgusuna "Ters" ve "Karşı" olduğuna dikkat çekilerek "En Sert" bir şekilde yapılan "Uyarıların" günümüzde bazı insanlar tarafından göz ardı edildiği, "Olağan" bir cinsel tercih şeklinde yorumlandığı ve bu anlayışın giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Bu durum insanların "Akıl" unsurunu kullanmalarında diğer bazı "Unsurların" etkisinde kalabileceğini göstermektedir. Akıl kullanma Kur'an Ayetlerinde en fazla önem verilen bir durumdur. Kur'anda akıl yeteneğinin "İşletilen Akıl" olarak (Taakkul) tanımlandığı ve yalın Akıl kelimesinin hiç kullanılmadığı dikkate alındığında insanlardan "Akıllarını İşleterek" karar vermelerinin beklendiği anlaşılmaktadır. Buna göre Akıl kullanmadan yapılan işlerde insanın "Hoşuna Giden" ve "nefsini Okşayan” isteklerin öne geçtiği ve bu duruma devamlı olarak bağlı olmanın sonucunda "Tutku" haline dönüşen isteklerin "Aklın İşletilmesini" önlediği söylenebilir. 

 

"Kur'an taakkul sözcüğünü defalarca kullanmasına rağmen, akıl sözcüğünü hiç kullanmamıştır."

"Akıl objektiftir; herkes için geçerli olanı gösterir. Tutku ve istekse sübjektiftir; sadece hoşa gideni, nefsi okşayanı gösterir"

(Yaşar Nuri Öztürk - İslam'da Tecdit 2.Cilt Sayfa 169)

 

Bu durum insanların hoşlarına giden her konu için geçerlidir. Örneğin sigara tiryakiliği, içki ve uyuşturucu bağımlılığı veya karşı cinse duyulan sevginin "Takıntı" haline dönüşmesi gibi bir şeye "Aşırı" derecede istek duymak insanların "Akıl Yürütmelerine" engel olabilmektedir. İnsan nefsinde bulunan bu tür "Dürtülerin" Allah'ın "İradesini" yürüten ve "Melek" olarak nitelendirilen "Güçlerden" olan ve "Şeytan" olarak adlandırılan Melek tarafından Allah'ın "İzni" ile "Yerleştirildiği" Ayetler ile bildirilmektedir. Bu konuda Akıl Yürütme-Şeytanın Çelmesi bölümünde açıklamalar bulunmaktadır

 

İnsanlardan bu tür "Şeytani" dürtüleri "Algılamaları" ve onlara "Bağlanmamaları" beklenmektedir. Zira şuursuzca bir bağlanmanın sürdürülmesi sonucunda "Ruhsal" sağlık açısından çok ciddi sorunlar ile karşılaşılması ve artık bu durumun bir "Hastalık" haline dönüşmesi mümkün bulunmaktadır.

 

Günümüzde devamlı olarak yürütülmekte olan bilimsel araştırmalar insan davranışları konusunda benzer bulgulara ulaşmaktadır. Örneğin bilgisayar oyunları bağımlılığının "Kişinin yaşamındaki önem sıralamasını belirlemede problem oluşturan ve sürekli tekrar eden ciddi bir bağımlılık" olarak tanımlandığı ve "Ruhsal Sağlık Problemi" kategorisine alındığı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Resmen açıklandığı bildirilmektedir.

http://tr.euronews.com/2018/06/19/bilgisayar-oyunu-bagimliligi-resmen-hastalik-kabul-edildi

 

Akıl Yürütme veya "İşletilen Akıl" ile olaylara yaklaşma bu tür aşırı durumları dengeleyebilecek "Tek" unsurdur. Bu husus dikkate alındığında Ayetlerde yer alan "Tiksindirici" uygulamaların günümüz "Akıllı" insanlarınca bir "İnsani Tercih" olarak değerlendirilmesi doğru olmamakta ve Allah'ın "Yaratılış" iradesi ile bir "İddialaşma" haline gelmektedir. Bu nedenle de bu tür eylemler içinde olan insanların ve toplumların şu anda fark etmemelerine rağmen bir şekilde "Ceza" görmelerinin kaçınılmaz bir "Gerçek" olduğu üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu değerlendirmenin Allah'ın "Varlığının tüm zamanlar için geçerli olan en somut delili" olan "Yaratılış" esaslarına aykırı her konu için geçerli olduğu da dikkate alınmalıdır.

 

Allah insanların “O halde düşünüp ibret alan yok mu?" diye uyararak bu durumu "Akıl" etmelerini beklemekte ve onları bu Ayetlerde anlatılanlarda büyük bir "İbret" olduğuna işaret edilerek "Akıllarını" kullanmaya teşvik etmektedir. Fakat insanlardan çoklarının önceki Peygamberlerin zamanında olduğu gibi günümüzde ve hatta gelecekte de bu öğüt ve önerileri dikkate alarak iman etmeyeceklerine dikkat çekilmekte ve bu gibi düşüncede olan tüm insanlara "Kendisinin" mutlak galip ve engin merhamet sahibi olduğunun "Daima" göz önünde bulundurmaları çok açık bir şekilde hatırlatılmaktadır

LUT KAVMİ

Yusuf ve Kardeşleri

                                                                                                                                           KONU BAŞLIKLARI                                Yusuf suresinin tamamı, insanların bu "Dünya" ortamda "Birlikte" ve "Toplum İçinde" yaşamalarında "Benliklerinin" yani "nefslerinin" nasıl etkili olabileceği, bu etki altındaki insanların neler yapabileceği ve bunlara karşı nasıl durularak önlenebileceği ve kendilerinden beklenen "İnsan Olmak" düzeyine ulaşılabilmek için nasıl "Akıl" yürütüleceği ile ilgili öğüt ve öneriler yer almaktadır.

 

İnsanlardan bu Ayetlerin dikkatle ve sabırla okunması, kendi yaşantılarında karşılaşılan durumlar ile birlikte değerlendirilerek içeriklerinden ders ve öğütlerin çıkarılması beklenmektedir.

 

Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde isteyenler için ibretler vardır. (53/7), (12/7)

 

Suredeki Ayetler, özellikle "İnsan Olmak" düzeyine ulaşamamış insanların "nefslerinin" etkisi altında neler yapabileceği, bunlara nasıl karşı durula bilinmesi ve galip gelinmesi için "Akıl Yürütülmesinde" bir "Yol Gösterici" nitelik taşımaktadır.

 

Bir zamanlar Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım! Ben on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm." (53/4), (12/4)

“Yavrucuğum!” dedi, “Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” (53/5), (12/5)

“İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (53/6), (12/6)

Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, isteyenler için ibretler vardır. (53/7), (12/7)

Dediler ki: “Yusuf'la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.” (53/8), (12/8)

“Yusuf'u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da salih kimseler olursunuz!” (53/9), (12/9)

Onlardan biri: “Yusuf'u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın dedi.” (53/10), (12/10)

Dediler ki: "Ey babamız! Niçin Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz.” (53/11), (12/11)

 “Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Biz onu mutlaka koruruz."  (53/12), (12/12)

Dedi ki: “Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.” (53/13), (12/13)

Dediler ki: “Hakikaten biz bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.” (53/14), (12/14)

Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: “Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin” diye vahyettik.  (53/15), (12/15)

 

Ayetlerde Yusuf'un bir Peygamber olan babasına gördüğü bir rüyayı anlattığı ve bir Peygamber olan babası Yakup'un da "İnsanın" apaçık bir düşmanı olan "Şeytan'ın" etkisinde kalmalarından endişe ettiği "Kardeşlerine" anlatmamasını öğütledikten sonra Yakup'un bu rüyayı "Yorumlayarak" Allah'ın Yusuf'u seçeceğini ve ona rüyada görülen olayların yorumunu öğreteceğini ve daha önceki iki atası olan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi ona ve ondan gelecek olan Yakup soyuna da nimetini tamamlayacağını, yani ona ve soyuna "Peygamberlik" vereceğini ilettiği açıklanmaktadır. Bu açıklamalardan Yakup'a da "Rüyaların Yorumlanmasının", her şeyi çok iyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah tarafından "Vahiy” edilen Ayetler ile öğretildiği anlaşılmaktadır.

 

Buna göre Yakup’un kendisine vahiy edildiği gibi oğlu Yusuf’un rüyasını yorumlayarak; Allah'ın Yusuf'u seçeceğini, ona olayların yorumunu öğreteceğini ve daha önceki iki atası olan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi ona ve Ya'kup soyuna da nimetini tamamlayacağını, çünkü Allah'ın çok iyi bilen ve hikmet sahibi olduğunu söylediği bildirilmektedir.

Bu anlamda bir Peygamber olan Yakup'un, oğlunun rüyasını anlatması sırasında aldığı "Vahiylere" göre ona bazı öğütlerde bulunduğu söylenebilir. Zira, Peygamber dahi olsa "Ayetler" ile "Açıkça" bildirilmediği sürece, bu ortamdaki yaşam sürecinde neyin ne şekilde "Meydana Geleceğini" bilemeyeceği, bu tür bilinmeyenler (Gayb) ile ilgili durumun "Peygamberlik" ile ilgili olmadığı; ancak kendisine "Vahiy" edilen Ayetlere göre "Gayb" konularında bilgi sahibi olabilecekleri; buna göre de rüya tabiri olarak tanımlanan yorumların da yine "Peygamberler" tarafından aldıkları "Vahiylere" göre yapılabileceği söylenebilir.

 

De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim." (39/188), (7/188)

 

Birçok Kur'an Ayetlerinde "Her şeyin öncesi ve sonrası" ile ilgili olarak sadece Allah'ın bilgisinde bulunan "Sırlar" ile insanlarca bilenemeyen, açıklanamayan şeyler ve gelecekte yaşanacaklar ile ilgili konularda (Gayb) sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu kesin bir dille bildirilmektedir. "Rüyalar" üzerinden bir şekilde "Gelecekte" yaşanacaklar konusunda (Gayb) bilgi verilmesi (Rüyaların Yorumlanması) ancak Yüce Allah tarafından "Vahiy" edilmesi ile mümkün bulunmaktadır.

 

Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir. (52/123), (11/123)

Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. (55/59), (6/59)

Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez, yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. (57/34), (31/34)

 

Öte yandan, Yüce Allah görülmeyenleri bildiğini ve "Sırlarından" kimseyi bilgilendirmediğini, ancak dilediği "Peygamberlerin" bunun dışında olduğunu açıklamaktadır.

 

O bütün görülmeyenleri bilir, sırlarına kimseyi muttali kılmaz; (40/26), (72/26)

Ancak, dilediği peygamber bunun dışındadır, çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar, (40/27), (72/27)

 

Bu nedenle, bazı insanların Ayette geçen "Rasul" ifadesinin sadece peygamberler için kullanılan bir kelime olmadığı gibi bir takım "Vehimlere" yani "Zanlara" kapılarak "Rüya Yorumlamaları", kesin olarak doğru olmamakta ve Ayet hükümleri ile uyuşmamaktadır. Buna göre insanların rüyalara göre veya başka bir şekilde gelecekte nelerle karşılaşacakları veya genel anlamda içinde bulunduğumuz Evren ve Dünya ortamında gelecekte nelerin yaşanacağını, diğer bir deyimle insanların gelecekte nelerle karşılaşacakları konusunda bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmaktadır. Buna rağmen gelecekteki olaylar için rüyalar üzerinden de dahil herhangi bir şekilde "Yorum" yapanların ve "Kehanette" bulunanların nasıl "Cezalandırılacakları" Ayetlerde yer almamakla birlikte, bu gibi Ayet hükümlerine karşı gelerek suç işlemiş oldukları (Günaha Girdikleri) söylenebilir.

 

Yüce Allah, bu Surede yer alan Ayetlerde bütün insanlar açısından alınması gereken "Dersler" bulunduğuna (İbretler) işaret etmekte ve bu Ayetlerin sadece bir "Hikaye" olarak okunmaması ve üzerlerinde düşünülerek yaşamlarında bu "Derslerden" faydalanılması gerektiğine özellikle hatırlatmakta ve dikkat çekmektedir.

 

Ayette yer alan "On bir Yıldız" ifadesinden Peygamber Yakup'un Yusuf dahil olarak 12 çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Zira Yakup oğlu Yusuf'a rüyasını "Kardeşlerine" anlatmamasını öğütlemektedir.

 

Yakup'un, Yusuf'a olan düşkünlüğünü ve onu ve aynı anneden olan diğer kardeşi Bünyamin'i daha çok sevdiğini belli etmesi nedeniyle, Yusuf''un diğer kardeşlerinin bu durumu hazmedemedikleri ve babaları olan Yakup'un bu konuda "Yanlış" davrandığına inandıkları ve bu durum karşısında haset ve kıskançlık duygularının etkisinde kalarak Yusuf'u ortadan kaldırmayı kararlaştırdıkları bildirilmektedir.

 

Burada Yüce Allah'ın "Kendisinin Halifesi" olarak faaliyette bulunmak üzere Gerçek Ortamda "Yaratmış" olduğu "İnsana" bunu sağlayacak olan "Akıl" unsurunu ve bu unsurun "Kullanacağı" bütün "Olumlu" duyguları yüklediği "Ruhundan Üflediğini"; Allah'ın yaratmış olduğu bütün "Meleklerine" bu insana boyun eğmelerini emrettiği, ancak bütün "Melekler" bu emre uyarken "Şeytan" adını verdiği Meleğin, İnsanın yaratılışını diğer Meleklerden farklı olarak sahip olduğu "Haset ve Kıskançlık" duyguları nedeniyle, kendi "Üstünlüğünü" ileri sürerek hazmedemediği ve bu emre karşı geldiğini hatırlamak gerekmektedir. Bu konuda ayrıca Şeytan'ın, Allah'ın "Kendi Halifesi" olarak yaratmış olduğu "İnsanlara" lütfettiği "Akıl" unsurunu kullanmaları için Gerçek Ortamda "Karar" vermelerinde ve buna göre davranmalarında "Serbest" bırakarak yaşamalarına izin verdiği insanları bu duygularla "Kışkırtarak" ve baştan çıkartarak (Musallat Olarak) onlara verilen emre uymamalarına neden olduğu bu konudaki Ayetlerde belirtilmiş bulunmaktadır. 

 

Şeytan'ın sahip olduğu bu ve diğer tüm "Olumsuz" duyguları bütün insanların "Ruhları" üzerinde "Devamlı" olarak "Etki" altında tutması nedeniyle, insanların karşılaştıkları bazı durumlarda öncelikle düşünmek ve Akıl Kullanmak yerine bu "Duyguların" etkileri ile "Her şeyden önce" kendi "Çıkarlarına" göre davranmalarına neden olmaktadır. Bu duruma göre Ayetten çıkarılacak en önemli ders insanların ilişkilerinde hasetlik ve kıskançlık duygularını tanımaları ve bu duygulara göre davranmamaları gerektiğini "Akıl" edebilmeleri olmaktadır. Zira görüldüğü gibi insanlar "Akıl" unsurunu tamamen devre dışı bırakarak bu duyguların "Esiri" olmaları halinde; tartıştıkları insanların, akrabalarının, kardeşlerinin ve anne ve babalarının bile "Ölmelerini" isteyecek kadar hatta onları "Öldürebilecek" kadar kötü davranabilmektedirler.

 

Ayetlerde Yusuf'un kardeşlerinin hasetlik ve kıskançlık duygularına yenik düşerek ondan kurtulmayı düşündükleri, bunu nasıl yapacaklarını aralarında tartıştıkları ve sonuçta kervanların Yusuf'u alıp bilinmeyen uzaklara götürmesi için onu bir kuyuya atmayı kararlaştırdıkları ve bunu gerçekleştirmek amacı ile babalarından Yusuf'u kendileri ile birlikte göndermesi için izin istedikleri ve sonuçta Yusuf'un hayatından endişe eden babalarını kendilerine "Güvenilmesini" sağlamak üzere ileri sürdükleri bahaneler ile ikna eden kardeşlerin Yusuf'u da yanlarına alarak götürdükleri açıklanmaktadır.

 

İnsanların daima "Benliklerinde" bulunan olumsuz duyguların etkisi altında bulunduklarını hatırlamaları ve insan ilişkilerinde karşısındakilerinin de bu durumda oldukları ve daima kendi benliklerinin "Çıkarlarına" göre davrandıklarını düşünmeleri ve ilişkilerinde insanlara "Güven" verilmesi veya onlara "Güvenilmesi" için davranışlarının "Akıl" yolu ile daima "Kontrol" altında tutulması gerekmektedir.

 

Özellikle kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilenlerin toplum ile ve diğer toplumlar ile olan ilişkilerinde bu husus çok daha önem taşımaktadır. Bu gibi her kademedeki yöneticilerin karar ve davranışlarında daima "Akıllarını" kullanarak duygularının etkisinden kurtulmaları verilen örnekler ile bütün insanlara öğütlenmektedir.

 

Burada dikkat çekilen diğer bir konu da insanların çıkarlarına engel olan bir kişinin Şeytan'ın etkisi ile haksız bir şekilde "Bertaraf" edilmesinden sonra her şeyin istedikleri gibi olacağını, yapılan haksızlıkların "Unutularak" artık bütün imkanların sadece kendi çıkarlarına "Yöneleceğini ve artık toplumda "İyi" bir insan olarak anılacaklarını düşünmeleridir. Ancak Ayetlerin tamamı incelendiğinde, çıkarlarının sürdürülmesi veya bir çıkar sağlanması için haksızlıkla ve kötülük yaparak diğer insanlara zarar verilmesinin beklenen sonucu vermeyeceğine işaret edilmekte ve insanlardan bu gibi durumlarda "Akıllarını" kullanarak Şeytan tarafından benliklerindeki "Olumsuz" duygularını fark ederek "Doğru Yola" yönelmeleri istenmektedir.

 

Nitekim Geçmiş tarihi dönemlerde ve özellikle "Yakın Tarihte" kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen her düzeydeki yöneticilerin bu ve benzer şekilde yaptıkları ve karşılaştıkları sonuçlar tarihi belgelerde açıkça görülmektedir. Bu nedenle yönetim ile görevlendirilenlerin bu gibi "Çıkar" amaçlı kötü davranışların “sonuçları” ile karşılaşacaklarını anlamaları ve bu gibi davranışlardan kaçınmaları gerektiği Yusuf'a vahiy edilen Ayette verilen örnek ile hatırlatılmaktadır.

 

Bu Ayette Yüce Allah, kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'a ilk "Vahiy" olarak, "Bir gün geldiğinde kendileri hiç farkında değilken bu yaptıklarını onlara aynen haber vereceksin" diye bildirdiğini açıklamaktadır. Böylece kuyuda bulunduğu sırada Yusuf'a "Peygamberliği" bildirilmiş ve kuyudan kurtulacağı ve sonrasında yaşanacaklar açıklanarak cesaret ve dayanma gücü verilmiş olmaktadır.

 

Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.  (53/16), (12/16

“Ey babamız!” dediler, “Biz yarışmak üzere uzaklaştık: Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.”  (53/17), (12/17)

Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler, Dedi ki: “Bilakis nefsleriniz size bir işi güzel gösterdi. Artık hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında yardım edecek olan ancak Allah'tır.” (53/18), (12/18)

 

Kardeşleri Yusuf'u kuyuya attıktan sonra, kendilerine inanmayacağını bildikleri halde, babalarına hazırladıkları sahte delili gösterip "Onu kurtlar yedi" diye mazeret uydurdukları ancak Yakup Peygamber'in bunlara inanmadığı ve olanlar karşısında sabrederek kendisine yardım edecek olan Allah'a sığındığı bildirilmektedir. Yakup'un aynı anneden olan Yusuf ve Bünyamin'i başka annelerden olan diğer oğullarından daha fazla sevdiği ve diğer kardeşlerin bu durumdan rahatsızlık duydukları ve Yusuf ve Bünyamin'i kıskanarak çıkarları açısından bir engel olarak gördükleri anlaşılmaktadır.

 

Ayetlere göre, aile düzeninin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi ve aynı şekilde toplumsal düzenin sağlanması açısından aile bireyleri ve insanlar arasında “Şeytanın dürtülerinden olan” bu gibi "Ayırımcılık" yapılmasının bazı istenmeyen sonuçlara yol açabileceği insanlara hatırlatılmakta ve ebeveyn ile çocuk ilişkilerinde ve benzer şekilde toplumun yönetimi kendilerine "Emanet" edilen her düzeydeki "Yöneticiler" ile "Yönetilen" toplum fertleri arasındaki ilişkilerde bu hususa özen gösterilmesinin önemine dikkat çekilmektedir. Ayrıca, bu ve benzer uygulamalar ile ilgili olarak Yüce Allah diğer Ayetlerinde insanların düşündüklerinden ve yaptıklarından "Haberdar" olduğunu bütün insanlara açıkça bildirmektedir.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur, bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir; sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir. (105/7), (58/7)

 

Buna göre, İnsanların "Çıkar ve Menfaat" elde edilmesi ve sürdürülmesi uğruna tasarlayacakları ve yapacakları "Ayırımcılık" gibi her türlü uygulamaların ve "Tuzakların" Yüce Yaratan tarafından "Bilindiği" asla unutulmamalı ve davranışlarında bu "Gerçek" daima dikkate alınmalıdır.

 

Yusuf'un atıldığı kuyudan oradan geçen bir Kervan'ın sucusu tarafından çıkarıldığı, Yusuf'u bir köle olarak yanlarına alarak değersiz bir paraya sattıkları, bir adamın bir fayda ümit ederek veya evlat edinmeyi düşünerek onu satın aldığı açıklanmaktadır.

 

Bir kervan geldi ve sucularını gönderdiler, o da kovasını saldı, "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi, onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. (53/19), (12/19)

Onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar, onlar zaten ona değer vermemişlerdi. (53/20), (12/20)

Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlat ediniriz."

İşte böylece ve kendisine olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir fakat insanların çoğu bilmezler. (53/21), (12/21)

 

Yüce Allah, bu olay ile Yusuf'un, ileride Peygamberlik verileceği için emin bir yerde "Yetiştirilmek" üzere bu ailenin yanına "Yerleştirildiğini" bildirmektedir.

 

Buna göre bu ortamda her an yaşanmakta olan olayların, Yüce Allah'ın "Takdiri" ve" İradesi" çerçevesinde meydana geldiğine ve bu oluşumların mutlaka başka olayların meydana gelmesini "Etkilediğine" dikkat çekilmektedir. Yüce Allah böylece bu ortamda olagelen bütün olayların başka olaylar ile bağlantılı olduğuna ancak insanların çoğunun "Akıllarını" işletmemeleri nedeniyle bu durumu bilmediklerine işaret etmektedir. Görüldüğü gibi, hiçbir olay bağımsız olarak ve sadece kendisi olarak meydana gelmemekte, mutlaka başka bir olayın bir etkisi olarak oluşmakta ve başka olayların oluşmasına da etkili olmaktadır.

 

Bu durum, Allah'a "Samimiyetle" inanan "Akıllı" insanların yaşamlarında "Zor" veya "Kötü" durumlar ile karşılaşmamaları için "Rablerine" yani "Yaratana" dua etmelerine ve O'ndan "Takdirini" bu yönde tecelli etmesi için “yardımlarını” talep etmelerine esas teşkil ettiğini açıklamaktadır. Allah Evren ve Dünya ortamındaki her şeyi "Yaratan" ve her oluşumun "Her An" yaratılmasını "Sürdüren" olarak bütün yarattıklarının "Özünde" bulunan "Sırların" sahibi olarak her şeyi "Bildiğini" Ayetlerinde bizlere iletmektedir.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir. (94/3), (57/3)

 

Buna göre herhangi bir şeyin veya olayın meydana gelmesi de tamamen Allah'ın "Tasarrufu" ve "İradesi" altında bulunmaktadır. Bu nedenle de özellikle "Halifesi" olarak yaratmış olduğu ve Ruhlarına "Üfleyerek" yerleştirmiş olduğu "Kendi Ruhundan" taşımaları nedeniyle O'nu tanıyıp "Teslim" olan "Akıllı İnsanların" yapacakları Dua ve İsteklerinden de "Haberdar" olacağına işaret edilmektedir. Nitekim bir diğer Ayette de Allah’ın insana şah damarından daha yakın olduğu bildirilmektedir.

 

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (34/16), (50/16)

 

Bu şekilde yapılan Dua ve Taleplerin ne kadarının ne şekilde ne zaman ve nasıl "Cevaplandığı" ancak o kişi yaşantısı sırasında sadece "Kendisi" tarafından "Fark Edilebilecektir". İnsanların yaptıkları Dua ve Taleplerinin "Yerine Gelmemesi" durumunun sadece "Benlik" duygularının etkisi ile onların dua ve taleplerinin ne kadarının ne şekilde ne zaman ve nasıl "Cevaplandığını "fark edememelerinden kaynaklandığını dikkate almaları gerekmektedir. Bu nedenle de insanlardan yapılan dua ve taleplerinin Yüce Yaratan tarafından "Bilindiğini" idrak ederek her türlü sonuç için Yüce Yaratan'a "Teşekkür" etmeleri beklenmektedir. Zira Allah insanları başlarına bir kötülük veya sevmeyecekleri bir durum gelmesinin de mümkün olduğunu bildirmektedir.

 

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir, Allah çoğunu affeder. (62/30), (42/30)

Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. (87/216), (2/216)

 

Görüldüğü gibi Allah insanları başlarına bir kötülük veya sevmeyecekleri bir durum gelmesi halinde önce kendi yaptıklarına bakmalarını ve ayrıca belki karşılaştıkları durumun onlar açısından belki daha "Hayırlı" olabileceğini Ayetlerinde bildirmekte ve bu gibi sonuçların yapılan dua ve talepler ile de bağlantılı olabileceğine işaret etmektedir.

 

Yüce Allah, "Peygamberlik" için seçmiş olduğunu babası Yakup'un rüyasını yorumlayıp kendisine açıklamış olduğu Yusuf'a erginlik çağına eriştiğinde "Hükmetme" yeteneği ve "İlim" verdiğini bildirmektedir. Ayrıca, babasının rüyasını yorumlarken kendisine ilettikleri nedeniyle "Şımarmayıp" davranışlarında aşırı gitmeyen ve güzel davranışlarını sürdüren Yusuf'u böyle mükâfatlandırdığına dikkat çekmekte ve bu durumu Ayetlerinde bir örnek ve öğüt olarak bütün insanlara iletmektedir.

 

Aziz ismindeki bir yönetici tarafından köle olarak satın alınan Yusuf'un bu adamın evinde gelişip ergenleştiği ve adamın karısının Yusuf'a cinsel anlamda ilgi duyduğu ve onunla birlikte olmak istediği, ancak Yusuf'un kadının bu isteğini kadına kocasının kendisinin "Velinimeti" olduğunu özellikle hatırlatarak kesinlikle reddettiği açıklanmaktadır.

 

Yusuf erginlik çağına erişince, ona hükmetme ve ilim verdik, işte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız. (53/22), (12/22)

Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi, o da "Hâşâ, Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi. (53/23), (12/22)

Andolsun ki, kadın ona meyletti, eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için delilimizi gösterdik, şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandır. (53/24), (12/24)

İkisi de kapıya doğru koştular, kadın onun gömleğini arkadan yırttı, kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!” (53/25), (12/25)

Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır." (53/26), (12/26)

"Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir." (53/27), (12/27)

Arkadan yırtılmış olduğunu görünce, kadına "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür." (53/28), (12/28)

"Ey Yusuf! Sen bundan vazgeç! Ey kadın! Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun." (53/29), (12/29)

Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: “Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş Yusuf'un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” (53/30), (12/30)

Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı, onlardan her birine bir bıçak verdi. Yusuf'a "Çık karşılarına!" dedi; kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. Ellerini kestiler ve dediler ki: “Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!”  (53/31), (12/31)

Kadın dedi ki: “İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!”  (53/32), (12/32)

Yusuf: “Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum!”  dedi. (53/33), (12/33)

Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini ondan uzaklaştırdı, çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.  (53/34), (12/34)

Sonunda kesin delilleri görmelerine rağmen onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.  (53/35), (12/35)

 

Bu olayda ayrıca Yusuf'un sahip olduğu "Allah" kavramına dikkat çekilmektedir. Genç bir erkek olarak kendisine yakınlaşan bir kadına "Meyletmesine" rağmen Yusuf'un Allah'ın kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için kendisine gösterdiği işaret ve ikazını gördüğü ve böylece kadına karşı direnebildiği belirtilmektedir.

 

Yüce Allah bu anlatımı ile bütün insanlara "İhlaslı" olmaları yani samimiyetle ve içtenlikle Allah'a inanmaları ve O'na teslim olmaları halinde onlara yardımcı olacağını ve kötülüklerden ve fuhuştan onları koruyacağını bildirmektedir.

 

Olayın devamı olarak reddedilen kadının kapıya doğru kaçmaya çalışan Yusuf'un arkasından koştuğu ve yakaladığı Yusuf'un gömleğinin arkasından yırtıldığı, bu halde kadının kocası ile karşılaştıkları, bunun üzerine kadının kocasına “Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!” diyerek Yusuf'u şikâyet ettiği, Yusuf'un da asıl kadının kendisinden yararlanmak istediğini söylediği anlatılmaktadır. Yönetici olan Aziz'in olayın aydınlatılmasını sağlamak için kadının akrabalarından birisinin "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır." şeklindeki uyarılarını dikkate aldığı ve Yusuf'u kadından yüz çevirip unutmasını söyleyip uyardığı, karısına da bu durumun kadınların tuzaklarından olduğunu bu nedenle kabahatinden dolayı özür dilemesini bildirdiği açıklanmaktadır.

 

Böylece insanlara ve çok daha önemli olarak her düzeydeki toplum ve kurum yöneticilere karşılaştıkları olayların her zaman "Göründüğü" gibi olmayabileceği ve bu nedenle bir karar vermeden önce mutlaka olayın "Aslının" araştırılarak "Gerçek" durumun ortaya çıkarılması gerektiği ve ancak "Gerçeğe" ulaşılması sonrasında verilecek kararların "Doğru" ve "Adil" olacağı hatırlatılmaktadır.

 

Olayın devamında kadının çevresinde yapılan dedikodulara işaret edilmekte ve kadının durumunun kötülenerek şahsiyetinin küçük düşürüldüğüne dikkat çekilmektedir. Bunun üzerine Kadının dedikodusunu yapanları davet ederek meyve ikram ettiği ve soymaları için birer bıçak verdiği, o sırada Yusuf'u odaya çağırdığı, Yusuf'u gördüklerinde kadınların Yusuf'tan etkilenerek şaşkınlıkla ellerini kestikleri, böylece ev sahibi olan kadın Yusuf ile birlikte olmak isteğine neden karşı duramadığını onlara "Gösterdiği" ve bundan şiddetle sakınan Yusuf'un eğer kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacağını ve elbette sürünenlerden olacağını anlattığı açıklanmaktadır.

 

Kendisine yapılan bu baskılar karşısında Yusuf'un Allah'a yöneldiği ve O'ndan "Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum" diyerek yardım istediği bildirilmektedir.

 

Her şeyi çok iyi işiten, pek iyi bilen olan Yüce Allah'ın, Yusuf'un duasını kabul ettiği ve onların hilesini ondan uzaklaştırdığı, böylece Yusuf'un "Zindana" atılmanın kendisinden istenen şeyden daha hayırlı olduğuna karar vermesini ve yapılan bütün baskılara karşı gelebilmesini sağladığı; ancak Yusuf'un masumiyeti ile ilgili delillere rağmen halkın dedikodusunu kesmek için yine de onun bir zamana kadar zindana atılmasının ev sahibi tarafından uygun göründüğü bildirilmektedir.

 

Burada yine insanların içine düştükleri zor bir durumdan kurtulabilmeleri için, "İnanmasalar" dahi, bir esinti olarak taşıdıkları Allah'ın Ruhuna yönelerek O'ndan yardım isteyeceklerine dikkat çekilmektedir.  

 

Buna göre çaresizlikle bile olsa yapılacak bir "Dua" ile Yaratan'ın ilerideki oluşumları bu zor durumlardan kurtarabilecek şekilde yönlendirebileceğine ve olumsuz sayılabilecek bazı şeylerin engellenebileceğine işaret edilmektedir. Buna göre, Duaların mutlaka insanların bünyelerindeki Allah'ın Ruhuna ulaşacağının, ancak yapılan isteklerin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğinin sadece Allah'ın "Takdirinde" bulunduğunun ve yaşam sürecinde karşılaşılan durumların yapılan Dualar ile ilgili olduklarının da her zaman fark edilemeyeceğinin bilinmesi gerekmektedir.

 

Ayetlerin devamında Yusuf'un karşılaştığı olaylar ve ulaştığı konum ve varlıkların onun samimiyetle "Yaratan'a" inanması ve bu inançla yaptığı "Dualar" ile de ilgisi bulunduğu söylenebilir.

 

Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: “Ben şarap sıktığımı gördüm."

Diğeri de: "Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz” dedi. (53/36), (12/36)

Yusuf dedi ki: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkar edenlerin kendileridir” (53/37), (12/37)

“Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” (53/38), (12/38)

 “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?” (53/39), (12/39)

“Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (53/40), (12/40)

“Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş kesinleşmiştir.“ (53/41), (12/41)

Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an” fakat şeytan ona efendisine anmayı unutturdu dolayısıyla birkaç sene daha zindanda kaldı. (53/42), (12/42)

 

Yusuf ile birlikte zindana iki delikanlının da atıldığı, muhtemelen Yusuf'un rüyaları yorumlayabildiğini önceden duymuş olan ve Ayetlerdeki ifadelerden "Tek Yaratıcı" olan Allah'a inanmadıklarını ve birçok Tanrılara inandıklarını Yusuf'a anlattıkları anlaşılan bu insanların gördükleri rüyaları Yusuf'un yorumlamasını istedikleri bildirilmektedir.

 

Yusuf'un onlara öncelikle bazı açıklamalarda bulunarak, kendisinin "Ahireti" inkar eden ve Allah'a inanmayan bir toplumun dininden uzaklaştığını; "Ataları" olan İbrahim, İshak ve Yakup'un dinine uyarak "Bir Tek Allah'a" inandığını, Allah'a ortak koşulmasının Allah'ın yaratmış olduğu "İnsanlara" yaraşmadığını ve bunun yani "Bir Tek Yaratıcı" olduğuna "İnanmanın" aslında Allah'ın insanlarabir "Lütfu" olduğunu, ancak insanların çoğunun bu lütuf için "Şükretmediğini" açıkladığı belirtilmektedir. Ayrıca onlara örnek olarak "Çeşitli" tanrıların mı yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah'ın mı daha iyi olduğunu sorduğu; bu soruya Allah'ı bırakıp da taptıklarının birtakım isimlerden başka bir şey olmadığını ve Allah'ın onlar hakkında herhangi bir delil indirmediğini ve "Hükmün" sadece Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın insanlara "Kendisinden" başkasına ibadet etmemelerini "Emrettiğini" anlatarak cevap verdiği açıklanmaktadır. Yusuf'un onlara anlattıklarının "Dosdoğru" bir "Din" olduğunu fakat insanların çoğunun bu konularla ilgilenmedikleri için bunları "Bilmediklerini" de açıkladığına işaret edilmektedir.

 

Yusuf'un anlattıkları olarak Ayette belirtilen hususların bütün insanlar tarafından üzerinde önemle durup düşünmeleri için birer gösterge olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.

Günümüzde de insanların çoğunun Hz.Muhammed tarafından aldığı "Vahiylere" dayanarak bütün insanlara iletmiş olduğu Kur'an Ayetlerinin anlaşılmasına ilgi göstermedikleri, bu nedenle Adem'den beri "Akıllı" insanlara anlatılmakta olan bu "Gerçeklerin" insanları "Çoğu" tarafından "Bilinmediği" ve bu durumun değişmemesi halinde bu ortamın sona ereceği zamanda bile insanların "Çoğunun" bu "Gerçekler" hakkında bilgi sahibi olamayacakları ortada bulunmaktadır. Bu nedenle bütün "Akıllı" insanların verilen bu ve benzer örnekleri erişilen bilgi birikimi ve bilgi düzeyi çerçevesinde ve "Akıllarını" işleterek incelenmeleri halinde, "Yaratan" ve "Yaratıcı" ile ilgili olarak çok daha "Mantıklı" ve "Somut" anlayışa ulaşabilecekleri daima hatırda tutulmalıdır.

 

Bu açıklamalardan sonra Yusuf, rüyalar ile ilgili açıklama yapmayı kendisine Allah'ın (Rabbinin) öğrettiğini belirterek rüyalarının yorumlanmasını isteyenlerden birisinin efendisine her zaman yaptığı gibi şarap içireceğini, diğerinin ise asılarak öldürüleceğini söylediği bildirilmektedir. Yusuf'un zindandan kurtularak yaşamaya devam edeceğini bildiği kişiye efendisinin yanında kendisinden bahsetmesini söylediği, ancak Şeytan'ın onun efendisine bundan bahsetmesini unutturarak engellediği ve bu nedenle Yusuf'un birkaç sene daha zindanda kaldığı açıklanmaktadır.

 

Ayetlerin devamında Yusuf'un gelişip büyüdüğü evin sahibine olan sadakati nedeniyle ve aklını kullanarak kendisinden yararlanmak isteyen evin hanımına karşı gelmesi sonucunda uzun bir süre zindana atıldığı toplumun "Kralının" gördüğü bir rüyanın anlamını araştırdığı, etrafındakilerin bu rüya hakkında bir yorum yapamadıkları; bu sırada Yusuf ile birlikte bir süre zindanda kalan iki kişiden hayatta kalanın Yusuf'un rüya yorumlayabildiğini hatırladığı anlatılmaktadır.

 

Kral dedi ki: “Ben yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.” (53/43), (12/43)

Dediler ki: “Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz. “ (53/44), (12/44)

İki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra hatırlayarak dedi ki: “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen gönderin.”  (53/45), (12/45)

“Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi!  yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.”  (53/46), (12/46)

Yusuf dedi ki: “Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakınız.”  (53/47), (12/47)

“Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.”  (53/48), (12/43)

“Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara yardım olunacak ve o yılda sıkacaklar.”  (53/49), (12/49)

Kral dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yusuf'a geldiği zaman, dedi ki: "Efendine dön de ona: “Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."  (53/50), (12/50)

Dedi ki: “Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?”  Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik” dediler.

Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."  (53/51), (12/51)

“Bu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir.”  (53/52), (12/52)

“Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”  (53/53), (12/53)

Kral dedi ki: “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim.”  Onunla konuşunca: “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin” dedi.  (53/54), (12/54)

"Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.  (53/55), (12/55)

Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.  (53/56), (12/56)

İman edip de sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.  (53/57), (12/57)

 

Bu kişinin Yusuf'u zindanda ziyaret ederek Kralın rüyasının ne anlama geldiğini öğrenip bunu Krala iletmesi üzerine Kralın Yusuf'u çağırdığı, ancak Yusuf'un "Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğini ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını herkesin bilmesi için" Kral'ın önce "Ellerini kesen kadınlarla" görüşmesini istediği açıklanmaktadır.

 

Kral'ın kendisine anlatılanları kadınlara sorması üzerine ev sahibi olan kadının Yusuf'un doğru söylediğini, kendisinin onunla birlikte olmak istediğini ve diğerlerinin de Yusuf'tan hiçbir "Kötülük" görmediklerini itiraf ettikleri; Kral'ın bunun üzerine "Güvenilir" bir isim olduğuna karar verdiği Yusuf'u kendisine özel danışman yaparak ona yüksek bir makam verdiği anlatılmaktadır.

 

Yusuf böylece hiçbir kötü niyeti ve eylemi olmadığı halde onunla birlikte olma isteğini gerçekleştiremeyen ve bu nedenle kendisine "İftira" eden ev sahibi kadına bu durumu toplum önünde itiraf ettirerek kendisini "Temize" çıkartmış olmaktadır. İnsanlar arasında bu gibi durumlar her dönemde ve her düzeyde meydana gelmektedir. İnsanlardan hırsları ve arzularını tatmin etmek için diğerlerinin durumlarını hiçe sayarak onları kötülemelerinin aslında hiçbir faydasının olamayacağını ve gerçeklerin daima bir şekilde anlaşılacağını idrak etmeleri beklenmektedir. Bu idrakin ancak karar vermeleri anında "Akıl" kullanmak ile mümkün olabileceğine bu vesile ile yeniden işaret edilmektedir. İnsanlara "Akıllarını" nasıl kullanacaklarına dair bir "Örnek" olarak, Yusuf'un kendisini temize çıkarırken “nefsini temize çıkarmadığı, çünkü nefsin aşırı şekilde kötülüğü emrettiği" hatırlatılmakta ve çok bağışlayan, pek esirgeyen Allah'ın bu idrake erişenlere acıyıp onları koruyacağı bildirilmektedir.

 

Bu şekilde Kral'ın güvenini kazanan Yusuf'un, çok iyi koruyacağını ve bu işi bildiğini ileri sürerek ülkenin hazinelerini yönetimine tayin edilmesini Kral'dan talep ettiği ve "Dilediği kimseyi rahmetine eriştiren ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyen" Yüce Allah'ın "Takdiri" ile Yusuf'a dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde "Yetki Verildiği" anlatılmakta ve "İman" edip "Kötülüklerden" sakınanlar için ahiret mükâfatının daha hayırlı olduğu bütün insanlara özellikle hatırlatılmaktadır.

 

Burada insanların bu ortamdaki yaşamlarında edindikleri bilgileri kullanarak bir konuyu çok iyi kavrayıp hakim olmalarının önemine işaret edilmekte ve bir konuda yeterli düzeyde bilgi sahibi olduğuna inanan insanların bu bilgilerini uygulayabilecekleri alanları ve olanakları araştırmaları gerektiğine ve Yüce Allah'ın "İman" edip "Güzel" davranarak bu şekilde gayret gösterenleri rahmetine eriştireceğine ve ödüllendireceğine dikkat çekilmektedir. 

 

Yusuf'un kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. (53/58), (12/58)

Onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.” (53/59), (12/59)

“Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek yoktur, bana hiç yaklaşmayın!" (53/60), (12/60)

Dediler ki: “Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.” (53/61), (12/61)

Emrindeki gençlere dedi ki: “Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.” (53/62), (12/62)

Babalarına döndüklerinde dediler ki: “Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.” (53/63), (12/63)

Ya'kub dedi ki: “Daha önce kardeşi hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.” (53/64), (12/64)

Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler, dediler ki: “Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermayemiz de bize geri verilmiş, ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu az bir miktardır.” (53/65), (12/65)

Ya'kub dedi ki: “Kuşatılmanız hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona teminatlarını verdiklerinde dedi ki: “Söylediklerimize Allah şahittir.” (53/66), (12/66)

Sonra şöyle dedi: “Oğullarım! hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Ben yalnız Allah'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız Allah'na dayansınlar.” (53/67), (12/67)

Babalarının kendilerine emrettiği yerden girdiklerinde Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı ancak Ya'kub'un içindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik, fakat insanların çoğu bilmezler. (53/68), (12/68)

Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi. (53/69), (12/69)

Onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! sonra bir tellal: “Ey kafile! Siz hırsızsınız!” diye seslendi. (53/70), (12/70)

Onlara dönerek: “Ne arıyorsunuz?” dediler.  (53/71), (12/71)

“Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü var” dediler, “Ben buna kefilim” dedi.  (53/72), (12/72)

“Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz” dediler.  (53/73), (12/73)

Dediler ki: “Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?” (53/74), (12/74)

"Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler. (53/75), (12/75)

Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı, sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf'a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz, zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.  (53/76), (12/76)

Dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı " Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. Dedi ki: “Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir.” (53/77), (12/77)

Dediler ki: “Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.” (53/78), (12/78)

Dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!” (53/79), (12/79)

Ondan ümitlerini kesince, gizli görüşmek üzere ayrılıp çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.” (53/80), (12/80)

Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.” (53/81), (12/81)

” İçinde bulunduğumuz şehire ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz."  (53/82), (12/82)

Dedi ki: "Hayır, nefsleriniz sizi bir işe sürükledi, artık, güzel bir sabırdır, umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."  (53/83), (12/83)

Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi. (53/84), (12/84)

"Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!" dediler.  (53/85), (12/85)

“Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum, dedi.” (53/86), (12/86)

“Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez" (53/87), (12/87)

Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: “Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.” (53/88), (12/88)

Yusuf dedi ki: “Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?” (53/89), (12/89)

“Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun?” dediler, o da: “Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Çünkü kim korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez” dedi. (53/90), (12/90)

Dediler ki: “Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.” (53/91), (12/91)

Dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir." (53/92), (12/92)

"Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."  (53/93), (12/93)

Kafile ayrılınca, babaları “Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum!” dedi.  (53/94), (12/94)

“Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın” dediler.  (53/95), (12/95)

Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz görür oldu, ben size: "Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi. (53/96), (12/96)

Dediler ki: “Ey babamız! bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” (53/97), (12/97)

“Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir” dedi.  (53/98), (12/98)

Yusuf'un yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.  (53/99), (12/99)

Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." (53/100), (12/100)

"Ey Rabbim! Mülkten bana verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!" (53/101), (12/101)

İşte bu gayb haberlerindendir, onu sana vahyediyoruz, onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin. (53/102), (12/102)

YUSUF VE KARDEŞLERİ

 

Bir zaman sonra Yusuf'un kardeşlerinin onun bulunduğu ve hazinelerinin yöneticisi olduğu Kral'ın ülkesine erzak almaya geldikleri ve bunun için Yusuf ile görüştükleri, Yusuf'un onları tanıdığı fakatonların Yusuf'u tanıyamadıkları; Yusuf'un satın aldıkları erzakın ancak onların baba bir kardeşlerini de (Bünyamin) getirmeleri karşılığında verileceğini söylediği, erzakın ücretini yüklerinin arasına koyarak onlara iade ettiği ve onları geri gönderdiği anlatılmaktadır.

 

Bunun üzerine Yusuf'un kardeşlerinin babalarına geri dönerek baba bir kardeşlerinin onlarla birlikte göndermesini istedikleri, Yakup Peygamberin de oğullarına Yusuf ile olan olay nedeniyle onlara güvenmediğini söylediği anlatılmaktadır. Ancak Yakup'un Allah'ın en hayırlı koruyucu ve acıyanların en merhametlisi olduğunu ve Allah'a güvendiğini belirterek oğullarından "Çaresiz bir durumla karşılaşmaları dışında" onu mutlaka geri getireceklerine dair Allah adına sağlam bir söz vermelerini istediği, oğullarının bu sözü vermeleri üzerine onlara Allah'ın verilen bu söze "Şahit" olduğunu hatırlatarak  Bünyamin'i onlarla gönderdiği; ayrıca oğullarına şehre ayrı kapılardan girmelerini söylediği, ama ayrıca Allah'tan gelecek hiç bir şeyi "Savamayacağını", Hükmün Allah'tan başkasının olmadığını, Onun için kendisinin yalnız O'na dayandığını da söyleyip oğullarına öğüt verdiği ve onları "Uyardığı" belirtilmektedir.

 

Burada Yakup'un oğullarına verdikleri söze Allah'ın "Şahit" olduğunun hatırlatılmasının, bütün insanlar açısından dikkat edilmesi ve ciddiye alınması gereken bir durum olduğu unutulmamalıdır. Yüce Allah bu Ayeti ile de insanların bütün düşünce, karar ve eylemlerinden "Haberdar" olduğunu bildirmektedir.

 

Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur, bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir; sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir. (105/7), (58/7)

 

Buna göre, çıkarları uğruna diğer insanlardan gizli olarak belli bir şeyin yapılması için bireysel anlamda ve çok daha önemli olarak her düzeydeki toplum yöneticileri tarafından alınan kararların ve yürütülen eylemlerin mutlaka "Yaratan" tarafından bilindiği ve Allah'ın takdirine göre bu tür davranışlarda bulunanların başlarına bir "Musibet" gelmesinin yüksek bir ihtimal olduğu daima hatırlanmalıdır.

 

Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir, Allah çoğunu affeder. (62/30), (42/30)

 

Yüce Allah, Peygamberlik vererek "İlim" öğrettiği Yakup'un oğlu Bünyamin'i diğer oğulları ile birlikte göndermekten dolayı endişelenmemesi için oğullarının şehre ayrı kapılardan girmeleri isteğini, 

Allah'tan gelecek hiçbir şeyi "Savamayacağının" söyleyerek "Tevekkül" etmesi yani "Allah'a Güvenmesi" nedeniyle yerine getirdiğini açıklamaktadır. Bu açıklamalar ile aynı zamanda "İman" eden bütün "Akıllı" insanlara da başlarına gelenler için Allah'a tevekkül etmeleri yani O'na "Güvenmeleri" ve sadece O'na dayanmaları halinde rahata ulaşabilecekleri hatırlatılmaktadır.

 

Yakup'un oğulları yanlarında getirdikleri kardeşleri Bünyamin ile birlikte Yusuf'un yanına girdiklerinde Yusuf'un Bünyamin'e "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dediği; bu arada onların aldıkları erzak yükleri hazırlanırken bir maşrapayı kardeşi Bünyamin'in yükü içine koyduğu, Kafile hareket ettikten sonra bir tellal çıkartarak onları "Kralın Su Kabını" çalmakla "Hırsızlık" yaptıklarını söyleyip durdurduğu ve onlara kayıp eşya kimin yükünde bulunursa o şahsa el koymak suretiyle cezalandırılacağını söylediği, önce diğer kardeşlerinin yükünü arayan Yusuf'un maşrapayı "Öz" kardeşinin yükünden çıkardığı anlatılmaktadır.

 

Bu ortamdaki olmuş ve olacak bütün işleri "Takdir Eden" ve daha sonraki gelişmeleri bu "Takdirine" göre yönlendiren Yüce Yaratan, aslında münferiden bakıldığında Kur'an Ayetlerinin genel anlamları açısından çok "Doğru" olarak görünmeyen bu davranışı, Peygamberlik görevini en iyi şekilde yürütmesine engel olmaması için bir "Tedbir" olarak "Öz" kardeşinin kendi yanında kalmasını sağlamak üzere Yusuf'a "Öğrettiği" anlaşılmaktadır. Zira Yusuf'un kardeşi Bünyamin'in diğer kardeşleri tarafından devamlı olarak itelenmesi vehor görülerek istenmemesinin onun görevlerini yapmasında olumsuz etkileri olmaması için, insanların bütün düşünce, karar ve eylemlerinden "Haberdar" olan ve olmuş ve olacak bütün işleri "Takdir Eden" Allah'ın Yusuf'un kardeşini yanında tutmasını "Takdir" ettiği ve "Kralın" kanunlarına göre başka bir çarenin olmadığı, bunun da ancak Allah'ın "Dilemesi" ile gerçekleşebileceği ayrıca açıklanmaktadır.

 

Öte yandan Yüce Allah, "Dilediği" insanlara Peygamberlik görevini verdiğini ve onları toplumdaki "İlim" sahiplerinden daha iyi bilen bir konuma getirerek derecelerini yükselttiğini bildirmektedir.

 

Bu durum, Akıllı insanların "İlim" sahibi olmalarının önemine de işaret etmektedir. Allah, "Akıllı İnsanların" bilgi sahibi olmaları ve bilgi birikimlerini her zaman daha ileri düzeylere ulaştırmaları halinde, diğer insanlara göre toplumlarda ve "Kendi" nazarında "Derecelerle Yükseltilmelerini" sağlayacağını bütün insanlara duyurmaktadır.

 

Yusuf'un kardeşini böylece kendi yanında alıkoyması üzerine diğer kardeşleri "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı " diyerek Yusuf'u da suçladıkları, Yusuf'un bunu içine atarak Allah'ın gerçek durumu çok iyi bildiğini ve onların daha kötü durumda olduklarını düşündüğü; bu sırada kardeşlerinin Yusuf'tan bir iyilik yapmasını ve Bünyamin'in çok yaşlı bir babasının olduğunu ileri sürerek onun yerine içlerinden birisini alıkoymasını istedikleri, bunun üzerine Yusuf'un suçu işleyenin yerine bir başkasının yakalanmasının "Zalimlik" olduğunu bildirip bu öneriyi geri çevirdiği anlatılmaktadır.

 

Ayette Yusuf'un "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz" olarak söylediği belirtilen konunun, bütün çağdaş toplumların hukuk uygulamalarında en önemli unsurlardan olan "Suçun Şahsiliği" prensibinin ilk uygulamalarından olduğu söylenebilir. Kur'an Ayetlerinde üzerinde titizlikle durulan konulardan birisinin diğer insanların hak ve hukuklarına "Saygı" gösterilmesi olduğu ve buna aykırı davranışların da "Zulüm" olarak tanımlandığı; bu ilkeye uyulmaması halinde insanların "Ahirette" çok büyük bir "Vebal" altında olacakları açıklanmaktadır. Buna göre günümüzde ve gelecekte yaşayacak toplumlarda yapılacak hukuk düzenlenmelerinde ve özellikle "Uygulamalarında" bu "Asıl" unsurlara uygun davranılması gerekmektedir.

 

Bu durumda insan ilişkilerini ilgilendiren bütün konuların yürütülmesinde Ayetlerde açıklanan "Uyarıların" dikkate alınmasının sorumluluğu her düzeydeki toplum yöneticilerinde olacaktır.

 

Bünyamin'in kendileri ile gönderilmesinden ümitleri kesilen Yusuf'un kardeşlerinin bu durumu aralarında konuştukları, en büyüğünün Yusuf hakkında işledikleri "Kusuru" babalarının "Bildiğini" belirterek küçük kardeşlerini almadan oradan ayrılmayacağını söylediği ve bu toplantıda diğer kardeşlerin babalarına dönerek ona, oğlunun hırsızlık ettiğini, bundan başka bir şey bilmediklerini, kendilerinin "Doğru" söylediklerini, bunu şehir halkına ve birlikte geldikleri kafileye sorarak öğrenebileceğini iletmelerinin kararlaştırıldığı anlatılmaktadır. Ayetlerin devamında Yakup Peygamberin oğullarına inanmadığı, onlardan yüz çevirerek Yusuf'a ağlayıp sızlandığı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldiği (Derin üzüntü nedeniyle görme duyusunun aniden geçici olarak kaybedilmesi olabilir);

 

Diğer oğullarının hâla Yusuf'u unutmadığını ve sonunda ya hasta olacağını ya da büsbütün helâk olacağını iletmeleri üzerine Yakup'un onlara sadece gam ve kederini Allah'a arz ettiğini ve onların bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiy ile bildiğini ve Allah'ın Yusuf ve Bünyamin'i kendisine getireceğini çünkü Allah'ın çok iyi bilen ve hikmet sahibi olduğunu bildirerek Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırmaları için oraya geri gitmelerini istediği açıklanmaktadır.

 

Yakup'un oğullarını gönderirken onlardan Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelerini istediği, çünkü kafirlerden yani inanmayanlardan başkasının Allah'ın rahmetinden (Şefkat ve Merhametinden) ümit kesmeyeceklerini ilettiği hatırlatılmaktadır.

 

Bu hatırlatma bütün Akıllı insanların üzerinde düşünmeleri gereken bir konu niteliğindedir. Zira insanların sonuçta "Öleceklerini" bilmelerine rağmen mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleri, ancak gelecek ile ilgili olarak olumlu "Ümit" beslemeleri ile mümkündür. "Ümit Etme" duygusu Yüce Allah tarafından bu ortama "Gönderilen" insanların "Ruhlarına" ilk oluşumları sırasında yüklenen sayısız olumlu ve yararlı duygular arasında bulunmaktadır. Buna göre "İnsanlar", bu Dünya ortamına geldikten sonra Allah'a "İnanmasalar" dahi, yaşamlarını etkileyen her konuda "İstekleri" doğrultusunda bir "Ümit" beslemektedirler.  "Akıllarını" bu ortamda edindikleri bilgi ve deneyimlerinden yararlanarak kullanmaları sonucunda her şeye "Hakim" olduğunu düşünerek "Kibirle" davranan "İnançsız" insanların hayallerinin ve ümitlerinin "Hemen" gerçekleşmemesi veya bir gelişme ile artık gerçekleşmesi ihtimalinin kalmaması gibi durumlardan doğrudan Allah'ı sorumlu tutmaları sonucunda artık bir daha hiç bir işleri ile ilgili olarak Allah'tan bir beklenti içinde olmayacakları, diğer bir ifade ile Allah'tan "Ümit Kesecekleri"; buna karşılık Yüce Yaratan'a iman eden ve Evren ve Dünya ortamdaki bütün" Oluşumların" bünyelerindeki en küçük unsurlar olan Atom Altı Parçacıkları "Takdiri" ile "Yaratan, Yönlendiren" ve böylece bütün "Oluşumları" gerçekleştiren Allah'ın her konuda olduğu gibi insanların bütün beklentilerini de "Gerçekleşmesini" sağladığını düşünerek, Allah'ın bu "Gücü" ile kendisine yardımcı olmasını, sonsuz "Şefkat ve Merhamet" sahibi olması nedeniyle, Allah'tan "Ümit Edecekleri" gerçek ve somut bir "Durum" olarak bütün insanların dikkatlerine getirilmektedir.

 

Yakup'un Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırmaları için (Mısır'a) geri gönderdiği oğulları yanına girdikleri Yusuf'tan ailelerini kıtlık bastığını, bu nedenle haklarını tam ölçek olarak vermesini ve ayrıca bağışta bulunmasını, Allah'ın sadaka verenleri ödüllendireceğini hatırlatarak istedikleri; bu sırada Yusuf'un onlara cahillikleri yüzünden "Yusuf'a ve Kardeşine" ne yaptıklarını sorması üzerine Yusuf'u "Tanıdıkları" bildirilmektedir. Yusuf'un onlara Allah'ın "Lütfu" ile kardeşi Bünyamin ile kavuştuğunu, kim Yaratıcıya karşı gelmekten korkar, O'na inanır ve sabrederse", şüphesiz Allah'ın güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyeceğini (Mutlaka Ödüllendireceğini) diyerek öğüt verdiğini ve onların da bunun üzerine Yusuf'un kendilerine "Üstün" olduğunu anladıklarını ve hataya düştüklerini itiraf ettikleri; Yusuf'un da onları "Kınamadığını" ve merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'tan onları af etmesini dilediği anlatılmaktadır.

 

Olayın bu bölümünde Yusuf'un kendisine büyük "Haksızlık" yapan kardeşleri ile yüzleşmesi sırasında aldığı "Vahiylere" göre onlara ilettiği "Öğütler" açıklanmaktadır. Bu anlamda Özellikle Ayetlerde Allah'ın "Sadaka Verenleri" ve Kendisine karşı gelmekten korkan, O'na inanan ve sabrederek güzel davrananların ödüllendireceğine işaret edilmek suretiyle yer alan bu öğütlerin, bütün insanlar tarafından da önemle üzerinde durulması, düşünülmesi ve anlaşılması beklenmektedir. Ayrıca bir şekilde haksızlığa uğrayan insanların, bu haksızlığı yapanların "Pişmanlık" duyarak özür dilemesi halinde, "Merhametlilerin ve Merhametlisi" olduğunu düşünerek onları af etmesini Allah'tan dileyebilmenin insanlık açısından "Üstün" bir nitelik olduğuna işaret edilmektedir. Bu durum bütün insanların davranışlarını gözden geçirerek kendilerine ve diğer insanlara "Haksızlık" yapmalarına neden olan "Hataları" için Yüce Yaratan'ın "Merhametine" sığınmalarının gerektiğini de hatırlatmaktadır.

 

Böylece insanların davranışlarında "Merhametli" olmaları özendirilmektedir. Merhametli davranmayan insanların karşılaştıkları bir "Haksızlık" yüzünden içine düştükleri durumdan kurtulabilmeleri için Allah'ın "Merhametine" sığınarak O'ndan yardım isteyebilmeleri için, öncelikle kendilerinin de diğer "Varlıklara" karşı "Merhametli" olmasının gerektiği, bu vesile ile bütün insanlara iletildiği söylenebilir.

 

İnsanlara Ayetler ile iletilen öğütler, bu gibi diğer öğütlerde olduğu gibi, toplum yönetimi kendilerine "Emanet" edilen her düzeydeki "Yöneticiler" açısından çok daha önem taşımaktadır. Zira onların davranışları ve "Kararları" yönettikleri bütün insanlar üzerinde olumlu veya olumsuz etkilere neden olmaktadır.

 

Yusuf'un kardeşlerinin kendisini tanıması ve "Pişman" olarak bir şekilde özür dilemeleri sonrasında üzerinden çıkardığı gömleğini onlara vererek babalarına götürüp onun yüzüne koymalarını böylece babalarının yeniden görebileceğini; ayrıca bütün "Ailelerini" kendisine getirmelerini söylediği anlatılmaktadır. Oğullarının Mısır'dan ayrılınca babaları Yakup Peygamberin Yusuf'un kokusunu aldığını söylediği, etrafındakilerin ise Yakup'un Yusuf'un kayboluşundan sonra şaşkınlığının devam ettiğini düşündükleri; oğullarının getirdiği Yusuf'un gömleğini yüzüne sürdüğünde de gözlerinin görür olduğu ve Allah'ın vahiy etmesi ile bilemeyecekleri şeyleri bildiğini oğullarına hatırlattığı; bunun üzerine oğullarının "Günahkar" olduklarını söyleyip babaları Yakup Peygamberden af diledikleri ve bağışlamasını istedikleri; Yakup Peygamberin de yaptıklarından "Pişman" olan oğullarına bir öğüt ve "Temenni" olarak, affetmesi için Allah'a yalvaracağını çünkü Allah'ın "Çok bağışlayan ve esirgeyen" olduğunu söylediği bildirilmektedir. Sonrasında Yakup Peygamberin Yusuf'un isteği doğrultusunda bütün ailesi ile birlikte Mısır'a gittikleri, Kralın hazinelerini yönetmekte olan Yusuf'un yanına girdikleri ve kucaklaştıkları ve Kralın en yakınındaki bir "Yönetici" olarak onlara artık güvenle Mısır'a girebileceklerini (Bundan sonra Mısır'da yaşayabileceklerini) ilettiği ve anne ve babasını "Makamına" oturttuğu; hepsinin de secdeye kapanarak Yusuf’a kavuştukları için Allah’a şükrettikleri açıklanmaktadır.  Ayetteki ifade ile Yusuf'un babasına hitaben söylediği sözlerinden, bu buluşmanın daha önce gördüğü rüyanın yorumu olduğunu, Allah'ın bu rüyasını gerçekleştirdiğini, ona çok şey lütfettiğini, çünkü onu zindandan çıkardığını ve şeytan onunla kardeşlerimin arasını bozduktan sonra onları çölden getirdiğini, Yüce Yaratan'ın dilediğine lütfettiğini ve kuşkusuz Allah'ın çok iyi bilen ve hikmet sahibi olduğunu onlara ilettiği anlaşılmaktadır. Yusuf'un ona lütfedilenler ve verilen Peygamberlik görevi nedeniyle Yüce Allah'a "Ey Rabbim! Mülkten bana verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!" diyerek "Dua ve Teşekkür" ettiği ayrıca bildirilmektedir.

 

Yusuf ile ilgili olaylarda bütün insanları yaptıklarını ve hissettiklerini düşünmeye yönlendirecek çok önemli "Göstergeler" olduğu görülmektedir. Örneğin aç gözlülük, kibir ve hasetle diğer insanlara zarar vereceği dikkate alınmadan veya kasten zarar vermek üzere alınan kararlar ve yapılan haksızlıkların (Zulümlerin) mutlaka bir şekilde etkilerinin ve sonuçlarının olacağına ve bunlardan "Pişmanlık" duyulacağına dikkat çekilmektedir. Böyle bir duruma sebebiyet verilmesi ve pişman olunması halinde "Zulmedenlerin" zarar görenlerden özür dilenerek onlarda haklarını "Helal Etmelerini" istemeleri gerekmektedir. Aksi halde bu davranışta olanların üzerlerinde kalan "Kul Hakkı" ile bu ortamdan ayrıldıklarında Allah'ın zulmedenleri "Affetmeyeceği" Ayetlerde belirtilmektedir.

 

İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir, onları bir yola iletecek de değildir. (92/168), (4/168)

 

Bu konuda İhsan Eliaçık tarafından yapılan bir yorumda "Kur’an’da 324 yerde “zulüm”, 174 yerde de “şirk” kavramının geçtiği,  Zulümün “ötekine haksızlık yapmak”, şirkin de “Allah’a ortak koşmak” demek olduğu, Kur’an’da bu iki kavramın nerede ve nasıl kullanıldığına baktığımızda, ikisi hakkında da “affetmez” dendiği, ötekine karşı “zulüm” ile ilgili bir affın olabildiğine dair başkaca bir açıklama göremezken, Allah’a karşı “şirk” ile ilgili affın olabildiğine dair ayetin bulunduğu" belirtilmektedir. 

Bu konuda İhsan Eliaçık tarafından yapılan bir yorumda "Kur’an’da 324 yerde “zulüm”, 174 yerde de “şirk” kavramının geçtiği,  Zulümün “ötekine haksızlık yapmak”, şirkin de “Allah’a ortak koşmak” demek olduğu, Kur’an’da bu iki kavramın nerede ve nasıl kullanıldığına baktığımızda, ikisi hakkında da “affetmez” dendiği, ötekine karşı “zulüm” ile ilgili bir affın olabildiğine dair başkaca bir açıklama göremezken, Allah’a karşı “şirk” ile ilgili affın olabildiğine dair ayetin bulunduğu" belirtilmektedir. Ayetler; (87/51), (2/51) ; (87/52), (2/52)"

http://www.ihsaneliacik.com/2008/02/25/kul-hakki-ile-karsima-gelme /

 

Öte yandan, belirtildiği şekilde pişman olarak zarar verdiklerinden af dileyenlerin de zarara uğrayanlar tarafından Yüce Allah'ın "Merhamet edenlerin en merhametlisi" olduğunu hatırlayıp onlara "Merhamet" ederek af etmeleri, "Üstün" bir insani nitelik olarak onlardan beklenmektedir. İnsanlardan ayrıcainanarak yaptıkları duaların veya herhangi bir konudaki beklentilerinin gerçekleşmesi halinde "Her Şeyi Yaratan" olduğunu hatırlayıp Yüce Yaratan'a "Dua ve Teşekkür" etmeleri de beklenmektedir. Bu konuda Ayet hükmü olduğu için Yusuf'un Duasının söylenmesinin faydalı olacağı söylenebilir.

 

İşte bu gayb haberlerindendir, onu sana vahyediyoruz, onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin. (53/102), (12/102)

 

Yüce Allah Yusuf Peygamber ile ilgili bu "Hikayeyi" olayın geçtiği sırada bu ortama henüz gelmemiş olan bu konuda daha önce bilgisi bulunmayan (Gayb) Peygamber Hz.Muhammed'e ayrıca vahiy ettiğini açıklamaktadır. Buna göre, Yusuf Peygamber hakkında önceki peygamberler tarafından anlatılanların değişikliğe uğramış olması ve asıl anlamları dışında bazı olaylar anlatılarak yanlış yorumlara neden olunması ihtimali nedeniyle bu hikayenin doğru "Dersler" alınmasını sağlamak üzere Hz.Muhammed'e özellikle vahiy edildiği düşünülebilir.

Medyen  (Eyke) Kavmi  

                                                                                                                                                    KONU BAŞLIKLARI

İbrahim Peygamberin oğullarından Medyen'in Arap yarımadasının kuzey batısında Hicaz’la Filistin arasında Kızıldeniz kıyısında bir yere gelip yerleştiği bu nedenle buraya onun adına izafeten Medyen ismi verildiği, Medyen ve İbrahim neslinden gelenlerin burada süratle çoğaldıkları ve Medyen oğulları ismini aldıkları anlaşılmaktadır. Bu toplumlara gönderilen Şuayb Peygamberdir (Tevrat'taki adı Yitro) ve Musa'nın kayınpederi olmaktadır.

 

Tevrat'a göre Musa'nın Mısır'dan kaçtığında bu Medyenlilere (Midian) sığınarak 40 yıl onların arasında yaşadığı, Baş rahipleri Yitro'nun (Şuayb) kızıyla evlendiği varsayılmaktadır. Kur'an'da Medyen ve Eyke Toplumlarına Şuayb'in peygamber olarak gönderildiği ve Musa'nın 10 yılllık hizmeti karşılığında Şuayb'ın kızıyla evlendiği ifade edilmektedir.

http://eskikavimler.blogspot.com/p/medyen-ve-eyke-kavimleri.html

 

Bu konuda İslam Ansiklopedisinde açıklamalar bulunmaktadır.

“Kur’an’da Şuayb ve Mûsâ kıssaları dolayısıyla on yerde geçen Medyen kelimesi, Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği (el-A‘râf 7/85; Hûd 11/84; el-Ankebût 29/36) ve  Mûsâ’nın Mısır’dan çıktıktan sonra evlenip yıllarca aralarında kaldığı kavmin yaşadığı (Tâhâ 20/40; el-Kasas 28/22-28) bölgeyi ifade etmekte, bu kavimden de Ashâb-ı Medyen (et-Tövbe 9/70; el-Hac 22/44) ve Ashâbü’l-Eyke (el-Hicr 15/78; eş-Şuarâ 26/176; Sâd 38/13; Kāf 50/14) diye bahsedilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgiye göre Medyen halkına mensup olan ve bu halka peygamber olarak gönderilen Şuayb kavmini çok tanrıcılıktan uzaklaştırıp Allah’a tapmaya çağırmış; ölçü ve tartıda, alışverişte haksızlık yapmak, ülkede bozgunculuk çıkarmak, tehditle insanları Allah’ın yolundan alıkoymak gibi tutum ve davranışlara son vermelerini istemiştir (el-A‘râf 7/85-86; Hûd 11/84-87). Ancak kavminin önde gelenleri Şuayb’ı yalancılıkla itham etmiş, isteklerine karşı çıkmış, ona inananları tehdit etmiş, kendisini ve ümmetini ülkeden sürme tehdidinde bulunmuştur. Bunun üzerine Şuayb onlara ilâhî azabın geleceğini bildirmiş, nitekim şiddetli deprem ve korkunç bir gürültü onları helâk etmiştir (el-A‘râf 7/85-92; Hûd 11/84-95).”

MEDYEN - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

Kur'an'da Medyen ve Eyke kavimleri olarak geçen toplumların aslında "Medyen" adı ile anılan "Aynı" kavim olduğu bu konuda yapılan araştırmalar ve yapılan yayınlardan anlaşılmaktadır

 

“İbn Kesîr’e göre Şuayb’ın iki ayrı topluma gönderildiğine ilişkin İkrime’den aktarılan rivayet zayıftır. Aslında bu iki toplum aynı kavim olup Kur’an’da her ikisinin aynı konularda uyarılması da bunu göstermektedir (Tefsîr, III, 297; ayrıca bk. Âlûsî, XIV, 75).  Şuayb’ın iki halka gönderilmesinden bahseden ayetlerdeki ifadelerin benzerliğinden dolayı Taberî’den itibaren pek çok müslüman âlim bu iki kavmi aynı kabul etmiştir.”

http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=390222

 

Öte yandan Tevrat kaynaklarına göre bu toplumun anılan bölgede MÖ 1300-1000 yılları arasında yaşadığına işaret edilmektedir.

“Midianites engaged in pastoral pursuits, caravan trading, and banditry, and their main contacts with the Israelites were from the period of the Exodus (13th century bce) through the period of the Judges (12th–11th century bce)”

https://www.britannica.com/topic/Midianites

 

Allah, daha önceki toplumların yaptıkları yanlışlar ve onlara verilen cezalara rağmen, ölçü ve tartıyı "Tam" yapmamakta devam eden ve böylece insan haklarına tecavüz ederek kısıtlayan, ayrıca bu eylemleri ile elde ettikleri haksız "Çıkarlarını" sürdürebilmek için insanlar arasında "Bozgunculuk" yaparak "Karışıklık" çıkartan Medyen ve Eyke halkının "Zalim" olduğuna işaret etmekte ve bu topluma Şuayb’ı "Uyarıcı" olarak gönderdiğini açıklamaktadır.

 

Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (39/85), (7/85)

“Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur!” (39/86), (7/86)

“Eğer içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır, bir gurup da inanmazsa, Allah aranızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hakimlerin en iyisidir.” (39/87), (7/87)

Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz." Şuayb “İstemesek de mi?” dedi.  (39/88), (7/88)

“Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemiş başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (39/89), (7/89)

Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: “Eğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.”  (39/90), (7/90)

Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.  (39/91), (7/91)

Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanların kendileridir. (39/92), (7/92)

Şuayb onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kafir bir kavme nasıl acırım!" (39/93), (7/93)

Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı. (47/176), (26/176)

Şuayb onlara şöyle demişti: Allah'a karşı gelmekten “Sakınmaz mısınız?” (47/177), (26/177)

“Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (47/178), (26/178)

“Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (47/179), (26/179)

“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (47/180), (26/180)

“Ölçüyü tastamam yapın, eksik verenlerden olmayın.” (47/181), (26/181)

“Doğru terazi ile tartın.” (47/182), (26/182)

“İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (47/183), (26/183)

“Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun.” (47/184), (26/184)

Onlar şöyle dediler: “Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!” (47/185), (26/185)

“Sende, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.” (47/186), (26/186)

“Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.” (47/187), (26/187)

Şuayb: “Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.  (47/188), (26/188)

Velhasıl onu yalancı saydılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi! (47/189), (26/189)

Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.  (47/190), (26/190)

Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.  (47/191), (26/191)

Medyene de kardeşleri Şuayb'ı. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” (52/84), (11/84)

“Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.” (52/85), (11/85)

 “Eğer mümin iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.” (52/86), (11/86)

Dediler ki: “Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!” (52/87), (11/87)

Dedi ki: “Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim.” (52/88), (11/88)

“Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin yahut Salih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.” (52/89), (11/89)

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tövbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, çok sever.” (52/90), (11/90)

Dediler ki: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz! Eğer kabilen olmasa, seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin.” (52/91), (11/91)

"Ey kavmim!” dedi, “size göre benim kabilem Allah'tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır“ (52/92), (11/92)

“Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim." (52/93), (11/93)

Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (52/94), (11/94)

Sanki orada hiç barınmamışlardı, biliniz ki, Semûd kavmi (Allah'ın rahmetinden) uzak olduğu gibi Medyen kavmi de uzak oldu. (52/95), (11/95)

Eyke halkı da gerçekten zalim idiler. (54/78), (15/78)

Biz onlardan da intikam aldık. İkisi de açık bir yol üzerindedir. (54/79), (15/79)

 

Şuayb'in halkını bazıları geçmiş kavimlerin başına gelenler olmak üzere çeşitli örnekler vererek ve toplumuna Allah'a kulluk etmelerini, kendilerine iletilen "gerçekleri" dikkate alıp onlara göre davranmalarını ve böylece ölüm sonrasındaki yaşama (ahiret gününe) umut bağlamalarını ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmamalarını öğütleyerek yaptığı "uyarma" çabalarına karşılık kavminden ileri gelenlerin kibirlenerek Şuayb’ı aşağıladıkları ve onunla beraber inananları memleketlerinden kesinlikle çıkaracaklarını ilettikleri veya onların kendi dinlerine dönmelerini talep ettikleri ve kendilerine Allah tarafından iletilen öğüt ve önerileri  yalanlayıp kabul etmedikleri belirtilmektedir. Bunun üzerine "Zalim" ve "İnkârcı" olmakta ısrar eden bu toplumun "Gölge Gününün" azabı ile ve "Şiddetli Depremler" ile cezalandırılarak dizlerinin üstünde "çöke kaldıkları" açıklanmaktadır. Yüce Allah böylece bu toplumu tamamen helak ve yok ederek "İntikam" aldığını; ancak Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri de kurtardığını açıklamaktadır.

 

Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” dedi. (85/36), (29/36)

Fakat onu yalancılıkla itham ettiler, derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (85/37), (29/37)

 

Bu şekilde ortadan kaldırılan Eyke ve Medyen toplumunun "Kalıntılarının" açık bir yol üzerinde bulunduğu ayrıca belirtilerek insanlardan bu yerleri ziyaret ettiklerinde olanları düşünmeleri ve ders almaları beklenmektedir. Tefsircilere göre Ayette geçen "gölge günü" ifadesi ile, volkanik bir patlama ile meydana gelen şiddetli bir deprem sebebiyle gökte oluşan toz ve duman tabakasının güneş ışınlarının engellenmesine işaret edilmektedir.

Günümüzden yaklaşık 3000 veya 3500 yıl yaşanan insan haklarına yönelik suçlar ile bu suçlara verilen "İlahi" cezalar karşısında o zamanın insanlarının sahip oldukları bilgi düzeyi ve bilgi birikimlerini kullanarak kendilerinden önce yaşamış ve çeşitli "Kamusal" suçlar işlemiş olan kavimlerin ve toplumların karşılaştıkları doğa olaylarının "Yaratan" tarafından takdir edilmiş bir "Ceza" olduğunu "Anlayamadıkları" ve insan nefsinin en önemli unsurlarından olan "Benlik, Kibir ve Menfaat" unsurlarının etkisi ile benzer şekilde "Yaratanı" inkar ederek "Kamusal" suçlar işledikleri görülmektedir.

 

Aslında günümüzde de insanların ve insan toplumlarının "Yöneticilerinin" bir şekilde "Güç" sahibi olmaları karşısında aynı "Tepkileri" verdikleri her an görülmektedir. O zamandan beri insanlık "Çok Şey" öğrenmiş ve rahat bir hayat sağlamak üzere çok ilerleme kaydetmiş olarak bu defa bu durumun "Kibrine" kapılarak "Kamusal" suçları işlemeye devam etmiştir ve devam etmektedir.

 

Burada günümüz insanlarının ve gelecekte yaşayacak olan insanların üzerinde en çok düşünmeleri gereken en önemli husus, benzer şekilde diğer geçmiş toplumların inkarları ve işledikleri diğer Kamusal suçlar nedeniyle nasıl "Cezalandırıldıkları" ile ilgili olarak "Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler" şeklindeki Ayetin tekrar edilmesidir. Allah insanlardan onlara "Lütfettiği" en değerli unsur olan "Akıllarını" işleterek bu ve benzer öğüt ve önerilerini "Anlamaya" çalışmalarını beklemektedir. Geçmiş eski dönemlerdeki insanların özel seçilmiş "Uyarıcılar" tarafından kendilerine iletilen Allah' ve yaratıcılığı ile ilgili "Gerçekleri" yalanlanmaları ve çıkarlarına ve toplumda sahip oldukları "Güçlere" göre "Diledikleri gibi" yaşam sürmeleri sonucunda verilen "Cezaların" bu insanların "Akıllarını" çalıştırma yetenekleri ile buna bağlı olarak sahip oldukları "Bilgi Düzeyine" göre "Ceza" verildiği dikkate alınarak "Ders" alınması gerektiğine işaret edilmektedir.

 

Kur'an'da adları verilen yaklaşık 13 eski topluma Ayetlerde belirtilen "Cezaların" verildiği anlatılmaktadır. Günümüzde bilgi birikiminde çok hızlı bir şekilde gelişen ve çeşitlenen gelişmelerin sağladığı dikkate alındığında Yüce Yaratan'ın tek "Yaratan" olduğunu anlayıp algılayabilecek ve "Toplum Düzenini" en iyi şekilde sağlayıp yürütebilecek bir düzeye erişilmiş olmasına rağmen, bazı insanların bu "Gerçeği" yalanlayıp inkâr etmeyi sürdürmekte oldukları görülmektedir. Geçmiş toplumlarda işlenen "Kamusal" suçları ve "Cinsel" nitelikli aşırılıkları günümüzde işlemeye devam eden insanların bireysel veya toplumsal olarak bu eylemlerine uygun şekilde "Cezalandırıldıklarını" fark etmeleri gerekmektedir.

 

Geçmiş "İnkârcı" toplumlara verilen cezalardan "Ders Almak" bu durumun farkına varılması ve ona göre anlayış ve davranışların "Düzeltilmeye" çalışılması olarak düşünülmelidir. Allah insanların birçoğunun gereken "Dersi" almamakta ısrar ettiğini ve bunların gerektiği şekilde "Ceza" göreceklerini ancak bu Ayetlerden "Ders" çıkararak "Düzelmeye" yönelinmesi halinde "Mutlak Galip" ve "Engin Merhamet" sahibi olarak yardımcı olacağını açıkça tüm insanlara iletmektedir.

 

Burada "Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın" şeklinde yapılan "Uyarının" üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer husus olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu uyarı ile tüm insanlardan "Çıkarları" uğruna diğer insanların haklarına tecavüz edilmemesi gerektiğine dikkat çekilmektedir. Toplumun tüm kademelerinde ve de özellikle "Yönetici" konumunda olan ve kendisine verilen "Yetkileri" kullanan insanların sahip oldukları "Güç" nedeniyle nefslerine mağlup olarak çıkarlarını gözetecek şekilde bu yetkilerini kullanmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu durumdakiler bu ortamdaki yaşamlarında iş yaparken ve özellikle yönettikleri konularda "Karar" verirken Kur'an’daki diğer Ayetlerde de defalarca belirtildiği gibi sonunda "Hüsrana" uğrayacaklarını düşünmelidirler. Aynı şekilde bu insanlara durumlarını ve bile bile yetki verenlerin de karşılaşılacak sonuçlardan "Sorumlu" olacaklarını düşünmeleri gerekmektedir.

MEDYEN KAVMİ

Firavun Kavmi

                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI

Firavun olarak isimlendirilen eski Mısır medeniyetinin hükümdarları ile ilgili olarak çok sayıdaki bulgu ve belgeler yanında, Musevilik inancına ait temel bilgilerin yer aldığı ve ilk olarak Musa Peygamber tarafından yazıldığı ileri sürülen "Tevrat'ta" değinilen olaylar, Kur'an Ayetleri ile bir anlamda teyit edilerek en "Doğru" haliyle bütün insanlara iletilmektedir.

 

Buna göre "Yaratıcının" bu topluma da "Uyarıcılar" gönderdiği fakat (Diğer Ayetlerden de anlaşılacağı gibi), hükümdarları olan Firavunların ve onların toplum üzerindeki baskısı ile, toplumun bu uyarıcıları onlara gönderilen bütün Ayetleri yalanladıkları ve bu yüzden Yüce Allah'ın onları "Güç ve Kudretine" lâyık bir şekilde yakalayıp "Cezalandırdığı" açıklanmaktadır.

 

Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti. (37/41), (54/41)

Lâkin onlar bütün Ayetlerimizi yalanladılar, biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık. (37/42), (54/42)

Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.  (39/102), (7/102)

Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu! (39/103), (7/103)

Musa dedi ki: "Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” (39/104), (7/104)

“Allah hakkında gerçekten başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğullarını benimle bırak!"  (39/105), (7/105)

Dedi ki: “Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.”  (39/106), (7/106)

Bunun üzerine Musa asasını yere attı, o hemen apaçık bir ejderha oluverdi!  (39/107), (7/107)

Ve elini çıkardı, birdenbire o da seyredenlere bembeyaz görünüverdi. (39/108), (7/108)

Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Bu çok bilgili bir sihirbazdır." (39/109), (7/109)

"Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?”  (39/110), (7/110)

Dediler ki: “Onu da kardeşini de beklet" (39/111), (7/111)

"Şehirlere toplayıcılar yolla. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.” (39/112), (7/112)

Sihirbazlar Firavun'a geldi ve: "Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?" dediler.  (39/113), (7/113)

"Evet hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız" dedi. (39/114), (7/114)

“Ey Musa sen mi atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?” dediler.  (39/115), (7/115)

"Siz atın" dedi, onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler.  (39/116), (7/116)

Biz de Musa'ya, "Asanı at!" diye vahiy ettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. (39/117), (7/117)

Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. (39/118), (7/118)

İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. (39/119), (7/119)

Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. (39/120), (7/120)

"Musa ve Harun'un Rabbi" (39/121), (7/121)

"olan âlemlerin Rabbine inandık" dediler.  (39/122), (7/122)

Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında göreceksiniz!”  (39/123), (7/123)

“Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!" (39/124), (7/124)

Onlar: “Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun." (39/125), (7/125)

"Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al” dediler. (39/126), (7/126)

Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız?” 

"Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz" dedi. (39/127), (7/127)

Musa kavmine dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç sakınanlarındır." (39/128), (7/128)

Onlar da “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi” dediler. "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar" dedi.  (39/129), (7/129)

Andolsun ki, biz de Firavun'a uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve mahsul kıtlığı ile cezalandırdık. (39/130), (7/130)

Onlara bir iyilik gelince, "Bu bizim hakkımızdır" derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler. (39/131), (7/131)

Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."  (39/132), (7/132)

Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (39/133), (7/133)

Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrailoğullarını seninle göndereceğiz" dediler. (39/134), (7/134)

Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler. (39/135), (7/135)

Biz de ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk. (39/136), (7/136)

 

Musa kendisinin bir "Uyarıcı" olarak gönderildiğini, Allah'tan başka bir "Yaratıcı" bulunmadığını, aslında onların da "İlahı" olan (Rabbi) Allah'ın kendisi ile açık bir "Delil" getirdiğini, buna göre toplumunu (İsrailoğullarını) kendisi ile gitmeleri için bırakmasını Firavun'a "Tebliğ" ettiği, bunun üzerine, Musa ile Firavun olarak isimlendirilen hükümdar arasında toplumun şahitliğinde geçen asasının yılan şeklinde ve ellerinin bembeyaz görünmesi gibi olayların gerçekleştiği belirtilmektedir.

 

Ayetlerde belirtilen "olağan dışı" olayların, bugün sahip olduğumuz bilgiler çerçevesinde bir çeşit göz aldatması olduğu düşünülebilir. Ancak o sırada "gerçek" olarak algılanan bu olayların Firavun'un etrafındakileri etkilediği, onların Musa'ya inandıklarını açıkladıkları, Firavun'un bu duruma karşı gelerek onları uyardığı ve onları tehdit ederek Musa ve toplumunu alıkoymak istediği, buna karşılık Musa'nın toplumunu alarak “onlara vadedilen" beldeye götürmek üzere yola çıktığı ve sonuçta Firavun ve ordusunun bu takip sırasında suda boğularak hükümranlığının sona erdiği anlatılmaktadır.

 

Mısır'da hüküm süren Firavunlardan önceki toplumlara da uyarıcıların gönderilmiş olmasına rağmen insanların, genellikle "nefslerinin" etkisinden çıkamayan toplum yöneticilerinin yönlendirmeleri ile, kendilerine iletilen uyarı, öğüt ve önerilere uyacaklarına dair verdikleri sözlerde durmadıkları ve onların çoğunun "Yoldan Çıktıklarına işaret edilmekte ve sonra onların ardından Musa'nın bazı mucizelerle Firavun ve kavmine gönderildiği ve onların da mucizeleri inkar ettikleri, böylece "Fesat" çıkaranların sonuçta cezalandırıldıkları açıklanmaktadır.

 

Sana Musa'nın haberi geldi mi?  (81/15), (79/15)

Kutsal vadi Tuvâ'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: (81/16), (79/16)

 “Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.”   (81/17), (79/17)

 

Alemlerin "Rabbi" olan Yüce Allah, günümüzden yaklaşık 7.000-2.500 yıl önceki bir süreci kapsayan dönemde bugünkü Mısır'da yaşamış olan ve "Eski Mısır Medeniyeti" olarak tanımlanan toplumun "Firavun" adı verilen hükümdarlarına ve onun ileri gelen adamlarına "Kendi Elçisi" olarak Musa Peygamberi gönderdiğini açıklamaktadır.

 

Andolsun biz Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına göndermiştik de Musa: “Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti. (63/46), (43/46)

Onlara ayetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.  (63/47), (43/47)

Onlara gösterdiğimiz her bir ayet diğerinden daha büyüktü, doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık. (63/48), (43/48)

Bunun üzerine dediler ki: “Ey büyücü! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine dua et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.” (63/49), (43/49)

Fakat biz onlardan azabı kaldırınca, sözlerinden dönüverdiler.  (63/50), (43/50)

Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?"   (63/51), (43/51)

"Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?"  (63/52), (43/52)

"Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi?"   (63/53), (43/53)

Firavun kavmini aldattı onlar da kendisine boyun eğdiler, onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.   (63/54), (43/54)

Böylece bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk.   (63/55), (43/55)

Onları, sonradan gelenlerin geçmişi ve bir ibret örneği kıldık.   (63/56), (43/56)

 

Musa Peygamberin günümüzden yaklaşık olarak 3.400-3,200 yıl önce yaşadığı dikkate alınarak, Ramses II isimli Firavun'un döneminde onları "Uyarmak" üzere görevlendirildiği varsayılmaktadır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1s%C4%B1r_firavunlar%C4%B1_listesi#Yirminci_Hanedan_(M%C3%96_1186_-_M%C3%96_1069)

https://www.britannica.com/biography/Moses-Hebrew-prophet/Moses-and-Pharaoh

https://islamansiklopedisi.org.tr/firavun

 

Ancak bu konuda kesin deliller bulunmamaktadır. Buna göre, Musa'nın "Allah'ın Elçisi" olduğunu iletmesi ile ilgili olayların açıklandığı Ayetlerde geçen Firavun'un, yönetim biçimi olarak halkına zulmeden ve Musa ve Harun'un dönemlerine denk düşen herhangi bir firavun olabileceği de düşünülebilir.

 

Ayetlerdeki ifadelerden Musa'nın Allah'ın Ayetlerini bildirmek üzere dönemin hükümdarı olan "Firavun" ile görüşebilecek bir konumda olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüşmede Firavun'un ve onun ileri gelen adamlarının Musa'nın "İlettiklerine" inanmadıkları ve onu alaya alıp "gülüverdikleri", halbuki, tam olarak ne oldukları açıkça belirtilmemekle birlikte, Musa’nın onlara ilettiği ve onun bir Peygamber olduğunu ve tebliğ ettiği "Dinin" doğruluğunu onlara gösteren her bir Ayetin diğerinden daha büyük olduğu açıklanmaktadır. Yüce Yaratan, Musa'ya inanmayanları doğru yola dönsünler diye bir süre çeşitli azaba uğrattığını hatırlatmaktadır. Bunun üzerine Firavun ve etrafındakilerinin, Musa'nın bir "Mucize" olarak işaret ettiği Allah'ın "Verilmiş Sözünü" hatırlatarak, bu söze göre ve artık doğru yola gireceklerini de söyleyerek, "Affedilmeleri" için Allah'a dua etmesini Musa'dan istedikleri bildirilmektedir.

 

Buna göre Musa'nın, karşılaştıkları "Çeşitli Azap" nedeniyle pişmanlık duyduğunu düşünerek, Firavun ve toplumunun affedilmesi için dua ettiği ve onların bu azaptan kurtulmalarını sağladığı düşünülebilir. Ancak, Firavunun, azaptan kurtulup bir "Huzur" dönemine ulaşılmasına rağmen, verdiği sözde durmadığı, yeniden Musa'nın ilettiklerini (Allah'ı) inkâr ederek kendisinin Mısır'ın mülkünün ve ırmaklarının sahibi olduğunu ve kendisinin "En Büyük" olduğunu toplumuna ilettiği bildirilmektedir. Ayrıca, toplumunu kendisine inanmaya ikna etmek üzere, kendisinin zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda olan "Şu Adam" diyerek "Aşağıladığı" Musa'dan daha "Hayırlı" olduğunu; onun "İnandırıcı" olabilmesi için kendisinin servetine ve zenginliklerine kıyasen onun da altın bileziklerinin olmasının veya yanında ona yardımcı melekler bulunmasının (Olağanüstü Mucizeler Göstermesi) gerektiğini ileri sürdüğü anlatılmaktadır.

 

Yüce Allah, böylece Firavun'un kavmini aldattığını onların da kendisine boyun eğdiğini bildirmekte ve Akıllarını kullanmayıp Firavun'a inanmaları nedeniyle bu toplumun "Yoldan Çıkmış" olduğunu ve hepsinin suda boğulması ile onlardan intikam aldığını hatırlatmaktadır. Bu şekilde "Cezaya" uğrayan Firavun ve toplumunun, sonradan gelenlerin geçmişi öğrenerek bir ibret örneği (Alınacak Ders) kılındığı açıklanmaktadır.

 

Musa peygamberin “Kitabı” olan "Tevrat’ta" anlatılanlar, Ayetlerde değinilen olaylar ile bir şekilde "doğrulanarak" teyit edilmektedir. Bu arada Musa'nın öğretilerini inkâr etmeleri nedeniyle çeşitli "Azaba" uğramaları, Musa’dan Allah'a "Dua" etmesini istemeleri ve böylece "Azabın Kaldırılması" için geçen süre ve daha sonra yeniden "Yoldan Çıkmaları" ve ceza olarak suda boğulmaları arasında belli bir zaman aralığı bulunduğu görülmektedir. Bu durum dikkate alındığında, Musa'ya karşı gelen ve suda boğulan Firavunların aynı olmayabileceği de dikkate alınmalıdır. Zira bir başka Ayette suda boğulan Firavun'un bedeninin, sonra geleceklere ibret olması için, denizden çıkarıp sahile vuracağı (Kurtarılacağı) ve onun kendisi olduğunun bu suretle de görülüp anlaşılacağı bildirilmektedir.

 

Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler.” (51/92), (10/92)

 

Ramses II adındaki Firavunun günümüzden yaklaşık 3.300- 3230 yılları arasında 66 yıl hüküm sürdüğü mumyasının Deir El Bahri bölgesinde bulunduğu ve halen Kahire'deki Mısır Müzesinde sergilendiği dikkate alındığında, suda boğulan Firavunun Ramses II olmadığı anlaşılabilmektedir. Buna göre de Musa'nın Ramses II ile karşılaşmasının Firavunun son dönemlerinde gerçekleştiği ve suda boğulan ve cesedi teşhis edilebilen Firavunun ise muhtemelen ondan sonra gelen ve "Mumyası" bulunamayan hükümdarlardan birisi olduğu söylenebilir.

https://www.britannica.com/biography/Ramses-II-king-of-Egypt

https://www.history.com/news/5-great-mummy-discoveries#:~:text=Ramesses%20II&text=His%20body%20was%20originally%20entombed,50%20other%20rulers%20and%20nobles.

 

Allah, kendisine inanmayanlardan önce Firavun toplumunu "İmtihan" ettiğini ve onlara "Allah'ın kulları! Bana gelin! Çünkü ben size güvenilir bir resulüm” diyen şerefli bir elçi olarak Musa'yı gönderdiğini bildirmekte ve onu inkar eden Firavun toplumunu örnek göstererek daha önce de Peygamberlerin inkar edildiğini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.

 

Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. (64/17), (44/17)

Onlara: “Allah'ın kulları! Bana gelin! Çünkü ben size güvenilir bir resûlüm” diye şerefli bir elçi gelmişti. (64/18), (44/18)

“Allah'a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum.”  (64/19), (44/19)

“Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım.”  (64/20), (44/20)

“Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklaşın.”  (64/21), (44/21)

Bunun üzerine “Bunlar suç işleyen bir toplumdur” diye Rabbine arzetti.   (64/22), (44/22)

Allah, “O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz” buyurdu.   (64/23), (44/23)

Denizi açık halde bırak, çünkü onlar boğulacak bir ordudur.   (64/24), (44/24)

Onlar geride nice bahçeler, pınarlar bırakmışlardı.   (64/25), (44/25)

Nice ekinler, güzel konaklar (64/26), (44/26)

Ve içinde zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler ve refahı.  (64/27), (44/27)

İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık.  (64/28), (44/28)

Gök ve yer onların ardından ağlamadı onlara mühlet de verilmedi.   (64/29), (44/29)

Andolsun biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.   (64/30), (44/30)

Yani Firavun'dan, çünkü o zorba idi, aşırı gidenlerdendi.   (64/31), (44/31)

Andolsun biz İsrailoğullarına, bilerek, âlemlerin üstünde bir imtiyaz verdik.   (64/32), (44/32)

Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik.   (64/33), (44/33)

 

Musa'nın kendisine inanmayan Firavuna ve toplumuna, Allah'a karşı ululuk taslamamalarını, çünkü onlara apaçık bir delil getirdiğini, kendisine eziyet edilmesinden (Taşlamalarından) kendisinin ve onların da "Rabbi" olan Allah'a sığındığını, eğer kendisine inanmazlarsa da en azından yanından uzaklaşmalarını ilettiği ve Firavun ve toplumunun kendisine inanmamakta devam etmeleri nedeniyle onların suç işleyen bir toplum olduğunu Allah'a (Rabbine) arz ettiği, bunun üzerine Yüce Allah'ın Musa'ya kendisine inanan "Kullarını", takip edileceklerini hatırlatarak, geceleyin yola çıkarmasını vahiy ettiği bildirilmektedir.

 

Ayrıca, denizin yanına gelindiğinde onlar için bir yol açılacağı ve denizin böylece onlar için "Açık" halde bırakılacağı, zira onları takip eden Firavun ve ordusunun boğulmalarının takdir edildiği Musa'ya açıklanmaktadır. Öte yandan, denizin "Açılmasının" Musa'nın "asasını" denize değdirmesi ile olduğu ve bu "asa" ile denizin açık halde kaldığı şeklinde bazı yorumların yapıldığı ve bazı "Kutsal" belgelerde bu yönde açıklamaların yer aldığı görülmektedir.

 

Burada, "Denizin Açılması" olarak yer alan ve diğer Ayetlerde de çeşitli şekillerde açıklanan bazı "Olağanüstü" ve "Mucizevi" olayların, Yüce Yaratan'ın "Yaratmış" olduğu ve bu Evren ve Dünya ortamında "Madde" halinde olan veya "soyut" olarak tanımlayabildiğimiz "Özelliklerin", yani "Her Şeyin", onların meydana gelmesini sağlayan ve "Aslını" oluşturan ve sayısı hakkında hiçbir zaman kesin bilgi sahibi olamayacağımız atom altı en küçük yapı taşları (Unsurlar) üzerindeki "İradesi" ve "Hakimiyeti" ile "gerçekleşmiş olabileceğini" bir defa daha hatırlamak gerekmektedir. Bilindiği gibi, Yüce Allah Ayetlerinde bu durumu, Allah'ın bildirdikleri dışında Allah'ın her şeyi nasıl yaptığından (İlminden) hiçbir şeyi "Tam Olarak" bilemeyeceğimizi ve bir şeyi yaratmak istemesi halinde ise ona sadece "Ol!" diyeceğini ve onun hemen "Olacağını" ifade ederek bizlere bildirmektedir.

 

Allah'ın bildirdiklerinin dışında insanlar Allah'ın ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. (87/255), (2/255)

 

Yüce Allah'ın en önde gelen niteliği olarak "yaratıcılığı" konusunda çok sayıdaki Ayetinde "Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol!" der ve hemen olur." ifadeleri ile bildirdiği "Ol!" emri ve bu emrin hemen oluvermesi ile ilgili olarak "Allah' Her şeyi Her An Yaratandır" bölümünde açıklamalar bulunmaktadır.

 

Yüce Allah Musa ve toplumunun Firavun'dan bu şekilde "kurtarılması" ile onlardan kalan çok sayıdaki ve güzellikteki bahçelerin, pınarları, ürünleri, yaptıkları "Konakları" ve zevk ve sefasını sürdükleri diğer nice "Nimetleri" terk etmek zorunda kaldıklarını ve bütün bunların artık başka bir topluma "Miras" olarak bırakıldığını bildirmektedir. Bu olayların Firavun'un "Zulmü" yüzünden meydana geldiği, bu nedenle ona ve toplumuna durumlarını düzeltmeleri için bir zaman (Mühlet) verilmediği ve onların başına gelenlere hiç kimsenin aldırmadığı, acımadığı ve kaygılanmadığı açıklanmakta ve üzerinden "Ders Alınması" gereken bir durum olarak bütün insanlara iletilmektedir. Yüce Allah böylece İsrailoğullarını Firavun'un zorbalıkla ve aşırı gitmekle onlara yaptığı "Zulüm" yüzünden uğradıkları "Azaptan" kurtarıldığını ve Allah'a olan inançlarını sürdürdükleri için, "Denizde Yolların Açılması" ve darlıklarında "Yiyecekler Verilmesi" gibi önemli olaylara işaret edilerek, o dönemlerde diğer toplumlara göre onlara üstün bir "İmtiyaz" verdiğini açıklamaktadır.

 

Günümüzde toplumların yönetimleri kendilerine emanet edilen yöneticilerin bu açıklamalar üzerinde dikkatle durmaları gerekmektedir. Özellikle her ne sebeple olursa olsun kendisine bu "Emaneti" veren toplumu "Hor Görmemesi" ve toplumu oluşturan insanlara "Zorbalık" yapmaması ve "Zulmetmemesi" gerektiğini devamlı olarak hatırlamaları hem kendileri ve hem de toplum açısından faydalı bulunmaktadır. Aksi halde, belki de onlar açısından "Ceza" olacak bir şekilde, toplum üzerindeki "Hakimiyetinin" son bulacağını unutmamaları gerektiğine dikkat çekilmektedir.

 

Firavun toplumu ve Musa Peygamber ile ilgili diğer konularda "Musa Kavmi" bölümünde ayrıca ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır.

FİRAVUN KAVMİ

Musa Kavmi

                                                                                                                                                  KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah, Firavun'un hükmü altında ezilmekte olan İsrailoğulları toplumunu Denizden geçirerek "Kurtardığını" ve içini bereketle doldurduğu "Yerin" doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldığını, böylece sabırlarına karşılık onlara verdiği güzel sözün yerine geldiğini; Firavun ve toplumunun yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçelerini ortadan kaldırdığını açıklamaktadır. Ancak, İsrailoğullarının ulaştığı bu bereketli kılınan terde kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladıkları.ve Musa'dan onların tanrıları olduğu gibi, kendileri için de bir tanrı yapmasını istedikleri, bunun üzerine Musa'nın onlara gerçekten "Cahil" bir toplum olduklarını, özendikleri toplumun inandıklarının (Din) yıkılmış ve yapmakta olduklarının da artık geçersiz (Bâtıl) olduğunu söylediği anlatılmaktadır. Musa'nın toplumuna ayrıca, Allah onları "Alemlere Üstün Kılmışken" onlar için Allah'tan başka bir tanrı aramasının bir manasının bulunmadığını, daha önce kendilerine işkencelerin en kötüsünü yapan Firavun'un hükmü altında iken çektiklerini ve onları bu durumlardan kurtardığını hatırlatarak, bunun onlar için bir "imtihan" olduğunu ve Allah inancından ayrılmamaları gerektiğini ihtar ettiği bildirilmektedir.

 

Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik. (39/137), (7/137)

İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: “Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap!” dediler. Musa: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz” dedi. (39/138), (7/138)

“Şüphesiz bunların içinde bulundukları yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıldır.”  (39/139), (7/139)

Musa dedi ki: “Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?”  (39/140), (7/140)

“Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.” (39/141), (7/141)

 

Musa'nın, İsrailoğulları toplumunun "Doğru Yola" ulaştırılması için Allah'ın kendisine verdiği uyarıcılık görevini yerine getirirken onların Allah tarafından "Alemlere üstün kılındıklarını" da iletmiş olması önemli bir ayrıntıya işaret etmektedir. Burada bir toplumun Alemlere Üstün kılınması ifadesi ile, o toplumun "Yaratılış" ve "Yüce Yaratıcı" ile ilgili olarak kendilerine iletilen "Gerçekleri" anlayıp O'na teslim olmaları nedeniyle diğer toplumlara göre kazandıkları "Üstünlüğe" işaret edildiği anlaşılmaktadır. Zira Allah insanların birbirlerinden farklı olduklarını, kiminin kimisinden "Üstün" kıldığını ancak bu üstünlüğün ancak "Ahiret" ortamındaki itibar zenginliği ile sağlanabileceğini bildirmektedir. Yoksa o toplumun belli bir etnik yapıya sahip olmasının, zenginlik veya servet sahibi olmasının veya başka nitelikleri ile diğer insanlar üzerinde "Üstünlük" elde etmesi mümkün bulunmamaktadır.

 

Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür. (50/21), (17/21)

 

Bu yaşananlar bugün yaşayan ve bundan sonra Kıyamete kadar yaşanacak zamanda yaşayacak olan tüm insanlar için bir ders olmak üzere Kur'an Ayeti olarak hatırlatılmaktadır. Özellikle Allah konusunda belli bir idrak düzeyine ulaşmış olanların "Alemlere Üstün Kılındıklarını" anlamaları ve bu düzeyden geriye gitmelerinin bu ortamda verdikleri imtihan açısından kendilerini başarısızlığa götüreceğini dikkate almaları gerekmektedir.

 

Adem ile başlayan ve sonraki tüm "Akıllı İnsanlar" tarafından anlaşılması ve idrak edilmesi beklenen "Tek Yaratıcı Güç" kavramı, bazı dönemlerde insanların "Görülmeyene inanmama" olarak tanımlanabilecek mantıksal anlayışlarının ön plana çıkması nedeniyle önemini yitirmiştir. Aslında insanların bu düşünceleri, yapısındaki büyüklenme, kibir ve bencillik unsurlarının "Akıl" yürütme yeteneğinin kullanılmasını önleyecek kadar etkili olmasından kaynaklanmaktadır

 

Bu anlayışın baskın olduğu geçmiş dönemlerde insanlar çeşitli "Görsel" varlıkları, bazı insanları, doğa olaylarının veya kendileri tarafından imal edilen şekil ve heykelleri kutsallaştırmışlar ve onları "Tanrı" olarak nitelendirip taşıdıkları “Manevi Bağlantı Gereksinmelerini" bu şekilde karşılamaya çalışmışlardır.

 

İnsanların bu şekilde "Tek Yaratıcı Güç" kavramını kaybettikleri dönemlerde Allah, seçtiği bazı "Akıllı İnsanları" onlara "Uyarıcı" olarak görevlendirerek tekrar "Doğru Yola" ulaşabilmeleri için onlara bilgi aktardığı görülmektedir. Bu bilgi aktarımları sırasında o zamandaki insanların genel bilgi birikimi ve düzeyi nedeniyle uyarıcıların "Peygamberler" bazı olağanüstü "Görsellikler" sergilemelerini sağladığı çeşitli Ayetlerde açıklanmaktadır. Ancak yine de insanlar bu "İçsel Karşı Gelme" güdülerine yenilerek Allah'ı tartışmalı hale getirmişlerdir.

 

Bu Ayetlerde Musa'nın kavmini selamete ulaştırmasından sonra kendisinden bir "Tanrı" yapmasını istemeleri de aynı anlayışın İsrailoğulları toplumunda hemen ortaya çıktığı ve Musa'nın buna karşı toplumunu azarlayacak şekilde yeniden uyardığı anlatılmaktadır.

 

Musa, Allah'ın izni ile Firavun'un zulmünden kurtardığı kavminin hemen bir "Tanrı" arayışına girmesinden duyduğu üzüntü ile Allah'tan yine yardım istediği ve kendisine "ibadet ederek" durumu üzerinde düşünmesi için otuz gece vade verildiği, sonradan on gece eklenerek kırk gecelik bir süre tanındığı, böylece Yüce Allah'ın Musa'yı toplumundan ayrı bir mekana alarak kırk gece kalbine ve iradesine toplumuna aktaracaklarını "Vahiy ettiği", Musa'nın bu süreçte toplumunun (İsrailoğulları) yönetimini kardeşi olan Peygamber Harun'a bıraktığı belirtilmektedir..

 

Musa'ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: “Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.” (39/142), (7/142)

Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana göster; seni göreyim!" dedi. "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü, ayılınca dedi ki: "Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" (39/143), (7/143)

“Ey Musa!” dedi, “Ben risaletelerimle ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.”  (39/144), (7/144)

Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalarda yazdık, “Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.” (39/145), (7/145)

Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. (39/146), (7/146)

Halbuki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar!  (39/147), (7/147)

Musa'nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zalimler oldular.  (39/148), (7/148)

Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: “Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!” (39/149), (7/149)

Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı.

"Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!" dedi. (39/150), (7/150)

“Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin!” dedi. (39/151), (7/151)

Buzağıyı edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız. (39/152), (7/152)

Kötülükler yaptıktan sonra ardından tövbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tövbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir.  (39/153), (7/153)

Musa'nın öfkesi dinince levhaları aldı, onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardı. (39/154), (7/154)

Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!”  (39/155), (7/155)

“Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: “Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (39/156), (7/156)

“Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevk eden nedir, ey Musa!” (45/83), (20/83)

Musa: “İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.” (45/84), (20/84)

Allah buyurdu: “Senden sonra biz, kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı. (45/85), (20/85)

Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü, “Ey kavmim!” dedi, “Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vadinizden döndünüz?” (45/86), (20/86)

Dediler ki: “Biz sana olan vaadimizden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin zinet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.” (45/87), (20/87)

Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti, bunun üzerine:” İşte,” dediler, “Bu, sizin de Musa'nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.” (45/88), (20/88)

O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi? (45/89), (20/89)

Hakikaten Harun, onlara daha önce: “Ey kavmim!” demişti, “Siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.” (45/90), (20/90)

Onlar: “Biz,” dediler, “Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!” (45/91), (20/91)

“Ey Harun! dedi, sana ne engel oldu da bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin?" (45/92), (20/92)

"Emrime âsi mi oldun?” (45/93), (20/93)

“Ey annemin oğlu!” dedi, “Saçımı sakalımı, yolma! Ben, senin: "İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!" demenden korktum.” (45/94), (20/94)

Musa: “Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?” dedi. (45/95), (20/95)

O da: “Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi,” dedi. (45/96), (20/96)

Musa: “Defol!” dedi, “Artık hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!” (45/97), (20/97)

“Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (45/98), (20/98)

İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz, şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik. (45/99), (20/99)

 

Ayetlerde Allah tarafından Musa'nın toplumundan ayrı bir mekana alınarak kırk gece kalbine ve iradesine toplumuna aktaracaklarını "Vahiy ettiği";  Musa'nın bu süreçte toplumunun (İsrailoğulları) yönetimini kardeşi olan Peygamber Harun'a bıraktığı; Samiri isimli bir kişinin böğürebilen bir boğa mücevheri yaptığı ve bunun "Musa'nın tanrısı olduğunu fakat onun bunu unuttuğunu" bildirerek toplumu "Kandırdığı" ve İsrailoğulları'nın nefslerindeki diğer dürtülerin ve "Samiri" isimli bu kişinin etkisi ile buzağıyı tanrı olarak edindikleri anlatılmaktadır.

 

Bu kişinin Musa ile yaşıt olduğu, bazı yeteneklerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Halen bu kişiye bağlılığını sürdürmekte olan Yahudilerle benzer inanç ve ibadetlere sahip olan, ancak ayrı bir grup olarak varlığını sürdüren dinî-etnik topluluk bulunmaktadır. Bu topluluk Samir’iler olarak tanınmaktadır.

https://www.timeturk.com/gerizim-dagi-nin-gizemli-halki-samiriler/haber-729340

 

Allah'ın Vahiy sırsında Musa'nın kavmini imtihan ettiğini ve "Kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini ve kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını" idrak edemedikleri için Samiri'nin yapmış olduğu "O şey" ile onları yoldan çıkardığını Musa'ya bildirdiği; öfkeli ve üzüntülü olarak dönen Musa'nın da kavmine sitemlerde bulunduğu ve olanlardan toplumun yönetiminde yeterli olamaması yüzünden kardeşi Harun'u sorumlu tuttuğu anlaşılmaktadır.

 

Musa toplumu yanlış yöne sevk eden Samiri'ye ne yaptığını sorduğunda Samiri'nin toplumun anlamadığını anladığını yani, Musa'nın söylediklerinin bazılarının yanlış olduğunu fark ettiğini şeklinde cevap verdiği anlatılmaktadır. Buna göre Samiri'nin görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığı ve halkın "görünen, elle dokunulabilen somut" bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğü varsayılabilir.

www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=31&sid=20

 

Musa Samiri'nin bu cevabı üzerine “Artık hayatın boyunca sen: "Bana dokunmayın!" diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!” diyerek onu kavminden kovduğuna ve bu olaydan sonra Musa'nın toplumuna doğru yolu yeniden göstermek üzere "İlahlarının" yalnızca kendisinden başka ilâh olmayan Allah olduğunu ve Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını hatırlattığına işaret edilmektedir.

 

Allah burada Hz.Muhammed'e Musa ve "Geçmiştekiler" ile ilgili bu tür "Haberleri" tüm insanlara iletmek üzere "Kur'an Ayetleri" olarak verdiğini belirtmektedir.

 

Buna göre, Allah Musa'ya kırk günlük inziva ve ibadet sonrasında Musa'nın yükselen duygular ile Allah'ı hissetmesi sonucunda O'nu "Görmek" istediği anlaşılmaktadır. Allah, "Kendisinin" insanlar tarafından "Görülmesinin" mümkün olamayacağını o sırada takdir ettiği "olağanüstü" bir görsel olarak Musa'ya göstermiştir.

 

Yaratılış ile ilgili bölümlerde yer aldığı üzere, Evren ve Dünya ortamında bulunan "Tüm Varlıklar" yapısal olarak "Aynı" en küçük unsur üzerinde oluşturulmuşlardır. En küçük Unsur olarak tanımlayabileceğimiz bu "Temel" yapı taşlarının tahmin bile edemeyeceğimiz "Enerji" taşıdığı bu günkü araştırmalar sonucunda çok kuvvetli bir olasılık olduğu, bugün madde yapısı konusunda en son ulaşılan “String Theory" kuramı ile de kabul edilmektedir.

 

"Because fundamental strings are so very small, they form incredibly tight loops and therefore require a colossal amount of energy in order to vibrate. You could pack a million billion billion of these strings into the width of a human hair, but each has the same energy as a train roaring down a track at maximum speed!

So if our strings have such enormous energy, how could they ever correspond to the fundamental particles we observe? Indeed, these have truly tiny masses and thus small energies. Luckily, quantum mechanics comes to the rescue. Remember the uncertainty principle? It implies that seemingly empty space is filled with energy, called vacuum energy. Physicists worked out that this vacuum energy could cancelwith the vibrational energy of the strings, lowering their overall energy and mass."

http://whystringtheory.com/toolbox/quantum-strings/

 

En küçük Unsur olarak tanımlayabileceğimiz atom altı parçacıkları oluşturan bu "Temel" yapı taşlarının "Yaratıcısı ve Sahibi" olan Allah, kuramda belirtilen Evren bünyesindeki "Çekim Gücünü" Dünya ortamının belli bir yerinde ve belli bir süre "Değişikliğe" uğratırsa, Ayette belirtilen "Dağın Paramparça Olması" görüntüsü mümkün bulunmaktadır.

 

Bu olay karşısında Musa'nın derhal tövbe ederek Allah'a teslimiyetini en içten bir şekilde ifade ettiği anlaşılmaktadır. Allah böylece Musa'ya konumunu ve görevini hatırlatarak Peygamberliğinin farkına varmasını sağlamıştır.

 

Allah Musa’ya insanlara ileteceği "Nasihat ve her şeyin açıklanmasına dair ne varsa hepsini" insanlara iletebilmesi için "Levhalara Yazdığını" açıklamakta ve bunlara sahip olarak en iyi şekilde uygulamalarını emretmekte, ayrıca yoldan çıkmış insanların yurtlarını "İbret" olarak onlara göstereceğini açıklamaktadır. Nitekim Peygamberlik görevinin gereği olarak Musa'ya bazı ip uçları vermekte ve bilerek Allah’ı inkâr edip Allah’a karşı böbürlenenlerin gerçekleri yani "Ayetlerini" anlayabilmelerini önleyeceğini belirtmektedir. Esasen bu inanışta ve anlayışta olan insanların bu büyüklenme hissi nedeniyle "Bütün Mucizeleri Görseler Dahi" Allah’a iman etmeyeceklerini ve inanmayacaklarını, "Doğru yolu görseler bile onu yol edinmeyeceklerini" Musa'ya açıklamaktadır. Yüce Allah bu Ayetler ile İnsanın yapısı gereği büyüklük hissi taşıdığını Musa'ya hatırlatmaktadır. Aslında bu his Kıyamete kadar insanlarda bulunacaktır. Bu nedenle bu Ayetlerin Kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlar tarafından dikkatle incelenmesi ve anamaya çalışılması gerektiğini de Allah tüm insanlara hatırlatmaktadır.

 

Böylece böyle bir anlayışa sahip olanların Allah'ın onlara iletmiş olduğu gerçeklere inanmamaları sonucunda “gerçeklerden gafil" oldukları ve "Azgınlık" yoluna saptıkları belirtilmekte ve bu nedenle bu Dünya ortamdaki işlerinin boşa çıkacağına işaret edilerek sonuçta inanmamaları nedeniyle cezalandırılacakları bir "Delil" olarak Musa’ya ve bütün insanlara iletilmektedir.

 

Ayette belirtilen "Levhalar" tanımlamasının ayrıntıları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Elmalılı tefsirinde bu Ayet ile ilgili olarak aşağıdaki açıklama bulunmaktadır.

"Onun için o levhalarda yazdık... Önceki ayette zikr olunan peygamberliği beyandır. O yazılı levhaların sayısı, maddesi, boyutları hakkında çeşitli rivayetler vardır. Sayısı, on veya yedi idi veya iki idi denilmiş. Maddesi, yani madeni, Cibril'in getirdiği zümrüt veya yeşil zeberced veya kırmızı yakut idi, yahut ilâhî emirle Musa'nın yonttuğu bir taştan idi veya bir ağaç levha idi denilmiş ilh... Fakat doğrusu bu konuda ciddi bir delil yoktur. Kur'ân bu konuda bilgi vermiyor."

http://www.kuranikerim.com/telmalili/araf.htm  

 

Musevilik (Judaism) ile ilgili bir kaynakta ise bu konuda bazı açıklamalar bulunmaktadır.

 

"According to Jewish tradition, G-d gave the Jewish people 613 mitzvot (commandments). All 613 of those mitzvot are equally sacred, equally binding and equally the word of G-d. All of these mitzvot are treated as equally important, because human beings, with our limited understanding of the universe, have no way of knowing which mitzvot are moreimportant in the eyes of the Creator. Pirkei Avot, a book of the Mishnah, teaches "Be as meticulous in performing a 'minor' mitzvah as you are with a 'major' one, because you don't know what kind of reward you'll get for various mitzvot." But what about the so-called "Ten Commandments," the words recorded in Exodus 20, the words that the Creator Himself wrote on the two stone tablets that Moses brought down from Mount Sinai (Ex. 31:18), which Moses smashed upon seeing the idolatry of the golden calf (Ex. 32:19)? In the Torah, these words are never referred to as the Ten Commandments. In the Torah, they are called Aseret ha-D'varim (Ex. 34:28, Deut. 4:13 and Deut. 10:4). In rabbinical texts, they are referred to as Aseret ha-Dibrot. The words d'varim and dibrot come from the Hebrew root Dalet-Beit-Reish, meaning word, speak or thing; thus, the phrase is accurately translated as the Ten Sayings, the Ten Statements, the Ten Declarations, the Ten Words or even the Ten Things, but not as the Ten Commandments, which would be Aseret ha-Mitzvot."

http://www.jewfaq.org/10.htm

 

Buna göre, Allah'ın Musa'ya gönderdiği "Emir" ya da uygulanması gereken fiil ve kurallar sayısının 613 olduğuna işaret edilmekte, ve Yahudiliğin "Kanun" kitabı olan "Talmud"için "Dayanak" olduğu belirtilen ve yazılmasında ilk sözlü ve geleneksel anlatımları ve derlemeleri kapsayan "Misnah" öğretilerine göre bu 613 emrin en küçüğünün dahi önemli olduğu ve "Yaratıcının" beklediği yöne iletebileceği belirtilmektedir. Çünkü insanların bu emirlerin hangisinin "Yaratıcı" katında daha önemli olduğunun bilemeyecekleri ifade edilmektedir. İlaveten, Allah'ın emirleri olarak tanımlanan 10 Emir ile ilgili olarak, "Exodus" kitabındaki 20 numaralı Ayette Musa'nın Sina Dağından getirdiği ve Yaratanın kendisi tarafından iki taş levhaya yazıldığı belirtilen "Emirlerin" Torah'ta (*) 10 Emir olarak değil fakat 10 cümle, deyiş, ifade vb. olarak anlatıldığı belirtilmektedir.

(*) Torah the first five books of the Bible: Genesis, Exodus, Leviticus, Numbers and Deuteronomy, sometimes called the Pentateuch or the Five  Books of Moses. In its broadest sense, Torah is the entire body of Jewish teachings.

Ancak, yukarıdaki Ayetlerde levhaların sayısı konusunda bir bilgi verilmemektedir. Bu nedenle belirtilen 613 kuralın doğrudan "Allah" tarafından "Levhalara" yazıldığı düşünüldüğünde onlarca levha olması gerekmektedir.

Bu açıdan, uyulması gereken 613 kuralın (*) belirtilen iki taş levhaya yazılı olmadığı ancak daha sonraki bir zamanda Yahudilerin uymaları gereken ancak Yahudi olmayanları bağlamayan kurallar olarak "Rabbi"(**) unvanlı "Yetkili" kişiler tarafından yazıldıkları ortaya çıkmaktadır.

 

Ancak, yukarıdaki Ayetlerde levhaların sayısı konusunda bir bilgi verilmemektedir. Bu nedenle belirtilen 613 kuralın doğrudan "Allah" tarafından "Levhalara" yazıldığı düşünüldüğünde onlarca levha olması gerekmektedir. Bu açıdan, uyulması gereken 613 kuralın (*) belirtilen iki taş levhaya yazılı olmadığı ancak daha sonraki bir zamanda Yahudilerin uymaları gereken ancak Yahudi olmayanları bağlamayan kurallar olarak "Rabbi"(**) unvanlı "Yetkili" kişiler tarafından yazıldıkları ortaya çıkmaktadır.

(*) Judaism teaches that G-d gave the Jews 613 commandments, which are binding on Jews but not on non-Jews. http://www.jewfaq.org/10.htm

(**) A religious teacher and person authorized to make decisions on issues of Jewish law. Also performs many of the same functions as a Protestant minister. Authoritative Jewish scholars over the Centuries.

 

Açıklamada belirtilen "Yetkili" tanımlamasının da ayrıca açıklanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Zira yüz yıllar öncesinde bu kişilere bu kuralların yazılması yetkisinin "Kim" tarafından ve "Nasıl" verildikleri belli olmamakta ve bu durum Allah tarafından Musa'ya iletilen "Ayetlerin" kendilerini yetkili sayan insanlar tarafından "Yazılı" hale getirildiklerini düşündürmektedir.

Zira aynı kaynakta söz konusu 613 kuralın 10 emir olarak bilinen kategorilerden birinin kapsamında olduğuna işaret edilmektedir.

"The Aseret ha-Dibrot are not understood as individual mitzvot; rather, they are categories or classifications of mitzvot. Each of the 613 mitzvot can be subsumed under one of these ten categories"

http://www.jewfaq.org/10.htm  

 

Musa'nın Tûr Dağında yaşadığı olaylar sonrasında kavmine dönüşünde karşılaştığı durum yine halen yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan tüm insan topluluklarında karşılaşılması çok muhtemel konuları anlatmaktadır. Musa Tur dağında bulunduğu 40 günlük süreçte Kardeşi Harun'un yönetiminde olan toplumun Harun'a karşı gelerek bir buzağı heykelini "Tanrı" olarak benimsemeleri karşısında onlara bu tanrılarının konuşmadığını ve yol gösteremeyeceğini ve bu nedenle gerçekler karşısında "Zalim" olduklarını hatırlattığı açıklanmaktadır. Musa'nın bu müdahalesi üzerine kavminin pişmanlık duyması üzerine onların bu durumuna karşı üzüntü duyduğunu ve hiddete kapılıp "Levhaları” yere atıp kardeşini tartakladığı ve sonra da Allah'tan af dileyerek kavminin bağışlanmasını istediği açıklanmaktadır. Ancak Allah buzağıyı tanrı edinenlerden tövbe edip "İman" edenlerin bağışlanacağını, inkarda devam edenlerin gazaba uğrayacakları ve Dünya hayatlarında itibarlarının olmayacağı belirtilmektedir.

 

Bu olay, insanların yönetim zaafını gördüklerinde hemen kendi düşüncelerine yöneleceklerini göstermektedir. Bu durum insanların "Benlik-nefs" yapılarında bulunmaktadır. Bir nevi içgüdü olarak tanımlanabilir. Ancak, bu benlik yapısında bu Dünya ortamında "Kıyamet" zamanına kadar yaşayacak olan bütün insanların "Anne Karnında" iken Allah tarafından bünyelerine indirilen "Ruh" yapısında, esasen Elest ortamında Allah'ı "Rab" olarak tanıyıp O'na teslim olduğunu "Kabul" eden "Şahitlik Sözü" bulunmaktadır. Allah bu durumu aşağıdaki Ayetlerinde şöyle bildirmektedir.

 

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”; “Evet şahit olduk” dediler. (39/172), (7/172)

Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır, ne kadar az şükrediyorsunuz! (75/9), (32/9)

 

İlk peygamber olan Adem sonrasından itibaren insanların "Fırsat Bulduklarında" benliklerindeki "Karşı Gelme" güdüsünün etkisi ile kendilerine iletilmiş olan" Gerçekler" ve "Yaratıcı" kavramları karşısında "Kendi" düşüncelerini öne çıkardıkları görülmüştür.  "İnsanların Ruhunda" yer alan yukarıdaki "Şahitlik" sözü nedeniyle, ne kadar kabul etmekte zorlansalar da "Bir Üstün Güç" olduğunu hissetmektedirler.

 

Bu nedenle, insanlara iletilen yol gösterici ve gerçekleri anlatan "Uyarıcıların" telkinlerinin zayıflaması halinde, hemen bu güdüsel durum insanlar üzerinde üstünlük sağlamaktadır ve o sırada kişisel veya toplumsal olarak kendilerine en uygun gelen bir "Şeyi" üstün güç olarak kabullenmekte hiç sorun yaşamamaktadırlar. Bu durum Kıyamete kadar yaşayacak olan insanlar arasında görülecektir. Gerçekten Ayette şeytanın şu sözüne yer verilmektedir.

 

Dedi ki: "Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!" (50/62), (17/62)

 

İnançsızlık veya Sapkınlık belki de giderek daha çeşitlenen biçimlerde ve daha çok artış gösterecektir. Zira Allah insanların "Akıl" yapılarının artık her şeyi anlayıp onların emrine verdiği Evren ve Dünya ortamlarında egemen olmalarına "Kendi Halifesi" olarak her türlü işlemi yapmalarına izin verdiği için Hz.Muhammed sonrasında artık "Uyarıcı" göndermeyeceğini açıkça belirtmiş bulunmaktadır.

 

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. (90/40), (33/40)

 

Yani insanların artık "Akılları" ile "Allah" hakkında "Doğru" yaklaşımlar ve yorumlar yapabilecek kabiliyette oldukları ve bu kabiliyetlerini fark edip Allah'a teslim olanların "Kurtuluşa Erecekleri" Kur'an’ın "Temel Unsurlarının" başında gelmektedir.

 

Allah çok sayıdaki Ayetlerinde zulüm altında bulunan "İsrailoğulları" toplumunu “Denizden" geçirerek "Kurtardığını", güvenli bir yer olarak "Tûr" dağının sağ tarafında bir süre yerleşmelerine izin verdiğini, orada kendileri için kudret helvası ile bıldırcın eti gibi güzel ve temiz "Rızık" verdiğini, ancak taşkınlık ve nankörlük yapmamaları gerektiğini aksi halde gazaba uğrayacaklarını Musa peygamber aracılığı ile ilettiğini bildirmektedir.

 

Allah, başka Ayetlerinde de İsrailoğullarına geçmişte lütfettiği nimetlerinden örnek olarak onlara zalimce davranan Firavun ve onun tabasından kurtardığını hatırlatmaktadır. Bu olay Tevrat ve İncil'de de yer almakta ve o zamanki insanlara da böylece hatırlatılmaktadır.

 

Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (87/49),  (2/49)

 

İnananlara, geçmişte Allah'ın kötülük ve eziyet eden yönetimlerden toplumları nasıl kurtardığını, İsrail toplumunun Firavun yönetiminden kurtarılması örnek verilerek hatırlatılmaktadır. Aynı şekilde, sadece Allah'a inanan ve O'na güvenen tüm insanlar da başlarına gelen kötülük ve sıkıntılardan sadece Allah'ın yardımı ile kurtulacaklarına işaret edilmektedir.

 

İnsanların başına gelenler, aslında Allah'ın onları "Sınaması" niteliğindedir. Çok kötü uygulamalara maruz kalan toplumlar, geçmişte bu çok kötü uygulamadan Allah'ın izni ile sağ olarak çıkarıldıklarını ve kurtarıldıklarını düşünmelidirler.

 

Bu husus, başına beklenmedik bir şey gelen tüm insanlar tarafından da dikkate alınmalıdır ve daima Allah'ı düşünerek, O'na inanarak ve Allah'ın gösterdiği yoldan gidilerek sabır ve metanet göstermesi gerekmektedir. Ancak böyle bir inanç ile diğer bir deyişle, Allah'tan yardım ve merhamet isteyip sabır göstererek içerisinde bulunduğu durumdan en iyi şekilde çıkılabileceğini idrak etmelidir.

 

Yöneticilerin nasıl toplumlarına kötülük ve eziyet edebildiklerinin anlaşılabilmesi açısından bu anlamdaki Ayetler ayrıca özel önem taşımaktadır. Zira Allah Ayetlerinde belirttiği gibi, insanların bu Dünya ortamına "İndirilmesi" sırasında "Şeytan" meleğine onların "Akıllarını" çelmesine "İzin" verdiğini açıklamış bulunmaktadır.

 

İblis: “Bana tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi. (39/14), (7/14)

Allah: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (39/15), (7/15)

İblis dedi ki: “Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” (39/16), (7/16)

"Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi. (39/17), (16/17)

 

Şeytan'ın bu "İzin" ile insanların bünyelerine yerleştirdiği "Olumsuz" unsurları kullanarak Allah'ın insanlara gösterdiği "Doğru Yolunun" üstüne oturup akıllarını çelmek suretiyle onların "Şükredenlerden" olmamasına neden olacağı açıklanmaktadır.

 

Buna göre Şeytan tarafından "Tüm İnsanların" bünyelerine sindirilen "Olumsuz" unsurlar, "Akıllarını" kullanmayıp "Gerçekleri" anlayamayan insanları bu ortamdaki yaşamları sırasında etkilemekte ve onlara "Benlik" duygusunu en üst düzeyde hissettirerek "Kibirlenmelerine" ve en sonunda Allah'a karşı gelmelerine bile neden olmaktadır. Ancak, Allah tövbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi "Muhakkak" bağışlayacağını da hatırlatmakta ve bu hususların daima dikkate alınmasını beklemektedir.

 

Bu nedenle Allah'ın Musa'nın toplumuna yaptığı bu "İhtarlar" sadece Musa toplumu için değil fakat "Tüm" insanlar için önem taşımaktadır. Zira tüm insanların taşıdıkları bu olumsuz unsurlar öyle hafife alınacak türden değildir ve her an onları "Doğru Yoldan" uzaklaştırabilecek güçtedir. Bu yüzden insanların kendilerine iletilen Allah'ın öğüt ve önerilerini dikkate alarak kendilerini doğru yoldan ayıracak etkileri her an "Fark" edebilmeleri gerekmektedir

 

Allah çok akıllı olan bu milletin yanlış yaptıklarını anlayabileceklerinin, bu yeteneklerinin bulunduğunun kendileri tarafından idrak edilmesini beklemiştir ve onları affetmiştir. Bu konuda yardımcı olmak üzere Musa'ya doğru ve yanlışları ayıran hükümleri içeren "Kitap" verilmiştir. Musa milletini ayrıca uyarmış ve Yüce Yaratanın görevlendirdiği tüm peygamberler aracılığı ile insanlara öğütlediği gibi, insanların yaptıkları kötülükleri anlayıp vazgeçmek üzere kendilerine söz vermeleri (tövbe etmeleri) ve nefslerine hakim olarak bu kötü duygularını öldürmeleri hatırlatılmıştır. Bu husus hale ve gelecekte tüm insanlar için dikkate alınması gereken çok önemli bir konudur. Nitekim, insanların böyle bir anlayış ile Allah'a yönelmeleri Allah tarafından beklenen en "İnsani" davranışlar arasındadır. Çünkü Allah acıyıp tövbeleri kabul eden yegâne güçtür. İnsanların bunu hissedip anlamaları ve Allah'a teslim olmaları "İnsan" olmak için önde gelen bir davranıştır.

 

Allah'a ibadet edilmesi ve diğer öğüt ve önerilerine uyulması ile ilgili konular bu topluma Uyarıcı ve Peygamber olarak gönderilen Musa'ya "Kırk Gece" süre ile vahiy edilmiştir.  Musa'nın bu nedenle toplumdan bu kadar kısa bir süre ayrı kalmasının ardından toplum bir buzağıyı tanrı olarak tanımlamış ve Musa geri döndüğünde toplumunu buzağıya tapar olarak bulmuştur.

 

Musa'ya kırk gece söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı edindiniz. (87/51), (2/51)

O davranışlarınızdan sonra şükredersiniz diye sizi affettik. (87/52), (2/52)

Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitab'ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik. (87/53), (2/53)

Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için yaratanınıza tövbe edin de nefslerinizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tövbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tövbeleri kabul eden ancak O'dur. (87/54), (2/54)

Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı edindiniz. (87/92), (2/92)

Bilâhare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı edindiler. (92/153), (4/153)

 

İnsanlara Allah'ın öğüt ve önerileri ulaştırıldıktan sonra, bu öğüt ve önerilerin inkâr edilmesi durumunda dahi Allah, toplumun olanları yeniden düşünmesi ve doğru yolu bulup şükredebilmesi için takdirine göre "Af" edilebilir.

 

İnsanların gerçek (Hak) ile geçerli olmayanların (Batıl) daha net olarak bilinebilmesi için, dikkate alınması gereken "Hükümler", yine bazı Peygamberler vasıtası ile "Kitap" olarak somut bir şekilde onlara gönderilmiştir. Böyle bir kitap Musa'ya da vahiy edilmiş (Zihnine hissettirilmiş ve yerleştirilmiş) bulunmaktadır. Buna rağmen, Musa Toplumu gerçekleri bir tarafa bırakıp "Buzağıyı” tanrı olarak benimsediği için Musa onlara bu hareketlerinin yanlış olduğunu hatırlatarak "Tövbe" etmelerini, yani yaptıkları bu yanlışı anlayıp bir daha tekrar etmeyeceklerini ifade etmelerini önermiştir.

 

İnsanların yapısında yukarıda değinildiği gibi "Şeytan" tarafından "Sindirilmiş" çok güçlü bir benlik dürtüsü bulunmaktadır. "nefs" olarak tanımlanana bu dürtü, insanların hareketlerinde rahatlığı, zevk almayı, güç kullanmayı, bunları elde etmek için diğer insanların durumunu dikkate almamayı ön plana çıkartır. İnsanın tüm algıladıklarını akıl yolu ile derleyip hareketlerini istediği gibi değil ancak en uygun olan ve hem kendisine hem de tüm diğer insanlara faydalı olacak şekilde, dolayısı ile Allah'ın önerdiği ve öğütlediği konuları dikkate alarak, yaşamasının gerektiğini kendi kendine kararlaştırdığı takdirde, yaptığı uygun olmayan davranışları fark edebilecek ve bunların tekrarlanmaması konusunda kendisini ikna edecektir. Böylece insan, nefsin bazı kötü nitelikteki dürtülerinin "İnsan Olmak" için denetlenmesinin ve tamamen yok edilmesinin gerektiğini idrak edecektir.

 

Tövbe olarak belirtilen olgu böyle bir anlayışa ulaşılmasını ifade etmektedir. İnsanlar, bu şekilde Tövbe edebildikleri takdirde, egoist benliklerindeki kötü duyguları durdurabilecekler ve böylece insanlara acıyıp onlara merhamet eden ve tövbeleri kabul eden Allah'ın onları affedebileceğini ümit edebileceklerdir.

 

Musa ile karşılaşan "Sihirbazların" Firavun'un tehditlerine rağmen secdeye kapanarak, Firavun'u açık açık mucizelere ve insanları yaratana tercih edemeyeceklerini söyleyip Harun'un ve Musa'nın Rabbi olan Allah'a iman ettikleri açıkladıkları fakat yeryüzünde "Ululuk" taslayan ve haddi aşanlardan olan Firavun kavminden bir gurup gençten başka kimsenin, Firavunun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için, Musa'ya iman etmediği açıklanmaktadır.

 

Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi, çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan ve haddi aşanlardan idi. (51/83), (10/83)

Musa dedi ki: “Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın.” (51/84), (10/84)

Onlar da dediler ki: "Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma!” (51/85), (10/85)

“Ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar!'' (51/86), (10/86)

Biz de Musa ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. Müminleri müjdele!” diye vahyettik. (51/87), (10/87)

Musa dedi ki: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver.” (51/88), (10/88)

” İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa devam edin ve sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin!” dedi. (51/89), (10/89)

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti, nihayet boğulma haline gelince "Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım !'' dedi. (51/90), (10/90)

“Şimdi mi! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.” (51/91), (10/91)

"Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler.” (51/92), (10/92)

Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. (52/96), (11/96)

Fakat onlar Firavun'un emrine uydular, oysa Firavun'un emri doğru değildi. (52/97), (11/97)

Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir, varacakları yer ne kötü yerdir! (52/98), (11/98)

Onlar burada da kıyamet gününde de lânete uğratıldılar, (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır! (52/99), (11/99)

 

Yüce Allah, Musa'yı mucizeleri ve açık delilleri ile Firavun'a ve onun ileri gelenlerine göndermesine rağmen toplumun Firavun'un "Doğru Olmayan" emirlerine uyduğunu; ölüm sonrası ortamda Firavun'un önlerine düşerek toplumunu "Ateşe" götüreceğini, varacakları yerin ne kadar kötü olduğunu ve onların bu tutumları karşılığında bir "Armağan" olarak bu Dünyada yaşarken ve ölüm sonrasındaki Kıyamet zamanında "Lanete" uğrayacaklarını bildirmektedir.

 

Ayetlerdeki uyarıların günümüz toplumları tarafından da dikkatle değerlendirilmesi ve özellikle toplum yönetimi kendilerine "Emanet" edilen insanların tutum ve davranışlarının bu açıdan ne kadar önemli olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Bu Ayetlerdeki anlatılanlar ile toplum fertlerinin kendilerine son olarak "Yazılı" bir şekilde bile bildirilmiş olan her türlü uyarıların dikkate alınarak toplumu yönetme emaneti verilenleri bu uyarılar çerçevesinde "Akıllarını" kullanarak "Denetlemeleri" gerektiğine ve denetilemeyen ve "Emanetçi" olduğunu unutarak "Doğru Yolda Olmayan" bir şekilde toplumu "Çıkarlarını" gözeterek yöneten yöneticilerin toplumlarını kendileri ile birlikte lanete ve felakete götürebileceklerine işaret edilmekte ve bu "Denetimi" yapmayanların o yöneticiler ile birlikte bu ortamda ve Kıyamet zamanında "Lânete" uğrayacaklarını unutmamaları hatırlatılmaktadır.

 

Musa'nın telkinleri ile Allah'a inanıp O'na teslim olan ve O'na güvenip dayandıklarını belirtenlerin Yüce Allah'tan onları zalimler topluluğu için deneme konusu yapmaması yani onlara teslim etmemesi ve merhameti ile o "Kafirler" topluluğundan kurtarması için dua ettikleri belirtilmektedir. Bunun üzerine Musa ve kardeşine inanan toplumu için Mısır'da evler hazırlamalarını, dua etmelerine uygun yerler hazırlamalarını ve dosdoğru dua etmelerini önermelerini ve onları güzel bir gelecek ile müjdelemeleri bildirilmektedir.

 

Yüce Allah sonuçta Musa'nın toplumu olan "İsrailoğullarını" denizden geçirdiğini, zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip eden Firavun ve askerlerinin boğulma haline geldiklerinde "Gerçekten İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım" diyerek iman etmeye çalıştıklarını belirtmekte ve Firavuna daha önce isyan ettiğini ve bozgunculardan olduğu ve artık bu aşamada iman etmesinin bir değeri olmadığını ve ondan sonra gelecek insanlara ibret olmak üzere cansız bedenini kurtaracağını bildirdiğini açıklamaktadır.

Ayette geçenin hangi Firavun olduğu konusunda Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde şu bilgi bulunmaktadır:

 

“Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhafaza edilmekte idi. Ayetten denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadan, bir mûcize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde ,mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir.”

https://islamansiklopedisi.org.tr/firavun

 

Bu bilgi dikkate alındığında gerçekten de bu Firavunun "Bozulmamış" bedeninin bulunarak diğer firavunlarda olduğu gibi insanların görüp ibret almaları için saklandığı söylenebilir. Ancak bu konuda kesin bir yargıya ulaşılmasını sağlayacak deliller bulunmamaktadır. Geçmiş Firavunların bedenlerinin halen çeşitli müzelerde ve bulundukları yerlerde bütün insanlar tarafından görülmektedir. Bu gerçek durum insanların dikkatlerine getirilmekte ve bunlara rağmen insanlardan birçoğunun Allah'ın Ayetlerinden "Hakikaten Gafil" oldukları hatırlatılmaktadır. Bu gafletten ancak Yüce Allah'ın "Tek Yaratan" olduğunu "Akıllarını" kullanarak bilmeleri ve bulmaları ile kurtulabileceklerini anlamaları insanlardan beklenmektedir.

 

Firavun'un çaresiz kaldığında "Ben de Müslümanlardanım" demesine karşılık "Şimdi mi?" şeklinde bir karşılık verildiğini belirten Ayet ifadesinin aslında bütün insanlar tarafından üzerinde önemle durulması gereken bir "Gerçeği" ifade ettiği dikkate alınmalıdır. Zira bu ve benzer Ayetler ile insanlara herhangi bir konuda bir karar verirken bu kararın etkilerini ve sonuçlarını da mutlaka düşünmeleri gerektiği ve bu kararları yüzünden sonradan duyulacak "Pişmanlığın" artık hiçbir değeri ve etkisinin olmadığı hatırlatılmaktadır. Bu durum insanların bu ortamdaki yaşamlarında karşılaşacakları "Her Konu" için geçerlidir. Özellikle kendilerine toplumun yönetimi "Emanet" edilen insanların kararlarında dikkat etmeleri gereken "Samimiyet, Doğruluk, Açıklık, Vicdanlı ve Merhametli Olma" gibi hususlar arasında bu konu çok önem taşımaktadır. Zira pişmanlık duyulacak bir kararın uygulanması sonucunda bu karardan etkilenecek olan bütün insanların "Kul Hakkı" oluşacağından bu tür kararların "Vebali" çok ağır olacaktır.

 

Yüce Allah, Musa'yı "Kendisinin" görevlendirdiği bir "Peygamber" olduğuna dair apaçık "Deliller" ve "Belgeler" ile (Hüccetle) Firavun'a, aynı dönemde yaşamış olan Hâmân'a (Firavun'un Veziri) ve Karun'a (İsrailoğullarında zenginliği ile meşhur olan bir insan. Krezüs.) ve onların bulunduğu toplumlara, "Kendisi" ve "Yaratılış" ile ilgili "Gerçekleri" iletmek üzere, gönderdiğini bildirmektedir.

 

Andolsun ki biz Musa'yı mucizelerimiz ve apaçık hüccetle, Firavun, Hâmân ve Karun'a gönderdik.  (60/23), (40/23)

Onlar: “Bu, çok yalancı bir sihirbazdır!” dediler.   (60/24), (40/24)

İşte o, tarafımızdan kendilerine hakkı getirince: “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınları sağ bırakın!” dediler, ama kafirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.   (60/25), (40/25)

Firavun: “Bırakın beni” dedi, “Musa'yı öldüreyim; Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.”  (60/26), (40/26)

Musa da: ''Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım'' dedi.   (60/27), (40/27)

Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: “Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir.

Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”  (60/28), (40/28)

“Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder?”

Firavun: “Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum” dedi.   (60/29), (40/29)

İman etmiş olan dedi ki: "Ey kavmim! Doğrusu ben sizin için, Nuh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, toplulukların başlarına gelen bir âkıbetten korkuyorum."  (60/30), (40/30)

"Allah, kullarına bir zulüm dileyecek değildir."  (60/31), (40/31)

"Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum."   (60/32), (40/32)

 "Sizi Allah'tan kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur."   (60/33), (40/33)

Andolsun ki önce Yusuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz, nihayet o vefat edince "Allah ondan sonra peygamber göndermez" dediniz; işte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.  (60/34), (40/34)

Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır, Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.   (60/35), (40/35)

Firavun: “Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'nın Tanrısını görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum” dedi.  (60/36), (40/36)

Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı; Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı.  (60/37), (40/37)

O iman eden kimse: “Ey kavmim!” dedi, “Siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.”  (60/38), (40/38)

“Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.”  (60/39), (40/39)

“Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.”  (60/40), (40/40)

“Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.”  (60/41), (40/41)

“Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum.”  (60/42), (40/42)

“Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.”  (60/43), (40/43)

“Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir.”  (60/44), (40/44)

Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zâtı korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi.   (60/45), (40/45)

Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar, Kıyametin kopacağı gün de: “Firavun ailesini azabın en çetinine sokun,”!   (60/46), (40/46)

Andolsun ki biz Musa'ya hidayeti verdik. (60/53), (40/53)

Ve İsrailoğullarına, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitab'ı miras bıraktık.   (60/54), (40/54)

 

Musa ile ilgili diğer Ayetlerde daha ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, bunların yalancı bir sihirbaz olduğunu ileri sürerek Musa'ya karşı geldiklerine, Musa kendilerine "Gerçekleri" ilettiğinde (Hakkı getirince) onunla beraber iman edenlerin oğullarının öldürülmesini, kadınları sağ bırakılmasını emrettiklerine, fakat bu tuzaklarının boşa çıkarıldığına, Firavun'un toplumunun dinini değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korktuğunu bahane ederek Musa'yı öldüreceğini, Rabbine kurtarması için yalvarsa bile kurtulamayacağını toplumuna söylediğine ve Musa'nın da ölüm sonrasına  ve hesap gününe inanmayan her "Kibirliden" kendisinin de onların de Rabbi olan Allah'a  sığındığını bu toplumlara ilettiğine işaret edilerek, Musa'nın Peygamberlik görevini yürütmesinde karşılaştığı güçlükler özet olarak hatırlatılmaktadır.

 

Musa, Peygamber olarak aldığı "Vahiyleri" iletirken her toplumda olduğu gibi önceden beri inanmış bir azınlığın bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Bu "İman Eden" azınlık arasında sözü geçenlerin "Doğru Yoldan" sapmış olanları Allah'a karşı sorumluluk duymaları halinde insanları "Kurtaracağına" inandırmak için bazı çabalar gösterdikleri bazı Ayetlerde açıklanmaktadır.

 

Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!"  (41/20), (36/20)

 

Firavun ailesinden de imanını gizleyen bir "Mümin" adamın, Firavun'a "Rabbim Allah'tır" diyor diyen birisini mi öldüreceğini sorarak, onlara aslında inandıkları "Kendi Rableri" olan Allah'tan apaçık mucizeler getirdiğini ve eğer o yalancı ise yalanının kendisine zarar vereceği ama eğer doğru söylüyorsa tehdit ettiği azâbın en az bir kısmının onlara geleceğini söylediği açıklanmaktadır. Bu "Mümin" ve "İtibarlı" olduğu anlaşılan adamın, Firavun'un toplumuna sahip oldukları bilgi ve deneyimleri sayesinde "Hüküm" verebileceklerini, ama Allah'ın "Azabının" gelip çatması halinde bu topluma "Kimsenin" yardım edemeyeceğini ilettiği, buna karşılık Firavun'un onlara kendi görüşü olarak doğru yolu göstermekte olduğunu söylediğinde de toplumunu daha önce Peygamberlerini yalanlayan Nuh, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin başlarına gelen bir "Akıbetler" ile uyardığı anlatılmaktadır. Ayrıca onlara Allah'ın kullarına bir "Zulüm" dilemediğini, ölüm sonrasındaki o bağrışıp çağrışma gününden, arkalarına dönüp kaçacakları günden onlar adına korktuğunu söylediği ve Allah'tan başka karşılaşacakları azaptan onları kurtaracak kimsenin bulunmadığı ve Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimsenin de olmayacağını hatırlattığı açıklanmaktadır.

 

Musa'dan önce Yusuf'un Firavun toplumuna Allah ve gösterdiği "Doğru Yol" ile ilgili olarak açık "Deliller" getirdiğine işaret edilmekte, fakat toplumun onun getirdikleri hakkında "Şüphe" ettikleri ve Yusuf vefat ettiğinde de Allah'ın artık başka bir göndermeyeceğine inandıkları ve Allah'ın bu şekilde "Aşırı" giden bu toplumu "Saptırdığı" bildirilmektedir. Firavunun Musa'nın bir yalancı olduğunu düşündüğünü ve veziri Hâmân'a yüksek bir kule yapmasını, belki yollara ve göklerin yollarına erişip Musa'nın Tanrısını görebileceğini söyleyerek onunla "Alay" ettiği; böylece Firavun'a yaptığı kötü işin çekici (Süslü) gösterildiği ve yoldan "Saptırıldığı" fakat Firavun'un tuzağının tamamen boşa çıkarıldığı bir örnek olarak belirtilmektedir.

 

Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adamın Firavun toplumuna yaptığı uyarılara devam ederek toplumun kendisine "Uymasını" istediği, kendisinin onları "Doğru Yola" götüreceğini, şüphesiz bu dünya hayatının "Geçici" bir eğlence gibi olduğu ama ölüm sonrasındaki "Ahiretin" gerçekten kalınacak bir "Yurt" olduğunu, kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza göreceğini, kadın veya erkek kim de mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onların Cennete girecekleri, orada onlara hesapsız geçimliklerin (Rızık) verileceğini özellikle belirterek onları "Uyardığı" anlatılmaktadır. Bu "Mümin" adamın toplumu azîz ve çok bağışlayan Allah'a davet ederek onları "Kurtuluşa" çağırmasına rağmen, onların hala bu "Gerçeklerden" kuşku duyarak onu Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadığı nesneleri Allah'a ortak koşmaya ve böylece onu da "Ateşe" çağırdıkları, onların davet ettikleri şeyin Dünyada da Ahirette de davete değer bir tarafının bulunmadığı ve bütün insanların "Dönüşünün" Allah'a olacağı ve aşırı gidenlerin de ateş ile cezalandırılacakları açıklanmaktadır. Son bir ihtar olarak da onlara söylediklerini yakında hatırlayacaklarını, onları Allah'a havale ettiğini ve şüphesiz Allah'ın kullarını çok iyi gördüğünü bu inkârcı topluma ileten bu "Zatı" Allah'ın onların kötülüklerinden koruduğu, Firavun toplumunu ise kötü bir azabın kuşattığı, "Ders" alınmak ve durumlarını "Düzeltmelerinde" yardımcı olmak üzere bütün insanlara bildirilmektedir. Burada Allah'a inanmayıp ayrıca "İnkâr" edenlerin ölüm sonrasındaki Cehennem ortamında defalarca (Sabah Akşam) o ateşe sokulacakları, Ayetlerde inkâr edenlerin en aşırı gideni olarak tanımlanan Firavun ailesinin de azabın en çetinine sokulmalarının emredileceği bildirilmektedir.

 

Bu durum, kendilerine gelmiş hiçbir "Delil" olmadığı halde (Hiçbir kesin delile ve bilgiye dayanmadan) Allah'ın Ayetleri hakkında mücadele edenlerin gerek Allah yanında gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanacakları ve Allah'ın büyüklük taslayan (Kibirlenen) her "Zorbanın" kalbini işte böyle "Mühürleyeceği" ve bu nedenle de artık kendileri için bir çıkış yolunun olmayacağı kesin bir "İhtar" olarak bütün insanlara açıklanmaktadır. Allah bu açıklamaları ile haddi aşan yalancı kimseleri doğru yola eriştirmeyeceğini bütün insanlara "İhtar" etmektedir.

 

Yüce Allah Musa'ya "Doğru Yolu" verdiğini (Hidayeti) ve İsrailoğullarına ve akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitab'ı (Tevrat'ı) miras bıraktığını açıkça ve bir defa daha bütün insanlara bildirmektedir. Buna göre Musa'ya verine "Kitabın" asıl nüshalarına işaret edilmektedir. Halen mevcut olan "Tevrat" nüshalarında yer alan "Ayetlerin" doğruluk ve "Geçerlilik" durumlarının, Kur'an’ın Allah'ın bütün insanlara "Son Vahyi" olması ve "Doğruluğu" konusunda kesin "Delillere" sahip bulunması nedeniyle, aynı konulardaki Kur'an Ayetleri ile karşılaştırılarak belirlenmesi gerekmektedir.

 

İnsanların "Akıllarını" kullanarak sahip oldukları düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri ve Ayetlerde belirtilen bu ve benzer ihtar ve uyarıları anlayıp "Yaratıcı" ve "Tek Yaratan" ola Allah ile ilgili olarak "Doğru" ve "Gerçek" bir kanaate ulaşmaya çalışmaları ve Firavun'un yaptığı gibi "Tövbe" etmeyip inanmamakta ısrar ederek aşırı gitmemeleri gerekmektedir.

MUSA KAVMİ

Yüce Allah Musa Peygambere, daha önce ona ilettiği vahiylerden örnekler vererek, kavminde Allah’a inanmayanlara "ders almaları için” iletmesini bildirmektedir.

 

Andolsun ki Musa'yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle gönderdik, şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır. (72/5), (14/5)

Hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır." (72/6), 14/6)

Hatırlayın ki Rabbiniz size: “Eğer şükrederseniz, elbette size artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!” diye bildirmişti.  (72/7), 14/7)

Musa dedi ki: "Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki Allah gerçekten zengindir, hamdedilmeye lâyıktır."  (72/8), 14/8)

“Sizden öncekilerin, Nuh, Ad ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: “Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.” (72/9), 14/9)

Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi çağırıyor.” Onlar dediler ki: “Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!”  (72/10), 14/10)

Peygamberleri onlara dediler ki: "Biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar."  (72/11), 14/11)

"Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat etsinler."   (72/12), 14/12)

Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: ''Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zalimleri mutlaka helâk edeceğiz!" diye vahyetti.   (72/13), 14/13)

“Ve Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.”  (72/14), 14/14)

Fetih istediler. Her inatçı zorba da hüsrana uğradı. (72/15), (14/15)

Ardından da cehennem vardır; kendisine irinli su içirilecektir! (72/16), (14/16)

Onu yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir, bundan ötede şiddetli bir azap da vardır. (72/17), (14/17)

 

Buna göre, Musa'nın inkâr eden önceki toplumların başlarına gelenleri "hatırlatarak" onları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için Allah'ın "mucizeleri" ile gönderildiği, bu "mucizelerde" çok sabırlı ve çok şükreden herkes için ders alınacak (İbret) hususlar bulunduğu, Musa'nın bu mucizeler sayesinde onları işkencenin en kötüsüne süren ve oğullarını kesip kadınlarını ve kızlarını bırakan Firavun ailesinden kurtardığı, bunun onlar için Allah'tan (Rablerinden) büyük bir "imtihan" olduğu açıklanmaktadır.  

 

Musa'nın toplumuna bildirdiği ve Hz.Muhammed'e de toplumuna iletmesi için vahiy ettiği bu Ayetlere göre bütün insanlara sahip olduklarının Allah'ın "lütfu" olduğunu idrak edip Allah'a "şükretmeleri", şayet şükrederlerse Allah'ın faydalandıkları şeyleri (Nimetleri) artıracağı, nankörlük ederlerse de azabının çok şiddetli olacağının bilinmesi, eğer yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseler bile Allah gerçekten zengin ve övülmeye (hamdedilmeye) layık olduğunun unutulmaması öğütlenmektedir.

Musa'ya iletilenlere göre, kendisinden daha önce yeryüzünde yaşamış olan Nuh, Ad ve Semûd toplumlarının (kavimlerinin) ve onlardan sonrakilerin haberlerinin bilinmekte olduğu, Peygamberlerinin onlara mucizeler getirdiği fakat onların Peygamberlerini dinlemedikleri (ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar) ve "çağırdıkları şeye" karşı derin bir kuşku içinde olduklarını söyleyerek onlara "gönderileni" inkâr ettikleri açıklanmaktadır.

 

Önceki Peygamberlerin inanmayanlara, şüphe duydukları Allah'ın Evren'i (gökleri ve yeri) yarattığı ve yaptıkları yanlışlardan (günahlarından) bir kısmını bağışlamak ve muayyen bir vakte kadar yaşatmak için onları "Allah'ın Yoluna" çağırdığı söylendiğinde, inanmayanların Peygamberlerin de kendileri gibi bir insandan başka bir şey olmadığını ve onları atalarının tapmış olduğu şeylerden döndürmek istediklerini ileri sürerek kendilerine "apaçık" bir delil getirmelerini istedikleri açıklanmaktadır. Peygamberlerin onlara kendilerinin de onlar gibi bir insandan başkası olmadıklarını fakat Allah'ın böyle bir görevi (nimetini) kullarından "dilediğine" lütfettiğini ve Allah'ın izni olmadan onlara bir delil getirmelerine imkân olmadığını ve inananların (Müminler) ancak Allah'a dayandıkları ve inandıkları çünkü Allah'ın insanlara "doğru" olan yolu göstermiş olduğunu, bu halde Allah'a dayanıp güvenmemeleri için bir sebep bulunmadığını ve karşı gelmekle inanmayanların kendilerine verdikleri "eziyete" elbette katlanacakları ve yalnız Allah'a teslim olmakta (tevekkülde) sebat ettiklerini açıkladıkları bildirilmektedir. Buna karşı inanmayanların Peygamberlerin kendi "dinlerine" dönmeleri gerektiğini, aksi halde onları yurtlarından atacaklarını ilettikleri, bunun üzerine Peygamberlerin başarılı olabilmeleri için Allah'tan yardım (Fetih) istedikleri anlatılmaktadır.

 

Yüce Allah "zorbalar" için gidilecek yerin "cehennem" olduğunu, orada onların yudumlamaya çalıştıklarında boğazlarından geçiremeyecekleri "irinli su" içeceklerini, onlara her yandan ölüm geleceğini fakat ölmeyeceklerini ayrıca şiddetli bir azap da göreceklerini bir "canlandırma" şeklinde açıklamakta ve "zorbaların" tamamının "hüsrana uğratıldıklarını" böylece Peygamberleri “zafere" ulaştırdığını bildirmektedir.

 

Yüce Allah'ın böyle inanmamakta ısrar ederek Peygamberlerine eziyet eden toplumun "Zalim" olduğunu ve zalimleri mutlaka helak edeceğini ve onlardan sonra "Kendisine" inanan toplumu mutlaka onlardan kalan o yerde yerleştireceğini vadettiği ve bu "vadin" Allah'ın "Makamından" korkan ve "Tehdidinden" sakınan kimselere mahsus olduğu açıklanmaktadır.

Buna göre Yüce Allah Hz.Muhammed Peygambere, kendisine ve insanlara bildirdiklerine kuşku duyarak "itiraz" edenlerin durumunu açıklamakta ve bu örnekte belirttiği gibi onu da "zafere" ulaştıracağına işaret ederek görevini yerine getirmesinde yardımcı ve destek olmaktadır.

 

Günümüzde de bu anlayışta olanların yani insanlara "Peygamberler" ile iletilenlere inanmayanların çoğunlukta oldukları görülmektedir ve öncekilere benzer "bahaneler" ileri sürerek daha "somut" delil beklemektedirler. Ancak bekledikleri delil esasen "Akıl" olarak onlara "ezelde" verilmiş bulunmaktadır. Allah'ın Musa'ya bildirdikleri dikkate alındığında, inanmayan "zalimler" cezalandırılırken "Akıllarını" kullanarak Peygamberler tarafından iletilen ve özellikle son olarak Hz.Muhammed Peygamber tarafından bütün insanlara "bildirilen gerçeklere" inananları mutlaka "zalimlerin olamadığı" o yere (Cennet) yerleştireceğini, bunun "Kendisinden" korkan ve tehditlerini ciddiye alarak onlardan" sakınan kimselere ait olduğunu özellikle bildirdiği anlaşılmaktadır.

Burada yer alan uyarı, ihtar ve açıklamaların, üzerlerinde durularak inanışlarında ve davranışlarında gereken "düzenlemeler" yapılmak üzere, bütün insanlar tarafından dikkate alınması beklenmektedir.

 

Yüce Allah Musa ve Harun Peygamberler ile ilgili olarak çok sayıdaki Ayetlerde açıkladığı olayları özet olarak yeniden hatırlatmaktadır.

 

Sonra ayetlerimizle ve apaçık bir fermanla Musa ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. (74/45), (23/45)

Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular. (74/46), (23/46)

Bu yüzden dediler ki: “Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?” (74/47), (23/47)

Böylece onları yalanladılar ve bu sebeple helâk edilenlerden oldular.  (74/48), (23/48)

Andolsun biz Musa'ya, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik.  (74/49), (23/49)

 

Buna göre Nuh Peygamber sonrasındaki dönemlerde insanları uyarmak için görevlendirdiği başka peygamberlerden sonra Musa ve kardeşi Harun'u gereken uyarıları yapmak ve halkını zulümden kurtarmak için "vahiy ettiği" Ayetlerden meydana gelen "apaçık bir ferman" ile görevlendirerek Firavun'a ve toplumunun ileri gelenlerine gönderdiğini yemin vererek açıklamaktadır.

 

Ancak onların bu uyarıları dikkate almamaları yüzünden kibre kapıldıklarını ve ululuk taslayan bir kavim olduklarını, Musa ve Harun'un halkı (Kavimleri) kendilerine "kölelik" ederken kendileri gibi olan bu "iki adama" inanmayacaklarını söylediklerini, böylece onları yalanladıklarını ve bu sebeple de "helak edildiklerini" bildirmektedir.

 

Sana Musa'nın haberi geldi mi?  (81/15), (79/15)

Kutsal vadi Tuvâ'da Rabbi ona şöyle seslenmişti: (81/16), (79/16)

 “Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.”   (81/17), (79/17)

De ki: “Arınmayı ve seni Rabbimin yoluna iletmemi ister misin?"   (81/18), (79/18)

"Böylece ondan korkarsın.” (81/19), (79/19)

Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi.  (81/20), (79/20)

Hemen yalanladı ve isyan etti.   (81/21), (79/21)

Sonra olanca çabasını göstererek sırtını döndü.   (81/22), (79/22)

Derhal topladı ve bağırdı: (81/23), (79/23)

“Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.   (81/24), (79/24)

Allah onu, dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı.   (81/25), (79/25)

Elbette bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.   (81/26), (79/26)

 

Allah, Musa'ya "Peygamberlik" görevini verişi ile ilgili Ayetlerini Hz.Muhammed'e hatırlatmaktadır.  Musa ve Firavun ile ilgili olarak çok sayıdaki Ayetlerde Allah'ın Musa'ya "Kutsal Vadi" olarak tanımladığı Tuvâ'da (Tûr Dağı) "Bir Ateş" göstererek onu "Vahiy" alacağı yere doğru "Yönlendirdiği" sonra kendisine "doğrudan" seslenerek, o dönemde "Azgın" bir şekilde saltanat süren ve kendisinin "Tapınılacak" bir Tanrı olduğunu ileri süren ve toplumunun kendisini "Tanrı" olarak görmesini ve kendisine "Tapınılmasını" emrederek "çok azmış" olan Firavun'a gitmesini ve ona bu azgınlıklarından arındırıp Allah'ın Yoluna ileteceğini bildirmesini "vahiy ettiği" açıklanmaktadır. Musa'nın böylece kendisine verilen "mucizeler" ile aldığı görevi yerine getirdiği, Firavun ile yüzleşerek ona "doğru yolu" göstermeye çalıştığı ancak Firavun'un kendisine hemen yalanlayarak isyan ettiği ve ileri gelenlerini toplayıp kendisinin onların en yüce "Tanrısı" olduğunu bağırarak tekrarladığı ve sonuçta Allah'ın onu tüm insanlara bir ders (İbret) olarak denizde boğmak suretiyle "Dünya" ve "Ahiret" azabı ile cezalandırdığı Hz.Muhammed'e bir "özet" olarak yeniden bildirilmekte ve bütün bu olaylarda Allah'a inanan insanlar için büyük bir "ibret" bulunduğuna işaret edilmektedir.

 

Musa ve Firavun ile ilgili olayların konu edildiği Ayetlerde yer alan ve toplumun yönetimi ile de ilgisi bulunan "uyarıların" bütün insanlara ve çok daha önemlisi toplumun yönetimi kendilerine "emanet" edilen her düzeydeki yöneticilere yönelik oldukları unutulmamalıdır. Buna göre her düzeydeki toplum yöneticilerinin, diğer insanlara da örnek olmak üzere, düşünce, inanış ve davranışlarını bunlara göre yeniden değerlendirerek "doğru yola" yönelmek üzere bunlardan "ders almalarının" gerektiği "toplum yönetimi emanetini” verenlere ve alanlara bildirilmektedir. Allah, İsrailoğulları milletinin davranışlarından verdiği örnekler ile insanlara çok net ve kesin anlamlı uyarılarda bulunmaktadır.

 

Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı. (87/55), (2/55)

Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz. (87/56), (2/56)

 

Bugün de Allah'ı “görünmediği” için kabullenmekte zorlanan ve hatta bu nedenle inkar edenler bulunmaktadır. O zamanda yaşayan insanların bu çok kapsamlı ve karmaşık görünen mesajları doğrudan ve en etkili olarak hissedebilmeleri için, Allah'ın en somut bir şekilde ve doğrudan "Güç" kullanmış olduğu anlaşılmaktadır. Yani, görevlendirdiği peygamberin ilettiklerine inanmayıp Allah'ı görmek istemeleri karşısında o anda ve doğrudan bir "Etki" gönderilerek Allah'ın varlığını bu şekilde hissetmeleri beklenmiştir. Nitekim bu insanların yıldırımın etkisi ile kendilerinden geçtikleri ve sonra tekrar kendilerine geldikleri (diriltildikleri) ve böylece bu yıldırım etkisinin görmeyi istedikleri Allah'ın bir uyarısı olduğunu anlamaları beklenmiştir.

 

Yine çeşitli nimetler ile tanıştırılarak Allah'ın bu insanlar tarafından "Akıl edilerek" anlaşılması beklenmiştir. Bunu yapmayanların Allah'a hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri ve ancak kendilerine zarar verecekleri ve kendilerine kötülük etmiş olacakları "Aklı Olanlara" hatırlatılmaktadır.

 

İnsanların, bu Dünya ortamında sahip bulundukları duyuları ve algılama yetenekleri ile Allah'ı kendilerince "Somut" olarak görmeleri veya hissetmeleri asla mümkün bulunmamaktadır. Bu bilgi ilk akıl kullanılması zamanlarından itibaren bu anlamda olmak üzere insanlarda bulunmaktadır. Buna rağmen, sanki burada sahip oldukları yetenekler dışında hiçbir ortam veya hiçbir şey yokmuş gibi düşünerek, Peygamberden kendilerine Allah'ı göstermelerini isteyen topluma Allah bu iddialaşmanın ne derece aciz ve yersiz olduğunu, "Yıldırım çarpması" ile öldürülüp sonra diriltilmeleri şeklinde açıkladığı bir olay ile gösterdiğini belirtmektedir. Böylece başlarından somut bir olay geçen insanların bu "Gücü" anlayıp "Şükretmeleri" sağlanmıştır.

 

Yaşadığımız ortamda her an her yerde elektriksel ve manyetik olarak tanımladığımız olguların bulunduğu dikkate alındığında, bu olguların takdir edilen zamanda ve takdir edilen şekillerde yeni ortamlar oluşturulabileceğinin düşünülmesi çok yanlış olmayacaktır. Zira Allah kendi "Kanunlarının” değişmeyeceğini ve "Her An" yaratmakta olduğunu Kur'an içeriğinde defalarca bizlere iletmektedir.

 

Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı, halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın. (43/43), (35/43)

O, her an yaratma halindedir. (97/29), (55/29)

 

Bu muhteşem olgu karşısında, Allah'ın bizlere merhameti ile verdiği yeteneklerimizi ileri sürerek "Göremiyoruz" diyerek iddialaşmada bulunulmasının ne derecede anlam taşıdığının da düşünülmesi gerekmektedir. Nitekim, Allah, bu şekilde aşırı iddia sahiplerine, o zamanki insanların sahip bulundukları bilgi düzeyinin ancak bu şekilde olayı kavramalarını sağlayabileceği için, istedikleri somut bir olguyu göstermiş, yaşatmış ve sonra geri eski durumlarına getirmiştir. Böyle bir olayın yeniden yaşatılması Allah açısından her an mümkündür. Ancak, O insanlara Akıl verdiğini ve İnsanların Akıllarını kullanarak ve bu tür olayları ve verdiği öğüt ve önerileri inceleyerek belirtilen duruma düşmeyeceklerini beklemektedir. Bu şekilde iddialaşmak da dahil insanlar akıllarını istedikleri biçimde kullanmak ve ona göre hareket etmekte serbest bırakılmıştır. Uymayanlar kendi seçimlerini yapmış olmakta ve sonuçlarına katlanmak durumunda bulunmaktadır. Bu sonuçların her zaman örnek olayda verildiği şekilde olması gerekmemektedir. Bunun takdiri her şeyde olduğu gibi Yaratan'a ait bulunmaktadır.

 

Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve "Verdiğimiz güzel nimetlerden yiyiniz".  (87/57), (2/57)

Hakikatte onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı. Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından eğilerek girin, "Hıtta!" deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara fazlasıyla vereceğiz, demiştik. (87/58), (2/58)

Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik. (87/59), (2/59)

Musa kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi.  Allah'ın rızkından yiyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik. (87/60), (2/60)

Hani siz Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz; bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. Musa ise: Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde şehre inin, zira istedikleriniz sizin için orada var, dedi. İşte üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibetler Allah'ın ayetlerini inkara devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir (87/61), (2/61)

 

Görüldüğü gibi bu derece önem verilen bu toplum insanlarının nefslerine tabi olarak Peygamberleri ile iddialaşmaları, ancak kendilerine zarar vermiştir. Onlara verilen fırsat için "Allah'tan Af Dilemeleri" gerekirken, bu kelimeyi (Hıtta) başka anlamda kullanarak içlerindeki karşı duruşa engel olamamışlar ve bu hareketlerinin karşılığında azap görmüşlerdir. Yine benzer şekilde kendilerine sağlanan bolluk ve su kaynakları ile yetinmeyip olur olmaz isteklerde bulunmuşlar ve karşılığında yoksulluk çekmişlerdir.

 

Bu musibetlerin, Allah'ın Peygamberleri vasıtası ile gönderdiği Ayetlerini inkâr etmeyi sürdürmeleri, hatta Peygamberleri öldürmeleri ve isyanları ve taşkınlıkları yüzünden onların başlarına geldiği bildirilmektedir.

Bir örnek olarak belirtilen bu olaylarda, Allah ile bir anlamda iddialaşan insanların bu tür hareketlerinin karşılığında azap gördükleri, yoksulluk ile karşılaştıkları ve gazaba uğradıkları insanların dikkatlerine getirilmektedir. Bu durum Dünya'da yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan insanlar tarafından dikkate alınmalıdır. Elde edilen imkanlar hatırlanmalı ve bunları lütfeden Allah'tan af dilenmelidir. Bu davranış beklenirken tam aksine Allah'a karşı duruşlar yapılmasının, insana bir şekilde acı veren bir sonuç doğuracağını hiç hatırdan çıkarmamak gereklidir.

 

Şüphesiz iman edenler; yahudiler, hristiyanlar ve sâbiîler; Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir. (87/62), (2/62)

 

Allah'a iman edenler ve Peygamberlerinin öğretileri doğrultusunda Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman eden ve doğru işler yapan Yahudilerin, Hristiyanların, Sabiilerin (ve Tüm İnsanların) korkmalarına gerek olmadığını, onların üzülmeyeceğini ve Allah'ın Kendi Katında onlar için "Mükafatların” bulunduğuna önemle işaret edilmektedir.

 

Musa Kavminin Peygamberleri aracılığı ile kendilerine gönderilen ve uymaları gereken hususların daima hatırlanması ve tutulması için Allah'a söz vermiş olduğu ve bu söze uymadıkları belirtilmekte, ancak Allah'ın merhameti ve cömertliği ile bundan dolayı zarara uğratılmadıkları hatırlatılmaktadır.

 

Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik de); (87/63), (2/63)

Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.  (87/64), (2/64)

 

Bunda, her zaman ve her toplumda aynı şekilde olacağı şeklinde bir karara varılmaması kaydıyla, toplum içerisinde Allah'a inanan ve iman edenlerin bulunmasının etkisi bulunabileceği düşünülmelidir.

 

İsrailoğulları olarak hitap edilen Musa Toplumu, yaptığı yanlışlardan dönebilmelerine imkân verilerek Allah tarafından affedilmiş ve onların yeniden bolluk ve güvenlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. Bu husus kendilerine Musa tarafından açıkça anlatılmıştır.

Nitekim, Kur'an’da özellikle İbrahim'den sonra görevlendirilen diğer Peygamberler ile ilgili olarak geniş sayılabilecek açıklamalar yapılarak onların gönderildikleri toplumlarda geçen olayların anlatılmasında yapılan hatalı işler üzerinde durulmakta ve zaman zaman o toplumların yaptıkları yanlış uygulamaların kendilerince idrak edilmelerine imkân tanıması maksadıyla ve Allah'ın takdiri ile hataları affedilmekte, zaman zaman da o toplulukların ortadan kaldırıldıkları belirtilmektedir. Böylece, insanların kendi kararları ile Allah'ı tanımaları yolunda deneyim kazanmaları ve diğer toplumların da bu olayları inceleyerek o yöne doğru gidilmesinin gerektiğini anlamalarına imkân tanındığı düşüncesi anlamlı olmaktadır.

İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz. (87/65), (2/65)

Biz bunu hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakîler için de bir öğüt vesilesi kıldık. (87/66), (2/66)

 

Allah, Tevrat'ta veya Musa ya da Davut'a hitaben, toplumda cumartesi günü azgınlık edenler için "Aşağılık maymunlar olun!" demiş ve bunu hadiseyi görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret vesilesi, inanmış insanlara da öğüt vesilesi kılmıştır.

Burada bu tür azgınlık yapan insanların nasıl bir görünüm arz edeceği konusunda önemli göstergeler yer almaktadır. Bilindiği gibi, maymun insanlara benzer bir görünümdedir. Ancak, yapısal olarak kısıtlı bir mukayese ve idrak yetenekleri bulunmakta ve bu içgüdüsel yeteneklerini genellikle yemek, içmek, çoğalmak amacına yönelik olarak kullanmaktadır. Tüm hareketlerinde kendi egosu daima en önde gelmekte, buna karşı olan her şeye kavga tepkisi vermekte ve hoşlandığı şeyleri de atlayıp zıplayarak karşılamaktadır. İnsanların "Azgınlık" yapmaları, onların "İnsan" olarak taşıdıkları değerleri ve "Akıllı" hareketleri bir tarafa bırakarak "Her istediğini yapması" veya "Canı ne çekiyorsa hiçbir sınır tanımadan onu yapması ya da ona sahip olmak için hiçbir şeyi düşünmemesi" gibi davranışlarda bulunması da maymunlara benzer olarak açıklanabilir. Buna göre eğlence sınırlarını aşanları, birlikte yaşamanın getirdiği karşılıklı saygıyı gerektiren konuları hiçe sayarak hareket edenleri, kendi egosunu ve zevkini tatmin için başkalarına eziyet edenleri ve onların insanlıklarını hiçe sayanları, çıkarlar sağlamak ve çıkarlarını çoğaltmak için insan haklarını yok ederek onların tüm varlıklarına el koyanları, haksız yere insanlara eziyet edenleri ve öldürenleri ve buna benzer "Azgınlık" içerisinde olan insanlara tarafsız bir gözle bakıldığında, gözünüzün önüne nasıl bir yaratık geldiğinin düşünülmesi gerekmektedir.

 

İnsanların herhangi bir işi hiçbir sınır tanımadan yapması, onu ancak bir hayvan düzeyine indirir, zira "Akıl" kullanılmamıştır.

Allah, bu tür insanların davranışlarının "Maymunlar" gibi olduğunu örnek ve ibret olarak İsrailoğulları toplumuna iletmiştir ve bunu tüm insanlara da hatırlatmaktadır.

 

Burada maymunların ve domuzların hayatta kalma, üreme, barınma gibi konuları "içgüdüleri" çerçevesinde ve diğer duygusal durumları ile ilgili olarak kendilerine özgü davranışlarda bulunduklarına ve bu davranışlarının "Akıllı" insanlar açısından tuhaf veya aykırı olduğuna işaret edilmekte ve böylece "azgın" davranışlarda bulunanların mecazi bir benzetme ile maymunlar, domuzlar gibi davrandıkları ve "insan toplumunda" tuhaf ve aşağılık bir duruma düştüklerine işaret edilmektedir. Bunların ve ayrıca Allah'ı inkâr edip kendi akıllarınca Allah'a tepki göstermek ve hatta meydan okumak için Şeytan'a tapınan veya Şeytana tapınanlara (Tağut) özenerek onlara tabi olanların da Allah katındaki yerlerinin yoldan çıkmışlardan daha kötü olduğu belirtilmektedir.

 

Allah, Musa aracılığı ile, Musa Kavminin bir şükran ifadesi olarak ve Allah'ı anmak adına bir sığırı kurban kesmelerini ilettiğini belirtmektedir.

 

Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti. (87/67), (2/67)

"Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. Musa: Allah diyor ki: "O ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek." Size emredileni hemen yapın, dedi.  (87/68), (2/68)

Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. "O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir" dedi. (87/69), (2/69)

"(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz, inşallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler. (87/70), (2/70)

Dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsın kesmeyeceklerdi.  (87/71), (2/71)

 

Toplum Musa'nın bu iletisine karşılık kendilerince kararlaştırılmış olan sığırın Musa tarafından Allah'a sorularak tam olarak tanımlanmasını talep etmişlerdir. Bu toplumun Peygamberlerinin iletilerine karşı bazı istekler ileri sürmesi; o zaman yaşayan insanların anlayışları ve algılama yetenekleri dikkate alındığında, “Tek Yaratıcı Güç" olarak Allah'a ve bunu kendilerine ileten ve Allah'ın elçisi olduğunu söyleyen Musa'ya inanabilmeleri için ondan "Kendilerince Kararlaştırılan" hususun veya bazı olağanüstü olay ve durumların Musa'dan talep ederek  bunların somut olarak Musa tarafından gerçekleştirildiğini  gördüklerinde ikna olmayı düşündüklerini göstermektedir. Zira o insanların bilgi ve akli gelişme düzeylerine göre, ancak kendilerince imkânsız olan bazı isteklerinin gerçekleşmesi halinde, bunları yapan "Güç" ün en büyük güç olacağına inanabilecekleri fikri kabul edilebilir.

 

Bu varsayım o zamanki insanlar için bir anlam taşıyabilir. Bu olayın günümüzde yaşayan insanlar tarafından sadece bir "Hikaye" gibi algılanmaması ve üzerinde düşünülmesi gereklidir. Örneğin günümüz insanlarının bilgi birikimleri ve akılları ile görüp yapabildikleri şeyleri dikkatle incelemeleri halinde; tüm bunların tasarlanması, oluşturulması ve yürütülmesi konularının arkasında nasıl bir "Yaratıcı Güç" bulunduğunu daha net görebilmeleri için bu tür olağanüstü hadiselere gerek bulunmamaktadır.

 

Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. (87/72), (2/72)

"Haydi, şimdi adama, bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir. (87/73), (2/73)

Bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.  Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir. (87/74), (2/74)

Şimdi onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.  (87/75), (2/75)

 

İneğin kurban edilmesi sırasında, İsrailoğulları toplumunda bir kişinin gizli bir amaçla öldürülmesi sonucunda meydana gelen tartışmalar sırasında Allah'ın o kişileri kesilen ineğin bir parçası ile ölen kişiye vurmalarına yöneltmesi ile öldüğü sanılan kişiyi "dirilterek" ona yapılan kötülüğün "gizli" amacını açığı çıkardığına işaret edilmektedir.

Böylece Yüce Yaratan, "ölüleri diriltebileceğini" üzerinde düşünebilmelerini sağlayacak bir "gerçek" olarak (Ayet olarak) Musa toplumuna gösterdiğini açıklamaktadır.

 

Ancak bu toplumun insanlarının, karşılaştıkları bu "olağan dışı" olaylardan dahi Allah ile ilgili bir anlam ve anlayışa ulaşamadıkları ve kalplerinin yine "katılaştığı" ifade edilmekte, bu nedenle de artık bu insanların kalplerinin taştan daha katı hale geldiği onlara hatırlatılmaktadır.

 

Bu durum, bazı insanların kendilerine iletilen ve Allah'ın varlığı ile ilgili "Gerçekler” ile karşılaştığında, sahip olduğu düşünce yapısı ve kabul ettiği yaşam tarzı ile kendisine iletilen hususları karşılaştırmak ve bu konuda aklını kullanarak çaba harcamak yerine, kendi kabullerinin her zaman en doğrusu olduğu fikrini benimsemesinden ileri gelmektedir. İnsanlarda çok etkili olarak bulunan "Gurur" hissi, onun kendi düşüncesinden başka şeylerin doğru olamayacağı şeklinde bir “Kabul” oluşturmasına neden olmaktadır. Bu durum ancak Akıl kullanılarak ve karşılaştırmalar yapıp mantıklı sonuçlara ulaşmayı bir yöntem olarak benimsemek ile aşılabilir. Sahip bulundukları "Çok Kısıtlı" bilgi ve becerilerini en üstün olarak nitelendirip gururlanan ve sonuçta başka hiçbir şeyi dikkate almayan insanlarda bu durum sonraları artık değişime uğrayacak esnekliği kaybetmekte ve kendi düşüncelerinin esiri olmakta ve sadece onlara hayranlık duymakta ve gururu daha da güçlenmektedir. Bu tür bir insan yapısının Dünya üzerindeki "Taşlardan” bile katı hale geldiği insanlara hatırlatılarak böyle bir durumdan çıkmalarının gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Çok sayıdaki Ayetlerde yer alan başka olağanüstü olaylarda da olduğu gibi, o dönemde yaşayan insanların “Tek Yaratıcı Güç” ile ilgili olarak bir fikir edinmelerini sağlamak üzere kendilerine bir takım olağanüstü olaylar gösterilmiştir.

Bu tür olaylar her zaman Allah tarafından insanlara tekrar edilebilir. Ancak, insanların gelişen akılları ile sağladıkları bilgi birikimleri bu tür olağan dışı hiçbir olayın yenilenmesine gerek kalmadan doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek düzeyde bulunmaktadır.

 

Bu nedenle de bu düzeye ulaşmış olan insanlara, Allah'ın insanlara bu gibi bir özel yönlendirici işlem yapmasına gerek bulunmadığı tahmin edilebilir.

 

Ayette Musa toplumunun bir bölümünün Allah'ın sözlerini (kelâmını) işitip iyice anladıktan sonra, bile bile onu değiştirdikleri (tahrif ederlerdi) örnek gösterilerek, onların "kibirlenerek" kendilerini çok daha bilgili ve üstün görerek kalplerinin "katılaştığı" ve bu yüzden onlardan iman eden insanlara "inanmalarının" beklenmemesi gerektiği bildirilmektedir.

Bu hatırlatmalar tüm insanlar tarafından önemle incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Allah hiçbir kişinin yaptıklarını kendisinden gizli tutamayacağını kesin olarak tüm insanlara açık bir şekilde iletmektedir.

Karun ve Musa

                                                                                                                                             KONU BAŞLIKLARI

Allah, Musa'nın toplumundan olan Karun ile ilgili olayları özel olarak tüm insanların dikkatine getirmektedir. Karun'un Mûsâ’nın amcası veya amcasının oğlu olduğu ve Firavun toplumundaki İsrailoğullarının temsilcisi iken Musa'ya iman ettiği belirtilmektedir.

 

Karun, Musa'nın kavminden idi de onlara karşı azgınlık etmişti, biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı; kavmi ona şöyle demişti: “Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.” (49/76), (28/76)

“Allah'ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”  (49/77), (28/76)

Karun ise: “O bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” demişti; bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz. (49/78), (28/78)

Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı, Dünya hayatını arzulayanlar: “Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı doğrusu o çok şanslı!” dediler.  (49/79), (28/79)

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: “Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.”  (49/80), (28/80)

Nihayet biz, onu da sarayını da yerin dibine geçirdik, artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. (49/81), (28/81)

Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: “Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az, şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi, Vay! Demek ki inkarcılar iflah olmazmış!” demeye başladılar. (49/82), (28/82)

İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz, âkıbet, takvâ sahiplerinindir. (49/83), (28/83)

Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır, kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler. (49/84), (28/84)

 

Ayetlerde yer alan açıklamalara göre Karun'un yaşantısı ile ilgili özet bilgilere göre, idaresi altındakilere zulüm ve eziyet ettiği, Musa ve Harun'dan sonra İsrailoğulları arasında en bilgili kişi olduğu, Şeytan'ın vesvesesine kapılıp Musa'ya karşı geldiği ve mal toplama hırsına kapıldığı, Musa'nın izni ile öğrendiği kimya ilmini de Dünya malı toplamak için kullandığı, bu malları çok sayıda hazinelerde biriktirdiği ve son derece zenginliğe ulaştığı, elde ettiği bu zenginliğin etkisi ile kibirlenerek şımarması sonucunda Musa ile kardeşi Harun’un Peygamber olmalarını ve onların liderliklerini kıskandığı ve diğer İsrailoğullarını hakir görerek onlara karşı üstünlük kurmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

 

Yüce Allah, Karun'a "Verdiği" zenginliğin boyutunu hazinelerinin anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluğun zor taşıdığını belirterek açıklamaktadır. Ayetlerde Musa'nın Peygamberliği ile iman etmiş olan toplumun Karun'a zenginliği nedeniyle "Şımarmaması" için ihtarda bulunarak, Allah'ın verdiğinden Allah'ın yolunda harcayıp ahiret yurdunu istemesi, ama dünyadan da nasibini unutması gerektiğini, Allah'ın ihsan ettiği gibi onun da insanlara iyilik etmesini, yeryüzünde bozgunculuğu arzulamamasını, Şüphesiz ki Allah'ın şımarıkları ve bozguncuları sevmediğini hatırlattığı bildirilmektedir.

 

Ancak Karun'un Musa Peygambere ve onun ilettiklerine iman etmiş olmasına ve Allah'ın kendinden önceki nesillerden ondan daha güçlü ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etiğini bilmesine rağmen bu zenginliğe Allah'ın lütfu ile sahip olduğunu unutarak o servetin ancak kendimdeki bilgi sayesinde ona verildiğini iddia edip kibirlendiği anlatılmaktadır.

Ayet insanların Karun'un elde ettiği bu durumun  Dünya hayatını arzulayanlar tarafından “Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı doğrusu o çok şanslı!” diyerek ona gıpta ettiklerini; fakat kendilerine ilim verilen ve iman edip iyi işler yapanların "Akıllarını" kullanarak Allah'ın mükâfatının daha üstün olduğunu ve bu mükafata da ancak sabredenlerin kavuşabileceklerini kabul ve ifade ettiklerini açıklamaktadır.

 

Allah, kendisine verilen zenginlik ile şımarıp azgınlık yapan Karun'u ve sarayını yerin dibine geçirdiğini, artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avenesi olmadığı gibi, kendini savunup kurtaramadığını açıklamaktadır. Bu Ayetlerdeki açıklamalar ile Karun'un ve sarayı ile tüm "Topladıklarının" yer altında kaldığı belirtilerek bu şekilde azgınlık eden ve bunda ısrarcı olanların mutlaka beklemedikleri bir sonu göreceklerine işaret edilmektedir. Karun'un ve tüm elde ettiklerinin böylece yok olması karşısında toplumda ona gıpta ile bakanların şahit oldukları bu olay sonrasında Allah rızkı kullarından dilediğine bol ve dilediğine de az verdiğini, şayet Allah lütufta bulunmuş olmasaydı onların da yerin dibine geçirilmiş olacaklarını ve inkarcıların iflah olmayacaklarını düşünerek ders aldıkları açıklanmaktadır.

 

Yüce Allah, ölüm sonrası ortamların güzelliklerine işaret ederek bunları yeryüzünde yaşarken böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere vereceğini ve bu güzel sonun takvâ (İnsanın, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Allah'a karşı olan kulluk görevlerini yerine getirmesi, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınması) sahiplerinin olacağını ve ölüm sonrası ortamlarda Dünya yaşamında yaptıkları iyilikleri ile ölenlere bundan daha hayırlı karşılık olduğu, kötülükler ile gelenlerin ise ancak yaptıkları kadar ceza görecekleri bir defa daha hatırlatmaktadır.

 

Bugün yaşamakta olan insanlar arasında çok sayıda "Aşırı Zengin" olanlar açısından Ayetlerde verilen örnekler ile işaret edilen hususların onlar için "Yaşanan bu zamanda da" ne kadar önemli ve ciddi olduğunu açıkça gösterdiği görülmektedir. İnsanlar akıllarını işleterek gördükleri "Fırsatlardan" yararlanarak veya bir konuda sahip oldukları "Güç" veya "Yetkilerini" kullanarak meşru veya meşru olmayan bir şekilde elde ettikleri aşırı servetlerin kendilerine Allah'ın "İzni" ile verdiği bir "Lütfu" veya bir "Sınaması" olduğunu akıllarına getirmemekte fakat sadece bu zenginlikleri ile kibir ve gurur duymaktadırlar.

 

Bu şekilde elde ettikleri ile kibirlenenlerin giderek etrafındaki insanlara "Üstünlük" tasladıkları ve onları hor gördükleri her toplumda görülmektedir. İnsanların "nefslerinde" esasen bulunan bu "Hırs" duygusu yaptığı işlerde başarılı olması açısından bazı faydalar sağlamakla birlikte, bu duygunun "Tutku" haline getirilerek sebep olacağı sonuçları düşünmeden tüm faaliyetinin buna göre yürütülmesi sonucunda insanların "Karun" gibi duygusuz bir "Zalim" olmalarına sebep olduğu bir gerçektir. Ancak yine de insanların çoğu aşırı zenginliğe ulaşanlara ve "Güç" sahibi olanlara "Gıpta" etmekten kendilerini alıkoyamamakta ve ellerine bir fırsat geçtiğinde veya kendilerine "Yönetim" emanet edildiğinde her şeyi unutup hırslarına yenik düşmektedirler. Şeytan adı verilmiş olan "Etki" odağı, insanlar üzerinde bu hırs ve gıpta etmek duygularının devamlı olarak "Dürtmekte" ve her işte bu dürtüyü öne çıkarmaktadır.

 

Buna göre insanların ve özellikle kendilerine toplum yönetimi emanet edilenlerin "Akılları" ile bu dürtülerin sonuçlarını da düşünmeleri, hırslarına tutku ile bağlanmamaları ve yaptıkları işlerde kendilerine iletilen diğer "Gerçekleri" ve sahip oldukları "Bilgileri " değerlendirerek en doğru olanı bulmaları gerekmekte ve onlardan bu beklenmektedir. Zira sadece "Bilgi" sahibi olan ve iman edip iyi işler yapanlar "Akıllarını" kullanarak Allah'ın mükâfatının daha üstün olduğunu ve bu mükafata da ancak "Sabrederek" ulaşılabileceğini görebilmektedirler. İnsanlardan bu Dünya ortamındaki yaşamlarında gördükleri ve hayal ettikleri tüm iyi ve güzel şeylerden daha fazlasını ölüm sonrasında görebileceklerini tüm işlemlerinde dikkate almaları ve "Akıllarını" işleterek Allah'ı ve "Tek Yaratan" olduğunu anlamaları ve böylece "İnsan Olmak" düzeyine ve şerefine ulaşarak yaşamlarını buna göre sürdürmeleri beklenmektedir.

Sebe Kavmi

                                                                                                                                               KONU BAŞLIKLARI

Yaklaşık olarak günümüzden 3000 yıl kadar önce güney Arabistan’ın Yemen bölgesinde yaşayan ve 1000 yıl kadar sonra Süleyman Peygamberin hükmü altına aldığı Sebe kavmi ile ilgili olarak Süleyman Peygamberin "Sebe" kavminin melikesi (Hükümdarı) ile olan ilişkisi ve Sebe kavmini kendi hükümdarlığına bağlaması konularında açıklanmalar yapılmaktadır.

 

Süleyman Kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: “Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (48/20), (27/20)

“Ya bana apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!” (48/21), (27/21)

Çok geçmeden gelip “Ben”, dedi, “Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru bir haber getirdim.” (48/22), (27/22)

“Gerçekten, onlara hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.” (48/23), (27/23)

“Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.” (48/24), (27/24)

“Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler.” (48/25), (27/25)

“Büyük Arş'ın sahibi olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” (48/26), (27/26)

Süleyman Hüdhüd'e dedi ki: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.” (48/27), (27/27)

“Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak.”  (48/28), (27/28)

"Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı" dedi.  (48/29), (27/29)

"Mektup Süleyman'dandır, rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyladır." (48/30), (27/30)

"Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye." (48/31), (27/31)

Dedi ki: “Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin, siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam.” (48/32), (27/32)

Onlar, şu cevabı verdiler: “Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız buyruk ise senindir artık ne buyuracağını sen düşün.” (48/33), (27/33)

Melike: “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar, onlar da böyle yapacaklardır” dedi. (48/34), (27/34)

“Ben onlara bir hediye göndereyim de bakayım elçiler ne ile dönecekler.” (48/35), (27/35)

Süleyman'a gelince şöyle dedi: “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle siz sevinirsiniz.” (48/36), (27/36)

“Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!” (48/37), (27/37)

Dedi ki: “Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” (48/38), (27/38)

Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi. (48/39), (27/39)

Kitaptan bir ilmi olan kimse ise: “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi. Onu yanı başına yerleşmiş olarak görünce: “Bu” dedi, “Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir" (48/40), (27/40)

Dedi ki: “Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak.” (48/41), (27/41)

Melike gelince: “Senin tahtın da böyle mi?” dendi, o şöyle cevap verdi: “Tıpkı o!” “Bize daha önce bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.” (48/40), (27/40)

Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu, çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi. (48/40), (27/40)

Ona: “Köşke gir!” dendi, Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti, Süleyman: “Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi, Melike dedi ki: “Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” (48/44), (27/44)

Andolsun, Sebe' kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır, biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı; “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” (58/15), (34/15)

Ama onlar yüz çevirdiler, bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik; onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. (58/16), (34/16)

Nankörlük ettikleri için onları böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız? (58/17), (34/17)

Onların yurdu ile, içlerini bereketlendirdiğimiz memleketler arasında, kolayca görünen nice kasabalar var ettik ve bunlar arasında yürümeyi konaklara ayırdık, "Oralarda geceleri, gündüzleri korkusuzca gezin dolaşın" dedik. (58/18), (34/18)

Bunun üzerine: “Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine yazık ettiler. Biz de onları, ibret kıssaları haline getirdik ve onları büsbütün parçaladık, şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler vardır. (58/19), (34/19)

Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı, inanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular. (58/20), (34/20)

Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu, ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırt edip bilelim diye. Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır. (58/21), (34/21)

 

Ayetlerde kuşlara hükmettiği belirtilen Süleyman kuşları gözden geçirirken göremediği Hüd Hüd kuşunun (İbibik Kuşu) bir süre sonra ortaya çıkarak kendisine Sebe halkının ve onlara hükümdarlık eden bir kadının "Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen" Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüğünü, Şeytanın kendilerine yaptıklarını süslü göstererek onları doğru yoldan alıkoyduğunu, bunun için doğru yolu bulamadıklarını haber verdiği anlatılmaktadır.

Süleyman'ın bu kuş ile onlara bir mektup gönderdiği ve kuşun bir kenara çekilip sonuç hakkında gözlem yapmasını istediği böylece aldığı bu haberin "Doğruluğunu" araştırdığı açıklanmaktadır.

 

Bu mektubun "Rahman ve Rahim" olan Allah'ın adıyla başladığı ve Süleyman'ın Sebe hükümdarı kadından ve kavminden kendisine baş kaldırmamalarını ve teslimiyet gösterip söylediklerine gelmelerini istediği belirtilmekte, mektubu alan hükümdar kadının kavminin ileri gelenlerine danışarak karşılığında hediyeler gönderdiği, ancak Süleyman'ın emredici tutumunu sürdürerek hediyeleri kabul etmediği ve hükmettiği cinlere emrederek bu hükümdarın tahtını "Yanına" getirttiği ve sonuçta Sebe "Melikesinin" Süleyman'ın billûrdan yapılmış şeffaf bir zemini bulunan "Görkemli" sarayına geldiği anlatılmaktadır.

 

Bu sırada Süleyman Peygamberin "Melike’ye" tahtı gösterip onun tahtının da böyle olup olmadığını sorduğunda tahtının yanı başında yerleşmiş olduğunu gören Melike'nin "sanki bu tıpkı o" dediği ve böylece Süleyman'ın sahip olduğu gücün etkisi karşısında bu gücün kullanılması ile ilgili olarak "Sınanmakta" olduğunu fark ettiği belirtilmektedir.

 

Süleyman'ın bu durum karşısında "Hakikatin bilgisi ondan önce bize verilmişti. Bu yüzden de biz teslimiyet yolunu seçtik, Müslüman olduk" dediği, Melike’nin de bunun üzerine Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olduğu, böylece Sebe halkının da Allah'a iman ederek Süleyman'ın hükümdarlığı altına girdiği açıklanmaktadır. 

 

Süleyman, şükredenin ancak kendisi için şükretmiş olduğunu, nankörlük edenin ise çok kerem sahibi olan Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını anlaması gerektiğini ifade ederek gücün ancak Allah tarafından yer yüzündeki bir "Halifesi" olarak kendisine lütfedildiği ve bunun için Allah'a şükretmesi gerektiği sonucuna ulaştığına işaret edilmektedir.

Günümüz insanlarının bu olayda anlatılan olağanüstü durum ile ilgili olarak, diğer kavimler hakkındaki olağanüstü olayları açıklayan Ayetlerde belirtildiği gibi,  "Peşin Fikir" ile değerlendirme yapmamaları ve bu olayın Evren ve Evrendeki tüm maddi varlıkların "Yaratılışı" bölümünde ayrıntılı olarak açıklanan yorumlar çerçevesinde gerçekleşmiş olabileceğini de dikkate almalarının doğru olacağı düşünülmektedir.

 

Yaratılış olayının nasıl gerçekleştiğinin, özellikle son zamanlardaki yoğun araştırma ve çalışmaların ve bilgi birikimlerinin "Baş Döndürücü" bir ivme ile gelişmesini sürdürmesi ile, daha "Anlaşılır" hale geleceği kaçınılmaz bir durum olarak her gün görülmektedir. Özetle Yaratılış konusundaki "Bilimsel" gelişmelerin İnsanları "Yaratıcıya" ulaştıracağı söylenebilir.

Bu doğrultuda Ayetlerdeki olağanüstü olaylar ile ilgili bir varsayım olarak Evrendeki tüm varlıkların "Ortaya Çıkması" ve "Varlıklarını Sürdürmesi" için ana unsur olan "Atomların" yapısını oluşturan Atom Altı Parçacıklara etki edip "Dilediği" şekilde yeni oluşumlar veya değişimlerin gerçekleşmesini sağlayan bir "Gücün" varlığı düşünüldüğünde, herhangi bir maddenin bu dileğe uygun olarak "Oluşmasını" veya "Değişmesini" veya "Işık Hızında" başka mekanlara veya ortamlara iletilmesinin ne kadar "Mümkün" olabileceğinin de düşünülmesi gerekmektedir. Böyle bir aşamaya ulaşılmasının "İleride" gerçekleşebileceğini "Yok" saymak bilimsel bir anlayışa uygun olmayacaktır.

 

Nitekim maddelerin yapısını oluşturan Atom Altı Parçacıklara etki edebilen Cinlerin Evrendeki “maddelerin” şekil ve içeriklerinin, hatta bulundukları yerlerinin değiştirebilmelerinin mümkün olabileceği, Yemen bölgesinde hüküm sürmüş olan Sebe kavminin melikesinin tahtını “anında” Süleyman Peygambere getirebileceğine işaret eden yukarıdaki Ayetten anlaşılmaktadır. Günümüzden bu duruma bir örnek olarak insanların şu andaki bilgi birikimleri ile geliştirdikleri üç boyutlu baskı cihazları sayesinde (3D Printers) uzaktan iletişim ile eşyaların “kopyalarının” başka yerlerde elde edilebilmesinin bir anlamda bu durumun ilk örneklerinden olduğu söylenebilir.

 3B Baskı Ortak Makaleleri - 3B Baskı ile ilgili 100 Makale (linkedin.com)

 

Burada yine tüm insanlara önemli bir hatırlatma bulunmaktadır. Bir konuda alınan bilgi veya haber üzerine "Tek Kaynak" ile yetinilmemesi ve başka kaynaklardan da "Doğruluğu" araştırılıp "Emin" olunmadan bir eyleme geçilmemesi gerekmektedir. Aksi halde hiç beklenmeyen sonuçlar ile karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır.  Bu önemli hatırlatma, özellikle toplumun kendilerine "Her Kademede" yönetim yetkisini verdiği ve "Emanet" ettiği insanlar açısından, bir haber üzerine eyleme geçerken çok fazla Vebal (günah, zarar, ziyan ve doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu) taşıdıklarını anlamalarını sağlayacak niteliktedir.

Bu konuda bir başka Ayette de özellikle iman etmiş fakat "Günah" işlemeyi sürdüren (Fasık) kimselerden gelen haberlerin "doğruluğunun" araştırılması için uyarı yapılmaktadır.

 

Ey iman edenler! eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın, yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (106/6), (49/6)

 

Bu durum Elmalılı tefsirinde şöyle özetlenmektedir.

 

"o zaman bakalım, dedi doğru musun yoksa yalancılardan mısın? Demek ki, Hüdhüd'ün "Çok doğru ve önemli haber" diye teminat vermesini yeterli görmedi, haber-i vahid ile amel etmedi. Zira bir taraftan başkalarının hakları ortaya çıkıyordu, aynı zamanda Hüdhüd kaybolduğu için töhmet altında bulunuyordu. Bu sebepten "Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın, yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız."

http://www.kuranikerim.com/telmalili/neml.htm

 

Sebe halkının Süleyman'ın hükümranlığına girmeden önce “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!” olarak iletildiği gibi uyarıldığı, ancak yüz çevirerek "Nankörlük" etmeleri nedeniyle üzerlerine "Arim Seli" gönderildiği, iki bahçelerinin buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki harap bahçeye çevrildiği belirtilmektedir.

Ayrıca onlara, yurtları ile içlerini bereketlendirilen memleketler arasında ve kolayca görünen ve yürüyerek konaklayabilecekleri birçok kasabalar arasında geceleri ve gündüzleri korkusuzca gezip dolaşabileceklerinin bildirildiği açıklanmaktadır. Ancak inanan bir zümrenin dışında hepsinin "Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır" diyerek "Şeytana" uyduklarına ve bu yüzden bu Kavmin ibret kıssaları haline getirilerek büsbütün parçalandıklarına işaret edilmektedir. Bu olayda "Aklını İşleterek" çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler olduğu belirtilmektedir. 

 

Tüm İnsanların Allah'ın varlığı konusunda yanlış yollara sapmamaları açısından bu olay üzerinde düşünerek ders almasının gerektiği hatırlatılmaktadır. Çünkü aslında Şeytanın "Aklını İşleten" insanlar üzerinde hiçbir nüfuzunun bulunmadığı hatırlatılmakta ve Allah'ın her şeyi "Koruyan" olduğuna dikkat çekilerek bu tür olayların ahirete inananın şüphe içinde kalandan ayırt edilmesinin bilinmesi için Şeytana verilen "İzin" ile gerçekleştiğinin anlaşılması beklenmektedir.

 

Asur (Ninova) Kavmi

                                                                                                                                         KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah, "Kendisine" ve öğretilerinin iletilmesi ile görevlendirdiği "Uyarıcı Peygamberleri tarafından iletilenlere "Kibirlerine" yenilerek kabul etmeyen ve inkâr etmekte bilinçli olarak devam eden toplumların bu sabit fikirlerinden vaz geçemeyecekleri ve kendilerine "Mucizeler" gelmiş olsa bile inanmayacakları, ancak "Azabı" gördüklerinde "Gerçek" ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

 

Ancak Yunus peygamberin gönderildiği "Asur" toplumunun sonradan iman etmeleri sonrasında üzerlerindeki aşağılayıcı “rezil” durumun ve azabın kaldırıldığı örnek gösterilerek insanlara sonradan pişmanlık duymamaları için doğru yola yönelmeleri önerilmektedir.

 

Yunus'un kavmi müstesna, herhangi bir ülke halkı, keşke iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre faydalandırdık. (51/98), (10/98)

Zünnûn'u da o öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti, nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti. (73/87), (21/87)

Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık, işte biz müminleri böyle kurtarırız. (73/88), (21/88)

 

Ayetlerde kendilerine iletilen "Gerçekler" üzerinde düşünüp inkarda ısrar etmemeleri ve sonradan "Pişmanlık" duyarak iman etmiş olmaları halinde, bu imanlarının kendilerine fayda vereceği bütün insanlara hatırlatılmaktadır. Buna bir "Delil" olmak üzere Yunus Kavminin durumuna işaret edilerek Yunus'un kavminin sonradan "İman" etmesi nedeniyle "Azaba" uğratılmadıkları ve Dünya nimetlerinden faydalandırıldıkları bildirilmektedir. Yüce Allah diğer inkârcı insanlar ve toplumlar için de "Keşke iman etseler de bu imanları kendilerine fayda verseydi" şeklinde hatırlatma yapmakta ve onları inkarlarını sürdürmeden düşünmeye yönlendirmektedir.

 

Bu olay Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde Tevrat'ta açıklanan bu ayrıntılar üzerinden yorum yapıldığı görülmektedir.

 

"Ninova ahalisini Allah’ın dinine dâvet etmekle emrolunmuştu. Onlar putlara tapıyorlardı. O mübârek Peygamberlerinin sözlerini dinlemediler, onların başlarına bir azap geleceğini ihtar etti, onların muhalefetlerinden dolayı pek üzüldü. Daha ilâhi bir müsaade almadan bulunduğu beldeyi terk ederek, bir deniz sahiline vardı. Yüce Peygamber öyle bir deniz kenarına varmış, yolcular ile (dolu bir gemiye kaçmıştı.) kendi yurdundan uzaklaşmak istiyordu. Fakat gemi, hareket etmez olmuştu. Gemide efendisinden firar etmiş bir kul var denilmiş, gemiahalisi, aralarında bir kur’a çekmek istemişlerdi. kur’a,  Yûnus adına isâbet edince: “firar eden kul benim” diyerek (mağlup olanlardan olmuştu.)§ İbak; Kölenin efendisinden kaçması demektir. 142. (Artık O)  Yûnus (kendini kınar) henüz ilâhi bir emir almadan kavmini bırakıp kaçtığından dolayı nefsini kınar. (bir hâlde) Kendisini denize attı, hemen O’nu bir (balık yuttu.) fakat Cenab-ı Hak’kın bir koruması olmak üzere o balığın karnında canlı olarak bir müddet kaldı. 143.(Eğer O)  Yûnus (vaktiyle çokça tesbih edenlerden) Allah Teâlâ’yı fazla zikredenlerden, namaz kılıp tesbih çekenlerden öyle ibadet eden takva sahibi kullardan (olmasa idi.) bu müthiş faciadan kurtulamazdı, canlı kalarak bir daha kurtuluş sahasına varamazdı. Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Artık O’nu) Yûnus Aleyhisselâm’ı (kendisi hasta olduğu hâlde) mübârek vücudu süzülmüş gibi bir halegelmiş kavminin halinden ve henüz bir izin almaksızın beldesini terk ettiğinden dolayı üzüntülü, ruhen ızdırablı bulunmuş olduğu halde (bir açık yere atıverdik.) O’nu balığın karnından alarak bir kurtuluş sahasına kavuşturduk. Balığın karnında ne kadar kaldığına dâir kat’i bir bilgi yoktur. Pek az kaldığı veya üç gün veya yirmi veyahut bir ay veya kırk gün kaldığını söyleyenler vardır. § Ara; Hâli, boş mekân demektir."

https://www.tahavi.com/saffat-suresi/5/

 

Diyanet tefsirinde de bu konuda açıklamalar bulunmaktadır.

 

"Zünnûn, Yûnus peygamberin lakabıdır. Balık tarafından yutulduğu için kendisine Zünnûn lakabı verildiği söylenir. Putlara tapan Ninevâ (Ninova) halkını tevhid dinine davet etmekle görevlendirilmiş olan Yûnus, halkı uzun süre dine davet etmesine rağmen kendisine çok az kimse iman etmişti. Bu durum karşısında ümidini yitiren Yûnus, kavmine kızmış, onların başına gelecek bir musibetten kendisini kurtarmak için gemiye binip şehirden uzaklaşmıştır. Bindiği gemi, yükünün fazla olması sebebiyle batmaya yüz tutunca geminin yükünü hafifletmek üzere çekilen kura neticesinde denize atılmış ve bir balık tarafından yutulmuştur. İşte Yûnus’un karanlıklar içinde yaptığı duadan maksat bu balığın karnında iken yaptığı duadır. Yüce Allah Yûnus’un duasını kabul ederek onu bu sıkıntıdan kurtarmış, balık onu hasta bir halde açık bir yere bırakmıştır; Yûnus iyileştikten sonra tekrar kavmine dönmüştür. Kendilerinden ümit keserek terkettiği kavmi ise, sonunda gerçeği görerek putperestliği bırakmışlar, tövbe edip Allah’ın birliği inancına döndükleri için azaptan kurtulmuşlardır."

Enbiyâ Suresi 87-88. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

 

Nitekim önceleri Yunus Peygamberi yalanlayan halkının sonunda onun iletmiş olduklarına inanıp "Allah'a" iman etmeleri üzerine onlara yapılan "Azabın" kaldırıldığı ve bir süre yaşamalarına izin verildiği özet olarak açıklanmaktadır.

 

Sonunda ona iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.  (56/148), (37/148)

 

Böylece önceki "Kutsal Kitaplarda" bildirilen olayın "Gerçek" durumu teyit edilmektedir.

KARUN
SEBE KAVMİ
ASUR KAVMİ

İsa Kavmi

                                                                                                                                      KONU BAŞLIKLARI

Yüce Allah İsa’yı aldığı "vahiyleri" tebliğ etmesi için İsrailoğullarına “elçi” olarak görevlendirdiğine işaret etmektedir. İsa'nın böylece insanlara “mucizeler” getirdiğini, Allah’a kulluk etmelerini ve ancak o zaman doğru yolda olacaklarını belirterek Peygamberliğini bildirdiği açıklanmaktadır.

 

"O, İsrailoğullarına bir elçi olacak. Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır." (89/49), (3/49)

"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin." (89/50), (3/50)

"Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur. " (89/51), (3/51)

İsa, onlardaki inkarcılığı sezince:" Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?" dedi. Havariler: "Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız," cevabını verdiler. (89/52), (3/52)

"Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi şahitlerden yaz," dediler. (89/53), (3/53)

Tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır. (89/54), (3/54)

Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kafirlerden üstün kılacağım, sonra dönüşünüz bana olacak, işte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim. (89/55), (3/55)

İnkâr edenler var ya, onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak. (89/56), (3/56)

İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez. (89/57), (3/57)

Bu söylenenleri biz sana ayetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz. (89/58), (3/58)

Allah nezdinde İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir, Allah onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi. (89/59), (3/59)

Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma. (89/60), (3/60)

Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: "Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim. " (89/61), (3/61)

Şüphesiz bu, doğru haberlerdir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. (89/62), (3/62)

Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir. (89/63), (3/63)

 

İsa’nın Peygamberliğini bildirmesi üzerine etrafındakiler ona inandıklarını söylemekle birlikte, onlarda kuşku ve inkarcılık "sezdiğine" işaret edilmekte ve inançlarından ve yanında olmalarından emin olmak üzere onlara Allah yolunda kendisine kimin "yardımcı olacağını" sorduğu açıklanmaktadır. İsa'nın yanında olan ve onun bildirdiklerine ilgi gösterip inananlar (Havariler) bu soruya cevaben Allah yolunun yardımcıları olduklarını, Allah'a inandıklarını ve "Müslümanlar" oldukların belirterek İsa'dan buna "şahit" olmasını istedikleri ve ayrıca İsa Peygambere uyduklarını ve onun iletmiş olduğu "İndirdiklerine" inandıklarını söyleyerek kendilerinin  Allah'ın "birliğini ve peygamberlerini" tasdik eden şahitlerden olduklarını kabul etmesi (yazması) için Allah'a dua ettikleri bildirilmektedir.

 

Yüce Allah Ayetlerinde İsa Peygamberin aldığı "vahiylerin" insanlara iletilmesinde ona "yardım eden" ve "Havariler" olarak tanımlanan bu kimseleri "Müslüman" yani Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiklerine inanan ve onlara göre davrananlar olarak nitelendirmektedir.

 

Diyanet tefsirinde "Havari" olarak İsa tarafından seçilmiş, tebliğ ve öğretrme (irşad) görevinde ona yardımcı olan on iki kişilik grubun ifade edildiği belirtilmekte ve açıklayıcı bazı bilgiler bulunmaktadır.

Âl-i İmrân Suresi 52-53. Ayet Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

 

İsa'nın Allah'ın "vahiylerini" insanlara ilettiği dönemde içinde bulunduğu İsrailoğulları (Yahudi) toplumunda onu bir peygamber olarak kabul etmeyi reddeden ve onu yok etmeye çalışan kimselerin onu öldürmek için "tuzak" kurduklarına işaret edilmekte ve Allah'ın ise sadece "hayırlı işler" için "tuzak" kurduğu ve "tuzak kuranların hayırlısı olduğu" bu nedenle de görevlendirdiği "uyarıcılara" ve de İsa Peygambere kurulan tuzakları "bozduğu" açıklanmaktadır. Yüce Allah kurulan tuzakları bozarak İsa'ya destek olduğunu, ona güven ve güç verdiğini belirterek onu "vefatından" sonra "Kendi Katına" yükselteceğini (nezdime yükselteceğim), inkâr edenlerden arındıracağını ve ona uyanları kıyamete kadar kafirlerden üstün kılacağını bildirdiğini açıklamaktadır. Ayrıca İsa ve hitap ettiği toplumuna ölümleri sonrasında "Kendisine" döneceklerini hatırlatmakta ve işte o zaman İsa Peygamberin bildirdikleri ile toplumu arasında ayrılığa düştükleri şeyler hakkında "Kendisinin" hükmedeceği ihtar edilmektedir.

 

İsa Peygamberin ölümü ile ilgili olarak ta Allah'ın onu "Kendi Katına" yükselttiği, buna göre İncil'de yer alan çarmıha gerilerek öldürülmüş olması gibi bilgilerin "kısmen" doğru olmadığı belirtilmektedir.

 

Bilakis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. (92/158), (4/158)

 

Burada İsa peygamberin öğretilerini kabul eden insanlara özel bir gönderme yapılmaktadır. Buna göre İsa Peygamberden yaklaşık iki yüz yıl sonra yapılan derlemeler ile onun toplumu ile ayrılığa düştükleri şeylere işaret edilmekte ve böylece İsa Peygamberin iletmiş olduğu "gerçekler" üzerinde "değişiklikler" yapıldığına dikkat çekilmektedir. Bu yapılanlar hakkında Allah'ın hüküm vereceği "samimiyetle" Allah'a inanarak Hristiyan inancını kabul edenlere bildirilmekte, İsa Peygambere iletilen asıl ve gerçek vahiylerin "son" olarak bütün insanlara Allah'ın sözü olarak bildirilen "Kur'an Ayetleri" ile tasdik ve teyit edildiği hatırlatılmakta ve onlardan ellerindeki belgelerde yer alan bilgileri Kur'an Ayetleri ile bir arada dikkate almaları ve böylece "gerçek olan" Allah'ın Sözüne yönelmeleri beklenmektedir.

 

Bu uyarı ile aynı zamanda İsa ve diğer peygamberler ile ilgili önemli konuların, Kur'an içeriğinde Allah tarafından tüm insanlara yeniden ve son olarak iletildiği, böylece bu konularda daha önceki "Allah Sözü" kitaplarda yer alan ancak sonraları ilk hallerinden farklı bir duruma gelen anlatımların açıklanarak netleştirildiği ve aslından farklı olarak yapılan değişikliklerin de bu şekilde düzeltildiği belirtilmektedir.

 

Örneğin, İsa tarafından yine tüm insanlara iletilen "İlahi Öneriler" yaşamının sona ermesini takiben yakın arkadaşları tarafından derlenmeye başlanmış ve böylece çok sayıda belgeler ortaya çıkmıştır. Bu ilk zamanlarda çok sayıda "İncil" olarak tanımlanabilecek belge ve yazıların bulunduğu yapılan araştırmalar sonucunda belirlenmiş bulunmaktadır. Öte yandan İlk yüz yıl boyunca İsa'nın öğretileri üzerinden Ortadoğu, Anadolu, Avrupa ve Kuzey Afrika'nın bazı bölgelerinde "Gnostik" olarak tanımlanan vaizler tarafından bu öğretiler insanlara iletildiği elde edilen belgelerden anlaşılmaktadır. Ancak bu faaliyetler "Kilise/Papaz" hakimiyeti üzerine kurulan "Ortodoks Hristiyanlar" tarafından derhal "Kafirlik" olarak tanımlanıp dışlanmışlardır. Böylece, Hristiyanlık olarak tamamen ve Din Adamlarının hakimiyetine dayalı bir "Yeni Din" oluşturulmuştur. Halbuki Gnostik öğretilerde, insanların "Allah" ile doğrudan bağ kurabilecekleri ve kullanılan yazılı belgelerdeki "Öğretilerin/Ayetlerin" derin düşünsel yapıda oldukları görülmektedir.  Buna göre Gerçek "İncil" bünyesinde yer alan "Allah Ayetlerinin" bir bölümünün bu erken belgelerde bulundukları ileri sürülebilir. (National Geographic/Juda İncili Programı).

 

Nitekim Kur'an’da "samimiyetle" Allah'a inanarak Hristiyan inancını kabul edenlere Allah katında bu "teslimiyetlerinin" karşılığının verileceği (ecirlerinin bulunduğu) açıklanmaktadır.

 

Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler, Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar, işte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. (89/199), (3/199)

 

Bu durumda içtenlikle ve iyi niyetle Allah'a inanan insanların, Hz.Muhammed'in Ayetlerde belirtilen önerilere göre uygulayıp gösterdiği şekilde (Namaz) olmamasına rağmen, kendilerince geliştirilen biçimlerde, örneğin kiliselerde toplanıp Allah'ı "tesbih" ederek ve O'nu "yücelterek" ibadet etmeleri halinde, Allah'ın bu ibadetlerin karşılığını onlara vereceği anlaşılmaktadır.

 

Ancak bu ibadetlerin Kur'an Ayetlerinde açıkça yapılmaması istenenleri, örneğin İsa Peygamberin Allah'ın oğlu olduğu gibi konuları kapsamaması da gerekmektedir. Zira bilindiği gibi, Hristiyan inancında, Meryem'in İsa'yı "babasız" Dünyaya getirmiş olması nedeniyle İsa Peygamber'in Allah'ın oğlu olduğu ileri sürülerek ve Meryem'in de onun annesi olarak birer "tanrı" oldukları açıklanmakta ve bu durumun ilk dönem Hristiyan din adamları tarafından dayatıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Allah Kur'an Ayetlerinde İsa Peygambere hitaben bu durumu sorduğunu ve ondan böyle bir şeyi toplumuna ve insanlara "İletmediği" cevabını aldığını bütün insanlara açıkça ve tartışmaya gerek kalmayacak bir şekilde bildirmektedir.    

 

Allah: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin", buyurduğu zaman o, "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (112/116), (5/116)

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin”, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (112/117), (5/117)

 

Böylece İsa Peygamber'in (Haşa) Allah'ın oğlu ve Meryem'in de onun annesi olarak "tanrı" oldukları "doğrulanmamakta" ve bu düşüncenin Allah tarafından "Kendi Ruhu" olarak onurlandırılan İsa Peygamber ile bir ilgisi bulunmadığı ve ilk dönem Hristiyan din adamları tarafından dayatıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre İsa ve Meryem'in diğer "İnsanlar" gibi Allah'ın "Kulu" oldukları açık bir şekilde bütün insanlara bildirilmektedir. Böylece Yüce Yaratan bu açıklamalarının bir teyidi olarak İsa Peygamberin ve annesi Meryem'in, bütün insanlara "Kendisinin" ve "Yaratıcılığının" bir "alameti" olduğuna işaret etmektedir.

 

Meryem oğlunu ve annesini de bir alâmet kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik. (74/50), (23/50)

 

Yüce Allah, Meryem'in böylece İsa Peygamberi "babasız" olarak Dünya'ya getirdiği açıklamakta ve Hz.Muhammed'e ırzını "iffetle" korumuş olan Meryem'i saygı ile anmasını,  onu ve oğlunu bütün insanlar  bir alamet  kıldığını, insanların bundan ders almalarını, İsa'ya "Ruhundan Üflediğini", önceki Peygamberlere iletilmiş olan Ayetlerini  ve Kitaplarını "tasdik" ettiğini böylece onun Allah'a "gönülden itaat edenlerden" olduğunu belirtmektedir.

 

Irzını iffetle korumuş olanı. Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için bir ibret kıldık. (73/91), (21/91)

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti; o gönülden itaat edenlerdendi. (107/12), (66/12)

 

Bu noktada samimi bir şekilde Hristiyan inancına bağlı olan insanların "Kıyamet" sonrası İsa'nın önündeki dirilişlerinde İsa'nın onlara "Ben size -Ben Tanrıyım- şeklinde bir söz söyledim mi de siz Yüce Yaratan'a böyle bir ithamda bulundunuz" dediğinde nasıl bir cevap vereceklerini düşünmeleri ve bu önemli hususu bu Dünya Ortamında yaşarken ve Allah'a ibadet ederken dikkate almaları gerekmektedir.

 

Ancak, bu konudaki en son yanılgının İsa için "Tanrının Oğlu" olarak nitelendirilerek "Putlaştırılması" şeklinde olduğu görülmektedir.

 

Oldukça kısa bir sürede İsa tarafından kendisine "Vahyedilen" öğretilerin ortadan kaldırılması ve o sırada İsa ile birlikte yaşayan ve ona inanan bazı "Havarilerin" bu öğretileri kendilerinin anladıkları ve hatırladıkları gibi sonraki insanlara aktarmaları, çok sayıda ve çok farklı yazılı metinlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İsa'nın ölümünden yaklaşık 300 sene sonra bu metinler bir konsey tarafından Dört ayrı kitap olarak derlenmiş ve bu kitaplar "İncil" olarak kabul görmüşlerdir.

 

Bu dönemden itibaren insan aklının gelişmesi son derece hız kazanmış ve kendisi ve çevresi ile ilgili hiç olmadığı kadar detaylı ve derinden bilgiler edinip üretme ve saklama sürecine geçilmiştir. "İlim" olarak tanımlanan bu çabalar ile insanların kendi yapıları ve tüm çevresel yapıları ve bunların tüm nitelikleri ile değişimleri belli kurallara bağlanarak kendileri ve sonradan gelecek insanların kullanımları açısından devasa bir bilgi birikimi elde edilmiş bulunmaktadır. Bu kurallar daha da geliştikçe ve İlim daha yeni konuları keşfedip yeni bilgileri biriktirdikçe "Yaratıcı ve Yaratılış" konuları çok daha "Anlaşılır" bir nitelik kazanacak ve "Tek Yaratıcı Güç Olan Allah" kavramı çok daha somut olarak "Anlaşılır" hale gelecektir.

 

Ancak tüm bu "Bilimsel" gelişmelere rağmen ve bu bilimsel çalışmaları yürütenler de dahil olmak üzere bazı insanların "Kibir, Karşı Gelme, Büyüklenme ve Meydan Okuma" duygularını yenemedikleri görülmektedir. Bu duygularına tabi olan insanlarda bu defa "Manevi" anlamda "Hiçbir Şeye İnanmama" olarak tanımlanabilecek bir anlayış egemen olmakta ve "Yaratıcı" kavramına anlam vermekten aciz kalmaktadırlar. Aslında bu nitelikteki insanları "Akıl" taşımalarına rağmen Kıyamet gününe kadar var olacakları da Kur'an Ayetlerinde yer almaktadır.

 

Allah tarafından İsa aracılığı ile insanlara iletilen öğretilerin de "Değişikliğe" uğraması ve asıl mesajın bozulması sonucunda "Son Uyarıcı" olarak Hz.Muhammed görevlendirilerek bir daha değişmesi mümkün olmayacak şekilde "Son ve Derleyici" mesajı onun aracılığı ile "Tüm İnsanlara" iletilmiştir.

 

Ne onların ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur, ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! yalandan başka bir şey söylemiyorlar (68/5), (18/5)

Ve "Allah evlat edindi" diyenleri de uyarmak için (69/4), (18/4)

 

Hz.Muhammed tarafından "Tüm İnsanlara" iletilen "Yüce Yaratanın" bu muhteşem mesajı ile bu zamana kadar insanlar tarafından "Üretilen" tüm "Tanrı" kavramları ve inanışları Allah'a inancın ilk kabulü olan "Lâ İlahe İllallah" sözcükleri ile "Reddedilmektedir. Bu sözcükler "Tanrı Yoktur, Ancak Allah Vardır" olarak anlam taşımaktadır.

 

Böylece insanlar bu son mesaj ile artık "Son Defa "olarak "Uyarılmaktadır". Bir Ayette değinildiği gibi isteyen iman eder isteyen sonucuna katlanır.

İman etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın! Biz de yapmaktayız!” (52/121), (11/121)

Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler, halbuki o, eşsiz bir kitaptır. (61/41), (41/41)

Günümüzde de yukarıda yer alan uyarılar ile tüm insanlara açıklanan gerçekler konusunda insanların hala "Büyüklenme" ve "Kibirlenme" dürtülerine yenik düştükleri görülmektedir. Allah Hz.Muhammed'den sonra yeni bir uyarıcı gönderilmeyeceğini açıklamış bulunmaktadır. Bu nedenle insanların "Akıllarını Kullanarak" kendilerine iletilen bu geçmişten örnekleri düşünmeleri ve samimiyetle "Anlamaya" çalışmaları gerekmektedir. Yoksa "Hüsranda" olacaklar ve karşılaşacakları "Sonuçlara" katlanacaklardır.

 

Yüce Allah işaret ettiği geçmiş bütün Peygamberleri, bu arada İsa Peygamber ve daha sonra da Hz.Muhammed ile bütün insanlara ilettiği "Kendisinin" her şeyi "Yaratan Tek Güç" olduğu gerçeğine inanmayıp inkar edenleri, dünyada ve ölümleri sonrasında (ahirette) şiddetli bir azaba çarptıracağını ve onların hiç yardımcılarının da olmayacağını, iman edip iyi davranışlarda bulunanlara ise “mükâfatlarını” eksiksiz vereceğini ve Allah'ın zalimleri sevmediğini bütün insanlara bir defa daha ihtar etmekte ve uyarmaktadır. Bütün bu ihtar ve uyarıların Hz.Muhammed'e "indirilen" ve "Yaratılışın" bütün "sırlarının" ve "amaçlarının" yazılı olduğu "hikmet dolu" Kur'an Ayetlerinde yer aldığı ve Hz.Muhammed'e vahiy edildiği (okunduğu) böylece bütün insanlara özellikle açıklanmakta ve hatırlatılmaktadır.

İSA KAVMİ
TÜRK BAYRAĞI.jpg
bottom of page